ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
VASFİ MAHİR’E GÖRE TÜRK EDEBİYATI’NDA
DÖNEMLER VE ŞAHISLAR
Dr. Ertan ENGİN*
TÜBAR-XXX-/2011-Güz/
ÖZ: Bir millete ait edebiyat tarihinin yazılmasında karşılaşılan
birçok sorun vardır. Malzemenin genişliği, hangi şahsiyetlerin değinilme-
ye değer bulunacağı, metot sorunları bunlardan sadece birkaçıdır. Esas
olarak Vasfi Mahir Kocatürk’ün Türk edebiyatı tarihine dönemler ve
isimler bağlamında bakışının incelendiği bu yazıda öncelikle, “edebiyat
tarihi”nin kavramsal çerçevesine değinilmiştir. Daha sonra Vasfi Mahir’in
edebiyat tarihi niteliğindeki iki kitabının yayım tarihleri arasında kalan
diğer edebiyat tarihleri tanıtılmıştır. Vasfi Mahir’in edebiyat tarihi kitap¬
larında dikkat çeken hususlar; hemen her Türk edebiyatı tarihi kitabında
görülen periyodizasyon ve sosyal tarih bilgileri dışında, herhangi bir özel
metot içermemesi ve yazarın şahsî izlenim, yorum ve değerlendirmelerine
çokça yer verilmiş olmasıdır.
Anahtar Kelimeler: edebiyat tarihi, Türk edebiyatı, Yeni Türk
edebiyatı, tenkit, metot
The Periods and Individuals in Turkish Literature In Vasfi Mahir’s
Point
ABSTRACT: There are many problems encountered in writing
history of a literature belonging to a nation. The extensive amount of ma¬
terials, deciding which figures are worth of covering, method issues are
only some of them. Turkish Literature history books and articles written
up to now has had the similar problems. In this article the conceptual
framework of literature history is pointed out and Turkish Literature His¬
tory of Vasfi Mahir is investigated depending on some literature history
released before him.
Key Words: Literary history, Turkish Literature, New Turkish Li¬
terature, criticism, method
Konya Üni. uengin@gmail.com
1907-1961 yılları arasında yaşayan Vasfi Mahir, yüksek tahsilini
Mülkiye’de yaptıktan sonra 1930’da Milli Eğitim Bakanlığı’na girer.
1950’deki bir dönemlik milletvekilliği bir tarafa, tüm meslek hayatı bu
bakanlık içinde geçen Vasfi Mahir; öğretmenlik, müdürlük ve müfettişlik
yapmıştır. Orta öğretim için edebiyat ders kitapları da kaleme alan yazar,
birçok antolojiye imza atmış, çocuklar için öyküler yazmış, Baudelaire’in
Kötülük/Elem Çiçekleri’ ni bir bütün halinde ve manzum olarak çevirme¬
nin yanında çeviri yaptığı isimlere Goethe, Heine, La Fontaine gibi isim¬
leri de katmıştır. Bunların yanı sıra Namık Kemal adında yayımından iki
yıl sonra tekrar basılan bir monografinin ve Osmanlı Padişahları adlı bir
tarih eserinin sahibidir.
Vasfi Mahir’in Türk Edebiyatı tarihine bakışını, sanatçı ve eserleri
tahlil ederken ne gibi kriterler kullandığını incelemek için iki eserini ele
aldık. Bunlardan ilki, yazarın ölümünden üç yıl sonra, 1964’te yayımla¬
nan Büyük Türk Edebiyatı Tarihi’dir1. Bu eserin yayımını gerçekleştiren,
esere “tahlil ve tenkide kaçmamak üzere bazı bağlantılar ve küçük ilave¬
ler” yaptığını belirten yazarın oğludur (Kocatürk 1964: IX). Bir diğer eser
ise, 1936’da yayımlanan Yeni Türk Edebiyatı’dır2. Her iki eseri mukaye¬
seli okuyan bir göz, BTET’yi yayıma hazırlayan kişinin, bu eserin 19. ve
20. yüzyıla ilişkin kısımlarını, büyük oranda YTE’den yaptığı alıntılarla
doldurarak tamamladığını görecektir.
Bir Kavram Olarak Edebiyat Tarihi
Edebiyat tarihinde içerik (sadece şaheserlere mi yer verilmeli yok¬
sa ikinci ve üçüncü dereceden eserler de mi dâhil edilmeli) ve sınırlar (ne
kadar edebiyat ne kadar tarih) konusunda olduğu kadar, kullanılacak me¬
tot konusunda da pek çok farklı görüş ileri sürülmüştür. Bu alandaki
önemli ve hacimli makalesinde G. Lanson, “Edebiyat tarihi, medeniyet
tarihinin bir kısmıdır. Fransız edebiyatı, milli hayatın bir görünüşüdür.”
diyerek bu konuda kesin bir çizgi çekmiştir (Lanson 1937: 6)3. Aynı yazı¬
sında Lanson, bir edebiyat tarihçisinin yapması gerekenleri de şu şekilde
sıralar:
“Bizim başlıca ameliyelerimiz şunlardır: edebî metinlere vu¬
kuf kesbetmek; bu metinlerdeki ferdî unsurları maşerî unsurlardan,
orijinal kısımları an’anevî kısımlardan ayırmak üzere bu metinle¬
rin mukayesesini yapmak; bunları, neviler, mektepler, hareketler
itibarile tasnif etmek; ve nihayet bu suretle vücüde getireceğimiz
metin gruplarının gerek memleketimizin fikrî, manevi, ve içtimaî
hayatile, gerek Avrupa medeniyet ve edebiyatının inkişafile olan
münasebetlerini tayin etmektir” (Lanson 1937: 24).
Lanson’un ülkemizdeki takipçilerinden Fuad Köprülü’nün, sanatçı
ve eserin incelenişi konusunda söyledikleri, geniş çaplı bir araştırmanın
gereğini de ortaya koyar:
“Bir muharriri tek başına, her türlü alâkalardan kurtulmuş
olarak anlamıya kalkışmak, onu hiç anlamamak demektir. En şahsî
bir sanatkâr, mutlaka muhitine, ailesine, zamanın temâyüllerine
birçok şeyler borçludur; binaenaleyh, onun asıl şahsiyetini tayin
için kendisinde imtidât eden mâziyi ve üzerinde te ’sir icrâ eden hâ¬
li anlamamız lazımdır” (Köprülü 1989: 28).
Edebiyat tarihi söz konusu olduğunda karşılaşılabilecek bir başka
problem de, edebiyat eleştirisi ile edebiyat tarihi arasındaki ilişki ve sınır¬
dır. Orhan Okay da buna özellikle dikkat çeker:
“Her ne kadar edebî tenkitle edebiyat tarihi birbirinden
farklı iki ayrı alan olarak düşünülmekteyse de edebiyat tarihinin
kuruluşu ile edebî tenkit teorileri arasında paralellikler vardır.
Tenkit münferit ve tahlilcidir, edebiyat tarihi ise genelleşmeye ve
terkibe temâyül eder. Edebiyat tarihçisi çok defa aynı zamanda
tenkitçidir’ (Okay 1994: 403).
Doğrusu, tenkit ve edebiyat teorisi olmadan edebiyat tarihinin dü¬
şünülemeyeceği, “bunların bütünüyle birbirlerini etkiledik”leri noktasın¬
daki kabuldür (Wellek-Warren 1983: 47).
Milletlerin edebiyat tarihlerinin yazılmasındaki en büyük zorluk,
ucu bucağı olmayan malzemenin işlenmesindeki zorluktur. Üstelik bu
muazzam malzemenin işlenmesinde edebiyat araştırıcısı için gereken
“tarih, mitoloji, sosyoloji, psikoloji, felsefe, estetik, müzik ve plastik sa¬
natlar gibi alan bilgileri” edebiyat tarihçisi için “daha zaruri”dir (Okay
2006: 354). Zira,
“Edebiyat tarihi, bir bakıma hem bilimdir, hem de sanatla
ilgilidir.(...) Siyasal olaylar, toplumsal devrimler, bu devrimler so¬
nunda meydana gelen gelişmeler, bilim alanındaki yeni buluşlar,
beliren yeni düşünce akımları, kültür değişmeleri, nedenleri ve so¬
nuçlarıyla özetlenmezse, herhangi bir devrin edebiyatı açıklana¬
maz.” (Levent 1971: 177).
Neticede bir milletin edebiyat tarihinin yazılışı bir birikimle -
yazanın birikimi ve literatürdeki birikim-olur. “Bir milletin edebiyat tarihi
bir defada yazılmaz. Büyük kültür sahibi milletlerin edebiyat tarihleri
defalarca ve kaç ayrı müellif tarafından yazılmıştır.” (Akün 1990: 12)
Edebiyat tarihinin, değineceğimiz son meselesi ise metottur. Faruk
K. Timurtaş, edebiyat tarihlerinde kabaca; genetik, estetik, psikolojik ve
sosyolojik olmak üzere dört metot olduğunu ve bizde genellikle sosyolo¬
jik metodun kullanıldığını belirtir (Timurtaş 1963: 29). Metot konusunda
Ö.F. Akün’ün hatırlattığı noktalar ise önemlidir:
“Bir kısım edebiyat tarihlerinde tarihî ve sosyolojik görüş,
edebiyatı, onun sanat cephesini ard plana atmıştır. Böylece edebi¬
yat tarihi, edebiyatçıların hayat hikâyelerini nakleden hal tercüme¬
leri yığını, birer sosyal tarih, düşünce tarihi şekline girmiştir. Buna
mukabil eserin var oluşunda ve şekillenmesinde öbür bağlantı ve
şartları yok sayarak onun kendi başına ve kendi içinde kapalı bir
daire suretinde incelenmesi başka bir ifratı ifade ediyor.” (Akün
1990: 13).
YTE ile BTET Arasında Yayımlanan Diğer Edebiyat Ta¬
rihleri
Bu yazıda inceleyeceğimiz Vasfi Mahir’e ait iki edebiyat tarihine
geçmeden önce, ilk baskıları itibariyle bu iki eser -BTET, YTE- arasında
kalan “edebiyat tarihi” başlıklı beş esere değineceğiz. Bunlardan ilki,
1942’de basılan Hıfzı Tevfik Gönensay ile Nihad Sami Banarlı’mn ortak¬
laşa yazdığı Başlangıçtan Tanzimat’a Kadar Türk Edebiyatı Tarihi’dir.
Eserin iç kapağında bu kitabın, Maarif Vekilliği’nce 27/11/1941’de lise¬
lerin 10. sınıfı için yardımcı kitap olarak okutulması kararının alındığına
dair bir bilgi yer alır. Eserin ön sözünde, edebiyat tarihi çalışmalarının
ülkemizde yeni olduğu, mevcut çalışmaların da genellikle Türk edebiya¬
tını, Osmanlı ile başlatma hatasına düştükleri belirtilir. Osmanlı öncesi
Türk tarihi ve edebiyatı çalışmaları kapsamında Köprülü ve Gökalp say¬
gıyla zikredilir. Yazarlar; bu eseri lise talebesi için yazdıklarını, bu ne¬
denle biyografik bilgiyi kısa tuttuklarını, “başlıca edebî şahsiyetleri tahlil
ve tenkit suretiyle tanıt”tıklarını ve ikinci, üçüncü derece şahıslar üzerin¬
de fazla durmadan bu isimleri devirleri içinde ele aldıklarını belirtirler
(Gönensay-Banarlı 1943: 6). Edebiyat tarihi tanımları ve usûl meselesine
ilişkin görüşleri ise şöyledir:
“Milletlerin edebiyat sahasında yetiştirdikleri büyük şahsi¬
yetleri onların meydana getirdikleri edebî eser ve hareketleri ta¬
nıtmak için yazılan tarihe de edebiyat tarihi adı verilir.(...) Edebi¬
yat tarihinde usûl, sanatkârları ve sanat eserlerini, vücude geldik¬
leri muhit ve zamanın şartları arasında tetkik ederek, onların haki¬
ki derecelerini göstermeğe çalışmak yoludur. Bunun içindir ki ede¬
biyat tarihi, milletlerin geçmiş zamanlarda yaşamış ve yayılmış ol¬
dukları coğrafi sahaları, o devirlerin siyasî ve içtimaî hayatını, dil,
din, ahlak, ekonomi, fikir ve sanat hareketleri gibi her türlü cemi¬
yet müessese ve hâdiselerini göz önünde bulundurmak mecburiye¬
tindedir.” (Gönensay-Banarlı 1943: 7-8).
Yazarların Türk Edebiyatını dönemlendirmeleri Köprülü ile aynı¬
dır. Ancak onun tasnifine dördüncü bir dönem olarak “Millileşme devri
Türk edebiyatı” başlıklı bir ek yaparlar. İslam öncesi Türk edebiyatına
“Milli Türk Edebiyatı” denilmesi gerektiğini belirtirler (Gönensay-
Banarlı 1943: 8). Eserin 14. asra kadar olan kısmında “İslam medeniyeti
çağlarında ilk Türkçülük hareketleri” adlı bir bölüm vardır. Her asrın
anlatıldığı bölümün başında “Asrın medenî ve içtimaî hayatına toplu bir
bakış” şeklinde giriş mahiyetinde bir yazı bulunur. Eser, 19. asrın ilk
yarısına kadar getirilir. Sonunda Türkoloji’ye dair bir bibliyografya var¬
dır. 19. asrın anlatıldığı bölümde ilgi çeken bir not olarak, Akif Paşa’mn
divan şairi olarak anılmasını söyleyebiliriz. Eserde, Adem Kasidesi ile
ilgili olarak şunlar söylenir:
“Yokluk felsefesini anlatışı ve mevzuda vahdeti muhafaza
edişi kasidecilikte bir yenilik sanılmıştır. Filhakika bu kasidede
mütekâmil bir tefekkür ve kuvvetli bir üslûp vardır. Fakat bütün
bunları evvelce de söylediğimiz gibi Türk edebiyatının dâhilî tekâ¬
mülünün birer neticesi olarak kabul etmek lazımdır.” (Gönensay-
Banarlı 1943: 243).
1943’te basılan H.Nihal Atsız’ın Türk Edebiyatı Tarihi’nin ilk bö¬
lümünde şu başlıklar altında tanımlayıcı, çerçeve mahiyetinde bilgilere
yer verilir: güzel sanatlar, edebiyat, edebiyat tarihi. Edebiyat tarihi için,
“tarihin bir koludur.” denir (Atsız 1992: 11). Yine eserde; Türk ırkı ve
İslam öncesi Türk boyları, Türklerin İslam öncesi din, devlet ve aile yapı¬
ları hakkında, bilgi vardır. Bir başka bölüm İslam öncesi destanların tek
tek incelenişinden oluşur. Orhun Yazıtları’nın tam çevirisini de içeren
eser, “Selçuklular Çağında Edebiyat” adlı bölüm ve Kaşgarlı Mahmut ile
sona erer. Eserde özellikle dil bahisleri, Türkçe üzerine verilen bilgiler
geniş yer tutar.
1944 tarihli Hıfzı Tevfik Gönensay’ın Tanzimattan Zamanımıza
Kadar Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinin ön sözünde, bu kitabın daha
önce Hıfzı Tevfik ile Nihad Sami’nin ortaklaşa hazırladığı eserin devamı
olduğu belirtilir. Yine ön sözde, Tanzimat dönemi edebiyatı için,
“Tanzimattan sonra başlayan edebî yeniliğimiz eserden zi¬
yade fikir halindedir (...) Bunun için Tanzimattan sonraki edebiyat
tarihimizi edebî nevilerin ilerleyişinden fazla bu ilerleyişi temin
eden şahsiyetlere ve bu şahsiyetlerin ortaya koydukları fikirlere ve
eserlere göre incelemek gerektir.” (Gönensay 1944: 5).
denir.
Yazar, Divan edebiyatı ile Tanzimat edebiyatı arasındaki farkları
“dil, nazım şekilleri, edebî neviler, ideoloji” şeklinde dört başlıkta topla¬
yıp inceler. “İdeoloji”den ne kastettiğini şöyle açıklar: “edebî eserlerin
asıl içi, yani ruhu ve manâsıdır.” (Gönensay 1944: 17). Tanzimat edebi¬
yatını, kuruluş ve yayılış safhası olarak iki başlığa ayırır. İlk başlıkta;
Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal’i, ikincisinde ise Recaizâde M. Ek¬
rem, A. Hâmid ve Sâmipaşazâde Sezai’yi ele alır. Sadece edebî hareketle¬
re değil, “Tanzimat devrinin ilim ve fikir hareketleri” başlığı altında ede¬
biyat dışına da temas eder. Servet-i Fünûn dönemi; “Servet-i Fünûn’da
Nazım”, “Servet-i Fünûn’da Nesir” ve “Servet-i Fünûn’da Tenkit” olarak
ve her bölümde tek tek isimler üzerinden gidilerek işlenmiştir. Bundan
sonra eserde iki bölüm vardır: “1908’den sonra Nesir” ve “1908’den son¬
ra Nazım”. İlkinde ele alınan son isim Falih Rıfkı, ikincisinde Yahya
Kemâl’dir. Eser, bölümler sonunda dönemlere ilişkin bibliyografyalarla
zenginleştirilmiştir. Eserde, aynı zamanda “Türk milletine yeni bir mede¬
niyetin esaslarım vererek fikir ve sanat hayatımızın gelişmesi üzerinde
büyük tesirler bırakmış olan iki büyük kumandan”, Atatürk ve İsmet İnö¬
nü hakkında da ayrı birer bölüm açılmıştır.
Değineceğimiz bir başka eser, ilk kez fasiküller halinde 1948’de
basılan Nihad Sami Banarlı’rnn Resimli Türk Edebiyatı Tarihîdir. Banar-
lı’ya göre, “Edebiyat Tarîhi, edebî eser ve hâdiseleri, tarîhî, coğrâfî,
ictimâî, psikolojik ve estetik hadiselerin aydınlığında görüp gösterebildiği
ölçüde edebiyat tarîhidir” (Banarlı 1971: II). Metot konusunda; Köprü-
lü’den ilham ve Türk edebiyatına bakışında Y. Kemâl’den feyiz aldığım
belirtir. Eserindeki metot konusunda şunları söyler:
““Bu kitapta takibedilen metod, önce, génétique metoddur.
Yani, herhangi bir edebî hadiseyi, zamanımızdaki görünüşüyle de¬
ğil, başlangıçtan zamanımıza kadarki oluşuyle incelemektir. Sonra
mukayeseli edebiyat metodudur. Yani, herhangi bir edebî hâdiseyi,
yalnız bir tek edebiyattaki macerası ile değil, bu hâdisenin görül¬
düğü diğer edebiyatlardaki benzerleriyle karşılaştırarak mutalâa
etmektir. Nihayet üçüncü metod, fiş metodudur. Bu usûl, bir eseri
meydana getirmek için başvurulan, çok sayıda sanat ve tedkik eser¬
lerindeki en karakteristik çizgi ve bilgileri, ayrı ayrı fişlere kay¬
detmek, sonra aynı mevzuda birleşen fişleri bir araya getirmek su¬
retiyle, her bahsi, elden geldiği kadar çok kaynaktan
vesikalandırmaktır.” (Banarlı 1971: II).
Hemen her sayfada bir dipnotun yer aldığı eser, sadece dönemler
ve eserler değil, tematik açıdan önem taşıyan kavramlar hakkında da bilgi
içerir. Örneğin İslami dönem Türk edebiyatında birçok dinî-tasavvufî
kavram ve konu açıklanmıştır. “19. asır Türk edebiyatında Milliyetçilik
Hareketleri”, “Türkiye dışı Türk edebiyatı ve Türk milliyetçiliği”, “Ser¬
vet-i Fünûn yıllarında Türkoloji çalışmaları”, “20. asır Türk edebiyatında
sanat ve şekil milliyetçiliği” gibi pek çok bölüm, eserin oluşumundaki
millî hassasiyetleri gösteren ifadelerdir. Eserde Yahya Kemâl’e otuz üç
sayfa ayrılmış olması da yazarın zaman zaman objektiflikten uzaklaştığı¬
nı gösteren bir detaydır. Eserin sonunda geniş bir bibliyografya yer alır.
İlk baskısı 1949’da yapılan A.H.Tanpınar’ın 19. Asır Türk Edebi¬
yatı Tarihi ise, Türk edebiyatı tarihi kitapları üzerine yapılmış hemen her
çalışmada; yetkinliğine, sanatkârane üslûbuna, hükümlerindeki isabete
dikkat çekilmiş, kendinden önce ve kendinden sonra benzeri olmayan,
başlı başına bir makale konusudur4.
Vasfi Mahir’in Edebiyat Tarihi Kitapları
Vasfi Mahir, BTET’nin ön sözüne şu samimi ve aynı zamanda ger¬
çekçi itirafla başlar:
“Orta Asya’daki ilk türk edebiyatı mahsullerinden
başlıyarak zamanımıza kadar her sahada ve her lehçedeki bütün
eserleri kavrıyan, geniş mânâda bir türk edebiyatı tarihi meydana
getirmek...Bu sevda, birçok edebiyatçılarımız gibi benim de haya¬
limi bir müddet işgal etti. Fakat, bu zamanda, bugünkü ilmî tetkik
ve doküman kıtlığı içinde, bir şahsın başaramayacağı, bir ömrün
yetemeyeceği bu işin imkânsızlığını çok geçmeden anladım."
(Kocatürk 1964: XI).
“Müslümanlıktan önceki Türk edebiyatının tahminimizden çok ge¬
niş, bizce ve hatta dünyaca son derece mânâlı olduğuna inanıyorum”
diyen yazar Çağatay ve Azeri lehçeleri için de aynı düşünceyi paylaştığı¬
nı, ancak bütün bu sahaları incelemek için malzemenin yetersiz olduğunu
belirtir (Kocatürk 1964: XI). Onun ifadesiyle geriye kala kala en mühim
saha, “Anadolu lehçesi edebiyatı” kalır. “Toplu ve umumi bir Türk Ede¬
biyatı Tarihi meydana getirmek sevdasından kendini” kurtaramadığım
belirten yazar bu en mühim sahanın genişliğine karşın bu “sevda” ile
böyle bir esere başlar. Aynı zamanda “bu sahada tam ve değeri müspet
bir eserin bulunmayışı da arzusunu kuvvetlendirmektedir.
Eserde “verilen bilginin mümkün olduğu kadar müspet maddelere
dayanmasına” özen gösteren yazar, “yanlış fikirleri çürütmek için uzun
tartışmalara lüzum görmediğini” belirtir. Bir başka deyişle eserde, oku¬
yucuya aykırı gelen bazı fikirler olursa bunlar, yazarın kendisine aittir.
Usûl konusunda görüşleri ise şöyledir:
“Edebiyat tarihinin, tasvirsiz, tahlilsiz ve tenkidsiz
olamıyacağı kanaatindeyim. Bu itibarla, anlatılan devrin maddi ve
manevi hayatını, yazarların ve eserlerin hususiyetlerini az çok can¬
landırmak taraftarı olanlara katılmak taraftarıyım. Bu husus, bizim
edebiyatımız için, Avrupa milletlerinde olduğundan çok daha lü¬
zumlu ve hatta zaruridir. Çünkü, tarihimizi gereği gibi aydınlatıp
yayan kitaplar pek mahdut olduğu gibi, edebiyat tarihimizde bahis
konusu edilen eserlerin çoğuna da, yazma ve nadir olmaları ve dil¬
lerinin eskimiş bulunması dolayısiyle, okuyucuların ellerine ula¬
şamamaktadır. Binaenaleyh, bunların, ehemmiyetleri nispetinde,
mümkün olduğu kadar geniş teşhirlerle incelenmesi ve hatta bir
miktar tattırılması icabediyor. (...) devrinin ruhu içinde incelenip
durumları ona göre tespit olunan şahsiyetler ve eserler hakkında
ayrıca modern ruhla hükümler vermekten çekinmedim. ” (Kocatürk
1964: XI).
Artık ulaşılması pek kolay olmayan eski edebiyat söz konusu oldu¬
ğunda mümkün olduğunca çok eser ve edebiyatçıya yer vermeyi amaçla¬
yan yazar; eser ve şahısları sıralamada, edebî türler yahut nazım şekilleri¬
ni ikinci planda bıraktığını, esas olarak “incelenen edebiyatın genel husu¬
siyetlerine tâbi” olduğunu belirtir (Kocatürk 1964: XII).
Eserin “Giriş” bölümünde Türk tarihi, mitolojisi ve dili hakkında
kısa açıklama ve bilgilere yer veren yazar, Müslümanlıktan sonraki ede¬
biyatın “muhtelif çığırlarında pek az, mutedil ve pek çok olmak üzere”
Arap ve İran edebiyatından “şekil ve estetik görüş” aldığını kabul etse de,
esasen bu edebiyatın Müslümanlıktan önceki Türk edebiyatına bağlı ol¬
duğunu belirtir (Kocatürk 1964: 3). Vasfi Mahir; Türk edebiyatı üzerinde
Fuad Köprülü’nün çok bilinen ‘İslam Öncesi, İslam Etkisinde ve Batı
Medeniyeti Etkisinde’ şeklindeki tasnifini kabul etmekle birlikte “tarihî
ve coğrafî realiteye dayanarak” farklı adlandırmalarla kendine özgü ve
yine üçlü bir tasnif yapar:
I-Orta Asya’da Türk Edebiyatı
a) Müslümanlıktan önce: 8-10. yüzyıl
b) Müslümanlıktan sonra: 11-12. yüzyıl
II-Orta Asya ile Anadolu Arasında Türk Edebiyatı
III-Anadolu’da Türk Edebiyatı
Eserde ilk bölüm 64 sayfa, ikincisi 22, üçüncü bölüm 734 sayfadır.
Orta Asya’da Türk Edebiyatı
a) Müslümanlıktan önce: 8-10. yüzyıl
Burada, Türk edebiyatının bilinen ilk eserlerinden örnekler (Çin
kaynaklarındaki Türkçe şiirler, Göktürk ve Uygur metinleri vb.) verip bu
metinleri tarihî bilgilerle destekleyen yazar daha bu erken dönem eserler¬
de “zarif, bir hayli olgun” bir dil olduğunu, ülkemizdeki bu alanda yapıl¬
mış çalışmalardan da hareketle vurgular. Divanü Lügat-it-Türk’ten on
sayfa alıntı yapan yazar, eserin şekli hakkında bilgi verirken alıntıladığı
parçaları tahlil eder, bu parçalarda saz ve divan şiirimizin öncülü olan
temalar bulur. Diğer deyişle Türk edebiyatında devamlılığın- en azından
tema, edâ bağlamında- altım çizer. Yine bunu belirtirken, Divan yahut
Halk edebiyatı ile mukayeseler de yaparak Türk Edebiyatının aldığı yolu,
gittiği yönü anlaşılır kılmaya çalışır.
b) Müslümanlıktan sonra: 11-12. yüzyıl
Müslümanlığın etkisini anlattığı satırlarda; “konuda, şekilde, ruhta,
ve dilde türk karakterini kuvvetle yaşatan eski milli edebiyat”ın yani İs¬
lam öncesi edebiyatın devam ettiğini belirtir (Kocatürk 1964: 40). Bunu
da verdiği örneklerle açıklar. Müslümanlığın tesiri, “Türk edebiyatının
orijinalliğini bozmamıştır” (Kocatürk 1964: 42). Bu bölümde İslam etki¬
sindeki dönemin ilk eserleri kabul edilen Kutadgu Bilig, Divan-ı Hikmet,
Atabet-ül Hakayık gibi eserler ayrıntılı biçimde incelenmiş, haklarında
geniş bilgi verilmiştir.
Orta Asya ile Anadolu Arasında Türk Edebiyatı
Bu kısımda Kıssa-i Yusuf, Codex Cumanicus, Dede Korkut gibi
eserlerden geniş alıntılar yapan yazar, özetler verir ve tespitlerde bulunur.
Örneğin Dede Korkut için “bizim İlyadamız” diyen yazar, bu eserdeki
bazı öyküleri Homeros’un ve Euripides’in kimi eserleriyle mukayese
eder, benzerlikleri ortaya koyar. Sonunda da edebî ve estetik açıdan, De¬
de Korkut’ un söz konusu Antikite ürünü eserlerden daha üstün olduğunu
ifade eder (Kocatürk 1964: 91-92). Benzeri bir tavır ve yorum, Şeyhî
bahsinde de görülecektir. Harnâme’nin satirik bir eser olarak kabul edi¬
lemeyeceğini, içinde açıkça hiçbir şahsın/karakterin hicvi sayılabilecek
mısralar bulunmadığını belirttikten sonra Harnâme’nin, Sadi’nin benzer
türdeki eserleri dâhil tüm Şark fabllarını geride bıraktığını ve ancak La
Fontaine’inkilerle mukayese edilebileceğini söyler (Kocatürk 1964: 211).
Ancak bu tespit de yazara yetmez ve Harnâme’nin, La Fontaine’nin en
mükemmel fabllarından bile daha üstün olduğunu ve dünya edebiyatında
fabl türünün en mükemmel örneği olduğunu ekler.
Bu bölüm, kendi içinde kronolojik sırayla yüzyıllara ayrılmıştır.
Her yüzyıl, “nazım” ve “nesir” olarak, isim isim sanatçıların genişçe bah¬
sedilen hayatları ve eserleriyle aydınlatılmıştır. Ayrıca bazı bölümlerde
“manzum dini destanlar” gibi kısımlar açılarak, anonim eserlerden de
bahsedilmiştir. Bahsedilen hemen her eserin geniş, ayrıntılı bir özetine
yer verilir. Her şair için sayfanın altında kısa biyografik bir dipnot yer
alır. Ele aldığı pek çok eser için dipnotta “hususi kitaplığımızda” diye
belirten yazarın kütüphanesinin çok zengin olduğu da dikkat çeker. Bö¬
lümün başındaki Yunus Emre bahsinde, sadece Yunus’un doğum tarihi
ve yaşadığı zamanla ilgili olarak Gölpınarlı ve Köprülü’nün tespitlerini
tartışmaya açar.
Gerçek anlamda divan şiirini Ahmet Paşa ile başlatan yazar, bunu
da İstanbul’un fetih sonrası imar ve güzelleştirilmesine paralel olarak
edebiyatın da tasavvufi çizgiden daha çok zevk ve sefa atmosferine yöne¬
lişiyle açıklar (Kocatürk 1964: 231).
15. yüzyılın anlatıldığı kısımdan itibaren; her yüzyılda, “tekke şii¬
ri”, “saz şiiri”, “divan şiiri” şeklinde kısımlar vardır. Yazarın; destanlara,
halk muhayyilesinin ürünü olan hikâyelere çok genişçe yer verişi dikkat
çeker. Tespit ve tahlillerinin hemen tamamı yazarın kendisine ait olduğu
için, eserde dipnotlar tamamen edebiyatçıların biyografisine odaklanmış
bilgiler içindir. Bunlar dışında eserde dipnot yok denecek kadar azdır.
Yazar; Türk edebiyatı tarihinde bazı genel kanaatlere karşı çıktığını belir¬
tirken de bu kanaatleri içeren eserlerden bahsetmez, söz konusu kanaat
sahiplerini zikretmez. Bu tavrın/yöntemin bir örneği, belli başlı divan
şairlerine ilişkin hükümlerinde görülür:
“Edebiyatımızda bir zamandan beri söylenegeldiği gibi Şeyh
Galip sadece bir hayal şairi değildir. Tek başına hayalinin genişli¬
ği ve derinliği onun şahsiyetini temsil etmez. Bu, noksan anlayışla¬
ra dayanan yanlış bir hükümdür. Bilakis Galib’in hayalden
tamamiyle uzak nice mısrağları vardır ki ruhunun hakiki hüviyetini
gösterir. İlave edelim: Bunun gibi Fuzuli de yalnızca bir duygu şa¬
iri, Nef’i sadece bir ahenk şairi, Nabi kuru bir fikir şairi, Baki ve
Nedim sadece birer renk ve neşe şairi değildirler.” (Kocatürk
1964: 535).
Belli başlı divan şairlerine genişçe yer ayıran Vasfi Mahir, bu şair¬
lerin eserlerinden bol bol örnek verir. (Eserde Fuzuli’ye 24 sayfa, Şeyh
Galip’e 17, Nef’i’ye 10 sayfa yer ayrılmıştır.) Bununla beraber, örneğin
17. yüzyılda “saz şiiri” bölümünde üç veya dört satırlık bilgi vererek
anlattığı birçok şair de vardır. Eserini Tanzimat’a kadar bu şekilde getiren
yazar, bu dönemden sonraki devirleri anlattığı sayfalarda ‘yorum’a daha
ağırlık verir. Tanzimat sonrası divan şiiri tarzında eser veren Leskofçalı
Galip, Hersekli Arif Hikmet, Yenişehirli Avni gibi isimleri “Neoklasik
Temayül” başlık altında toplar ve bu isimlerin, Tanzimat öncesi şiire bir
reaksiyon geliştirdiklerini, bu tutumlarında ise esasen Süleyman Fehim
adlı bir başka şairden etkilendiklerini belirtir (Kocatürk 1964: 604). Ne¬
sirde Âkif Paşa’yı; ifade, fikir, mantık, üslûp ve sentaks olarak -eski nesir
düşünüldüğünde- modern diye niteler. Onun yazılarını “nesrimizin tekâ¬
mülü içinde değerli hamlelerden biri saymak tabiidir” (Kocatürk 1964:
619).
Tanzimat Edebiyatı
Buraya kadar değerlendirdiğimiz BTETde Türklerin Müslümanlık
öncesi ile sonrası edebiyatında büyük değişikler olmadığını ileri süren
Vasfi Mahir, Tanzimat Edebiyatı ile başladığı YTE’ de biraz daha farklı
bir tespitte bulunmuştur:
“Ortaasyadan Avrupa ortalarına kadar yayılan Türkler bu¬
güne kadar kültür ve ülkü itibariyle birbirinden tamamiyle ayrı üç
büyük medeniyet yaratmışlardır. Bu üç büyük medeniyetin başka
başka ruhta üç edebiyat meydana koyacağı çok tabiidir.”
(Kocatürk 1936: 5).
İslam öncesi, sonrası ve Avrupa etkisindeki Türk edebiyatlarını
çok sıkı biçimde birbirlerine bağlı ama aynı zamanda “kültür ve ülkü”
bakımından birbirlerinde tamamen ayrı düşünmek gerektiğini belirten
Vasfi Mahir, yine YTE’de Köprülü’nün tasnifine de şöyle bir itirazda
bulunur:
“Tanzimatla Türk cemiyeti İslam medeniyeti tesirinden kur¬
tulmuş ve Avrupa medeniyeti içine girmiş değildir. Böyle bir dö¬
nüm noktası ancak Cumhuriyet olabilir. Medeniyetlerin tarihî dev¬
releri kültür ve ülkü değişikliğiyle ayrıldığına göre Türk tarihinde
Tanzimat adı ile açılmış yeni bir devir yoktur. Çünkü bu devir eski
kültür ve ülküyü kökünden sarsan hiçbir değişiklik göstermiyor.
(...) edebiyatta da vaziyet aynıdır. Bir kere 1839 tarihine rastlayan
Tanzimat, edebiyat için, doğrudan hiçbir şey ifade etmez. Bugünkü
edebiyatın, dolayısıyla, ilk müjdecisi sayılan Şinasinin gazetesi bu
tarihten yirmi yıl sonra çıkmağa başlamıştır.” (Kocatürk 1936: 6)5
Ona göre, Tanzimat ve hatta Meşrutiyet bile şuursuz kalkınma po¬
litikalarıdır. Çünkü tüm bu devirlerde en kuvvetle dikkat çeken nitelik;
“Müslümanlık yani eskimiş Şark medeniyetidir” (Kocatürk 1936: 6).
Tanzimat’ın getirdiği yeniliklerin bir yönde toplanamayıp etkili olmayışı¬
nı bizdeki felsefi düşünce eksikliğine bağlayan yazara göre esas yapılacak
olan, “önce kendi benliğimize dönmek, sonra yeni medeniyete uymak”tır
(Kocatürk 1936: 31). Bu genel değerlendirmelerden sonra sırayla, edebi¬
yatçıların şahsiyet ve eserlerinin yorumuna geçen Vasfi Mahir, söz konu¬
su ettiği isimleri özellikle yenileşmedeki rolleri, etkileri açısından ele alır.
Şinasi: Türk edebiyatına, ilk Avrupa tesirini getiren kişidir. Durub-
u Emsal’i, “Türk milletinin felsefesini ve milletin mahiyet-i efkârını
tesbit” etmek istemesiyle, önemlidir (Kocatürk 1964: 623). Şair Evlenme¬
si, “orta oyunundan ve Fazıl’ın Mahalle Baskını manzumesinden mül¬
hemdir” (Kocatürk 1964: 624). Şinasi, “modern fikrî nesir üslûbunun ilk
kurucusu”dur. Vasfi Mahir, onun gazete makalelerini en önemli eserleri
olarak görür.6
Ziya Paşa: “Sosyal tespitler” içermesi ve modern bir zihniyete “ta¬
şan görüş ve tahlil”leriyle Terci-i Bend’i önemlidir. “Bütün diğer şiirle¬
rinden daha çok hayatı anlatan” Zafernamesi ayrıca üzerinde durulmaya
değerdir (Kocatürk 1964: 633). “Mühim yeni fikirler, tenkidler, tahliller”
bulunan Harabât’ı da dikkate değer kabul edilir. Yazar, Paşa’nın Türk
edebiyatı tarihi ve şahısları hakkında verdiği hükümleri büyük oranda
isabetli bulur.
Namık Kemal: Namık Kemal; edebiyatı, “meşrutiyet rejiminin ku¬
rulması ve milletin kalkınması” yolundaki idealine vasıta yapmıştır
(Kocatürk 1964: 641). Onun şiirlerini üç devreye ayırmak mümkündür:
“1-Aşıkâne şiirler, 2-Hakîmane şiirler, 3-Vatanperverâne şiirler”
(Kocatürk 1964: 642). Vasfi Mahir, Namık Kemal’in gençlik şiirlerinde,
aşktan bahseden şiirlerinde bile idealist bir ruh bulur. Bu şiirlerin gerçek
hayattan kopuk oluşunu, divan şiiri estetiğine bağlı oluşlarıyla açıklar.
İkinci devrede N. Kemal, artık “hayatî çevreye ve realiteye” bağlı şiirler
yazmaya başlar (Kocatürk 1964: 644). Bu şiirlerde en çok Nabi’yi hatırla¬
tır. Son devredeki şiirleriyle “edebiyatımıza yeni ve geniş bir vatan anla¬
yışı geli”r (Kocatürk 1964: 645). Birinci ve ikinci devir şiirleriyle “hep
eski ve şarklıdır. Üçüncü merhalede şekil ve malzeme yine eski, fakat
işleniş tarzı, ruh, fikir, duygu ve hayat görüşü yenidir” (Kocatürk 1964:
648). Şiirlerinde Hugo’dan tesir görülür. Bununla beraber N. Kemal’de
“belli bir dış tesirden ziyade yerli bir iç hamle hâkimdir” (Kocatürk 1964:
649).
Vasfi Mahir bu kısımda, N. Kemal’in birçok şiirini tıpkı Ziya Pa-
şa’da olduğu gibi, detaylı olarak tahlil eder. Makalelerine değindiği yer¬
de, N. Kemal’in bir millî filozof ve İslamî taassuptan tamamen uzak ol¬
duğunu, Avrupa’ya hayranlık duysa da asla taklitçiliğe düşmediğini öze¬
likle vurgular (Kocatürk 1964: 654). N. Kemal’in nesri; divan nesrinin
fazlalıkları atılıp, halk nesrinin noksanlıkları tamamlanarak oluşturulmuş
ve bunlara “Avrupa edebiyatından alınan modern bir ruh” eklenerek oluş¬
turulmuştur (Kocatürk 1964: 655).
Vasfi Mahir Tahrib-i Harabat için,
“.mutedil ve metodlu bir tenkit eseri değildir. Tenkide layık
olmıyan yerlere dahi musallat olan bir heyecan, zarafet ve istihza
eseridir. Eser, normal ve metotlu bir tenkid düşüncesiyle değil,
idealin aksine hareket eden bir arkadaşa karşı duyulan kızgınlıkla
yazılmıştır. Ve ruhu, bir fikrin değil, bir duygunun ifadesidir.”
(Kocatürk 1964: 642)
der.
N. Kemal’in romancılığı ve piyes yazarlığı bahislerinin hemen ta¬
mamı, söz konusu türdeki eserlerin konu özetlerinden oluşur.
FTE’deki Namık Kemal portesi ise ideolojiktir. Yazar, 1936 Türki¬
ye’sini kast ederek, “bugünkü Türkiyeye ondan daha yakın hiç kimsenin
bulunmadığı”m söyler. Buna delili şöyledir: “Asırlardan beri din prensip¬
leriyle idare edilerek zaferden zafere koşan bir cemiyete en büyük aşk
olarak vatan sevgisini aşılamağa çalışması, dinin ve eski inanışların ifla¬
sını ilan eden peygamberane bir seziş değil midir?” (Kocatürk 1936: 10).
Vasfi Mahir; Namık Kemal’in “Hürriyet”ten kastının laiklik, Meşruti-
yet’ten kastının ise Cumhuriyet olduğunu söyledikten sonra bütün büyük
Tanzimat edebiyatçılarını sayar ve hepsinde Namık Kemal’den izler bu¬
lunduğunu, yeni edebiyat müjdecilerinin babasının ve Shakespear’i, Hu-
go’yu, Voltaire’i bize ilk defa tanıtanın Namık Kemal olduğunu söyler.
Abdülhak Hâmid: Hâmid’in tiyatroları için “bütün bu eserleriyle
Türk edebiyatına mükemmel bir tiyatro getirmiyor; fakat Hugo’yu,
Corneille’yi, Shakespeare’i getiriyor ve büyük şairlerin temsil ettikleri
Avrupai ve insani ruhu gerçekten getiriyor” diyen yazar; dili ve işlediği
konular açısından, onun kadar geniş Osmanlı şairinin olmadığını belirtir
(Kocatürk 1964: 668).7
Recaizâde Mahmut Ekrem: Yazar için Ekrem, Avrupa romantik¬
lerinden ilk akisleri, “melankolik ruhu” Türk şiirine getiren isimdir. An¬
cak onun şiirlerinin “çoğu ehemmiyetsiz ve şahsiyetsizdir” (Kocatürk
1964: 674). Ekrem’in romancılığı ve piyeslerinin anlatıldığı kısımda he¬
men hiçbir hüküm yer almaz. En önemli işlerinden birisi olarak Talim-i
Edebiyat zikredilir. Bu eserin de roman ve tiyatro gibi türlerden bahisler
içermemesi büyük eksiklik olarak görülür. Ayrıca “dil ve hayatî edebiyat
bakımından Mebaniyü’lİnşa’dan geri kalmıştır” (Kocatürk 1964: 676).
Muallim Naci: Onun, eski dünyanın/edebiyatın insanı olduğunu
belirtilir. Naci ile birlikte anılan sadelik meselesinde de yazar farklı dü¬
şünmektedir. Naci’nin dilini beğenmez.
Ahmet Mithat Efendi: Mithat Efendi için yazarın hükümleri şöy-
ledir:
“...edebiyat mânâsında dil, üslup sanatkârlığı yok. Ama baş¬
ka bir sanatkârlık var: Kıssahan, Meddah, Konferansçı, ilkokul öğ¬
retmeni sanatkârlığı...(...) kendisine büyük ve asri bir meddah de¬
nebilir. Vak’aları halkın merakını uyandırıp devam ettirecek akış¬
ta, tasviri halkı yormayacak sadelikte, nükte ve esprileri halkın
zihnine ağır gelmiyecek basitlikte, nasihatleri halkın kültürüne ve
ahlaka uygun evsaftadır.” (Kocatürk 1964: 694).
Onun romanları “tertip, edâ ve ifade bakımından” halk hikâyeleri¬
ne çok sıkı bağlıdır.
Tanzimat Sonrası Edebî Bilgi Kitapları: Cevdet Paşa’nın Belâ-
gat-ı Osmaniye adlı eseri; “ilmî, şahsî orjinallik” taşımaz, “derin bir bilgi
ve tetkik eseri” değildir (Kocatürk 1964: 702). Kimi yerlerde önemli yan¬
lışlar barındırır. Abdülhalim Memduh’un ve Mehmet Celâl’in bu alandaki
eserleri için de Cevdet Paşa hakkındakine benzer hükümlere rastlarız. Bu
sahada en önemli ve Avrupai bakış açısını getiren eser olarak Süleyman
Paşa’rnn Mebaniyü’lİnşa’sı zikredilir.
Servet-i Fünûn
Vasfi Mahir için bu dönem edebiyatının “en gerçek, en orijinal ta¬
rafı”; Tepebaşı, Tarabya, Çamlıca, Adalar gibi semtlerde yaşayan gençle¬
rin tasviridir. Bu tasvirlerdeki gençler her ne kadar “köksüz” ve “hayat-
sız” görünseler de aslında bu görünüm önemli bir gerçeği, bu gençlerin
mensubu olduğu bir zümrenin “iç ve dış halini” göstermesi bakımından
önemlidir (Kocatürk 1964: 717).
Tevfik Fikret: Fikret, şairlerimiz arasında “sanat tekniği” ve “şah¬
siyet” bakımından en kusursuzudur (Kocatürk 1964: 707). “Tarihi Ka¬
dim” gibi “bâtıl dinî ve yaratıcı an’anaye hücum eden şiirleri ile dünya
edebiyatının Hugo, Baudelaire, Racine, Shelley gibi şairleri” yanında yer
almıştır (Kocatürk 1964: 708). “Şiirimizi gayr-ı ahlaki temayüllerden,
ayyaşlıktan, serserilikten ve anormallikten kurtarmış, tabii insana ve ce¬
miyete mal etmiştir” (Kocatürk 1964: 707). Ancak o da “yabancı kelime
ve terkip düşkünlüğün”den kendini kurtaramamıştır.
YTE’deki Fikret portresi ise tıpkı Namık Kemal bahsi gibi ideolo¬
jiktir. Vasfi Mahir’e göre, Yeni Türk edebiyatının doğuşunda en büyük
pay Fikret’indir. Bunun sebebini de şöyle açıklar:
Duyuş ve düşünüş itibariyle zamanından çok ileri ve günümüze
çok yakındır. İlme ve fenne inanışı, insanlık kudretini her şeyden üstün
tutuşu, vicdana büyük önem vermesi, hür ve layik ruh terennüm etmesi
itibariyle bugünkü cemiyetin tam manâsile mübeşşiridir. Yalnız Türlük
şuuru eksik ve dil telakkisi yanlıştır (Kocatürk 1936: 13-14).
Cenap Şehabettin: Fikret’in “fikir ve cemiyet şiirlerine” karşılık
Cenap daima “şahsi duyguları ve ahenk güzelliği”ni işlemiştir (Kocatürk
1964: 708). Nesri ise; “ağdalı, özentili ve yapmacıklı”dır (Kocatürk 1964:
708).
Süleyman Nazif: “Bütün şahsiyet ve eserleriyle en yakın bir Na¬
mık Kemal evladı”dır (Kocatürk 1964: 710). Üslûbu hep hitabet üslûbu¬
dur.
Mehmet Rauf: Vasfi Mahir, Mehmet Rauf’un Servet-i Fünûn’dan
sonra değerli bir şey yazamadığını belirtir. Eylül’ün “yaşanan hayattan
ziyade tahayyül edilmiş” bir hayatı anlattığını, eserde vak’amn bir türlü
ilerlemediğini, küçük olaylarla oyalandığını ama tüm bu durumun da
Servet-i Fünûn’daki “umumi platonik tahayyül”e uygun olduğunu söyler.
BTET’de; Halit Ziya, H.Cahit Yalçın, A.Hikmet gibi Servet-i
Fünûn mensubu sanatçıların anlatıldığı kısımlar ise, bu isimlerin eserleri¬
nin özetlerinden oluşur.8
Servet-i Fünûn Dışındaki Edebiyatçılar
Ahmet Rasim: Onun, “özellikle İstanbul’un renk ve hususiyetleri¬
ni, İstanbul halkının âdet, an’anelerini, muhitinin tiplerini ve özelliklerini
anlatan tasvir ve hatırat cinsinden yazıları mühimdir” (Kocatürk 1964:
720).
Hüseyin Rahmi: Yazarın deyişiyle, çok bilgili ve kültürlü bir ya¬
zar olan H. Rahmi “realist bir metotla örf ve âdet romanları yazmıştır”
(Kocatürk 1964: 720). Avrupa taklitçisi değildir. Hemen her romanı bir
ahlakî ders içerir. Bu romanlarda “vakalar hayatın tamamen kendisidir”
(Kocatürk 1964: 723).
Milli Edebiyat
Vasfi Mahir, Yeni Türk edebiyatı söz konusu olduğunda “Üç Bü¬
yük Öncü” kabul eder. Bunlar; Mehmet Emin, Ömer Seyfettin ve Ziya
Gökalp’tir.
Mehmet Emin: Vasfi Mahir için, Mehmet Emin ilk şiirleriyle bu¬
günkü edebiyata uzaktır. Çünkü bu ilk şiirlerinde o, -“Anadolu’dan Bir
Ses yahut Cenge Giderken”de görüleceği üzere- “Yaradamn kitabını kal-
dırtmayan, Osmancığın bayrağını aldırtmayan” bir ruh hali ve zihniyet
içindedir. Bu da tam anlamıyla eski an’anenin devamı olmak demektir.
Ancak Mehmet Emin kısa sürede, şiirlerinde de rastlanan “Isığ Göl, Or¬
hun, Oğuz, Türk, Altaylar, Uygurlar, Alp” kelimelerinde fark edileceği
üzere “Türklüğün coşkun bir şairi” olur (Kocatürk 1936: 19). İşte bu nok¬
tadan itibaren de başta onu öven şairler artık onun şiirlerine dudak bük¬
meye başlar. Vasfi Mahir’in şiddetle karşı çıktığı tespit, Mehmet Emin’in
şair sayılmamasıdır. Şiirlerinden bazı örneklerle Mehmet Emin’de ferdî
lirizmin dahi bulunduğunu ve onun, “milli ülkünün en büyük şairi” oldu¬
ğunu söyler (Kocatürk 1936: 20). Yazar, şiirlerdeki ferdî lirizmi içeren
parçaları sıraladıktan sonra bunlar için “hangi insanın yüreğine bir şey
söylemez?” diye değil de “hangi Türkün yüreğine bir şey söylemez?”
diye sorar (Kocatürk 1936: 21). “Bırak Beni Haykırayım” şiirini “lirizm,
ifade ve ruh itibariyle kusursuz olarak” niteler (Kocatürk 1936: 21).
“Vur!” şiirini İstiklâl Marşı ile mukayese eden Vasfi Mahir bu şiiri daha
aşağı görmez ve hatta heyecan bakımından Âkif’in şiirinden üstün oldu¬
ğunu belirtir.
Dil ve vezin meselesine gelince Mehmet Emin’in bu iki konuda
acemi olduğunu savunanlar için şöyle der: “Bu da kendilerine reklam
hususunda pek ileri giden Yusuf Ziya ve arkadaşlarının işidir” (Kocatürk
1936: 22). Manzum hikâyede de yine Mehmet Emin’i; Faruk Nafiz ve
Beş Hececiler’den üstün tutar. Çünkü Mehmet Emin; çeşitli vezinleri bir
arada kullanır, kafiyeleri hafif ve dağınıktır, cümlelerinin bir mısradan
diğerine geçmesi gibi özelliklerle, Faruk Nafiz ve arkadaşlarının düştüğü
yeknesaklıktan kurtulur. Orhan Seyfi ve Yusuf Ziya nesli, “Mehmet
Emin’in yolunu kavrayacak kadar kültürlü ve ülkücü olmaktan uzaktır”
(Kocatürk 1936: 24). Mehmet Emin’in karşısındaki şairleri Yahya
Kemâl’in peşine takılmakla itham eden yazar, Yahya Kemâl ve Âkif’in
şiirlerinin bugünkü gençliğe cazip gelmediğini belirtir.
Vasfi Mahir’in, YTE’de Mehmet Emin’i yukarıdaki tüm edebiyat¬
çılarla mukayese ederken söylediği sözlerin BTET’deki Mehmet Emin
kısmında -ki her iki eserde aynı addaki edebiyatçılara ayrılan kısımlar
büyük oranda benzer cümlelerden oluşur- yer almayışı dikkate değerdir.
Ömer Seyfettin: Mehmet Emin’in nazımda yaptıklarını Ömer Sey¬
fettin nesirde yapmıştır. Eserlerinde çok kuvvetli bir “yeni hayat enerjisi”
olan Ömer Seyfettin’in hikâyeleri “Mehmet Emin ve Ziya Gökalp’in
eserlerinden daha millidir” (Kocatürk 1936: 30). O “bizim
Maupassant”ımızdır.
Ziya Gökalp: YTE’nin ideolojik havasının en belirgin kısımların¬
dan biri de Gökalp bahsidir. Gökalp, Türk edebiyatına gerçek anlamda
milli şuuru getiren kişi olarak görülür. Tanzimat’tan bu yana neticesiz
kalan yeniliklerin bu durumu, Gökalp’le değişir. Çünkü o, yeniliklere yön
verecek bir filozoftur. “Türk milletinin kim olduğunu, nerden gelip nere¬
ye gittiğini” ilk kez o öğretir (Kocatürk 1936: 33). O, “gözlerimizi
mekkeden kaldırarak Turana çevirmek iste”miş, “Türk milletinin Osman¬
lı İmparatorluğundan ve İslamdan çok daha evvel parlak bir tarihi ve
zengin bir içtimaiyatı olduğunu ispat et”miştir (Kocatürk 1936: 33). Gö-
kalp’i oportünist filozof olarak nitelendiren Vasfi Mahir; onun, eserlerin¬
de, kültürel yapıdaki İslâm’ı ve önemini derece derece azalttığını ve esas
önemli hamlesinin bu olduğunu vurgular. Gökalp’in “Türk milletinde-
nim-İslam ümmetindenim-Avrupa medeniyetindenim” formülü için, “bir
cemiyet ruhta Türk, medeniyette (...) Avrupalı olunca İslamlığa ne kalı¬
yordu?” (Kocatürk 1936: 34) derken ve “Yeni bir din haline getirmek
istediği Türklük sevgisi” gibi yorumlarıyla, Gökalp’in eserlerinin motive
edici etkenini ifade eder (Kocatürk 1936: 35).
Hece Vezniyle Yazanlar: Vasfi Mahir’e göre “dünkü kültür haya¬
tımızda bir Milli Edebiyat meselesi vardı. Çünkü edebiyatın kaynağı mil¬
let değildi” (Kocatürk 1936: 39). Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte ona
göre artık böyle bir mesele kalmamıştır. Çünkü “artık bir Türk sanatkârı-
mn yazdığı her eser milli idi.” İşte bu dönemde hece veznini işleyen ilk
önemli şair Celâl Sahir’dir. Onun şiirleri “tam manasiyle moderndi”r ve
“ne aruz davulcularını ne de eski halk edebiyat aşıklarını hatırlat”ır
(Kocatürk 1936: 40). Daha sonra Enis Behiç’e geçen yazar, onun da hece
ve sade dil kullandığı vatan sevgisi konulu şiirlerini över ve dikkat çekici
olan bir tespitte bulunur. Tıpkı M. Emin’in “Vur!” adlı şiirini İstiklâl
Marşı’yla mukayese edip, ilkinin üstünlüğünü vurguladığı gibi, bu kez de
E.Behiç’in “Milli Neşide” şiirini İstiklâl Marşı’yla mukayese eder ve yine
tercihini E.Behiç’ten yana kullanır (Kocatürk 1936: 44).9 Hece bahsinde
üçüncü isim Halit Fahri’dir. Vasfi Mahir, Halit Fahri’nin Türk edebiyatı¬
na yeni bir ekzotizm zevki getirdiğini ve Yahya Kemâl’den çok daha
önce, aruzla “sade Türkçe şiirleri daha büyük kudretle” yazdığını belirtir
(Kocatürk 1936: 44). Halit Fahri’yi; Batı şiirini tanıması ve ilhamının
genişliğiyle, Faruk Nafiz ve Yusuf Ziya’ya tercih eder. Orhan Seyfi’ye
dair tespitini ise şu cümle ile gayet net şekilde ortaya koyar: “Bu şair,
duyguda, fikirde, lirizmde, lisanda, mevzuda, vezinde, kafiyede, her şey¬
de basittir” (Kocatürk 1936: 47). Faruk Nafiz ise “büsbütün değersiz bir
şair değildir. Arasıra güzel şiirler verdiği” görülür. Ancak onun “büyük
kusuru zevk ve duyuş itibariyle çok eski ve iptidai oluşudur” (Kocatürk
1936: 50). Bu isimleri beğenmeyen yazar, Ali Mümtaz’ı hemen her şe¬
yiyle yeni ve “bugüne daha yakın” bulur (Kocatürk 1936: 53). Onun için,
“neslinin en modern ve orijinal şairidir” der (Kocatürk 1936: 55). Beş
Hececilerin eserlerini köksüz bulan yazar, bunları, “şehirli gözüyle köy¬
lünün saadetinin tasviri” olarak niteler (Kocatürk 1936: 55). Bu bağlam¬
daki eleştirilerinden birisi, “Anadolu köyleri namına İsviçre köyleri ve
köylüleri uyduran” Orhan Seyfi’yedir (Kocatürk 1936: 56). Bu dönemde
“Anadolu halkının ruhunu samimiyetle ilkönce anlatan” Ömer Bedrettin
olur (Kocatürk 1936: 57). Ömer Bedrettin her anlamda “yerli ve bizim¬
dir.” Zira “edebiyat millidir, güzellik millidir. Dünyanın hiçbir varlığı
benim kendi yurdumun güzelinden daha güzel olamaz” (Kocatürk 1936:
58).10
Vasfi Mahir, Necip Fazıl’ı 1930’ların başlarına kadar verdiği eser¬
lerle değerlendirdiği kısımda, bu şairden büyük övgüyle bahseder. Necip
Fazıl’ın “edebiyatımızı iptizâlden” kurtardığım ve ona “ruhun asaletini”
verdiğini ifade eder” (Kocatürk 1936: 65). Türk şiirindeki yerini Fransız
şiirinde Baudelaire ve Verlaine’le mukayese eder.
Yedi Meşaleciler: Vasfi Mahir bu grup altında toplanan isimlerin
tek ortak özelliklerinin “arkadaşlık” olduğunu ve aslında bu isimleri bir
edebî topluluk olarak kabul etmenin imkânı olmadığını belirtir. Söz ko¬
nusu şairlerin hemen hepsini, kendilerine has bir lirizmi olmaları sebebiy¬
le modern olarak niteler ve onlardan övgüyle bahseder. Bu arada Yedi
Meşaleciler bahsinde kendi şiirlerinden de örnekler verir ve kendisinden
övgüyle bahseden yazılardan alıntılar yapar (Kocatürk 1936: 74-76).11
20. yy. Edebiyatı
BTET’deki bu başlıklı bölümde Fecr-i Âti sanatçılarından kısaca
bahsedildikten ve Mehmet Âkif de tamamen eserlerinin özetleriyle tanı¬
tıldıktan sonra Yahya Kemâl’e geçilir.
Yahya Kemâl: “Yahya Kemal isminde birbirinden tamamiyle ayrı
iki şair var. Bunlardan birincisi divan şairidir. Bu şair, içinde yaşadığı
zamanın ve muhitin tabii mahsulü değildir” (Kocatürk 1964: 740). Yahya
Kemâl’in divan şiiri tarzındaki şiirlerinden örnekler sıralayan yazar, bu
şiirler için “belki bir hünerdir, fakat sosyoloji, psikoloji ve estetik bunlara
sanat eseri demez.” şeklinde hükümde bulunur (Kocatürk 1964: 740).
Aynı zamanda bu tarz şiirlerin, büyük divan şairlerinin eserleri yanında
sönük kalacağını da ekler. Bu şiirleri, “şairin ruhundan uzak” yani diğer
bir deyişle samimiyetsiz bulur (Kocatürk 1964: 740). İkinci Yahya Kemâl
ise, sade dil kullanan zamanının ve mekânının insanıdır. Ancak o, sade
dil meselesinde de çığır açıcı değildir. Sade dil ve aruz bahsinde, Fikret’i
geçemez. Yahya Kemâl “Osmanlı edebiyatından en uzak fakat onun için¬
de, yeni Türk edebiyatına en yakın fakat daima onun dışında”dır
(Kocatürk 1964: 742). “İkinci Yahya Kemâl’i de Osmanlı şiiri içinde
saydıran” husus, aruz veznidir.
Nazım Hikmet: BTET’de ismini göremediğimiz Nazım Hikmet
hakkında YTE’de Vasfi Mahir, sert eleştirilerde bulunur. Sanatta propa¬
gandaya karşı olmadığını söyleyen Vasfi Mahir’e göre, Nazım Hikmet’in
propagandasını yaptığı düşünce bu ülke için yabancıdır, köksüzdür.
Onunla aynı ideolojiyi paylaşan Sabahattin Ali’nin şiirlerini öven yazar,
Nazım Hikmet söz konusu olduğunda soğukkanlılığını yitirir ve şu sözleri
sarf eder:
“Nazım Paşazade Hikmet beyin oğlu bu halkın ruhunu temsil
etmekten çok uzaktır. O, bu yurdu ne gezmiş, ne görmüş, ne de
duymuştur. Anadolu köylülerine karşı uzaktan ‘Pierre Loti ahı çe¬
kip geçen eli kalemli efendi tam kendisidir.(...) bu toprağın derdi
onun tekerlemelerindeki kuru gürültüden çok başkadır. Bu yurdun
çoluğu çocuğu, kadını erkeği, damarındaki asil kanın son damlası¬
nı akıtırken yabancı ellerde dolaşıp ta vatan kurtulduktan sonra
memlekete gelip rahat rahat ötmek, hapisanelerde yan gelerek dev¬
letin tayınını yemek binlerce serserinin yapabildiği bayağı bir kah¬
ramanlıktır. Bu tongaya kimi bastıracağını sanıyor.” (Kocatürk
1936: 82).
Vasfi Mahir için bir Türk’ün, “Türkçülükten başka bir ülkü taşıya¬
bileceğini ilim kabul etmez” (Kocatürk 1936: 82).
Salih Zeki: Yazar, Salih Zeki’ye geniş yer ayırır, şiirlerinden ör¬
nek verir. Bunun bir sebebi de Salih Zeki’nin Antik Yunan’a olan ilgi ve
sevgisidir. Zira Vasfi Mahir de, “Yunan ve Latin edebiyatlarının
meziyetlerni almamız” gerektiğine inanır (Kocatürk 1936: 92). Salih Ze-
ki’yi, Yunan’ı anlatmasına rağmen “ruhta milli” olarak niteler. Türk şii¬
rinde Yunan edebiyat ve kültürüne ilginin çok az olduğunu söyleyen ya¬
zar, burada Yahya Kemâl ve Yakup Kadri’nin adlarını dahi anmaz.
20. yy.da roman, öykü, tiyatro, eleştiri gibi türler söz konusu oldu¬
ğunda BTET nin ilgili bölümleri biyografik bilgiler yahut eser özetleriyle
doludur. Bu konuda YTE’de, taraflı ve sert yorumları içerse de daha çok
malzeme vardır. Örneğin, “Bazen sakat göründüğü halde çok işleyici bir
dil, bilhassa kadın ruhları üzerindeki derin tahlil”leri sayesinde Halide
Edib büyük romancı olarak kabul görür. Ancak o da eserlerindeki tipleri
“romantizme kaçan bir hayalperest”likle oluşturduğu için eleştirilir
(Kocatürk 1936: 110). “Yeni cemiyetin pek te hoşune gitmeyen mistik
ruh”un, Yakup Kadri’nin “bütün romanlarını bozduğu” kanısına yer veri¬
lir. Refik Halit “tam manasiyle vatan haini” olduğu için büyük bir roman¬
cı olamaz (Kocatürk 1936: 111). Romanda Reşat Nuri, öykücülükte Fahri
Celalettin yazarın övgüye değer bulduğu isimlerdir. İlkini, ezberci olma¬
yan bir Anadolucu oluşu ve konularındaki genişlik, ikincisini renkli ve
canlı öyküleri için değerli bulur. Sabahattin Ali ve Sait Faik, öykücülükte
ümit vaad eden iki isim olarak zikredilir.
Yeni Türk edebiyatının ilk ve orijinal tiyatro eseri olarak Halit Fah-
ri’nin Baykuş’u zikredilir. Bu piyeste mükemmel bir dil, iyi bir teknik ve
Anadolu köyünün, köylüsünün ruhunu ilk kez sahnede gördüğümüzü
belirten yazar, aynı şairin Nedim, Sönen Kandiller ve Hayalet adlı tiyatro
eserlerini de çok başarılı bulunur. Faruk Nafiz’in Canavar’ımn kusuru da
bir bakıma Hâmid’in tiyatroları gibi şairliğe boğulmuş olmasıdır. Vasfi
Mahir, Cumhuriyet dönemi tiyatro eserlerini, romana nisbetle zayıf bulur.
Vasfi Mahir, modern anlamda ilk hitabet eserimiz olarak Reşit Pa-
şa’nın okuduğu Tanzimat Fermam’m kabul eder. Atatürk’ün Nutuk unu
bu alanda “Türk edebiyatının en büyük şaheseri” olarak kabul eder
(Kocatürk 1936: 120). Yine hitabet sahasında Hamdullah Suphi’yi ve
hitabetlerini kitap olarak yayımlayan iki hatibi; İffet Halim ve Meliha
Avni Sözen’i zikreder. Konferans sahasında ise çok fakir olduğumuzu,
topluluk önünde konuşmaktan aciz büyük şairlerimiz olduğunu söyledik¬
ten sonra bu alanda Selim Sırrı’yı önemli bir şahsiyet olarak anar.
Tenkit bahsinde ise, bu kısma “bizim büyük bir münakkidimiz
yok.” cümlesiyle başlayan yazar, “büyük münakkid” olmanın şartlarını da
sayar:
“.kendi milletinin edebiyatını, tarihini ve felsefesini çok iyi
bileceksin; bütün cihan edebiyatı, tarihi ve felsefesi hakkında yete¬
cek kadar bilgi taşıyacaksın; kendi milletinin edebiyatına tesiri do¬
kunan milletlerin edebiyatını biraz daha fazla derinleştirmiş ola¬
caksın bu bilgi sistemi üzerinde, ince görüş, derin duyuş, zevk de¬
ğişikliği, ciddiyet ve namuskârlık gibi münakkide has vasıfların bu¬
lunacak.” (Kocatürk 1936: 129).
Yazara göre; Namık Kemal’in tenkitçiliği “basit ve tek taraflı”dır,
Ekrem “geniş ve asri bir tenkidci sayılamaz” (Kocatürk 1936: 130). Ce¬
nap, “geniş malûmât hazinesi” ve “dilindeki güzelliğe” rağmen, “edebi¬
yatımızın devirleri ve nevileri hakkında yanlış ve köksüz kanatlara sahip”
olduğu için bu bahiste kendine yer edinemez. Ahmet Haşim; “Cenabın
daha küçüğü ve eksantriğidir. (...) Tek taraflılık ve muvazenesizlik bakı¬
mından da Cenabı çok arkada bırakmıştır. (...) Haşimin nesirlerinin yüz¬
de doksanı şiirlerinin propagandasıdır denilebilir” (Kocatürk 1936: 132).
Haşim’in adının geçtiği hiçbir yerde öfkesini dizginleyemeyen yazar
burada da aynı üslûpla, bu şairin “şerefsiz bir şöhret düşkünü olduğunu”
satır aralarına ekleyiverir (Kocatürk 1936: 132). Eleştiri alanında Nurul¬
lah Ataç için ise şunları söyler:
“.çok okuduğuna dair rivayetler varsa da geniş vukufu
eserle malum ve müspet değil. Birçok şahsiyetler hakkında -
ekseriyetle menfi olmak üzere- kesip atmaca hükümler veriyor.
Hangi eser ve niçin iyi dediğini, falan veya filan neden kötü oldu¬
ğunu kolay kolay anlıyamıyorsunuz. Bizim memleketimizde garip
bir yanlış olarak, tenkid çok kere kötüleme manasında kullanılır.
Nurullah Ataç bu hatayı düzelteceğine genişletiyor ve ekseriyetle
kitlenin beğendiğini beğenmiyor.” (Kocatürk 1936: 133).
Vasfi Mahir; BTET’nin son kısmında, çeşitli Türk edebiyatı tarihle¬
rine de değinir. Cumhuriyet’ten önce yazılmış edebiyat tarihleri arasında
sadece Şehabettin Süleyman ile Köprülü’nün ortaklaşa yazdıkları Yeni
Osmanlı Tarih-i Edebiyatı(1913) adlı eseri beğenir. Bunun modern ve
ilmî bir görüşle yazıldığını belirtir. Ancak bu eserde de eksikler vardır.
Yazar ile eseri ayrılmadan yorumlanmıştır, saz şiirine yer verilmemiştir.
Birçok önemli isim de es geçilmiştir. Vasfi Mahir, İsmail Habib’in Türk
Teceddüt Edebiyatı Tarihi (1922)’ni de beğenmez. Çünkü bu eserin hoş
bir üslubu vardır, güzel şeyler söylemektedir ancak metotsuzdur, ilmî
değildir. Edebiyat tarihinden çok edebiyat sohbetlerine benzer.
YTE’de de söylenenler farklı değildir: Bu bahiste Köprülü’ye kadar
yazılmış tüm eserleri ya çok basit/gülünç yahut tamamen eski tezkirelerin
biraz geliştirilmişi olarak gören yazar, Köprülü ile birlikte Türk edebiya¬
tının bilimsel bir kimlik kazandığını ifade eder. Saadettin Nüzhet ve Agah
Sırrı’nın ortaklaşa liseler için hazırladığı kitabı ise yine tezkirelere benzer
havası nedeniyle eleştirir. M. Nihat Özön’ün Metinlerle Muasır Türk
Edebiyatı Tarihi’nin gereksiz yere şişirildiğini, bu eserin, edebiyat tari¬
hinden çok bir antoloji olduğunu söyler.12 İsmail Habib’in Türk Teceddüt
Edebiyatı Tarihi adlı eseri için burada, “büyük bir değere malik değildir.
Çünkü tarihle ve ilimle alakası pek azdır” denir. Eser, “bönce kıyaslar” ve
“küstahca hükümler” ve bolca” şahsi intibalar”la doludur (Kocatürk
1936: 127).
Sonuç
Vasfi Mahir’in; Türk edebiyatı tarihine ve edebiyat eserine bakı¬
şında şu iki unsurun büyük önem taşıdığım söylemek yanlış olmayacak¬
tır: Cumhuriyet’in getirdiği yeni hayat/insan anlayışı13, Tanzimat sonra¬
sında temelleri atılan ve 1930’larda revaç bulan Türk Tarih Tezi ile zirve
noktasına ulaşan Türkçü/milliyetçi bakış açısı. Diğer bir deyişle, siyasî,
ideolojik ve yer yer etnik olguların, onun, edebiyata bakışını doğrudan
etkilediğini söyleyebiliriz. Böylece onun, “Herhangi bir ülkü ile alâkadar
olamıyacak kadar karaktersiz olan Haşim” şeklindeki bir cümlesini bu
çerçevede anlamlandırmak kolay olur (Kocatürk 1936: 14). Benzer şe¬
kilde; Yahya Kemâl gibi eski edebiyata ve Osmanlı’ya, Mehmet Âkif gibi
İslam’ı temsil eden, hatırlatan değerlere bağlılığı belirgin olan edebiyatçı¬
ların değerlerinin abartıldığını söylemek için hemen hiçbir fırsatı kaçır-
mayışını, bu gibi isimlerin yerine her seferinde Mehmet Emin, Ömer
Seyfettin gibi isimleri önerişini de daha kolay anlayabiliriz.
Metot bakımından, kendinden önceki edebiyat tarihlerinden önemli
bir farkı barındırmayan Vasfi Mahir’in eserlerinde izlenimci yorumlara,
şahsî estetik zevkin ürünü olan hükümlere sıkça rastlamak mümkündür.
Ancak kuvvetli bir özgüvenden beslenen bu yorum ve hükümlerde yaza¬
rın genellikle bağlı kaldığı ana eksen, yukarıda belirttiğimiz ideolo¬
jik/düşünsel faktörledir.
YTE’de ele aldığı pek çok edebiyatçıyı “asrî” olmadığı için eleşti¬
ren; “yeni”, “bugünkü” kelimelerini çokça kullanan ve belki de Köprü-
lü’nün Bugünkü Edebiyat (1924) adlı eserinden etkilenen Vasfi Mahir,
13.-14. yy.lardan itibaren Cumhuriyet’e kadarki Türk edebiyatı içinde
tüm cereyan ve ekolleri bir çeşit zümre edebiyatı olarak görür (Köprülü
2007).14 O, gerçek anlamda ulusun istediği, onun duygularına tercüman
olan, onun bağrından çıkmış edebiyat olarak ancak Cumhuriyet dönemin¬
de oluşan edebiyatı kabul eder.
AKÜN, Ömer Faruk (1977): “Tanzimat Edebiyatı” Sözü Ne Dereceye Kadar
Doğrudur”, Kubbealtı, S. 3.
ATSIZ (1992): Türk Edebiyatı Tarihi, Baysan, İstanbul
BANARLI, Nihad Sami (1971): Resimli Türk Edebiyatı, MEB, Ankara
BİSAV (2006), “ORHAN Okay’la Türk Edebiyatı Tarihi Üzerine”, Türkiye
Araştırmaları Literatür Dergisi, Dergisi, BİSAV, S. 7, 2006
DERGÂH (1990), ÖMER Faruk Akün’le Söyleşi “Bir Türk Edebiyatı Tarihi
Yazmak Mümkün müdür?”, Dergâh, S. 1, Mart 1990
FİLİZOK, Rıza (2005): Ziya Gökalp, Akçağ, Ankara
GÖNENSAY, Hıfzı Tevfik (1944): Tanzimattan Zamanımıza Kadar Türk Edebi¬
yatı Tarihi, Remzi Kit, İstanbul.
GÖNENSAY, Hıfzı T evfik-B AN ARLI, Nihad Sami (1943): Başlangıçtan Tan¬
zimat’a Kadar Türk Edebiyatı Tarihi, 3.bs, Remzi Kit., İstanbul.
GÜNEŞ, Mehmet (2011): “Türk Edebiyatı Tarihçiliğinde M. Nihat Özön ve
Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi” Atatürk Üniv. Türkiyat Araş¬
tırmaları Dergisi, sayı:45, Erzurum
KILIÇ, A.Fikret(2009): “Yenileşme Dönemi Türk Şiirinde (1859-1959) Halk
Zevkine Yöneliş” TÜBAR XXV/2009-Bahar
KOCATÜRK, Vasfi Mahir (1964): Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, Başlangıçtan
Bugüne Kadar Türk Edebiyatının Tarihi, Tahlili ve Tenkidi, Edebiyat
yay., Ankara
KÖPRÜLÜ, Fuad (1989): “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl” Edebiyat Araştırma¬
ları 1, Ötüken, 3.bs.
KÖPRÜLÜ, Fuad (2007): Bugünkü Edebiyat (hzl.: M.A.Çeçen-A.Balcı), 2.bs.,
Akçağ, Ankara,.
LANSON, Gustave (1937): İlimlerde Usûl Edebiyat Tarihi (çev.:Yusuf Şerif),
Remzi Kit., İstanbul
LEVENT, A.Sırrı (1971): “Türk Edebiyatı Tarihi Nasıl Hazırlanabilir?”, Türk
Dili, S. 237.
MAHİR, Vasfi (1936): Yeni Türk Edebiyatı, Ahmet Halit Kitapevi, İstanbul
OKAY, Orhan (1991): “Edebiyat Tarihi” maddesi, İslam Ansiklopedisi, c.10,
1994
OKAY, Orhan (2011): “Abdülhalim Memduh’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a
Edebiyat Tarihinde Yenileşmenin Sınırları”, Edebiyat ve Edebî Eser,
Dergah Yay., İstanbul.
OKAY, Orhan (2011): “Edebiyat Tarihçiliğinde Usûl”, Edebiyat ve Edebî Eser,
Dergah Yay., İstanbul.
SAĞLAM, Nuri (2006): “Medeniyet Tarihimizin En Girift Labirenti: Türk Ede¬
biyatı Tarihi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, S. 7, 2006
TİMURTAŞ, Faruk K. (1963): “Türk edebiyatı tarihi ana kitabı nasıl yazılabi¬
lir?”, Türk Kültürü, S. 7.
WELLEK, Rene -WARREN, Austin (1983): Edebiyat Biliminin Temelleri (çev.
A.Edip Uysal), Kültür ve Turizm Bak., Ankara.
Bu eser bundan sonra yazı içinde BTET olarak anılacaktır.
Bu eser bundan sonra yazı içinde YTE olarak anılacaktır.
Ancak burada da önemli bir problem; “edebiyatın mütecanis bir kitle olma¬
ması”, “her devirde birbirinden farklı üç-dört edebiyat olması” ve bunlardan
hangisinin milli hayatın görünüşü olduğuna karar vermedeki zorluktur (Köp¬
rülü 1989: 26).
Bu eserin edebiyat tarihçiliğimiz açısından önemi hakkında bk. (Sağlam
2006: 17-18; Okay 2011: 16-17, 28-29; Akün 1990: 13).
Bu alıntıda savunulan görüşün daha ayrıntılı olarak işlendiği bir makale için
bk. (Akün 1977)
YTE’de ise, Cumhuriyet döneminin kültür ve ülküsüne en yakın isim olarak
Şinasi zikredilir. Onun şiirlerini eski edebiyat içinde değerlendiren Vasfi Ma¬
hir, Şinasi’nin esas değerinin, gazetesiyle yeni bir toplum inşa etmeye çaba¬
lamasında, gençlere “yeni”nin zevkini aşılamasında ve Türk diliyle uğraşarak
“kendisinden sonra gelecek ulusal ülküyü az çok sez”mesinde olduğunu dü¬
şünür. (Kocatürk 1936: 9)
Burada şunu belirtmek gerekir ki bunlar, yazarın yıllar içinde re vize ettiği
görüşleridir Zira 1936 tarihli YTE’nin Vasfi Mahir’i; Şinasi, Namık Kemal,
A. Hâmid, Recaizâde M. Ekrem gibi isimlerin eski edebiyat içinde düşünüle¬
cek eserlerinin yeni diye kabul edilecek eserlerinden daha geniş bir yekûn
tuttuğu düşüncesindedir. Dolayısıyla tüm bu isimleri de ‘eski edebiyat dâhi¬
linde düşünmek gerekir’ der. Yenilik çizgisini Cumhuriyet’le çizen Vafi Ma¬
hir, bunun doğal sonucu olarak milli bir edebiyatın ilk müjdecileri arasında
16. yy.da yaşamış Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’yi saymanın müm¬
kün olmadığını ifade eder. Bu iki ismin yaptığı, “basit bir dil redaksiyonudur.
Bugünkü edebiyatı dünkü edebiyattan ayıran dil değildir” (Kocatürk 1936:
8). Ona göre, sade dil yeni bir edebiyat için yeterli olsaydı Yunus Emre’yi, bu
konuda öncü isim olarak anmak gerekirdi.
YTE’de Halit Ziya için, “Batı’ya olan hayranlığının” kendisini “ulusal şuur¬
dan uzaklaştır”dığı söylenir (Kocatürk 1936: 13).
Akif’le ilgi bu yorum da BTET’deki Enis Behiç kısmında yer almamaktadır.
Alıntıladığımız bu son iki cümle BTET’deki Ömer Bedrettin kısmında yer
almamaktadır. Ömer Bedrettin’in, V.Mahir’in üzerinde önemle durduğu
“halk ruhu”nu yansıtışı, “millî” oluşu gibi özelliklerine değinildiği bir yazı
için bk. (Kılıç 2009)
BTET’deki Yedi Meşale bahsi çok kısadır ve sadece Ziya Osman’dan bahse¬
dilmiştir.
V.Mahir ile M. Nihat’ın bilimsellik ve metodoloji açısından değerlendirilişi
için bizim yazımızla birlikte bk. (Güneş 2011).
Bu yeni hayat/insan anlayışı, Vasfi Mahir’in, edebiyat tarihi eserlerinde çok¬
ça övdüğü ve Yeni Hayat adlı kitabın yazarı Ziya Gökalp’le bir bakıma kültür
hayatımıza girmiştir. Din, Din ile İlim, Ahlak, Millet, Vatan, Kavm, Sanat,
Devlet gibi çok geniş ve millet hayatında büyük önem arz eden kavramlardan
başlıklar taşıyan şiirlerden oluşan Yeni Hayat adlı kitabın yazarı, yeni hayat
hakkında şunları söyler: “hayat tabiri burada, iktisadi, siyasi yaşayışı; aile,
felsefe, sanat, hukuk, ahlak görüşünü içine alır. Biz bu konularda yaşama
şeklimizi ve umumi görüşü beğenmiyoruz da yenisini istiyoruz. İstediğimiz
bu yeniliğin manasına da vuzuh vermek lazım. Beğenmediğimiz eski hayatı
tutan bir takım değer hükümleri var. Mevcut yaşama şeklinden uzaklaşmak
istediğimize göre, beğenmediğimiz bu değer hükümleridir. Eğer bunların ye¬
rini tutacak değerleri bulursak ve herkese de kabul ettirirsek, kendiliğinden
Yeni hayat dediğimiz olacaktır.” Ziya Gökalp ve Yeni Hayat konusunda bi¬
zim bu alıntıyı yaptığımız şu esere bakılabilir: (Filizok 2005: 45-65
. Bu eserdeki “Milli Edebiyat”, “Hayat ve Edebiyat” ve “Bugünkü Edebiyat”
başlıklı yazıları okuyunca, Vasfi Mahir’in Türk edebiyatı tarihine bakışında
bu yazılardan ilham aldığını düşünmek mümkün olabilir.