ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
TÜRK KÜLTÜR MİRASININ KORUNMASI VE
TARİHİ ÇEVRE BİLİNCİ ÜZERİNE*
Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies,
Cilt: IX, Sayı 1, Sayfa:157-160, İZMİR 2009.
On The Protection of Turkish Cultural Heritage and The Consciousness of Historical Environment
Yüksel SAYAN*
Türkler millet olarak pek az toplumun sahip olabileceği köklü bir tarih ve kültürel mirasın
varisleridir. Üç kıta üzerinde hakimiyet kurmuş olan bu millet, egemen olduğu topraklarda silinmesi
mümkün olmayan çok derin izler bırakmıştır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, ondan ayrılan
ülkelerde söz konusu hakimiyetin sona ermesiyle, onların bıraktığı izleri tümüyle yok etmeye çalışanlar
olmuş, ancak böyle girişimler de o izleri tümüyle silememiştir. Balkanlar bunun belki en güzel
örneklerinden birini sergilemekte, Osmanlı Devleti’nin o topraklardaki kültür mirası, her şeye rağmen
varlığını korumaktadır. Ancak, çok geniş bir coğrafya üzerinde yer alan Türk mimarlık anıtları, şimdiye
kadar çeşitli sebeplerle sürekli yıkılma ve yok olmaya maruz kalmıştır. Taşınmaz kültür varlığı (buna
somut olmayan kültür varlıklarını da dahil edebiliriz) kavramının bütün toplumlarda benimsendiği ve
korumacılığın artık tartışma konusu olmaktan çıktığı1 günümüzde de, Türk sanat ve mimari eserlerinin
tahribatı bütün acımasızlığıyla sürmektedir. Bunun da en dramatik örneklerine, son yıllarda Balkanlar’da,
Afganistan’da ve Irak’taki savaşlarda tanık olduk.
Günümüzde tarihi kentlerimizin hızla yok edilerek çehre değiştirmesi, bu kentlerde modernleşme
olarak algılanmaktadır. Geleneksel dokunun dar sokaklarını geniş cadde ve sokaklar haline getirmek, eski
yapıların yerine büyük, rantı yüksek, modern iş hanları inşa etmek; bütün bunları yaparken de eskiyi
ortadan kaldırmak adeta vazgeçilmez gibi görülmektedir. Böylece kültür kimliğimizin önemli unsurları
olan tarihi kentlerimizin eski geleneksel dokusu bozulmakta, anıt yapılarımız ya tümüyle yıkılarak yok
edilmekte, ya da fiziki çevrelerinden soyutlanarak yeni yapılarla kuşatılmaktadır. Ne var ki, aslında yok
ettiğimiz ve yıktığımız şey yalnızca eski binalarımız, tarihi çevrelerimiz değil kültür kimliğimizdir. Son
elli yıl içinde Anadolu’da ve dünyanın başka yerlerinde birçok kentimizin çehresi bilinçsizce değiştirilmiş
ve bu kentler tarihi kimliğini önemli ölçüde yitirmiştir. Ne yazıktır ki, telafisi mümkün olmayan bu
uygulamalara halen son verilebilmiş de değildir. Buna karşılık çağdaşlaşma ve modernleşmede örnek
aldığımız Batı, kendi kültürünü koruma konusunda son derece titiz davranmakta ve tarihi çevrelere sahip
kentlerini çok büyük özenle korunmaktadır. Bugün Roma, Paris, Stokholm, Amsterdam gibi tarihi
kentlerde korumacılığın güzel örnekleri görülmektedir. Bu da göstermektedir ki, eskiyi yok etmek
modernleşmenin gereği olamaz. Aksine sağlıklı ilerleme ve çağdaşlaşma, geçmişi ortadan kaldırmakla
değil, geleceği onun sağlam temelleri üzerine kurmakla mümkündür. O halde tarihi çevreleri yok etmek,
modernleşmenin ölçüsü değil; tarihi çevre bilinicinin o toplumda henüz yerleşmediğinin işaretçisidir.
Tarihi çevre bilinci toplumun her kesimine iyice benimsetilip yerleştirilmedikçe, yasalar, kurullar
ve yetişmiş uzmanlar da kültürel mirasın korunmasında yeterli ve etkin olmayacak ve/veya
olamayacaklardır. Nitekim bugün birçok ülkede bu durum yaşanmaktadır. Örneğin Türkiye’de korumanın
ilkeleri yasalarla belirlenmiştir. Kararlar ilgili kişilerin oluşturduğu kurullar tarafından verilmektedir.
Üstelik koruma konusunda yeterince uzman da mevcuttur. Ancak tarihi çevrelerin tahribine yine de engel
olunamamaktadır. O halde eksik olan nedir? Buna pek çok sebep sayabiliriz. Fakat, bugünkü tahribatın
ana nedeni tarihi çevre bilincinin eksikliğine dayanmaktadır.
Halihazırda korunmakta olan tarihi anıt yapıların koruma biçimleri de tartışılabilir. Zira tarihi
anıtlar korunurken genellikle düzenleme çalışmaları esnasında, çevredeki küçük eski konutlar yıkılmakta,
dar sokakların yerini geniş meydanlar, parklar veya caddeler almaktadır. Anıt yapıların daha iyi
görünmelerini sağlamak amacıyla yapılan böyle çalışmalar aslında onları içinde bulunduğu kentin eski
dokusundan soyutlamakta ve tarihi çevreler de kimliğini yitirmektedir. Böylece tarihi yapılar
işlevlerinden de uzaklaştırılmakta ve adeta meydanları süsleyen birer heykele dönüştürülmektedir. Bu
durum ilk bakışta olumlu gibi görünse bile yapının ruhuyla çelişmekte ve tahribini hızlandırmaktadır.2
Nitekim kentlerde sit olarak tescil edilmiş, önemli birçok mimari anıtın bu şekle dönüştürülerek atıl hale
getirildiği sayısız örnek vardır.3 Dolayısıyla yapılması gereken, anıt yapıları boşaltıp atıl hale getirmek
yerine, onları tarihi çevreleriyle birlikte koruyarak işlevlerine uygun biçimde donatmak olmalıdır. Bu
aynı zamanda, kültür varlıklarını modern yaşamın bir parçası haline getirerek ayakta kalmalarına imkan
verecek ve en etkin biçimde korunmalarını sağlayacaktır.
Eski kentlerin geleneksel dokularının korunmasında bir başka sorun, bu dokunun en önemli
birimleri olan tarihi konutların korunmasıdır. Yakın geçmişte ancak varlıklı ailelerin oturabildiği konaklar
bile günümüzde ilgi görmemekte ve yıkılmaktadır. Restorasyonun pahalı bir iş olması, malzeme güçlüğü,
işi yapabilecek usta ve sanatkârların artık bulunmayışı gibi etkenlere, aşılması güç bürokratik engeller ve
prosedürler de eklenince, insanlar için kültür varlığı niteliğindeki bir mimari yapıyı restore etmek pek
kolay olmamaktadır. Onun içindir ki böyle yapılar çoğu zaman sahiplerine bir yük gibi gelmekte ve
insanlar ondan kurtulmanın adeta çarelerini aramaktadır. Bu da doğal olarak, başta eski konutlar olmak
üzere kişilerin mülkiyetindeki kültür varlıklarının hızla ortadan kalkmalarına neden olmaktadır. Eğer o
eserlerin gerçek değerleri sahiplerine kavratılabilir, korunması için özendirici tedbirler alınabilirse, tarihi
çevrenin korunmasında önemli bir adım atılmış olacaktır. Buna çözüm olarak ilk başta tarihi çevre
bilincini geniş halk kitlelerine anlatmak ve bilhassa ilgili kişilere sahibi olduğu kültür varlığının değerini
benimsetmek gerekir. Daha sonra mülk sahipleri korumaya özendirilmeli, usta ve malzeme temininde
devlet desteği sağlanmalıdır. Bunu yapabilmek sanıldığı kadar zor ve maliyetli değildir. Çünkü, tarihi
yapılar genellikle o çevrede kolayca bulunabilen geleneksel malzemelerden yapılmışlardır. Onların
bulunması ve inşa malzemesi olarak değerlendirilmesi, modern inşa malzemesine göre daha ekonomiktir.
Diğer yandan yerel idareler de bu türden malzemeyi mülk sahipleri için ucuza temin edebilirler. Ayrıca,
bu yapıları gerçek anlamda restore edebilecek yöresel usta ve sanatkârlar da yetiştirilerek onarım işlemleri
daha rasyonel ve kolay hale getirilebilir. Böylece işsizliğin önemli boyut kazandığı ülkemizde yeni bir iş
kolu da oluşturulabilir. Bunlar yapılırken elbette, gerekli yasal düzenlemelerle, bürokratik engellerin ve
gereksiz işlemlerin de uygun bir biçim kazanması gerekmektedir.
Geçen yüzyılda ve özellikle sanayileşmenin önem kazandığı 1950’lerden sonra tarihi çevreler
gelişmelerden olumsuz yönde etkilenmiştir. Yeterli bilincin olmayışı, yeni yapılaşmayı ön plana alırken
korumayı arka plana itmiştir. Sözgelimi, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde hem kent merkezlerinde, hem de
kırsal kesimlerde önemli kültür varlığı niteliğindeki birçok tarihi yapı yol yapımına ya da çevre
düzenlemesine kurban edilmiştir. Son elli yılın uygulamaları incelendiğinde, kaybettiğimiz kültür mirası
için korkunç bir bilançoyla karşılaşılmaktadır. Örneğin Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya’da,
şehrin merkezinden açılan ana yollar, Selçuklu Saray kalıntısının bir bölümünü de içine alan geniş bir
yıkım ve tahribata neden olmuştur. Benzer uygulamalar İstanbul, Bursa, Edirne gibi diğer kentlerde de
karşımıza çıkmaktadır. Yalnız şehirlerde değil kırsal alanlarda da bilinçsizlikten kaynaklanan
uygulamalar görülmektedir. Kayseri-Aksaray arasında Selçuklular zamanında inşa edilen ve Anadolu’da
en değerli kervansaraylardan biri olan Alay Han’ın durumu bunun en çarpıcı örneklerindendir. Son
yıllarda Prof. Dr. Bekir Deniz’in söz konusu yapıda gerçekleştirdiği kazılarda Aksaray - Nevşehir
arasındaki kara yolunun bu eserin avlusundan geçirildiği tespit edilmiştir. 4 Geniş bir bozkırın ortasında,
söz konusu yolun başka bir yerden geçmesi mümkünken böylesine değerli bir yapının avlusundan
geçirilmiş olmasını, tarihi eser ve çevre bilincinin yokluğundan başka izah edebilmenin imkânı var mıdır?
Bu tür uygulamalar geçen yüzyılda elbette yalnız Anadolu’da değil, Bütün Orta Asya’da, Kafkasya’da ve
Balkanlar’da en acımasız şekliyle, hem de Türk kültür kimliğini yok etme çabasıyla yaşanmıştır.
Sonuçta, Türk kültür mirası dünyanın hemen her yerinde kötü uygulamalara maruz kalmıştır.
Bundan sonra asıl sorun ise, mevcut kültür mirasının nasıl korunacağı üzerinde yoğunlaşmaktır. Her
şeyden önce, mimarlık mirasının korunması, onların içinde bulunduğu tarihi dokuyu ifade eden tarihi
çevrenin bir bütün halinde korunmasıyla mümkündür. Bunu sağlayabilmek için tarihi çevre bilincinin,
ulusal ve uluslar arası düzeyde bütün toplumlarda oluşması ve kökleşmesi gerekmektedir. Bu da ciddi bir
eğitimle olabilir. Öncelikle idari kademelerde bulunanların yeterli tarihi çevre bilincine sahip olmaları
sağlanmalı; eğitim programları, seminerler ve konferanslarla idareciler geniş çaplı bilgilendirilmelidir.
Tarihi kültür mirasının korunmasına büyük duyarlık gösteren mimar T. Cansever, yılar önce, hazırlanan
imar planlarının koruma kültürümüz için büyük bir felaket olduğunu belirtmiş ve “Belediyelerin
Kasalarındaki İmar Planları Yakılmadır”5 başlıklı makalesinde bu hususa dikkat çekmişti. T. Cansever’in
bu isteği elbette gerçekleştirilmedi. Bundan sonra hiç değilse, yeni imar planlarının ve yapılaşmaların
tarihi çevrelere zarar vermeyecek biçimde hazırlanmasına özen gösterilmeli;6 tarihi çevreleri yeterince
dikkate almayan kimi imar planları gözden geçirilerek üzerindeki yanlışlıklar ivedilikle düzeltilmelidir.
Halkın eğitimi konusunda da, erken yaşlardan itibaren çocuklara bu miras sevdirilerek öğretilmeli ve
benimsetilmelidir. Aynı şekilde, başta televizyonlar ve basın yayın organları olmak üzere iletişim
araçlarından büyük ölçüde faydalanılarak geniş kitlelere kültür varlıklarımızın önemi gerçek anlamda
anlatılmalı ve inandırılmalı; onların korunması ve yaşatılmasında halk özendirilmelidir.
Tarihi çevrelerin korunmasında unutulmamalıdır ki, o çevreleri bizler oluşturmadık. Onları
bizlerin oluşturması mümkün de değildi; tarihi çevreler uzun yıllar, hatta yüzyıllar/binyıllar sonunda
meydana geldi. Şu halde onları birkaç gün içinde yok etmek ne bizlerin ne de başkalarının hakkı olamaz.
Tarihi çevreler, bizim atalarımızdan yarınlara taşımak için aldığımız bir emanettir. Bu emanete sadık
kalabilmenin yolu, onları yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmakla olacaktır. Bunu gereği gibi
yapabilirsek, bu mirası koruyabilmenin yanında, emaneti sahiplerine teslim etmiş olmanın huzurunu da
yaşayabiliriz.
Kaynaklar
ö AHUNBAY Z., Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, İstanbul 2004.
ö ALKAN A., DÜLGERLER, O.N., KULU, H., “Bir Türk İslam Şehri Olarak Konya”, The Coference on The
Preservation of Architectural Heritage of Islamic Cities, 22-26/4/1985, İstanbul 1987, s. 239-240.
ö CANSEVER T., “Belediyelerin Kasalarındaki İmar Planları Yakılmadır”, Mimarlık, 1975/5, S. 139, Ankara 1975, s.
26-27.
ö DENİZ B., “Alay Han’ın (Aksaray) Hikayesi”, Uluslararası Sanat Tarihi Sempozyumu -Gönül Öney’e Armağan-,
(10-13 Ekim 2001), İzmir 2002, s. 229-246.
ö GENİM M. S., “Koruma Kültürü Üzerine”, Türkiye’de Risk Altındaki Doğal ve Kültürel Miras - TAÇ Vakfı’nın
25 Yılı (Ed. H. Sezgin), İstanbul 2001, s. 195-201.
ö GÖRGÜLÜ Z., “Kültür ve Doğa Varlıklarının Korunmasında Planlamanın ve Plancının İşlevi”, Türkiye’de Risk
Altındaki Doğal ve Kültürel Miras - TAÇ Vakfı’nın 25 Yılı (Ed. H. Sezgin), İstanbul 2001, s. 207-210.
160
Z. Ahunbay, Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, İstanbul 2004, s. 8-36.
M. S. Genim, “Koruma Kültürü Üzerine”, Türkiye’de Risk Altındaki Doğal ve Kültürel Miras - TAÇ Vakfı’nın 25 Yılı
(Ed. H. Sezgin), İstanbul 2001, s.198.
A. Alkan, O.N. Dülgerler, H. Kulu, “Bir Türk İslam Şehri Olarak Konya”, The Coference on The Preservation of
Architectural Heritage of Islamic Cities, 22-26/4/1985, İstanbul 1987, s.239-240.
B. Deniz, “Alay Han’ın (Aksaray) Hikayesi”, Uluslararası Sanat Tarihi Sempozyumu -Gönül Öney’e Armağan-, (10-13
Ekim 2001), İzmir 2002, s.229-246.
T. Cansever, “Belediyelerin Kasalarındaki İmar Planları Yakılmadır”, Mimarlık, 1975/5, S. 139, Anakara, 1975, s. 26-27.
Z. Görgülü, “Kültür ve Doğa Varlıklarının Korunmasında Planlamanın ve Plancının İşlevi”, Türkiye’de Risk Altındaki Doğal
ve Kültürel Miras - TAÇ Vakfı’nın 25 Yılı (Ed. H. Sezgin), İstanbul 2001, s. 207-210.