ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

OSMANLI’DA “ŞEHİR” VE ŞEHRİ GELİŞTİREN UNSURLARDAN
BİRİ OLARAK AYANLAR: VİDİN VE RUSÇUK ÖRNEĞİ

(18.YÜZYIL)

Nagehan ÜSTÜNDAĞ

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ

Sayı 2, Bahar 2005

ISSN 1305-5992

Özet

Bu çalışmada, şehir tarihi araştırmalarında kavram kulla¬
nımına ve içeriğine vurgu yapılarak, 18. yüzyılda Osmanlı Bal¬
kanlarındaki Vidin ve Rusçuk şehirleri örneğinde şehir gelişi¬
mine ayanların katkısı ele alınmaktadır. Yaşayanbir organizma
olarak şehirlerin, içinde barındırdığı insanların tercihlerinden؛
yaşam şekillerinden nasıl etkilendiği konusunda bir örnek gös¬
terebilmek amacıyla, 18. yüzyılda taşrada egemen olan ayanla¬
rın şehirlerindeki faaliyetleri ele alınmaktadır. Bu amaca uygun
olarak 18. yüzyıl sonunda Vidin’de egemen olan Pazvantoğlu
Osman ve Rusçuk’ta egemen olan Tirsiniklioğlu İsmail’in faa¬
liyetleri İncelenmektedir.

Anahtar kelimeler: Osmanlı şehri, Vidin, Rusçuk, ayan,
Pazvantoğlu Osman, Tirsinikli İsmail, Osmanlı Balkanları, 18.
yüzyıl Osmanlı, Osmanlı ayanlan    .

The “Ayans” in the Otoman Empire as an Element in
the Development of Urbanization and Cities: The
Vidin and Rusçuk Example (Eighteenth Century)

Abstract

In this paper, the contributions of the local notables to city
development, in the cases of Vidin and Ruse in the Balkans in
the 18th century, is examined emphasizing the concept of city
and its content in the studies of city history. From this point of
view, as a living organism how the city is affected by her own
inhabitants’ choices or life styles is examined. Therefore the
activities of the local notables who were dominant power in the
provinces during the 18th century are studied. In order to com¬
prehend the evolution of Balkanic cities, the activités of Paz¬
vantoğlu Osman of Vidin and Tirsinkli Ismail of Ruse who
were powerful
ayans (local notables) within their regions are
analyzed respectively.

Key words: Otoman city, Vidin, Ruse, local notable,
Pazvantoğlu Osman, Tirsinikli Ismail, Ottoman Balkans, 18th
century Ottoman, contribution of local Ottoman notables.

Giriş

Sözlük tanımına bakıldığında, “nüfusunun çoğu ticaret, sanayi, hizmet
veya yönetimle ilgili işlerle uğraşan, genellikle tarımsal etkinliklerin ol¬
madığı yerleşim alanı”1 şehirdir. Günümüzde bir yerin şehir olarak
adlandırılabılmesi için o yerleşim biriminin belli gruplar ya da kurumlar
tarafından belirlenen kriterlere uygun olması gerekmektedir. Bu kriterler
tanımlamayı yapan kişiye ya da gruba göre değişmektedir. Kimileri
tanımlamanın temeline nüfusu koyarken, kimileri ekonomik faaliyetlerin
yapısını ön plana çıkarmaktadır. Ancak her tanımlamada olduğu gibi, belli
kriterlere dayanan bu çerçeveler var olan yapının bazı özelliklerim ön plana
çıkartan, fakat genel anlamda dinamik bir yapıyı anlamlandırmak adına
kısıtlayan, donduran, statikleştiren bir özellik taşırlar. Nitekim, şehir
tanımlarının ve dolayısıyla tartışmalarının düğümlendiği nokta tam da burası
olmaktadır. Şehrin hangi parametreyle tanımlanacağı, ilgili parametreye dair
veriler için hangi zaman diliminin esas alınacağı ve benzen sorular net
karşılıklar bulamamaktadır. Bunun en belirgin örneklerinden biri, Weberei
şehir anlayışı ile bu anlayışa karşı çıkanlar arasında yaşanan tartışmadır.
Weber, şehri, içinde ikamet edenlerin kendilerine has kollektıf bir kimlik
ruhuna sahip oldukları özerk bir cemaat olarak tanımlayıp, bu tıp bir yapının
ancak Batı topluluklarına has olduğunu, dolayısıyla da “şehir” denildiği
zaman anlaşılması gerekenin Batı şehri olması gerektiğini iddia eder. Karşıt
görüş, bu dışlayıcı yaklaşımı şiddetle reddeder. Aslında burada tartışılan,
standart bir ölçüte göre bir mekanın şehir olup olmadığı değil, ölçütün
kendisinin ne olacağıdır ve bu açıdan bakıldığında iki tarafın da tezleri
anlaşılabilir gözükmektedir.

Bu çalışmada genel olarak amaçlanan bir şehir tanımı yapmak ya da
yapılmış tanımlar üzerine bir tartışma yürütmekten çok; şehrin, insanları,
mekanları, ve gündelik rutinleriyle yaşayan bir organizma olduğunu ve bu
organizmanın pek çok unsur tarafından şekillendirildiğini, geliştirildiğini
ömeklendırebılmektir. Çalışmanın odak noktasını ise, 18. Yüzyıl Osmanlı
Balkanları’nda ayanların kent gelişimine katkıları oluşturmaktadır. Bu doğ¬
rultuda 18. yüzyılda Tuna boyunda hakim olan iki önemli ayanın, merkez
bölgeleri olan Rusçuk ve Vidin çalışma konusu için örnek olarak alınacaktır.

Şehir - “Osmanlı” şehri

Şehir, şehirlilik, şehir kültürü gibi, “şehir” kavramının merkezinde
olduğu araştırma ve çalışmalar incelendiğinde, ortak bir kanının hemen he¬
men tartışılmaz bir gerçekmişçesine kabul edildiği görülmektedir: Şehir, Batı
şehridir. Bununla kastedilen, bir çalışmada şehir kavramının kullanıldığı
hemen her yerde öncelikle Batı şehirlerinin algılanmasının beklenmesi, kast¬
edilen başka bir kültürün şehriyse bunun İslam şehri, Osmanlı şehri, Çin
şehri, Arap şehri gibi ibarelerle açıkça vurgulanıp belirtilmesidir (Armağan
1999:536). Bu durumun, yakın zamana kadar, şehre dair yapılan çalışma¬
larda sosyologların ağırlıkta olmasından ve dolayısıyla da, sosyoloji
biliminin kavramlarıyla şehrin tanımlanmasından kaynaklandığı düşünüle¬
bilir. Sosyologların bu çalışmalarına en büyük etkiyi, bu bilimin öncülerin¬
den Max Weber’in konu hakkmdaki tanımlamaları, koyduğu ölçütler ve
çözümlemeleri yapmıştır. Weber’in konu hakkmdaki görüşleri şu şekilde
özetlenebilir2: Ekonomik açıdan tanımlamak gerektiğinde şehir, geçimlerini
tarımdan çok ticaret ile sağlayan insanların yerleşim yeridir. Weber, eko¬
nomik açıdan şehirleri üçe ayırır; üretici, tüketici ve ticari şehirler. Mevcut
olan şehirlerin hemen hemen tamamı, bu üç tipin karması halindedir. Siyasal
açıdan ise şehir, “özel siyasal ve idari bağlantılara sahip kısmen özerk bir
topluluk, bir “cemaat” olarak düşünülmelidir”. Burada vurgu yapılan kavram
siyasal özerkliktir. Weber ideal şehrin nasıl olması gerektiği hususunda eko¬
nomik ve siyasal kriterleri birleştirerek beş temel özellik belirler:

Bu şehirde mutlaka bir kale bulunmalıdır.

Şehrin bir pazarı olmalıdır.

Kendine ait bir mahkemesi ya da kanunu olmalıdır.

Şehrin kendi kanunlarına uygun “ özerk bir toplumsal ilişki biçimi” ol¬
malıdır.

Şehir sakinlerinin katıldığı bir seçimle başa gelen otoriteler/kişiler tara¬
fından yönetilebilir olmalıdır (Armağan 1999:537).

Aslında Weber’m ideal şehir olarak sunduğu model ve bu şehri tanım¬
lamak için ortaya koyduğu kriterler, kendisinin de içinde yaşadığı “Batı”
şehrinden başka bir şey değildir. Denilebilir kı Weber, toplum çözümleme¬
sinde kullandığı ilerlemeci metodu şehri çözümlerken de kullanmış ve şehir
evriminin nihai ve ideal sonucunun Avrupa kenti, Batı kenti olduğunu ilen
sürmüştür. Bu nedenle, Weber’ci yaklaşım,
“...Islami ve diğer Avrupa dışı
kentsel yığılmaları, normlara uygun Avrupa kentiyle zıtlık içinde, belirgin
kentsel kültür geleneğinden yoksunlukla karakterize eder. Ortadoğu şehirle¬
rinin Avrupalı hatta klasik Yunan ve Romalı benzerlerinin sahip olduğu siy¬
asi özerklikle değil bir emperyal iktidarın bürokratik temsilcilerince -
......-

yönetildiğini iddia eder. Dahası Müslüman şehirlerinde, kente özgü bir kim¬
lik yaratma çabası içinde ortak bir çıkar etrafında birleşmekten çok birbirle-
riyle rekabet eden farklı kabile ve aşiretler ikamet”
(Eldem 2003:1) etmek¬
tedir der.

Weber’in özgün olmamakla ve statik bir yapıyı sürdürmekle itham ettiği
Batı-dışı şehrin, yaşayan bir organizma olarak ele alındığında hiç de bu ta¬
nıma uymadığı görülür. Bunun en somut örneğim çalışmamızın da konusunu
teşkil eden “Osmanlı” şehrinde görmek mümkündür. Kendine has özellikleri
ve kültürü ile Osmanlı şehri, İslam şehri ile her noktada eşit olmamakla bir¬
likte, yine de temel nitelikleri bakımından İslam medeniyetinin mirasını ta¬
şıyan, yürüten ve bir çok noktada yeniden üreten bir sentez olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu bakımından İslam şehrinin temel niteliklerini anlatmak,
Osmanlı şehrinin anahtar kavramlarına ulaşmamıza imkan tanıyacaktır.

Her şeyden önce, İslam şehri, her sosyal tabakadan, milletten ve inanç¬
tan kişilerin aidiyet duygusuyla bir arada yaşadığı bir yerleşim birimidir.
Dolayısıyla yurttaşlığın temel prensiplerinden olan bir arada yaşama arzusu
ve becerisi neredeyse batılı çağdaşlarından bile daha gelişkindir. İslam dini¬
nin yapısal özelliklerinden biri olan hoşgörü, bu kültürün yarattığı şehirlere
de damgasını vurmuş ve Müslüman ile Gayrimüslimin bir arada yaşayabildi¬
ği bir platform oluşmuştur. İnalcık’ın İstanbul üzerinden konuya ilişkin yap¬
tığı tesbit bu durumu çok iyi özetlemektedir: “
The Islamic ideal, as reflected
in the tolerant outlook of Ottoman society, was easily reconciled with social
and economic reality, so that from the very beginning Muslims and non¬
Muslims worked side by side in the commercial districts and even (at first)
lived intermingled in residential areas; non-Muslims, in commercial deal¬
ings among themselves, would resort to the kâdi, and a feeling of "fellow-
citizenship” of the cosmopolitan capital transcended distinctions of religion
and origin. "
 (İnalcık 1978:226).

Weber’in ve takipçilerinin Batı-dışı şehirler, özellikle de İslam şehirleri
hakkındaki bir başka iddiası ise İslam’ın şehir planlamasına herhangi bir
yenilik getirmediği, düzgün işleyen bütün
yapılanmaların antik şehir model¬
lerinden alındığı, daha doğrusu taklit edildiği; bu modellere yapılan Islami
eklemelerinse şehir kavramına yeni bir şey katmadığı, hatta şehir yapısını ve
kültürünü “bozduğu” yönündedir (Armağan 1999:540). Bunun en açık ispatı
da İslam şehrinin fiziksel yapılanmasındaki tercihler olarak gösterilir.
Batfdakı örneklerinin aksine, İslam kentini karakterıze eden unsur dar ve
dolambaçlı yolları, çıkmaz sokakları, bir Batıh’ya günümüzde bile kaotik
gözüken pazar yerleri gibi fiziksel mekanlardır (Eldem 2003:1). Oysa ki,
oryantalist bakış açısından karmaşık ve düzensiz olarak gözüken ve geliş¬
memiş olarak kabul edilen İslam şehir yapılanması, ciddi ve insancıl bir
kültürün yaşam pratiğini yansıtmaktadır. Kentin fiziksel yapılanması özel
hayatın mahremiyetine duyulan saygı ile birlikte sosyal ilişkilerin gelişme¬
sine de olanak sağlayan bir kültürel bakışı vurgular. Bunun güzel bir
örneğini mezarlıkların konumlandırılmasında görmek mümkündür. İslam
kentlerinde mezarlar şehir merkezinin uzağında değil, şehrin içindedir. Bu,
İslam toplumunda yaşam ve ölümün içiçe görülmesinin doğal bir neticesidir,
“....Batı 'da olduğu gibi mezarlıklar sabit ev sahiplerinin mülkü değildir.
(Armağan 1999:541).

Şehir - İslam şehri ayrımının üzerinde temellendirildiğı bir diğer nokta
ise, İslam şehrinde kurumsal ilişkilerin mevcut bulunmamasıdır. Bu anlam¬
da, İslam kültürünün kurumsallaşma ve standardizasyon yeteneğinin fazla
olmadığı öne sürülür. Bu görüş de, oryantalist bakışın kendi dışındaki kültür¬
leri değerlendirirken düştüğü yanılgılardan biridir. Islami yönetim gelene¬
ğinde kurumlar ile fertlerin ilişkisini belirleyen temel unsur, insan ve onun
ihtiyaçları, beklentileri ve tutumudur. Denebilir ki kurumlar ile fertlerin
karşıkarşıya kaldığı, katı kuralların egemen olduğu bir idare sisteminden çok
daha farklı olarak esnek, pratik ve msanı bir tutum söz konusudur. Önemli
olan ilişkilerin düzenli olarak yürümesi, karşılaşılan sorunlara pratik çözüm¬
ler bulunabilmesi ve şehir sakinlerinin ihtiyaç ve dileklerinin karşılanabiliyor
olmasıdır. İslam şehrinde halk ile idare arasındaki ilişki kısaca şu şekilde
ifade edilebilir: “(İslam şehri) cemaat ile iktidar arasında durmaksızın
yine¬
lenen
ve hiçbir zaman kıırumsallaşamayan kavganın toprağa kazınmış yazı¬
tıdır.” (Armağan 1999:542).

Kısaca toparlamak gerekirse, İslam şehrinin “şehir” kavramının çevresel
bir uzantısı ya da kötü bir taklidi olan kaotik, düzensiz ve gelişmemiş bir
yapı olarak kabul edilmesinin altında yatan sebep, bir çok konuda olduğu
gibi kavramın Batı kültüründe oluşturulması ve dolayısıyla içinin Batılı
kuramcılar tarafından Batılı örnekler esas alınarak doldurulmasıdır. Bu ne¬
denle şehir ya da kent denildiğinde hemen herkesin aklında canlanan model,
Batı coğrafyası dışında görülememektedir. Yukarıda verilen küçük örnekler¬
den de çıkarılabileceği gibi, kavramlar zaman, mekan ve toplulukların ait
olduğu kültür çemberi çerçevesinde yeniden yapılandırılmalı ve tanımlan¬
malıdır. Bu şekilde düşünüldüğünde İslam şehri kavramı da, bu kültürü
yaşayan ve taşıyan mekanizmalar üzerinden tanımlanmalı ve ömeklendirıl-
melidir.

Bu tartışma ışığında, tanh sahnesine göçebe bir toplum olarak çıkan,
Batı medeniyeti ile çağdaşı birçok topluluktan daha yakın ve sürekli ilişkiler
kuran, bir taraftan da İslam geleneğinin teoride ve pratikte en önemli taşıy¬
ıcısı olan Osmanlı’nm şehirle olan serüveni incelenmeye değerdir.

Bir Osmanlı şehri nasıl ortaya çıkar, hangi unsurlardan oluşur? Bu soru¬
nun her dönem için geçerli ortak bir tanımını yapmak oldukça zordur. Her
dönem ve her bölge için farklı saikler ve farklı özellikler ön plana çıkmış
olabilir. Dolayısıyla tüm şehirler için geçerli olacak reçete misali tanımlar¬
dan öte, incelenecek dönem ve bölgenin genel eğilimleri, koşulları, beşeri ve
coğrafi topografyası ve hatta siyasi olayları göz önünde bulundurularak,
bölgeye özgü tanımlamalar ve çözümlemelerin yapılması daha uygun gö¬
zükmektedir. Mesela 16. ve 17. yüzyıllar söz konusu olduğunda (Faroqhi
2000:12)", şehir kavramının en gözde kriterlerinden biri olan nüfus, yani
belli bir nüfustan fazla kişinin yaşadığı yere şehir denmesi, bu dönemdeki
Osmanlı şehirleri için her zaman geçerli olmayan bir kriter olarak kalmakta¬
dır. Zira kim، durumlarda nüfus bakımından küçük bir yerleşim biriminin
çeşitli nedenlerle şehirsel özellikler taşıdığı ve şehir olarak kabul edilebile¬
ceği görülür. 16. yüzyıl sonunda Silifke’nin çizdiği tablo buna iyi bir örnek¬
tir. Vergi ödeyen nüfusu3 yüz kişinin altında olmasına rağmen iki kalesinin
yanında, çeşitli vakıf dükkanlarının bulunduğu ve İçel sancakbeyinin ikamet
ettiği Silifke tam bir şehir kompozisyonu çizmektedir. Bu nedenle, sadece
nüfusa odaklanmak yerine, incelenecek olan yerleşim biriminin ekonomisi,
idari işlevi gibi özelliklerine de bakılmalıdır.

Osmanlı şehri bağlamında bu özelliklerden hareketle genel bir çerçeve
çıkarmak gerekirse; burada bir sancakbeyi ya da en azından bir kadı bulun¬
malıdır, pazar etkinliklerinin varlığına işaret eden vergiler hakkında bilgiler
bulunmalıdır, bu yerleşim birimindeki nüfusun çoğunluğunun tarım-dışı
uğraşlarla ilgilendiği, geçimini bu yoldan temin ettiğine dair bilgi bulun¬
malıdır. Bu özellikleri haiz olan yerleşim birimi, Osmanlı şehir tarihi
incelemelerinde şehir olarak adlandırılabilir (Faroqhi 2000:12). Mesele bu
şekilde ele alındığında Osmanlı şehrinin Avrupa ile Asya şehir modellerinin
(Baykara 1999:528,529)؟ özgün bir sentezi olduğu görülür. İmparatorluğun
hemen hemen tüm kuramlarında ve sistemlerinde olduğu gibi Türk, İslam ve
Bizans mirasından etkilenen, ancak hiçbirine tam olarak benzemeyen bir
zihniyet şehirlerde ve şehirleşmede kendini göstermiştir. Mustafa Akdağ bu
sentez içerisinde Türk kültürünün çok daha ağır bastığını kabul eder. Ona
göre; Osmanlı şehri,• Selçuklu dönemi kent kültürünün bir devamıdır. Dev¬
letin kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar geçen süreç, Osmanlı
kültürünün oturma sürecidir ve kurumlar, yönetim stratejileri yoğunlukla
Selçuklu izlerini taşır. Bundan sonraki elli yıl içerisinde ise tam olarak
Selçuklu’ya benzemeyen, OsmanlI'nın kendine özgü biçimlen yerleşecektir
(Akdağ 1995b:27,28). Osmanlı şehrinin bir diğer kendine özgü özelliği ise
‘kendiliğinden’, daha doğrusu bir doğallık içinde gelişmesidir. “Şehir yek¬
pare bir yapı olması yerme mescid, camı, mektep, tekke, kitaplık ve hamam
gibi yapılar etrafında odaklaşmış, kendi kendini yöneten idari birimler, ma¬
halleler olarak teşkilatlanmış bulunması.....” bu doğal gelişimi ifade eder

(Armağan 1999:542,543).

Bu noktada Osmanlı şehrinin ulu cami, kale ve çarşı etrafında kümelen¬
diği görülür (Faroqhı 2004:700). Camiler bu manzara içinde daha fazla ön
plana çıkmaktadır. Günümüzde ağırlıklı olarak İslam dinme inanan kişilerin
ibadet ettikleri yer şeklinde görülen camiler, deyim yerindeyse, Osmanlı
şehrinin odak noktasını teşkil eder. O kadar ki, şehrin merkezine mahalleler,
mahallelerin merkezine ise camiler konularak şehrin cami etrafında inşa
edildiği bile söylenir. Burada hakim unsur, Ortadoğu şehirleşme geleneği¬
dir4. Bu anlamda camı, sadece dini ibadetlerin yerine getirildiği bir mekan
mekan değil, toplumun çeşitli sosyal tabakalarının bir buluşma noktası
olarak kabul edilmiştir.

Camilerin yanında vakıflar da Osmanlı şehirlerinde önemli yer tutar.
Vakfın şehre katkısı çift yönlüdür. Öncelikle vakıf, şehir insanı açısından
sosyal bir cazibe merkezi niteliği taşır. Bünyesinde ibadethaneler, aşevleri,
imarethaneler, hastaneler ve benzeri yapıları barındıran ve genellikle de
bunları tek bir çatı altında toplayan vakıflar, şehir insanının günlük yaşa¬
mının vazgeçilmez unsuru halını alırlar. Bunun doğal sonucu, şehrin gelişim
ve genişleme süreçlerinde vakıf külliyelerınin önemli merkezler halini
almasıdır. Osmanlı şehrinde yaşayan herhangi bir insanın birçok beklentisine
ve ihtiyacına yanıt verebilen bu bütünleşik mekanlar, çok doğal olarak
Osmanlı şehir yapılanmasında hakim unsurlardan biri olarak karşımıza
çıkarlar. Üstlendikleri bu sosyal işlevin yamsıra, şehre yaptıkları ekonomik
katkı da vakıfları şehir hayatı için önemli hale getirir. Birden fazla işlevi olan
bu yapıların işletilebilmesi ve tüm görevlerini yerme getirebilmesi için ciddi
bir gelire ihtiyacı vardır. Hem görevlilerin ücretlerini ödemek, hem de vakfa
ait olan çeşitli mekanların onarımmı yapmak, hayır faaliyetlerini devamlı
kılabilmek için vakfa ait iş yerleri ve dükkanlar yaptırılır. Bu yapılanma
şehrin ticaretine ve fiziksel gelişimine katkıda bulunur (Yediyıldız
1999:28)5. Ayrıca bu canlı ticaret ortamı; şehre çeşitli bölgelerden
tüccarların gelmesine, kültürlerin kaynaşmasına ve farklı malların şehir
halkının beğenisine sunulmasına yol açmıştır. Bu durum da, kültürel ve
sosyal anlamda bir gelişme yaşanmasına zemin hazırlamıştır.

Batıcı, özellikle de Weberci yaklaşımın öngördüğünün aksine, Osmanlı
şehrinde ticari ve ekonomik hayat da canlıdır ve şehirsel gelişimin göstergesi
olarak ulaşımın kolay olması, hanların, bedestenin, kapalıçarşımn bulunması,
pazar faaliyetinin gelişkin olması gibi ticari ve ekonomik ölçütler açısından
bakıldığında Osmanlı şehirlerinin hareketli bir tablo sergilediği görülür. Bu
anlamda, durmaksızın işleyen kervanlarla beslenen canlı ve hareketli bir
ticaret ağının varlığı göze çarpmaktadır ve “....ortaya, kentler arasındaki
yolculuk, göç ve ticari ilişkilerin oldukça yoğun olduğu bir kentsel toplum
tablosu...” (Faroqh2000:90 ؛) çıkar, imparatorluğun sırf Anadolu'daki şe-
hırlerinde 158 tane (Faroqhi 2000:380) pazar ve çarşı mevcuttur ve bunlar
arasında süregiden alışveriş, şehir hayatının en önemli dinamiklerinden bırı
halım alır. Konumlanma açısından bakıldığında, çarşı ve pazar yerlerinin
şehrin merkez noktalarında oluşturulduğu ya da süreç içinde merkezin ora¬
lara kaydığı görülür. Bu doğaldır. Zira cami ve pazar yeri, OsmanlI şehrinin
üzerine oturduğu iki ;،na unsurdur (İnalcık 1978:227). İnalcık, bu durumu da
Ortadoğu şehir anla• Ijinın bir yansıması olarak görür:
“The ‘Ottoman’ char¬
acter of Istanbul sprang not only from the Muslim ideal but also from the
traditional Middle Eastern view of state and society,
ه way oflife character¬
ized by the existence of a thriving class of merchants and craftsmen under
the governance of a class of military administration....This tradition de¬
manded the construction for the merchant class ofa bezzazistan, near which
were the caravansarais where the merchants lodged. The members
٠/ the
principal crafts were gathered in the shops which constituted the great car-
sili around the bedestan, each
مإ،آء being concentrated systematically in one
silk
٠٢ carshi... Various central “markets”for basic commodities were estab-
lished, in order to ensure the authorities’
٢٠؛»<،ء/ of the importation and
distribution ofthe raw materials needed by the craftsmen.... These ‘markets’
were called kapan...”
(İnalcık 1978:226).

Özetlemek gerekirse, Osmanlı şehrinin cami, pazar, vakıf üçlüsünün o¬
dak noktasını ve çekim merkezini oluşturduğunu ve kendisine temel olarak
mahalle tipi yapılanmayı almış bir yerleşim modeli olduğunu söylememiz
mümkündür. Bizans, İslam ve Selçuklu
medeniyetlerinin mirasını taşıyan bu
şehir, hepsinden parçalar taşısa da, kendi özgün niteliklerini de bu karışıma
eklemeyi başarmış ve deyim yerindeyse, nevi şahsına münhasır bir ş،؛hır
yapısı ortaya çıkarmıştır؟. Bu şehirde cami ön planda gözükse de, birçok
gayrimüslim unsur da aynı şehi'in sakini olarak
yaşantısını sürdürmektedir.
Canlı bir ticari ve ekonomik hayat mevcuttur. İstanbul dışında kalan şe¬
hirlerde merkezi otoritenin varlığı çok fazla hissedilmez. Özellikle payitaht¬
tan uzak şehirlerde neredeyse özerk sayılabilecek bir idari mekanizma
mevcuttur. Şehirlerin fiziksel yapılanması dağınık ve karmaşık؟ görünse de.

aslında kendi içinde tutarlı ve Osmanlı toplumunım ihtiyaç ve beklentilerine
uygundur. Örneğin, başka kültürlerden insanlara anlamsız ve şaşırtıcı
gözüken çıkmaz sokaklar aslında bir sokağın ya da mahallenin güvenliğinin
sağlanmasına yardımcı olur. Şehir genişlerken merkezi otorite genişlemenin
belli kurallar dahilinde olması için çaba gösterse de Batıdaki örneklerinden
farklı olarak Osmanlı şehri kendiliğinden ve ihtiyaçlara göre genişler ve bu
da genişleme sürecine esnek bir yapı kazandırır1 . Dolayısıyla Weber’in
tanımlaması üzerinden ya da bu tanım etrafında gelişen Batılı çalışmalar
açısından bakıldığında “şehir” kavramını tam doldurmayan ve belki ancak
Islam-şehri denen “kaotik” bir geleneğin uzantısı sayılabilecekken, Osmanlı
şehri, döneme, coğrafyaya ve kültürel unsurlara öncelik veren bir bakış
açısıyla ele alındığında hem genel kriterleri sağlayan hem de özgün bir yapı
meydana getirebilen bir sentez olarak görülebilir. “Osmanh-şehri”
denildiğinde, oryantalist bakışın ima ettiği “öteki olan/ farklı olan” ya da
“taklit eden/az gelişmiş” bir şehir değil tam olarak bu sentez anlaşılmalıdır.

Osmanlı şehri kavramının altım doldurmak bu hacimde bir çalışma içer¬
isinde mümkün değildir. Buraya dek altı çizilen noktalar ancak konuya bir
giriş olarak nitelenebilir. Bununla birlikte, Osmanlı şehirlerinin gelişmesinde
hangi unsurların etkili olduğuna değinmekte de yarar vardır. Bu unsurların
incelenmesi ile Osmanlı şehrılerinin “kendine özgü” gelişim süreçleri daha
ayrıntılı olarak takip edilebilir. Bu incelemeler kavramların ve tanımların
döneme özgü olarak açıklanmasında ve genellenmesinde yol gösterici ola¬
bilirler. Bu bağlamda Osmanlı şehirlerinin gelişiminde ayanların rolüne
değinilecektir. Bu tercihin sebebi, Batı şehirlerinin gelişiminde oldukça
önemli etkisi bulunan “seçkinler”m ve “burjuva sınıflanın faaliyetlerine ben¬
zer eylemlerin Osmanlı taşrasında 18. yüzyılda ayanlar tarafından gerçek¬
leştirilmiş olabileceğine yönelik bir düşüncedir. Nihayetinde canlı bir or¬
ganizma olarak nitelendirebileceğimiz şehirlerin, kendi sakinlerinin terci¬
hlerinden, yaşam biçimlerinden ve idarelerinden bağımsız olarak biçim değ¬
iştirmeleri mümkün olamayacağına göre, bu sakinlerden idari, siyası ve mali
anlamda güce sahip olan seçkinlerin -- bu çalışma kapsamında .taşra
seçkinleri olan ayanların faaliyetlerini ؛ncelemek önem taşımaktadır. Os¬
manlı kentlerinde hakim sınıflar, yaptıkları tercihler, hayat tarzları, sahip
oldukları ekonomik ve politik güç ile şehir hayatının kuruluş, değişim ve
gelişim süreçlerinde etkili roller üstlenmişlerdir.

. Osmanlı şehrinin gelişmesinde ayanların rolü

Osmanlı şehrinin gelişme sebeplerinden bahsederken ekonomik faali¬
yetlerin bu süreçte oldukça önemli bir yer tuttuğunu belirtmiştik. Şehirde
üretilen mallar, bunların üretim şekilleri, pazar olanakları, tüccarlar ve faali¬
yet alanları oldukça önem taşımaktadır (Ergenç 1988:670). Ayrıca her
dönem ve her bölge için bu koşulların incelenmesi ve döneme özgü bîr iç
bakışla değerlendirilmesi gerekliliğini de ifade etmiştik. Bu iki önemli nokta
ile birlikte, Osmanlı idarecilerinin daha doğru ifade ile seçkinlerinin şehir¬
leşmedeki ve şehirlerin gelişimindeki rollerinin araştırılması önem kazan¬
maktadır. Osmanlı şehir tarihi incelemelerinde; şehir sakinlerinin şehrin
olanaklarından nasıl yararlandıkları, yaşamlarını nasıl sürdürdükleri önemli
bir bahis konusuyken, aynı zamanda şehrm gelişimine ya da dönüşümüne ne
yönde katkıda bulundukları da tartışılmaktadır'1. Bu noktada şehrin
şeçkinleri ve idarecilerinin yönetimi, yaşamları, faaliyetleri oldukça önem¬
lidir. Çünkü doğal gelişimin ötesinde idarciler tarafından alman kararlar bir
şehrin ve insanlarının geleceğini şekillendirir. Osmanlı şehirlerinin nadir
birkaç istisna dışında özerklik beratlarının olmaması sebebiyle, tarihsel
incelemelerde doğrudan merkez tarafından yönetildikleri varsayılmış ol¬
makla birlikte taşra kentlerinde ulema, mültezim ve yeniçeri komutanlarını

da kapsayan şehrin seçkinlerinin önemli bir hareket alanı bulunmaktadır

(Faroqhi 2004:699)6.

Klasik dönemde Osmanlı şehrinin idari kadrosu şu şekilde şematize edi¬
lebilir:

Kadı

Halk Örgütü    J L

Şehir Subaşısı (Zaim)

Asesbaşı (Asesler Kethüdası)
Asesler

Hükümet Örgütü
Şehir Kethüdası
Mahalle Kethüdaları
Mahalle Bekçileri

Osmanlı şehrinin klasik dönemdeki sosyal yapısını toplum içindeki
önemlerine göre şematize etmek gerekirse, ilk sırayı ayan ve eşraf alır. Bu
kesim klasik dönemde devlet ile halk arasında bir sözcü görevi gören ve yeri
geldiğinde halkı temsil eden kişilerdir. İkinci sıraya hükümet mensupları
konulabilir. Bu grup ‘müderrisler, vakıf nazırları ve maliye memurları, asker
şefleri, polis amirleri (subaşılar ve asesbaşılar) ve benzeri kimselerdir.’ An¬
cak bunlar içerisinde en yetkili olan ve tüm kademelerin üzerinde bulunan
kadıdır. Üçüncü sırayı ise esnaf ve tüccar zümresi oluşturur. Son sırada halk,
işçiler ve çıraklar sayılabilir (Akdağ 1995b:29-30).

18. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun bir çok kurumunun değiştiği bir
süreci tanımlar. Taşra idaresinin ve ■yöneticilerinin geçirdiği değişim, bu
döneme damgasını vurmuş denilebilir. 16. yüzyılın ikinci yansından itibaren
gündeme gelen mali bunalıma karşı alınan tedbirler, iltizam ve malikane
usulünün yaygınlaşması, ekonomik ve siyasal gücün kısmen taşraya kayışına
neden olmuştur7. Ekonomik bunalıma ek olarak yine 16. yüzyıl ortalarından
itibaren köylünün silahlanması, köyden kente göçün yoğunlaşması ve neti¬
cede eşkıyalık faaliyetlerinin artışıyla, taşra seçkinlerinin askeri kadrosu
tamamlanmış olur. Dolayısıyla, 18. yüzyılda karşımıza çıkan taşra
seçkinleri, ayanlar, artık klasik dönemdeki görevlerinden ya da konumların¬
dan çok daha başka bir şeyi ifade ediyorlardı. Kısaca siyasi, mali ve sosyal
sahada taşranın yeni efendileri onlardı. Bu dönemde özellikle Balkan sahas¬
ındaki ayanlar, son derece etkin ve yetkindiler'4.

Aynı dönemde, bugünkü Bulgaristan sahası söz konusu olduğunda,
Tuna kıyısında konuşlanmış üç büyük ayanın Tuna’nm güneyinden Ege
Denizi’ne kadar olan bölgeyi hakimiyetleri altında tuttukları söylenebilir. Bu
ayanlar Vidın’de Pazvantoğlu Osman, Rusçuk’ta Tirsinikli İsmail ve Silis-
tre’de Yılıkoğlu Süleymandır (Uzunçarşılı 1942:3). Bunlardan ikisi, Paz¬
vantoğlu ile Tirsinikli, Vıdin ve Rusçuk merkez olmak üzere oldukça geniş
bölgelere hükmederler ve önemli ölçüde servet birikimine sahiptirler. Dolay¬
ısıyla şehirlerin gelişimine yerel yöneticilerin katkısını tartışmak içm iyi
birer örnek teşkil ederler.

Vidin şehri M.Ö. 3. Yüzyılda kurulmuştur8. Tuna’nın sağ tarafında, bu¬
günkü Bulgaristan’ın kuzey-batısmda yer alır. Romalılar döneminde
Bononia, 11. yüzyılın başına kadar Budin ya da Bdin olarak adlandırılan
şehir, askeri ve idari bir merkezdir. 13. Yüzyılın ikinci yarısında şehir Vidin
Prensliği’nin ve daha sonra Vidin Krallığı’nm ana şehri haline geldi؛“.
1398’de Osmanlı egemenliğine girdi (Herbert 1896:14). En önemli liman
şehirlerinden biri olan Vidin, bir ticaret merkezidir
1؛.

Pazvantoğlu Osman, 1758’de Vidin’de doğmuştur. Aslen Tatar olduğu
söylenen bu zatın mensup olduğu aile, mazide Bulgaristan’ın fethine de kat¬
ılmıştır. Osman’ın babası Omer Ağa, Vidin’in saygın kişilerinden biriydi.
Osmanh-Rus savaşı esnasında gösterdiği başarı sebebiyle Boursa ve Kırsa
köylerinin tımarı ile ödüllendirildi. Bu olaydan sonra servetini artıran Omer
Ağa9, sahip olduğu topraklan ile bölgenin en zengin ağası haline gelmiştir.
Ancak bu arada keyfi davranışları sebebiyle devlet tarafından cezaland¬
ırılmış, idam edilmiştir. Oğlu Osman bu sırada kaçarak kurtulmuş, ancak
daha sonra Avusturya savaşlarında gösterdiği başarılar sebebiyle Vidm’e
dönmesine izin verilmiş ve babasının topraklarından bir kısmı kendisine iade
edilmiştir. Vıdin’e bu şekilde yerleştikten sonra Pazvantoğlu Osman hızla
servetini ve gücünü artırmıştır. Neticede 1790’larm ortalarına gelindiğinde,
Vidın’in tek hakimi olmuştur denilebilir. Ancak, kendi hakimiyet alanını ve
gücünü artırmak için giriştiği faaliyetler hem Tuna boyundaki en önemli
rakibi olan Tirsinikli İsmail Ağa’yı, hem de hükümeti rahatsız etmiştir.
1798’de devlete karşı son isyanında da hükümet kuvvetlerim yenmiştir. Os¬
man’ın istediği vezaret olduğu için, devlet bu rütbeyi kendisine verdiğinde
hem isyan hareketleri son bulmuş, hem de Vidm bölgesinde eşkıyaların ya
da dış devletlerin saldırılarına karşı sınırlarını ve halkını savunmuştur (Eren
1964:532-535; Zens 2002:91,103; Ozkaya 1983:32,33,101).

Pasvantoğlu'nu, merkeze ve onun otoritesine bazı durumlarda karşı
çıkmış bin olarak, devleti ve devletin kutsallığını, otoritesini temel alan tarih
yazımı içerisinde bir ası, bir düzen bozucu ya da bir zorba ‘derebeyi' olarak
görmek mümkündür1. Ancak bu bakış açısı oldukça tek yanlıdır ve eksiktir.
Vıdin’e hakim olduğu süre boyunca Pazvantoğlu Osman bölgenin kalk¬
ınması için çeşitli imar faaliyetleri başlatmış, Vidin’ı ve havalısını bayındır
bir hale getirmeye çalışmıştır. Batı’dan birçok yenilik getirmiş, Vıdin’ı ca¬
miler, yollar ve binalarla güzel ve gelişmiş bir kent biçimine sokmuştur
(Eren 1964:535; Herbert 1896:26). Ozkaya’nm ifadesiyle Vidın'e yerleştiği
günden beri Pazvantoğlu’nun düşüncesi “....yeni bir atılım ile halkına en¬
düstri ve ticaret kaynakları sağlamak, ziraati canlandırmak, çok kuvvetli bir
donanma yapmak...” dır (Ozkaya 1983:34).

Pazvantoğlu’nun Vıdin bölgesine böylesi yatırımlar yapmasının ardında,
kendini bir yönetici olarak ve hatta bir “efendi” olarak algılaması aranabilir.
Bir “efendi”nin tebaasına karşı koruyucu ve kollayıcı olması, onun kendini
halkın gözünde meşru kılmasını sağlayabilir. Pazvantoğlu’nun bölge halkı
ile olan ilişkilerine bakıldığında, onun, bir ‘zorba’ olarak anılmaktan çok
sevilip, sayıldığı ve desteklendiği görülür. Mesela Pazvantoğlu Osman’ın
devletle karşı karşıya geldiği çatışmaların ertesinde, onun affedilmesi ricası¬
nı içeren. Vidin halkından pek çok kişinin imzaladığı mahzarlar İstanbul’a
gönderilmiştir (Ozkaya 1983:58; Zens 2002:92; Hatt-ı Hümayun:2941/C).
Her ne kadar bu mahzarların yazımında, Pazvantoğlu gibi bir güce karşı
çıkmanın halk ve bölgenin seçkinleri üzerinde yarattığı psikolojik baskı ve
korkunun da etkisi olabileceği gibi, kendilerini kollayan güçlü bir yerel
beyi, artık etkisi çok az hissedilen ve bölgeye ciddi bir asken operasyonla
bile giremeyen merkezi güce karşı tercih etmiş olmalarının da önemli bir
saik olması mümkündür. Pazvantoğlu’nun halkını koruyan, kollayan tutu¬
muna bir örnek de, vezaretinin iadesinden sonra halkın ödeyemediği vergile¬
ri kendi hazînesinden tamamlayıp merkeze göndermesinde bulunabilir (Eren,
1964: 535). Bölgesinde bulunan Müslüman ve gayrımüslüm halka karşı iyi¬
likseverliği, hoşgörüsü ve yardımlarını esirgemeyişi gibi özellikleri onu
halkın bilincinde iyi bir noktaya yerleştirmiş olmalıdır ki, bugün hala iyi
hatırlanan bir tarihsel kişilik haline gelmiştir (Herbert 1896:26,27; Eren
1964:535)10.    .

Bu çalışmada ele alınan bir diğer şehir Rusçuk’tur. Rusçuk, eski Os¬
manlı metinlerinde
Urusçuk olarak anılmaktadır, Bulgarca adı ise Rııse,
Rousse, Ryce'
dir. Tuna'nm en önemli geçit noktalarından bin olan kent,
ayrıca önemli bir liman kentidir. Bugünkü Bulgaristan topraklarının kuzey¬
batısında Tuna boyunda yer almaktadır. Tıpkı Vidın gibi Romalılar zamanı¬
nda kurulmuş olan şehir, o dönemde
Prisca adını taşımaktadır. Rusçuk
1393’de Yıldırım Bayezid tarafından fethedilmiş ve Osmanlı egemenliğine
girmiştir. Osmanlı hakimiyetinde hızla gelişen kent 16. asrın başlarında ula¬
şım, ticaret, sanayi ve askeri açıdan çok önemli bir merkez halını almış ve bu
açıdan ön plana çıkmış olan Niğbolu ve Sılistre gibi bölgeleri geride bı¬
rakmıştır. 18. yüzyılda bu bölgede yün, ipek, deri ve tütün ticareti yaygın
olarak yapılmaktadır (Babinger Tarıhsiz:784,785).

18. yüzyılda Rusçuk bölgesine hakim olan ayan Tirsinıkli İsmail’dir.
İsmail, Rusçuk ayanı Tirsiniklioğlu Ömer’in kardeşidir. Ömer, reayaya ezi¬
yet ettiği için idam edildikten sonra, İsmail adamlarıyla birlikte Rusçuk ve
Ziştoy etrafında üç sene kadar eşkıyalık yapmıştır. Eflak Voyvodasının yard¬
ımlarıyla affedildikten sonra, 1796’da Rusçuk ayanlığını ele geçirmiştir.
1800’de Padişahın kız kardeşi olan Şah Sultan’m Tımova’dakı mukataaları-
nın voyvodalığını da almıştır. Ayrıca, eşkıya üzerine yararlı hareketler ger¬
çekleştirdiği için çeşitli toprakları malikane olarak ele geçirmiştir. İsmail,
devletin Rumeli eşkıyalarını ve Pazvantoğlu’nu ortadan kaldırmak içm
başvurduğu ayanlardan biridir aynı zamanda. Pazyantoğlu’nun Rusçuk böl¬
gesine doğru ilerlemesini engellemek, doğal olarak öncelikle kendi haki¬
miyet alanını korumak için gereklidir. Aynı zamanda Silistre ayanı Yılıkoğlu
Süleyman’a karşı da aynı amaçla harekete geçmiştir. Pazvantoğlu Osman’ı
durdurmak içm yaptığı çalışmalar sebebiyle, kendisine, talep ettiği kapucu-
başılık rütbesi verilmiştir. Tirsinikli. sayısı 40’ı geçen kazalarının tamamında
işleri kendi elinde toplamış ve tayin ettiği ayanlar aracılığıyla bölgeyi yö¬
netmiştir. İlk zamanlarda yalnızca Rusçuk ayam ve Tımova Voyvodası iken,
kısa sürede Ziştoy, Hazergrad, Osman Pazarı, Şurnnu, Pravadi, Varna, Do-
bruce, Burgaz, Islımye ve Eski Zağra bölgelerini ve Köstence'den Midye’ye
uzanan kıyı boyunu ele geçirmiştir. Tirsinikli’nin bu yayılmacı hareketlen
karşısında, merkez Silistre ve çevresini rahat bırakması konusunda kendisini
defalarca uyarmış, ancak harekete geçmemiştir. Tirsinikli istemediği içm
bölgeye giremeyen Silistre valisi, bu konunun halli için üzerine harekete
geçecekken, İsmail 1806’da kimliği bilinmeyen kişilerce öldürülmüştür
(Uzunçarşılı 1942:8-32; Bakardjıeva 1999:632,633).

İsmail Ağa, tıpkı Pazvantoğlu’nun yaptığı gibi bölge halkının istek ve
arzularını dikkate almıştır. Ticaret yollarını koruması, yerli üreticiyi savun¬
ması. 18. yüzyılın kaotik ortamında güvenli bir yaşam alanı ve iş güvencesi
sağlaması gibi özellikleri nedeniyle bölge halkı tarafından kabul gören ve
daha sonra sevilen bir ayan olmuştur. Bölgesinde yaptığı ticari faaliyetler
neticesinde Rusçuk, dönemin oldukça önemli bir ticaret merkezi haline gel¬
miştir. Nitekim şehir, pazarlarında her türlü malın bulunduğu, her şeyin bol
olduğu bir kasaba halindeydi. Yabancı tüccarlar Rusçuk’ta ofisler açmışlardı
ve Rusçuklu tüccarlar da yurtdışı ile sürekli bir bağlantı içerisindeydi. Bu
gelişmiş ticaret sayesinde şehirde Avrupa’dan getirilen çeşitli mallar bolca
bulunabiliyordu ve bu sayede hem yaşam standardında bir gelişme, hem de
zevklerde, tüketim alışkanlıklarında bir değişim söz konusu oluyordu (Ba-
karjıeva 1999:633,635).

Bunun yanında İsmail’in gayrimüslimlere karşı hoşgörülü yaklaşımı ve
hatta ticaretle uğraşanları desteklemesi hem bölgenin kalınmasını sağlayan
bir unsur oluşturdu hem de İsmail’in halk arasında popülarite kazanmasını
sağlamıştır. Şehirdeki tüccarların yurt dışı pazarlar için üretim yapmaları,
malların kalitesini artırmıştır (Bakardjieva 1999:636).

Bu gelişmiş mali düzey şehrin mimarisine de yansımıştır. Camileri,
yüksek minareleri çeşmeleri, dükkanları ile Rusçuk döneminin pek çok ken¬
tinden daha çekici bir görünüme sahiptir. Bu durum bölgeyi gezen seyya¬
hların yazılarına da yansımıştır. “Çin tarzında inşa edilmiş evler ve çok ren¬
kli bir şekilde boyanmış yüksek minareler, evler, villalar, bir çok yeni şeyle
birlikte, yarım milden uzun nehir boyunca eanlandırılmıştı”. 1797 yılında,
İngiliz ](١١٦٨ Jackson, Hindistan’dan dönerken Pusçuk'u ziyaret etmiş ve
burasım, kiverpol kadar büyük ve sık nüfuslu bir yerleşim yeri olarak yazm-
işti”. 'I'irsinikhoğlu aynı zamanda su sağlama sistemi ve saat kulesinin yap¬
ılması gibi önemli inşa faaliyetlerine de girişmiştir (Bakardjieva 1999:ر37ة.

Sonuç

Şehir kavramı üzerinde tartışırken ilk problem şehrin tanımı konusunda
yaşanır. Hangi özelliklere sahip yerleşiın birimine şehir denir? Hangi para¬
metrelere sahip olan yerleşim birimi kasaba ya da kent olarak adlandırılabı-
lir? Şehirleşme demlen gelişim nasıl bir süreci tanımlar? Tüm ١٦٧ soruları
cevaplama çabasının temelinde belki de tüm bilimlerde olduğu gibi genel bir
tanıma, genel bir çerçeveye ve en temelinde genel-geçer bilgiye ulaşma ça¬
bası yatmaktadır, 'l’arih bilimi söz konusu olduğunda, beşeri bilimlerin ka¬
vramlarını kullanarak yapılan çalışmalarda bu tür tartışmaların yaşanmaması
mümkün değildir. Şehir tanınnn، daha çok sosyologların yapması ve üstelik
bu kuramların ve tanımların Batılı bilim adamlarınca oluşturulmuş olması,
tarihsel bir çalışmada bu kavramların uyarlanmadan kullanamasın، engelle-
mektedır. Tarih bilimi çerçevesinde, her tanım, incelenecek konu üzerinden
dönemine ve mekanına göre yeniden yapılmalıdır. Dolayısıyla, tarihsel çalı¬
şmalarda, şehir tanımının çalışılan bölgeye özgün olarak
İÇİ doldurulmalıdır
denilebilir. Ancak, tüm Osmanlı şehirlerinde görülen ortak özelliklerden
mesela cuma camii, pazar yeri, kapalı çarşı vb.- de bahsedilebilir.

Şehir tanımıyla birlikte bir yerleşim birimini şebırleştıren unsurlar şehir
tarihi çalışmalarının en önemli konuları arasında sayılabilir. Tkonomik, idari,
askeri özellikleri bölgenin kentleşmesine sebep olan unsurlar arasında say¬
ılabilir. Bu saiklerin birinde ya da bir kaçında yaşanan gelişme, yerleşim
biriminin kentleşmesine yol açabilir. Kentin seçkinleri, idarecileri genellikle
bu gelişmede oldukça önemli rol oynarlar. Çoğu zaman kendi çıkarları için
yaptıkları ticari yatırımları, imar faaliyetleri ya da sanatsal eğilimleri, hakim
oldukları bölgenin bayındır hale gelmesine zemin hazırlar. Vidiıı ve Rusçuk
örneğinde görülen, daha çok ticari ilişkilerin gelişmesine bağlı olarak şehir-
Icrin bt'ıyt'ımesıdır. 18. yüzyılda, Osmanlı taşrasının genelinde hakim olan
ayanlar; Vidın’de Pazvantoğlu Osman, Rusçuk’ta Tırsimklı İsmail, kendi
hakimiyetlerini pekiştirmek, servetlerini g'liştirm؟k, güçlerini artırmak gibi
farklı sebeplerle ticari faaliyetlere girişmişlerdir. Özellikle Avrupa ile girişi¬
len bu ticari ilişki hem bölgelerin ekonomik gelişmesini sağlamış, hem de
Avrupa kültürünün ve mallarının bölgeye girişini kolaylaştırmıştır. Bu yolla
bölge insanları için
ل'ا'انآاانآ>أ anlamda farklı bir diinya 1؛^ ilişki kurma kanalı
açılmıştır, üstelik tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle birlikte yaşam
standardının da yükseldiği, en azından farklılaştığı düşünülebilir, Ticari faa¬
liyetin bu derece gelişmesi ve zevklerin değişimi, mimari yapılarında
değişimini beraberinde getirmiştir. Netice itibariyle 18. yüzyıl Osmanlı taş¬
rası söz konusu olduğunda, ayanların şehirlerin gelişimine oldukça önemli
katkılarının olduğu söylenebilir.

Kaynakça

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Hatt-ı Hümayun 70 :ا)لربم:ه(أ, Gömlek No: 294l/c.
AKDAĞ, Mustafa, (1995a).
Türk Halkının Dirlik Düzenlik Kavgası - Celali isyan-
lan,
İstanbul: Cem Yayınevi.

AKDAĞ, Mustafa, (1995b). Türkiye 'nin iktisadi ve içtimai Tarihi 2, İstanbul: Cem
Yayınevi.

" Mustafa, (1999). “Osmanlı Şehrine Kavramsal Bir Yaklaşım", Os-
manii
, c. 5, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 536-544.

BABINGER, Franz, (1964). "Rusçuk"; İslam Ansiklopedisi, C.9, Ankara: MEB
Basımevi, 784-787.

BAKARDJIEVA, Teodora, (1999). “Kargaşa ye Yaratıcılık Arasında: XVII؛. Yü-
zyılm Sonu ve XIX. Yüzyılın Başında Bir Taşra Kasabasının Hikayesi”,
Os
manii,
c.5, Ankara: Yeni ■آ'ر؛آا؛ء Yayınları, 631-639.

BAYKARA, Tuncer, (1999). “Osmanlı Devleti Şehirli Bir Devlet midir?”, Osmanlı,
Cilt 5, Ankara: Yeni Türkiye Yayııılai‘1, 528-535.

ELDEM, Edhem, Daniel GOFFMAN, Bruce MASTERS, (2003). Doğu ite Batı
Arasında Osmanlı Kenti
. (çev. Sermet Yalçın), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları.

EREN, ••C€vat, (1964). Pazvand-Oğlu”, İslam Ansiklopedisi, Ankara: MEB Bası-
mevı 532-535.

ERGENÇ, Özer, (1988). “Ş،‘lı؛ı اااأ'!لآ؛ Araştırmaları Hakkında Bazı Düşüncele؛”,
Belleten, Cilt 52, Sayı 203, Ankara: TTK Yayınları, 667-683.

FAROQH1, Suraıya, (2000). Osmanlı 'da Kent ve Kentliler, (çev. Neyyir Kalaycı-
oğlu), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

FAROQH؛, Suıaiya, (2004). ؛؛Krizler ve Değişim 1590-1699”, Osmanlı imparator¬
luğu
د Ekonomik ve Sosyal Tarihi !600-1914, 2, İstanbul: Eren Yayın¬
cılık.

HERBERT, William V., (1896). The Chronicles of a Virgin Fortress Londra: Os¬
good, Mcllvaine ه Co.
httpa'tdk.org.tı/tdksozlıık/SOZBl^.ASP'/GenDon-O&EskıSoz^&kelime^ŞİEjSfehir
httgy/vidin.iwebland.com/mumcipalitveng/mfonn/indexeng.php.

İNALCIK, Halil, (1978). “İstanbul”, The Encyclopedia of İslam, Leiden: E.J. اا؛آلا-

McGOWAN", Bruce, (2004). “Ayanlar Çağı„ 1699-1812”. Osmanlı imparator¬
luğu ■tutu Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1600-1914
, c, 2, İstanbul: Eren Yayın¬
cılık.

NAGATA, Yuzo, (1999). Muhsinzade Mehmed Paşa Ve Âyânlık Müessesesi, izm؛r:
Akademi Kitabevi.

ÖKTEN, Saadettin, (1999). “Osmanlı Kentinde Estetik üzerine Deneme”, Osmanlı,
€.١٠, Ankara:Yeni Türkiye Yayınları.

ÖZKAYA, Yücel, (1983). Osmanlı imparatorluğu 'nda Dağlı isyanları (179i-
1808),
Ankara: Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Basımevi.

ÖZKAYA,Yücel, (1994). Osmanlı İmparatorluğu 'nda Âyânlık, Ankara: TTK Yay¬
ınları.

RAYMOND Andre, (1995). Osmanlı Döneminde Arap Kentleri, (çev. Ali Berktay),
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

SADAT, Deena, (1972). “Rumeli Ayânları:The Eighteenth Century.” Journal of
Modern Histoiy
, XLIV,3.

UZUNÇARŞILI, Ismail Hakk،, (1942), Meşhur Rumeli Ayanlarından Tirsinikli
İsmail, Yılık Oğlu Süleyman Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa
, İstanbul: Ma¬
arif Matbaası.

^EBE^, Max,(ر958ل. The City, (çev. ve ed. Don Martindale ve Gertrud Neuwirth),
Illinois: The Free Press.

YEDIYILDIZ, Bahaeddin, (1999). “OsmanlIlar Döneminde Türk Vakıfları ya da
Türk Hayrat Sistemi”,
Osmanlı, Cilt 5, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 17-

ZENS, Robert, (2002). “Pasvantoğlu Osman Paşa and the Paşalık of Belgrade 1791¬
1807”,
International Journal of Turkish Studies, Vol.8, No:82 ا, s. 89-105.

1

http://tdk.org.tr/tdksozluk/SOZBUL.ASP?GeriDon=0&EskiSoz-=&kelime=%FEehir

2

Weber’in şehir tanımı ve çözümlemeleri için bkz. Weber (1958).

3

Dikkat edilecek olursa, Faroqhi, esas kriter olarak vergi veren nüfusu almıştır.
Barkan’m neredeyse bir standart halini almış olan hane halkı sayısına dair tezi
düşünüldüğünde, ilgili dönemde Silifke’de yaşayan nüfusun gene de 500 kişiyi
aşmadığı görülür.

4

   İstanbul örneğinden hareketle İnalcık, Müslüman toplumun dinlerinin gereğini
yerine getirebilmelerini ve bir İslam şehrinin kendilerine sağladığı imkanlardan ve
hayat tarzından yararlanabilmelerini olası kılmak için şehrin Islamı karaktere
büründürülmeye çalışıldığını dile getirir. Temel prensip, şehrin inanç merkezlen

5

etrafında y^lanc)ırılm؛،$ı ve dini zomnluluklarla uyumlu hale getirilmesi
yönündeki klasik Ortadoğu geleneğidir. İnalcık (1978:226).

' Söz konusu makalesinde Yediyıldız, Osmanlı vakıflarını detaylı bir biçimde ele
alır. Özellikle vermiş ا
اغلااآ1ه rakamlar oldukça çarpıcıdır. Barkan’dan alıntılayarak
verdiği Fatih külliyesine dair veriler, bu ا
الآالاااا1ا örnekler. Buna göre, Fatih külli-
yesinin akarı olarak İstanbul ve Galata semtlerinde 4250 dükkan, 3 iş hanı. 4 ha¬
mam, 7 köşk, 9 bahçe ve esnaf çarşısı ile 1130 ev yaptırılmıştır.

6

   Bu hareket alanı sebebiyle Faroqhi, Osmanlı kentlerini ‘yarı-bağımlr bir statüde
görmektedir. (Faroqhi 2004:700).

7

   İltizam ve malikane usulü ile mültezimlere devredilen yalnızca vergi toplama
görevi değildir. Genişçe bir bölgenin ekonomik sorumluluğunu alan bu kişiler idari
görevleri de üstlenmişlerdir. Bir çok ayanın voyvodalık görevini de
üstlenmiş ol¬
ması bunun bir göstergesidir. (Uzunçarşılı 1942:6)

8

   Vidin şehrinin kuruluş tarihi hakkında fark)] görüşler de mevcuttur. William l-ler-
bert, şehrin Romalılar tarafından 1. Yüzyılda kurulduğunu iddia etmektedir. (Her¬
bert 1896: 2).

9

Yücel özkaya, Ömer Ağa’nm bir dönem Yidiıı'e Nazır olarak atandığını ؛ddia
etmektedir, özkaya (1983:32).

10

Eren makalesinde (1964), Pazvantoğlu’nun yaşadığı dönem içerisinde oldukça
sevilip sayıldığını ve hatta ününün Ege adalarındaki denizcilerin şarkılarına kadar
yansıdığını söyler, s.534