ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

GEORGES BRASSENS’DE YABANİ OT AŞK VE EROTİZM TAYFLARI1

Yrd. Doç. Dr. Abidin EMRE2

Frankofoni, 2008,(20):223-234

“Je ne fais pourtant de tort à personne
En suivant les ch’mins qui ne mèn’nt
pas à Rome

Mais les brav’s gens n’aiment pas que
L’on suive une autre route qu’eux”

Georges Brassens

AMOUR ET EROTISME CHEZ BRASSENS

Georges Brassens, l’une des figures mythiques de la chanson française du 20ème siècle, est aussi
un poète de talent. Il a créé un lyrisme réaliste en suivant la tradition des poètes médiévaux. Ce
«polisson de la chanson», ce «poète chanteur» qui joue de la guitare, qui chante de sa voix
impressionnante et qui a su prendre la place qu’il mérite dans la série «Poètes d’aujourd’hui», s’est
exprimé clairement en se révoltant ironiquement contre les pensées toutes faites et les oppressions.
Chez Brassens, la révolte et la colère se manifestent sous la forme de «farce». Il choisit ses
personnages parmi les hommes malheureux, les clochards, les prostituées que l’on peut également
rencontrer chez Boris Vian dans son roman «Je cracherai sur vos tombes» ou dans les poèmes
d’Ece Ayhan. Il trouve chez ces exclus quelque chose de sacré qui est aussi celui de sa révolte
contre l’ordre établi. Le langage courant et l’argot caractérisent la poésie de Brassens. Ces mots
obscènes que les gens du peuple créent et utilisent ne servent qu’à exprimer l’essentiel de la
manière la plus directe, tout en rimes de qualité. La chanson n’est plus la fantaisie du poète, mais
la voix de tous : ce grand poète sera abordé non seulement à travers ses poèmes, mais aussi à
travers ses caractéristiques : «l’anticonformisme», «l’anticléricalisme», «l’antimilitarisme»,
l’amour et l’érotisme.

Mots clés : anticonformisme, antimilitarisme, anticléricalisme, la mauvaise herbe, amour,
érotisme, les pauvres diables.

GEORGRES BRASSENS- WILD PLANTS, LOVE AND
EROTICISM RAINBOW (I)

George Brassens rightfully deemed as one of the most important names of the French chansons is
also a highly memorable poet. In continuing the traditions of the poets of antiquity and the Middle
Ages he has added true lyricism to poetry. Playing his guitar and singing in his impressive voice.

This poet-singer, this rebellious spirit, jeering all regular and stilted oppressive thoughts, making
listeners/readers smile with his derisive language, chose to express himself and display his attitude
frankly. In Brassens works rebellion and fury is reflected through a form of crude humor
(la
farce).
As can also be noted in the works of Boris Vian (Mezarlarınıza Tüküreceğim) and the poetry
of Ece Ayhan, all those who have been herded out of the limits of polite society, unhappy people,
bums, drunkards, harlots, are his main inspirations. He finds a kind of ‘sanctity’ in these figures.
In a way this is the sanctity of upheaval, of revolting against a set system. Every day language and
slang are among the primary features of Brassens poetry. These crude and very explicit examples
are the most economical forms of expression presented by the public. To say nothing of the
wonderful rhyme concocted.
Chanson, no longer a fantasy of the poet, is our inner voice; because,
Brassens works witnessed by the masses are unprecedented forces in the renewal of ideals.

Key words: nonconformism, antimilitarism, anticlericalism, “la mauvaise herbe”, love,
eroticism, poor devil

İkinci Dünya Savaşı sonrası yetişen “poète-chanteur” kuşağının önde gelen
adlarından. Fransız “Şarkı Rönesansı”nı, baharını gerçekleştirmiş bir kuşaktan.
1950’li yıllardan ölüm tarihi 29 Ekim 1981 yılına varasıya geçen otuz yıllık
dönemde 250’ye yakın metin yazmış, bunlardan 200’ünü besteleyip yorumlamıştır
gitarıyla. Şiirlerinin karmaşıklığı, yirmiden fazla dile çevrilmesine engel olmamış,
dahası metinleri okullarda okutulmuş, 1969 yılında Brassens’in metinleri I’Ecole
Normale Supérieure’ün giriş sınavında sorulmuştur.

Besteleyip yorumladığı metinlerinin üçte birine yakını bu çalışmanın konusu.
Söz konusu metinleri incelemenin öyle pek kolay olmadığını söylemeliyim. Zorluğu
yaratan etmenler arasında, gündelik konuşma dili, halk deyimleri, argo sözcükler ve
hayatın değişik alanlarına ilişkin kültürel göndermeleri önemli bir yer tutar. Mutsuz,
serseri, ayyaş, fahişe v.b. unutulmuş, dışlanmış, toplum dışına itilmiş (“des laissés-
pour-compte”), yoksul zavallı (“ces pauvres diables”)’lardan yana tavır aldığı
düşünülürse, Brassens’in dilinin böyle olması doğal.

Anarşist, “anti-otoriter” düşüncelere yakınlığı bilinen Brassens’in şarkılarında,
Léo Ferré’ye bakarak siyasanın daha az yer tuttuğu söylenebilir. Bu şarkılarda, daha
çok, acı ve mutlulukları vardır, yukarıda anılan kesimden insanların.

Piposu, fitilli kadifeden elbisesi, bıyıklarıyla homurdanıp duran (Alphonse
Bonnafé, “Brassens’in dermek istediği çiçekler, başkaldırı ve öfkenin çiçekleridir”
der, bkz. Georges Brassens, “Poètes d’aujourd’hui”, Ed Seghers, 1963, s. 10-11),
sahnede gitarıyla sıkılgan ve alışık olunmadık bir biçimde şarkılarını yorumlayan,
insancıl, anarşist ve barışsever, “Fransız Şansonu’nun bu kopili”nin, efsane
kişisinin oyalanmadan, o güzelim metinlerine bir ayak önce dönmek en doğrusu
galiba.

Kurulu düzene karşı başkaldırısıyla toplumda gözlemlediği ikiyüzlülüğe karşı
duyduğu öfkeyi, kaba güldürü (la farce) yoluyla açığa vurur (bkz. Alphonse
Bonnafé,
a.y., s. 15-16). Öfkesinden kurtulduğu zamanlarda da, “doğal, yapmacıksız
küçük mutluluklar”a, “özü bakımından “antisocial” (Cemal Süreya’nın tanımlamasıyla
“gayri meşru”) olan aşka, erotizme yelken açar. Ancak, bu cenâhta dostluğu
başköşeye oturtmayı da savsaklamaz (“Les copains d’abord”).

Brassens’in mercek altına alınan altmış küsur metni, kabaca şu başlıklar altında
kümelendi (kabaca derken, tek bir tema baskın olarak varlığını duyursa da bir
metinde, başka öğeler de karışıyor o bütünün içine. Tıpkı yazın akımlarında olduğu
gibi. “Anticonformisme” başlığı altında yer alan kimi metinlerde “antimilitariste”
öğelere de rastlanıyor sözgelimi. Tersi de olabiliyor. “Ces pauvres diables”
bölümlemesinde aşkla dostlukla karşılaşılması gibi).

1.    Anticonformisme (“Anti-braves gens” olarak da andandırılabilir).

2.    Antimilitarisme (“le pacifisme” (barışseverlik), “anti-guerre” (savaş
karşıtlığı) ve “anti-patriotes” olarak da ad verilebilir).

3.    Anticléricalisme (“Anti-curés”).

4.    “L’amour”-“La passion” (Bu bölüm, “ces pauvres diables”la iç içe).

5.    “Ces pauvres diables” (Aşk, acıma, dostluk ve “anticonformisme” bu

bağlamda ortak temalar).

* * *

1. “Anticonformisme” başlığı altındaki on bir metnin sıralanışı şöyle: La
Mauvaise réputation, Le Gorille, Brave Margot, La Mauvaise herbe, Le
Nombril des femmes d’agents, Le Pornographe, Le Petit joueur de flûteau,
Chansonnette à celle qui reste pucelle, Don Juan, Mourir pour des idées, Les
Amoureux des bancs publics.

İlk bölümün en dikkate değer metinlerinden La Mauvaise réputation
İspanyolca’ya da çevrilmiş. Paco Ibañez yorumlamış. İlk bentte köyde kendi halinde
yaşayan, adı kötüye çıkmış, “sakıncalı” bir anlatıcı, Brassens var karşımızda.
Yapılması gereken ne varsa yapsa da, sessiz sâkin bir köşede yaşasa da “bilmem ne,
bir şey” (“un je-ne-sais-quoi”) olmaktan kurtulamaz. Etliye sütlüye karışmadan,
kendi halinde yaşarken kimseye bir kötülüğü de dokunmaz. (Brassens, burada
“suivre son petit bonhomme de chemin” deyimini “suivre son chemin de petit
bonhomme” olarak değiştirir). Kendi halinde yaşasa da, “les braves gens” (“saflık,
bönlük derecesinde iyi, namuslu kişiler”) kendilerinin yolundan değil de başka bir
yoldan gidilmesinden (farklı bir biçimde yaşayıp, farklı düşünceler, farklı
davranışlar içinde olunmasından) hoşlanmazlar: “Mais les brav’s gens n’aiment pas
que/L’on suive une autre route qu’eux”. Bu iki dize bir nakarat, şiirin her bendinde
yinelenen. Bir “anti-braves gens” vurgusu. Brassens, toplumdan çok, toplumu bu
hale sokan “birey”i karşısına alıyor. Toplumda yapılacak gerçek devrimi, gün be gün
daha iyi bir birey olma yolunda atılacak adımlara bağlıyor.

İlk bentin son iki dizesinde alaysamalı bir eğretilemeye başvurur Brassens:
“Kov yapar herkes ardım sıra / Doğal olarak dilsizlerin dışında” (Tout le monde
médit de moi, / Sauf les muets, ça va de soi”).

İkinci bentte, Ulusal Bayram günü olan 14 Temmuz’da yumuşacık yatağından
çıkmadığını, uygun adım yürüyüş marşının kendisine göre olmadığını, borazan sesi
duymak istemeyerek de kimseye bir fenalığının dokunmadığını dillendirir: “Le jour
du Quatorze Juillet / Je reste dans mon lit douillet. / La musique qui marche au pas,
/ Cela ne me regarde pas. / Je ne fais pourtant de tort à personne. / En n’écoutant pas
le clairon qui sonne”. Brassens’in “anticonformisme”iyle “antimilitarisme”i bir
arada bu bentte. İkinci bendin sonunda, “les braves gens” nakaratının ardından,
“çolakların dışında herkesin kendisini parmağıyla gösterdiğini, işaret ettiğini”
söylüyor.

Üçüncü bentte elma aşıran zavallı, gariban bir çocuğun peşine düşen bir köylü
(“un cul-terreux”, fam. ve péj. anlamda kullanılmıştır) çıkar karşımıza. Köylü,
anlatıcının savurduğu tekmeyle kendini yerde bulmuştur. Bütün yaptığı, elma
hırsızlarının kaçmasına yardımcı olmaktır. Ancak, karşısına yine “les braves
gens”lar dikilir. Üzerine çullanır herkes, doğal olarak kötürümler dışında.

Son bentte, Jérémie’den, Kutsal Kitap’ta geçen bir peygamberden söz eder ve
bu addan türemiş anlamıyla da kendisine biçilen talihi anlamak için ağlayıp
sızlanmaya gerek olmadığını anlatır. Ellerine geçirecekleri ilk fırsatta boynuna bir ip
geçireceklerini, Roma’ya gitmeyen yolları izlemekle aslında kimseye bir zararının
dokunmadığını, gelgelelim, “les braves gens”ların başka yollardan gidilmesinden
hoşlanmadığını, bu yüzden asıldığını görmek için körlerin dışında herkesin
toplanacağını, son sözleriymişcesine dile getirir. Brassens burada “non-
conformisme” bağlamında, herkesin bildiği bir deyimi ters yüz ederek kullanır: “En
suivant les ch’mins qui n’mén’nt pas à Rome”.

Yine bu bölümde, idam cezasının kaldırılması için genç bir yargıcı fazlasıyla
sarakaya alan Le Gorille şarkısı, bir ara yasaklanmışsa da sonra serbest bırakılmıştır
(Ölüm cezası, Fransa’da 9 Ekim 1981 tarihinde kaldırılmış, Brassens’in ölüm tarihi
ise aynı yılın 29 Ekim günüdür).

Bu bölümün bir başka metni La Mauvaise herbe. Yine les braves gens’lara
seslenerek, görüşleri doğrultusunda bir eğretilemeyle “Je suis d’la mauvaise herbe”
(yabani otum) vurgusunu yapar. Tanıdığı bir kızdan “Elle se vend aux autres / Braves
gens, braves gens / Elle se donne à moi / C’est immoral et c’est comm’ ça” diye söz
ettikten sonra genel olarak insanlara geçer: “Les hommes sont faits, nous dit-on, /
Pour vivre en band’ comm’ les moutons, /Moi, j’vis seul, et c’est pas demain / Que
je suivrai leur droit chemin. “Grup, topluluk düşüncesine de, hazır basma kalıp
düşüncelere de tavır aldığı görülüyor. “Doğru yolları”nı (leur droit chemin)
karşısına alırken birey olmayı öne çıkarıp yüceltiyor. Çünkü, “birey olarak
özgürlüğümüzün sınırlandırılması” anlamına gelmektedir grup, topluluk. Kişisel
istencimizin sıfıra inmesi bir bakıma. Brassens’in gözünde bir nedenden dolayı bir
şeyler yapmak gerekiyorsa, tek başına yapmak gerekir.

* * *

2. “Antimilitarisme” başlığı altındaki bu ikinci kümede şu metinler göze
çarpıyor: Corne d’aurochs, Hécatombe, La Tondue, Les Deux oncles, Les
Patriotes, La Guerre de 14-18, Mourir pour des idées.

Bu bölümün ana temaları olarak barışseverlik (le pacifisme), savaş karşıtlığı
(anti-guerre), anti-patriotes kavramları çıkıyor karşımıza. Hécatombe (Kıyım,
insan kıyımı) adlı metinde Montmartre’daki Briv’-la-Gaillarde çarşısında bir
düzine kadar gözüpek, hoppa kadın (la gaillarde) bir hiç yüzünden saç saça, baş başa
birbirlerine girerler. Kavgayı yatıştırmaya gelen jandarmalar başlarına iş açmışlardır.
Öfkelerinde ölçüyü kaçıran bu güçlü kuvvetli, hecinni gibi kadınlar, jandarmaların
üzerine çullanırlar (atlayıp özetleyerek aktarıyorum): “La plus grasse de ces
femelles / Ouvrant son corsage dilaté / Matraque à grands coups de mamelles / Ceux
que passent à sa portée. / Ils tombent, tombent, tombent, tombent, / Et s’lon les avis
compétents / Il paraît que cett’ hécatombe / Fut la plus belle de tous les temps.”
Fellini’nin Amarcord filmindeki kocaman göğüslü kadını anımsatan bir görüntü
Hécatombe’daki (bu şiirde geçen Brive-la-Gaillard “köylü pazarı”nın şimdiki adı
“Halle Georges Brassens”).

1940-1944 yılları arasındaki Alman işgali sırasında Alman askerleriyle ilişkiye
giren Fransız kadınlarının, kalabalık halk toplulukları önünde saçlarının kökünden
kazınması olayı anlatılıyor La Tondue adlı metinde. Halkın intikam duygusuyla
ulusçuluk kınanıyor: “La belle qui couchait avec le roi de Prusse / Avec le roi de
Prusse / A qui l’on a tondue le crâne rasibus / Le crâne rasibus / / Son penchant
prononcé pour les “ich liebe dich” / Pour les “ich liebe dich / Lui valut de porter
quelques cheveux postiches / Quelques cheveux postiches.” Kırpılan bu zülüflerden
birini yolda bulup bir çiçek gibi yakasına takar, her ne kadar saçları kırpanlar şüpheli
gözüyle baksalar da kendisine. Herkese göstererek, kasıla kasıla bir rozet gibi taşır
yakasında.

Bu bölümde özet olarak sözünü edeceğim metin, on beş kıtadan oluşuyor: Les
Deux oncles. Burada, İkinci Dünya Savaşı’ndan değil, savaş sonrasından söz
ediliyor. İngilizleri destekleyen l’oncle Martin de Almanların yanında yer alan
l’oncle Gaston da yaşamıyorlardır artık. Şiirde anlatıcı olarak karşımıza çıkan
üçüncü kişi ise yeğen. Sivil bir Fransa adına konuşan, savaş karşıtı, barıştan, aşktan,
Avrupa’nın geleceğini düşünmekten yana tavır alan bir yeğen bu; “Fikirler yüzünden
hayatını kaybetmek ne denli saçma, bir o kadar da anlamsız: Fikirler gelir böyle üç
küçük tur atar, / geride üç küçük ölü, sonra çeker gider. / / Yeryüzünde hiçbir fikir
yüzünden ölmeye değmez”.

Zaten bir fikre inananlar onun içine korku salarlar. Hele koca koca bayraklarıyla
yürüdüklerini görüyorsa onların.

Brassens savaşa gitmekten, bir tehlikeden abartılı bir biçimde söz etmekten,
askeri bir orkestrada çalmaktan, bir dikili taşa hayranlık duymaktan, siyasal ölülerin
arasında sayılmaktan hoşlanmaz.

Bu bölümde sözünü edeceğim son metin, Les Patriotes (Yurtseverler). Sekiz
dörtlükten oluşan bu metnin her dörtlüğünde sırasıyla sakatlar, körler, sağırlar,
dilsizler, çolaklar vb. yer alır.

Sakatlar Fransa’da (Brassens “bizde” der) kızların peşinden gidemedikleri için
değil de savaş alanına artık dönemeyecekleri için; körler ise göz banyosu yapama¬
yacaklarından değil de üç renkli bayrağa göz ucuyla bakamayacakları için böylesi-
ne üzgündürler.

Sağırlara gelince, denizkızlannı (baştan çıkarıcı kadınları) işitememekten değil
de geçit törenlerinde borazan ve trampet takımının sesini duyamayacakları için
böylesine mahzun ve boynu büküktürler. Dilsizler ise bir kadına güzel sözlerle iltifat
edemeyecekleri için değil de topluca Marseillaise’i (ulusal marşı) söyleyemeyecek
oluşlarından dolayı rahatsızdırlar.

Çolakları hırçınlaştıran şey ise, kadınların popolarına çimdik atamamak değil de
artık asker selamı veremeyecek oluşlarıdır. Böylece sürüp gider taşlamalar...

* * *

3. Anticléricalisme başlıklı bu üçüncü bölümde şu metinler dikkati çekiyor: Le
Mécréant, La Religieuse, Mélanie, La Marguerite.

“İnançsız”, “zındık” anlamına gelen Le Mécréant’da Brassens kendi portresini
çizer gibidir. İnançtan çok, softalığı, yobazlığı diline dolar. En sonunda söyleyeceği-
ni alaysamalı, dolaşık bir yoldan anlatır. Blaise Pascal’ı üst kat komşusu gibi tanıtır.
İnanç konusunda kendisine nazik bir biçimde şu öğüdü vermiştir: “Diz çöküp yalva¬
rıp yakarın. İnanırmış gibi yapın, inanç gelecektir ardından”. Pascal’ın ünlü bahsi.
Hani Jacques Prévert’in “Saçma bahisler” diye küçümsediği: “Blaise Pascal adın¬
da biri / Tatara titiri” (Çev. Oktay Rifat). Brassens, yaşanmışlıkla bir çıkış yolu arar
ve en sonunda diyeceğini der: “Yine de Tanrı varsa eğer görüyordur / İnancım oldu¬
ğunda davrandığımdan daha kötü davranmadığımı”.

La Religieuse’de rahibenin beyaz başlığına bağlanmayan kalp yoktur. İnsan,
Tanrı’ya inanmıyorsa bile inanacağı gelir. Kilise korosundaki çocukların hali
perişandır. Başlığının altında ayinde gösterdiği at kuyruğu saçı ve zülüfleri vardır.
Kıpırdayıp dururlar iskemlelerin üzerinde korodaki çocuklar. Rahibenin üstündeki
kaba elbisenin altındaysa cilveyle işveyle giydiği ipek çoraplar, fistolar, danteller ve
taktığı incik boncuklar. Yani, şeytana uymamak için bir neden yoktur! Korodaki
çocukların hali dumandır! Akşam olunca, öteki rahibeler uslu uslu yatar ya da dua
ederlerken, o boy aynasının önünde soyunup dökünür... Çocukları da, zavallıları ateş
basar... Sıkılmadan haçın dallarına elbisesini astıktan sonra, kendini çırılçıplak
olarak hayranlıkla dilediğince seyreder, karşıdan, yandan ve arkadan. Çocukların
içine şeytan girmiştir bir kere. Gece yarısı iş çığırından çıkar. Tuhaf sesler halinde iç
çeken meleklerin gönül yakıcı sesiyle rahibenin “bir daha! bir daha!” diye bağıran
sesinin birbirine karıştığı işitilir. Korodaki çocuklar, zavallılar terlerler. Yalnız
terlerler mi?...

Bir başka metin Mélanie’de keşişin fahişesi Mélanie ve onun kutsal mumlarla
ilişkisi anlatılır.

* * *

4. L’Amour-La Passion

En çok metin, Aşk-Tutku bölümünde göze çarpıyor: Le Parapluie, La Chasse aux
papillons, J’ai rendez-vous avec vous, Les Amoureux des bancs publics, Les sabots
d’Hélène, La Première fille, Une jolie fleur, Je suis un voyou, P...de toi, Marinette,
Il suffit de passer le pont, L’Amandier, Les lilas, Comme une sœur, A l’ombre du
cœur de ma mie, Bonhomme, Embrasse-les tous, Le Père Noël et la petite fille, Le
Bistro, Dans l’eau de la claire fontaine, Je rejoindrai ma belle, Les amours
d’antan, La route aux quatre chansons, Le Cocu, L’Orage, Pénélope, La traîtresse,
La fessée, A l’ombre des maris, Cupidon s’en fout, Bécassine, Comme hier, Elégie
à un rat de cave, La Princesse et le croque-notes...

Bu kümede, insanın içini en çok ısıtan metinlerden biri de La chasse aux
papillons. Ayağına çabuk, çapkın bakışlı, gencecik, kendi halinde bir adam, şen ve
şakrak, kelebek avlamaya gitmektedir. Köyün uç noktasına vardığında iğ eğiren,
ateş başından ayrılmayan Külkedisini görür (Burada Charles Perrault’nun
Cendrillon’ una bir gönderme vardır). Ona, kelebek avına kendisini götüreceğini
söyler. Cendrillon, dört duvar arasından kurtulmaktan mutlu, yeni elbisesiyle kürk¬
lü ve konçlu ayakkabılarını giyer. Kol kola girerek serin koruluklara doğru kelebek
avlamaya giderler. Ancak, aşkın ve aşkın itici gücünün ağaç gölgelerinde saklandı¬
ğından habersizdirler. Aşkın gücü, kelebek avcılarının yüreklerini parçalar. Kendi¬
sine yaklaştığında, Cendrillon, genç adama “Herhalde, ne iç eteğimin kıvrımların¬
da ne de bluzumun V biçimindeki oyuğunda kelebek avlayacağız. “Uslu dur!” diye
bağıran, aşk ateşiyle yanan dudaklarına delikanlı dudaklarını yapıştırdı, ağız tıkacı
olarak. Kelebeklerin bakış açısından görülen kargaşanın en sevimlisi yaşandı: “Un
volcan dans l’âme ils r’vinr’nt au village, / En se promettant d’aller des millions /
Des milliards de fois et mêm’ davantage, / Ensemble à la chasse aux papillons.” Son
dörtlükteki “tant que les nuages, porteurs de chagrins” dizesi, Les amoureux des
bancs publics’teki “Quand leur ciel se couvrira de gros nuages lourds” dizesini
anımsatıyor.

Aşkı, tutkuyu, dahası erotizmi içinde barındıran Je suis un voyou başlıklı
metinde, kalbinin derinliklerindeki yerini hâlâ koruyan eski bir hikâyeyi anlatır
Brassens. Margot’yla karşılaşınca pusulayı şaşırmıştır: Yünden elbisesiyle prenses,
ayağındaki sabolarla tanrıçadır. Tıpkı Les sabots d’Hélène metnindeki zavallı,
yoksul Hélène gibi. (Üzerine ayrı bir yazı yazılacak kadar güzel metinlerden Les
sabots d’Hélène). Tıpkı Meryem Anasın” der Margot’ya. Hani yanlış da değildir,
Tanrı kendisini bağışlasın. Ne ki, Tanrı’nın bağışlaması umurunda değildir: “Qu’il
me le pardonne ou non / D’ailleurs je m’en fous / J’ai déjà mon âme en peine / Je
suis un voyou.”

İkinci bendin başında minnoşun gün kavuşurken kiliseye gidip diz çöktüğünden
söz eder: “Alors j’ai mordu ses lèvres / Pour savoir leur goût / Elle m’a dit d’un ton
sévère / “Qu’ est-ce que tu fais là” / Mais elle m’a laissé faire / Les fill’s c’est comm’
ça / J’lui ai dit: “Par la Madonne / Reste auprés de moi” / Le bon Dieu me le
pardonne / Mais chacun pour soi”. Burada, “Meryem aşkına kal yanımda” ve
“chacun pour soi” derken bir rakip olarak görüp Tann’dan kıskanır gibidir
Margot’yu. Nakarat olarak her bendin sonunda Tann’nın kendisini bağışlayıp
bağışlamamasını umursamadığını, çünkü acı ve kaygılar içinde, serserinin teki
olduğunu dile getirir.

Üçüncü bendin başında akıllı uslu bir kızdır Margot: “A bouch’ que veux-tu /
J’ai croqué dans son corsage / Les fruits défendus / Elle m’a dit d’un ton sévère /
“Qu’est-ce que tu fais là” / Mais elle m’a laissé faire / Les fill’s c’est comm’ ça /

Puis j’ai déchiré sa robe / Sans l’avoir voulu / Le bon Dieu me le pardonne / Je n’y
tenais plus.” Nakarat da yinelemeler de belli bir ritim kazandırıyor şarkıya.
Brassens’in metinlerinin uyak ve ritim yönünden zengin olduğundan söz edilmiştir
çoklukla.

Dördüncü ve son bentte, Margot’yu kaybedince de pusulayı şaşırır yine, tıpkı
Margot’yla karşılaştığında olduğu gibi. Margot sıkıcı, softa bir adamla (“un triste
bigot”) zoraki evlilik yapar, Katolik çevrelerde sıkça görüldüğü gibi. Sütünü emmek
için ağlaşıp duran şu anda iki ya üç yumurcak vardır Margot’nun başında: “Et moi
j’ai tété leur mère / Longtemps avant eux / Le bon Dieu me le pardonne / J’étais
amoureux / Qu’il me le pardonne ou non / D’ailleurs je m’en fous / J’ai déjà mom
âme en peine / Je suis un voyou.”

Marinette, Brassens’in uyak kullanmadan (“vers blancs”) yazdığı tek şiir-
şarkısı. Ayrıca on dört heceli dizelerin ilk kez görüldüğü metin de bu. Dörtlükler
halindeki bentlerden oluşan şiirdeki ritim zenginliği bir hayli dikkat çekici:
“Marinette’te, yakından bakılırsa, Verlaine gibi istediğini tam tamına gerçekleştiren
bir ritim ustası görülecektir” (bkz. Alphonse Bonnafé, a.y., s. 15). Marinette’te
sevgilisine aşkını kanıtlamakta her seferinde geç kalan bir aşk kırgınının yakınmaları
işitilir: “Quand j’ai couru chanter ma p’tit’ chanson pour Marinette / La belle, la
traîtresse était allée à l’Opéra / Avec ma p’tit’ chanson, j’avais l’air d’un con ma mère
/ Avec ma p’tit’ chanson, j’avais l’air d’un con ma mère”. Şarkı bu minval üzere gider.

Aşkın, erotizmin filizlendiği Dans l’eau de la claire fontaine’de, çeşmenin
duru suyunda çırılçıplak yıkanırken, rüzgârın yönünün aniden değişmesiyle genç
kızın elbiselerinin bulutlara uçması bir olur. Asma yaprakları, zambak ve portakal
çiçekleriyle kendisini giydirmesi için bir işaret yapar metnin öznesine. Güllerin taç
yapraklarıyla ufacık bir bluz yapmışsa da güzel kız, yepelek olduğu için tek bir gül
işini görmüştür. Üzüm asmasıyla yine minicik bir iç etek yapmışsa da güzel kız ufak
tefek olduğu için tek bir yaprak yeterli olmuştur: “Elle me tendit ses bras, ses lèvres
/ Comme pour me remercier / Je les pris avec tant de fièvre / Qu’elle fut toute
déshabillée.” Bu oyun, saf kızın öylesine hoşuna gitmiş olmalı ki sık sık çeşmeye
gidip rüzgârın çıkması için Tanrı’ya yakarırken çırılçıplak yıkanıyordur da.

Aşk-Tutku bölümünde yer alıp da aldatma (l’adultère) temasının öne çıktığı
metinlerden L’Orage’da, bir kasım ayı akşamı, gökgürültüsü yeri göğü tutar ve
ortalık çakan şimşeklerle aydınlanırken, yatağından gece elbisesiyle fırlamış,
korkudan çılgına dönmüş komşu kadın, yardım istemek amacıyla kapısını çalar
anlatıcının. Böyle havalarda, bir paratoner firmasının temsilcisi olduğu için görevi
dışarıdadır kocasının. Benjamin Franklin’e hayır dualar ederek: “Je l’ai mise en lieu
sûr entre mes bras câlins / Et puis l’amour a fait le reste (...) / La belle ayant enfin
conjuré sa frayeur / Et recouvré tout son courage / Rentra dans ses foyers fair’ sécher
son mari / En m’ donnant rendez-vous d’intempéries / Rendez-vous au prochain
orage.” Kocası o akşam sattığı paratonerlerle milyoner olduğu için ne yazık ki çekip
gitmişlerdir yağmurların yağmadığı başka yörelere.

Aldatmanın, zinanın doruk noktasına ulaştığı metinlerden La Traîtresse’te
sevgilisini kocasının kollarında yakalar: “J’ai surpris ma maîtresse au bras de son
mari / Ma maîtresse la traîtresse”. Pénélope’ta yıllar yılı kocasına bağlı kaldığı
bilinen Penelope’yi, kocasını aldatma konusunda kandırmaya çalışır. Aldatmanın
doruk noktasında olduğu bir başka metin La fessée. Eski bir okul arkadaşı ölür.
Geride son derece güzel karısı kalmıştır. Çocukları yoktur. Gece cenazesi başında
bekleyen arkadaşının karısına eşlik eder. Gece yarısı, mumların ışığı altında hafif bir
yemekle şarap içerler. Daha sonra da olan olur.

5. Ces pauvres diables başlığı altındaki bu bölümde mutsuz, yoksul, zavallı
insanlardan, acıma duygularından, aşktan ve dostluktan söz eder Brassens. Bu
kümedeki belli başlı metinler: Pauvre Martin, Chanson pour L’auvergnat, Le
mauvais sujet repenti, La marche nuptiale, Celui qui a mal tourné, Le Vin, La
complainte des filles de joie, La fille à cent sous, Jeanne, La princesse et le
croque-notes, Les copains d’abord.

Chanson pour l’Auvergnat’da Hristiyanliktaki “la charité” (yardımseverlik)
kavramının içeriğinin tam anlamıyla, eksiksiz bir biçimde doldurulduğu görülmekte.
1943 martında Brassens Almanya’ya zorunlu çalışma için Basdorf kampına
gönderilir. İzinli olarak, 1944 mart ayında Fransa’ya döner. Bir daha dönmeyecektir
Almanya’ya. Brassens’in hayatında özel bir yere sahip bir çiftin, Jeanne ve Marcel
Planche’ın evinde saklanır (1944 yılından 1966 yılına varasıya onların yanında
kalır). Auvergne’li bu çift, Paris’in 14’üncü arrondismanında, bir çıkmaz sokakta
oturan yoksul bir ailedir. Ancak, kuru ekmeklerini paylaşmasını bilmişlerdir. Bu
çifte karşı duyduğu büyük gönül borcunu dile getirmek için yazmıştır Chanson
pour l’Auvergnat’yı, La cane de Jeanne ve Jeanne adlı metinleri. La Fontaine’in
“uğraşları açlıktan ölmek” diye nitelediği kişilerdendir.

Chanson pour l’Auvergnat’da bütün yalınlığıyla dile getirilir bu sıcaklık.
Ancak, başka şiirlerinde olduğu gibi, burada da, kadın olsun erkek olsun, köylülere
yakınlık duymadığı açık: “Elle est à toi cette chanson / Toi l’Auvergnat qui sans
façon / M’as donné quatre bouts de bois / Quand dans ma vie il faisait froid / Toi qui
m’as donné du feu quand / Les croquantes et les croquants / Tous les gens bien
intentionnés / M’avaient fermé la porte au nez / Ce n’était rien qu’un feu de bois /
Mais il m’avait chauffé le corps / Et dans mon âme il brûle encore / A la manièr’
d’un feu de joie.” Nakarat bölümünde ilkin Jeanne’ın eşi Marcel’e, daha sonraki
nakaratta Jeanne’a gönül borcunu sunar. Yolunuz Cennetlik olsun der gibidir: “Toi
l’Auvergnat quand tu mourras / Quand le croqu’mort t’emporte / Qu’il te conduise
à travers ciel / Au père éternel.” Jeanne’dan da adını anmadan ev sahibesi (l’hôtesse)
olarak söz eder, bu gönlü bol insandan: “Elle est à toi cette chanson / Toi l’hôtesse
qui sans façon / M’as donné quatre bouts de pain / Quand dans ma vie il faisait faim
/ / Toi qui m’ouvris ta huche quand / Les croquantes et les croquants / Tous les gens
bien intentionnés / s’amusaient à me voir jeûner / Ce n’ètait rien qu’un peu de pain
/ Mais il m’avait chauffè le corps / Et dans mon âme il brûle encore / A la manièr’
d’un grand festin.” Yerin cennetlik olsun anlamındaki iyi dileklerini, bu kez Jeanne
için yineler: “Toi l’hôtesse quand tu mourras / Quand le croqu’mort t’emportera /
Qu’il te conduise à travers ciel / Au père èternel.”

Nakarattan sonra gelen yedi dizeden oluşan bentte “yabancı” diye seslenir
Jeanne’ın eşine. Ayrıca, jandarmalar kendisini götürmeye geldiklerinde, ne
alkışlamış ne de gülmüştür köylüler gibi: “Elle est à toi cette chanson / Toi l’étranger
qui sans façon / D’un air malheureux m’as souri / Lorsque les gendarmes m’ont pris
/ Toi qui n’as pas applaudi quand / Les croquantes et les croquants / Tous les gens
bien intentionnés / / Riaient de me voir emmener / Ce n’était rien qu’un peu de miel
/ Mais il m’avait chauffé le corps / Et dans mon âme il brûle encore / A la manièr’
d’un grand soleil / / Toi l’étranger quand tu mourras / Quand le croqu’mort
t’emportera / Qu’il te conduise à travers ciel / Au père éternel.”

La Fille à cent sous başlıklı metinde, romantik kıtaya özgü çapraz iki
aleksandrenle altı heceli iki dizeyi kullanır Brassens: “Du temps que je vivais dans
le troisièm’ dessous / Ivrogne, immonde, infâme / Un plus soulard que moi contre
un’ pièc’ de cent sous / M’avait vendu sa femme.”

* * *

Alphonse Bonnafé, “Poètes d’aujourd’hui” dizisindeki Brassens üzerine çalış¬
masında, “Uzun zamandır (Hugo ya da Rimbaud’dan bu yana) mitos boyutlarına
ulaşmamıştı bir şair,” diyor
(a.y., s. 5). Yaygın bir okur, dinleyici kitlesinin olması da
bunun göstergesi. Bu geniş kitlenin şiirden tat almasını sağlamıştır: “Sokaklarda,
atölyelerde, bistrolarda şarkı kılığında dolaşan şiirdir, güzel şiirdir hem de.”
(a.y., s.
8) İlk albümüyle Charles Cros Akademisi ödülünü, ardından Fransız Akademisi’nin
“büyük şiir ödülü”nü kazanır. 1967 yılında Larousse Yayınları’nın çıkardığı sözlüğe
Brassens girer. 1975 yılında, Paris şehrinin Büyük Ödülünü alır. 1979 yılında kadim
dostu, müzisyen Moustache’ın önerisiyle en tanınmış şarkılarının caza uyarlamasın¬
dan oluşacak bir albüm kaydına katılır. Gençliğinden başlayarak caza amatör olarak
ilgi duyan Georges Brassens, bu diskte Chanson pour l’Auvergnat, le Pornographe,
la Chasse aux papillons gibi şarkılarını yorumlayan birçok Amerikalı cazcıya eşlik
eder. Seslendirdiği tek şarkısı bu albümde Elégie pour un rat de cave’dır.

Kullandığı en aşırı, en iğneleyici sözcükler bir gereklilikten doğmaktadır: “anlat¬
mak, şoke etmek, büyük yankı uyandırmak” gerekecektir, “çünkü, yankı uyandırma¬
dan, kendi halindeki insanlar öyle alışkanlıklarıyla kalacaklardır”
(a.y. s. 7). Brassens’in
neşesinin umutsuzluktan doğduğu söylenebilir. Fikirlerinin yenileşmesi, düzmece de¬
ğerlerin terk edilmesi için eğlenceli hikâyeler anlatmaktadır. Çünkü, “düşünce ve ya¬
şantıların birbirine benzediği kabile hayatı yaşıyoruz hâlâ”.
(a.y., s. 9)

Brassens de, Sade gibi, “Beni öldürün ya da olduğum gibi kabul edin, değişme¬
yeceğim çünkü,” der gibidir.

Son söz olarak, Alphonse Bonnafe’nin değerlendirmesini anmadan geçemeyece¬
ğim: “XXI. yüzyılda, bizden biraz daha mutlu, biraz daha özgür bir insan varsa,
Brassens’in büyük katkıları olmuştur bu insanın ortaya çıkmasında.”
(a.y., s. 27).

234

1

Bu bildiri, 25-26 Ekim 2007 tarihinde Erzurum’da yapılan V. Ulusal Frankofoni Kongresi’nde
sunulmuştur. Üzerinde birkaç değişiklikle Frankofoni’de yayımlanıyor.

2

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Emekli Öğretim Üyesi.
abidinemre@yahoo.fr