ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
ERZURUMLU OSMAN SÎRÂCEDDÎN VE MEVLÎD-Î ŞERÎFÎ
Araş. Gör. Ramazan EKİNCİ
Celal Bayar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
CBÜSOSYAI. BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 2011 Cilt :9 Savı :2
ÖZET
İslâmî Türk edebiyatı türlerinden mevlid; Hz. Peygamber’in, başta doğumu olmak üzere hayatının çeşitli safhalarını övgüyle anlatan eserlerdir. Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı Vesîletü ’n-necât’ın tesiriyle şairlerimiz; hem bazı dinî hassasiyetleri hem de Hz. Peygamber ’e duydukları saygı, sevgi ve bağlılığı ifade etmek için bu türde eserler yazmışlardır. Türün müstakil bir şekilde ortaya çıktığı XV. asırdan günümüze kadar onlarca mevlid kaleme alınmıştır. Bunlardan birisi de XIX. yüzyılda yaşayan Erzurumlu Osman Sirâceddin ’in Mevlid- Şerîfi’dir. Bu yazımızda adı geçen şairin, hayatı ve eserleri üzerinde durulacak, mevlidinin transkripsiyonlu metni verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Mevlid, 19. yüzyıl, Erzurumlu Osman Sirâceddin
OSMAN SİRÂCEDDİN FROM ERZURUM AND HIS MEVLİD-İ ŞERİF
ABSTRACT
Mevlid which is one of the kinds of Islamic Turkish literature are works praising the various phases of life of Hz. Muhammed, especially to birth of him. With the effect of Vesîletü ’n-necât that is written by Suleyman Çelebi, our poets wrote the works of this kind to express as well as some of the religious sensitivities and their respect, fondness and commitment for Hz. Muhammed. The many mevlids have been written from XV. century until now. One of these mevlids is Mevlid-i Şerîf of Osman Sirâceddin, who lived in XIX. century, from Erzurum. In this paper, we give life and works of mentioned poet, and transcriptional text at the same time.
Keywords: Mevlid, 19. century, Osman Sirâceddin from Erzurum.
Giriş
Arapça bir kelime olan “doğma, doğum yeri, doğum zamanı” mânâlarına gelen mevlid, İslâmî Türk edebiyatının en sevilen türlerindendir. Edebî bir terim olarak ise, Hz. Muhammed’in özellikle doğumu başta olmak üzere, hayatının çeşitli safhalarından (peygamberliği, miracı, diğer mucizeleri ve vefatı) kısaca bahseden, çoğunlukla manzum olan ve mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan eserlerin genel adıdır.
Türk edebiyatında kaleme alınan ilk mevlid metni hakkında farklı görüşler bulunmasına rağmen, Süleyman Çelebi’nin H. 812’de (M.1409) yazdığı Vesîletü’n-necât adlı mesnevinin ilk mevlid olduğu görüşü yaygın bir şekilde kabul görmektedir. (Aksoy, 2007, 324) Ancak mevlid türü hususunda yapılan son çalışmada, Ahmedî’nin İskendernâme’sinde bulunan mevlid kısmı, Vesiletü’n-necâftan iki yıl evvel kaleme alındığından türün ilk müstakil örneği olarak sayılabilmektedir. (Köksal, 2010, 254) Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu ispat etmek üzere telif edilen Vesiletü’n-necât, Türk milletinin gönlünde çok hususî bir yere sahiptir. Süleyman Çelebi’nin bu mesnevisi, Türk edebiyatında mevlid türünün sevilmesine, yaygınlaşmaşına önemli katkılar sağlamıştır. Birçok yazma ve matbu nüshası bulunan bu mevlid; Arapça, Çerkesçe, Rumca, Kürtçe, Almanca, İngilizce, Boşnakça gibi dillere de tercüme edilmiştir. (Okiç, 1975, 17-78)
Süleyman Çelebi’den günümüze kadar onlarca mevlid kaleme alınmıştır.1 Bu türde eser veren şairler, Süleyman Çelebi’nin tesirinde kalmışlar, metnini onunkinden ilham alarak vücuda getirmişlerdir. (Timurtaş, 2005, X-XI) Şairlerimiz her ne kadar önlerinde aşılması imkânsız denebilecek kadar eşşiz bir örnek bulunsa da hem dinî hassasiyetleri hem de Hz. Peygamber’e duydukları saygı, sevgi ve bağlılığın bir ifadesi olarak amel defterlerinin kıyamete dek açık kalmasını sağlamak ve ahirette Hz. Peygamber’in şefaatine nail olmak ümidiyle mevlid yazmışlardır. (Ceyhan, 2000, 90)2 Bu şairlerden birisi de Erzurumlu Osman Sirâceddin’dir. Osman Sirâceddin’in mevlidinden ilk bahseden kişi Bursalı Mehmed Tahir’dir. (Bursalı Mehmed Tahir, 1333, 222 dipnotta) Daha sonraki yıllarda mevlidler konusunda çalışma yapan araştırmacılar da Osman Sirâceddin ve mevlidini zikrederler.(Mazıoğlu, 1974, 62; Pekolcay, 2000, 207; Günşen, 2006, 97; Köksal, 2010, 281; Köksal, 2011, 69) Gerek eserin yazım tarihi gerek şairin hayatı hakkında söz konusu araştırmacılar herhangi bir bilgi vermemektedir.3
Erzurum Şairlerinden Biri: Osman Sirâceddin ve Bazı Şiirleri
Tezkirelerde, biyografik kaynaklarda, edebiyat tarihlerinde ve ansiklopedik eserlerde şairin hâl tercümesiyle ilgili herhangi bir malumat bulunmamaktadır. Ulaşabildiğimiz kaynaklar arasında Osman Sirâceddin hakkında bilgi veren tek eser, Ziyâeddin Fahri’nin (1901-1974) 1927’de kaleme aldığı Erzurum Şâirleri"dir. (Ziyâeddin Fahri, 1927, 104-107) Ayrıca Hasan Ali Kasır, Erzurum Şairleri adlı eserinde Ziyâeddin Fahri’nin Sirâceddin hakkındaki değerlendirmelerine yer vermiştir.(Kasır, 1999, 78-81)
Doğum ve ölüm tarihi bilinmeyen şairin asıl adı Osman Sirâceddin’dir. Şiirlerinde “Sirâcî” mahlasını kullanmıştır. Ziyâeddin Fahri’nin bildirdiğine göre; Osman Sirâceddin, Sultan Abdülmecid zamanında yaşamış ve ona hangi vesileyle yazıldığı bidirilmeyen bir tarih düşürmüştür. Sultan Abdülmecid’in saltanat yılları (1839-1861) göz önünde bulundurulduğunda, Osman Sirâceddin’in 19. asrın ortalarında yaşadığı düşünülebilir. Sirâcî’nin Erzurum medreselerinde müderrislik ve Lala Paşa Camii’nde kürsü şeyhliği yapan ve daha çok “Şaşı Hoca” namıyla bilinen Mustafa Zeynüddin Efendi’nin 1304’te (1886-1887) vefatına bir mersiye yazdığı bilgisini dikkate aldığımızda, şairin söz konusu yıldan sonra öldüğü sonucuna varılabilir. Ayrıca Ziyâeddin Fahri’ye göre Sirâcî, şiirlerini bir araya topladığı eserini kendisi bastırmıştır. Eserin basım yılı 1305 (1887-1888) olduğuna göre şairin en erken vefat tarihi 1888 olmalıdır.
Ziyâeddin Fahri’nin bildirdiğine göre Sirâcî, klâsik tarzda yazılmış şiirlerini Mecmûa-ı Hayâl-bâl isimli bir mecmuada toplamıştır.4 Kitabın başında iki lugat vardır. Sonra elifbâ sırasıyla gazelleri kaydedilmiştir. Ziyâeddin Fahri bu eseri, Erzurum Vilâyet Tahrirat Başkâtibi Muhtar Bey’in hususî kütüphanesinde görüp incelemiştir. 1305’te (1887-1888) İstanbul’da basılan kitap 58 sayfadan ibarettir. Ziyâeddin Fahri, Sirâcî’nin şiirleri hakkında şu değerlendirmeleri yapar:
“Gazellerinde erotik bir eda görülüyor. “Kadeh” redifli gazeline
bakınız:
Yine bir lebleri gül güldü dedi al kadeh Âl ile aldı benim hâlimi bir al kadeh
Dedi bak zevk-ı ruh-ı alıma bir eyle kıyâs Edemez âşık-ı dirine ihmâl kadeh
Ey Sirâcî mey ü mahbûb işini terk edemem Bahş eder hâtır-ı gam-gînime hoş-hâl kadeh (...)
Klâsik şairlerimiz içinde başlı başına bir zümre olan zâhid şairlere karşı muhâlif bir tavır alan mutasavvıf şâirler içinde Sirâcî de bulunmaktadır. Vâize şöyle hitâb ediyor:
Yakma dilimi nâra âzâr ile ey vâiz İncitme müselmânı inzâr ile ey vâiz
Sabr etmek ile nâsı hep nâra düşürdün sen Cennet yolunu tutdun bu kâr ile ey vâiz (...)
Gazellerinin içinde samîmî olan pek azdır. Bir gazelinden aldığımız şu beyitlerde bir samimiyyet şemmesi hissedilebilir:
Ey sanem âhû gözün karesi kare ağı ağ
O kara zülfe yakışmış ne güzel lâle yanağ
Ne kadar yansa Sirâcî geceler şem‘ gibi Yine encâm olur sâye-i lutfunda çerâğ
Hemşehrisi Ziyâ Paşa’dan alınmış bazı te’sirleri gösteren felsefî bir şiirini bilhassa kaydetmek isteriz:
Âlemde o kimdir diyecek derd-i serim yok Ger var der isen söyleme andan haberim yok
İyilik kötülük ortada zâhirde dururken Elde edemem hîç birini sîm ü zerim yok (...)
Erzurum’dan uzun zaman ayrı kalan şâir Sirâcî, hislerini mısralarda toplamıştır:
Her zamân âh eyleyip dilden vatan yâd eylerim Yâd eyleyip yârân-ı mey-nûşânı feryâd eylerim
Fikre geldikçe vatan meh-rûları her subh u şâm Bâl-i mahzûnumda bir gam-hâne bünyâd eylerim (...)
(...) şiirlerinin bir yerinde klâsik çenberden kurtulduğu, halk şiir ve lisânına yaklaştığı görülmektedir:
Hele kendine delikanlısı uyacak evvelâ diyecek mi var
O buna gülüşü bu ona öpüşü verecek safâsı alır beni (...)
(...) Mecîd devrinde İstanbul’da bulunmuş olmasına rağmen mevzuunda bir yenilik yoktur. Eski edebiyatın enkâzı üzerine bir binâ kurmaya çalışmış şâir manzarası göstermektedir.” (Ziyâeddin Fahri, 1927, 104-107) Ziyâeddin Fahri, Sirâcî’nin mevlidi hakkında herhangi bir bilgi vermez, muhtemelen eserden haberdar değildir. Ayrıca onun Erzurum Şâirleri adlı eserini kaleme aldığı yıllar klâsik Türk edebiyatıyla ilgili olumsuz görüşlerin hâkim olduğu bir dönemdir. Ziyâeddin Fahri’nin değerlendirmelerinde kısmen de olsa menfîlik sezilmektedir. Şairin “gazellerinde erotik bir edâ görülüyor” düşüncesini ispat etmek üzere örnek verdiği gazel çok da şûhâne tavırlar içermez. Divân şiirinin umûmî dünyası içinde değerlendirildiğinde, birçok divan şairinin şiirlerinde görülen âşıkâne imgelerin bulunduğu bir gazeldir.
Mevlid-i Şerîf
Mevlidin ulaşabildiğimiz ilk nüshası, Beyazıt Devlet Kütüphanesi Yazmalar bölümü 5307/2 numarada kayıtlı matbu bir nüshadır. Adı geçen kütüphanede aynı bölümde 5307/1 numarada kayıtlı Diyarbakırlı Re’fet’in Mevlidi’nin (Ekinci, 2011, 187-220) bulunduğu taş basması nüshanın içine sehven konmuş olan bu metin, on iki sayfadan ibarettir. Eser, İstanbul’da Bâb-ı Âli civarında Ebu’s-Su‘ûd Caddesi 72 numarada bulunan Mahmûd Bey Matbaası’nda 1305 (1887-1888) yılında basılmıştır. Bu mevlid ve sonunda bulunan biri münacat ikisi naat olan üç şiir ayrı basımdır. Karşılaştırmalı metinde söz konusu eser, B nüshası olarak gösterilmiştir. İkinci nüsha ise şairin Hayâl-bâl adlı eserinin 1-16. sayfaları arasında bulunan harekeli metindir. Transkribe edilen metinde M nüshası olarak gösterilmiştir.
a)Şekil Hususiyetleri
Eser, mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmıştır. Tamamı 162 beyit olan mevlid, aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün”, mevlidin devamında bulunan 12 beyitlik münâcât ise “mefûlü mefâilün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır. Ayrıca mevlidin sonunda gazel nazım şekliyle kaleme alınmış iki naat bulunmaktadır. Bunlardan ilki beş beyit olup aruzun “mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün”, dokuz beyti hâvî ikinci naat ise “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır. Mevlidin sonunda bulunan münâcât ve naatlar, eserin ayrı basım olan nüshasında da mevcut olduğu için eserin bir bölümü gibi mütalâa edilebilir.
Sirâcî, mevlidinin yazım tarihine ilişkin herhangi bir bilgi vermemektedir. Ayrıca eserde sebeb-i telif bölümü bulunmamaktadır.
Sirâcî, mevlidini yedi bölüme ayırmış ve her kısmı Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necâfındaki
Ger dilersiz bulasız oddan necât
Aşk ile şevk ile idün es-salât (Timurtaş, 2005, 104)
tekrar beyitlerinin tesiriyle yazıldığını düşündüğümüz:
İster isen bulasın bâkî hayât Ey gözüm ol nûr-ı 'ayna kıl salât
beyti ve Arapça bir dua olan AMhümme şalli ve sellim ve bârik cala seyyidinâ Muhammedin nüri’l-hüdâ ve cala âlihî ve şahbihî cadede kemâlillâhi ve kemâ yelıku bi-kemâlihi ve 'adede inâmillahi’l-Kerîm ve efâlihı ile bitirmektedir.
Sirâcî mevlidinde daha çok Arapça ve Farsça kelimelerden oluşan kafiyelere yer vermiştir:5
“Hem şalât-ı bı-'aded olsun müdâm Ol resüle kim odur hayru’l-enâm” (2)
“Vaşfını yazmakda gel çekme elem 'Âciz ü nâkış kalursm ey kalem” (19)
Türkçe kelimeler, genellikle Arapça ve Farsça kelimelerle kafiyeli şekilde kullanılmıştır:
“Kâseler câmlar tolu şır bal ile Siz gidin ol hâneye hoş hâl ile” (119)
“Şaç Amine rüyınahoş-büları Tâyeler üstünde dök gül şuları” (123)
Türkçe kelimelerle yapılmış kafiye sadece birkaç beyitte bulunmaktadır:
“Güş-dâr ol ey 'azız benden yana Gör nice takrir idem senden yana” (49)
“Buyurur kim cennet ü Rıdvâna git 'Üd ü 'anber deste güller hâzn it ” (118)
Eserde zengin ve tam kafiyeler çok sık kullanılırken, yarım kafiyeler daha az bulunmaktadır. Kısmen de olsa cinaslı kafiyelere ve iç kafiyeli beyitlere rastlanır. Sirâcî, mevlidinde gerek ahengi sağlamak, gerek kafiyeyi zenginleştirmek maksadıyla birçok yerde redife yer verir:
“Anı inkâr eyleyen makhür olur Hakkı tevhıd eyleyen mesrür olur ” (96)
“Bir taraf Ruhu’l-Emın ah eylesün Kudsiyân ervahın agah eylesün ” (122)
“Bilmem ne reva sana baha ne
Sen eyle kabUl bı-bahane” (Münâcât 9)
Şair, mevlidinin bazı bölümlerinde asonans ve aliterasyonlara müracaat ederek eserine müzikal bir değer katmıştır. Meselâ şu beyitlerde “d” ve “l” aliterasyonları ile “e” asonansları bulunmaktadır:
“Ol ki zat-ı hazrete damad olur Şübhesiz dad ehline imdad olur” (7)
“Söyleşürken böyle bülbüller gibi Güldiler açıldılar güller gibi” (142)
“Hem odır her derde derman eyleyen Hem odır her bendeyi han eyleyen ” (60)
“Kimi destinden tutup der ey güher Biz seninle hem-demiz etme keder” (135)
“Ayrıca kimi mevlid metinlerinde anafor adını alan kelime ve kelime grubu yinelemeleriyle ahenk üst düzeye ulaşmakta, bu yolla bir anlamda söz musıkîye dönüşmektedir.” (Eroğlu, 2010, 119) Sirâcî’nin Mevlid’indeki şu beyitler buna örnektir:
“Hem odır her dü cihanda ser-firaz Hem odır cümle içün şahib-niyaz
Hem odır caşk ehlinin sermayesi Hem odır kim nüh felekdir tayesi
Hem odır anın içün itdin hurUc Hem odır her kadr ile şâhib-curUc
Hem odır her derde derman eyleyen Hem odır her bendeyi han eyleyen
Hem odır şahinşeh-i arz-ı Hicaz
Sen de ol hake düşince kıl niyaz” (57-61)
“Hem işitdim şöyle kim söyler Mucıb Merhaba ey sevgili racna habıb
Merhaba ey kadr-i bala meıhaba Şeh-nişın-i kaşr-ı acla merhaba
Merhabâ ey ümmeti ez'af şehâ Merhabâ ey hürmeti ez'af şehâ
Merhabâ ey mecma'-ı cemde nebi Merhabâ ey re3y ü hükmün aglebi
Merhabâ ey 'unf ile şâhib-hitâb Merhabâ sâyende ümmet kâm-yâb
Ey kitâbı tâlibe muhkem sened Matlabın benden alur bi-müstened
Merhabâ ey kıble-i 'uşşâk-ı mâ Merhabâ âyine-i 'âlem-nümâ
Merhabâ bilmem anı bilmez seni Merhabâ ifşâ kılan halka beni
Merhabâ nür-ı Sirâci merhabâ Merhabâ minhâc-ı nâci merhabâ
Merhabâ 'aşkınladır bu kâ’inât
Merhabâ mehd-i sa'âdet üzre yat” (153-162)
Sirâcî, mevlidini klâsik tertip hususiyetlerini gözönünde bulundurarak kaleme almıştır. Şair besmelenin ardından Allah’a hamd ve senalarda bulunur: “Hamd ola ol zât-ı Hakka ibtidâ Kim anın icâdına yok intihâ” (1)
Hamdele bölümünden sonra salvele kısmı gelmektedir. Sirâcî, burada insanların hayırlısı Hz. Peygamber’e, onun ailesine ve sahabelerine salât ve selam eder:
“Hem şalât-ı bi-'aded olsun müdâm Ol resüle kim odur hayru’l-enâm
Âline aşhâbına fi’l-cümle hem
Kıl mahabbetle şalâtı çekme gam” (2-3)
Mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan eserlerin genelinde bulunduğu üzere mevlidde de Hulefâ-yı Râşidîn’in övgüsünü ihtiva eden “medh-i çehâr
yâr-ı güzin” bölümü bulunmaktadır.6 İlk olarak, doğruluğu ve sadakatinden ötürü “Sıddîk” ve Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında, onunla beraber bir mağarada saklanmalarından ötürü “mağara arkadaşı” mânâsındaki “yâr-ı gâr” unvanıyla vasıflanmış Hz. Ebû Bekir’e yer verilir: “Bâ-huşüş ol yâr-i gâr u pir-i çâr Şıdk ile olmış cihânda nâm-dâr” (4)
Ardından Hulefâ-yı Râşidîn’in ikincisi olan, adaleti ile meşhur Hz. Ömer zikredilir:
“'Adl ile seyf-i nebiyy-i ser-be-ser Koydı fark-ı ehl-i butlâna 'Ömer” (5)
Halifelerin üçüncüsü olan Hz. Osman’dan bahsedilir. Kur’ân-ı Kerîm, onun hilâfeti zamanında çoğaltılarak önemli şehir merkezlerine gönderilmiş, bundan dolayı kendisine “nâşirü’l-Kur’ân” denilmiştir. Ayrıca Hz. Osman, hâyâ sahibi olmasıyla da meşhurdur. Sirâcî bunlara vurgu yapar:
“Nâzım-ı Kur’ân 'O§mân-ı zi-hayâ Nazm-ı pâkinden gelür rüha şafa” (6)
Hz. Peygamber’in amcasının oğlu ve damadı olan, aynı zamanda da dört halifenin sonuncusu Hz. Ali’nin yiğitliğine vurgu yapılır; iyilik edenlerin imdadına yetiştiği söylenir:
“Ol ki zât-ı hazrete dâmâd olur Şübhesiz dâd ehline imdâd olur” (7)
Dört halifenin sıfatları zikredildikten sonra onlara hürmet göstermek gerektiği bildirilir:
“Bunlara ayruca hürmet farz ola Böylece ihvân-ı dine 'arz ola ” (8)
Şair besmele, hamdele, salvele ve medh-i çehâr yâr-ı güzîn bölümlerini kısaca tamamlayarak asıl esere geçeceğini şu beyitle bildirir:
“Dinle mevlüd okuyalım hâl ile Arkaya kalmayalım eşgâl ile ” (9)
Altı fasla ayrılmış mevlidin ilk kısmında; Allah’ın eşi, benzeri, dengi ve ikincisi olmayan ve bir mekân ve cihette bulunmayan tek ilâh olduğunu bildiren “el-Vâhid” sıfatına göndermede bulunulur. Allah’ın hayat sahibi, ezelî ve ebedî olduğunu belirten “el-Hayy” ile mümin kullarını çok seven, güzel amelleri sebebiyle onlardan razı olan onlara ihsanda bulunan mânâsındaki “el-Vedûd” sıfatları zikredilir, (Karagöz, 2007, 111, 127, 337) ardından nûr-ı Muhammedî’nin yaratılışı konu edilir. Lev lâke lev lâk lema halaktü’l eflâk, (Aclûnî, 1997, 214) “Sen olmasaydın, sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım” mânâsındaki kudsî hadîsine telmihlerde bulunularak birinci bölüm sona erer:
“Çünki ol zât-ı ehad bir var iken Kudretinde her hafi izhâr iken ” (10)
“Kendi nürundan Muhammed nürını Aldı bir kabza göre manzünnı
Gördügince istedi olsun vücüd
Halka meydân virdi ol Hayy u Vedüd” (12-13)
“Bah§ iden kimdir nice idrâk ola Ol ki şânında anın Lev lâk ola” (20)
İkinci bölümde Sirâcî, önce Hz. Âdem’in sonra da Hz. Havva’nın yaratılışını anlatır. Onların evlenmesiyle nûr-ı Muhammedî’nin Hz. Âdem’den Hz. Havva’ya intikal ettiğini belirtir. Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın cennetten çıkarılmasıyla bu kısım biter:
“Emr idüp Cibril’e Hakk Ádem içün Eylehıdmet ziynet-i ‘âlem içün
Var getür cem‘ eyle her yerden türâb Hem ola anda hevâ vü nâr u âb” (26-27)
“Vaz‘ olındı cism-i Ádem mu‘teber Lık yapıldı yed-i kudret ile ser
Ol sere ta‘zım olundı ey emir
Nür-ı Ahmed olmak içün cây-gır” (30-31)
“Bâ-huşüş Havvâ aña tezvıc olup Ol sebebden kâr-ı ‘aşk tervıc olup” (34)
“Çık bu cennetden diyü oldukda ‘arz Hem müşerref olmak içün rüy-ı arz” (43)
Üçüncü bölümde; Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın dünyada çektikleri sıkıntılar, cennetten çıkarılmaları ve birbirlerinden ayrı düşmelerinden ötürü duydukları üzüntüler anlatılır. Cebrâil, Hz. Âdem’e, soyundan âlemlerin varlık sebebi olan zatın yaratılacağı ve o kişinin hüküm süreceği yerde Hz. Havva’yı bulabileceği müjdesini verir:
“Ádem ü Havvâ ki eigân itdiler Dökülen gözyaşını kan itdiler” (50)
“Anlara Cibril işâret eyledi İşbu kavliyle bişâret eyledi
Didi ey Adem nedir bunca esef Hakk saña ihsan idiser bir habf
Ol ki sırrmda seniñ mestürdır Aniñ ismi Sidrede mastürdır ” (54-56)
“Hem odır şahinşeh-i arz-ı Hicaz Sen de ol hake düşince kıl niyaz
Ola kim ol yerde makbül olasm Sevdigiñ Havvayı anda bulasın” (61-62)
Dördüncü bölümde; Hz. Peygamber’in doğumundan önce cereyan eden bazı hadiseler hikâye edilir. Babası Abdullah’ın vefatı ve annesi Hz. Âmine’nin çocuğunun yetim kalmasından dolayı endişelenmesi anlatılır:
“Rahm-i maderde iken dürr-i yetim Kadrini bildirdi ol Rabb-i Hakim” (71)
“İşbu hal ile olurken meh-lika Zevci oldu ‘azim-i daru’l-beka
Çünki ‘Abdullahm oldu firkati Yalmız kaldıkda artdı hayreti” (75-76)
“Didi ‘Abdulmuttalib kim ey peri Hadimi ‘ammüları ben çakeri
Y a niçün sende ola hüzn ü keder
Ben gibi olmaz cihanda bir peder” (80-81)
Beşinci bölümde Hz. Peygamber’in doğumu anlatılır:
“Bir mübarek sal kim ol sal idi Nık-i ikbal ehline hoş fal idi
On ikisinde RebPü’l-eweliñ Şeb-çerag-ı zümre-i ehl-i diliñ” (92-93)
“Çıkdı evden ol gice eflake nür Ta bilinsiñ şah-ı din eyler zuhür” (97)
Altıncı bölümde; Hz. Âmine’nin, doğum sonrası yaşadıkları, Hz.
Havva, Meryem, Sara ve Âsiye’nin onu ziyareti anlatılır:
“Kaseler camlar tolu şır bal ile Siz gidiñ ol haneye hoş hal ile
Taye-i pakızeye takdım idin
Ol Amine anaya ta'zım idin” (119-120)
“Didi Havvayım analar anesi
Bil beni şandUka-i dürdanesi
Bu biri Meryem biri Saradır ol
Âsiyedir hıdmete eyle kabUl ” (130-131)
Yedinci ve son bölümde, Hz. Peygamber’in dünyaya gelmesiyle ona edilen salât ve selâmlar yer alır. XV. asır mevlid şairlerinden Ahmed’in mevlidindekini andıran “merhaba” faslı, bu bölümdedir:
“Merhaba ey ümmeti ez'af şeha
Merhaba ey hürmeti ez'af şeha
Merhaba ey mecma'-ı cemde nebı
Merhaba ey re3y ü hükmün aglebi” (156-157)
Mevlidin hâtime kısmı, eserin yazıldığı aruz kalıbından farklı bir kalıpla kaleme alınmış on iki beyitlik münâcât bölümüdür. Allah’tan af dileyen, habibi (Hz. Peygamber) için kendisini bağışlamasını temenni eden Sirâcî, mevlidini burada tamamlar. Ardından şairin gazel şeklinde yazdığı iki naat yer alır.
Mevlidlerde genellikle Hz. Peygamber’in doğumundan başka peygamberliği, miracı ve diğer mucizelerinin anlatılmasının ardından vefâtı bahsine yer verilir. (Aksoy, 2007, 325) Sirâcî’nin mevlidinde ise sadece Hz. Peygamber’in doğumu söz konusu edilmiştir.
Sonuç
Bu yazımızda, Erzurumlu Osman Sirâceddin’in mevlidi incelenip tenkitli metni sunularak, mevlid türünün gelişim çizgisinin belirlenmesine ve bu türün farklı asırlarda kaleme alınan örneklerinin hem şekil hem de muhteva hususiyetlerinin karşılaştırılabilmesine yardımcı olunmaya çalışılmıştır. Ayrıca ismi, edebiyat tarihlerinde zikredilmeyen bir şairimizin, ulaşabildiğimiz kaynaklar doğrultusunda hayat hikâyesi ve eserleri hakkında bilgiler sunulmaya çalışılmıştır.
KAYNAKLAR
AKSOY, Hasan (2007), “Eski Türk Edebiyatı’nda Mevlidler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, İstanbul, C.V, S. 9.
Bursalı Mehmed Tâhir (1333), Osmanlı Müellifleri, C. II, Matbaa-i Âmire, İstanbul.
CEYHAN, Âdem (2000), “Süleyman Nahifî’nin Mevlidü’n-Nebî Mesnevisi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum.
EKİNCİ, Ramazan (2011), “Diyarbakırlı Re’fet ve Mevlidi”, CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C.9, S.1.
EROĞLU, Süleyman (2010), “Edebî Bir Tür Olarak Mevlidler: Şekil Özelliklerine Dair Bazı Değerlendirmeler”, Bir Kutlu Doğum Şaheseri Uluslararası Mevlid Sempozyumu, TDV Yayınları, Ankara.
GÜNŞEN, Ahmet (Mayıs 2006), “Türk Edebiyatında Mevlit Geleneği”, Yedi İklim.
İsmail b. Muhammed el-Aclunî (1418/1997), Keşfü'l-hafâ ve Müzîlü ’l-ilbâs, Beyrut, C.II.
KARAGÖZ İsmail (2007), Ayet ve Hadislerin Işığında Allah ’ın İsim ve Sıfatları Esma-i Hüsna, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.
KASIR, Hasan Ali (1999), Erzurum Şairleri, Erzurum Kitaplığı Emek Matbaacılık, İstanbul.
KÖKSAL, M. Fatih (2010 ), “Yeni Mevlid Metinleri ve Mevlidlerle İlgili Mevcut Malumata Dair Tashihler”, Türklük Bilgisi Araştırmaları 34 / II.
KÖKSAL, M. Fatih (2011), Mevlid-Nâme, Türkiye Diyanet Vakfı
Y ayınları, Ankara.
KÜÇÜK, Cevdet (1988), “Abdülmecid”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. I, İstanbul.
LEVEND, Agâh Sırrı (1989), “Dinî Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1972.
OKİÇ, M. Tayyib (1975), “Çeşitli Dillerde Mevlidler ve Süleyman Çelebi Mevlidi’nin Tercemeleri”, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, Erzurum, S.1.
MAZIOĞLU, Hasibe (1974), “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler” Türkoloji Dergisi, C. IV, S.I.
PEKOLCAY, Neclâ (1950), “Türkçe Mevlid Metinleri”, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi.
_(2000), İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve
Nev ’ilere Giriş, Kitabevi Yayınları, İstanbul.
TİMURTAŞ, F. Kadri (2005), Süleyman Çelebi, Mevlid, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul.
ÜNVER, İsmail (Temmuz-Ağustos-Eylül 1986), “Mesnevî” Türk Dili Dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri).
YILDIZ, Âlim (Nisan 2006), “Edebiyatımızda Mevlid ve Bazı Mevlidlerin Yazılış Sebepleri”, Somuncu Baba.
Ziyâeddin Fahri (1927), Erzurum Şâirleri, Sanâyi-i Nefise Matbaası, İstanbul.
MEVLİD-İ ŞERİF
Bismi ’ llâhi’r-rahmâni ’ r-rahim
Fâilâtün Fâilâtün Fâilün
1 Hamd ola ol zât-ı Hakka ibtidâ Kim anın icâdına yok intihâ
Hem şalât-ı bi-'aded olsun müdâm Ol resüle kim odur hayru’l-enâm
Âline aşhâbına fi’l-cümle hem Kıl mahabbetle şalâtı çekme gam
Bâ-huşüş ol yâr-i gâr u pir-i çâr Şıdk ile olmış cihânda nâm-dâr
5 'Adl ile seyf-i nebiyy-i ser-be-ser Koydı fark-ı ehl-i butlâna 'Ömer
Nâzım-ı Kur’ân 'O§mân-ı zi-hayâ Nazm-ı pâkinden gelür rüha şafâ
Ol ki zât-ı hazrete dâmâd olur Şübhesiz dâd ehline imdâd olur
Bunlara ayruca hürmet farz ola Böylece ihvân-ı dine 'arz ola
Dinle mevlüd okuyalım hâl ile Arkaya kalmayalım eşgâl ile
10 Çünki ol zât-ı ehad bir var iken Kudretinde her hafi izhâr iken
Bir murâd itdi Hudâ kim hakdır ol Şan'atında fâ'il-i mutlakdır ol
Kendi nürundan Muhammed nürını Aldı bir kabza göre manzünnı
Gördügince istedi olsun vücüd Halka meydân virdi ol Hayy u Vedüd
‘Aşık u ma‘şuka üstad oldı Hakk ‘Aşk u hüsn oldı anmçün iki şakk
15 ‘Aşk cevlan eyledi seyran içün Hüsn hem şüret giyüp insan içün
Halk olundu ‘alem-i kevneyn hem Cümlesinden Adem oldı muhterem
Bunda tafşıl eylesem pek tül olur Az sözüm erbabına makbül olur
Haşılı her varlığa o ldur sebeb Ey g0ñül aya nedir bunca ta‘ab
Vaşfını yazmakda gel çekme elem ‘Aciz ü nakış kalursm ey kalem
20 Bah§ iden kimdir nice idrak ola Ol ki şanında anm Lev lâk ola
Zübde-i nutkum aña ta‘mım bil Kim ehad Ahmedde farkı mim bil
İster iseñ bulasm bakı hayat Ey gözüm ol nür-ı ‘ayna kıl şalat
Allâhümme sallı ve sellim ve bârik cala seyyidinâ Muhammedin nüri’l-hüdâ ve cala âlihı ve şahbihı cadede kemâlillâhi ve kemâ yelıku bi-kemâlihi ve cadede inâmillâhi’l-Kenm ve efâlihı
Kışşa okumak murad eden kimse Bu faşlı ey viladete vaşl ide
Ey ‘azizim diñle bizden bir hitab Her işi Allahu a‘lem bi’ş-şavab
25 Hal-i vicdanımca ben bir nakilim Şanma bu işde beni bir ‘akilim
Emr idüp Cibril’e Hakk Adem içün Eylehıdmet ziynet-i ‘alem içün
Var getür cem‘ eyle her yerden türâb Hem ola anda hevâ vü nâr u âb
Tâ ki cism-i Ádemi tahmır ola Şan‘at-ı Hakk mücib-i takdir ola
Emr-i Y ezdân üzre Cebrâ’îl hemân Eyledi icrâ-yı hıdmet keyfe kân
30 Vaz‘ olındı cism-i Ádem mu‘teber Lik7 yapıldı yed-i kudret ile8 ser
Ol sere ta‘zım olundı ey emir Nür-ı Ahmed olmak içün cây-gır
Nefh-i rüh itdi aña ‘azze ve cell Cenneti ihsân idüp kıldı mahal
Buldı ol nür ile Ádem hürmeti Geydi başı üzre tâc-ı ‘izzeti
Bâ-huşüş Havvâ aña tezvıc olup Ol sebebden kâr-ı ‘aşk tervıc olup
35 Gâh olur Ádem aña magbün olur Gâh olur Havvâ aña meftün olur
Şoma kim Havvâda nür itdi karâr Ádem eylerdi aña çok i‘tibâr
Gerçi ol cennet makarr-i hür idi Lık9 Ádem zevceye mecbür idi
‘Aşk u hüsnüñ şivesi oldı tamâm İdelim bunda dahi kaşr-ı kelâm
Ádeme evvel olan taltife bak Şomadan ma‘lüm olan teklife bak
40 'Aşk-ı evvel 'âşıkı dil-şâd ider Âhiri gayret ani ber-bâd ider
Âdem ü Havvâya kim oldı nazar Hâsid-i merdüda tiz vardı haber
Kim ki nâr-ı 'aşk ile büryân olur 'Akıbet bir mekr ile giryân olur
Çık bu cennetden diyü oldukda 'arz Hem müşerref olmak içün rüy-ı arz
Bildi Âdem kendini magdür olur Gözlerinden nür-ı Havvâ dür olur
45 Söyledikçe dâd elinden ey felek Anın içün aglar oldu her melek
Kendini gördükde Havvâ ber-kenâr Şanki nâr-ı firkat içre bir fenâr
Âh idüp dir bu işe oldum sebeb Bakalım âhir ne eyler ol Çalab
İster isen bulasın bâki hayât Ey gözüm ol nür-ı 'ayna kıl şalât
Allâhümme sallı ve sellim ve bank cala seyyidinâ Muhammedin nüri’l-hüdâ ve cala âlihı ve şahbihı cadede kemâlillâhi ve kemâ yelıku bi-kemâlihi ve cadede inâmillâhi’l-Kenm ve efâlihı
Güş-dâr ol ey 'aziz benden yana Gör nice takrir idem senden yana
50 Âdem ü Havvâ ki efgân itdiler Dökülen gözyaşını kan itdiler
Hep behişt ehli acıdı anları Çün gider elden güzel mihmânları
Didiler lâyık mı güller hvâr ola Mihnet-i dünyâ ile âzâr ola
Bunlar ol hâl ile pek mahzün iken Çeşm-i nergisler ‘aceb pür-hün iken
Anlara Cibril işâret eyledi İşbu kavliyle bişâret eyledi
55 Didi ey Ádem nedir bunca esef Hakk saña ihsân idiser bir halef
Ol ki sırrmda seniñ mestürdır Anm ismi Sidrede mastürdır
Hem odır her dü cihânda ser-firâz Hem odır cümle içün şâhib-niyâz
Hem odır ‘aşk ehliniñ sermâyesi Hem odır kim nüh felekdir tâyesi
Hem odır anm içün itdiñ hurüc Hem odır her kadr ile şâhib-‘urüc
60 Hem odır her derde dermân eyleyen Hem odır her bendeyi hân eyleyen
Hem odır şâhinşeh-i arz-ı Hicâz Sen de ol hâke düşince kıl niyâz
Ola kim ol yerde makbül olasm Sevdigiñ Havvâyı anda bulasın
Vâkı‘â ol yerde Ádemhazreti Mâder-i insâna buldı vuşlatı
Mâ-haşal ol nür-i pâk-i Muştafa Eyledi teşrif cümle enbiyâ
65 Eylediler hep o nürdan iktibâs Anları da Ádeme eyle kıyâs
Her biriñ şerh eylesem almaz makâm Diñlemez şimdi sözü kimse tamâm
Şöyle bil ki 'aşk ucından her biri Çekdi çok zahmet virüp âhir seri
Her biri oldı belâya mübtelâ Ol belâlar âhiridir Kerbelâ
İster isen bulasın bâki hayât Ey gözüm ol nür-ı 'ayna kıl şalât
Allâhümme şalli ve sellim ve bârik cala seyyidinâ Muhammedin nüri’l-hüdâ ve cala âlihı ve şahbihı cadede kemâlillâhi ve kemâ yelıku bi-kemâlihi ve cadede inâmillâhi’l-Kenm ve efâlihı
70 Bu teselsülle gelüp ol nür-ı zat Aña mazhar oldı fahr-i kainat
Rahm-i maderde iken dürr-i yetim Kadrini bildirdi ol Rabb-i Hakim
Ol Amine hazreti hayru’n-nisa Çok gara’ib gördi kim hayret-feza
Gah olurdı kendüsi bir nüra gark Gah medhüş oluban bilmezdi fark
Gah şevkından olurdı neş3e-yab Gah havfından olurdı pek harab
75 İşbu hal ile olurken meh-lika Zevci oldu ‘azim-i daru’l-beka
Çünki ‘Abdullahm oldu firkati
Y almız kaldıkda artdı hayreti
Hem bu ahvali duyunca akraba Didiler ey dürc-i dürr-i bi-baha
Bu seniñ hamliñ nedir ya nür olur Ya ki cennetden gelen bir hür olur
N’ola kılsak biz anmla iftihar Sen de gel gam çekmegil ey nam-dar
80 Didi ‘Abdulmuttalib kim ey peri Hâdimi ‘ammüları ben çâkeri
Ya niçün sende ola hüzn ü keder Ben gibi olmaz cihânda bir peder
Bu tekellümde iken dir ey şehâ 10 Gaybdan geldi baña bir hoş şadâ11
Ey Amine şabr kıl çekme telâş Mahzen-i esrârmı sen kılma faş
Ol habibimdir aña ben nâzıram Sen tehi şanma seni ben hâzıram
85 Kimsesiz öksüz degildir ol aşil Şâhibiyem hâfizıyam böyle bil
Ol ki câhı mesned-i mi‘râc ola Ya naşıl ol gayrıya muhtâc ola
Ya‘ni zât-ı Hazrete mahbüb odur Zâhir ü hem bâtıni mensüb odur
Her babamñ kârına elzemdir ol Her ananm zahmına merhemdir ol
Vaktidir eyler tulü‘ meh-pâresi Hep12 olur ‘âlem anm nezzâresi
90 İster iseñ bulasm bâki hayât
Ey gözüm ol nür-ı ‘ayna kıl şalât
Allâhümme şallı ve sellim ve bârik cala seyyidinâ Muhammedin nüri’l-hüdâ ve cala âlihı ve şahbihı cadede kemâlillâhi ve kemâ yelıku bi-kemâlihi ve cadede incâmillâhi’l-Kerîm ve efâlihı
Ey vilâdet şohbetm güş eyleyen Bezm-i vahdetde kadeh nüş eyleyen
Bir mübarek sal kim ol sal idi Nik-i ikbal ehline hoş fal idi
On ikisinde Rebi‘ü’l-evveliñ Şeb-çerag-ı zümre-i ehl-i diliñ
Çün bilindi bu yeri teşrif ider Gıll u gışdan ‘alemi tanzif ider
95 Ka‘be şevkınden didi ey eşkıya Geldi halk-ı ‘aleme kıble-nüma
Anı inkar eyleyen makhür olur Hakkı tevhid eyleyen mesrür olur
Çıkdı evden ol gice eflake nür Ta bilinsiñ şah-ı din eyler zuhür
Cebredil fi’l-hal pervaz eyledi Rakş idüp ‘arş üzre avaz eyledi
Didi Ahmed ‘aşıkı ey padişah Saña istizana geldim ya İlah
100 Hıdmet-i mahbüb içün ferman buyur Ücret-i hıdmet içün ihsan buyur
Hakk buyurdu ey mela’ik serveri Çok severem hadim-i Peygamberi
Hıdmetiñ saña büyük devletdir ol Ücretiñ fehm eyle kim hıdmetdir ol
Var haber eyle mela’ik her biri Kalmasun hiç biri hıdmetden giri
Anları üç kısma taksim eylegil Hıdmet ü adabı ta‘lim eylegil
105 Dahi her bir kısmı tefrik eyle sen Sırr-ı ‘aşkım böyle tahkik eyle sen
Fırka fırka fevc fevc seyyâr ola Her bölük önünde bir serdâr ola
Kim ki hüsn ü şivede mümtâzdır Her alay başında ol ser-bâzdır
Söyle İsrâfil ü Mîkâ’île hem Dahi 'Azrâ’île cümle bâ-haşem
Her biri tutsun elinde bir 'alem Bu sözi tuydukda âh itdi kalem
110 Yüriyin ol şâha istikbâl içün Hıdmet-i sultânı istikmâl içün
Ol Amine hânesin tebrik idin Şonra her bir zümreyi tefkik idin
Bir 'alem-keş magribe olsun revân Bir 'alem-keş maşrıka gitsün hemân
Bir 'alem Beytü’l-Haremde ser-bülend Hep ayag üzre tururken dest-bend
Okuyun hıdmet size işbu kelâm eş-Şalât ey nür-ı a'zam es-Selâm
115 İster isen bulasın bâki hayât
Ey gözüm ol nür-ı 'ayna kıl şalât
Allâhümme şallı ve sellim ve bârik calğ seyyidinâ Muhammedin nüri’l-hüdâ ve calğ âlihı ve şahbihı cadede kemâlillâhi ve kemâ yelıku bi-kemâlihi ve cadede inâmillâhi’l-Kerım ve efâlihı
Ey mahabbet bezminin üftâdesi Nice mest etmiş seni bir bâdesi
Lutf idüp benden yana eyle nazar Gör neler Cibrile Allâh emr ider
Buyurur kim cennet ü Rıdvâna git 'Üd ü 'anber deste güller hâzır it
Kâseler câmlartoluşir bal ile Siz gidiñ ol hâneye hoş Mi ile
120 Tâye-i pâkizeye takdim idiñ
Ol Amine anaya ta‘zim idiñ
Bir tarafdan sen dolan pervâne tek Bir taraf Rıdvân dönsün âne tek
Bir taraf Rühu’l-Emin âh eylesün Kudsiyân ervâhıñ âgâh eylesün
Şaç Amine rüyına hoş-büları Tâyeler üstünde dök gül şuları
Tâ ki anlar mest ola hayrân ola Bülbül-i nâlende hem güyân ola
125 Söyleşiñ Allâh içün hü hü ile Bir haber gönder baña gügü ile
İşbu tahririm olunca câ-be-câ Hem tahayyürde iken hayru’n-nisâ
Bir de ol hâne ser-â-pâ nür olur Dört yanında gördi dört yâr oturur
Anlarm seyrine hayrân olarak Mest ü sekrân yüzlerine bakarak
Ortaya dürler döküp kıldı su’âl Kimsiz ey cânlar nedir bu rütbe hâl
130 Didi Havvâyım analar anesi Bil beni şandüka-i dürdânesi
Bu biri Meryem biri Sâradır ol Ásiyedir hıdmete eyle kabül
Kim ki ol şâha bu günden kul olur Nezd-i Bâride o kul makbül olur
Her biri şöyle beşaşet gösterir Sözleri dürlü beşaret gösterir
Kimi cennet sözlerm tahtir ider Kimi hıdmet-çün etek teşmir ider
135 Kimi destinden tutup der ey güher Biz seniñle hem-demiz etme keder
Kimi şadrm ohşayu söz remz ider Bu tebessüm eyleyü göz gamz ider
Gah bu anlara ‘arz-ı raz ider Gah anlar söyleşür bu naz ider
Şagdaki dir ey güzel yaşlan baña Şoldaki dir niçe can kurban saña
Öndeki dir ey cihan dilberleri Tiz-be-tiz siliñ yüzünden terleri
140 Ter midir ‘anber midir reyhan mıdır
Y oksa canandan gelen bir can mıdır
Bu koku aldı beni gayret küm Hayrete şaldı beni himmet kılm
Söyleşürken böyle bülbüller gibi Güldiler açıldılar güller gibi
İndi gökden nür-ı akdes kuş gibi Kapladı ol anayı ser-püş gibi
Şundılar bir ke3s-i beyza nüş olur Valide ol zevkden bi-hüş olur
145 Bir nida oldı o dem ya Muştafa
Merhaba hayru’l-veraya merhaba
Ey Muhammed ümmeti eyle kıyam Can u dilden kıl şalat ile selam
İster isen bulasın bakı hayat Ey gözüm ol nUr-ı 'ayna kıl şalat
AlMhümme şalli ve sellim ve bârik cala seyyidinâ Muhammedin nüri’l-hüdâ ve cala âlihı ve şahbihı cadede kemâlillâhi ve kemâ yelıku bi-kemâlihi ve cadede inâmillâhi’l-Kenm ve efâlihı
Çün Amıne hazreti bıdar olur Kendini tenha bilüp ğam-hvar olur
Şağ u şola bakdığınca serv -i naz Gördigim bir buk'ada şahib-niyaz
150 Tız varup ağUşa çekdi ol güli Bildiğim okur feşahat bülbüli
Şöyle dir ey Halık-ı 'arş-ı berın Ey 'ulüvv-i cah ile can-aferın
Düşdigim her derde13 sen Gaffar ol Ümmetim 'afv eyle minnetdar ol
Hem işitdim şöyle kim söyler Mucıb Merhaba ey sevgili ra'na habıb
Merhaba ey kadr-i bala merhaba Şeh-nişın-i kaşr-ı a'la merhaba14
155 Merhaba ey ümmeti ez'af şeha Merhaba ey hürmeti ez'af şeha
Merhaba ey mecma'-ı cemde nebı Merhaba ey re3y ü hükmün ağlebi
Merhaba ey 'unf ile şâhib-hitab Merhaba sayende ümmet kam-yab15
Ey kitabı talibe muhkem sened Matlabın benden alur bı-müstened
Merhaba ey kıble-i ‘uşşak-ı ma Merhaba ayine-i ‘alem-nüma
160 Merhaba bilmem anı bilmez seni Merhaba ifşa kılan halka beni
Merhaba nür-ı Siraci merhaba Merhaba minhac-ı naci merhaba
Merhaba ‘aşkmladır bu kainat Merhaba mehd-i sa‘adet üzre yat
Şallü caleyhi ve sellimü tes limen hatta tenâlü cenneten ve naúmen16
Me fulü Mefâllün Fe “ulün
Ey malik-i vech-i bi-mi§aH Ve’y şahib-i nür-ı la-yeza!!
Kıl bezm-iharim-i vahdete yar Ta kim olayım karin-i didar
İzhar-ı vücüda nün u kafı Bildim saña bir delil-i kafi
Kıldm beni mazhar-ı irade ‘Afv eyle kuluñ yetür murada
‘İşyan ile gerçi şerm-sarım Eltafma Hk17 payidarım
Ben eyledim ise cürme ikdam Sen görme ‘azizim eyle ikram
Ben ‘aşık u bi-neva vü zarım Aşüfte vütalib-i nigarım
Sen zat-ı Kerim ü bir Hudasm Bimar-ı dile yetür devasm
Bilmem ne revâ saña bahâ ne Sen eyle kabül bi-bahâne
Bir cân ise kıymetm ne minnet
Y okdur saña bende başka hıdmet
Bahş eyle habibe bu Sirâcı Oldır yine derdiniñ ‘ilâcı
Vâşıl ola zevk-ı hür-ı ‘ayna Kim âyet okursa vâlideyne
Meiâcılün Meiâcılün Meiâcılün Mefâîlün
Saña vâriyyet ü rühum fedâdır yâ Resülallâh Seniñ vaşfında nutkum bi-edâdır yâ Resülallâh
Nu‘üt-ı hüsn-i ahlâkında kilk-i kudretim ‘âciz Yine meddâh-ı zâtm bir Hudâdır yâ Resülallâh
Münevver cism-i pâkm mâyesi cem‘-i hikemdir kim ‘Ukül ü ‘unşurahayret-fezâdır yâ Resülallâh
Makâmât-ı ‘urücuñ nice idrâk eylesün âdem İkinci makdemiñ kim Müntehâdır yâ Resülallâh
N’ola manzüruñ olsa feyz-i hâşşıñla Sirâci hem Kapmda bir gedâ-yı bi-nevâdır yâ Resülallâh
ııııııııııııııııııııvı<a<ııııııııııııııııı>>ıııııııııı
Fâcilâtün Fâilâtün Fâcilâtün Fâcilün
Ey dehânı kâşif-i esrâr-ı İsra meh-likâ Ve’y sözü ser-levha-i câna şafâ-bahş -ı sehâ
Şafha-i dilde hayâl-i hattı meşk eyleyen Mehveşân-ı ‘âleme sevdâ-yı ‘aşk eyler ‘atâ
Hiç kes yokdur livâsı münteşir rüz-ı kıyâm Ger nebi olsa saña ol günde eyler iktidâ
Düşdigim ol demde gel hâk-i pâye kurbâmñam Tut elim Allâh içün Hakdan beni eyle recâ
Da‘va-yı ‘aşk eyleyen almaz göze mahbübını Saña hüy olmış o gün her ferde göstermek vefâ
Her nebi ta‘til ider ol günde bâb-ı hükmüni
Y almız mahşüş olur takdim-i istid‘â saña
Her hekim ü her mariz ü her selim ü her sakim Hep etibbâ derdine senden umar ol gün devâ
Ger mezâd olsa o pâzâr içre kadr-i kudretiñ Kim verir saña behâ alur Hudâdan mâ-‘adâ
Ey Sirâci yakma cânım süz-ı süzla yoksa ben Söylerim yâ Ahmed ü Mahmüd Muhammed Muştafa
Bu hususta birçok araştırmacı çalışmalar yapmıştır, bkz.
Neclâ Pekolcay, Türkçe Mevlid Metinleri, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 1950;
Agâh Sırrı Levend, “Dinî Edebiyatımızın Başlıca ürünleri”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1972, 1989, s.35-80;
Hasibe Mazıoğlu, “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler” Türkoloji Dergisi, C. IV, S.I, 1974, s. 31-63;
Neclâ Pekolcay, İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nev’ilere Giriş, Kitabevi Yayınları, İstanbul, Eylül 2000, s. 205-208;
Aksoy, agm, s. 323-332;
Ahmet Günşen, “Türk Edebiyatında Mevlit Geleneği”, Yedi İklim, Mayıs 2006, s.95-97; M. Fatih Köksal, “Yeni Mevlid Metinleri ve Mevlidlerle İlgili Mevcut Malumata Dair Tashihler”, Türklük Bilgisi Araştırmaları 34 / II (2010), s. 253-285;
M. Fatih Köksal, Mevlid-Nâme, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2011, s.58-82.
Ayrıca bazı mevlidlerin yazılma sebepleri için bkz . Alim Yıldız, “Edebiyatımızda Mevlid ve Bazı Mevlidlerin Yazılış Sebepleri”, Somuncu Baba, Nisan 2006, Sayı: 66, s. 34-37.
Sadece F. Köksal, eseri XIX. asırda kaleme alınan mevlidler kategorisine dahil etmiştir. Diğer araştırmacılar herhangi bir tarih belirtmezler. bkz. Köksal, agm., s.271.
Kütüphane kataloglarında yaptığımız taramalarda bu esere maalesef ulaşamadık. Şairin Hayâl-bâl isimli dinî şiirlerini ihtivâ eden bir eserinin iki nüshasını tespit ettik. Ankara Milli Kütüphane EHT 1969 A 74 numarada kayıtlı olan ilk metin, 47 sayfadan müteşekkil harekeli bir nüshadır. Eser 1305 (1887-1888) tarihinde İstanbul’da Mahmud Bey Matbaası’nda basılmıştır. Dinî şiirlerin bulunduğu bu nüshada, 1-13. sayfalar arasında makale konusu edindiğimiz mevlid, 14-16 arasında bir münacat, iki naat, 16-19 arasında Duâ-i Şerîf adlı mensur bir Türkçe dua bulunmaktadır. 20-47. sayfalar arasında 399 beyitlik bir miraciyye vardır. İkinci nüsha ise Ankara Milli Kütüphane EHT 1969 A 450 numarada kayıtlı eksik bir metindir. Basım yeri ve tarihi ilk nüshayla aynı olan bu metnin tamamı 47 sayfa olup ilk 31 sayfası mevcut değildir. Eserde, ilk nüshada bahsedilen miraciyyenin bir kısmı sayfa numaraları karışık vaziyette bulunmaktadır. Kanaatimize göre Ziyâeddin Fahri’nin, Erzurum Vilâyet Tahrirat Başkâtibi Muhtar Bey’in hususî kütüphanesinde görüp incelediğini bildirdiği metin lâ-dinî şiirlerini içermektedir. Muhtemelen şair, dinî şiirlerini Hayâl-bâl, lâ-dinî şiirlerini ise Mecmûa-ı Hayâl-bâl ismi altında bastırmıştır.
Örnek verilen beyitlerin sonlarındaki numaralar, o beyit(ler)in mevlidde kaçıncı beyit olduğunu göstermektedir.
Mesnevi nazım şekli hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Ünver, “Mesnevî” Türk Dili Dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), Temmuz-Ağustos-Eylül 1986, s.430-564.
Lik B: Leyki M.
yed-i kudret ile B: yed-i kudretle M.
Lik B: Leyki M.
dir ey şeha B: anlar şeha M.
bir hoş şada B: dir bir şada M.
Hep B: Gör M.
derde M: yerde B.
Bu beyit yalnızca M nüshasında bulunmaktadır.
Bu beyit yalnızca M nüshasında bulunmaktadır.
“Na‘im cennetine erişinceye kadar O’na salât edin ve O’na teslim olun.” Bu Arapça bölüm yalnızca B nüshasında vardır.
Lik B: Leyki M.