ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
|
Atatürk Araştırmaları || Çukurova
Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni
Türk Dili || Eski
Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
“PERFORMANS
TEORİ” BAĞLAMINDA SÖZLÜ KÜLTÜR ÜRÜNLERİ’NİN
MÜZELENMESİ SORUNU ÜZERİNE BAZI GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELER
Dr.Ruhi ERSOY
Bildiride,
Performans Teori’nin temel yaklaşımlarına göre, sözlü kültür ürünlerinin
değerlendirilme kriterleri üzerinde durulacak ve söz konusu ürünlerin
ele alınış biçimleri tar¬
tışılacaktır. Bu tartışmada iki yaklaşım ön plânda tutulacaktır.
Bunlardan birincisi sözlü kültür
ürünlerinin kendi bağlamında müzelenmesi fikri, diğeri ise söz konusu
ürünlerden hareketle
oluşturulacak yeni terkiplerin elektronik kültür ortamına aktarılarak
medyada kullanılması
fikridir.
1970’li
yıllarda ortaya çıkan ‘Performans Teori’; gösterimci, bağlamsal ve
icracı ku¬
ram diye Türkçe’ye çevrilmektedir. Başka bir ifadeyle, ‘Performans’
kavramı, ‘icra’ veya
‘gösterim’ anlamında folklorun işlevselliğini ön plâna çıkaran tüm
yaklaşımları bünyesinde
toplayan geniş bir şemsiye terim olarak da tanımlanabilir. Söz konusu
bu yaklaşımla sözlü
kültür ürünleri, ‘fosilleşmiş kültür’ değerlerinin ötesinde ‘yeni
oluşan kültür’ değerlerini ince¬
leyen bir disiplin olma hüviyetine kavuşmuştur (Williams1973, 3-16;
Çobanoğlu: 1999, 258¬
264).
Söz
konusu ettiğimiz bu kavram, metni anlamak için metnin anlatıldığı
ortamı anlama
fikrinden doğmuş, antropoloji çalışmalarının, sözlü kültür ürünlerine
uyarlanmasıyla başlamış
ve gelişerek günümüzdeki şeklini almıştır. Bu yöntem ve yaklaşımlar
sayesinde sözlü kültür
ürünleri yorumlanabilir hâle gelip anlam ve derinlik kazanmıştır.
İnceleme konusu yapılan
herhangi bir sözlü kültür ürününün hangi ortam ve şartlarda icra
edildiğini göz önüne alarak
çalışmalar yapan bu yaklaşım, icra esnasında; icra mekânı, icra tarihi,
icra zamanı, icra nede¬
ni, icra biçimi, icracı kimliği gibi unsurları context (bağlam) olarak
ele alır ve söz konusu bu
unsurları incelemeye dahil eder. (Ekici 1998: 106-120)
Sözlü
kültür ürünlerine bu tarz yaklaşımlar sözlü kültür ürünlerini geçmişin
kalıntıları
olmaktan çıkarıp neden sonuç ilişkilerinin yorumlanarak
değerlendirilmesine katkı sağlamış¬
tır. Zîrâ sözlü kültür ürünleri, toplumun ortak malı olan hazır
kalıpların deneyimleri pekiştire¬
cek şekilde biçimlendirilmesiyle oluşan ve yazılı metinden yoksun
olduğu için toplum belle¬
ğinde yüzyıllarca gelişerek varlığını sürdüren canlı organizmalar
bütünüdür. Sözlü ürünler
halkın bilincinde sözle biçimlendikleri için, sözün ilk kaynağı olan
düşünce geliştikçe hazır
’ Gaziantep Üniv. Fen-Ed. Fak. T.D. ve Edb. Böl. T.H.B. A.B.D. Öğr.Gör.
deyişlerin
kullanımı da daha ince bir ustalık kazanarak ifade alanını
genişletmiştir. (Ong
1995: 50-52).
Bilindiği
gibi, sözlü kültürden maksat sadece sözle üretilen edebiyat değildir;
sözlü
kültür, insan yaşamının bütününü kapsayan, toplumun ve o toplum içinde
fertlerin kendilerini
gerçekleştirme sürecinin tamamını kapsar.
Sözlü
kültür alanında yapılan çalışmaların bir sonucu olarak, zamanın
ihtiyaçlarına gö¬
re yeni ürünler meydana gelmekte ve bu ürünler sadece köylülerde değil;
toplumun bütün
sosyal grupları arasında kendini göstermektedir. (Yıldırım: 198548)
Sözlü kültür ürünlerinin
söz konusu bu özelliği, onun canlı bir varlık olduğunu ve bu kültür
içinde şekillenen insanla¬
rın bu ürünleri canlandırdığı, hayatın canlılığı ile söz ve günlük
hayat aracılığıyla bu ürünlerin
yaşanan güne taşındığı ifade edilebilir.
Sadece
metni kaydederek, ihtiyaç duyulan bütün tahlilleri yapabileceklerini
farz et¬
mekle halkbilimcilerin yanılgıya düştüklerini belirten Dundes, kaynak
şahsın verdiği malzeme
hakkında düşünce belirtmesinin çok nadir olarak teşvik edildiğini
belirtir. Halbuki, bu husus,
en çok teşvik edilmesi gereken bir özelliktir diyerek, kaynak
şahıslara, anlattıkları malzeme¬
nin önemi hakkında ne düşündüklerinin sorulmasının önemini vurgular.
Başgöz ise bu doğrul¬
tuda, kaynak kişinin repertuar çalışmasında ara sözün önemini
vurgulayarak metnin anlaşıl¬
masında arasözlerde saklı olan bağlamla ilgili detayların mutlaka göz
önünde bulundurulması
gerektiğini vurgular. (Başgöz: 2001, 86/105)
Diğer
bir ifadeyle, sözlü kültür çalışmalarında; doku, metin ve bağlam
arasındaki iç
içe geçmiş ilişkiyi göz önünde bulundurmak bir mecburiyettir. Bağlamda
meydana gelen bir
değişiklik dokudaki bir değişikliği açıkça etkilemektedir. En basit bir
örnekle; bayan bir anla¬
tıcı veya dinleyici, gelenek çevresinde kullanılması sakıncalı bir
kelimeyi anlatıdan çıkarmasa
da onu değiştirebilir. ( Ekici: 1998)
Diğer
taraftan sözlü kültür ürünleri, bir icra ortamında, teatral olarak,
icra edilmekte,
oynanmaktadır. Metin, söz konusu bu icra ortamının sadece bir
unsurudur, ama icra ortamı
sadece metinden ibaret değildir. İcra ortamında icracının hareketi,
dinleyicisi, dekoru ve doğal
olarak sergilenen icra/gösterim ve icra yeri de değerlendirilmeye
alınma durumundadır. Sözlü
kültür metinlerinin üzerinde yapılan çalışmaların asıl amacı, söz
konusu bu metinleri icra e¬
denleri ve icrasına katılanları, icra ortamını bir bütün halinde
anlamak için olmalıdır.
Genel
hususiyetleri hakkında bilgi vermeye çalıştığımız sözlü kültür ürünleri
doğal
bağlamında üretildiği andan itibaren toplumsal yaşamın dinamiklerini
oluşturmaya başlamış¬
lardır. Mitler, destanlar, masallar, halk hikâyeleri, halk inançları,
bunlardan bazılarıdır. Söz
konusu ürünler, yaşamlarını doğal ortamda sürdürdükleri yer ve zamanda
pek çok sosyo¬
kültürel ihtiyaçlara cevap verip kültürde sürekliliği sağlamışlardır.
Günümüzde
küresel ölçekte büyük bir hızla ilerleyen teknolojik gelişmeler, sözlü
ü¬
rünlerin kültürel bir değer olarak yaşaması ve yaşatılması için nelerin
yapılabileceği hususun¬
da ulusal ve uluslararası bazı kurum ve kuruluşları harekete
geçirmiştir. Söz konusu bu çalış¬
malardan birisi de bu ürünleri müzeleme fikridir.
“Müze”
kavramı akla ilk önce, zaman içinde donmuş ve dondurulmuş kültürel gös¬
tergelerin sergilenmesi gibi bir düşünceyi getiriyor. Oysa yukarda da
değindiğimiz gibi canlı
bir organizma olarak karşımızda duran sözlü kültür ürünlerini nasıl
olur da geçmişin kalıntıla¬
rının dondurularak sergilenmesi gerçeğiyle eş tutabiliriz.
Eğer
sözlü ürünleri müzelemekten maksat, bu ürünlerin içerisinde adı geçen
somut
kültür ürünlerini sözelin somutu gibi algılayıp söz konusu bu objeleri
bir araya getirip adına
“sözlü ürünler müzesi” denen sözün sustuğu belleğin olmadığı bir
müessese oluşturmaksa
sorun çok kısa yoldan çözülür demektir. Yok eğer niyetimiz sözlü kültür
ürünlerini bağlamıy¬
la bir bütün olarak algılayıp, canlı bir gösterim olarak müzelemekse bu
kez de daha başka
sorunlarla karşılaşırız.
Örneğin
adı müze olarak oluşturulacak bir mekânda, sözlü kültür ürünü kapsamına
gi¬
ren bir ürün olarak, gelenek temsilcisi aşıklara bu mekânda sürekli
icrada bulundurduğumuzu
düşünelim. Doğal icra bağlamından kopartılmış ve sun’î bir bağlamda
icra yaptırılan bu sa¬
natkârlar icrasını, performansını ne kadar doğal sergileme imkânına
sahip olabilir ve bu du¬
rum yukarda bahsedilen sözlü kültür araştırma disiplini gerçeğiyle ne
kadar uyumlu olur, tar¬
tışma götürür.
Söz
konusu bu tarz uygulamaya; “müzeleme”, “koruma”, “sembolik olarak
yaşatma”,
“sergileme” denilebilir, hattâ bu tarz oluşturulacak icraya dayalı
müzelerin kültürel birer gös¬
terge olarak sembolleştirilip sunulmasının da olumlu işlevleri mutlaka
göz önünde bulundu¬
rulmalıdır.
Fakat
eğer bizim asıl peşinde olduğumuz sözlü ürünün sürekliliği ve
sıcaklığıysa, ya¬
pay olarak oluşturulan bu tarz icralar, kanaatimizce; gerek geleneğin
devamına gerekse söz
konusu icra edilen ürünün kişisel ve toplumsal işlevlerine çok sınırlı
olarak katkıda bulunabi¬
lir.
O
hâlde bu durumda bir taraftan folklor ürünlerini turizm maksatlı bir
araya toplayarak
sunma düşüncesinden kaynaklanan yapay bağlamlı icra mekânları
oluşturulurken diğer taraf¬
tan da geleneğin asıl devamını sağlayacak olan sözlü kültür ürünlerinin
yaşadıkları doğal bağ¬
lamlarında müzelenmesi eş zamanlı yürütülmelidir.
Bu
durumu kısa birkaç örnekle somutlaştıracak olursak: Erzurum, Kars ve
Kayseri’de
yaşayan âşıklık geleneği geleneksel icra mekânı olarak herkesçe bilinen
âşık kahvehânelerin-
de yaşamaktadır ve acıdır ki bu kahvehâneler kapanmaya yüz tutmuştur.
Oysa bu mekânlar
doğal bir müze olarak algılansa ve söz konusu bu mekânlar ve icracılar
her konuda destek¬
lenmiş olsalar buralar doğal müze olarak yaşatılabilir. Eğer maksat
burayı tanıtmak ve kültü¬
rel bir gösterge olarak sunmaksa, yetkili merciler bu mekânları doğal
müze formunda sunup,
hattâ gelen ziyaretçileri doğal icra bağlamına katabilirler.
Diğer
taraftan kutsal ağaç ve kutsal mekan kültlerinden hareketle Anadolu’nun
pek
çok yerinde ziyaret ve ziyaret mekânları vardır ve bu mekânlar pek çok
sosyo-psikolojik iş¬
levler üstlenmektedir. Söz konusu bu mekânlar hangi il veya ilçe
sınırlarındaysa oraların yet¬
kilileri tarafından tespit edilip, temizlik ve bakım işlerinin
yapılmasıyla koruma altına alınıp
hem halk inançları ile ilgili bir ritüel müzesi olarak sergilenebilir,
hem de yöre insanı üzerin¬
deki sosyo-psikolojik rehabilite işlevi devam etmiş olur. Söz konusu
örnekleri çoğaltmak
mümkündür.
Öte
yandan sözlü kültür ürünlerine bakışımız, toplumsal işlevini tamamlamış
ve elekt¬
ronik kültür hayatı karşısında yaşama alanını kaybetmek üzere olan ve
her kaybolmaya yüz
tutmuş kültürel unsurlara karşı yaptığımız bir muamele olan birer
numunesini gelecek kuşak¬
lara hatıra olarak saklamak şeklinde olmamalıdır. Bunun yerine, sözlü
kültür ürününün geçir¬
diği evreleri göz önünde bulundurarak yazılı ve elektronik kültür
ortamlarına uyum ve akta¬
rım konusunda nelerin yapılabileceği tartışılmalıdır.
Uygarlık
tarihinin gelmiş olduğu bu noktada dünya üzerinde kendi yerelini
evrensel¬
leştirme mücadelesi verip hakim güç olma yolunda ilerleyen her güçlü
devlet, kendi ulusal
birikiminden yola çıkarak ihtiyaç duyduğu kültür, sanat, turizm,
sinema, reklam gibi pek çok
alanda açılımlarını kendi folklor mahsûllerinden karşılamaktadırlar.
Şimdi
kısaca ; Türk Sözlü Kültür mahsûllerinin çağın şartlarına göre
değerlendirilerek,
Türk toplum yapısının ihtiyaçlarını, kendi kaynaklarından
karşılayabilme, muhafaza etme ve
yeni terkipler oluşturup kullanarak yaşatma ilkesinden hareketle müze
kavramına yeni bir
form verme adına nelerin yapılabileceğine dair bazı görüşleri
tartışmaya çalışacağız.
Öncelikle
Türk sözlü kültür metinlerinden olan; destan, masal, halk hikayesi gibi
ürünlerin senaryolaştırılarak filme çekilmesi birinci aşama olarak
düşünülebilecek bir iştir.
Zira bu konu ile ilgili 1950’li yıllarda ülkemizin Güney Anadolu
bölgesinde sözel malzemele¬
rimiz üzerinde çalışama yapan W. Eberhard şu tespiti yapmıştır.
“...Büyük
bir ihtimalle, aşık hikayeleri,zamanla daha geniş kitlelere seslenen ve
stil
açısından Amerikan ve Avrupa modellerinden etkilenmiş, popüler
romanlara dönüşecek-
tir.Bugün gelişme iki yol izlemektedir...aşık hikayelerini kullanan,
Türk film sanayii ve türkü¬
lerle ilgilenen Türk müzik sanayii.bu gibi durumlarda 36 saatlik bir
hikaye,iki saatlik bir film
haline gelebilir ve bir türkünün üç dakikalık plak olabilmesi için bazı
mısralarının atılması
gerekir.Ülkenin sanayileşmesi gibi yeni gelişmeler doğrultusunda
hükümetin aşık hikayelerini
modernleştirerek bir propoganda aracı olarak kullanma girişimine henüz
rastlanmamıştır.Bu
gibi girişimler Sovyetler birliğinde gözlense de Türkiye de uygulanacak
gibi görünmüyor.”
(Eberhard:
2002:6-7)
Eberhard’ın
bu tespitinden sonraki yıllarda onun Türkiye için henüz söz konusu değil
dediği sözel hikaye metinlerinin sinemaya uyarlanma meselesi kısmen de
olsa gerçekleşmiştir
Köroğlu, Battalgazi, Kara Murat gibi çekimlerle kalınmayıp Keloğlan,
Kırk Haramiler gibi
masal unsurlular da senaryolaştırılıp filme çekilmiştir.
Diğer
taraftan, kolektif kimliğin inşâsında halk terbiyesi ve ritüellerin
medya metinle¬
rine dönüştürülerek (Cantek: 1999, 5-14). Toplumsal dinamiklerin
göstergesi olan ve ortak
duygu ve düşünceyi yansıtıp toplum üzerinde milli romantik duyuş tarzını1
geliştirecek metin¬
ler uyarlama yolu ile medyada kullanılmalıdır. Bu konuda az da olsa
TRT’nin söz konusu bu
tarz Klâsik Türk Romanlarını sinemalaştırma projesi oldukça anlamlıdır.
Fakat
bu durum bununla sınırlı kalmayıp asıl ikinci aşama diye
adlandırdığımız ve söz
konusu bu sözel metinlerden ilham alarak geleneğin doğasında var olan;
gelişim, değişim ve
dönüşüme ayak uydurarak modern anlamdaki kültür ve sanat ihtiyaçlarına
cevap verebilecek
yeni terkiplerin oluşturulması sağlanabilir.
Söz
konusu bu durumla ilgili L.Degh şu tespiti yapmaktadır; “Halk
bilimi olarak ad¬
landırdığımız kavram, popüler medya sayesinde bütün topluma
işlemektedir. Buna halk bilimi
denmesinin nedeni sadece modern tüketicilerin ihtiyaçlarına uyması için
eski formların değiş¬
tirilmesi değildir.Halkbilimi malzemeleri,gözlerimizin önünde bir çiçek
gibi açarak ve kendini
yeniden üreterek,daha güçlü bir şekilde daha fazla otorite ve prestijle
donanmış olarak yeni
formlar şeklinde karşımıza çıkar demektedir.”
(Birkalan: 2000, 48).
Bu
tespitlerden ilham alan Hande Birkalan ise şu değerlendirmeyi
yapmaktadır; “Ge¬
leneksel halk kahramanları da çömlekler,hikayeler ve halk dansları gibi
belirli değişim süreç¬
leri içinde karşımıza çıkarlar.Bu karşılaşmalardan biri Kemal Sunal’ın
filmlerindeki İnek
Şaban tiplemesidir. İnek Şaban karekterinde, geleneksel halk
kahramanlarının ve Halk Felse¬
fesi nin günümüzdeki izlerini,bir başka deyişle,modern yorumlarını
görürüz. İnek Şaban kimi
zaman keloğlan edasıyla masalımsı bir anlatının saf ve temiz kahramanı
', kimi zaman Nasret¬
tin Hoca ’nın nüktedanlığıyla modern bir komedyen, kimi zaman da
Köroğlu’nun sosyal düze¬
ne baş kaldırısında kişileştirilen sosyal eşkıya olarak görüntülenir.
İnek Şaban, Keloğlan,
Nasrettin Hoca ve Köroğlu’nda çarpıcı bir şekilde betimlenen geleneksel
halk kahramanları
ve felsefeleri ışığında modern zamanda vücut bulmuştur, artık.”
(Birkalan2000:47)
Bu
değerlendirmeler bize şunu bir kez daha gösteriyor ki çağımızda gelenek
ve deği¬
şimin artık tek boyutlu değil, birden fazla boyutta irdelenmesi bir
zarurettir. Günümüzde a¬
yakta kalabilen güçlü gelenekler, modern çağda mutlaka değişime
uğrayacaktır, fakat özünü
yitirmeden yeni ihtiyaçlara da cevap verecektir. Birkalan’ın
ifadesindeki İnek Şaban tipleme¬
sinde gördüğümüz sadece sözel metinlerin senaryolaştırılması meselesi
olmayıp, geniş çapta
halk kahramanlarından ve onların felsefesinden etkilenmiş olan, halk
kahramanlarının gelenek
sürecinde ama değişime parelel olarak yaşam bulması dır.(Ersoy 2002)
Sözel
metinlerin ve dolayısı ile halk kahramanlarının esin kaynağı olarak
yeni bir dışa
vurum formu olarak tartıştığımız söz konusu bu uygulamanın medyamıza
yansıyan en son
kahramanı “Ekmek Teknesi” dizisindeki Heredot Cevdet tiplemesidir ki bu
karakterin etrafın¬
da oluşturulan bağlam, icra edilen ürün, icracı, icra mekânı, anlatıcı
ve dinleyici, icra ortamı,
anlatıcı ve dinleyici arasındaki iletişimsel ilişki gibi hususiyetler
açısından değerlendirdiği¬
mizde tıpkı modern anlamda bir hikâyeci âşık tiplemesinin
canlandırıldığı görülmekte ve bu
tipleme hem icra ortamındaki katılımcılar hem de elektronik kültür
ortamı vasıtasıyla evlerin¬
deki izleyiciler üzerinde icra performansı ve icra konuları açısından
büyük tesir uyandırmak¬
tadır.
Sonuç
olarak önerilerimizi özetlersek, ülkemizde hangi unsurların somut
olmayan
ulusal kalıt olduğu ve bunların müzelenmesi gerektiği bir an önce
tespit edilmeli ve söz konu¬
su bu ürünleri bağlamında müzeleme ile ilgili hayata geçirilebilir
projeler üretilerek bu proje¬
leri hayata geçirecek ekipler oluşturulmalı ve bu ekipler de bilimsel
üst kurul tarafından de-
netlenmelidir.
Bu
günlerde üzerinde çalışmalar yapılan yerel yönetimler yasa tasarısında
bu konu
gündeme getirilmeli ve yerel yöneticiler kendi mücavir alanı içinde
bulunan ve bağlamında
müzelenmesi mümkün olabilecek unsurlardan sorumlu tutulmalıdır.
Hepsinden önemlisi ye¬
rel yöneticilere bu konunun önemini kavratacak bir eğitim çalışması
yapılmalıdır.
Öte
yandan müzelemenin yapılacağı yerlerin yöneticileri, sivil toplum
örgütleri ile bir
araya gelip bilimsel kurulun tavsiyeleri doğrultusunda kendi
bölgelerindeki somut olmayan
kültürel olgu ve pratiklerin hem kolektif bilinç ve bir arada yaşama
şuurunun oluşmasına kat¬
kıda bulunması noktasında hem de söz konusu bu mekanların turizme
kazandırılması husu¬
sunda çalışmalar yapmalıdırlar
Bunlara
ek olarak sözlü kültür ürünlerini elektronik kültür ortamına aktarmakla
kal¬
mayıp söz konusu ürünlerden hareketle oluşturulabilecek yeni
terkiplerin medyada kullanımı
üzerine çalışmalar yapılmalıdır. Bu ürünlerin gerek bağlamında
müzelenmesi hususunda, ge¬
rekse elektronik kültür ortamına uyarlanıp oluşturulacak yeni
terkiplerle medyada kullanımı
hususunda çeşitli proje yarışmaları düzenlenmelidir.
KAYNAKÇA
CANTEK,
Levent (1999), Kolektif
Kimliğin İnşaasında Halk Terbiyesi ve Ritüellerin Medya Metinlerine
Dönüş¬
türülmesi,
Folklor/Edebiyat, C.5, S.20, s.5-14, Ankara.
BİRKALAN
(2000), Gelenek,
Halk Kahramanları, Popüler Medya ve İnek Şaban,
Folklor/Edebiyat, C.6, S.23,
s.47-53, Ankara.
EBERHARD
Wolfram (2002), Güneydoğu Anadolu’dan Aşık Hikayeleri, Çeviren: Müfide
KOCAOĞLAN
VAN DER HOEVEN, T.D.K. Yay., Ankara,2002.
ÇOBANOĞLU,
Özkul. (1999) Halk Bilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine
Giriş, Ankara,
Akçağ Yayınevi
ONG,
Walter J.(1995) Sözlü ve Yazılı Kültür / Sözün Teknolojileşmesi, (Çev.
Sema Postacıoğlu Banon),
İstanbul: Metis Yayınları
YILDIRIM,
Dursun, (1985) Türk
Folklor Araştırmalarının Problemleri,
Erdem AKM Dergisi, C.I, S.2,
1985:545-557.
DUNDES, Alan, (Yaz 1998) Doku Metin ve Konteks, (Çeviren: Metin Ekici), V/38, (106-120).
BAŞGÖZ,
İlhan, (Yaz 2001) Sözlü Anlatımda Ara Söz, Türk Hikâye Anlatıcılarının
Şahsi Değerlendirme¬
lerine Ait Bir Durum İncelemesi, (Çeviren: Metin Ekici), VII/50,
(86-105).
ERSOY,Ruhi
(2002) Sözlü
Kültür Ortamı kaynaklarının Medyada Kullanılması Bağlamında Gaziantep
’te Nev¬
ruzla İlgili Bir İnancın TRT Arşivine Kazandırılması Serüveni,
Halk Kültürlerinin Medya Açısından Değerlendi¬
rilmesi Uluslararası Sempozyumu, Sakarya. 12-13-14- Aralık 2002,
(Basılmamış Sempozyum Bildirisi).
Bu konu ile ilgili daha geniş bilgi için Bkz; Şerif AKTAŞ, Millî
Romantik Duyuş Tarzı ve Türk Edebiyatı,
Türkiye
Günlüğü, Sayı: 38,39,40., Ankara.