ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
|
Atatürk Araştırmaları || Çukurova
Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni
Türk Dili || Eski
Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
Osmaniye’de Ağıt Söyleme Geleneği ve Osmaniye Ağıtları
Prof. Dr. Erman ARTUN*
Ağıt terimi ile bir törene bağlı olsun olmasın, acıklı bir olayı konu alan ve metni de bu olayı hatırlatmaya, bütün yoğunluğuyla yaşatmaya elverişli türkülerin bütünü anlaşılmaktadır (Boratav, 1982: 444). Ağıtlar insanlığın ortak acısını canlı şekilde anlatan edebi metinlerdir. Ağıt, bir ölüm üzerine belli bir geleneğe uyularak yapılan törenlerde yakılmış ve söylenmiş bir de böyle bir törende yakıldığı halde daha sonra da hatıralarda yaşayan türkü olarak iki anlama gelir (Boratav, 1982.II:471).
Ölen bir kimsenin, gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını veya büyük felâketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya etkidir (T.S., 1988, C.I:23). Ağıt insanoğlunun ölüm karşısında duyduğu korkunun ve çaresizliğin anlatımıdır (Elçin, 1993:290). Ağıt, kelime anlamı olarak ağlama karşılığında kullanılır. Yakılmasına neden olan duygular evrensel olduğundan, ağıt bütün eski kültürlerde yaygın bir gelenek olduğu gibi günümüz toplumlarında da varlığını korumaktadır (Uludağ, 1988:470).
Ağıt yakmanın Türk toplumunda çok eski bir geçmişi vardır. Eski Türklerin üç önemli töreni vardır. Bunlar “sığır”, “şölen” ve “yuğ”dur. İslâmiyet’ten önceki dönemde ünlü bir kişinin ölümünden sonra yapılan ve yuğ adı verilen dinsel yas törenlerinde “sagu” denen şiirler söylenirdi. Bu şiirlerde ölünün iyilikleri, yaşarken yaptığı işler anlatılırdı. Bugün elimizde ünlü yiğit Alp Er Tunga için söylenmiş bir sagudan parçalar vardır.
Anadolu Türkçe’sinde ağıt, bozlak, Azerbaycan dilindeki ağı ile eş anlamlıdır. Kökeni ağlamak, bozlamak fiiline dayanır. Yas kelimesi ise Arapça “keder” anlamına gelen “ye’s” ten gelir (Boratav,1982:444). Ağıta Türkmenler "ağı, tavşa" derken, Nogaylar, "bozulamak", Müslüman Kerkük Türkleri "sazlamağ", Hıristiyan Kerkük Türkmenleri "madras", Kırım Türkleri "tagmag" demektedirler (Uludağ,1988:471). Ağıt kavramına verilen isimler birbirinden farklı olmakla birlikte, kavramın ifade ettiği değerler detaylarda görülen küçük farklılıkların dışında genelde ortaklık göstermektedir. Örneğin; Kerkük Türklerinde ağıt söyleme yaygın bir gelenekken, erkekler ağıt söylememektedir. Gagauzlarda da ağıtı ellerinde kalın mumlar yanan, cenazenin biri ayak, biri baş ucuna oturmuş kadınlar hediye karşılığında söylemektedir ( Görkem, 2001:187 ).
Türkiye'de genellikle ağıt olarak kullanılan bu söz, bazı yörelerde farklı şekilde de kullanılabilmektedir: Bayatı (Kars), deme (Sivas), deşet (Adana), deyiş (Malatya), deyişet (Samsun), dil (Doğanşar-Sivas), lâvik (Kırşehir), ölgülü (Burdur), sau (Muş), sızılama (Doğu Anadolu), şin (Elazığ), şivan (Diyarbakır), yakım (İçel-Isparta), yas (Antalya, Balıkesir, Burdur, Karaman, Muğla) (Kaya,1999: 245).
Sözlü gelenekte gerek töreni gerekse çağrılan metni ve onun ezgisini adlandırmak için özel deyimler vardır; ancak bu deyimlerde bir anlam kesinliği yoktur. Ağıt yerine kimi zaman acıklı türkü, deme, bozlak, gelin ağıtı, gelin yası, ölüm acısı gibi deyimler de kullanılır (Boratav, 1982:444). Ağıtlar acı bir olayın özellikle de ölüm olayının ardından söylenen halk türküleridir. Önceleri yalnızca ölülerin ardından söylenen ağıtlar çeşitli konularda söylenmeye başlanmıştır. Zamanla dünyanın faniliği, ömrün kısalığı, ihanet, kıskançlık, sadakatsizlik, feleğe sitem de ağıta konu olmuştur. Yurdun istilâ görmesi, kaybedilen toprakların uyandırdığı acı, ağıt yakılan konular arasında yer almıştır. Zelzele, yangın, sel gibi afetler ağıtla dile getirilmiştir.
*Çukurova Ün. Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Böl. Öğr.Üyesi. ADANA
Genç yaşta dul kalan kadının sıkıntıları, kına yakma törenlerinde baba evinden aynlmanın hüznü, yavrusunu kaybeden anneler, geyikler, koyunlar ve leyleklerin başlarına gelen olaylar vd. ağıtların içeriğine yeni boyutlar kazandırmıştır.
Ağıt, yas törenlerinde acıyı azaltma şekillerinden biridir. Ritim, müzik ve ezgi birlikteliği vardır. Ağıt, yas törenleri içinde toplumsal kalıplar içinde söylenir. Yas törenlerinde söylenen ağıtlarda ortak bir tema vardır. Bunlarda ölen kişiye övgü, onun için kederlenme ortaktır (Görkem, 2001: 16). İslâmiyet’te ağıt yakma, kaderi kınama, ilahi takdire karşı gelme, ölünün özelliklerine dövünerek, ağlayarak ağıt söyleme hoş karşılanmamıştır (Uludağ, 1988: 471).
Ağıt söyleme geleneği Türklerde çok eski bir geçmişe dayanır. Eski Türklerin ölülerin ardından düzenledikleri yuğ törenlerinde bugünkü ağıtların ilk örnekleri sayılabilecek sagular söylenirdi. Ağıt Anadolu’nun hemen her yerinde söylenir; ama özellikle Orta ve Güney Anadolu’nun belirli yörelerinde yaygındır. Bu yörelerde yaşayan Avşarlarla Türkmenlerin eski ağıt metinlerinin günümüze ulaşmasında önemli rolü olmuştur.
Ağıtları yalnızca metinden yola çıkarak incelemek eksik kalacaktır. Ağıtları söylendikleri çevre, söyleme yerleri ve işlevleriyle birlikte incelemek yerinde olacaktır. Ağıt söyleme geleneği kültürel değişim ve gelişime göre incelenmelidir. Sözlü kültürde yaşayan ağıtlar çağlar boyu değişerek günümüzdeki şeklini almıştır. Değişen, gelişen toplumla birlikte ağıtların da değiştiğini gözlemleyebiliriz. Ağıtlar, eski ayin karakterli dinî törenlerin birer kalıntısıdır. Ağıtların icrası cenaze, evlenme, askere yollama gibi geçiş dönemleri sırasında olmaktadır (Görkem, 2001:16). Çok eski çağlardan günümüze gelmiş olan ağıtlar, bir bakıma ölen için söylenen methiyedir. Ağıtlar halk şiirinin başlangıçtaki ilk şekilleri olarak kabul edilir. Eski inanç sistemlerinde ölenlerden medet umma yaygındır. Yakılan ağıtlarda ölen kişileri hatırlama, hatırlatma ve anısını yaşatmak kaygısı sezilir.
Ağıt söyleme geleneği toplumumuzda oldukça yaygındır. Hatta bu konuda uzmanlaşmış özel ağıt söyleyicileri vardır. Bu kişiler acıklı olaya konu olan kişiyi tanımasalar bile çevreden edindikleri bilgilere dayanarak, klâsikleşmiş ağıt tekniği ile olay hakkında duyguca yüklü ağıtlar söyleyebilirler.
Ağıtların içeriği ve ezgisi toplumun ortak yaratma gücüyle zenginleşir. Bazılarının hangi kişi ya da olay için ve kim tarafından söylendiği bilinse de ağıtın temelde sözlü bir gelenek olması ve ağızdan ağza geçerek yayılması nedeniyle bu bilgiler hiçbir zaman kesinlik kazanamamıştır. Bu yüzden ağıtların yarı anonim folklor ürünleri arasında sayılması gerekir (AB, 1987, C.1 : 188).
Tören sırasında ağıtı uzun süre tek kişi söyleyebileceği gibi törene katılanların nöbetleşerek söyledikleri de olur. Ağıtçı, ağıtta ölenden, onun türlü özelliklerinden, vücut ve huy yönünden övülecek yönlerinden, yaşamının çeşitli anılarından ve özellikle ölüm olayından, bu olayın üzerinde durulması vd. yönlerinden söz eder. Toplumun belleğinde en derin izleri bırakan en uzun ömürlü ağıtların doğmasında ölüm duygusu etken olmuştur (Boratav, 1982:455).
Eski inançlarda ölüm törenlerinin kökeni ölenin bu dünya ile öteki dünya arasındaki ilişkilerini düzenlemek, öte dünyaya geçişini kolaylaştırmak dileğine dayanır. Ölüm hayatın sonu değildir (Malinowski, 1990:39). Yas ve ağıt törenleri eski çağlardan günümüze, ölüye saygı göstermek, acıyı yansıtmak ve paylaşmak amacıyla varlığını sürdürmektedir.
Kişi ya da topluma acı veren her konu, ağıt konusu olmuştur. Ağıtlar incelendiğinde, ağıt söylemenin temel noktasını ölüm kavramının oluşturduğu görülmektedir. Türk kültürü içinde defin, yas ve ağıt söyleme geleneği birlikte var olmuştur. Defin, yas ve ağıt törenleri İslâmiyet öncesinde uygulanan şekil ve inanç biçiminin, İslâmiyet’le sentez oluşturarak varlığını koruduğu dini geleneklerdir (Uludağ, 1988:472).
Ağıt, ağıt törenleri, ölüm ve yas gelenekleriyle birlikte incelenmelidir. Ağıtlara yas adı da verilir. Gelin çıkarken, kına yakılırken, asker uğurlanırken ve ölünün arkasından söylenir. Ağıtlarda ölen kişinin fizikî özellikleri, elbiseleri, erkeklerin güzelliği, kahramanlıkları, sosyal statüleri -ağa, bey, eşkıya vb.- kadınların fizikî özellikleri, elbisesi vb. dile getirilir. Ölenin arkasından yas töreni yapmak, eski çağlardan itibaren bütün toplumlarda görülür. Ağıtın ölünün başında söylenmesi yaygın bir gelenektir. Sözler ayrıca ağıt söyleyicinin ruh durumunu yansıtır. Sözler lirizmle doludur. Söylenen ağıtlarda ölenin iyi özellikleri, yokluğunun bırakacağı izler dile getirilir. Ölü evini taziyeye gelenler de ağlarlar. Ölü ardından ağlamayan ölenin yakınlarınca kınanır. (Kaya, 1999:252). Ağıtçı kadın, üstü çarşafla örtülü ortada yatan ölünün bir çamaşırını eline alarak ağıt yakar.
Bağlantılı ve bağlantısız bentlere sahip bulunan ağıtlarda bent ve bağlantılardaki dize sayısı değişebilmektedir. Bu dörtlüklere bazı yörelerde ölü deşetleri ve sazlamağ gibi adlar verilir. Ağıtlar edebi yapı ve ezgileriyle bir bütünlük arz ederler. Ağıtların ezgileri ağıt söyleyenin hafızasının eskiden kalan bir tür “melodi” kalıplarıdır. Ağıt yakma deyimi yas töreni sırasında ağıt yakanın belleğinde yer etmiş bulunan yerel melodi kalıplarının söz döşemesi olarak tanımlanabilir (Şenel, 1988:973).
Türkülerin bir kısmı konu itibariyle ağıttır. Bu durum ağıtların zamanla türkü haline dönüştüğünü göstermektedir. Kıtaların arasında bazı âşıkların şiirlerinden, türkülerinden parçalar bulunan ağıt örnekleri de vardır.
Ağıt bir nazım biçimi değil, bir şiir türüdür. Koşma biçimiyle söylendiği gibi, türkü biçimiyle de söylenir (Kudret,1980:265). Evlenme törenlerinin belli bir yerinde geline kına yakarken yapılan birtakım işlemlerle söylenen türkülere -tümüyle- “gelin ağıtı”, “gelin yası” denir. Aslına bakılırsa bunlara vesile olan olaylarda ölüm acısı niteliğinde bir yön yoktur. Yalnız iki vesilede, ölüm ve evlenme hallerinde, ağıt bir tören ögesi olur (Boratav, 1982: 444).
Ağıtın Diğer Türlerle İlişkisi
Ağıtlar belli bir ezgiyle söylenir. Ölüm, acı vb. konularda söylenen türkülerle benzeşirler. Ancak ezgileriyle ayrılırlar. Ağıtlar hece vezniyle söylenmekte ve mâni, koşma, türkü, destan şekillerinde olmaktadır. Ağıtlar çeşitli yörelere göre 7, 8, 11 li hece ölçüsüyle söylenirler. Bazı yörelerde ağıt, ezgiyle mani kıtalarının art arda gelmesiyle söylenir. Bazı olaylar üzerine yakılan ağıtlar önce türkü haline gelir, ninni ezgisiyle ninni şeklinde de söylenir. Bir olayı konu eden destanlarla bir olay üzerine söylenmiş ağıtlar benzerlik gösterirler. Destanlar âşıklar tarafından söylenir. Bazı ağıtların konuları efsanelere dayanır. Bazı masalların içinde ağıtlara rastlanır. Bazı ağıtlar da fıkralara konu olabilecek olayları işlerler.
Kına gecelerinde ve düğünlerde de gelin ağlatmak için ağıtlar yakılmaktadır. “Kız ağıtı, gelin ağıtı, ağıt havası, gelin ağlatma havası, gelin savusu, savu sağnık, gelin türküsü, gelin yası ve okşama” adı verilen ağıtlardır. Ölüm acısı yerine ayrılık üzüntüsü vardır. Gelin ağıtları gelinin ağzından ya da yakıcıların ağzından söylenir (Şenel, 1988:473).
Ağıtların Özellikleri
Genellikle kadınlar tarafından söylenen ağıtlarda, ölen kişilerin yaptığı işler, iyi yönleri, güzel tarafları anlatılır. Ağıtta hiçbir zaman ölen kişiyi küçük düşürecek veya onu yerecek sözler kullanılmamıştır. Bazı ağıtlarda ise, kişi ölmemiş gibi düşünülerek yaptığı işlerden, giyinişinden, atından vd. bahsedilir (Şimşek,1993:1). Bir ağıtın söylenebilmesi için aşağıdaki şartların bir arada ve bir bütün olarak bulunması gerekir (Öztürk,1986: 373).
1-Ölümün trajik bir olay içerisinde meydana gelmesi
2-Ölen kişinin (kadın veya erkek) mutlaka bazı özelliklere sahip olması
a-Çevrenin ve akranlarının sevgi ve takdirini kazanması
b-Seçkin bir kişiliğe sahip olması
Ağıtların biçimi sorununun iki yönü vardır:
A-Nazım Düzeni
B-Konuşma Biçimi
A-Nazım Düzeni : Türk ağıtları nazım düzeni açısından çeşitli özellikler gösterirler. Bu özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1-Nazım Düzeninde Kararlılık Olmayan Ağıtlar:
Bunlar hiçbir şekilde nazım ölçüsü ve uyak kuralına bağlı kalmayan metinlerdir. Ağıtçının dile getirdiği ağıtta, “ahenkli nesir” ya da “düz nesir” şeklinde söylenmiş cümlelerle ünlemler, acıyı belirten “ah”, “of”, “aman”, “uy” gibi sesler ölüye ya da ölünün orada bulunan ve bulunmayan yakınlarına seslenmeler ile ölçüleri birbirini tutmaz dizeler birbirine karışmıştır. Bazen düzenli bentlerle, bilinen türkülerden ve sahibi belli şiirlerden gelme tek dizeler veya kırık dökük nazım parçaları yan yanadır.
Nazım düzeninde kararlılık olmayan ağıt biçimleri, bugün Anadolu’da en çok kullanılan biçimlerdir; çünkü herkesin elinin erişebileceği niteliktedir. En eski biçim olduğu da düşünülebilir; ancak derlenmiş ve yayımlanmış Türk ağıt metinleri içinde en az rastlanan bu biçimdeki ağıtlardır. Çünkü, bugüne kadar yapılan ağıt derlemelerinde estetik ve anlatım bakımından en kusursuz metinler derlenmiştir. Düzensiz, kırık dökük metinler ancak ağıt törenlerinde derlenebilir.
Çukurova yöresinde acıyla ağıt ezgisiyle söylenen duygular ilk bakışta ağıt izlenimi vermektedir. Fakat metin incelendiğinde düzensiz acılı konuşmalar olduğu görülür. Ancak halk bu tür ölü ardından yakınmalara “dızdızlama” adını vererek ağıtlardan ayırır.
2-Düzenli Nazımla Söylenmiş Ağıtlar:
a-Uyak şeması aaba, ccdc... olan sekiz heceli dörder dizelik bentlerden oluşan ağıtlardır. Bazen bu tipten bentlerle aynı ölçü ancak farklı uyak düzeninde “abcb defe” tipindeki bentler aynı ağıtta bulunabilir. Bu biçim, ölüm törenlerinde söylenen ağıtların biçimidir. Bu biçimdeki ağıtlar asılları Türkmen ve Yörük olan Toroslarda, Çukurova’da ve Kayseri’nin Pınarbaşı bölgesinde yerleşmiş köylerin ağıtlarında aksamadan, titizlikle kullanılır. Bu nazım biçimiyle söylenmiş en ünlü ağıtlar çoğunlukla “Avşar Ağıtları” diye adlandırılır.
b-Sekiz heceli ve uyak düzeni “aaab, cccb....” olan bazı ağıt metinleri derlenmiş ve yayımlanmıştır. Ancak bunlar, törenlere bağlı ağıtların acıklı bir konuyu işleyen “anlatıcı türkü”ye dönüşümü sonucu oluşan bir alt tiptir. Anlatılan nazım şeklindeki ağıt metinlerinde bu dönüşümün ilk aşaması izlenebilir. Gerçekten de bazı metinlerde “aaba, ccdc...” düzenli normal biçimde kurulan bentlerle, aykırı uyak düzeninde ( aaab, cccb.) olan bentler bir arada bulunur. İçeriğe bir zarar gelmeden aynı bir bent (aaba) her iki şekilde (aaba) söylenir.
c-On bir heceli, beşinci dizede abcb (aaab) öteki dizelerde dddb. şeklindeki bir kafiye şemasına sahip parçalar da ağıt metni olarak derlenmiş ve yayımlanmıştır. Ancak bunlar ağıtlarla ortak konuları olan türkülerdir.
d-Azerbaycan’da yayımlanmış metinlerden anlaşıldığına göre aaba, ccbc.. uyak düzeninde ve yedi heceli bentlerden oluşmuş tam mani şeklinde ağıtlar söylenmektedir. Kars Erzincan yörelerinde araştırıcılar aynı nazım biçiminde ağıtlar derlemişlerdir.
Osmaniye Ağıt Yakma Geleneği
Osmaniye’de ağıt ölü evinde söylenir. Buna “ağıt yakmak” denir. Genel olarak ağıtı kadınlar yakar. Çok eskiden beri süregelen bir gelenekle ağlama, ölü evinde bir tören niteliğine dönüşür. Ölü evinde akraba olsun olmasın tüm kadınlar ölünün başında bir halka oluşturur. Ağıtı ölünün yakınlarından biri anası, bacısı, teyzesi, halası başlatır. Ağıt yakma işinin sıra ile yapıldığı da görülmektedir . Bu geleneğin kadınlar arasında yaygın olduğu, ağıt söyleyerek üç günden kırk güne kadar yas tutulduğu bilinmektedir. Hele ağıtçı denen ve çoğu kez kadın olan kişilerin varlığı ağıt yakmanın gelenekselleşmiş olduğunun kanıtıdır.
Osmaniye’de ağıtçı, cenaze evine girerken yüksek sesle ağlamasıyla dinleyici ortamını hazırlar. Ölü evi, ağıtçıyı “Gördün mü başımıza ne geldi?” diyerek ağlayıp dövünerek karşılar. Ağıtçı kendine gösterilen yere oturarak kafiyesiz olarak söylediği, acı bildiren cümlelerle ağlamaya başlar. Ölü defnedilmemiş yerde yatıyorsa, elindeki mendili ölünün üzerinde sallayarak ağıtını söyler. Mendil yerine ölenin gömleğini, şapkasını, kadınsa eşarbını kullanır. Ölü evi ölenin eşyalarını tek tek feryatlarla ağıtçının önüne atar. Ağıtçı, “soyka” adı verilen ölü eşyalarını sallayarak ağıt söyler. Ağıtçı, ağıtlarını “Haydi derdinizi yel alsın” diyerek bitirir (Çağımlar, 1999 : 94).
Ağıtçı, ölünün uzak yakın geçmişini, çoğu kez geçmişini bugüne getirerek, ölüyü de konuşmalarına katarak anlatır. Törene katılanların da koro halinde sözlere, seslenişlere, ağlamalara katılmalarıyla ağıt aynı zamanda bir anlatı ve dramlaştırmalı bir gösteri niteliği kazanır.
Her toplumun ölüm ve ölüm sonrasında uyguladığı tören ve pratikleri vardır. Bu uygulamaların şekillenmesinde toplumun uygarlık düzeyi, gelenekleri ve dinî inançları belirleyici öge olmuştur. Ölüm ve sonrasında uygulanan pratikler ölüme karşı saygıyı, yaşanan üzüntüyü, ölüme karşı duyulan korkuyu yansıtmaktadır.
Ağıtların Söyleyicileri
Ağıtların söyleyicileri farklılık gösterir. Bazı ağıtları ölen kişinin akrabaları, eşi, çocukları, annesi, babası vd. bazılarını da ağıt söylemeyi meslek edinmiş kişiler, para karşılığında söylerler.
Yine bazı ağıtların da ölen kişinin ağzından söylendiği görülmektedir. Buna göre ağıt söyleyen kişiler şu şekilde sınıflandırılabilir:
1-Ölen kişinin yakınlarınca söylenen ağıtlar
2-Özel ağıtçılar (sığıtçılar) tarafından para karşılığı söylenen ağıtlar
3-Ölen kişinin ağzından söylenen ağıtlar
4-Çevrede yaşayan âşıklarca yakılan ağıtlar
5-Söyleyeni bilinmeyen (anonim) ağıtlar
Ağıtçılar, ağıtın metnini belleklerindeki eski temeller üzerine kurarlar. Ayrıca kendi yetenekleriyle içinde bulundukları zaman, mekân ve olayın yarattığı etkiden yararlanarak söyledikleri ağıtın şekil ve konu bakımından zenginleşmesini sağlarlar. Ağıtlar çoğu zaman uzun manzumeler halinde söylenirler. Serbest tarzda konuşur gibi söylenen ağıtlarda, cümlelerin kelimeleri arasında seci yapılarak bir iç kafiye oluşturulur.
Ağıtların Söylendiği Ortamlar
1- Ölü evinde söylenen ağıtlar
2- Mezarlıkta söylenen ağıtlar
3- Uğurlama sırasında yakılan ağıtlar
a) Kına ağıtları
b) Asker ağıtları
c) Öğrenime ve çalışmaya giderken yakılan ağıtlar
d) Hastanede yakılan ağıtlar
4- Ölüm, kaza yerinde yakılan ağıtlar (Çağımlar,1999:68).
Ağıtlarda Söyleyiş Biçimi
İlk göze çarpan nitelik söyleyişte kesinliğin anlatıda kararlılığın ve mantık düzeninin olmamasıdır. Ağıt metninin en kusursuz örneklerinde dahi, anlatılan olayla ilgili bir bilgi edinilmelidir. Bilgi edinebilmek için, ağıtı söyleyen kişinin ağıtın hikayesini anlatması gerekir. Ancak bu şekilde ağıtta geçen olayları bir zaman ve yere oturtmak mümkündür.
Bentler, bir kişili, iki kişili veya çok kişili bir konuşmanın bölümleridir. Ağıt metnini tek bir ağıtçının söylediği durumlarda bile sözler, sırasıyla özelliğine göre, kendisi orada bulunamayan erkek, kadın ve kadınların ağzından söylenir. Her konuşturulan kişiye bir veya daha fazla bent ayrılmıştır. Ağıt söyleyen kişi, temsil ettiği kişileri o bentlerde konuşturur. Söyleyiş, geçmişi bugüne getirerek onu anlatmada özel bir yöntem kullanabilir ve o zaman ağıtçı anlatımı etkili kılmak amacıyla ölünün ağzından konuşur.
Ağıtın söyleyiş şekli de zaman dışı bir anlatımdır. Çünkü ağıtta, geçmiş ve bugün birbirinin içine girmiştir. Bu durum, yaşayanların ölüyü tüm tören boyunca kendi aralarında gibi düşünmelerinin bir sonucudur. Ölen kişi, toplumdan tamamen kopup ayrılmamış sayılır.
Ağıtların İşlevi
Ağıtı yakıldığı ve söylendiği tören içinde tespit etmek ve ağıt türünü o törenlerdeki yerine yerleştirmek gerekir. Ağıtların sosyal işlevleri vardır. Ağıtların incelenmesi sonucu birçok halk edebiyatı türünün doğuşu daha kolay açıklanmaktadır. Ağıtların yakılışı trajik bir olaya dayalıdır. Geleneklerle ağıtların ne denli sıkı bağları olduğunu anlıyoruz.
Ağıt, toplumun manevî değerlerindendir. Toplum içinde oluşan sosyo-ekonomik yapı ve bunun sonucunda geleneklerin değişme ve gelişme etkileri ağıtlara da yansır. Ağıtın amacı acıyı dile getirmektir. Ayrıca ağıtlarda ekonomik yapılardan kılık - kıyafete, yaşama biçimine kadar kesitler sunulmaktadır. Ağıtların geleneğin taşıyıcısı olmalarının yanı sıra ağıtın, söylendiği dönemin özelliklerini de yansıttığı söylenebilir (Çağımlar, 1999:34). Bunun yanında çok az da olsa, birçok kişinin karşılıklı atışma şeklinde söylediği ağıtlar da vardır.
Osmaniye Ağıtları; 1.Anonim ağıtlar 2.Ağıt yakıcılarının ağıtları 3. Âşıkların yaktığı ağıtlar olmak üzere üç öbekte toplanabilir.
Yakıldıkları Konulara Göre Ağıtlar
1-Kişiler İçin Yakılan Ağıtlar
Bu ağıtlar, ölüm, hastalık, ayrılık, kayıp kişiler, çekilen acılar için yakılan ağıtlardır.
2- Sosyal Olaylar Üzerine Yakılan Ağıtlar
Askerlik , evlenme izni vermeme, boşanma, toplumu ilgilendiren her tür olayla ilgili yakılan ağıtlardır.
Kına ağıtları, baş övme, duvak ağıtları, gelin alma ağıtlarıdır.
Kına Ağıtı
Avşar düğünlerinde kına gecesinde, geline kına yakarken söylenen ağıt. Bu işin usta kadınları özel olarak bu iş için görevlendirilmiştir. Kına gecesi söylenen ağıt, gelinin ağzından söylenir.
4- Asker Uğurlama-Karşılama Ağıtları
Askere gönderme belli törenlerde yapılır. Gidip gelememe duygusu, gurur ve ayrılık duyguları iç içedir.
5- Hayvanlar İçin Yakılan Ağıtlar
Çeşitli durumlarda hayvan sevgisi, hayvanların öldürülmesi, bir salgın hastalık üzerine hayvanların topluca ölmeleri çeşitli ağıtlara konu olmuştur.
Suların kuruması, terk edilen topraklar, dağlar, ormanlar ağıtlara konu olmuştur.
7- Doğal Afetler İçin Yakılan Ağıtlar
Zelzele, sel, yangın, salgın hastalık, kuraklık ağıtlara konu olmuştur. Dolaylı olarak insanların çektiği acılar, yokluklar konu edilir.
8- Âşıkların Yaktığı Ağıtlar: Âşıklar çeşitli konularda ağıt yakmışlardır.
OSMANİYE AĞITLARDAN ÖRNEKLER
Kına Türküsü
Aşağıdan gürül gürül göç gelir Gelir amma gürültüsü geç gelir Kız anadan ayrılması güç gelir
Al gelin almaya, geldik almaya Alıp da dönmeye, geldik dönmeye
Aşağıdan gelir gelin alıcı Önüne tutarlar yalın kılıcı Biz de biliyoruk eller alıcı
Al gelin almaya, geldik almaya Alıp da dönmeye, geldik dönmeye
Sabah seni indirirler yollara Al kına yakarlar beyaz ellere Sakın kızım sakın, düşme dillere
Al gelin almaya, geldik almaya Alıp da dönmeye, geldik dönmeye (Ali Temiz, 45, ilkokul mezunu, Kadirli, sağlık memuru)
Kına Ağıdı
Bu kıza gerek bir ana Ağlayalım yana yana
Canım ana gözüm ana Salma beni gurbet ele Gurbet ele gurbet ele Dayanılmaz kötü dile
Bu kıza gerek bir baba Ağlayalım yana yana
Canım baba gözüm baba Aha bindim gidiyorum Gidiyorum gidiyorum Komşulara ne diyorum
Bu kıza gerek bir emmi Ağlayalım yana yana
Canım emmi gözüm emmi Salma beni gurbet ele Gurbet ele gurbet ele Dayanılmaz kötü dile
Bu kıza gerek bir dezze Ağlayalım geze geze
Canım dezze gözüm dezze Aha bindim gidiyorum Gidiyorum gidiyorum Komşulara ne diyorum
Bu kıza gerek bir bacı Ağlayalım acı acı
Canım bacı gözüm bacı Salma beni gurbet ele Gurbet ele gurbet ele Dayanılmaz kötü dile
Kapımızın önü dutlar Üşüyor bütün itler Silip süpürdüğüm yurtlar Aha bindim gidiyorum
Gidiyorum gidiyorum Komşulara ne diyorum
Atladım gittim eşiği Sofrada buldum kaşığı Koca evin yakışığı İşte bindim gidiyorum
Gidiyorum gidiyorum Komşulara ne diyorum
(Derlemeci: Gülden Leba, Derleme, Bahçe, Mayıs 1995,Kaynak Kişi: Hacı Mehmet Ballı, 96)
Kalk gelin yukarı deşir şeşini Emmi dayı bitirsinler işini Çok ağlama sil gözünün yaşını Al gelin almaya geldik almaya
Gelinin kınası çamurdan mıydı Gözünün sürmesi kömürden miydi Ananın yüreği demirden miydi Al gelin almaya geldik almaya
Gelinin izarın almış kurdan Bunu böyle emr eylemiş yaradan Sabah seni göçürürler buradan Al gelin almaya geldik almaya
Beline bağlamış yelpe kuşağı Ardına düşürmüş mektep uşağı Oturduğun kızım huri döşeği Al gelin almaya geldik almaya
Tepecik tepecik görünen taşlar Babanın damının taşı değil mi Simirce simirce yağan yağmurlar Babanın gözünün yaşı değil mi
(Derlemeci: Gülden Leba, Kadirli,Şubat 1995, Kaynak Kişi: Hanifi Can, öğretmen) Kına Ağıdı
Samenim geldi duruyor Heral kına yakacaklar Yeni ümidim kesildi Heral beni vericiler
Kız anası kız anası Başında mumlar yanası Kız kınayı yaktırmıyor Çağır gelsin öz anası
Evimizin önü kavak Kavaktan dökülür yaprak Sanki ben de gelin mi oldum Elim kına yüzüm duvak
Kız anası kız anası Başında mumlar yanası Kız kınayı yaktırmıyor Çağır gelsin öz anası
Ana kızından ayrılmaz Gider gurbet ele gelmez Vermen beni yabancıya El oğlu kıymet bilmez
Kız anası kız anası Başında mumlar yanası Kız kınayı yaktırmıyor Çağır gelsin öz anası
Şu görünen ekin sandım Ekin değil burçak imiş Kız anadan ayrılması Yalan değil gerçek imiş
Kız anası kız anası Başında mumlar yanası Kız kınayı yaktırmıyor Çağır gelsin öz anası
Evimizde vardı sobam Toplanmış hep elim obam Ver de elini öpeyim Beni gelin veren babam
Kız anası kız anası Başında mumlar yanası Kız kınayı yaktırmıyor Çağır gelsin öz anası
Çattılar ocak taşını Kurdular düğün aşını Kız kınayı yaktırmıyor Çağır gelsin kardeşi
(Derlemeci: Gülden Leba, Kadirli, Anberinarkı köyü, Şubat 1995, kaynak kişi: Muhammer Güneş, 44, ev hanımı)
Kadirli köprüsü geçek Gazinoda açmış çiçek Kâmil Kara’yı kesmişler İkinci ekimi seçek
Hazırmış Mustafa Kara Bu işlere verdik ara Bütçede kalmadı para Batırıyor ortalığı buda
Hısım diye seni seçtik Keşke seçeydik yaban Koca araba kırılmış Sanki Kadirli’de çoban
(Derlemeci: Gülden Leba, Kadirli, Anberinarkı köyü, Şubat 1995, kaynak kişi: Muhammer Güneş, 44, ev hanımı)
Yanında açan mor çiçek Temmuz gelişin soldu mu Şu bebekten soracağım Anan göçerken geldi mi
Gözüm akıyor selinen Günüm geçmiyor elinen Sana haber vereceğim Şener de geldi gülünen
(Derlemeci: Gülden Leba, Kadirli, Anberinarkı köyü, Şubat 1995, kaynak Kişi: Muhammer Güneş, 44, ev hanımı
Bekir kardaş asker olmuş Gider deniz adasından Uşağı Hicaz’a düşür Otur kalem odasından
Bekir kardaş asker olmuş Beyti şerif beyti türbe Uşağı Hicaz’a düşür Hangi yana düşsen kıble
(Derlemeci: Gülden Leba, Kadirli, Anberinarkı köyü, Şubat 1995, kaynak Kişi: Muhammer Güneş, 44, ev hanımı
Hikâyesi: Doğum sırasında ameliyat masasında bebeği ile birlikte ölen Merik gelin için şu ağıt söylenmiştir:
Bazarcın pambuğuna
Yağmur yağdı yağrağına
Gurban olam Merik gelin
Mezarının toprağına
Dertlerine bakılaydı Bana hançer sokulaydı Keşke Merik ölmeseydi Evim barkım yıkılaydı
Şu Merik’in bacısına Dayanılmaz acısına Dediler Merik öldü Sabır onun kocasına
Ne ağladı ne de güldü Vurunca bağrımı deldi Maraş’tan bir haber geldi Dediler Merik öldü
(Derlemeci: Tuğba Çatalbaş, Osmaniye, Hemite, 20.04.1995, kaynak Kişi: Mehmet Ateş, 76, okuma-yazma bilmiyor).
Hikâyesi: Osmaniyeli Şaban Çavuş ılıcadan dönerken düşmanları tarafından öldürülüyor. Ölümünün ardından şu ağıt yakılıyor:
Ilıcanın yollarına Vurma dakma kollarına Ilıcada ölen Şaban Doyamadım dillerine
Konağın altı ekin Yekin Şaban çavuş yekin Ağlamaya sıkılıyorum Düşmanların evi yakın
Değirmenin üğünüyor Bibilerin dövünüyor Dövünmeyin bibilerim Düşmanların sevmiyor
Ilıcadan gelemedin Düşmanını bilemedin Beş kurşunu birden yedin Yiğit idi Şaban ağam
(Derlemeci: Tuğba Çatalbaş, Osmaniye, Hemite, 20.04.1995, kaynak Kişi: Fatma Gürbüz, 77, okuma-yazma bilmiyor).
Kardeşimin adı Durdu Şelanı ağır vurdu Gurban olam hatın anam Bir bebek orada kaldı
Arkamda dağım yıkıldı Kürekten kolum söküldü Zorumuş kardeş acısı Kakamam bölüm büküldü
Üznünü bitirmemiş Gölgesine oturmamış Gurban olam kele gelin Bir oğlancık yetirmemiş
Karlı dağlar, karsız dağlar Herkeş ölüsüne ağlar Senin ocağın batmadı Benim gelin kara bağlar
Gadanı alayım teyze Ben ağlarım geze geze Geri durun ben vereyim Benim yaram daha taze
Pırtıyı pırtıya katak Götürek pazarda satak Sen anası ben gelini Gidek de mezara yatak
Kara tren tez gelir Soluk soluğa yetirir Kap Hasan’ın oğlu Osman Acep haber mi getirir
Gadanı alayım Döndü Öd düştü, ciğerim yandı Kullar başına vermesin Bavulda pırtısı geldi
(Derlemeci: Tuğba Çatalbaş, Osmaniye, Hemite, 20.04.1995, Kaynak Kişi: Elif Gürbüz, 82, okuma-yazma bilmiyor).
Ömer’im eller iyisi Veziri gölge koyusu Rum’dan Şam’a ünü gitti Hani emmisi dayısı
Evimizin önü arpa Kuzu gelir kırpa kırpa Ne yatıyon Benli Ömer’im Gelin taze, bebek körpe
Evimizin önü kuyu Kuyudan alırdık suyu Kınaman beni komşular Melek Ömer’imin huyu
Fırak deli gönlüm fırak Belen köyün yeri ırak Anan karı baban koca Şimden beri Ömer gerek
Evimiz var uçtan uca Sabah olmaz uzun gece Belen köye gider miyim Benli Ömer’im olmayınca
Ben Ömer’imin anasıyım Odlar düşüp yanasıyım Kınaman beni obalar Ben Ömer’in anasıyım
(Kaynak Kişi: Cemile Güldür, Kadirli, Osmaniye, İlkokul mezunu, ev hanımı)
Ağıt
Hikâyesi: Andırın yöresinde bir düğün halayında silah sıkılır ve damat ölür. Gelin ve kaynanası karşılıklı olarak şu ağıtı söylerler:
Halbur derler yüksek yayla Ben daha görmedim böyle Halını sormaya geldim Eşim yaraların heyle
Ayşe Teyze, Ayşe Teyze Süpürmedim evinizi Niye bana darılıyon Ben mi öldürdüm oğlunuzu
Akan sular duruluyor Gelin geri veriliyor Düğününe gelen sağmen Cenazende bulunuyor
Az giderim uz giderim Kervan yolun düz giderim Ben evimden gelin geldim Geri döner kız giderim
(Derlemeci: Ercan Taştan, Kadirli, 23.02.1995, kaynak kişi: Lütfiye Güvel, 63, okuma-yazma bilmiyor)
Hikâyesi: Osmaniye’de Recep adlı bir genç trafik kazasında ölür. Ardından annesi Emine şu ağıtı yakar:
Gökyüzünde turna katar Kolunu boynumdan atar Kurban olurum Recebim İş mi olur bundan beter
Şaşık Recebim şaşık Tekerin önüne düşük Kurban olayım oğluma Şöhretli araba koşuk
İleri dur kele Sultan Oturalım dize dize Osman düğününü kurmuş Okuntu saldı bize
Kapımızda dut dikili Dibinde reyhan ekili Kurban olayım oğluma İrecep evimin vekili
Su içinde salkım söğüt Verseler de almam öğüt Şöyle döndüm baktım idi Kan içinde babayiğit
Ağıt
Hikâyesi: 16 yaşında kanserden ölen Gülseren Dal için Cafer Karataş tarafından şu ağıt yakılmıştır:
Doktorlar derdime kanser dediler Annem babam öleceğimi bildiler Beni alıp eve geldiler Zalim felek genç yaşımda kıydı bana
Daha girmiştim on altı yaşıma Felek pençesini taktı peşime Zalim kanser genç yaşta vurdu başıma Kıyma felek, kıyma şu genç yaşıma
Annem Sultan, babam Ali’dir İkisi de mecnun gibi delidir Elbet şu dünyanın temeli fanidir Kıyma felek, kıyma şu genç yaşıma
Şu yalan dünyada murat almadım Sanki ben de al duvaklı gelin mi oldum Daha genç yaşımda şanımı aldın Kıyma felek, kıyma şu genç yaşıma
Gülseren derler benim adıma Yalan dünya ben de doymadım tadına Daha eremeden muradıma Kıyma felek, kıyma şu genç yaşıma
Âşık Cafer bunu böyle söyledi Oturup başına kendisi de ağladı Yalan dünya seni böyle eyledi Kıyma felek, kıyma şu genç yaşıma
(Derlemeci: Güllü Dal, Kadirli, 08.02.1995, kaynak kişi: Cafer Karataş, 55, ortaokul mezunu)
Hamdi Bey’in Ağıdı
Canan akar belik belik Ben ağlarım soluk soluk Ne mutlu eşe canına Hamdi ba canına gömük
Şura atının bine Şuna gazının döne Gele görsen sürmeleşim Issız galmış ağ gana
Gadanı alam Hamdi Duyan eller sana yandı Ağ ganan gapısına Bir topluca atlı endi
Gızlar sizi kör ederim Silin begen çizmesini Gız öyle gelin mi olur Donadalım öznesini
Gadanı alam Senem Var mı benim gibi yanan Ne ağlıyon Şerif gızım Dünen yandıydı gınan
Yol üstünde gara çalı Ir ır eder dalı Hamdi bem küsmüş gider Emmileri döndersin geri
Havludan atı boşanmış Geldim döşe döşenmiş Gadan alam Ahmet emmi Gayret guşanı guşanmış
İncecik cuvara sarar Gaveyinen içe içe Atını galdırır hara Yaklaşıverirdi göce
Harman yeri yarılıyor Nad davulu çalınıyor Okuntu saldın beler Cenazene diriliyor
(Kaynak kişi: Nurtane Tıraş, Kadirli, Osmaniye, 1995)
Selver’in çektiği deve Kâh yürür de kâh bozulur Gara yazın gözeli Kulakta parlar gaziler
Allı kefiye başında Gurşun yarası döşünde Öldürmüş de suya atmış Araplı’nın üst başında
Nazik ağ Selver’im nazik Mevla’n da gurursuz yazık Yakışırdı ağ gollara Has mercan, gümüş bilezik
Selver’imin er gakışı Bulanıklı elinin bakışı Kırmızı edik giydirmedim Gara gundura yakışır
Çıktım gonurun dağına Seyr eyledim bağına Beş sene ardına düştü Vermedim cerit beğine
Elyalı dört bükülü Darak cöbünde sokulu Kınaman obalar beni Selver yitirik akılı
(Kaynak kişi: Nurtane Tıraş, Kadirli, Osmaniye,1995)
Hikâyesi: Kıçıkırık Ali Toroslarda dolaşan eşkıya çete başlarındandır. Nişanlı iken askere gider. Ali’ye düşman olan bu kızın dayısı, onu başkasıyla evlendirmek ister. Kız kabul etmeyince dayısı tarafından öldürülür. Bu olayı duyan Ali askerden kaçar, kızın dayısını vurur ve nişanlısının mezarı başında şu ağıtı yakar:
Askerlikten ben de kaçtım Kanat bağladım da uçtum Nazlı Döndü’mün yüzünden Tatlı canlarımdan geçtim
Değirmen tersine dönse Her dileğim kabul olsa Beş on kişi daha vururum Nazlı Döndü’m geri gelse
Derelerde biter kamış Kâkülüne kan bulaşmış Kadanı alayım anam Ölüyorum yetiş demiş
Mezarına bir dut diktim Kul olayım dallarına Döne döne can veriyor Bak Döndü’mün hallerine
Evlerine ben de vardım İncik incik haber saldım Ayan olsun nazlı Döndüm Dayını yanına saldım
Altın yüzük parmağında Sayet pantol ayağında İbiş’i süvari yazmışlar Şu Antep’in örneğinde
Yücesinde yanar ışık Sofrasında gümüş kaşık Ya ne derdin kadir Mevla’m Kızım sallamadı beşik
Kapımızda çifte dutlar Yaprak mı ola, pürçek mi ola İbişin ölük diyorlar Yalan mı ola, gerçek mi ola
Yaz geldi, çiçek açıldı Sadi olanlar seçildi Kullar başına vermesin Pırtı bavuldan saçıldı
Gadanı alam kızım Hem ıklığım hemi sazım Karılar içinde oturur Gelin başlı gelin kızım
Evimiz cana (ırmak) yakın Dalga vursa alır mı ola Emmioğlu İbişim Mektup yazsam gelir mi ola
Belinde de altı patlar Süvarinin atı hoplar Ayan olsun İzzet oğlum Çifte gelin zülüf toplar
İlahi İstanbul bata Gelibolu daha öte Sabah İzzet İbiş gelir Sıcakla tüte tüte
Yol üstünde bir top çiçek Ben belini bağlamaz mıyım İzzet’in öleceğini bilsem Ben İbiş’e ağlamazdım
Evimiz suya yakın Dalga vurur sekin sekin İbiş Antep’ten geliyor Meclis ayağa kalkın
Kapımızda asma, üzüm Salkımları düzüm düzüm Gadan alayım emminoğlu Gucağında yok bir kuzum
Havluyu konak tutturmuş Merdiveni düzletiyor Bedir kızım gurban demiş Deli Ali’yi nazlatıyor
Yattığın yerlerde yatmam Yorganı üzerime örtmem Gadanı alayım emmioğlu Babamın evine gitmem
(Derlemeci: Tuğba Çatalbaş, Kadirli, 08.02.1995, kaynak kişi: Mehmet Ateş, 76, okuma yazma bilmiyor) Ağıt
Hikâyesi: Ağıtın kendisi için yakıldığı Mehmet Cin’in de aralarında bulunduğu beş kişilik bir grup aralarında kavga ederler. Olaydan kısa bir süre sonra gruptaki diğer dört kişi Mehmet Cin’i öldürürler. Nişanlısı Hatice şu ağıtı yakar:
Sabahleyinden yüzüne Vurdum elimi dizime İlahi kurban olim Memmedin el gözüne
Tam bu sırada bu ailenin akrabalarından biri de ölür. Bunun üzerine şu ağıt yakılır:
Ağ bezden de ketenimiz Hiç kalkmıyor yatanımız Kuru yere mekân tutmuş Çitil gibi yetenimiz
Mehmet’in nişanlısı kayınına yönelerek:
Sabahleyin er kalktım Kekliğine yem döktüm Kusursuz hizmet ettim Kayın da gelmez yanıma
Mehmet’in annesi:
Anayın da yoktur özü Yürümeye tutmaz dizi Ayan olsun Mehmet oğlum Kör oldu babanın gözü
(Kaynak Kişi: Sultan İyibiçer, Köprübaşı, Osmaniye, 65, ev hanımı, ilkokul)
Hikâyesi: Osmaniye’nin Zorkun yaylasında genç bir kız kendini dut ağacına asar. Bunun üzerine şu ağıt yakılır:
Sen de nereden geldin
İpi çarşıdan mı aldın
Datlı cana nasıl kıydın
Mevla kerim demedin mi
Sabanan er mi kalktın Dut ağacına ip mi dakdın Datlı cana nasıl gıydın Mevla kerim demedin mi
Erisin dağların garı Dudun dalı gurusun Anan nerede o da gelsin Mevla kerim demedin mi
(Kaynak Kişi: Sultan İyibiçer, Osmaniye, 65, ev hanımı, ilkokul
29