ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ 

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

SABAHATTİN ALİ' NİN MASALLARI

      Yard.Doç.Dr.Bedri AYDOĞAN

Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından günümüze yeni tarzı benimseyen edebiyatçılarımız, divan ve halk edebiyatımızdan çeşitli biçim ve ölçülerde yararlanmışlardır (1). Bu yararlanma sanatçıların dünya görüşleri ve belli ölçüde buna koşut olarak ortaya çıkan edebiyat anlayışlarına bağlı olmaktadır. Yeni edebiyat ürünlerinde divan ve halk edebiyatının izleri ya da etkilerine bazen motifler, bazen telmih öğeleri, bazen de onlara ait nazım biçimlerini  kullanma biçiminde rastlanır. Bu edebiyatların olanaklarından yararlanma, yararlanılan öğelere baştan sona sadık kalmak biçiminde olmamıştır. Yeni tarzı benimsemiş sanatçılar o ögeleri çağcıl sanatın koşullarına uygun duruma getirerek kullanmışlardır. 

Divan ve halk edebiyatımızdan yararlanan sanatçılardan biri de Sabahattin Ali'dir.  Sabahattin Ali sanat hayatının ilk yıllarında Divan edebiyatına da uzak kalmamış ve "Terkib-i Bend Risalesi" , "Mesnevi", "Gazel Naziresi" başlıklı şiirleri yazmıştır" (2).  Ancak Sabahattin Ali, divan edebiyatının gerçeklikten, hayattan, halktan uzaklığını ve çağını  tamamlamış olduğunu gördüğünden bu edebiyatın etkisine kapılarını çabuk kapatmıştır. 

            Sabahattin Ali halk edebiyatının yukarıda anılan kusur ve eksikliklerden daha uzak olduğunu düşünür. Bu düşüncesi nedeniyle halk edebiyatını yararlanılabilecek bir kaynak olarak görür. Bununla birlikte halk edebiyatının da birçok geri tarafının olduğunun farkındadır. Halk edebiyatına ait öğeleri doğrudan doğruya almayı uygun bulmaz. Bu materyalleri kullananların iyi bir ayıklamacı olmalarını şart koşar (3). Kendisi de böyle bir ayıklama yaptığını belirtir. 

Sabahattin Ali halk edebiyatı materyallerini şiirlerinde ve Değirmen' de yer alan ilk öykülerinde kullanır (4). Onun Hasanboğuldu öyküsü ise anlatılmış bir efsaneden çıkartılan bir öykü olması nedeniyle daha yoğun halk edebiyatı özellikleri taşır. 

Bu etkiler çerçevesinde  Sabahattin Ali'nin yazdığı dört de masal vardır. Bunlar Sırça Köşk adlı kitabının sonunda "Masallar" başlığını taşıyan bir bölümde yer alır. Sırça Köşk' te yıl olarak tarihler her masalın sonunda verilmiştir. Buna göre kitabın son masalı olan Sırça Köşk 1945, diğerleri

1946 yılında yazılmıştır.  Asım Bezirci de masalların yazıldıkları ve yayımlandıkları zamanı gün ay yıl olarak vermiştir.  Buna göre Sırça Köşk 1945-16.2.1946, Devlerin Ölümü 20.3.1946, Bir Aşk Masalı 27.3.1946 ve Koyun Masalı 10.4.1946 tarihinde Gün' de yayımlanmıştır (5).  Şimdi bu masalları tek tek değerlendirelim. 

Bir Aşk Masalı: 

Bir kadın hükümdar tarafından yönetilen ve halkın tamamının mutlu yaşadığı bir ülke vardır. Hiçbir vatandaşının mutsuz olmasına, dert çekmesine gönlü razı olmayan melike, memurlarını ülkenin dört tarafına gönderir, halkın sorunlarını araştırtır ve çözermiş. Memurlarının çare bulamadığı zamanlar kendisi halkın ayağına gidermiş. Bir gün sarayının karşısında kederli, mutsuz bir derviş peydah olur ve dilenmeye başlar. Onun bu hali melikeyi kederlendirir. Melike başmabeyincisini göndererek dervişe derdini sordurur. Derviş hiçbir derdi olmadığını söyler. 

            Melike başmabeyincisine adamı izlemesini söyler. Derviş akşama kadar dilenerek biriktirdiği altınları alır, bir kenar mahalleye gelir ve bu altınları oradaki yoksullara dağıtır. Taş bir kulübeye girerek çorbasını içer ve duvara yaslanarak sabaha kadar öylece kalır. 

            Başmabeyinci durumu melikeye aktarır. Melike sarayında, perde arkasından dervişi izlemeye başlar. Bir gün dervişin, hasret dolu gözlerini pencereye çevirdiğini görür. Melike dervişin derdini sezer gibi olur. Gün geçtikçe dervişin hali daha da kötüye gitmektedir. Melike dayanamaz ve derdini bizzat sormak amacıyla dervişi saraya getirtir. Derviş, derdi olmadığını gözlerini melikeden kaçırarak ve sıkıntılı bir halle tekrar eder. Ülkesinde mutsuz insan istemediğini söyleyen melike dervişe sırasıyla hazinesini, ülkesini ve cariyelerini vermeyi teklif eder. Derviş hepsini reddeder. Melike sonunda "Senin derdini anladım, istediğini söyle o da senin olacak" der.  Derviş bir ah çekip, düşer. Koşan mabeyinciler onun ölmüş olduğunu görürler. Birisinin "Ne talihsiz adammış" demesine karşılık melikenin 

"Ondan daha talihli insan var mı? Asıl bahtiyar, bir ömür boyunca hasretini çektiği şeye kavuşan değil, ona erişeceğini anladığı anda, saadetinin en yüksek noktasında bir  'Ah' diyerek düşüp ölebilendir." (Sırça Köşk, Sabahattin Ali, Bütün Eserleri:5, Bilgi Basımevi, Tarihsiz, s.210; Bu yazıdaki bütün alıntılar aynı kitaptan yapılmıştır.) sözleriyle masal biter. 

Kişi yönünden kalabalık olmayan masalın ana kahramanları Melike ve Derviş'tir. Bunun dışında mabeyinciler ve başmabeyinci vardır. Bir de halktan söz edilir, fakat sadece ad olarak yer alır. Kişi kadrosu içinde işlevsel bir yer tutmaz. 

Melike ve dervişin ruhsal yönleri, sınırlı da olsa verilir ve bu, masal için önemlidir. Çünkü melikeye aşık olan derviş, söyleyemediği bu dert yüzünden ölür. 

Masal "Bir zamanlar bir kadın hükümdar..." sözleriyle başlar.  Zamanın akışı "Ama günün birinde.." , "Her zamanki seyahatlerinden birinden dönen melike.." , "Derviş  o akşam..", "Bir gün yine böyle.." biçiminde başlayan cümlelerle olur. Zaman kullanımı halk masallarına uygundur. Geniş, esnek ve belirsiz bir zaman vardır. Geçmiş bir zamandır. 

            Bu masal mekan açısından da halk masallarına uygunluk gösterir.  Kesin yer belirtilmemiş, bir ülke denilmiştir. 

Masalda kullanılan dil ve üslup halk masallarınınkine benzerlik göstermektedir. Her ne kadar bu masalda halk masallarının klişe özellikleri yoğun olarak kullanılmamışsa da dil özellikleri masala uygundur. Deyimler, deyimi andıran söyleyişler, ikilemelerin çok kullanılması, bazı fiiller ile başka sözcüklerin halkın kullandıklarından seçilmesi bunlar arasında sayılabilir. 

Örneğin masalda "...Taş bir kulübeye girerek çorbasını pişirmiş, sırtını duvara verip kalmış."  denilmektedir. Yaslanmak yerine sırtını duvara vermek  kullanılmış. Sırtını duvara vermek elbette halk söyleyişine daha uygun düşmektedir. Bunun yanında  "yaz demez kış demez","yaptığına ettiğine", "yüzü kızardıkça kızardı", "gözleri yandıkça yanarmış", "avuç avuç", "unulmaz illet", "sararıp solduğunu", "dört bucağı dolaşmak", "içini kemiren dert", "içini kurt gibi kemiren dert", "kendini yemek"  örneklerinde de hem söyleyiş özellikleri açısından hem yukarıda söz ettiğimiz ikileme, deyim... gibi unsurların kullanılması açısından halkın dil ve söyleyişine yakınlık dikkati çekmektedir. 

Bu masal zamanın, mekanın  kullanılışı, dil ve üslup açısından halk masalına uygunluk gösterir. Daha önce de söylediğimiz gibi klişe özellikler fazla değildir. Masalın önemli üslup özelliğinden olan tekerlemeler, zaman açısından da işlevsel ve önemlidir. Sabahattin Ali'nin masallarında halk masallarında gördüğümüz klişe tekerlemeler yoktur. Ancak "Bir zamanlar..." başlayışı "Bir varmış .." ve "Evvel zaman .." türünden bir başlayışı andırır.  Ayrıca "Bir zamanlar" diye başlayan halk masalları da vardır.  Sabahattin Ali'nin masallarında, masal içi ve masal sonu tekerlemeleri bulunmaz. Bu yönüyle halk masallarından ayrılır. 

Olağanüstü olay, kişi, kahraman, nesne bu masalda yer almamıştır. Bu yönüyle de halk masallarından ayrılır. 

Halk masalından ayrılan bir başka yanı ise sonucudur. Masallar mutlu sonla biter. Ama bu masal mutlu sonla, bir başka deyişle kavuşmayla bitmemiştir. Melike, dervişin ölümünü saadete bağlar. Masalın bitişinde bir kıssadan hisse verilmiştir.  Bu da masalların işlevleri açısından uygundur. Çünkü masallar yalnızca hoşça vakit geçirmek için anlatılmazlar.  Bir mesajı da içerirler.  Sabahattin Ali'nin masalında da bu mesaj masalın en önemli özelliğidir. Masal bu mesajın verilmesi için oluşturulmuştur. 

Hatta bu mesaj bir değil birkaç tanedir. Masalda evlenmeyi düşünmeyen, bir anne bir eş olmaktan öte sorumluluklar yüklenen, üretken olmayı amaç edinen bir kadın hükümdar ile karşı karşıyayız. Ülkesindeki tüm insanları mutlu etmeye çalışmaktadır. Her şeyini karşılık beklemeden bir başkasına bırakabilecek bir yapıdaki melike, gurur, kibir, hırs gibi aşırısı zararlı olabilecek karakter özelliklerinden uzaktır. 

Ülkesinde sorunlu, mutsuz insan kalmasın istemektedir. Sorunları çözmek için memurlarını göndermekte, gerektiğinde kendisi halkın ayağına gitmektedir. Halka iyi davranmakla kalmaz, memurlarının da halka iyi davranmasını sağlar.  Bütün bunlar iyi bir yöneticide olması gereken özelliklerdir. Böylelikle Sabahattin Ali özlenen bir yönetici tipini çizmiş olur. O yıllarda böyle yönetici tipine çok gereksinim vardır. 

Devlerin Ölümü: 

Devlerin Ölümü, Sabahattin Ali'nin en kısa masalıdır. "Çok çok eski zamanlarda, bundan yüz milyonlarca yıl evvel, dünyamız henüz bilginlerin "İkinci devir" adını verdikleri çağlarda iken..." cümlesiyle başlayan masalda dev olarak andığı varlıklar bugün dinozor adıyla tanıdığımız yaratıklardır. Küçük boyutlu öyküsünde dinozorlar hakkında net ve ayrıntılı bir bilgi verir. Geniş kitlelerin dinozorlar hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmadıkları o yıllarda böyle bir bilgiye ihtiyaç olduğu düşünülebilir. Dinozor olduğunu bildiği bu yaratıklardan dev diye söz etmesi geniş kitlelerin onları tanımamasından kaynaklanmaktadır.  Ayrıca dinozorun bir masal kahramanı olmaması da onlara dev denilmesinde etkili olmuştur.  Çünkü devler Türk masallarının en önemli kahramanlarından biridir. 

Masalda dev sınıfına dahil ettiği dinozorları tanıtan Sabahattin Ali onları iri yarı, korkak, tembel, aptal, doymak bilmez, zalim yaratıklar olarak niteler. İriliklerinden gelen güçleriyle doğaya hakim olmuşlardır. Sabahattin Ali'nin deyişiyle dünya dinozorları beslemek üzere kurulmuştur. Dünyada hiçbir şey sonsuza dek aynı kalmadığından bu varlıkların da doğadaki gelişmelere bağlı olarak sonları gelmiştir. Saltanatları arttıkça, vahşilikleri de artan bu yaratıklar zamanla birbirlerini yemeye başlamışlardır. 

Hayatın akışı içinde "...Henüz yapraklar arasında ürkek ürkek dolaşan ve yere çekine çekine inen avuç içi kadar bir memelinin cevherinde saklı..." (Sırça Köşk, s.212)  olan insan dünyaya ayak basmış  dinozorlar gibi pençesi, dişiyle değil aklıyla dünyaya hakim olmuş; akılları ve araştırma arzularıyla milyonlarca yıl sonra dinozorları ortaya çıkarıp müzelere koymuştur. Bu masal da içinde kıssadan hisseyi taşıyan şu cümlelerle biter: 

"İşte böylece, bir zamanlar kudretlerine son yokmuş gibi görünen, yeryüzünden silinip gidecekleri akla bile gelmeyen bu devlerin Şimdi sadece bataklıklarda tek tük kemikleri, müzelerde iskeletleri, ve masallarda korkunç, fakat zararsız hatıraları kaldı. Çünkü hayatın durdurulmaz akışı bunu böyle istiyordu." (Sırça Köşk, s.212 ) 

Dünyada zaman ileriye doğru işlemekte, bunu kimse durduramamakta ve geri çevirememektedir. Zaman ve doğa hükmünü sürerken insan da her türlü güçlük ve zorla aklıyla mücadele ederek ayakta kalacaktır. İnsanın ve aklın üstünde bir güç yoktur. Aklın gücü kaba güç ve baskı karşısında galip gelecektir.  Devlerin Ölümü bu mesajla biter (6).  Bu yazı da bu mesajı verebilmek için oluşturulmuştur.  Yazı diyorum, çünkü masal özelliği hemen hemen hiç yok.  Sadece girişte bir masal havası sezilmekte.  Onun dışında olay ya da olaylar yok, kahramanlar yok.  Bundan önceki masalda karşılaştığımız, masala benzer hiçbir özellik bu yazıda ya da anlatıda bulunmamaktadır. 

Koyun Masalı: 

Sırça Köşk kitabının Masallar bölümünde yer alan üçüncü masal Koyun Masalı adını taşır. Kahramanları koyunlar, köpekler ve çobanlar olan bu masal, bir hayvan masalı özelliğindedir. 

Bir zamanlar bir ormanda çoban ve köpekleriyle yaşayan bir sürü vardır. Her şey yolunda görünmesine rağmen koyunların keyfi yerinde değildir. Çoban devamlı oturmakta, köpeklere bağırmakta, arada bir kaval çalıp, canı isteyince bir kuzu kesip yemektedir. Zaman zaman da koyunların birkaçını kasaplara satmaktadır. O, sürüye yaklaştığında koyunlar birbirlerine sokulup korkuyla bekler, karşı koymazlar. Bunu dünyanın düzeni olarak kabul etmişlerdir. Ara sıra koyunlar arasında, sonu kasaba gitmek olsa bile çobanı boynuzlamak suretiyle isyan eden koçlar çıkar. 

Koyunlar da çobansız, köpeksiz yaşayabilirlerdi.  Ama onların eti, sütü vesairelerinden yararlananlar, koyunları çobansız yaşarlarsa kurtların avı olacaklarına inandırırlar. 

Zamanla koyunların akılları başına gelir. Çünkü çoban iyice boş vermiştir. Kurtlara karşı sürüyü koruyacağına onların önüne kuzu atmaya başlar.

Kışın sert geçmesi nedeniyle yiyecek bulunamayan bir yıl bitişik ormandaki canavarlar, hayvanlar birbirlerine girer. Kavgada yaralanıp kaçan, ya da hasta ve zebun oldukları için kavgaya gidemeyen birkaç kurt koyunları yemek isteyince koyunlar direnir. Köpekler de koyunlar elden gidince aç kalacaklarını düşündüklerinden boynuzlarıyla kurtlara saldıran koyunlara, gürültü ederek yardımcı olurlar ve birlikte kurtları püskürtürler. Bu arada ortaya çıkan çobanı da kovalayıp koyunlarla başbaşa kalırlar. Bir müddet sonra köpekler koyunlara hakim olmak isterler. Güçlü olduklarına ve ormanın hakimi olmaları gerektiğine inanan ve aşırı kibirlenen köpekler, koyunları kurtlara karşı kışkırtırlar. Ancak çıkan kavgada koyunlara yaptıkları yardım yeterli gelmez ve koyunların çoğu ölür. 

Hasta ve yaşlı olduklarından sefere katılamayan koyunlar arkadaşlarının başına geleni anlar ve kendilerini beklemek için kalan köpekleri boynuzlayarak saf dışı ederler.

Masal burada bitmez ve kıssadan hisse gelir. Yaşlı koyunlar kuzulara şöyle söylerler: 

" Bu dünyada çobansız da, köpeksiz de yaşanabilirmiş. Ama bunu sağlamak için her defasında bu kadar kanlı kurbanlar verecek olursak pek çabuk neslimiz kurur. Bari siz gözünüzü açın da, ilerde başınıza yeniden itler musallat olursa, sürüyü canavarlara paralatmadan onları defetmeye bakın! " (Sırça Köşk, s.223) 

            Bu masal da ilk masal gibi kahramanlar, zaman, mekan, dil, üslup ve işlev açılarından halk masallarına uygun özellikler gösterir. Hareketli ve olay yönünden zengin bir masaldır. 

Kahramanların çoğu hayvanlardır. İnsan olarak sadece çoban vardır. Bir zamanlar başlayışıyla belirsiz ve geçmiş bir zamana gidilir. Zamanın akışı "günün birinde", "yavaş yavaş" gibi başlangıç sözleriyle olur. Bu da zamana genişlik ve belirsizlik katar. Bu iki özellik halk masallarının da en önemli özelliğini oluşturur. Anlatıcının olayları bağlarken 

"Ama koyunların arasında bu işe aklı ermeyenler.."

"Eh koyun deyip de geçmeyelim..."

"Ama onların yağlı etlerine göz dikenler..."

"Ama dediğimiz gibi yavaş yavaş koyunların aklı başına..."

"Günün birinde bitişik ormandaki yabani hayvanlar..."

"Yavaş yavaş bu kuruntu herkesin zihnini sardı." 

gibi cümleler de yine üslup açısından halk anlatılarının ve masalın karakterine uygundur. 

Sırça Köşk: 

Sabahattin Ali'nin  kitaba da adını veren bu masalı diğerlerinden önce yazılmasına rağmen  kitabın ve Masallar bölümünün sonunda yer almıştır. Dört masalın en uzunu budur. 

Tembel ve gittikleri hiçbir yerde barınamayan üç arkadaş bir kente gelirler. Yolda gelirken içlerinden biri kendilerini rahat ettirecek bir yol bulur. Bu yol icabı geldikleri kentte dolaşıp, herkesin duyacağı şekilde ve şaşkın bir edayla "Bu ülkenin sırça köşkü nerede?" diye sorarlar. Sırça köşkün ne olduğunu halk merak eder. Üç tembel arkadaş sırça köşksüz kent olmayacağına onları inandırıp bir sırça köşk yaparlar.  Köşkü gittikçe büyütürler. Sırça köşkün ihtiyaçları giderek artar, oraya giren hazır yemeye alıştığından oradan ayrılmak istemez, dışarda kalanlar da oraya girmeye çalışırlar. Sırça köşk giderek halka yük olmaya başlar. Halk, üç uyanık arkadaşa sorular sorar, bunlara uygun birer cevap alırlar. Sırça köşkün ihtiyaçları karşılanamadığında, sırça köşktekiler zora başvurur.  Halkın yiyeceğini, içeceğini zorla alır, itiraz edenleri sırça köşkün bodrumuna kapatırlar. Halk bu beladan kurtulmaya çalışmaz, sırça köşkün adamları da köşkün hiçbir kuvvetin yıkamayacağı kadar sağlam olduğu düşüncesini yayarlar, safları inandırır, inanmayanları hile ve zorla sustururlar. Zamanla halkın vereceği bir Şey kalmaz. Son koyunlarını da bir emirle getirirler. Bu durumda halkın artık korkmayacağını bilen üç tembel arkadaşın  elebaşısı sesini tatlılaştırarak halk için yaptıkları fedakarlıkları anlatır.  Getirdikleri koyunların hepsini yemediklerini bir kısmını geri vereceklerini açıkladıktan sonra kellelerin halka dağıtılmasını emreder.  Kelleler dağıtılır.  Biri bakar ki kellelerin beyni yok.  Kellelerin dili ve gözü de yoktur. Kellelerin beyin, göz ve dillerinin olmayış nedenini sorduklarında "Siz onları ziyan edersiniz" cevabını alırlar. İçlerinden biri bana böyle başın lüzumu yok diye kelleyi fırlatınca sırça köşkte bir delik açılır.  Herkes elindeki kelleyi fırlatınca, sağlamlığına inanılan köşk tuzla buz olur.  Halk normal yaşayışına döner.  Olayların bu Şekilde bittiği bu masalda da bir kıssadan hisse paragrafı yer alır. 

"Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter." (Sırça Köşk, s.233) 

Masalda yukarda aktardığımız açık hisse yanında başka mesajlar da verilir. 

"İndikleri şehir, o memleketin başşehri imiş  bu memlekette bütün millet çalışır, herkes elinden gelen işi yapar, kendi başına buyruk beyler gibi yaşarmış. Tarlalarda, dükkanlarda insanlar arı gibi çalışır, kazanan kazanamayana destek olur, malını lüzumuna göre başkasıyla değişir, kavgasız döğüşsüz, efendisiz uşaksız, ömrünün sonunu bulurmuş. Gündelik işlerini gördürmek, nizalarını yatıştırmak için aralarında seçtikleri adamlar hemşerilerine hizmet etmekten başka şey düşünmez, zorbalığı akıllarından bile geçirmezlermiş(7). 

Bizim üç ahbap geldikleri sırada şehrin pazarıymış. Sokaklarda ekinler, yemişler, dokumalar, kumaşlar, demirler,kömürler küme küme durur, alıcı ve verici aracısız iş görürmüş." (Sırça Köşk, s.225) 

Bu paragraf  aslında insanların nasıl yaşaması gerektiğini anlatmaktadır. Bu Sabahattin Ali'nin arzu ettiği bir durumdur. O böyle yaşanılan bir dünya, bir ülke, bir düzen aramakta, bunun özlemini duymaktadır. 

Bu masalın kahramanı üç tembel arkadaş ve halktır. Zaman yine geçmişte belirsiz bir zamandır. Olaylar bilinmeyen bir kentte yaşanır. Bu masal, Sabahattin Ali'nin masalları içinde halk masalına en uygun düşen masallardan biridir. 

Genel Değerlendirme ve Sonuç: 

Tek tek ele aldığımız bu dört masalı genel olarak ve birlikte değerlendirirsek şunları söyleyebiliriz: 

Bir Aşk Masalı, Koyun Masalı ve Sırça Köşk birçok yönleriyle masal özelliği gösterirler. Ama Devlerin Ölümü pek çok bakımdan hem diğer üç masaldan hem de halk masalından ayrılır.  Onda sadece bir cümlelik hisse paragrafı önem kazanmıştır.  Bir başka deyişle masal o cümleyi söylemek için yazılmıştır. 

Bir Aşk Masalı ve Sırça Köşk'ün kahramanları insanlar, Devlerin Ölümü ve Koyun Masalı'nın  kahramanları hayvanlardır. Bu açıdan son iki masal hayvan masalı özelliği gösterir. 

Dört masal da kıssadan hisseyle biter. Hayvan masalları için bu doğaldır. Diğer masallarda hisse dolaylı yoldan verilebilir. Ama bu dört masalın sonunda kıssadan hisse cümleleri hatta paragrafları vardır. Bu paragraftan önce aslında masalda olaylar ya da anlatılacaklar bitmiştir. Masal orada kesilse bile mesaj, hisse anlaşılmaktadır. Ama Sabahattin Ali bununla yetinmemiştir. Sırça Köşk'te buna ek olarak daha masalın başında Sabahattin Ali, istediği, özlemini duyduğu dünyanın nasıl olması gerektiğini vermiştir. Böylelikle kıssadan hisse paragrafı dışında da mesajlar göndermiş olur. 

Masallar, zaman açısından halk masalına tamamıyla uygundur. Üç masal "Bir zamanlar .." , Devlerin Ölümü ise "Çok çok eski zamanlarda..." cümleleriyle başlar. Bu başlayış bile Devlerin  Ölümü masalının diğerlerinden ayrıldığını gösterir. Ancak o da zaman açısından halk masalına uygunluk gösterir.  Dolayısıyla zaman açısından tüm masallar halk masalının zaman özelliklerine uyarlar.  Hepsinde olaylar geçmişte bir zaman diliminde geçer. Bu dilim belirsizdir. Kesin ve net değildir.  Halk masallarında da zamanın işleyişi böyledir. 

Mekan açısından da aynı durum geçerlidir. Mekanlar da belirsiz, geniş ve geneldir. Bir Aşk Masalı'nda bir ülke, Devlerin Ölümü'nde ikinci zamanda dünyamız, Koyun Masalı'nda geniş bir orman, Sırça Köşkte o ülkenin başkenti olan bir kent, mekanı oluşturur. Gerçek bir ad geçmemektedir.

 Dört masalın, dil, üslup ve anlatım yönünden halk masallarına yakınlık göstermesi ortak ya da benzer yanları olarak dikkati çeker. 

Sabahattin Ali'nin masallarının halk masallarıyla ortak olan yönlerini belirlemeye çalıştık. Halk masalı olmadıklarına göre ayrılan yanları olmalı. Şimdi de bunlara bir göz atalım. 

Bilindiği gibi masalların en önemli özelliklerinden biri tekerlemelerdir. Bu masallarda, halk  masallarında karşılaşılan özellikte bir tekerleme yoktur. Sadece masal başında tekerleme işlevi gören bir giriş vardır.  Oysa halk masallarında, girişte, iç kısımda ve sonda tekerlemeler yer alır. Bunlardan masal başındaki uzun ve manzum bir tekerleme de olabilmektedir. Ama Sabahattin Ali'nin masallarında tekerleme yoktur. 

Sonuç açısından bir kıssadan hisse içermesi itibariyle halk masalına benzerlik gösterirler. Ancak Sabahattin Ali'de bu kıssadan hisse olaylar bittikten sonra, ayrı bir paragrafta verilmiştir. Bu yönüyle halk masallarından ayrılır. 

Böyle bir kıssadan hissenin bulunması masalların işlevi ve anlatılış amaçlarına uygundur. Çünkü masallar işlevseldir. Sadece hoşça vakit geçirmek için anlatılmazlar. Özellikle hayvan masalları öğüt verme, örnek düşürme amaçlarına yönelik bir işlevi yerine getirirler. 

Bu masalların halk masallarından kesinlikle ayrılan birkaç yönü bulunmaktadır. Bir Aşk Masalı ile Sırça Köşk sonuç itibarıyla mutsuz bitmektedir. Sırça Köşk'te halk açısından olumlu bir sonuç varken kahramanlar açısından olumsuz bir sonuç vardır. Gerçekte masal kahramanları halkın özdeşleşebilecekleri kahramanlardır. Bu nedenle masal mutlu biterken iyiyi doğruyu temsil eden kahraman için de bir mutluluk gelir. Halbuki Bir Aşk Masalı'nda kahraman ölür. Sırça Köşk'te köşk yıkılır. Üç elebaşı yanında, onlara yardım edenlerin çoğu ölür. Devlerin Ölümü de devlerin yok olmasıyla biter. Koyun Masalı'nda ise, koyunlar  sonunda mutluluğa erişecek kararı alıp, eylemi yaparlarsa da çok zayiat verirler.  Halbuki masallarda  ceza gören kötüler olur. 

Bu masalların halk masallarından ayrılan bir yönü de olağanüstü özellik gösteren kahramanlar ile güçsüz, ezilen ana kahramanlara yardımcı olan kişiler ve varlıkların olmamasıdır. Bunun yanında büyülü nesneler de bu masallarda karşımıza çıkmaz. Cin peri gibi olağanüstü varlıklar olmadığı

gibi, olaylarda da bir olağanüstülük ya da olağan dışılıkla karşılaşılmamaktadır. 

Bu genel değerlendirmenin sonucunda Sabahattin Ali'nin halk masallarını tanıdığı ortaya çıkmaktadır. Ancak o, masallarını halk masalının klasik  ve klişe özelliklerini kullanarak da yazmamıştır. Bu masalları çağcıl ve yeni edebiyatın gereklerine uygun özelliklere büründürmüştür. Bu durumda Sabahattin Ali neden masal adını verdiği ve halk masalıyla kimi ortaklıklar gösteren yazılar yazmıştır? sorusunun yanıtı aranmalıdır.  Mehmet Veysel "Sabahattin Ali'de masal" başlıklı yazısını "...belki de öldürülmeseydi, Sabahattin Ali'nin masalcılığından söz etmek zorunda kalacaktık..." diye bitiriyor (8).  Biz bir kahin değiliz, ölmeseydi masalcılığından söz edilecek kadar masal yazar mıydı bilemeyiz. Ama öykü türünün geniş olanakları dururken Sabahattin Ali'nin kendini masalla sınırlayıp çağcıl bir masalcı konumunda  kalacağını sanmıyoruz. Masal, bir olanak, bir çeşit, bir renk olarak yazıları arasında yerini almıştır demeyi daha uygun görüyoruz. 

Masallar yazmasında etkili olan bir başka neden de onun toplumcu gerçekçi sanat anlayışına sahip olmasıdır. Sabahattin Ali'ye göre sanatçı, özellikle toplumcu gerçekçi sanatçı insanları, toplumu daha iyiye, güzele götürmekle yükümlüdür.  İnsanlara doğru olanı işaret etmek anlatmak da onun sorumlulukları arasında yer almaktadır.  Bunu yapmak için çevreye, hayata, halka yönelmek gerekir.  Halka hitab ederken de gerektiğinde halk edebiyatının olanaklarından yararlanılmalıdır. Sabahattin Ali bu yararlanmanın sınırlarını "Halk edebiyatı geleneğine geri dönmek ya da onu aynıyla sürdürmek yoluyla olmamalıdır." (9) sözleriyle çizer. Bu düşünüş biçimi de Sabahattin Ali'nin masallar yazmasında etkendir. 

Bir diğer etken ise masal türünün özelliğinde aranmalıdır. Masallar bize gerçeküstü bir dünya çizer. Alegorik, sembolik  bir dünya içinde gerçekte olmayacak şeyler masallarda olur. Çeşitli nedenlerle açıkça söylenemeyen şeyler masalın bu olanağıyla söylenebilir. 1945'ten sonra CHP'nin baskıcı tutumu artmıştır. Sabahattin Ali adil bir dünya ve düzen özlemektedir. İktidar ise bunu sağlayabilmiş değildir. Bu noktada Sabahattin Ali'nin düzenle, yönetimle arası iyi değildir. İşte böyle bir ortamda belki çok açıkça söyleyemediği şeyleri masal dünyasının olanaklarıyla söylemeyi amaçlamıştır. Bu yolla yaptığı eleştiriler bir tepki bulmuş ki Sırça Köşk,  Heyet-i Vekile kararıyla toplatılmıştır. 

Romantik yapısının etkisiyle zaman zaman bunalsa da Sabahattin Ali yürekli bir insandır.  Düşüncelerini yazı yazdığı diğer dergilerde dile getirmektedir. Ayrıca Sırça Köşk'ün diğer öykülerinde de toplumsal eleştiri öne çıkar. O halde masal sadece baskıdan kaçış yolu değildir. Bunu bir olanak olarak görmek gerekir.  Diğer öykülerinde dile getirdiği eleştirilerini bir kez de masallar aracılığıyla yapmak istediğini düşünmek yerinde olur. 

Sanatı ve sanatçıyı dar kalıplar içinde sınırlamamak gerekir. Sınırlansa bile sanatçı isterse her koşulda sözünü söyleyecek yol ve araçları bulur. Sabahattin Ali'nin masallar yazmasını yalnızca toplumsal ve siyasal baskıların yoğunlaşmasına bağlamak doğru olmaz.  Geleneksel edebiyatın kimi özelliklerinden yeni ve çağcıl bir anlayışla yararlanmak mümkündür (10). Sabahattin Ali de bunu yapmıştır. O halde masallar Sabahattin Ali'nin sanatında bir renk, bir çeşit, bir zenginlik ve bir olanak olarak değerlendirilmelidir. 

DİPNOTLAR: 

 1. Kimi sanatçılarımız ise geleneğe ve geleneksel edebiyat ürünlerinden yararlanmaya karşı çıkmışlar, hatta zaman zaman "Folklor Sanata Düşman mı?" başlıklı ya da içerikli tartışmalar da çıkmıştır. 

2. Bu şiirler dergilerde yayımlanmış ve epey bir süre orada kalmışlardır. Daha sonra Bilgi Yayınevinin  yayımladığı Sabahattin Ali Bütün Eserleri dizisinin üç numaralı eseri olarak çıkan kitapta Öteki Şiirler başlığıyla yer almışlardır. Aynı kitabın 218-222 sayfaları arasında yer alan Asım Bezirci'nin yazdığı "Sabahattin Ali'nin şiirleri" başlıklı kısımda, şiirler hakkında kısa bir bilgi de verilmiştir.  Yazıda Asım Bezirci şiirlerden söz ederken "S.Ali'nin divan edebiyatını ne kadar iyi bildiğini gösteren bu şiirler..." demek suretiyle Sabahattin Ali'nin divan şiiri konusunda bilgisi ve yatkınlığını dile getirmiştir. 

Sabahattin Ali'nin aruza olan ilgisi konusunda Ramazan Korkmaz da bilgi vermektedir. Bak: Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları,İstanbul, Mart 1997,s.316, 346. 

3. Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler (Derleyen: Hikmet Altınkaynak), YKY, İstanbul, Ekim 1998, s.21. 

4. Değirmendeki öykülerin bir kısmı için Asım Bezirci masalsı hikâyeler nitelemesini kullanır. Bak:Asım Bezirci, Sabahattin Ali..., s.182. 

5. A.g.e., s.86. 

6. Asım Bezirci bu masalla ilgili olarak "Sabahattin Ali'nin bu masalıyla çağımıza egemen olan büyük kapitalist ve emperyalist güçleri -sözgelişi tekelleri, çok uluslu şirketleri- ya da 'dev' gibi görünen zorba, faşist rejimleri ve önderlerini -sözgelişi Hitler'i Mussolini'yi simgelediği düşünülebilir." (Sabahattin Ali, s.136-7) deyip daha çok seçenek sunarken,  Ender Kamil Boyacı, devlerle faşist yönetim ve yöneticilerin simgelendiklerini yazar. "Sabahattin Ali'nin Sırça Köşk'ü kendisine karşı öldürücü baskı uygulayan 'tek parti' yönetimine karşı yayımladığı düşünülürse, 'Devlerin Ölümü' masalı, faşist Hitler-Mussolini yönetimleri ile onlara özenenleri hedef almakta, bugün dev gibi görünenlerin, yarın yok olup gideceğini vurgulamaktadır." (Yazko Edebiyat, S.20, Haziran 1982, s.103) 

7. Ender Kamil Boyacı bu masalın 1919-1945 Almanyasını anlattığını söyler. Masaldaki çoban Cumhurbaşkanı Hindenburg ya da İmparator II.Wilhelm'dir. Çoban köpekleri "Hitler ve eşkıya Nazi tayfası"dır. " Bu masal, Alman ulusunun Alman finans kapitali tarafından nasıl mahvedildiğini göstermekte ve yerli-faşist özentisine kapılanlara da ders verilmek istenmektedir." (Yazko Edebiyat, S.20, Haziran 1982, s.104) 

8. Mehmet Veysel, " Sabahattin Ali’de masal", Yansıma,Yıl:2, C.2, Mart 1973, s.15. 

9. Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları ve ..., s.21. 

10. Pertev Naili Boratav halk masallarından çağcıl edebiyatın ve edebiyatçının nasıl yararlanabileceği konusunda şunları söyler:  

"Masalları yalnız bir hareket noktası, bir atlama tahtası olarak alıp, onun geleneklerine üslûp, dil, konu bağlarına esir kalmadan, onu taklit etmeden, tam bir özgürlükle ve masalı duyguda da, düşüncede de aşarak, çağımıza getirerek yepyeni yapıtlar yaratma yolunu çağdaş yazarın halk masalından en olumlu yararlanma yöntemi sayarım."