TÜRK HALK EDEBİYATININ ERMENİ HALK EDEBİYATINA ETKİLERİ
Prof. Dr. Erman ARTUN
Tarih Boyunca Türk- Ermeni Kültür İlişkileri
Türk-Ermeni ilişkilerinin kültürel bağlamda incelenmesi iki toplum arasında sosyal, ekonomik bağların varlığını ortaya koyacaktır; çünkü tarih; insanlar, ülkeler arasında ayırıcı değil aynı zamanda bağlayıcı ve birleştirici bir rol oynamaktadır. Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkiler XI. yüzyılda yoğunlaşmaktadır (Arıkan, 2003).
Türklerle Ermenilerin tarihteki ilk temasları, son yıllara kadar 7. yüzyılda Hazar Türklerinin Kafkas bölgesine yaptığı akınlar sırasında başlamış kabul ediliyordu; ancak Azerbaycan'daki son araştırmalar, bu temasların IV. hatta III. yüzyıllara kadar indiğini ispatlamıştır (Türkmen, 1992: 1).
Türkler, Malazgirt zaferinden sonra Anadolu'da yayılmaya başladılar. Bu yayılma süreciyle birlikte Türk-Ermeni ilişkileri yeni bir aşamaya ulaştı. Orta Asya'dan gelen Türklerin Anadolu'ya gelmesi, burada yayılması hatta nereden geldikleri konusundaki temel bilgileri çeşitli yerli ve yabancı kaynaklarda bulabiliriz. Selçuklular döneminden sonra iki millet iç içe, aynı devletin tebaası olarak yaşamış vs. ortaklaşa pek çok eser yaratmıştır (Türkmen, 1992: 14).
Bu konuda 20. yüzyıl başlarına kadar ciddî bir araştırma yapılmamış 19001ü yıllarda başlayan ilk yayınlar ise, bilimsel olmaktan çok politik yönü ağır basan ve taraf tutan yayınlardır
Türklerle Ermenilerin temasları gittikçe sıklaşarak XIX. yüzyıla kadar devam etti. Hayatın her aşamasında karşılıklı etkiler sonunda kültürel eserler ortaya kondu. Yüzyıllarca birlikte, çoğu zaman aynı devletin tebaası olarak yaşayan, iki millet, başta dil olmak üzere, musiki, mimarî, çeşitli el sanatları (sarraflık, dokumacılık vb.)ve edebiyat sahasında karşılıklı olarak birbirine etkide bulunmuşlardır.Bu ilişki, artarak devam ederek binlerce eser yaratıldı. Bu etkileşme özellikle âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı ve anonim halk edebiyatı alanlarında yoğunlaşmıştır (Türkmen, 1992: 15).
XII. yüzyıldan itibaren Türkçenin Ermeni halkı arasında geniş şekilde yayıldı. Giderek artan sayıda Türk şairlerinden tercümeler yapılmaya başlandı. XII. yüzyılın büyük şairleri Hakanî, Nesimi ve Nizamî'den şiirler Ermeniceye tercüme edildi. Hakanî'nin bir rubaisini tercüme eden XIII. yüzyılın Ermeni şairi Frig, kendi şiirlerinde de Hakanî'nin işlediği konulara geniş yer vermiş, hatta aynı şiir şekilleri ile 60 kadar da şiiri günümüze kadar ulaşmıştır. Halkın duygu ve düşüncelerini yansıtan Türkçe şiirler Ermeni halkın yanı sıra Ermeni klasik ve halk şairlerini de etkiledi. Birçok Ermeni şairi Türkçe şiirler söylemeye başladı (Türkmen, 1992: 8).
Türk Âşıklık Geleneğinin Ermeni Âşuğluk Geleneğine Etkisi
Ermeni sözlü ve yazılı edebiyatı Türk sözlü ve yazılı edebiyatından etkilenmiştir. Türk halk edebiyatının Ermeni edebiyatı üzerinde en etkili olduğu alan âşık edebiyatı olmuştur. Bu konuda yapılan araştırmalarda, Ermeni harfleriyle yazılmış cönklerde yüzlerce şiir ortaya çıkmıştır. Bu konuda Ermeni araştırmacı Garekin Levonyan'ın ("Ermeni Aşuğları" 1982) ve ("Aşuğlar ve Onların Sanatkârlığı" 1944) adlı araştırmaları geniş bilgi vermektedir. Levonyan, Ermeni sanatkârlarının tarihî gelişimini açıklarken, Türk ozanlarının gelişmesi ile paralelliği göstermektedir. Önceleri, "Guşan" adı ile anılan Ermeni şairleri XV. yüzyıldan sonra bizdeki ozan kelimesinin yerini âşık kelimesine bırakması gibi, "aşuğ" adını almaktadırlar. Ermeni aşuğları XIII. yüzyıldan itibaren Ermenicenin yanı sıra Türkçe de söylemeye başlamışlardır. XV. yüzyıldan sonraki Ermeni aşuğ edebiyatında dili de tamamen veya kısmen Türkçe olan, birçok Ermeni asıllı aşık yetişmiştir. Hatta pek çok Ermeni aşuğu Kul, Miskin, Dede, Baba gibi Türkçe mahlaslar almışlar, bir kısmı da Bektaşi tarikatına girmiş ve tamamen Türk-İslâm düşüncesine uygun sofiyane şiirler söylemişlerdir. Turab Dede, Kul Hovannes gibi (Türkmen, 1992: 44).
Ermeni halk şâirlerinin adı aşıktan bozma olarak aşuğdur. Ermeni âşıkları, Türk âşıklar gibi yüksek bir sınıfa değil, halka hitâp etmişler, düğünlerde, ziyafetlerde, bayramlarda, evlenme ve ölüm törenlerinin kimi aşamalarında sazları ile sanatlarını icra etmişlerdir. Âşuğların bir bölümü anadan doğma kördür; bunlar en çok dini konularda şiir söylemişlerdir. Bunların büyük bölümü ümmîdir. Bunlar diğer âşuğlardan sözlü dersler alarak âşıklık kurallarını öğrenirler. Hayatları gezici ve serseridir. Evlenmezler, tek başlarına yaşarlar. Kimileri Ermeni aziz (saint) leri hakkında didaktik şiirler, ilâhîler yazarlar. Ellerinde sazları, köyden köye gezerek düğünlere, derneklere davetsiz katılırlar. Özellikle kış mevsiminde tarlada çalışmalar olmadığı için, köylüler, bir âşuğun geldiğini haber alır almaz etrafına toplanıp ocak başında onun şiirlerini, hikâyelerini dinlerler (Köprülü, 1989: 239–269; Türkmen, 1992: 24-33).
Âşık toplantılarında usta ve çırak âşuğlar, eski âşuglardan oluşan bir hakem heyetinin önünde ve halk karşısında otururlar. Doğaçlama şiirler söyleyerek birbirlerine üstün gelmeğe çalışırlar. Ustalardan biri konu üzerinde bir manzume okur. Çıraklar aynı konu, aynı vezin ve kafiyeyle cevap vererek rakip olan üstadın ortaya koyduğu muammayı manzum olarak çözmek zorundadırlar. Bu yarışmada başarılı olan âşuğ üstad mertebesine erişir. Âşuğların karşılaşmaları ve muamma çözme gelenekleri Türk âşıklık geleneğinin kurallarından alınmadır (Köprülü, 1989: 239-269; Türkmen, 1992: 24-33).
Aşuğların söyledikleri şiirlerin çoğu unutulmuş, bir bölümü anonimleşmiş, bir bölümü meraklılar tarafından kaydedilmiştir. Âşuğların saz eşliğinde söyledikleri şiirler; aşk, tabiat güzellikleri, âdetlerin eleştirisi konularında ve sofiyane heyecanla söyledikleri dini konulardır. Şiirlerinde destanî bir eda yoktur (Köprülü, 1989: 239-269; Türkmen, 1992: 24-33).
Âşık edebiyatı Türk edebiyatına özgü bir edebiyattır. Türkler âşıklık geleneğini halka özgü bir şekil vererek millileştirmişlerdir. Türk Âşıkları ile Ermeni Aşuğları arasında yaşama biçimi ve âdetler vd. arasında büyük benzerlik vardır. Ermeni Aşuğlar Türk Âşıklarını taklit etmişlerdir. Âşık edebiyatında hiçbir Ermeni veya Hristiyan etkisi yoktur. Türkçe yazan Ermeni Âşuğlarının eserleri de tamamıyla Türk zevk ve ilhamı ile yazılmıştır (Köprülü, 1989: 239–269; Türkmen, 1992: 24–33).
Nazım şekli, eda, son dörtlükte âşuğların adının söylenmesi, yalnızca Hristiyanlara özgü kimi kelime kadrosu hariç, şiir ve sanat anlayışı yönleriyle bizim âşık edebiyatındaki örneklerden farksız şiirler olması Ermeni âşuğ edebiyatının Türk âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı etkisi altında oluştuğunu açıkça ortaya koyuyor. Bizim âşıklardın, mâni, koşma, türkü, destan gibi nazım şekillerinin, Ermeni âşugları tarafından taklit edildiği ortadadır. Türk âşık edebiyatı, Ermeni âşuğların şiirlerini tür, şekil ve konu yanı sıra dilini de derinden etkilemiştir. Ermeni edebiyatında Âşuğ edebiyatı adlı bir ekol oluşturmuştur. Bu ekole bağlı 400 kadar Ermeni aşuğu, tamamen Türkçe söylemiştir. Kul Egaz, Kul Hovannes, Turab Dede, Hostik Oğlu ve Miskin Burcu gibi âşuğlar “kul, dede ve oğlu gibi Türkçe mahlaslar almışlardır (Köprülü, 1989: 239-269; Türkmen, 1992: 24-33).
Ermeni âşuğları bizim âşıklar gibi âşık şiiri nazım şekilleriyle saz havalarını aynı ağırlıkta kullanamamışlardır. Âşuğ şiirinde en çok koşma türü kullanılmıştır. Ermeni âşıkları, koşmanın sekizli kalıbına uygun düşen şekline Azerbaycan âşıklarından aynen alarak, “geraylı” demişlerdir. Şekil ve içerik benzerliği olmasına rağmen söyleyiş eda ve kelime kadrosundaki farklılık göze çarpar (Köprülü, 1989: 239-269; Türkmen, 1992: 24-33).
Her iki edebiyatın gelişme çizgisine baktığımız zaman Türk âşıklarının XV. yüzyıldan önce "Ozan" adıyla bilindiğini ve kutsal bir özelliğe sahip olduğunu görüyoruz. XV. yüzyıldan itibaren bu kelime semantik değişikliğe uğramış ve değişen şiir anlayışıyla "boş söz söyleyen geveze, boşboğaz" anlamında küçülterek kullanılmaya başlanmış ve ozan yerini "âşık" kelimesine bırakmıştır (Köprülü, 1989: 239–269; Türkmen, 1992: 24-33).
Türkler arasında saz şairi anlamına gelen âşık kelimesi XVI. yüzyıldan sonra Ermeniler arasında da kullanılmaya başlamıştır. Bu tarihe kadar Varsak, Guşan, Mutrib gibi adlarla tanınan Ermeni Aşuğları içinde en eskisinin "Guşan" olduğu anlaşılmaktadır. Manuk Abegyan, "Gedim Guşan Halg Negmeleri" adlı eserinde, bu kelime tekil olarak "çalıp söyleyen" sanatçı için kullanılmıştır, demektedir. Guşan adı kendi eserlerini çalıp söyleyen erkek sanatçılar için kullanılmıştır. Kadın şairlere ise "varsak" ismi verilmiştir. Bu sanatçılar XVI. yüzyıla kadar Türklerdeki "ozan"ların işlevlerini yerine getirmişlerdir. Ozanlarda olduğu gibi eserlerini bir musikî aleti ile icra etmişlerdir (Köprülü, 1989: 239–269; Türkmen, 1992: 24-33).
Türk âşıkları, yarattıkları şiirleri belli geleneğe uygun olarak, türkü, bayatı, varsağı gibi boy ve yer adları ile ilgi kurarak isimlendirmektedir. Aynı durum Ermeniler için de söz konusu olmuş ve aşuğlar, şiirlerine hayren adını vermişlerdir. Hayren kelimesi hayeren sözünden kısalmıştır. Karabet Kostanyans, hayren okumanın Ermeni dilinde okumak anlamına geldiğini, hay kelimesinin Ermeni, hayrenin ise Ermenice demek olduğunu eklemektedir (Köprülü, 1989: 239–269; Türkmen, 1992: 24-33).
Beysanoğlu’nun Diyarbakır Ermeni Aşuğları üzerine yaptığı çalışmadan eskiden Diyarbakır ve çevresinde âşıklık geleneğinin çok zengin bir şekilde devam ettiğini ve birçok Ermeni Aşuğun da bu geleneği devam ettirdiğini sürdürdüğünü öğreniyoruz (Beysanoğlu, 1992: 63).
Büyük bir bölümü XIX. ve XX. yüzyılda yetişen Ermeni âşıklarından günümüze daha çok isim gelebilmiştir.
Türk Anonim Halk Edebiyatının Ermeni Anonim Halk Edebiyatına Etkisi
Halk Hikâyeleri
Türk halk edebiyatı, Ermeni halk edebiyatını âşuğluk geleneğinden sonra en çok halk hikâyelerinde etkilemiştir. Türk halk hikâyeleri Ermeniler üzerinde derin etki bırakmıştır. Bu etki Ermeni araştırıcıları tarafından da kabul edilmektedir. Türk halk hikâyeleri, XIX. yüzyılın sonuna kadar şekil ve içerik yönünden basılmadan Ermeniler arasında yayılmış, pek çok halk hikâyesi ya olduğu gibi, dili ve konusu ile ya da adapte edilerek anlatılmıştır. Ermeni hikâyeleri ise Türk halk hikâyelerinin şekli ve geleneği içinde yaratılmıştır (Türkmen, 1992: 19).
Ermenilerin en meşhur halk hikâyelerinden olan "Sasonlu Davit Destanı" bizim Köroğlu'nun değişik dilde, değişik çevrede anlatılması gibidir. Köroğlu'nun efsanevi kıratı, Sasonlu Davit'te "Kurkik Celali" olmuştur. Her ikisinde de atlar efsânevi su aygırının yılkıdaki kısraklarla birleşmesinden doğan taylardır. Bunların hikâye içindeki fonksiyonları hemen hemen aynıdır. Köroğlu'nun ağbulaktan su içmesi ve sonsuz güç kazanması aynı içerik ile David hikâyesinde de vardır. Bu Ermeni halk hikayesindeki pek çok motif Türk destanlarında gördüğümüz motiflerle aynıdır. Evlenmek isteyen delikanlının, istediği kızı çeşitli yarışlarda yenmesi şartı, Dede Korkut Kitabı'nda, daha sonra Şah İsmail ile Gülizar Hikâyesi 'nde (Arap Üzengi suretinde) açık olarak anlatılmaktadır. Yine Türk destanlarında görülen destan daireleri, yani destanın esas kahramanı ölünce yerine geçen kişinin, destanı devam ettirmesi geleneği Sasonlu David Destanı'na da girmiştir. Manas Destanı'nda, Manas ölünce oğlu Semetey, o da ölünce oğlu Seytek destanı devam ettirmektedirler (Türkmen, 1992: 19-20).
Türk halk hikâyeleri, Ermeni aşuğları tarafından bazen Türkçe bazen de Ermenice olarak, türküleri Türkçe olmak üzere anlatılmıştır. Bu özelliği daha açık göstermek için bazı Türk halk hikayelerinin Ermeni varyantlarını belirtmek yerinde olur. Bu arada dikkati çeken önemli bir durum da Ermeni hikayeci âşuğların gelişiminin Türk aşıklarının gelişimine paralel oluşudur. XIII. yüzyıldan başlayarak XIX. yüzyıla kadar bu gelişme devam etmiştir. Bunun nedenleri hakkında Prof. Fuat Köprülü, yeterli bilgi vermiştir (Türkmen, 1992: 20).
"Kerem ile Aslı", "Âşık Garip", "Melik Şah", "Asuman ile Zeycan", "Aslan ile Gülbahar", "Leylâ ile Mecnun", “Âşuğ Civani” mahlaslı Ermeni âşığı Serope tarafından Ermeniceye çevrilmiştir. Bu hikayeler arasında en çok "Kerem ile Aslı" ve "Aşık Garip" sevilmiştir. "Kerem ile Aslı" 1888'de tercüme edilmiş ve 1912’ye kadar beş baskısı yapılmıştır (Türkmen, 1992: 20).
Türk halk hikayeleri, hikâye konusu yapısı ve geleneği ile Ermeni hikâyelerini derinden etkileyerek tamamen Ermeni hayatiyle ilgili yeni bir takım hikâyeler de yaratılmıştır. Bunlardan en meşhurları Hovannes ile Aşe ve Sayatnova'dır. İlki bir aşk, ikincisi ise aşk kahramanlık konuludur (Türkmen, 1992: 20).
Halk hikâyeleri içinde en tipik olanı da Ermenilerin Aslan Ağa hikâyesidir. Aslan Ağa hikâyesi ile Dede-Korkut'taki "Deli Dumrul" hikâyesinde aynı motifler kullanılmıştır. Aslan Ağa Hikâyesi, Dede Korkut'taki Deli Dumrul Hikâyesi'nin konusu işlenerek tasnif edilmiştir. Her iki hikâyede de Azrail'i tanımayan kahramanların onunla mücadelesi vardır. Yine her ikisinde de kahramanlar Azrail'e mağlup olunca, canlarına karşılık bir başkasının canını buldukları takdirde ölümden kurtulacaklardır. Deli Dumrul da, Aslan Aga da önce baba ve annelerine giderler, onlar canlarını vermezler. Sonunda eşlerine gidince, onlar kocalarının uğruna canlarını feda edeceklerini söylerler. Böylece Tanrı'nın lütfuna mazhar olarak uzun bir ömür sürerler (Türkmen, 1992: 11).
Ermeniler arasında Türk halk hikâyeleri oldukça yavgındır. Ermeniler, yoğun bir biçimde Türk kültürünün ve dilinin etkisi altında kaldıklarından Ermeni-Türk Edebiyatı (La litterature armeno-turaııe) adı verilen Ermeni harfleriyle yazılmış, metni Türkçe bir edebiyat türü gelişmiştir. Tahminen 400 yıl süren âşık edebiyatı, gerek Türklerde gerekse Ermenilerde, zengin bir kol yaratmıştır. XVI. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar geçen dönemde Ermeni asıllı Türkçe söyleyen âşıkların sayısı 400'ü aşkındır. Ermeni âsuğları Türkçe söylemekle kalmamışlar, söyledikleri şiirlerin koşma, bayatı vb. şekillerini de, Türklerden almışlardır (Türkmen, 1992: 25).
Maniler – Bayatılar
Anonim Türk halk edebiyatında maniler en yaygın türlerden birisidir. Azerî sahasında “bayatı, mahni, Kerkük'te hoyrat” adıyla bildiğimiz mani çeşitleri Ermeniler arasında da yaygındır. 1721 yılında Ermeniler arasında derlenilerek yazılan İlyas Yegiya Muşek'in meşhur "Nağmeler" adlı yazmasında hem de Türkçe olarak pek çok bayatı bulunmaktadır. Bunlar 7 heceli aaba kafiye düzeninde tek dörtlükten ibarettir. Ermeni halk bilimci G. Abeğyan bu tür şiirlere Ermenice "Hagik" denildiğini ve anlamlarının "nağme küçük nağmecik" olduğunu belirtmekte ve çeşitleri arasında "muhabbet", "gariplik" anlamlarını sıralamaktadır. Bu hagiklerdeki düşünce ve anlatım biçimi tamamen Türkçe manilerde olduğu gibidir. Ayrıca Türkçe pek çok kelime redif olarak kullanılmıştır. Bazı hagikler ise Türkçe Ermenice karışık dizeler şeklinde mülemmâdır (Türkmen, 1992: 16).
Masallar
Türk masallarının etkisi Ermeni masallarında da görülmektedir. Türk ve Ermeni masalları yapı itibariyle bütün dünya masallarında olduğu gibi ortak pek çok motif ve kahramanlara sahiptir; ancak Ermeni masallarında bazı kişi adları Türk masallarının etkisini göstermesi bakımından önemlidir. "Contes et Legendes Armeniens" adlı kitaptaki "Şai Abbas'ın Gül Bahçesi", "İstanbul'da Kıymetli, Erzurum'da Kıymetsiz" gibi masallarda hep Türkçe isimler kullanılmıştır. Ayrıca masallarda kullandığımız, "Bir varmış bir yokmuş. Onlar erdi muradına" gibi formeller Ermeni masallarında çoğu zaman Türkçe olarak söylenmekledir (Türkmen, 1992: 18).
Atasözleri
Ermeni atasözleri A. T. Ganalanian'ın 1951'de yayınladığı ("Ermeni Atalar Sözü") kitabında yayınlanmıştır. Türk atasözlerindeki bazı kelimelerin Ermenice olarak söylendiği atasözleri Türk etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Birkaç örnek verelim:
“El eli yuyar, el de yüzü”
“Bir gül ile bahar olmaz” (Bir çiçekle bahar olmaz)
“Dost ile ye iç, alış veriş etme”
“Dost başa bakar, düşman ayağa”
“Kanı kan ile yumazlar,
Kanı su ile yuyarlar”
“De yoldaşın kimdir?
Deyim sen kimsin?”
“Bir elde iki karpuz tutılmaz”
“Bir olsun pır olsun” atasözümüz Ermeniler arasında “Bir ılı u pîr ılı”
“Deve nalbanta ters bakar” atasözü Ermenice'de “Daven nalbendin tars gaşa” şeklinde söylenmektedir.
“Her okuyan Molla Penah olamaz” veya “Ha Hasan kel, ha kel Hasan” atasözlerindeki Molla Penah ve Hasan adları Türk adlarıdır (Türkmen, 1992: 16).
Türküler
Türk türkülerinin etkileri Ermeni türkülerinde de görülmektedir.
“Gel kız Müslüman ol alayım seni
Ben dinimden dönsem el kınar beni”
Bu ve buna benzer türküler, iki toplum arasındaki ilişkiler ağının önemli ipuçlarını vermektedir. Bir türkü parçasında Ahçik, İslam eline çağrılmaktadır:
Ahçik'i yolladım Urum eline
Eser bad-saba zülfün teline
Gel seni götüreni İslam eline
Serimi sevdaya salan o Ahçik.
...
Vardım kiliseye baktım haçına
Mail oldum ardındaki saçına.
Burada Ahçik, yine İslam eline çağrılmakta yani Müslümanlığı kabul etmesi istenmektedir. Ama bu her zaman böyle değildir. Bir başka türküde delikanlı Ermeni olmayı, yani Ahçik'e kavuşmak için onun dinine girmeyi dahi kabul eder görünmektedir:
“Bahçelerde mor meni
Verem ettin sen beni
Ya sen İslam ol Ahçik
Ya ben olam Ermeni” (Arıkan, 2003).
Fıkra
Türk fıkraları arasında başta Nasreddin Hoca olmak üzere, pek çok fıkra tipi, Ermeniler arasında yayılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak Zaharov'un ("Molla Nasreddin Anektodları", Ar Jeritsyan'ın ("Moll; Nasreddin Latifeleri) geçen yüzyılda basılan kitaplardır (Türkmen, 1992: 18).
Bilmece
Türk bilmeceleri, Ermeni bilmeceleri arasında yaygındır. Bilmeceye Ermenicede "Hanegul" adı verilir. Bulmaca, bilmece anlamındadır. Türk ve Ermeni bilmecelerinde eşya ve âletler, insan, hayvan ve bitkilerle ilgili tasavvurlar, aynı kalıplarla verilmiştir. Bir örnek verelim.
“Gelirim kentten, ses geldi bentten”
“ Ağzı sümükten, sakalı etten” (Horoz)
Ermenilerde:
“Gelirim bağdan
Ses verdi dağdan
Saggalı etten
Ağzı sümükten” (Horoz) (Türkmen, 1992: 18)
Âdet, Gelenek ve İnançlar
Türkler Ermeniler’i sadece Türk-İslam inançları ile değil halk inançları itibariyle de etkilediler. Türklerle Ermeniler arasında birçok ortak toplumsal davranış vardır. Çeşitli törenlerdeki pratikler ve tören sırasında söylenen türküler bunun tipik örneklerini vermektedir. Ermeni halkı, aynen Türklerde olduğu gibi düğünde, toyda, herhangi bir eğlence anında hayeranlardan okumakta ve çoğu zaman da Ermenicenin yan ısıra Türkçeyi de kullandılar (Kaşgarlı, 1986: 17-24).
Türklerdeki mevsim törenlerinin daha sonra kutsallığını kaybederek birer eğlence törenine dönüştüklerini biliyoruz. İlkbaharın gelişinin kutlandığı, Anadolu'da “çiğdem pilâvı” olarak gençler arasında bir eğlence olarak kutlanan bahar törenleri bunun örneklerinden biridir. Aynı şekilde "niyet ve dilek manileri" dediğimiz, mani çekilerek bir tür fala bakma geleneği, Hıdrellez törenlerinde sürmektedir. Bu gelenek Azerbaycan'da "vasf-ı hal" adını almakta, fal sırasında söylenen "bayatı"lar "can gülüm" nakaratı ile söylendiğinden törenin tamamına da "can gülüm" denmektedir. Azerî sahasında daha canlı olarak yaşayan bu gelenekte, genç kızlar su dolu bir kaba yüzük, taş vb. herhangi bir işareti atmakta, can gülüm okuyarak yaşlı kadın üzerini bir bezle örttüğü kaptan bunları birer birer çıkarıp aklına gelen bir bayatı söylemektedir. Böylece bayatının anlamına göre, o işaret kime aitse, bir orum yapılmaktadır. Bu gelenekler Ermeniler arasında da sürmektedir. (Bu hususta geniş bilgi için bkz. M. H. Tehmasıb, VII. Esre Geder Azerbaycan Şifahî Halg Edebiyatı, Azeri Edebiyatı Tarihi, c. 1, Bakü 1960, s. 8–11) (Türkmen, 1992: 3).
Ermenilerin Türk kültüründen etkilenmeleri konusundaki diğer bir âdet ise evlenme tören âdetlerinden biri olan “gelinlik etmek”tir. Bu, yeni gelinin belirli bir süre kayınbabası, kaynanası ve evin diğer erkek bireyleriyle konuşmaması anlamına gelir. Türklerde yaygın olan bu âdetin Ermeniler arasında da geçerli olması, ortak alışkanlıkların bir başka yönüdür (Arıkan, 2003).
Ermeni aile tipi de ataerkildir. Aile en büyük erkeğinin yönetimindedir. Aileye baba bakar, ihtiyaçlarını baba karşılar, kadının çocuğu olmazsa, kısırsa ailesine geri gönderilir. En büyük beddua “ocağın sönsün” terimidir. Kızlardan ziyade erkek çocukları makbuldür. Türk aile tipi de ataerkildir. Ailede otorite babadadır. Baba yoksa yaş sırasına göre erkek evlatlar yetkili ve sorumludurlar. Büyük kardeş baba adına söz sahibidir. Erkek evladı olmayan babasız ailelerde, amca aileye nezaret eder. Aileden gelin götürülürken erkek kardeşin, kız kardeşinin kuşağını bağlamak gibi görevleri vardır. Erkek kardeşi olmayan gelinin kuşağını amcasının oğlu bağlar. Evlilikte çocuk önemlidir. Erkek çocuk annesi olmayan, bilhassa hiç çocuğu olmayan kadınların kocalarının ikinci evlilik yapmaları doğal karşılanır. Boşama pek olmaz ancak kuma getirilir (Kalafat, 2003).
Sonuç
Türklerle Ermeniler, benzer sosyal ve ekonomik koşullar altında yaşamışlar ve bunun doğal bir sonucu olarak ortak bir kültürün temsilcileri konumuna gelmişlerdir. Türklerle Hristiyanlar, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde Anadolu'da ortak bir yaşam sürdürmüşlerdi. Kimi küçük olaylar dışında Türklerle Ermeniler arasında önemli bir çatışma olmamış ve sorun yaşanmamıştır. Çatışmalar, Ermeni sorununun ortaya çıkması ve siyasalaşmaya başlamasıyla birlikte gündeme gelmiştir.
Bilimsel çalışmalarda, çeşitli seyyahların eserlerinde ve en önemlisi, Ermeni kültür ürünlerinin içinde, Türk kültürünün açık etkisini görmek mümkündür. Türklerle Ermeniler yüzyıllarca bir arada yaşayabilmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nda yüzyıllarca kimliklerini koruyan Ermeniler, bugün Batı dünyası içinde öz kimliklerini yitirme aşamasına gelmişlerdir.
Türk kültürünün kaynaklarından biri de Ermeni harfleriyle Türkçe yazılmış Ermeni kaynaklarıdır. Adını bilmediğimiz pek çok Türk şairinin şiirlerine Ermeni kaynaklarında rastlanabilmektedir. Bu kaynaklar kültürümüze kazandırılmalıdır. Türk ve Ermeni toplumunun halk kültürleri ve destan hayatları göstermektedir ki, bu iki toplum sadece birlikte yaşamış olmanın doğal etkileşimi itibariyle bazı halk kültürü değerlerini paylaşmakla kalmamış biri diğerinin kültür dairesine girmiştir.
Oğuz toplumunun sosyal yapısını Dede Korkut Destanı'nı okuyarak öğrenebiliyoruz. Sözlü tarih, dar anlamı ile kişinin hayat hikâyesini kendi ağzından dinleyip, kaydetmek demektir. Antropolojide 'hayat hikâyesi yaklaşımı' denen bu yöntem, 1940'lardan beri tarih, sosyoloji, antropoloji ve folklor tarafından yeni bir veri kaynağı olarak kullanılıyor. Sözlü tarih kaynaklarından toplanan veriler bize ortak bir bakış verecek, psikolojik bir gerçeği izah edecektir. Tarihçinin görmediği yerel detaylarla olaya belli ve gerçekçi bir tarih çerçevesi çizebiliriz. Halk hikâyesi, destan, ağıt, efsane vd. sosyal gerçekleri ve tarih gerçeklerini yansıtır. Sözlü tarih elbette ki tarih değildir; ama sosyal tarihçinin sözlü tarihten öğreneceği çok şey vardır. Bu nedenle sözlü kültürde yaşayan Ermeni ve Türk halk kültürü ürünleri bilimsel yöntemlerle araştırılmalıdır.
KAYNAKÇA
And, Metin (1969), Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ankara.
Arıkan, Zeki (2003), Türk-Ermeni Kültür İlişkileri Üzerine, http: //yayim.meb.gov.tr/dergiler/sayi 38/arikan htm.
Çay, A. (1983), Anadolu’da Türk Damgası, Koç Heykel Mezar Taşları ve Türklerde Koç –Koyun Meselesi Ankara.
Fırat, Mehmet Şerif (1981), Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Ankara.
Golden, P.B. (2002), Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara.
Göyünç, Nejat (2001), Turkish – Armenian Cultural Relations Armenians in the Late Ottoman Period, Ankara.
Kalafat, Yaşar (1988), Kuzey Azerbaycan –Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta Eski Türk Dini İzleri, Dini Folklorik Tabakalaşma, Ankara.
……………….(1999), Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara.
……………….(2000), Güney Kafkasya, Ankara.
……………….(2003), Türk-Ermeni Kültür İlişkilerinde Mitolojik Boyut, http: //yayim.meb.gov.tr/dergiler/sayi 38/kalafat htm.
Kaşgarlı, M. Aktok (1986), Anadolu Ermeni Destanları –Efsane ve Masalları Kritiği, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri C.II. Ankara.
Kırzıoğlu, M.Fahrettin (1953), Kars Tarihi, İstanbul.
……………………….(1994), Albanlar Tarihi M.Ö. IV-M.S. X. Yüzyıllar Üzerine, XI. Türk Tarih Kongresine Bildirileri, Ankara.
Köprülü, M. Fuad (1989), Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te’sirleri, Edebiyat Araştırmaları I, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Küçük, Abdurrahman (1997), Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara.
Makas, Zeynelabidin (1987), Türkçe Yazan Ermeni Âşıkları ve Bizden Aldıkları Halk Şiiri Nev’ilerinden Numuneler, III. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri Bildirileri, Yunus Emre Kültür Sanat ve Turizm Vakfı Yayınları, Eskişehir.
Sevengil, Refik Ahmet (1962), Yıllar Boyunca Halk Şiirleri, İstanbul.
………………………..(1969), Eski Türklerde Dram San’atı, Ankara.
Türkmen, Fikret (1992), Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesirleri, Akademi Kitabevi, İzmir.
…………………..(1995), Âşık Garip Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma, Akçağ Yayınları, Ankara.
Arsak Çobanyan'ın Les Trouve Armenicns, (1906), M. de Morgan'ın Histoire du Pcuple Armeninı Charles Donvning'in Armenien Folk Talcs and Fable, (1968), C. E Molkcnian'ın Contcs et Lcgcndes Armeniens (Paris, 1968) adlı kitapları bu tür eserlerden ilk akla gelenlerdir. Türkiye'de de bu konu ihmal edilmiş Fuad Köprülü'nün 1922'de yayınladığı "Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatına Tesiri" adlı incelemesi, Fikret Türkmen;Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesirleri, İzmir 1992, Nejat Göyünç; “Turkish – Armenian Cultural Relations” Armenians in the Late Ottoman Period, Ankara 2001,. M. Aktok Kaşgarlı “Anadolu Ermeni Destanları –Efsane ve Masalları Kritiği” III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri C.II. Ankara 1986, M.F.Kırzıoğlu Kars Tarihi, İstanbul, 1953, Milli Destanlarımızda Dede Korkut Oğuznamelerinin Tarih Belgesi Bakımından Değerleri” Belleten, Ankara 1986, C.50 S. 927 vd. dışında pek araştırma yapılmamış Batıda ise objektif kalabilen, Jean Deny-Edward Trjarsky'nin Ph. Turda Fundamenta II’de yayınladıkları " La Litterature Armeno-Turque" adlı makalesinin dışında ciddî araştırmaya rastlanmıyor. Gregoryen ve Müslüman Türklerin halk inançları ağırlıklı olmak üzere genel dini hayatlarının karşılaştırmasını Abdurrahman Küçük yapmıştır (Türkmen, 1992: 24).
Âşık Doni, Kasapoglu, Musesoğlu, Dellek Murat, Mecnûn, Diyarbekirli Mesihi Ermeni, Şuşalı Mirza Can Bey Medetov.Sarkis Zeki Nurliyan (1843-?), Âşık Sambel, Âşık Yervand, Azaryan, Zehri, Âşıkî, Ateş, Fitrî, Çırağı, Yetim Oğlan, Âşık Cemalî, Erzurumlu Nidâyî, Keşişoğlu Mıgırdıç, Keşişoğlu Minas, Keşişoğlu Melkon, Yoncalı Keşişoğlu, Çardaklı Keşişoğlu, Keşişoğlu Davut Yeresyan (1804-1872), Keşişoğlu, Babacan, Mahcubî, Misgin Stepan.Voskanoğlu, Gavretli, Gitçi, Talaloğlu, Tittos, Zülâloğlu, Melûl, Aşık Avak, Guşan Aşot, Aşık Şerom, Âşık Heyat, Âşık Mhitaryan, Âşık Tatevo, Stepanos Yerets,Arazlı Sarkis, Sezayı (1846-1916), Gerdişî (1857-1909), Şamahılı Zerger (1824-1874), Bedel (1810-1850), Revanlı Âşık Şirin/Hovanes Karapetyan (1827-1856), Genceli Misgin Burcu (1810-1847), Serdaroğlu (1830-1896), Çerkezoğlu (1763-1845), Mayif (1825-1902), Şamahüı Turinc (1790-1875), Ezber Adam (1816-1846). Artunoğlu (1789-1869), Bünyadoğlu (1818-?), Câhiloğlan (1820-1850), Kenhâ (1820-1886), Kâmü/Bağdasar (1803-1932), Niranî (1822-?), Şükrü (?-1896), Perişan (1830-1881), Âşık Civanı (1848-1909), Âşık Seyran, Gümrülü Aşık Bave, Rumanî, Şakirî, Nicumî, Artini, Karapet Kalfayan/Lisânı, Âşıkîvan, İzanı, Emir, Zaki ve Sumbat XIX-XX. yüzyıllarda yetişen Ermeni âşıklarıdır (Makas, 1987: 254).