OZANDAN ÂŞIĞA HALK ŞİİRİ GELENEĞİNİN KÜLTÜR KAYNAKLARI*
Prof. Dr. Erman Artun
Halk şiiri geleneği, Türk kültürünün tarihi içindeki görünümü, değişmesi ve gelişmesine paralel olarak bir değişim ve gelişim içinde olmuştur. Aynı uygarlığa bağlı kültürler aynı dünya görüşünde birleşirler. Bir uygarlığın dünya görüşü de o uygarlığa özgü bir edebiyat anlayışı sağlar. Her eser belirli bir kültür bağlamı içinde oluşur ve canlılığını sürdürür. Edebî eserler, yaşayan bir kültür topluluğunun kendilerine özgü ortak dünya görüşüne ve değerler sistemine göre şekillenir. Her kültürün kendi anlamlar, değerler ve kurallar bütünü vardır. Kültüre bağlı olarak şekillenen her türlü birikim doğal olarak o kültürün bir parçasıdır (Yılmaz, 1994:2-4).
Kültür kaynaklarının, Orta Asya'dan Anadolu'ya çağlar boyu süren bir zaman süreci içinde uzanan halk şiiri geleneği üzerindeki etkisini, şekillendirmesini incelemeden önce, kültür kavramını biraz açalım: Kültür günümüzde toplumun bütün ürünlerini kapsayacak bir genişlik kazanmıştır. Bu terim bilim dilinde de ulaşılmış bir tanımdan yoksundur (Turan, 1990:11). Türk Kültürünü tarih boyunca irdelemeye ve halk edebiyatını şekillendirmesini incelemeye çalıştığımızda kültüre tarihsel açıdan bakmalıyız. Bilindiği gibi kültür salt bir tarihsel miras olarak ele alınmaz. Kültürün Türk tarihinin akışı içerisinde oluşumunu gelişmesini ve değişmesini de incelemeliyiz. Ziya Gökalp (Gökalp, 1958:70), Mümtaz Turhan(Turhan, 1969:56) Hilmi Ziya Ülken (Turan, 1990: 15) gibi araştırmacılar kültürün çeşitli tanımlamalarını yapmışlardır. Buna göre kültürü şöyle tanımlamak mümkündür; "Kültür, yaşadığı toplumda geçerli olan ve gelenek halinde de devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşayış ögelerinin tümüdür".
Sosyal yapı, ait olduğu toplumun kültür ögeleriyle şekillenir. Sosyal yapı bir değerler ve kurumlar bütününün meydana getirdiği değişme özelliği gösteren, kişileri ortak noktalarda birleştiren bir sosyal yasam biçimidir (Tural, 1992: 14). Kültür, insanoğlunun sosyal etkileşme yoluyla kazandığı maddî manevî birikimleri, değerleri, yönelimleri içeren karmaşık bir bütündür (İzbul, 1982:145-153). Toplumsal yapı, kişiler ve guruplar arasındaki kurumlaşmış ilişkiler bütünüdür. Kültür her toplumsal ögede yansımasını bulan bir dokudur (Turan, 1990: 13). Kültür geleneğin zaman boyutundaki gerçekliğine uygulanacak kavramdır. Kültür doğası gereği değişkendir. Gelenekler değişir. Zamanın bir kesitinden alınan bir örnek veya zincirin bir halkası geleneğin bütününü temsil edemez (İzbul, 1982: 145-153). Toplumlar gelenek diye adlandırılan kalıp davranış, ortak düşünce ve anlayış sistemleriyle oluşmuş, varlığını sürdürmüştür.
Kültürleşme adı verilen evrensel süreçte az veya çok daima karşılıklılık ilkesi vardır (Güvenç,1993:138). Kültür varlıkları, yeniyi alma, yaratma ile uyarlamada basan gösterebildiği ölçüde değişir, gelişir (Güvenç, 1993: 170). Kültür,yaşanan, yaşatan ve yaşayan varlık olarak geçmişten geleceğe sürekliliktir (Güvenç,1993:231). Her kültür olgusu kültürün bütünü gibi doğar, gelişir ve kaybolur veya yeni fonksiyonlarla genişler ve gençleşir (Yılmaz,1994:2-4). Toplumsal olgular bir kültür potasında eriyerek, içerik ve bütünlük kazanır. Değişme süresi içinde süreklilik gösteren oluşumlardır. Kültür toplumsaldır. Kişi, içinde yaşadığı toplumun kültüründen soyutlanamaz. Kültür tarihseldir uzun bir zaman dilimi içinde olgunlaşır ve yaygınlaşır. Kültür bir yaşam biçimi; bir toplumsal davranıştır. Bu olgu da bir tarih çanağı içinde oluşur. Tarih içinde (Turan, 1990: 20-25) yoğrulan ve gelişen kültür öğrenilir, yeni değerlendirme ve özümsemelerle gelecek kuşaklara aktarılır. Kültür aynı zamanda işlevseldir. Bir kültür dışa kapalı, kendine dönük olsa da durağan değildir. Kültürler arası etkileşim kaçınılmazdır. Türk kültürü belirli bir coğrafyayla sınırlandırılamayacağı için göçüp yerleştikleri; devlet kurup egemen oldukları ülkelerin tümünü kapsamaktadır. Türk kültüründe dört köken, dörtlü bir bileşke söz konusudur. Bunlar Orta Asya, İslam kültürü, Anadolu ve Batı kültürüdür.
Türklerin tarihleri kadar eski bir edebiyatları vardır. Yazının bilinmediği çağlarda edebiyat sözlüydü. Çok eski çağlara ait bilgi ve belgelerden yoksun olsak da, az da olsa ele geçen belgeler Türklerin çok eskilere uzanan bir geçmişleri olduğu kanaatini vermektedir. İslâmiyet öncesi edebiyat bir bütündü. Aydınlar ve halk için iki ayrı edebiyat yoktu (Dizdaroğlu, 1993:2). Yazı dili ve konuşma dili birdi. Kutadgu Bilig ile Divan-ı Lugati’t Türk'teki manzum parçalar, Budizm ve Manihaizm çevresinde yazılan eserler, İslâmiyet öncesi Türk Edebiyatı hakkında bize bilgi vermektedir (Köprülü, 1918: 28). Ayrıca çeşitli kaynaklarda, birbirini tamamlayan bilgiler buluyoruz. (Caferoğlu, 1958: 179; Arat, 1965:XI; Gökalp, 1925: 303-331).
Türkler, İslâmiyet’ten önce bağlı bulundukları eski inanç sistemlerinin kültür ve geleneğine bağlı bir edebiyata sahiptiler. Din, kültürü etkiler, kültür de edebiyatı şekillendirir. Bütün ilkel toplulukların edebiyatları önce mitolojik kimlikle başlar, daha sonra dini şekle bürünür. En ilkel inanç sistemi olan totemizm, animizm (ruhçuluk), doğacılık (Şamanizm), Budizm, Manihaizm, Konfüçyüsçülük gibi semai olmayan dinlerin Türkler arasında kabul gördüğüne dair bir çok kayıtlara rastlamaktayız. (İnan, 1976:2-8; Turan,1969:547; Gökalp,1974:106). Bu dinlerin toplum ve kültür hayatındaki izleri yüzyıllarca sürmüştür. Bugünkü Türk yaşayışında bile bu eski inanış, görüş ve geleneklerin izlerini bulmak mümkündür. Türklerin doğa güçlerine egemen olmaya, etkilemeye çalışan Şaman inancından olduğu kabul edilir, Şamanizm inancında kişi kendini doğanın bir parçası sayar. Doğayla uzlaşmaya, onunla birleşip bütünleşmeye ve özdeşleşmeye çalışır (Turan,1990:101-103; Güvenç,1993:98). Türklerin tanıştıkları diğer bir kültür de Konfüçyüsçülüktür. Konfüçyüs tanrısı, peygamberi olmayan, semavi dinlerden farklı olarak insan-doğa, insan toplum; insan-insan ilişkisi üzerine düşünen ve toplumun kültürel birikimini ahlak kuralları biçiminde yorumlayan bir bilge kişidir. Konfüçyüsçülük; Budacılık; kutsal inançlarla çatışan ahlak sistemleri değildir. Çatışan iyiliklerle kötülüklerin dengelemesiyle mutluluğun yakalanacağına inanan inanç sistemleridir. (Güvenç,1993:98-101; Turan,1990:101-112).
Türklerin İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra eski edebî biçimler ve İslâmî kılığa bürünmüş konular varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yeni kültür gereği mitlerle örgülü destan şiirleri, dini şiirlere dönüşmüş; daha sonra da her konu şiirin alanına girmiştir (Dizdaroğlu,1993:3-4). Yüzyıllar boyu çeşitli inanç sistemlerinden etkilenen Türkler bunları yeni dinin kalıplarına uydurmuşlardır. Her inanç sistemi topluklara uygun bir yapı kazanır. İslâmîyet dervişlerle yayıldı. Bu dervişlerin çoğu kamların; ozanların ya da şamanların devamıydı. Bunlar eski inanç sistemleriyle İslâmiyet'i uzlaştırmışlardır. Anadolu'daki İslam tarikatlarının kurulup gelişmesinde Yesevi tarikatının önemi büyüktü. Kültür tarihi açısından temel süreç kültürleşmedir. Anadolu'da Türkler kültürel etkileşim için yeni bir kültürel kimlik kazanmışlardır (Güvenç,1993:101-123). Türklerin İslâmiyet'e geçişleriyle eski dinsel inançların değer ve uygulamaları birden bire sona ermemiştir. İslâmiyet'e geçiş sonrası yurt değiştirme, yani Anadolu'ya gelişleriyle günlük yaşam ve değer yargılarında değişikler başlamıştır. Anadolu'da yeni kültür; İslam kültürü; eski Anadolu uygarlıkları kültürleri ve eski inanç sistemleri arasında bir sentezde oluşmuştur. Türk kültürü tarihi açısından Anadolu'da dinsel inançlara değişik bakış açılan tarikatları doğurmuştur. Anadolu sufıliği İslâmiyet öncesi inanç sistemleri ve sosyal yaşantısının etkileriyle karışmış bir sentezi oluşturur (Ocak,1992:271-276).
Türklerin en eski inanç sistemleri olan doğa ve atalar kültür kalıntıları, İslâmî dönemde velî kültünde görülür. Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felaketleri önleyen,hastalan iyileştiren velilerde, Türk Şamanları âdeta yeniden hayat bulmuş gibidir. Atalar kültü ecdadın takdisine dayanır. Ecdattan yardım amacıyla korku ve saygıyla kurban kesilir, eşyaları ve mezarı kutsal sayılır, önceleri tekke edebiyatına giren velî kültü sonraları bütün halk şiirinde önemli yer tutmuştur (Köprülü,1966:32-33).
Her edebî gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç sisteminin, yaşam biçiminin sanatçılar tarafından özümsenip kendilerine özel bakış açılarıyla yorumlanmasıyla özgün anlatımlara kavuşur. Ozan- baksı edebiyat geleneğinin değişen zaman, zemin inanç sistemi dünya görüsü ve yaşama etkisiyle şekillenmesiyle Anadolu’da halk edebiyatı oluşmuştur (Günay,1988:101-104). Hicretin ilk yüzyılından itibaren bir zühd ve takva anlayışı içinde ortaya çıkmaya başlayan tasavvuf hareketi, miladi IX yy. dan sonra geniş ve renkli bir düşünce sistemi olmuştur XI. Yy.dan tarikatların kurulmasıyla tasavvuf bütün İslam alemine yayılmıştır (Ocak,1984:1).
Türklerin İslâmîyet'i kabul ettikleri IX. yy dan Tanzimata kadar süren edebiyatların da ortaya konulan eserlerin ortak niteliği, dini öz taşımalarıdır. İslâmiyet sonrası gelişen bütün edebiyatlarda İslâmî dünya görüşü hakimdir. Âşık tarzı edebiyatın klasik sekliyle örnekler verdiği 16. yüzyıl ve sonrasında dayandığı kültür birikimi nedeniyle eserler bütünüyle lâ-dini karakter taşımaz. Ortak coğrafyada yaşayan insanların duygu ve tasaları, değer yargıları bir birikim sonucu oluşur (Günay,1988:101-104).
Anadolu'da, yeni coğrafyada yeni bir kültür senteziyle oluşan Türk edebiyatı şu kaynaklara dayanıyordu: Kur'an ve hadisler, peygamber ve evliya hikayeleri, tasavvuf, Şehname, Arap, Fars ve Hint edebiyatlarından aktarılan çeşitli eserler ve bunlara ek olarak yerli ve millî malzeme, bu ortak malzemenin kazanılış, öğreniliş ve edebiyata yansıyış biçimi, Anadolu'da farklı Edebiyatların biçimlerinin doğmasına neden oldu. Bu nedenle aynı ortak kültür kaynağından beslenen Divan edebiyatı temsilcileri ile, halk edebiyatı temsilcilerinin dünya görüşleri, hayata bakış biçimi çok farklı olmamıştır.
Ozan-baksı geleneği diye adlandırabileceğimiz İslâmiyet öncesi Türk edebiyatı geleneği, Anadolu'da Osmanlı kültür ve üslubu içinde şekillenmiş yeni bir terkiptir. En belirgin ve etkili anlatım, İslâmiyet ve tasavvuftur. Tasavvuf, Anadolu'da diğer semavi dinlerin aksine bir doktrin olmakla kalmayıp bir yol, yaşam biçimi ve bütün edebiyatların etkileyici bir sanat haline gelmiştir (Günay,1988:101-104). Ozan-baksı geleneği İslâmiyet'ten sonra tasavvufi düşünce ve yeni yaşam, biçimiyle yerini yeni bir sanatçı tipine bırakmıştır (Günay,1993:20). İslâmiyet öncesi Türk edebiyat geleneğinin bir uzantısı olan Âşık edebiyatı, Bektaşî tarikatı mensupları arasında yayılıp gelişmiş ,yeni coğrafyada, yeni kültür ve dinin etkisi ile bir ölçüde değişerek yeniden şekillenerek gelişmiştir (Günay,1993:10). Farklı uygarlıklara ait kültürlerin oluşumu olan ozan-baksı geleneği her ne kadar âşık edebiyatını etkileyip beslese de millî öze bağlı ozan-baksı tipi, âşık tipinin prototipi değildir. Âşık tipi, Anadolu coğrafyasında, yeni bir kültürde İslâmî öze bağlı olarak oluşmuştur. Ozan -baksı geleneğinin özelliklerinden olan büyücülük, hekimlik ve din adamlığı gibi nitelikler, İslâmiyet'ten sonra terkedilmiştir. Âşık Edebiyatı klasik şekli ile 16. yüzyıldan itibaren yaygın bir şekilde yazalı kaynaklara aktarılmıştır. Bu edebiyatın ara örnekleri tespit edilememiştir. 15. yüzyılın ilk yansında Hurufîlik, Bektaşî tekkelerini oradan da Yeniçeri ocaklarına girince, zahirî bir tasavvuf rengi altında daha serbest bir görüşle din dışı ögeler şiire girdi. Bektaşî edebiyatından da âşık edebiyatının doğduğunu söyleyebiliriz. Âşık edebiyatında Bektaşî düşünce ve eğilimlerinin izleri gözlenir. Âşık Bektaşilik dışı tarikatlara mensup olsalar da Âşık tarzı edebiyatta Bektaşî edebiyatının ruh ve edası gözlenir (Günay,1993:10-18). Bektaşî edebiyatında İslâmiyet öncesi inanç sistemlerinin ve edebiyatının kuvvetli izleri görülür. Eski inanç sistemleri, kültürlerinin ayin ve törenlerine ait pratiklerin Anadolu'da yeni bir sentezle İslâmî şekil ve ruha dönüştüğünü görüyoruz. Bu sentez bir yaşam ve değerler bütününe dönüşmüş. Tekke ve âşık tarzı halk şiirini etkilemiştir. Divan şiirinde ise bir şiir imajı olarak etkisini göstermiştir.
On altıncı yüzyılda Alevî ve Bektaşî tarikatlarına yapılan baskı, dini pratiklerin gizli yapılmasına neden oldu. İslâmî kültür etkisiyle Türk kültürü yeni yurt edindiği Anadolu coğrafyasında yeni bir kültürel kimlik kazanınca millî öze bağlı, epik şiirler yazan ozanın yerini İslâmî öze bağlı lirik şiirler yazan âşık aldı. İslâmiyet öncesi kültüre ait bazı pratiklerin İslâmî renge bürünerek tarikatlara taşındığını görüyoruz. En kuvvetli etkiyi de Bektaşî edebiyatında hissediyoruz. Âşık tarzı Türk edebiyatı bir yönüyle İslâmiyet öncesi Türk şiirine diğer yönüyle Bektaşî şiirine dayanmaktadır. Anadolu'da oluşan yeni kültürel kimlik, halk şiirinde sanatçı tipini doğurmuştur. Epik şiir göçebe kültürünün Âşık şiiri de Anadolu yerleşik düzeninin ürünüdür. Epik şiir kaybolurken, lirik şiir ortaya çıkmıştır. Geleneğin süreklilik kazandığı yıllarda sanatçı adının âşık, hak âşığı, şair gibi adlarla ayrılması; Divan, tekke ve Âşık tarzı edebiyat sanatçılarının ortak kültür kaynağından beslenmelerine rağmen, farklı şiir çevrelerine mensup olmaları, farklı kitlelere seslenmeleri nedeniyle yollarının ayrıldığının önemli bir göstergesidir. Âşığın olağanüstü güçlerle donatılması, onu sanata hazırlayan dolu içme törenlerinin yapısı, bizi şaman kültürünün pratiklerine kadar götürür (Başgöz,1977:252-254).
Şehir kültürüne açık yerlerde klasik edebiyatın âşık edebiyatı üzerinde etkisi olmuştur. Bu hem dilde hem şiir imajlarında hem biçimde kendini gösterir. Âşık edebiyatı bir bileşim, bir sentezdir. Âşık mistik birlik arayan dervişle dans ve müzik eşliğinde şaman kültürünü sürdüren ozandan işlevsel olarak ayrılır. Onlar din dışı şiirler söyleyen eski ozan-baskı tipinin görevlerinden arınmışlardır. Bazen yalnızca halkı eğlendirme halkın sesini şiirlerinde duyurma işlevini üstlenirler (Başgöz,1977:254). Âşık soyut ve ulaşılmaz sevgili tipiyle mistiğe bağlanır. Klasik şiirin etkisiyle bazen güzelleri, klasik şiirin güzelini andırır. Âşık şiiri, Osmanlı toplumunun Anadolu’daki köklü kültür yapısı değişikliği nedeniyle eğitimli kitleyle halkın arasındaki kültür ve dolayısıyla farklı oluşan sanat çevresi ve beğeni farklılığından doğmuştur. Divan şiirinin, üst kültürün beslediği şiir olarak, kasabalarda üst kültürü yakalamış esnaf arasında bile yaygın olması, bizi halkla eğitimli kitle arasındaki çizgiyi belirlerken çok dikkatli olmaya itmektedir.
Aynı kültür kaynağından beslendikleri için disiplinler arasında ortaklıkların ve benzerliklerin olması kaçınılmazdır. Divan şairleri ve âşıkları güzeli ve güzellikleri anlatmak için çeşitli kurumlardan yararlanarak benzetme ögeleriyle sevgili ve çevresini anlatırlar. Bu ögeler divan ve halk şiirinin tarihsel gelişimi içinde belli kullanım kalıplan kazanarak, klişe mecazlar haline gelmiştir. Bunları da bir noktada belirleyen şiirin sunulduğu kültür çevresinin ortak beğenişidir. Göçebe topluluklar içinde yetişen âşıklarda göçebe kültürü etkisiyle göçebe yaşamın ve doğal çevrenin etkisi görülür. Köy ve kasaba kültürünün etkisiyle yetişen âşıklar üzerinde çevrelerine ait özelliklerin varlığı dikkati çeker (Artun,1995:61-65). Ortak kültür kaynağından beslendikleri için divan ve halk edebiyatı şairleri aynı mazmun, mecaz ve benzetme ögelerini küçük değişiklikler yaparak ortaklaşa kullanmışlardır. Benzetme ögesinin çerçevesini millî kültür ve halkın beğenisini belirler. Âşıklar ortak benzetmeler dışında kendilerine özgü benzetmeler kullanmışlardır.
Âşıklar; tabiatı, insanı ve olayları, konuşma dilinin rahatlığı içinde, özgün imgelerle anlamlandırırlar. Âşık Ömer, Gevheri ve Dertli gibi divan şiiri etkisinde kalan, divan şiiri çerçevesinde yaşayan âşıklarda divan edebiyatının yoğun etkisi görülür. Bu âşıklarda tam anlamıyla divan şiirinin havasını, tekniğini ve ruhunu bulamazsak da klasik şiirin şekil, ölçü ve temalarıyla divan oluşturacak biçimde şiirler yazıldığını görüyoruz. Osmanlı kültürünün merkezi olan İstanbul da âşıklık geleneği, klasik müzikten de ögeler almış, klasik Türk müziği makamları ve aruzlu şekiller âşık fasıllarında önemli yer tutmuştur. Klasik şiir çerçevesinden uzak yaşayan âşıkların, şiirlerinde şiirin merkezine güzellikleri ve bunlara bağlı heyecanı ve duyarlılığı koyup çevrelerini dekor olarak aldıklarını ve doğayla bezediklerini görüyoruz. Âşıkların duygusallığı, hayatı algılamaları ve anlatmalarıyla daha çok yaşanan duygulan anlattıkları izlenimini ediniyoruz (Artun,1995:62).
Âşıklar dini-tasavvufi tarzda şiirler yazmasalar da İslâmiyet kültürü ve Tanrı birliğine varma yollarım arayan görüşler bütünü olan tasavvuftan etkilenmişlerdir. Tasavvufun âşık ve divan şairlerine etkisi onları ortak bir dünya görüşünde birleştirir. Âşık anlayışları, rintlik düşünceleri, ölüm ve hayat karşısındaki tavırları benzerdir. Tasavvufta aşk Tanrıyla bütünleşmektir.
Dünyevi aşk geçicidir, kişiyi olgunlaştırır, nefsi eğitir. Maddî aşk, manevî aşka geçişte bir basamaktır. Âşıklar tasavvuf kültürü etkisiyle kendilerini bahtsız, sevgiliyi erişilmez ve vefasız görürler. Divan şairinin aksine aşıklarda "aşk baki, yâr fanîdir. Âşık, divan şairi gibi yârini ellere kaptırma kaygısını yüreğinde taşır. Divan şairlerinin vuslatsız, paylaşmaya aşkın acılarıyla yaşamlarına karşın âşıklar, sevgiliye ve vuslata taliptir. Felekten yakınmalarına rağmen yaşama sevinci gözlenir. Âşık köklü bir dini eğitim alamamıştır. İslâmiyet kültürü etkisiyle dünyanın güzellikleri yanı sıra cenneti de ister. Şiirlerinde İslâmî motiflere, inanç esaslarına, ibadetlere, hukuka ve ahlak konularına değindiğini görürüz (Artun,1995:65).
Türkiye, Tanzimat'la birlikte doğu uygarlık dairesinden batı uygarlık dairesine geçiş kararı almıştır. Bu kararla birlikte kültür değişiklikleri yeni bir kültür sentezine doğru yönelmiştir. Âşık edebiyatı bireysel bir edebiyat olduğu kadar bir gelenek edebiyatıdır. Çağlar boyu halk şiirinin temsilcileri olan âşıklar son zamanlarda eski yaşam biçimini değişmesiyle azalmaya başladı. Sosyal yaşam değişince ona ait uzuvların değişmesi de doğaldır. Her edebî şekil, düşünce, belirli bir topluluğun belirli bir zamanda oluşturduğu üründür. Âşık şiirinin son yıllarda büyük kentlerin kenar mahallerinde, kasabalarda ve köylerde az da olsa seslenecek bir kitle bulabilmektedir. Köyden kente hızlı göç, şehre giden köylünün şehir kültürüyle tanışmasını sağlamıştır. Aynı zamanda iletişim araçları sayesinde aydın kültürü ile köy kültürü arasındaki açı hızla kapanmaktadır. Bu hızlı değişimden âşık şiiri de etkilenmiştir. Âşıklar doğaçlama yerine yazarak şiir yazmaya başlamışlardır. Bu durum, geleneğin kendilerinde sunduğu hazır gereçlerden kurtulmalarına yol açmış ve kişisel yaratıyı yakalamalarını sağlamıştır. Bu hızlı değişme ile tapşırma geleneği de ortadan kalkmaya başlamıştır. Âşık şiirinin konularım geleneksel konuların yanı sıra, kent kültürünün ögeleri de girmeye başlamıştır. Bugün gelenekten geriye halk şiirinin şekil özellikleriyle şiir -müzik beraberliği kalıyor dense yanlış olmaz (Başgöz,1977:256-258).
Cumhuriyet sonrası yaşanan hızlı kültür değişimi âşıkları etkilemiştir. Bugün âşıklar her geçen gün halk kültüründen ve âşık edebiyatı geleneklerinden kopuyorlar. Kültür topluluğu, dünya görüşü ve buna bağlı olarak davranışlarıyla bir zaman boyutundaki sürekli bir oluşumdur. Statik değil dinamiktir. Bu da bize bir kültürde oluşan eserlerin çağın kültürüne göre nasıl şekillendiğini gösteriyor. Her geçen gün biraz daha halk kültüründen kopan âşıklar, belli edebiyat ve düşünce akımlarının temsilcisi olduklarından bu gelenek sona erecektir.
KAYNAKÇA
Arat, Reşit Rahmeti;1965, Eski Türk Şiiri, Ankara
Artun, Erman;1995, Karacaoğlan Şiirinin Kültür Kaynaklan, Anayurttan Atayurda Türk Dünyası, Yıl 3, Cilt 2, Sayı 7,Ankara.
Başgöz; İlhan; 1977, "Karcaoğlan mı, Pir Sultan Abdal mı Halkın Dilinden Konuşuyor, Halk mı Onların Dilinden Konuşuyor, Milliyet Sanat Dergisi, Sayı: 216, İstanbul
Caferoğlu, Ahmet;1958, Türk Dili Tarihi, İstanbul.
Dizdaroğlu, Hikmet; 1993, Halk Şiirinde Türler. Halk Ozanlarının sesi HAKAD Yay. Yıl: 1. Sayı 4. Ankara.
Gökalp, Ziya; 1925, Türk Medeniyet Tarihi, İstanbul
Gökalp; Ziya; 1958, Türkçülüğün Esasları, İstanbul.
Gökalp, Ziya;1974, Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul
Günay, Umay; 1988, "Âşık Tarzı Edebiyat Hakkında Düşünceler", Mehmet Kaplan için, Türk, Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay. Ankara,
Günay, Umay; 1993, Türkiye'de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yayınları, Ankara.
Güvenç, Bozkurt; 1993, Türk Kimliği-Kültür Tarihinin Kaynakları Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara.
İnan, Abdülkadir; 1976, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul
İzbul, Yalçın; 1982, "Kültür Antropolojisinin Folklora Bakış Açısı "II.Milletler arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri.Cılt l.Ankara.
Köprülü, Fuat; 1918, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, İstanbul.
Köprülü, Fuad; 1966, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara.
Ocak, Ahmet Yaşar; 1984, "Türk Halk inançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkıbeleri, MtFAO Yay. Başbakanlık Basımevi, Ankara.
Ocak, Ahmet Yaşar; 1992, “Türk Folklorunda Rum Abdalları” IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri cilt II. HAGEM Yay. Ankara
Tural, Sadık; 1992, Kültürel Kimlik Üzerine Düşünceler ,Ankara.
Turan, Osman; 1969, Selçuklular Tarihi ve Türk Medeniyeti,
Turan, Şerafettin; 1990, Türk Kültür Tarihi, Bilgi Yayınevi, Ankara.
Turhan, Mümtaz; 1969, Kültür Değişmeleri, İstanbul.
Yılmaz, Şirin; 1994, "Prof. Dr. Umay Günay ile Halkbilim Çalışmaları Üzerine Bir konuşma", Milli Folklor P.2, Ankara
* İçel Kültürü, Y. 9, S.41, İçel, Eylül 1995, s. 5-9.