ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ  

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri


 

Kutlu Özen

Sivas ve Divriği Yöresindeki Dede Düşekleri

Düşekler, daha önce kutsal olmadığı halde kutsallığına inanılan bir kişinin kutsamasıyla oluşan ve bu hadiseden sonra adak yeri olma özelliğini kazanan kutsal mekânlardır. “Dede Düşekleri, Çelebi Düşekleri, Hızır Düşekleri, Hz. Ali Düşekleri, Kabayel Düşekleri, Gedik Bekçisi Düşekleri...” bu özellikteki düşeklerdir.

Düşekler, adak yeri ihtiyacından doğmuş, sınırlı fonksiyonları olan, çoğu zaman niyaz edilip geçilen adak yerleridir. Bunlardan bir bölümü taş yığınları şeklindedir.[1]

Düşekler bu yönleri ile “Oba Kültü”ne benzer özellikler taşırlar. Abdülkadir İnan, oba kültü hakkında şöyle demektedir:

“Şamanist Türk ve Moğol boylarında “Oba Kültü” denilen bir kült çok yaygındır. Oba, steplerde toprak; dağ geçitlerinde taş yığınlarından meydana getirilen yapay tepeler (höyük)’dir. Bu obalar steplerde mukaddes dağ ve tepe yerini tutar. (...) Şaman, filan oymağın koruyucu ruhunun filan yerde bulunduğunu söyler; boy veya oymak oraya bir höyük yapardı. Bu oba, o boyun tapınağı olurdu. Burada kurbanlar kesilir, dini törenler yapılırdı. Obanın yanından geçen her yolcu atının kılından veya elindeki paçavralardan bir parçayı adak olarak Müslüman Türkler’de de rastlanmaktadır.[2]

Atlas dergisinin “Şaman Türkler/Tuva ve Hakasya” özel sayısında obalar hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

“Şamanizm en eski inanç sistemi... Türklerin, Moğolların, Asya göçebelerinin eski dini. Bir yanda gök yüzünü mesken tutmuş iyilik Tanrıları, bir yanda yeraltının karanlığına gömülmüş kötülük Tanrıları. Ağaçta, taşta dağda, suda, ateşte, ayda, güneşte uyuyan ruhlar. Bu Tanrı ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapan şamanlar...

Ağaçlara, taşlara, su kaynaklarının etrafına bez bağlamak Şamanizm’de önemli bir ritüel. Gökteki Tanrılara beyaz, yer-su ruhlarına kırmızı, yer altı Tanrılarına ve ruhlarına ise siyah bez parçaları kullanılıyor. Bu yolla, Tanrılara dilek ve isteklerini ilettiklerine inanıyorlar.

Bir tepenin en yüksek noktası, onun ruhunun açılım noktası olarak kabul ediliyor. Bu noktalarda oluşturulan “ova/oba”lar (taş yığını) tepe ruhunun fetişi aslında.

Şamanizm’e inananlar özellikle dağ doruklarında yada geçitlerinde taşları üst üste yığarak kutsal alanlar oluşturur. Her gelip geçenin yığına bir taş koyması yada bez bağlayarak ruhlara sunuda bulunması gerekir”[3]

Dede Düşekleri / Çelebi Düşekleri

Divriği yöresindeki “Dede Düşekleri” yukarıdaki tanımlara çok uymaktadır. Şamanın yerini Türkmen dedesi veya Bektaşi çelebisi almıştır.

Bilindiği gibi eski yıllarda Türkmen dedeleri, belli günlerde kendilerine bağlı yerleşim yerlerini dolaşır ve “talip” adını verdiği müritlerinin toplumsal ilişkilerini gözden geçirip düzenler ve “cem” adı verilen dini toplantılar yaparlardı. Dedelerin bu tür dolaşmaları önceden bilindiği için o köylerde karşılama ve uğurlama merasimleri yapılırdı.

Divriği yöresindeki “Düşek Baba”, Gölören ile Gürpınar arasındaki bir dede düşeğidir. Burası dedelerin karşılanıp uğurlandığı bir yerdir. Yol kenarına bir miktar taş yığılmıştır. Yine yakın yıllara kadar Divriği’nin Arhısu köyü girişindeki dede düşeği de bu özellikteydi. Köy yolu üzerinde küçük bir kaya ve gelip geçenlerin niyaz ederek bıraktıkları küçük taşlardan ibaret küçük bir yığın...

Nejat Birdoğan da Kars-Ardahan yöresi Türkmenlerinin dede düşekleri hakkında şu bilgiyi vermektedir:

“Dede, yanında hizmetlerini gören “Kamber”iyle birlikte belli bir yere geliyor. Oradan inip taliplerin kendisini karşılamasını bekliyor. Buralara “Dede Düşekleri” adı veriliyor. (...) Dede düşekleri her köyce ayrıca belirlenmiştir. Örneğin, Kars’ın Kağızman ilçesine bağlı Paslı, Kömürlü, Böcüklü ve Yalnız Ağaç köylerinin dede düşeği Paslı Han imiş”.[4]

Yine Nejat Birdoğan, “düşek” kelimesinin anlamı üzerinde durarak düşek sözcüğünün Azerbaycan dilinde görülen “düşmek / inmek” sözünden geldiği ve dedenin ineceği yer anlamında kullanıldığı açıktır, der.[5]

Bu görüşe ben de katılıyorum; fakat Divriği yöresindeki “Dede Düşekleri”nin hepsi böyle değildir. Bunların büyük bir bölümü dedeler tarafından “düşek düşürülmüş”tür.

Örneğin, Divriği Çobandurağı köyü girişindeki “Hüseyin Dede Düşeği” bu özelliktedir. Cem bittikten sonra yolcu edilen Hüseyin Dede, yol kenarına bir taş bırakarak:

― Burası benim düşeğim olsun, der.

Köylüler de yerden almış oldukları taşları niyaz ederek, düşeğin üzerine bırakırlar.

Burası artık kutsal bir mekândır. Yoldan gelip geçenler daha sonraki günlerde ve yıllarda dedeye hürmeten birer taş bırakırlar. Yörede daha büyük bir adak yeri yoksa burayı her türlü dilekler için ziyaret ederler; kurban keserek dilek dilerler. Cem-cemaat (ayin) yaparlar.

Dedelerin oturup dinledikleri bazı yerler, örneğin bir tepe, bir pınar başı, yaslanmış olduğu bir ağaç, bir kaya... Dede Düşeği olarak kutsallık kazanır. Çevreden küçük taşlar toplanarak kutsal bir mekân haline getirilir. Zaman içinde küçük küçük tepecikler oluşur. Divriği yöresinde bu özellikleri taşıyan en az 25 adak yeri bulunmaktadır.

Görüldüğü gibi dede düşekleri, bu yapısıyla Şamanlar tarafından meydana getirilen “Obalar”a ne kadar benzemektedir.

1950’li yıllarda Sivas ve Divriği yöresindeki Türkmen köylerini gezen Ali Cevat Ulusoy Efendi, neredeyse her köyde kendi adına bir adak yeri meydana getirmiştir.

Örneğin, Divriği’nin Tepehan-Körpınar yol ayrımında kendisini karşılayan köylüler, Ali Cevat Efendi’den bir düşek isterler. Beygelenli Hüsnü Dede, Ali Cevat Efendi'nin oturmuş olduğu yere niyaz ederek ilk taşı bırakır. Daha sonraki günlerde ve yıllarda burada yığma bir tepe oluşur. Düşeğin adı “Hacı Bektaş Düşeği” olur. Bu şekilde meydana gelen düşekler, “Ali Cevat Düşeği, Efendim Düşeği, Çelebi Düşeği” adlarını alırlar. Divriği yöresinde bizim tespitlerimize göre Ali Cevat Ulusoy Efendi’ye ait 14 düşek / adak yeri bulunmaktadır.

Bunlardan birisi de Avşarcık köyündedir. Kaynak şahısların ifadelerine göre Ali Cevat Efendi, Avşarcık (Karakuzulu) köyüne gelir. Köylüler kendisinden düşek isterler. Gerçi bu köyün yakınlarında “Molla Yakup” yatırı ile “Baydığın Dağı” gibi adak yerleri vardır. özellikle kış aylarında buralara gidilmesi zaman aldığı için köylerinde kutsal bir mekânın olmasını isterler.

Ali Cevat Efendi, köylüleri kırmak istemez. Atından iner. Köylülere:

― Atım nerede durursa orayı düşek yapın, der

At koşar... tarlanın orta yerinde birden bire durur. Köylüler de Ali Cevat Efendi’nin isteği doğrultusunda atın durduğu yere tarladan toplanmış oldukları taşları yığarlar. Köy meydanındaki bu taş yığını “Efendim Düşeği” olarak kutsallık kazanır.

Mevsim yaz olduğu için Avşarcıklılar Ali Cevat Efendi’yi de yanlarına alarak yağmur duasına çıkarlar. Duadan sonra yemek verilir. Yemek yenilen yer de kutsallık kazandığı için “Düşek” olur. Bugün aynı köyde Ali Cevat Ulusoy’a ait iki düşek bulunmaktadır.[6]

Alan çalışmalarım sırasında köylülere şu soruyu sormuştum:

― Düşek yerinde ne yapılır?

Dilek dilersin, niyaz edersin. İsteyen o taş yığınından bir taşı teberrük (kutsal eşya) olarak alır; yerine bir taş koyar. Eve getirir, şifa niyetine o taşı ağrıyan yerlere sürersin. Bizim çocuğumuz olmuyordu, Düşek (Eşke’deki Ali Cevat Düşeği)’ten taş aldım getirdim, hanımım karnına sürdü, bir çocuğumuz oldu. Dileğimiz olunca da kurban ile üstüne gittik (ziyaret ettik).”[7]

Görüldüğü gibi Dede Düşekleri / Çelebi Düşekleri, herhangi bir yatır mezarı veya türbesi gibi kutsallığını korumaktadır.

 

[1] Kutlu Özen: Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk İnançlarına Bağlı Adak Yerleri. Sivas 1996: 47.

[2] Abdülkadir İnan: Tarihte ve Bugün Şamanizm. (2. Baskı), Ankara 1972: 59-61.

[3] Sinan Anadol: "Şaman Türkler / Tuva ve Hakasya" Atlas 82 (2000).

[4] Nejat Birdoğan: Anadolu’nun Gizli Kültürü / Alevilik. Hamburg 1990: 263.

[5] Birdoğan 1990: 256.

[6] Özen 1996: 115-116.

[7] Özen 1996: 116.