Âşıklar yüzyıllar boyu halkın his ve duygularını, kendi yaratıcı güç ve yetenekleri oranında dile getirmişlerdir. Bu özellikleriyle de halkın toplumsal, kültürel ve sosyal yaşamında önemli roller üstlenmişlerdir.
İnsan psikolojisi gereği âşıklar da toplumdan, yönetimden beklediklerini göremeyince karşılaştıkları aksaklıkları düzensizlikleri ve adaletsizlikleri kıyasıya yermişler, olumsuzluklara tepkiler göstermişlerdir.
Osmanlı döneminde âşıkların dizelerinde yansıttıkları tepkiler bir nevi başkaldırı olarak nitelendirilirse de bu başkaldırı isyan boyutuna varmayan; genel olarak çekinmeden gözler önüne serilen; dozu kimi zaman yüksek tutulmuş eleştiriler niteliğindedir. Âşık yeri gelir düzeni eleştirir, yeri gelir kişileri ve hatta kendini eleştirir, yeri gelir zarar gördüğü kimi hayvanları eleştirir, yeri gelir doğanın haşinliğini eleştirir, bazen de o denli ileri gider ki :
Kıldan köprü yaptırmışsın
Gelsin kullar geçsin deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı1
biçimindeki ifadelerle Tanrı'yı eleştirdiği görülür.
Osmanlı Devleti’nin temelini atan Osman Gazi’yi halkı sömürmeye çalışmadığı için Türkmenlerin ve babaların destekledikleri bilinmektedir.
Âşıkpaşaoğlu tarihinde işaret edildiği gibi Osman Gazi’nin “Bir kişinin kazandığı başkasının olur mu? Kendi malı olur. Ben onun malına ne koydum ki bana akça ver diyeyim.”2 Sözü Osmanlı’nın ilk yıllarında sömürüye karşı çıkışın ve emeğe değer veren bir anlayışın ifadesidir.
Osmalı’nın kuruluşundan yüzyıl sonra halkın yoksul kesimden kopması ve onların üzerine bir baskı unsuru olması nedeniyle egemen Osmanlı öğretisine karşı halk kendi öğretisini geliştirmiş, Şeyh Bedrettin’in ve diğerlerinin eylemleri görülmüştür.
Aslında, kültürel yönden Osmanlı’nın en parlak dönemi 16. yüzyıldır. Bu dönemde Pir Sultan ve Köroğlu gibi yoksul köylüler arasından çıkıp sivrilen âşıkların yanı sıra, kara ve deniz ordusunun içinden, asker ocaklarından yeniçeri şairleri de dediğimiz Kayıkçı Kul Mustafa, Öksüz Âşık, Geda Muslu, Bahşi, Kul Çulha, Armutlu gibi asker kökenli âşıklar, yaşantıları iyi olduğundan bulundukları ortam gereği yoksul halkın sorunlarıyla hiç ilgilenmeden hamasi içerikli şiirler ve cenk türküleri söyleyerek imparatorluğun kuvvetli döneminde askere moral vermiş, 17. yüzyıl ve sonrasında Osmanlı ordusunun sürekli yenilgiye uğraması sonucu, imparatorluğun zayıfladığı, kalelerin elden çıktığı dönemlerde de olayları en açıklığıyla dile getirip kıyasıya eleştirmiş, ve bugün hâlâ dillerden düşmeyen:
Kimi şehit oldu kimi giriftar
Kâfirin elinden iniler zar zar
Estergon’la Budin, Eğri’yle Uyvar
Ele geçmez şahım yorulmayınca
gibi önemli taşlamalar söylemişlerdir.
Osmanlı döneminde yönetim kademesinde olanlar hemen hemen her dönemde nedeni ne olursa olsun olayların gerçek nedenlere bakmadan olaya karışanları genellikle eşkiya olarak nitelendirmişler. Ve ağır bir baskı yönetimi uygulamışlardır. Bu baskı nedeniyle de tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibi toplumumuzda da edebi ürünlerimizin önemli bir bölümü sınıfsal mücadelelerin tercümanı biçiminde olmuştur. Bu sınıfların içinde yer alan âşıklar toplumlarının dili ve bir notada yaşam mücadelelerinin sözcüsü olmuşlardır. Söyledikleri deyişler yüzyıllar ötesinden bugünlere uzanan bir tarih sayfasının öyküsü gibi kalmıştır.. Halk şiiri, Türk halkının sosyal ve kültürel yaşamının aynasıdır. Arı-duru bir dille pek çok tarihi olay ve sosyal olgu âşıkların dilinde ve telinde belgeleşir. Bu belge hiç bir zaman tarih değil, sadece dönemin ileriki yıllara kalan izleridir. Ensar Aslan’ın bir yazısında belirttiği gibi:
“Eski tarihçilerin halk ve halkın yaşayışı hakkındaki görüş ve düşüncelerinin pek olumlu olmadığı ve dolayısıyla eserlerinde bu konulara fazla yer vermedikleri bilinmektedir. Tarihçi olaylara saray ve hükümet yetkililerinin gözüyle bakardı. Çünkü kendisi de aynı çevreye aitti.” 3
Hal böyle olunca olayları şiirlerinde dile getiren âşıkların ne denli önemli görevler üstlendikleri ortaya çıkmaktadır. Örneğin; tarih kitaplarında şiirlerde işaret edildiği gibi yazılmayan 1828’deki Ahıska Savaşı'na katılan Âşık Gülalî’nin Ahıska Destanı’nda yer alan:
Azgur boğazında kavga kuruldu
Hain paşalara altın verildi
Şehir talan oldu evler yarıldı
Vah ki harap oldu güzel Ahıska
biçimindeki dizelerden Köse Mehmet Paşa ve yanındakilerin Ruslardan altın almak suretiyle savaşmadan şehri düşmana teslim ettikleri gerçeği belgelenmektedir.
Osmanlı toplum düzenini eleştiren âşıkların duygularını, bugün söyleyeni unutulduğu için anonim ürünler arasında saydığımız:
Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı
dörtlüğü açıkça gözler önüne sermektedir. Yine, Zileli Talibi’nin:
Talibi’yim kurtulmadım çileden
Mültezimler öşür alır kileden
En doğrusu kaçmak imiş Zile’den
Hiç gelmemek Nurun ala nur imiş4
dizeleri de Osmanlı döneminde baskı ile vergi alınışını dile getiren söyleyişlerin en açık örneğidir.
Anadolu halkı yüzlerce yıllık tarihinde âşığın sazı ile düşünüp âşığın avazı ile acılarını, dertlerini, çektiklerini dile getirmiştir.
Bu memleketin insanı sanki şiirle konuşur, şiir ile söyleşir, özlemini, sevincini, sevgisini yakınmalarını, yergisini hep şiirle dillendirir. Bir bakarsınız Karacaoğlan’nın ağzından:
Karadan da karac’oğlan karadan
Sürün çirkinleri çıksın aradan
Herkesi sevdiğine verse Yaradan
Sevdiğim Meryem’in benleri güzel
biçiminde sevdalarını; Seyrani’nin ağzından:
Kimi gülü dikenden ayırıp seçer
Herkes amelinin mahsulün biçer
Gam yeme Seyranî bu gün de geçer
Yüce dağın başı olmaz dumansız
biçiminde kederlerini , Veyseli’in ağzından :
Yüce yaylam güzellerin otağı
Hoştur Veysel yayların ocağı
Ulu dağlar koç yiğitler yatağı
Her zaman gönlümün yaylası Tecer
biçimindeki yurt köşelerinin güzelliklerini tele ve dile dökerken öte yandan:
Alemi yaratan yetiş imdada
Kati çok bunda kaldı fukara
Günden güne oldu zulüm ziyade
Bir acaip halde kaldı fukara
Haneye dokuz yüz düştü salyana
Şüphe yok eriştik ahir zamana
Niceler muhtaç oldu aziz nana
Elleri koynunda kaldı fukara
biçimindeki ifadelerle yoksul köylülerin durumlarını yansıtıp, Osmanlı döneminde yöneticilerin baskılarını da açıkça dile getirmektedir.
Çaresiz kalan bir âşığın:
Çıksam dağa ayısı var kurdu var
Düze insem sıtması var derdi var
Köye gitsem tahsildarda vergi var
Şaştım ağam bu salgının elinden
deyişi de bu örneklerin en çarpıcılarından biridir.
Osmanlı döneminde timar ve zeamet gibi bir görev ele geçiren, yönetici konumuna giren kimilerinin bütün amacı sırçadan sarayda boluk içinde yaşamını sürdürmektir. Onun için halk vergisini verebilmek uğruna kanına ekmek doğramış, inim inim inlemiş önemli değildir.
Osmanlı Sultanı'nın mülkü ve yönetimin tek sahibi olması aslında bir formülden ibarettir.
Gerçekte büyük devlet memurları ve vezirler Sultan namına devleti idare etmişlerdir. Gelirleri toplayıp bir bölümünü saraya göndermek için bazı mallar kendilerine vakfedilmiştirdir. Osmanlı döneminde bir mal vakfedildikten sonra bir daha geri alınamazdı. Saraya ve saray uzantısı yönetime çöreklenenler devlet arazilerinin istedikleri kadarını üzerine vakfediyorlardı.
Vakıf arazileri üzerinde çalışan reaya yani çalışan köylüler, emekçiler de elde ettikleri ürünlerin bir bölümünü beye vermek zorunda kalıyorlardı. Bey istediği zaman reayayı yani topraklarında çalışan köylü ve emekçileri asker olarak savaşa da götürebilme yetkisine de sahipti.
Bu dönemde reaya yani emekçi halk gerektiğinde yaşamları boyu askerdi. Her zaman istenilen yere gitmek zorundaydı. Bu durumdan bunalan halkın duyguları kimi zaman bir ananın ağzından ağıt biçiminde dile gelirken kimi zaman da :
Bura Yemendir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir
biçiminde âşığın sazına ses verip, türkü olup dinlenmiştir.
Mustafa Akdağ’ın belirttiği gibi:
“16.yy’da her tarafta halk ve hükümet memurları arasında anlaşmazlık gittikçe büyümekteydi. Reaya özellikle ‘ekabir haslarının’ vergilerini toplayan memurlara karşı ayaklanıyordu. Bazı köyler de hass-ı hümayuna ait vergileri vermedikleri gibi içlerine hiçbir hükümet memurunu almıyorlardı.”5
16. yüzyılda başlayan bu tür olaylar daha sonraki dönemlerde de artarak sürmüştür. İşte bu dururm halk şiirinde yoksul halkın dili olan âşıklara:
Bütün malım aldın ey kanlı zalim
Şikayet ederim Hüda’ya seni
Garip mecnun gibi perişan halim
Şu fani dünyada ağlattın beni 6
ve
Demirden kuşluk öşürcüler geldiler
Zahirem samanım bütün aldılar
Bir tek yaba ile beni saldılar
biçimindeki söyleyişleri yanı sıra:
Ki beyler başladı zulme
Ve rağbet kalmadı ilme
Gözün ağla hiç gülme
Zaman ahir zaman oldu
Alırlar kadılar rüşvet
Edip müminlere himmet
Fakire yoktur şefkat
Zaman ahir zaman oldu 7
gibi zulüm, rüşvet ve yolsuzluğu konu alan destanlar söyletmiştir. 18. yüzyılın önemli âşıklarından Kabasakal Mehmet’in:
Yiyiciler akça ister cereme
Verilen malımız gelmez kaleme
Perişanlık sayi oldu aleme
Kullarına imdat kılın efendim
Akşam olur yiyiciler derilir
Fulkara kulların kusurun bulur
Haftada hem üç yüz kuruşun alır
Keyfiyet halimiz bilin efendim
söylediği bu tür şiirlerin yorumuyla ortaya çıkan tablo, sonuçta yoksulların, mazlumların insanca yaşama istemidir.
Osmanlılar döneminde uzun süren savaşlarda yıllarca asker olarak görev yapan halk, şehzadelerin, vezirlerin taht ve çıkar kavgalarında da düşman dışında birbirleriyle savaşmak zorunda bırakılmalarından bıkmış, pek çok insan karın doyurma ve insanca yaşama uğruna canlarından olmuşlardır.
Düzenin bozulması, yol ve erkânın hiçe sayılması üzerine:
Hünkarım dünyaya gel eyle nazar
Duacı kulların ağlayıp gezer
Urumdan Acem’e ismini yazar
Hani erkân hani yol padişahım
Gelirse verme tuğ ile sancak
Rüşvet almağı bilirler ancak
Dünya elden gitti dahi n’olacak
Dünyanın nizamın bul padişahım
Ricalı kibarı devlete hayın
Gizlice küffardan alırlar payın
Fukara kullara vermezler tayın
Sefil sergerdan oldu kul padişahım 8
diyen Âşık Bahri gibi âşıklar durumu açıklıkla dile ve tele dökmüşlerdir.
Osmanlı’nın halkına zulmü ve baskısı karşısında yer yer direnmeler ve isyanlar baş göstermiş, 15. yüzyılda Şeyh Bedrettin 16. yüzyıl ve sonrasında Şahkulu, Köroğlu, Bozoklu, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal, Kozanoğlu, Elbeylioğlu vb. ya ezilen halkla ya da bireysel olarak baş kaldırmış, bu eylemlerin büyük bölümü âşıkların sazına ve sözüne yansımıştır.
Âşıklar, yüzyıllar boyunca Osmanlı feodalizminin yarattığı gerilim sonucu dirlik ve düzen kavgası verip direnen halkın dili olmuşlardır.
16.yüzyılın güçlü âşıklarından Nizamoğlu:
Zulm ile doldu dünya yoktır huzura imkân
Ma’mur olan yerleri zalimler etti viran
biçiminde genel durumu dizelerine aktarırken Alevi kesime olan Osmanlı baskısı sonucu ortaya çıkan kaç-göç olayı da âşıkları:
Kul Mustafa’m der ki müşkül halleri
Seyreyleyin sefil olan kulları
Has bahçeden öte ıssız çölleri
Al Osmanlı geçtim m’ola ne dersin
biçiminde söylemiştir. Bu dönemde, halktan öşür, aşar ve cizye adları altında alınan ağır vergiler halkı inim inim inletmiş, perişan etmiştir.
Haydar Avcı’nın yerinde bir saptamayla dile getirdiği,
“Vergi arttırımı ve memurların vergi toplamayı bir soygunculuk olarak kullanmalarının kabarttığı ayaklanmalar ilk önce Alevi-Türkmen halkı arasında başlamış olsa bile, bunlar Sünni çiftçi halka hatta şehirlere ve kasabalara da sıçramakta gecikmemiştir. Örneğin Halep'te Mal müfettişliği yapmakta olan Kara Kadı adındaki kadının rüşvet yolu ile yaptığı yolsuzluklar ve görevi sayesinde yaptığı soygunlar dayanılmaz bir zulüm haline ulaştığından"9
camiden çıkanlar Kara Kadı ve dokuz arkadaşını öldürmüşlerdir. Olay sonuçta A.Haydar Avcı’nın da belirttiği gibi “Yoksulların, mazlumların, ezilenlerin hak ve özgürlük savaşımıdır.”
18. yüzyıla değin Osmanlı'ya karşı direniş şiirleri:
Sayılmayız parmak ile
Tükenmeyiz kırmak ile
Başkasından sormak ile
Kimse bilmez ahvalimiz
dizelerinde olduğu gibi genel bir karşı koyma tavrını, halkı da katarak isyancı bir eda ile dile getirirken, halk hareketlerinin şiddetle bastırılması sonucu bireysel direnişleri dile getiren, bir başka değişle eşkiyalık şiirleri ortaya çıkmıştır. Bu yy’dan itibaren âşıklarda:
Herkes endamına verir ziyneti
Baştan çıkardılar bütün milleti
Batırdılar gitti din ü devleti
Bozuldu Resul’ün yolu erkanı
biçiminde ifadesini bulan düzen eleştirici şiirlerin ön plana çıktığı görünmektedir.
Bu konuda Rıza Zelyut:
"Geleneksel halk şiirindeki ayaklanma şiirine sokulabilecek düzeni eleştiri şiirleri, genellikle sınırları belirlenememiş bir hoşnutsuzluğu dile getirir.
Düzene karşı altarnatif bir düşüncenin getirilmediği bir şiir türü, halk şiiri içinde önemli bir yer tutar. Bu şiirlerde düzene karşı dile getirilen hoşnutsuzluk, ikinci nedenlere dayandırılır.”
demektedir.10
Pir Sultan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi âşıkların yüzyıllar sonra bile şiirleriyle günümüzde de önemini korumalarının nedenini Pertev Naili Boratav:
“Bu ölmezliklerin sırrı, çağlarının olaylarına ve insanlarına ilişkin kanıtları, hiçbir yazılı belgenin saptayamayacağı ölçüde, bütün girinti ve çıkıntılarıyla bize kadar ulaştırmış olmalarında, anlatımlarını, Türkçe sözün büyülü nakışlarıyla dokumakta gösterdikleri ustalıklarındandır.”11
diye vurgulamıştır.
Pir Sultan Abdal, vezir ve memurlarının kişiliğinde Osmanlı yönetimini eleştirmiş, Osmanlı valisi Hızır Paşa’ya meydan okurken mücadeleci, yılmaz, inançlı ve inatçı tavrından hiç ödün vermemiş:
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
biçimindeki söyleyişleriyle belli bir dönemde bozuk düzene karşı direnişin sembolü olmuştur. O, kimi şiirlerinde yalnız tarikat konularına eğilirken, kimi şiirlerinde de Anadolu’daki mezhep ayrılığından doğan iç kavgaların, halk ayaklanmalarının yankılarını kendine özgü edası ile dile getirmekte, inançları ve düşünceleri uğruna kendini feda etmekten çekinmeyen bir destan kahramanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde devlet düzeninin bozukluğu, yöneticilerin zulmü, kadıların bağnazlığı, haram yemesi ve yalan fetvalar verneleri, konumlarıyla eylemlerinin birbirine uymaması:
Fetva verir yalan yulan
Domuz gibi dağı dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı
deyişinde görüldüğü gibi çarpıcı biçimde dile getirilmiştir.
Mehmet Bayrak, doğru bir görüşle;
“Pir Sultan’la başlayan ve halk tarafından beslenerek bu günlere getirilen bir ‘Pir Sultan Şiir Geleneği’ oluşturulduğunu belirtmekteyiz. Bu gelenek, Osmanlı resmi ideolojisine ve yönetimine karşı bir nitelik taşır.”12
diyerek Osmanlı döneminde çeşitli baskılar karşısında halkın direnişinin gelenek biçiminde âşıklara yansıdığını ileri sürmektedir.
Bilindiği gibi Pir Sultan Abdal’ın çağında halifelik Osmanlı hanedanına geçmiş ve şeriatın ödünsüz kurallarıyla hareket eden yöneticileriyle tarikat çevreleri arasında bazı çelişkiler ortaya çıkmıştı. Bu çelişkiler nedeniyle Anadolu’da bazı halk hareketleri meydana gelmişti. Bu hareketlerin biri de Pir Sultan gerçeğidir.
Pir Sultan’ın deyişlerinin, temelini bozuk toplum yapısının eleştirisini oluşturur. Pir Sultan’ın deyişleri her türlü haksızlığa karşı toplumun ortak vicanının sesidir. Eleştirilerden “Fetva vermiş koca başlı kör müftü” deyişiyle kadılar, “Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa” deyişiyle paşalar payını alırken; “Masumlar boğdurur padişahım var” gibi deyişleriyle de padişahlar payını alır.
Sabahattin Eyüboğlu da:
"Pir Sultan, Anadolu halkından kopmuş, köyün, köylünün dilinden anlamaz olmuş Arabın zemzem suyunu halkın alın terinden daha kutsal sayacak kadar yozlaşmış, çıkmaz yollara sapmış, çıkarcıların çamuruna saplanmış olan Osmanlı sarayına karşı bir başkaldırmaydı.”13
biçimindeki görüşleriyle Pir Sultan’ın başkaldırısını gerçekçi bir biçimde yansıtmaktadır.
Osmanlı döneminde haksızlıklara dayanamayıp başkaldıran, sazı-sözü ve eylemleriyle dikkatlerei üzerine çeken bir âşık da Köroğlu’dur.
Köroğlu’yum kayakarı yararım
Halkın kılıcıyım hakkı ararım
Sultan padişahtan hesap sorarım
Uykudan uyanan katılır bana
diye ünleyen âşık, geniş kitlelerin uzak-yakın umutlarını gerçekleştirmek için ortaya çıkan bir yiğit görünümündedir. Boratav’ın; halk söylencesinde:
“El kol çınar dalı gibi, göğüs ekmek tahtası, bel bir tutam, sıfat berber aynası, bıyığının ön telleri geyik boynuzu gibi, arka telleri onbeş yaşındaki bir kız beliği gibi yere inmiş.Köroğlu bu. Analar doğrusu böyle evlat doğursun.”14
biçiminde betimlediği kahraman âşık dizelerinde:
Benden selam olsun Bolu Beyine
Benim ile uğraşmaya dev gerek
gibi yiğitçe edası ile Türk halkının kahramanlık, mertlik duygularının sembolü olmuştur.
Haşim Nezihi Okay:
“Bize kalırsa Köroğlu, o günkü 16.yy Osmanlı devletinin Anadolu’da sürdürdüğü bozuk düzene, baskı ve haksızlık rejimine, ağa ve derebeyi üstünlüğüne karşı Anadolu halkının direnme gücünün sembolüdür. Her türlü haksızlığın sürdürüldüğü, fakir fukara halkın nasibinin sadece ezilmek olduğu bir devirde Köroğlu’nun ve Dadaloğlu’nun koşmaları; beylerin, ağaların ve sarayın suratına indirilmiş birer şamardır. -Buna kavga derler, bey ne, paşa ne?- diyen Köroğlu sarayın ve onun düzenine karşı halkın kinini ne güzel anlatır. -İncitmeyin fukarayı, fakiri- demekle de fakir halkın bu bozuk düzene karşı koruyuculuğunu üstüne almış görünür.”15
diyerek hem genel duruma değinip hem Köroğlu’nun kişiliği ve konumunu dile getirir.
Başkaldırı, yönetici sınıfa karşı daha çok kırsal kesim halkının direnişi biçiminde olduğundan doğa temi olarak şiirin içinde yer alır. Bu tema doğaya sığınma ve ondan güçalma biçiminde belirir. Bunu Dadaloğlu’nun:
Ferman padişahın dağlar bizimdir
gibi dizelerinde en çarpıcı biçimde görürüz.
Yüzyıllar boyu halkla ve köylü ile ilgilenmeyen saray adamlarından birinin Şarkışla’dan geçerken toplanan köylülerin hatırını sorması üzerine topluluğun arasında bulunan Serdari’nin:
Nesini söyleyeyim canım efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kırılmış kolumuz bizim
Sefil rençberin yüzü soğuktur
Yıl perhizi tutmuş içi koğuktur
İneği davarı iki tavuktur
Burdan gayrı yoktur malımız bizim
Benim bu gidişe aklı ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim
Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta gezer
Hasırdan serili çulumuz bizim
Serdari halimiz böyle n’olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Memurlar yıkılıp viran olacak
Akibet dağılır ilimiz bizim
deyişi Osmanlı döneminde halkın genel durumunu ve âşıkların serzenişlerini dile getiren ilginç örneklerdendir.
1 Vasfi Mahir Kocatürk: Tekke Şiirleri Antolojisi (Kaygusuz Abdal-Nefes). Ankara 1968: 155.
2Âşıkpaşaoğlu Tarihi. (Çev. Atsız), İstanbul 1970: 23.
3 Ensar Aslan: "Halk Şiirinde Tarihi Olaylar" Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 1 (1993): 88.
4 Mehmet Yardımcı: Zileli Âşık Talibi. İstanbul 1989: 48.
5 Mustafa Akdağ: Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası. İstanbul 1975: 295.
6 Silleli Nigari
7Doğan Atalay: Destanlarımız (Sadık-Ahir Zaman Destanı). Mut 1982: 124
8 Âşık Bahri: Destan-I Hünkar: 13.
9A. Haydar Avcı: Kalender Çelebi Ayaklanması. Ankara 1998: 22.
10 Rıza Zelyut: Halk Şiirinde Başkaldırı. İstanbul 1931: 69.
11Pertev Naili Boratav: Folklor ve Edebiyat 1. İstanbul 1982: 169.
12Mehmet Bayrak: Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri. Ankara 1985: 35.
13Sabahattin Eyüboğlu: Pir Sultan Abdal. İstanbul 1990: 71.
14Pertev Naili Boratav: Köroğlu Destanı. İstanbul 1931: 69.
15Haşim Nezihi Okay: Köroğlu ve Dadaloğlu. İstanbul 1970: 32.
* Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi