Bizim burada üzerinde duracağımız çoğunluğu âşıklardan oluşan bir aile olacaktır. Söz konusu ettiğimiz aile, elki edebiyatımızda bu derece çok yönlü ve çok sayıda âşığı ihtiva eden başka bir örneğini bulamayacağımız Âşık Yüzbaşıoğlu’nun ailesidir.
Yüzbaşıoğlu, Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Saraç köyündendir. Saraç köyü, Emlek yöresindedir. Emlek yöresi yetiştirdiği âşıklarla ün yapmış bir yöremizdir. Sözgelişi; Kemter, Veli, Ali izzet Özkan ve Âşık Veysel edebiyatımızda kendisine yer bulabilmiş önemli simalar bu yörenin âşıklarıdır. Tespitlerimize göre bu yörede yetişmiş 126 âşık vardır.
İşte, sözünü ettiğimiz Yüzbaşıoğlu da ortaya koyduğu eserler ve sağlığındaki icraatlarıyla âşıklık geleneği içinde adından söz ettirecek birisidir. Bu yönüyle, gerek köyünde gerekse ailesi fertleri arasında oldukça etkili olmuş, böylelikle yeni simaların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kendisinin haricinde ailesinde beş âşık daha vardır. Bunları Yüzbaşıoğlu’na yakınlık derecelerine göre şöyle sıralayabiliriz:
Yeter Ana: Eşi
Gülhanım Yıldırım: Kızı
Nurettin Yıldırım (Kara/Kara Nurettin) : Oğlu
Servet Yıldırım (Emanetî): Oğlu
Hülya Yıldırım (Şahinî) : Gelini
Yüzbaşıoğlu’nun dördü kız dokuz çocuğu vardır. Yukarıda adlarını verdiğim üç çocuğu âşık, diğer çocuklarından Erdal’ın ise âşıklığı yoktur, ancak sazıyla, babasına ve Saraç köyü çevresinde yetişen âşıklara ait ustamalı şiirle söylemektedir.
Şimdi tek tek sözünü ettiğimiz bu âşıkları tanıyalım.
Mihmani/Yüzbaşıoğlu
Asıl adı Hasan Yıldırım’dır. 1917’de Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Saraç köyünde doğmuştur. Mustafa ve Elif’in oğludur. Sülalesi Yüzbaşıoğulları olarak bilinir. Sarıkayalı Âşık Hüseyin Gürsoy’la akrabadır. Henüz üç yaşındayken babası Mustafa, Birinci Dünya Savaşı’nda şehit olmuştur. Düşmanla mücadele eden halk, aynı zamanda sefaletle de mücadele ediyordu. Bu durum pek çok Anadolu ailesi gibi onun ailesini de derinden etkilemiş, böylelikle daha çocuk yaşlarında Hasan yokluk ve çile ile karşılaşmıştır. Gençlik yıllarına kadar çobanlık, azaplık ve rençperlikle uğraşmış, ilerleyen zaman içerisinde kış aylarında Adana ve Mersin’e gidip oralarda amelelikle geçimini sürdürmeye çalışmıştır. 1935 yılında köylüsü olan Yeter’i kaçırıp onunla evlenmiştir. Bu evlilikten dokuz çocuğu olmuştur (Gülhanım, Nurettin, Behiye, Gülnaz, Ülfettin, Servet, Erdal, İmdal, Mihriban).
Okuma ve yazması olan Hasan’ın şiire ve saza yönelmesinde köylüsü Fato Ana’nın ve yukarıda ismini zikrettiğimiz Hüseyin Gürsoy’un büyük rolü olmuştur. Âşık Hüseyin’den kısa sürede şiir söylemeyi, saz çalmanın inceliklerini ve Alevi adap ve erkânını öğrenmiştir. İl şiirlerini de eşi yeter için söylemiştir. Belli bir merhale kaydedince Hüyük köyünden Ali İzzet Özkan ve Âşık Hasan Tutal (Devranî) ile birlikte belde belde dolaşmış, çok yerde zakirlik ve dedelik yaparak cem törenlerine iştirak etmiştir. Bunun yanı sıra çeşitli okullarda ve muhtelif vesilelerle düzenlenen toplantılarda sazını ve şiirlerini dinletme imkânı arayarak geçimini sağlama yoluna gitmiştir. 1986 yılında vefat etmiştir.
Şiirlerinde önceleri Yüzbaşıoğlu, daha sonra da Mihmanî mahlasını kullanmıştır. İlk mahlasını Âşık Veysel, ikincisini de Âşık Ali İzzet vermiştir. 1971 yılında bir taş plak doldurmuş, birkaç sefer de Konya Âşıklar Bayramı’na katılmıştır. Burada Âşık Şenlik ve Mevlânâ ödüllerini aldı. Hemen her konuda deyişi olan Hasan’ın şiir tekniği kuvvetli ve saz saçmada oldukça mahir idi. Bundan dolayıdır ki, ailesinde örnek olarak gösterebileceğimiz tarzda hemen her yaşta âşık yetişmiştir.
Engine ha engine ha
Güzelim yüksekten uçma
Engine ha engine ha
Kıymetin bilmeze düşme
Dengine ha dengine ha
Humarcıyla yoldaş olma
Sarhoşun yanında kalma
Cahili karşına alma
Olguna ha olguna ha
Ben avcıyım iz izlerim
Gizli sırlarım gizlerim
Hasretinle yol gözlerim
Son güne ha son güne ha
Arda atma kelamını
Arz eylerim selâmını
Tak boynuma fermanımı
Sen yine ha sen yine ha
Yüzbaş’oğlu aşka düşme
Aşkın badesini içme
Kerem düştü sen yanaşma
Yangına ha yangına ha
Dedi bana
Hayalime geldi ilham perisi
Doldurdu badeyi iç dedi bana
Türklü libas giymiş cennet hurisi
Benim için serden geç dedi bana
Kolumu boynunu atmak istedim
Sütker dudağından öpmek istedim
Elma yanağından tutmak istedim
Hiç sabrın yok mudur piç dedi bana
Dedim kıskanırım seyre çıkarsan
Benim ile gezip ele bakarsan
Dedi ben böyleyim kahrım çekersen
Sen gönlüne göre seç dedi bana
Kırmızı gül olam dedim eline
İbrişim olayım dedim beline
Yüzbaş’oğlu kurban dedim yoluna
Öyleyse kolların aç dedi bana[2]
Veysel Baba’yı
Yolum düştü Sivrialan köyüne
Ziyaret etmiştim Veysel Baba’yı
Selâm verip eğilmiştim eline
Yüzünden öpmüştüm Veysel Baba’yı
Bir gece evinde misafir etti
Saz çalıp söyletti nabzımı tuttu
Bana Yüzbaş’oğlu mahlasın taktı
Ben üstat seçmiştim Veysel Baba’yı
Yolcu etti beni Hüyük’e geldim
Aziyet’i bostan sularken buldum
Popoç soğan yedim tıstımbıl oldum
Sigaramda tüttüm Veysel Baba’yı
Al’İzzet ekinden gelmiş yorulmuş
Ağçulun üstüne yatmış serilmiş
Pilav yemiş ayran içmiş gerilmiş
Gölgesinde yattım Veysel Baba’yı
Devranî duymuş ki oraya geldi
Sarıldı boynuma gözleri doldu
Masa kurduk turşu mezemiz oldu
Her kadehte yuttum Veysel Baba’yı
Yedik içtik akşam nefsimiz doydu
Geç vakit olmuştu ışığmız aydı
Al’İzzet adımı Mihmanî koydu
Günle doğup battım Veysel Baba’yı
Emlek yöresinde ozanlar çoktur
Agâhî Kemter’i Veli’si köktür
Hüseyin Gürsoy’un emsali yoktur
O kervana kattım Veysel Baba’yı
Adım Yüzbaş’oğlu, Mihmanî kaldı
Ortaköylü Aziz şahidim oldu
Mekânım Saraç’tır bir haber geldi
Adım adım gittim Veysel Baba’yı
Yüzbaşoğlu der ki yollara düştüm
Aziz Üstün’ün de köyünden geçtim
Kaplan’dan Topaç’tan Sarac’a aştım
Herkese anlattım Veysel Baba’yı
İbret al
Uyan Türk milleti gafletten uyan
İlime çalışan kuldan ibret al
Vatanın uğruna fedai olan
Aya doğru giden yoldan ibret al
Üç kişi bir oldu bindi füzeye
Dünya aracıyla çıktı geziye
Kaç mille hız almış bakar yazıya
Semada dolaşan elden ibret al
Yükseldi göklere aya da vardı
Her yanın dolaştı resmini aldı
Ayın haberini aşağı saldı
Dünyaya seslenen dilden ibret al
Marifet sahibi yapan bu işi
Fenler ilerledi ilimdir fişi
Daha inanmıyor bu cahil kişi
Radyoyu söyleten pilden ibret al
Dolaştı katları indiler yere
Dünya bilgisini aldılar ele
Televizyon gördü getirdi dile
Onu çalıştıran elden ibret al
Mihmani’yim mânâ vardır sözünden
Türk dünyaya dürbün kaçmaz gözünden
Yürüyelim Atatürk’ün izinden
Arının yaptığı baldan ibret al[3]
Saraç Köyü
Sanayisin kurmuş ırmak kıysında
Ustası mimarı hüner Sarac’ın
Dağlar sesleniyor motor sesinden
Öğretmen Süleyman Önder Sarac’ın
Parçaladık Kızılırmak’ı şaşırdık
Koyun edip peşimize düşürdük
Kanal ile muhit muhit aşırdık
Susuz çöller oldu pınar Sarac’ın
Tarlaya döşenmiş beyaz borular
Pancarlar ekilmiş sıra sıralar
Yeşil atlas giymiş bağlar ovalar
Varlık dolapları döner Sarac’ın
Kekliceğim kız gelini gelirler
Türkü mani söyler çapa vururlar
Elli lira yevmiyesin alırlar
Güzeller pazarı fener Sarac’ın
Yolları yapılmış köprü kurulmuş
Çalışan köylüye kıymet verilmiş
Direkler dikilmiş teller gerilmiş
Cennet ışıkları yanar Sarac’ın
İşçisi memuru tutmuş illeri
Marife atılmış gençlik kolları
Allah bile sever böyle kulları
Diller destan etmiş onar Sarac’ın
Yeter Yüzbaş’oğlu burada kalsın
Çalışsın da köylüm emeğin alsın
İsterim ki köyler biz gibi olsun
Gayret kuşağı belde kemer Sarac’ın
Bütün varlık Ademdedir
Ne ararsın deli kardaş
Bütün varlık Adem’dedir
Her mahluka olmuş yoldaş
Bütün varlık Adem’dedir
Türlü türlü nakış işler
Emrindedir dağlar taşlar
Bin bir türlü meyve aşlar
Bütün varlık Adem’dedir
Kimi konar kimi göçer
Kimi terzi libas biçer
Kimi yerden gökten uçar
Bütün varlık Adem’dedir
Bak şu ilme bak şu fene
Bir teli getirir dile
Fark et kardaş herşey sende
Bütün varlık Adem’dedir
İnsan için aylar günler
Dünyanın varlığı onlar
Okur her lisandan anlar
Bütün varlık Adem’dedir
Aklın fikrin ucundaki
Mümin insan gücündeki
Dört kitabın içindeki
Bütün varlık ademdedir
Yüzbaş’oğlu hallerine
Devam eyle yollarına
Allah vermiş kullarına
Bütün varlık Adem’dedir
Güzelleme
Güzel bugün tura çıkmış
Yürüyüşü naz veriyor
Döşüne inciler takmış
Kumral saçlar poz veriyor
Eşi yalınız kalmış
Kırağ mıdır nerden gelmiş
Halk peşine koyun olmuş
Sanki çoban tuz veriyor
Bilmem kimin mahyetinde
Güneş parlar sıfatında
Aşkın atı var altında
Dizgin elde hız veriyor
Soyu Leylâ soyu gibi
Boyu çınar boyu gibi
İlkbaharın ayı gibi
Çimen çiçek yaz veriyor
Ok kirpikler değer diyor
Kılıç kaşlar hayır diyor
Yüzbaş’oğlu buyur diyor
Bütün varlık Adem’dedir[4]
Eşi yeter Ana’ya:
Kahırlandı Nazlı Yare
Yıllar sonra yarım arayı açtı,
Dil bilmez yar şaştım, pozuna senin.
Aramızdan kara kedi mi geçti?
“Kiş”mi dedim tavuk kazına senin.
Hata sende sensin, çıbanın başı,
Hak versin, çağır da er iki kişi,
Erkeği olmazsa, neyler ki dişi?
Bel bağlama, oğlun kızına senin.
Beni görmen, gözün malda servette,
Onun için ömrüm geçti gurbette,
Gülücük görmedim azgın suratta,
Emeklerim dursun gözüne senin.
Aşkımıza gölge düştü, kastın ne?
Yemin etmedik mi, Şeme üstüne?
İkrarın kalmamış, kırklık dostuna,
Ayrılık mı düştü özüne senin.
Patavatsız, sivri dilli konuşun,
Ne söz dinlen, ne de bir hal danışın,
Deli eder, beni ele kanışın,
Bir de dedi-kodu, sözüne senin.
Yüzbaş’oğlu Mihmani’yim haneye,
Kader kul eyledi, Yeter Ana’ya,
Dövsem kovsam, yazık nere tüneye,
“Ya Sabır” çekerim, nazına senin.
Yeter Ana
Hasan Yıldırım (Yüzbaşıoğlu/Mihmanî)’ın eşidir. 1922’de Saraç köyünde doğmuştur. Ali ve Fadime’nin kızıdır. Herhangi bir tahsil görmemiştir. Ondört/onbeş yaşında iken aynı köyde yaşayan Hasan Yıldırım’a kaçmış ve bu evlilikten beşi erkek olmak üzere dokuz çocuğu (Gülhanım, Nurettin, Behiye, Gülnaz, Ülfettin, Servet, Erdal, İmdal, Mihriban) olmuştur. Bunlardan Servet (Emanetî) ve Gülhanım da halk şairidir. Âşık programlarına katılmak için eşi Yüzbaşıoğlu’nun devamlı evden ayrılması yüzünden, çocuklarına onun yokluğunu belli etmemek için tarla, harman, bahçe ve ev işlerini de o üstlenmiştir. Hayatı yoksullukla geçmiştir. Halen doğduğu köy olan Saraç’ta yaşamaktadır.
Saz çalamayan ve genellikle çok duygulandığı zaman irticalen şiir söyleyebilen Yeter Yıldırım, şiire başlamasında eşinin âşık oluşunun büyük oranda rolü olmuştur. Evde devamlı onun şiirlerini ve sazını dinlemiş ve zamanla özünde olan şairlik yeteneği ortaya çıkmıştır. Şiirlerindeki ifade yalındır ve herhangi bir teknik kaygı görülmez. Bu bakımdan kimi şiirlerinde ölçü yoktur ve ayaktan çıkmıştır. Bazı şiirlerinde de mahlas kullanmamıştır.
Gel sevdiğim
Gel sevdiğim senle bir yol konuşak
Yüzüne bakacak halin var m’ola
Kim suçluyla gel hakime danışak
Huzur-ı divanda yerin var m’ola
Erkek küsmez derler ben sende gördüm
Sana ne ettim ki kalbini kırdım
Dövdün kovdun yine koynuna girdim
Cilve edip saran kolun var m’ola
Günahım ne ise yüzüme söyle
Hata sende ise gel özür eyle
Boynu bükük koydun yarini böyle
Bensiz tutunacak dalın var m’ola
Yavan ekmeğini azığa sardım
Dağ başında ekin ektim çift sürdüm
Odun şelek ettim sırtıma vurdum
Dikili ağacın çalın var m’ola
Sen gittin gurbete gönül eğledin
Beni köye mahkum ettin bağladın
Ben bir afet idim arzum dağladın
Yanmış yüreğime yelin var m’ola
Yeter Ana der ki sevdim de vardım
Baldırı çıplaktın yuvanı kurdum
Birbirinden güzel yavrular verdim
Doğru söze tatlı dilin var m’ola
Dört aza’ya
Yaşa şaşkın Nure yaşa
Ne dedin de geçtin başa
Ağu kattın pişmiş aşa
Şu sözümde yalan var mı
Mustafa Şimşek ninni ninni
Ne sallanın lelli lelli
Heyet içinde yerin belli
Konuşmaya ağzın var mı
Nasıl yaratmış sizi yaratan
Hüseyin Kılıç çık aradan
Başımız kurtulmaz belâdan
Şu sözümde yalan var mı
Yüreğimde yoktur yara
Sanki bulunmaz mı çare
Dört elli geçtiğimiz eder
Derenizde köprü var mı
Ayağımda yoktur papuç
Gözünüze dursun popuç
Türkü değil bu bir kakıç
Köyünüzde cami var mı
Ali Tuna salahana
Her yerde gezer seysana
Yuh çekiyor Yeter Ana
Mencilis’te söğen var mı
popuç: ekmek
salahana: avere gezen
seysana:başıboş
Yoksulluk
Anamdan doğalı yüzüm gülmedi
Sanki bana miras kaldı yoksulluk
Yalvardım yakardım ırad olmadı
Kaçtıkça peşimden geldi yoksulluk
Kendime baktıkça ele yerindem
Gizledim yokluğu zengin göründüm
Yavan yedim yırtık giydim büründüm
Benim ile kardaş oldu yoksulluk
Kim yardım ettiyse başıma kaktı
Kimi namusuma gözünü dikti
Kime dert yandımsa dudağın büktü
Beni muhannete saldı yoksulluk
Yeter Ana der ki gün böyle geçti
Perişan insanlar yaramı açtı
Doğurduğum evlat bırakıp kaçtı
Yarimi de benden aldı yoksulluk
ırad olmak: uzaklaşmak
Efendim
-Kocası Âşım Yüzbaşıoğlu’nun ölümü üzerine-
Yeşil ördek yüzer derin göllerde
Gahi sahralarda gahi çöllerde
Sen de söylenirdin tatlı dillerde
En sonunda hasta oldun sevdiğim
Şu elleri adım adım dolaştın
Nice âşıklarla çıktın yarıştın
Ağalarla beyler ile konuştun
En sonunda dilin durdu sevdiğim
Yetim idin neler geldi başına
Ömür verdin toprağına taşına
İşte Az(ı)rail geldi karşına
En sonunda canı verdin sevdiğim
Canım hoca geldi seni yumaya
Talkın verip cenazeni kılmaya
Açıldı kara toprak seni sarmaya
Ahir vakit tamam oldu efendim
Nicesinin felek kıyar canına
El komaz mı toprağına malına
Canım kardaş gelmez oldun yanına
Sana canım feda dedim efendim
Yüzbaş’oğlu derler benim yârıma
Dayanamam feryadına zarına
Kardaş dertli âşık yaz mezarına
En sonunda baykuş öttü efendim
Ey sevdiğim ciğerimde yarasın
Kınının içinde sazı çürüsün
Açılsın kapılar göçü yürüsün
Yeter boynu bükük kaldı efendim
Varolsun Türkiye’m Ata’m var benim
Amasya’ya geldim gül ile reyhan
Sivas’ı gördüm ki büyük bir meydan
Şarkışla’ya geldim döşenmiş meydan
Varolsun Türkiye’m Ata’m var benim
İhsanlı’nın yüksek dağı güllenir
Yeniçubuk’ta tirenlerim eğlenir
Gemerek’in ünü şanı söylenir
Varolsun Türkiye’m Ata’m var benim
Saroğlan’ın bulutları görünür
Pozantı’nın bayrakları salınır
Bütün dünya Türkiye’me yerinir
Varolsun Türkiye’m Ata’m var benim
Âşık Yeter Gemerek’in bacısı
Kayseri’nin yeraltıdır çarşısı
İçerimden çıkmaz Ata acısı
Varolsun Türkiye’m Ata’m var benim
Köyün muhtarı Cemal’e
Sarac’ın bir muhtarı var
Muhtar demeye bize ar
Nefes boruları pek dar
Döşünü yelpik bürümüş
Duvarın dibinde yatar
Tükrüğüne balgam katar
Bu da birgün mühür atar
Dizini sızı bürümüş
Muhtar yola gidemiyor
Görevini bilemiyor
El yüzüne diyemiyor
Gözünü cibik bürümüş
Muhtarın dişleri gedik
Sırtı kambur omzu düşük
Kafa geniş ağzı büyük
Burnunu sümük bürümüş
Adı Cemal lakabı “Gedik”
Siz buna oy vermen dedik
Başımıza belâ sardık
Ağzını kimek bürümüş
Bari heyeti iyi olsa
Topal Nuri mührü alsa
Mustafa ordan nenni çalsa
Onu da tembellik bürümüş
Aza olmaz Ali Tuna’dan
Hüseyin Kılıç çıksın aradan
Başımız kurtulmaz belâdan
Dilini sövmelik bürümüş
Bakın ne der Yeter Ana
Ünü yayılmış her yana
Sizi de çök severim ama
Köyümü sevmelik bürümüş
hedik: haşlanmış buğday
cibik: göz kapaklarındaki tortu
gedik: eksik diş
kimek: ağzı kenarındaki tükrük artığı
yelpik: nefes darlığı, astım
Eşi Yüzbaşıoğlu’na
Gel Sevdiğim
Gel sevdiğim, senle bir yol konuşsak,
Yüzüne bakacak halin var m’ola?
Kim suçluyor, bilmem kime danışak,
Seni haklı gören kulun var m’ola?
Erkek küsmez derler, ben sende gördüm,
Sana ne ettim ki, kalbini kırdım,
Dövdün, kovdun, yine koynuna girdim,
Cilve edip saran kolun var m’ola?
Günahım ne ise, yüzüme söyle,
Hata sende ise, gel özür eyle,
Boynu bükük koydun, yarini böyle,
Bensiz tutunacak dalın mar m’ola?
Yavan ekmeğini, azığa sardım,
Dağ başında ekin ektim, çift sürdüm,
Odun şelek ettim, sırtıma vurdum,
Dikili ağacın, çalın var m’ola?
Sen gittin gurbete, gönül eğledin,
Beni köye mahkum ettin, bağladın,
Ben bir afet idim, arzum dağladın,
Yanmış yüreğime yelin var m’ola?
Yeter Ana der ki, sevdim de vardım,
Baldırı çıplaktın, yuvanı kurdum,
Birbirinden güzel yavrular verdim,
Doğru söze, tatlı dilin var m’ola?
Gülhanım Yıldırım
1942 yılında Şarkışla’nın Saraç köyünde doğmuştur. Âşık Yüzbaşıoğlu ile Âşık Yeter Ana’nın kızıdır. Dokuz çocuklu ailenin en büyük çocuğudur. Bir yaşında iken beşikten düşüp sakat kalmıştır. İlkokulu köyünde okumuş, ondokuz yaşında, Yıldızeli’nin Kaleköyü’nden Hasan Demirbaş ile evlenmiştir. Hasan Demirbaş, evli olup çocuğu olmadığı için Gülhanım’ı kendisine ikinci eş olarak almıştır. Gülhanım’ın bu evlilikten ikisi erkek biri kız üç çocuğu olmuştur. Sonraki senelerde kocasıyla birlikte Ankara’ya oradan da Almanya’ya taşınmışlar, Almanya’da bir müddet çalıştıktan sonra, yurda kesin dönüş yapmışlardır. Birkaç sene sonra kocası trafik kazası geçirmiş, kısa bir müddet sonra da ölmüştür. Kocasının ölümü üzerine evin bütün yükü Gülhanım’ın omuzlarına binmiş, buna rağmen o çocuklarına rahat bir gelecek hazırlamak için çok çaba sarf etmiş ve bunun da meyvelerini görmüştür.
Şiirlerinde adını mahlas olarak kullanan Gülhanım’ın elimizde ki şiir sayısı çok azdır. Elbetteki, onun şiirlerinin sayısı aşağıda kaydettiğimiz iki şiirle sınırlı değildir. Ancak Gülhanım söylediği şiirleri kaydetmediği için daha pek çok şiir yok olmuştur.
Feleğin Sillesi
Gelin ağlar gelin bakın halime
Feleğin sillesi bana da vurdu
Kadınım ya gücüm yetmez zalime
Kimi ezdi geçti kimi de sürdü
Bir yaşında iken düştüm beşikten
Sakat kaldım hotum ile aşıktan
Gözü yaşlı gelin çıktım eşikten
Kimi bozdu geçti kimi de serdi
Bilmem ki kaderin bana kastı ne
Kuma etti beni kuma üstüne
Kul eyledi yaren ile dostuna
Kimi kızdı geçti kimi de kırdı
Gülhanım’ım der ki dersimi aldım
Derdim içe aktı saçımı yoldum
Genç yaşımda yarim öldü dul kaldım
Kimi üzdü geçti kimi de yerdi
hot : kalça
Yüzbaşıoğlu’na mektup
Hasret mektubunu sana yazıyom
Oku satırlarım gör benim babam
Ağlamakla gözlerimi süzüyom
Yavruların eder zar benim babam
Ötüyor baykuşlar ıssızdır obam
Yanıyor yüreğim tutuştu sobam
Ne anne ne kardeş haniya babam
Eğlenmek gurbette zor benim babam
Kara toprak seni de mi saracak
Dost ağlayıp düşmanlarım gülecek
Sefil yavruların öksüz kalacak
Saçtın yüreğime kor benim babam
Bükülmüş kametin dizlerin hani
Eline su veren kızların hani
Kıyamet gömleği bezlerin hani
Emir Allah’tandır sar benim babam
Gülhanım’ın attın Yıldızeli’ne
Bülbül figan eder gonca gülüne
Atam ben ölüyom senin yerine
Kimler cenazeni yur benim babam[5]
Nurettin Yıldırım
1946 yılında Saraç köyünde doğmuştur. Her ikisi de âşık olan Hasan ve Yeter'in oğludur. Köyünde ilkokulu bitirdikten sonra rençperlik yapmıştır. 1966-1968 yıllarında Hatay ve Diyarbakır’da jandarma eri olarak askerlik hizmetini yerine getirmiştir. Askerlik sonra Ankara’da kendisine iş bulmuş, uzun müddet Köy İşleri Bakanlığında Özel kalem müdürlüğünde çalışmış, bu arada bir sendikanın başkanlığını yapmıştır. 1983’te evlenmiş ve bu evlilikten üçü erkek dört çocuğu olmuştur. Nurettin, halen doğduğu köyde yaşamaktadır.
Nurettin şiire yazmaya/söylemeye askerde iken başlamıştır. Bunda gurbet ve hasretin büyük oranda rolü olmuştur. Herhangi bir âşıklar karşılaşması yapmamıştır, ancak irticalen şiir söyleyebilmektedir. Şiirlerinde mahlas olarak Kara, Kara Nureddin ve nadiren de adını veya soyadını kullanmıştır.
Bile bile
Cehaletin ağlarına takıldık
Çırpınıp dururuz biz bile bile
Avcı geldi oltasını uzattı
Kurtulabilirsen yüz bile bile
Hayatta gülmedik sözün doğrusu
Yardımlaşmak insanlığın çağrısı
Bataklıkta sivri sinek sürüsü
Dinledik sesini saz bile bile
Hangi taşa vursam garip başımı
Boşuna harcadım bütün yaşımı
Yavan ekmeğimi yağsız aşımı
Zehir ettin bana tuz bile bile
Eşin dostun Kara diyorlar sana
Neler oldu bitti dünden bu yana
Gönül kuşu derler böyle tufana
Hayat mangalında köz bile bile[6]
Baba nasihati
Bilinmez gelecek neler getirir
Bugünden hazırlan yarına oğul
Ecel gelir birgün alır götürür
Güvenme dünyanın varına oğul
Sadık insanlara eyle ülfeti
Şikâyet sebebi yapma külfeti
Doğru yola sarfet bütün serveti
Dikkat et ebedi kârına oğul
Saptırma yolunu, varlık olunca
Sakın isyan etme darlık olunca
Haram yeme kazan kendi halince
Yaklaşma yadların narına oğul
Açlığını sakın ya da bildirme
Elinle dilinle kötüyü önle
Düşkünleri yokla, derdini dinle
Kulak ver mazlumun zarına oğul
Kara Nureddin’den öğüdünü al
Şu fani dünyaya etme itibar
Bu sözü unutma ölene kadar
Bu sözüm gitmesin zoruna oğul[7]
Perişanım
Bir gün değil hafta değil ay değil
Geçmiyor günlerim var perişanım
Neden hayırsıza ben verdim meyil
Yağdırdı saçıma kar, perişanım
Bilemedim kimden oldu bu yara
Kırılan gönüle olamaz çare
Verin mektubumu hayırsız yare
Çektiğim elinden zar, perişanım
Kara Nureddin’im yare son sözü
Âmâ olsun yarin o çakır gözü
Dilerim Mevlâ’dan gülmesin yüzü
Bu dert içerimde kor, perişanım[8]
Beddua
Gel vefasız dinle sözüm
Ah ile zar ediyorum
Duy arşa çıkıyor ünüm
Ah ile zar ediyorum
Niye büktün boynum benim
Vicdanın yok imiş senin
Kurtlar kuşlar yesin tenin
Ah ile zar ediyorum
Tenin her an yara olsun
Yarana da hicran dolsun
Sağın solun yadlar alsın
Ah ile zar ediyorum
Gece gündüz eyle figan
Sızından geçmesin zaman
Olmasın dizinde derman
Ah ile zar ediyorum
Birgün sesim duyar Allah
Hemi vallah hemi billah
Gözlerim görür inşallah
Ah ile zar ediyorum
Oğlun kızın uğramasın
Azan yaramı sarmasın
Dostların halin sormasın
Ah ile zar ediyorum
Kara’yı yaktın sineden
Beter olasın ölmeden
Dert çekesin hep çileden
Ah ile zar ediyorum[9]
Emaneti
Asıl adı Servet Yıldırım’dır. 1955 yılında Saraç köyünde doğmuştur. Yüzbaşıoğlu’nun oğludur. İlkokulu bitirdikten sonra, köyünde çobanlık yapmış, tarla bağ işleriyle meşgul olmuştur. Ortaköy’de ortaokula ve Ankara’ya giderek burada tahsilini tamamlamıştır. 1976’da askere gitmiş, terhis olduktan sonra 1978’de kadın âşıklarımızdan Hülya Şahin (Şahinî) ile evlenmiştir. 1979’da Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde işe girmesi üzerine Ankara’ya taşınmışlardır. Halen aynı kuruluşta çalışmaktadır. Bu arada okul dışından lise bitirme imtihanlarına girerek başarılı olmuştur. Serhat ve Sevilay adlarında iki çocuğu vardır.
Babası ve annesi de âşık olan Servet’in âşıklığa yönelmesinde sazlı-sözlü ortamın büyük oranda rolü olmuştur. Bunun yanında, gençliğinde yöre şairlerinden Âşık Veysel’i, Ali İzzet Özkan’ı, Devranî’yi tanımış, onlardan etkilenmiştir. Şiirlerinde önceleri babasının verdiği “Ezginî” mahlasını kullanmıştır. Ancak sonraki seneler babasını rüyasında görmüş ve babası kendisinden emanet olarak kalan âşıklığı devam ettirmesini istemiş ve “Emanetî” mahlasını vermiştir. Bu rüyadan sonra artık şiirlerinde Emanetî mahlasını kullanmaya başlamıştır. Şiirlerinde genellikle sosyal konuları işlemiştir. Halk Ozanları Kültür Vakfının kurucu üyesi olan ve saz çalabilen Emanetî, tertip edilen birçok programda şiirlerini ve sazını dinletme imkânı bulmuştur.
Sendeki huy bende olsa
Kimse bana selâm vermez
Sendeki huy bende olsa
Tabip bile yaram sarmaz
Sendeki huy bende olsa
Toplumun içine çıkmam
Kimsenin yüzüne bakmam
Zehir zıkkım olur lokmam
Sendeki huy bende olsa
Başımı alır giderim
Ya da intihar ederim
Kendimi kurban adarım
Sendeki huy bende olsa
Kimi der hayasız arsız
Kimi der mayasız ursuz
Kimi der şerefsiz hırsız
Sendeki huy bende olsa
Kimse inanmaz sözüme
Kurşun atarlar izime
Gören tükürür yüzüme
Sendeki huy bende olsa
Ozan Emaneti der ki
Öyle kötü huyun var ki
İçimden çıkmaz bir korku
Sendeki huy bende olsa[10]
Güle güle
Zorla sevmedim ben seni
Gidiyorsan güle güle
El sallayıp üzme beni
Gidiyorsan güle güle
Hani verdiğin söz hani
Unuttun mu geçen günü
Kimler kandırdı ki seni
Gidiyorsan güle güle
Saçı uzun aklı kısa
Beni böyle koydun yasa
Gerçekten sevmedin ise
Gidiyorsan güle güle
Eğik değil diktir başım
Elâ gözlüm hilâl kaşım
İyi kötü bulur eşim
Gidiyorsan güle güle
Bakmam yüzündeki yaşa
Çalsan başın taştan taşa
Emaneti yorma boşa
Gidiyorsan güle güle[11]
Anlayın dinleyin Veysel’i
Veysel Hakk’a erdi cahil anlamaz
Boşuna arayıp sorman Veysel’i
Tellal oldu ama kimse dinlemez
Kulağınla duysan görmen Veysel’i
Onu görmek yetmez Kâmil olmazsan
Sazında sözünde mânâ bulmazsan
Gözleri kör diye kale almazsan
Olur olmaz şeye yorman Veysel’i
“Sadık yarim” diye toprağı seçmiş
Kazma ile ekmiş orakla biçmiş
Bahçe bağda aşlak sarmış dip açmış
Sakın köylü diye yermen Veysel’i
“Nice güzellere bağlanmış kal”mış
Arı gibi çiçek dermiş bal salmış
Uzun ince yolda gaflete dalmış
Düz iken yokuşa sürmen Veysel’i
İçindeki aşkı yare yazdırmış
Hislerini beyit beyit dizdirmiş
Küçük Veysel, Ahmet köy kent gezdirmiş
Bırakın açılsın dürmen Veysel’i
Pir Sultan Abdal’ın izin sürmüş
Yunus’ta Tapduk’ta kendini görmüş
Âgâhî, Kemter’in sırrına varmış
Onlardan aşağı görmen Veysel’i
Onu Yüzbaş’oğlu Mihmanî’den sor
Ali İzzet ile Devranî’den sor
Aziz Üstün’den sor Aziyet’ten sor
Bunlar yol dostuydu kırman Veysel’i
Onu Hüseyin’e Kul Sabri’ye sor
İstersen İzzet’e Hasgül’e de sor
Emlek Yöresini bilenlere sor
Dağa taşa sorun durman Veysel’i
Adım adım gezmiş vatanı yurdu
Kardeş kılmış Sünnî Alevî Kürd’ü
Birlik dirlik için çırpındı durdu
Sevgiye mal edin harman Veysel’i
Bayrağı toprağı genel hak görmüş
Atasına minnet duymuş iz sürmüş
Bölücü bağnazı taşlamış yermiş
Derde deva edin derman Veysel’i
Emaneti der ki iyi tanırım
Filozof tabiri yetmez sanırım
Çağın ozanıydı benim onurum
Ümmi cihan gelse vermen Veysel’i[12]
Sabır taşı
Gel güzelim senle kozu bölüşek
Ben bulanan suyun başı değilim
Ya ayrılak ya da geri birleşek
Ben kimsenin kuyruk peşi değilim
Bir zaman âşıktın sevmez mi oldun
Bunca yıldan sonra hoyrat mı buldun
Üşüdün mü benden sarardın soldun
Ben sam yeli zemher kışı değilim
Doğruyu söyledim eğriye çektin
Azdırdın yüzünü bağrımı söktün
Yanıma gelmedin geriden baktın
Ben düşmanım sanki eşi değilim
Soyuma söz ettin haddini aştın
Öyle nazik yerden yaramı deştin
Büyüklendin gurur peşine düştün
Ben cahile uyar kişi değilim
Emaneti der ki gel etme bana
Artık gına geldi bu tatlı cana
Gayrı tahammülüm kalmadı sana
Ben insanım sabır taşı değilim[13]
Ozanın tarifi
Ozanın tarifi olmaz mı kardaş
Derya deniz gibi coşar ozanlar
Marifeti varken durur mu yoldaş
Özgürlüğe doğru koşar ozanlar
Gelenek görenek bağlamaz onu
Eğer karanlıksa menzilin sonu
Hakça değil ise adalet donu
Engeli tabuyu aşar ozanlar
Dinsiz dinli diye kimse ayırmaz
Yoksul düşkün varken zengin doyurmaz
Evrenseldir sınır bayo kayırmaz
İmdadın carına düşer ozanlar
Gerçeği gördükçe yazar tezini
Eseriyle belli eder izini
Çağa göre ayar eder hızını
Uygarlık rayını döşer ozanlar
Üstadından feyiz alır el alır
Baki kalmaz mürşit olur kul kalır
Eğriyi doğruyu yaşarsa bilir
Bazen olur beşer şaşar ozanlar
Pir Sultan asıldı arşa dayandı
Mansur’la Nesimî kana boyandı
Tapduk ile Yunus Hakk’a yandı
Ölseler de ismen yaşar ozanlar
Türküyü destanı temalı yazar
Güzele çirkine beyitler dizer
Lebdeğmez atışır muamma çözer
Sevgiyle dolmuştur taşar ozanlar
Saz ile söz ile yurdunu gezer
Haramı hileyi gönülden süzer
Mızrabın gücüyle oyunlar bozar
Kirli çıkıları deşer ozanlar
Emaneti der ki ben böyle gördüm
İnanmadım ehl-i kâmilden sordum
Ozanlığın gerçek sırrına vardım
Hak için kazanda pişer ozanlar[14]
Rüya Âlemi
Rüya âlemine daldım uykuyla
Ben gerçeği gördüm deli dediler
Allah’tan bir ayet inmiş vahiyle
Hak Muhammet hakk’ın kulu dediler
Bir kapıdan girdim pirler oturmuş
Oniki İmam da hizmet yetirmiş
Sanki yüzlerini nura batırmış
İşte Şah-ı Merdan Ali dediler
Cemalini gördüm kırklar yolunda
Abası sırtında asa elinde
Yunus’u sağında Tapduk solunda
Hünkâr Hacı Bektaş Veli dediler
İmam Hüseyin’i göremez her can
Kerbelâ’da kana bulanmış bican
İki ağaç gördüm bir yağlı urgan
O da Pir Sultan’ın hali dediler
Mevlânâ’yı gördüm şehr-i Konya’da
Bir can tazelendi arık bünyede
Özgürce yaşarım yalan dünyada
O yol Atatürk’ün yolu dediler
Emaneti der ki uyandım düşten
Olanı biteni anlattım baştan
Bir dolu içmeden geçti iş işten
Aktı erenlerin seli dediler[15]
Nasıl seveyim
Beni sev diyorsun nasıl seveyim
Gönlümü hoş eden nazın kalmamış
Nasıl methedeyim nasıl öveyim
İlahi kaşların gözün kalmamış
Ben seni görünce aklım dururdu
Çatlardı dudağım dilim kururdu
Güzelliğin bana ilham verirdi
Mestane gözlerin yüzün kalmamış
Kıskanırdım seni seyrana çıksan
Kurşun atar idim birine baksan
Yüreğim yanardı boynunu büksen
Çileme katlanır özün kalmamış
Saçların ağarmış yansır cemale
Yaşın belli eder ermiş kemale
Zalim felek darbe vurmuş temele
Bükülmüş kametin dizin kalmamış
Emaneti’m der ki genç idik hastık
Un elendi gayrı eleği astık
Sırt sırta dönmüşüz sanarsın ksütük
Uzanıp saracak hazın kalmamış[16]
Şahini (Hülya Yıldırım)
Asıl adı Hülya Yıldırım’dır. 30 Ağustos 1956’de Şarkışla’nın Saraç köyünde doğmuştur. Dokuz çocuk ailenin üçüncü kızıdır. Babası Deliahmetler sülalesinden Hasan, annesi ise Micikler sülalesinden Döne’dir. Köyünü ilkokulda tamamladıktan sonra çok arzu etmesine rağmen tahsiline devam edememiştir. Çünkü babası çalışmak için Almanya’ya gitmiş, evin yükü annesi ve kızlarına kalmıştır. Ancak sonra (1990) okul dışından imtihanlara girerek ortaokulu bitirmiştir. 2.6.1978 günü onsekiz ay nişanlı kaldığı Âşık Emanetî ile evlenmiştir. Eşinin Ankara’da Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde işe girmesi üzerine 1979’da Ankara’ya taşınmışlardır. 1991’de Ankara’da bir mühendislik-mimarlık bürosunda işe başlayan Hülya halen aynı yerde çalışmaktadır. Hülya’nın Serhat ve Sevilay adlarında iki çocuğu vardır.
Şiir söylemeye Emanetî ile nişanlandığı 1978 yılında başlamıştır. Eşinin şair oluşu ve saz çalması şiire yönelmesinde etkili olmuştur. Şiirlerinde evlenmeden önceki soy ismi olan Şahin sözünü kullanmaktadır ve bu mahlası eşi vermiştir. Şahinî’nin yüz kadar şiiri vardır. Şiirlerinde genellikle toplum meselelerini dile getirmiştir.
Ağıt
-Ablasının 1995’te ölümü üzerine-
Ulu şafakların esen yelleri
Eğil yanağından bir yol öpsene
Konuşamaz olmuş tatlı dilleri
Efil efil es de bir can versene
Benzi kehribara dönmüş gördün mü
Sırma saçı tel tel olmuş ördün mü
Terini silip de bir su verdin mi
Misk ü anber kokuları sürsene
Hüzünlü gözleri yakın bakışı
Ay ile güneşe benzer akışı
Odunsuz çırasız beni yakışı
Perişan eyledi beni görsene
Yavrularım öksüz kalır deyişi
Bedeni döşeğe cansız yayışı
Yakasız gömleği sessiz giyişi
Ne olur kadere karşı dursana
Şahini de der ki yandım sızladım
Ablam ölür iken sonun gözledim
Karlar gibi eriyişin izledim
Geri döner mi ki acep sorsana
Ver Allah Allah
Suya hasret kaldı dağlar ovalar
Kurak günler birbirini kovalar
Dede posta geçti eder dualar
Dualara kabul ver Allah Allah
Adam boyu ışık verirdi dallar
Dalların ucunda açardı güller
Arada bir olsun coşardı seller
Sel yerine çise ver Allah Allah
Gazele boyandı dağ ile taşlar
Ab-ı hayat ister gökteki kuşlar
Boynu bükük kaldı canım ağaçlar
Dolu değil sepken ver Allah Allah
Dünya mahlukatı çölde yanıyor
Su su diye gök kubbeye dönüyor
Bir bulut görürse yağmur sanıyor
Gönüllere umut ver Allah Allah
Şahini’yim der ki yağmurlar yağsa
Gökyüzüne renkli kuşaklar doğsa
Canlı bedenleri sulara değse
Rahmetin bol olsun ver Allah Allah[17]
Serseri
Çocukların açtır gülmez yüzleri
Görmez misin şefkat arar gözleri
Hiç mi kâr eylemez yarin sözleri
Dizlerin tutmasın sürün serseri
Odunsuz kömürsüz kışı atlamış
Dizinde sızılar bine katlamış
Sefil kalmış dudakları çatlamış
Damdan dama varsın zarın serseri
Ardı gelmez oldu senin yalanın
Aç it gibi kapı kapı dolanın
Seni doğurup ortalığa salanın
Senin abdeshane karın serseri
Yirmi yıldır eşi dostu kandırdın
Yeşeren umudu geri söndürdün
Çoluk çocuğun nara yandırdın
Nedir acep senin zorun serseri
Yirminci asırda çekilmez yokluk
Ömür boyu gitmez bir günlük tokluk
Vicdanın körlenmiş getirmen teklik
Ellerinle kurdun darın serseri
Şahini’yim der ki umur almadın
Nice söz söyledim yola gelmedin
Elden arlanıp da nasıl ölmedin
Cehennemde olsun yerin serseri[18]
Cumhuriyet
Anlayın cahiller mesaj yalındır
Kolay kazanmadık Cumhuriyeti
Atatürk’ün yolu senin yolundur
Kolay kazanmadık Cumhuriyeti
Laikliği dine mani gözetme
Yalanı yayıp da gerçek söz etme
Türbanı hak görüp dine tez etme
Kolay kazanmadık Cumhuriyeti
Nice şehit verdik o kadar gazi
Topraklara kanla yazıldı yazı
Yıkmak isteyene tattırmam hazı
Kolay kazanmadık Cumhuriyeti
Atamdan armağan bunu bilirim
Bölmek isteyene karşı gelirim
Özgürlük uğruna cenkte ölürüm
Kolay kazanmadık Cumhuriyeti
Şahini başıma gelince gadâ
Kudret ihsan etsin Yaradan Hüdâ
Bir karış toprağım çiğnetmem yada
Kolay kazanmadık Cumhuriyeti[19]
Kendini bilmeze
İnsan sıfatında sanki bir hayvan
Bedeni çöp gibi kalçası yayvan
Kendini beğenmiş kendine hayran
Vallahi görmedim böyle şebeği
Çok küstah, insanı küçümser durur
Suyuna gidersen göğe kaldırır
İçini yedikçe dışa saldırır
Billahi görmedim böyle güveyi
Erkek sinek görse kanı akıyor
Sevecen sempati tavır takıyor
Ağına düşenin canın yakıyor
Ömrümde görmedim böyle düveyi
Şahin doğru söyler Hakk’a aşikâr
El seyrine çıkmış kusura bakar
Hergün çerçi gibi takılar takar
Hayatta görmedim böyle deveyi
Çağdaşlık için
Çağdaşlık diyorsun hani nerede
Eşitlik olmalı çağdaşlık için
Kimi gökyüzünde kimi kara
Birlikte gitmeli çağdaşlık için
Çağdaş olmak için izle atanı
Soydu cübbeleri giydi keteni
Uygarlık beşiğine sardı vatanı
Bağnazlık bitmeli çağdaşlık için
Çağdaşlık deyince parıldar gözler
Laiklik uğruna söylendi sözler
Öfkeden kurtulsun sevinçler hazlar
Ölenler yetmeli çağdaşlık için
Kaygısıza yatar halkın yarısı
İlimden irfandan çağır gerisi
Ne işe yarar ki baykuş sürüsü
Bülbüller ötmeli çağdaşlık için
Köylü çalışırken ağa yatmasın
Emekçinin hakkını talan etmesin
Senlik benlik diye fikir gütmesin
Adımlar atmalı çağdaşlık için
Siyasiler yasaları koyuyor
Kendi çıkarına halkı soyuyor
Karşı çıkanlara çete dayıyor
Haksıza çatmalı çağdaşlık için
Şahini’yim der ki çağdaş olalım
Herkesin hakkını eşit bölelim
Vicdanın rahat mı onu bilelim
Huzuru tatmalı çağdaşlık için[20]
Gönül dostu
Gönül dostuyla içerim
Canana serden geçerim
Sanma sen gibi naçarım
Benim halim evimdedir
Yabanın bağına girmem
Yad ellerin gülün dermem
Yabancıya meyil vermem
Benim gülüm evimdedir
Arı misali uçarım
Bağlar bostanlar geçerim
Çiçek alır bal saçarım
Benim dalım evimdedir
Gelin olup aldım murat
İki evlat verdi Ya Rab
Yarime olmuşum türab
Benim yolum evimdedir
Şahini’yim derler bana
Ne desem kâr etmez sana
Ölüm gelse birgün cana
Benim salım evimdedir[21]
* C.Ü.Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi.
[1] Folklor/Edebiyat 28 (2001) 4: 69-84. Şiirlerin ve biyografik bilgilerin temininde bana yardımlarını esirgemeyen Âşık Servet Yıldırım’a içten teşekkürlerimi sunarım.
[2] Ali Yıldırım: "Saraç Köyü Ozanları" I. Emlek Yöresi ve Çevresi Halk Ozanları Sempozyumu Bildirileri. Ankara 1999: 75.
[3] İbrahim Aslanoğlu: "Mihmanî" Sivas Folkloru 1 (1973) 3: 19.
[4] Tahir Kutsi (Makal): Âşıklar Şöleni. İstanbul 1977: 132.
[6] K. Nurettin Yıldırım: Yöremin Dili. Ankara 1994: 117.
[10] Halk Ozanı Naçarî, a.g. e., s. 136.
[11] Halk Ozanı Naçarî, a. g. e., s. 139.
[12] Hüseyin Uçuran. Dostlar Seni Unutmuyor. Ankara (t.y.)
[13] Halk Ozanı Naçarî, a. g. e., s. 135.
[14] Halk Ozanı Naçarî, a. g. e., s. 131-132.
[15] Halk Ozanı Naçarî, a. g. e., s. 135.
[16] Halk Ozanı Naçarî, a. g. e., s. 140.
[17] Nidayi Dede: Anadolunun Dertli Ozanları. Ankara 2000: 173.
[19] Özgür Ozan. 2 (2000): 21.