ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

BİLİM, KÜLTÜR, BİLİM KÜLTÜRÜ İLİŞKİLERİ

Prof. Dr. Süleyman BOZDEMİR

Ç.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü

 

Bilim kültürü yeni bir kavram olarak son yıllarda sıkça kullanılmakla birlikte içeriği konusunda tam bir netlik görünmemektedir. İlk bakışta bu kavram insana bilim ve kültürün birleşmesinden oluşmuş izlenimi veriyor olabilir. Bilim ve kültür denilince insanların akılına neler gelir; ya da gelmeli? Bilim kültürü deyince de öyle!... Asıl sorun neyi, nasıl anlamalıyız, bilim kültürü deyince beklentimiz ne olabilir. Aslında bu soruların yanıtını kimse tam olarak bilmiyor.

Bilinmeyeni bilmek için belli kurallar ve ölçütler doğrultusunda yapılan faaliyetlerin tümüne bilim diyebilir miyiz? Ünlü düşünür Bertrand Russel‘a göre “Bilim, gözlem yoluyla ve bu gözlem üzerine kurulmuş akıl yürütmeyle, önce dünya ile ilgili belirli olguları sonra da bu olguları birbirine bağlayan yasaları bulma ve geleceğin önceden kestirilmesini olanaklı kılma girişimidir”. Ünlü bilim tarihçisi Adnan Adıvar diyor ki “Bilim, gerçeklikler arasındaki bağıntının tümüdür”. Bütün bu tanımlardan çıkan ortak görüş, bilimin evrende olup biteni öğrenme gereksinim ve isteğinden doğduğudur. Amacı da, olup bitenlerin iç yüzünü, yani gerçeği bulmak, ortaya çıkarmak ve geleceğe ilişkin kimi varsayımlarda bulunabilmektir. Bilimle ilgili olarak daha birçok tanımlamalar yapılmıştır ve herkes tarafından kabul edilmiş tek bir tanımı yoktur. Bilim felsefecileri neyin bilim olup olmadığı konusundaki tartışmalarını halen sürdürmektedirler. Kültür de öyle!...

Araştırmacılar kültür için yüzlerce tanımın yapıldığını ortaya koymuş bulunuyorlar. Türk Dil Kurumu sözlüğünde kültürün tanımı şöyle verilmektedir: “Bir topluluğun bütün fertlerinin sahip olduğu, olayları ve meseleleri karşılayan, duyuş, düşünüş şekilleriyle tarih içinde meydana gelen fikir ve sanat verimleri ve değer hükümlerinin bütünü”. Prof Dr. Şerafettin Turan, “Türk Kültür Tarihi” adlı kitabında kültür için diyor ki: “Kültür, bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür”. B. Malinowski’ye göre ise “Kültür, insan gereksinimlerinin karşılanması için doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak çalışan araç ve gereçler ile gelenek-görenekler ve bedensel veya düşünceyle ilişkili alışkanlıkların tümüdür”.

Kuşkusuz bu tanımların hiçbiri kültürü tam olarak yansıtmaktan uzaktır. Prf. Dr. Nermi Uygur, “Kültür Kuramı” adlı yapıtında kültür kavramının geniş kapsamlı bir tanımını vermektedir: “Kültür, insanın ortaya koyduğu, içinde insanın var olduğu tüm gerçeklik demektir. Bilim, teknik, sanat, ekonomi, hukuk, estetik, devlet, yöntem gibi insanın meydana getirdiği her şey kültüre girer. Örgütler, dernekler, kurumlar, okullar, üniversiteler, tüm kendilerine ilişkin şeylerle birlikte kültürden sayılırlar. İnsanlar arasındaki her çeşit karşılıklı etkileşmelere, her türlü yapıp yaratma alışkanlıklarına, bütün ‘manevi’ ve ‘maddesel’ yapıt ve ürünlere kültür denir”. Her şeyden önce insan bir kültür varlığıdır, onu hayvanlardan ayıran en önemli özelliği kültürlülüğüdür. Kültürlü insan derken onun ne kadar uygar olduğunu da ifade etmiş oluruz. Bu nedenle kültür ile uygarlık arasında bir ayrılık ya da karşıtlık yoktur. Bunlar birbirinin yerine kullanılabilen kavramlardır.

Dikkat edilirse bütün bu tanımlarda bilim, kültürün bir öğesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bilim, bilgi temeline yani bilmek istek ve yeteneğine dayanan bir istem, bir gerçekler ve değerler topluluğudur. Kültür bu değerleri bilmekle edinilen ve sürdürülebilen bir bütün olduğuna göre, bilgi/bilim, kültürün ayrılmaz bir parçası demektir. Kültürü oluşturan öğelerden biri olan bilgi/bilim aynı zamanda onun yapılmasını öngördüğü ya da yasakladığı etkinlikleri, eylemleri yönlendirmeye yarayan düşünsel bir davranıştır. Bu nedenledir ki bilim/kültür ilişkilerini inceleyen B. Malinowski gibi düşünürler, bilimsel davranışlardan ve bunu değerlendirme yeteneğinden yoksun kalan toplumların kültürlerini, dolayısıyla da kendi varlıklarını devam ettiremeyeceklerini öne sürmüşlerdir.

Gerçekte insanlar bir bakıma alışkanlıklarının ve geleneklerinin tutsaklarıdırlar. Kişi, zorunlu olmadıkça alıştığı şeylerden kolayca vazgeçemez. Bireylerden oluşan toplumlarda da bu eğilim ve davranış sezilir. İşte bilimin etkisi ya da gücü burada belirmektedir. Bilim felsefecimiz Aydın Sayılı’nın deyimi ile “Bilim, toplumların durağanlaşma, canlılığını yitirme eğilimlerini önleyen, onlara canlılık getiren bir etmen olarak ortaya çıkmaktadır”.

Bilimde ‘kesinlik’ olmadığı için, sürekli bir araştırmadır bilim; sorularına sınır, buluşlarına dur durak yoktur. Bilimde hiçbir konuda henüz son söz söylenmiş değildir. Kendi mantığı eseri sonsuz bir evrimdir bilim.

Bilimi, kesin gözüyle bakılan bir takım vargıların toplamı olarak anlamak yanlıştır. Bilim yalnızca birtakım vargılar değildir; bilimi bilim yapan, tüm bilimsel vargıları vareden ‘bilim kafası’dır, insandır, insana özgü yaratıcılıktır; soran, arayan, araştıran, deneyen, denetleyen; sonra bütün bu başarılarını yeniden ele alan, onaran, düzelten, daha sonra yeni atılımlara yönelen ve bunu hep böyle sürdürüp giden insandır. Bu etkinliklerin tümüne birden açık düşünme diyebiliriz. Şöyle ki, bilimde açık düşünme, durmayı, katılaşmayı önleyen, bilimi durmadan yenileştirip iten güçtür. Bilim kafası, düşünmeyi hiçbir zaman kapamayan, bu uğurda hiçbir emeği esirgemeyen kafadır. Rasgele bir düşünceye, tek yönlü bir bakış açısına takılıp kalmayan, açık düşünceye özenle bakım gösteren bir uygarlıktır bilim uygarlığı.

Uygarlığın temel öğelerinden biri olan kendini yenileyebilme, kendini aşabilme yetisi bilimdeki gelişmelerle yakından ilgilidir. Toplum hayatındaki en büyük gelişmeler bilimden kaynaklanan, bilime dayananlardır. Bilim, biryandan teknolojinin yol açtığı maddi değişim ve dönüşümleri büyük ölçüde temellendirirken, öte yandan da görgü ve kavrayış ufkumuzun gelişmesini, manevi hayatımızın sağlam düşünce temelleri üzerine oturmasını sağlar ve böylelikle de manevi hayatımıza, tinsel yaşam ve yaşantımıza, değer yargılarımıza yön vermeye yarar. Böylece bilim, insan hayatı için güven verici bir kılavuz yerine geçer. Bunun sonucunda insanlar “bilimle düşünme” alışkanlığını kazanır. Bu gerçekleştiği takdirde insanların bir bilim kültürüne sahip olduğu söylenebilir.

Bilim kültürü; insanların bilimin önemine inanması, bilimle ilgilenmesi, bilime destek vermesi, bilimin dışında yol gösterici aramaması için çok gerekli olan yüce bir kazanımdır. Bilim kültürü gelişmeyen toplumlarda bilmin gelişmesi ve ürüne dönüşmesi pek mümkün olamaz. Bilim kültürü olmayan uluslar bilgi üretemez, yaşamını değiştiren bir şey yapamaz. İnsanın yaşamını kolaylaştıran, değiştiren, geliştiren önemli buluşlar bilim üretmenin sonuçlarıdır. İnsanın hayatını değiştirmeyen ve etkilemeyen, pratik hayata uygulanamayan hiçbir buluş, buluş değildir.

Bilim kültürünün en önemli yanı durağan değil dinamik oluşudur. Bilim kültürüne sahip olamayan ya da onu özümseyemeyen, devingenliğini önemsemeyen toplumlar daima çağın gerisinde kalmaya mahkûmdur. Maddi ve manevi dünyada hangi alana ilişkin olursa olsun bir kez dört elle sarıldıkları bilgilere kendi gözüyle bakan toplumlar, bilimin o yaratıcı, o sürekli üretkenliğini zamanla göremez ya da görmezlikten gelirler. Bu nedenle de bilimlerde devrimler ortaya çıkınca bu tür toplumlar geride kalır ya da yok olur giderler. Osmanlı İmparatorluğu buna iyi bir örnektir. Bilim uygarlığı açısından bakılınca böyle ülkeler çokça kendi kendilerine biçtikleri bir yaşayış biçimine katlanmak zorunda kalırlar. Kapalı toplum, baskıcı yönetim, ezberci eğitim, kısır edebiyat, tıkanık felsefe, ilkel sanat, çağ dışı ekonomi, ithal teknoloji, bu tür yaşayışa sahip toplumlara yakışan nitelemelerden birkaçıdır. Böylece bilimi kesinlikle durdurmak isteyen her yorum, insanı çağdaş bilim uygarlığının dışına iter.

Konuya bu açıdan bakıldığında toplumumuzun çağdaş bilim uygarlığının içine girebilmesi ve bilim kültürünün yükseltilmesi için daha çok büyük işler yapmamız gerektiğini görüyoruz. Bilimsel kültürün gelişmesini sağlayan ya da onu engelleyen koşullar iyi bilinmedikçe ve bu konuda gereken önlemler alınmadıkça bilim okur-yazarı olan, bilim kafalı bireylerin çoğalması ve toplumda bilim kültürünün tabana yayılması kolay olmayacaktır.

Bilimsel kültürün gelişmesini sağlayan koşullar yedi maddede özetlenebilir:

 

  • Toplumsal değerler. Bilimsel kültürün bir ülkede oluşması ve gelişmesi için önce bilimin gelişmesi gerekir. Bilimin gelişebilmesi, her şeyden önce o toplumda bilime verilen değere, bilimsel etkinliklerin önemsenmesine bağlıdır. Bunun için de öncelikle bilimin ne olduğunun ne olmadığının iyi algılanması gerekir. 17. yy’a kadar neredeyse din ile bilim eş anlamlı kullanılmış, din dışında bir bilim düşünülmemiştir. Bilimin dinin etkisinden kurtarılması ve “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişiyle bilimin, birey ve toplum için en yansız yol gösterici olduğu bilincine ulaşılması kolay olmamıştır. Bunun için bilimin ana dayanağı olan aklın, imanın emrinden çıkmasını ve akılcılık (rasyonalizm), olguculuk (pozitivizm) gibi akımların güçlenip toplumsal değerler kazanmasını beklemek gerekmiştir. Bu nedenle bilimin her toplumda her zaman çok önem verilen, övgüye değer görülen bir uğraş sayıldığı kolay kolay söylenemez. İslam toplumlarında ve geri kalmış ülkelerde bunun örneklerini fazlasıyla görüyoruz.

 

  • Yasal düzenlemeler. Çağımızdaki katılımcı demokrasilerde yasalar, aydınlamacı görüşe uygun olarak ‘kamu istek ve iradesini yansıtan metinler’ olarak nitelendirilmektedir. Yasal düzenlemelerin bir ülkede bilimsel araştırmaları sınırlandırmaması, aksine desteklemesi öngörüldüğünde, bilimin gelişmesi için uygun bir ortam hazırlanmış olur çünkü bilim, ancak özgürlükçü bir ortamda ve düzende serpilip gelişebilen bir nesnedir. Bilim kurumlarına ve bilim adamlarına yasalarla tanınan yeterli maddi ve manevi olanaklar ve haklar bilimin gelişmesini olumlu yönde etkilemektedir.

 

  • Siyasal iktidarın tutumu. Siyasal iktidarların bilime kendi anlayışları ve programları açısından yaklaşımları bilimsel gelişmeyi olumlu ya da olumsuz yönde etkilemektedir. Siyasal yetkilerini kullanan yöneticilerin bilime, bilim kurumlarına ve bilim adamlarına karşı tutumları, onlara ilişkin değerlendirmeleri bir yerde toplumu bile yönlendirebilir ve koşullandırabilir.

Bilim çevrelerinin ve kurumlarının, iktidardaki siyasetçiler tarafından boyuna suçlandıkları, aşağılandıkları bir ülkede, bilimin değer kazanması, gelişmesi, bilim kültürünün oluşması güçleşir. Bu nedenledir ki bilimi siyasetçilerin, siyasal görüş ve baskılarının dışında tutabilmek için üniversitelerin ‘bilimsel özerk’ olması gerekmektedir.

 

  • Parasal ve teknik olanaklar. Deneye, gözleme ve araştırmaya dayalı bir uğraş olan bilimin, kendini doğrulaması, yenilemesi, yeni buluşlara ve uygulamalara ayak uydurabilmesi için manevi desteğin yanında daha fazla maddi desteğe gereksinim vardır.

 

  • Verilerin gözden geçirilmesi. Bir ülkede bilimin gelişmesi, bilim kültürünün oluşması için bilimle uğraşan kişilerin ve kuruluşların uymaları, uygulamaları gereken bazı ilkeler vardır. Bunlardan biri ‘yeniden gözden geçirme’ diye bilinen ilkedir. Bilimsel gelişmeler çok hızlı olduğu için sık sık sonuçların yeni verilere göre düzeltilmesi gerekmektedir. Aksi halde bilimde ilerlemek olanaksızdır.

 

  • Uygulamaya dönüşüm. Elde edilen araştırma sonuçlarının uygulanabilir olması da bilimsel gelişmeyi sağlayan etkenlerden biri olarak kabul edilmektedir. Kuşkusuz her bilimsel araştırmanın ya da buluşun hemen uygulamaya konulması ve topluma gözle görülür maddi bir yarar sağlaması mutlak bir zorunluluk olamaz. İnsandaki öğrenme eğilimine yanıt vermek, gerçeğin ne olduğunu ortaya çıkarmak da başlı başına psikolojik ve toplumsal bir kazançtır. Ne var ki, uygulanabilirlik, sağladığı olanaklarla bilime duyulan gereksinimi ve güveni pekiştirmekte ve bilimsel araştırmaları destekleyici bir ortamın oluşmasına yardımcı olmaktadır. Bu nedenle sanayileşmeye koşut olarak günümüzde bilim-sanayi, bilim-teknoloji ve bilim adamı-iş çevreleri işbirliği önem kazanmış bulunmaktadır.

 

  • Neden-Sonuç ilişkilerini gözetme. Bilimle uğraşanların uyması gereken bir diğer ilke de neden-sonuç ilişkilerini gözetmektir. Bu bir bakıma girişilen eylemin toplumda doğurduğu tepkiyi saptamak demektir. Bilimsel bir buluş, uygulamaya konulduğunda umulan sonuç alınmıyorsa ya da anlaşılamıyorsa, yöntemde bir yanlışlık varsayılmalıdır. Alınan sonuç ve karşılaşılan tepkiye göre yöntemde gereken düzeltmeler yapılmalıdır.

 

Sonuç olarak diyebiliriz ki bilim olmadan bilim kültürü oluşmuyor. Bilim ve bilgi üretmenin de ön koşulu bilim kültürünün oluşmasına bağlıdır. Her şeyden önce aklın inançtan, bilimin dinden tam bağımsızlığı sağlanmadan ve eğitimi ezbercilikten kurtarmadan bir toplumda ne bilim üretilir ne de bilim kültürü oluşturulabilir. Ancak nakilcilik yapılır.

 

İnanıyoruz ki yukarıda sözünü ettiğimiz temel koşulları yerine getirdiğimiz; laik, pozitivist, ulusalcı, demokratik, Atatürkçü eğitim ilkelerini uygulamaya koyabildiğimiz ve eğitim kurumlarımızı yeniden bu doğrultuda yapılandırabildiğimiz takdirde Türk ulusunun özünde var olan o yüksek bilim kültürü açığa çıkacak, Türk ulusu büyük bilimsel buluşlarını gerçekleştirecek ve çağdaş medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır!...