ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

Divan Şiirinde Yergi Amaçlı Söz Sanatları 

Prof.Dr. Mine Mengi
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
       

        Yergi, divan şiirinin üzerinde pek az durulmuş araştırma konularından biri olmasına karşın, eski şairlerimiz, şiir aracılığı ile yergiye oldukça sık başvurmuşlardır. Yergi, hasım görülen kişiye, kıskançlık beslenene, âşığın rakiplerine (ağyara), sevgiliye, ham sofuya (zahide), insanın alınyazısına ya da daha doğrusu feleğe, dünya düzenine, topluma vb. yönelik olmak üzere, şaka, sitem, hafifçe dokundurma, iğneleme, alay ederek küçük düşürme, kınama, taşlama ve kaba sövgü biçimlerinde yapılmış; edebiyatta da latife, mizah, mutayebe, mülatafa, hezl, ta’riz, hecv, zemm, şetm ve kadh gibi az ya da çok yergi anlamı ifade eden kelimelerle karşılanmıştır. Çoğunlukla, latife, mutayebe ve mülatafa, şaka, şakalaşma; mizah gülmece; hezl, nükteyle karışık alay, şaka arasında kınama anlamlarına gelmesine ve birini ötekinden ayıran özellikler bulunmasına rağmen, biz hafifçe dokundurma biçiminde de olsa, hemen hepsinin yergiyle bağlantılı olduğunu düşündüğümüz için, işleyeceğimiz konu içerisinde yergiyi genel bir terim olarak kullanmayı tercih ettik. Ancak, eski edebiyatımızda, yergi karşılığı yalnızca hiciv, sataşma ve taşlama karşılığı ta’riz, alay ederek küçük düşürme karşılığı tehzil, kınama karşılığı zemm ve sövme karşılığı olarak da şetm ve kadhın kullanılmış olduğu görüşünün [1] yanı sıra, günümüzde hiciv karşılığı kullanılan yerginin hiciv kavramını tam olarak karşılamadığı görüşü[2] de vardır. Geçmişten günümüze, bazen ayrı, bazen benzer, hatta bazen de aynı anlamda kullanılmış olan yukarıda sözlerini ettiğimiz bazı terimlerin üzerinde ayrıca durularak edebiyat terminolojisi içerisindeki yerlerine oturtulmaları gerektiği görüşündeyiz. Ancak, biz, bu yazının sınırları içerisinde terminoloji konusuna girmeksizin, yalnızca “Divan Şiirinde Yergi” konusunun bazı anlatım teknikleri üzerinde duracağız.

        Dilimize Arapçadan girmiş ve aslı “hecv” ve “hica” olan hiciv, sözlüklerde beğenmemek, hor görmek, kötülemek vb. kelimelerle karşılanmıştır. “Bir ademi şi’r ile zemm ve şetm eylemek.”[3] Hiciv, daha çok, kişisel düşmanlık ya da kıskançlık nedeniyle kişiye yönelik olup söz konusu kişiyi kötüleme, küçük düşürme hatta saldırı amacıyla ve çoğu zaman ağır ya da mübalağalı bir dil kullanılarak yapıldığından daha doğru bir ifadeyle insan onurunu incitmeye yönelik olduğu için İslamiyet’te hoş karşılanmamış; ayrıca, kırgınlığa neden olduğu ve şairine düşman kazandırdığı vb. düşüncelerle eski edebiyatımızda da fazla itibar görmemiştir. Ancak, başka nedenlerin yanı sıra daha çok kişisel yaratılışı ve seçimi nedeniyle hiciv amaçlı şiir yazan, hatta Nef’î gibi hicvi sanatının belirgin özelliklerinden yapan eski şairlerimiz de bulunmaktadır. Nef’î’nin bazı şiirleri de dahil, ağır yergi üslubu kullanılarak söylenmiş hicivlerin edebî değeri üzerinde –özellikle dillerinin müstehcenliği yüzünden- günümüze kadar hemen hemen hiç durulmamış; araştırma, inceleme konusu edilmemiştir.[4]

        Buna karşın, eskilerin hezliyyat dedikleri, daha çok şakalaşmak, latife söylemek, nükte yapmak, nükte yaparken de zekice, zarifçe dokundurmak ya da güzel bir mazmunla iğnelemek amacına yönelik şiirlere eski şairlerimizin çoğunun divanlarında rastlanır. Divanların dışında, mizahi eserler içinde dağınık olarak latifeler yer aldığı gibi, hezliyyat mecmualarının yanı sıra başlı başına bir edebî tür olan letaifnamelerin de hezliyyat bölümleri vardır. Eskiler, ister müstakil, ister bir eserin bölümü olarak yazdıkları söz konusu şiirlerde belli anlatım teknikleri kullanmışlar, bazı söz sanatlarından yararlanmışlardır. Biz bu yazıda, eskilerin zarifçe dokundurmak, iğnelemek, hafifçe yermek, zekice taşlamak amacıyla kullandıkları söz sanatlarını, baktığımız bazı divanlarda rastladığımız örnekler aracılığıyla tanıtmaya çalışacağız. Bu sanatların en bilinenleri istihza, istidrak, ta’riz ve kinayedir. Öncelikle, söz konusu sanatların çoğunun görünenle kastedilenin çelişkisine dayanan dolaylı anlatım tekniğinden yararlandıklarını belirtelim. Söylenenle söylenmek istenenin çelişkisine dayalı daha çok dokundurma, üstü kapalı ya da hafifçe yergi amacıyla yapılan söz sanatları arasında yerme amacına yönelik zekice söylenmiş, kimi zaman da nükteyle karışık yapılan bu söz sanatları aslında kesin çizgilerle ayrılması her zaman kolay olmayan sanatlardır. Gene de birini ötekinden ayıran bazı özelliklere rastlamak mümkündür. Sözünü ettiğimiz söz sanatlarının örneklerine geçmeden önce, bir bakıma yerginin ilk basamağını oluşturan, ancak doğrudan yergi amacı taşımayan, sadece sitem ederek, serzenişte bulunarak bir davranışı bir durumu kınama amacının güdüldüğü örneklere bakalım: 

        Mihr salmazsın bana rahm eylemezsin bunca kim

        Sâye tek sevdâ-yı zülfün pây-mâl eyler beni[5]

 

        Zülfi gibi ayagın koymaz öpem nigârum

        Yokdur anun yanında bir kılca i’tibârum[6] 

       Her ikisi de Fuzûlî ’ye ait olan yukarıdaki beyitlerde divan şiirinin bilinen dünyası içinde açıkça sevgilinin ilgisizliğinden yakınılmakta, âşığa ilgi göstermemesi kınanmaktadır. Rumelili Za’îfî’ye ait aşağıdaki beyitte de gene sevgilinin hercai yaradılışına sitem edilmektedir. 

        Gül gibi pâk-dâmen ola idi güzeller

        Her hâra gonce gibi olmayalardı mâyil[7] 

       Aşağıdaki beyitte de öz eleştiriye yönelik sitem olduğu görülmektedir:  

 Zülf-i dilberde yilersin delü dil vây seni

 Pîr oldun dahı gitmedi hevâ vü hevesün[8]             

       Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, bazen dolaylı bazen de açıkça sitem etme amacının güdüldüğü beyitlere hemen her divan şairinin divanında oldukça sık rastlanır. Ancak, bizim burada esas, üzerinde durmak istediğimiz, daha çok üstü kapalı ya da dolaylı yoldan söylenenle söylenmek istenenin çelişkisine dayalı kınama ve yerme amacına yönelik söz ustalıklarıdır. Bu sanatlardan ilki istihzadır.

        Sözlüklerde, alay, alay ederek küçük düşürme, birini “hezl idüp masharalığa alma”[9], ironi, nükte olarak tanımlanan istihzada kelimenin sözlük anlamlarından da anlaşılacağı gibi temelde alay etme amacının yattığı nükteli söyleyiş esastır. Örneğin; 

        Yigit mi oldun a cânım nedir bu kırmızı şal

        Başında dün dahi baglıydı kırmızı çenber[10]

 

        Nedir bu surhi-i rû bezme varmadan çünkim

        Ya Ka’beden mi gelirsin bu şekl ile kâfir [11] 

beyitlerinde Nedîm; delikanlı görünmeye, yaşı küçük olmasına rağmen yaşından büyük, yetişkin gibi davranmaya çalışan güzele alaycı bir dille takılmakta, aynı şekilde bir başka yerde de sevdiğinin gizli kapaklı ve toplumca hoş karşılanmayan davranış biçimini, büyük olasılıkla çapkınlığını nükte perdesi altında yermektedir. Bir de aşağıdaki beyitlere bakalım: 

       Behey yârân bu çarhun bizüm ile yog ise cengi

       Niçün vâdî-i mihnetde urur her gûşeden sengi

       Varur her cins hidmetkâr kulluk itmege ammâ

       Kimi bozgun kimi azgun kiminün hiç yok rengi

      

       Degül bir yumuş oglanı kapudan eksik ammâ kim

       Kimi kûr kimisi aksak kimi sangı kimi bengî

 

       Deve kannışlu vü ney-zen bakışlu şîvelü olur

       Bir iki gün gelüp bizüm kapuda dursa bir zengî

 

       Güneşe sâye vü aya tonuk dir serve gâyet pest

       Yüzi vü başı uyuz kel şu bir oglanlarun lengi[12]

 

Bu gazelde de gene sitemle karışık nükteli bir üslûpla feleğe çatılmakta, insanın karşısına isteğine uygun kişiler çıkarmadığı, yani devran gönlünce dönmediği için felek kınanmakta, hatta yergi yalnızca feleğe olmayıp sosyal yergiyle iç içe verilmekte ve insan karakterinin yozlaşmaya, değişmeye dönük yanı eleştirilmektedir. Divan şairinin çeşitli vesilelerle kınadığı zahit, ham sofu tipinin de divanlarda oldukça sık yergi konusu yapıldığı görülmektedir. 

       Fakîh-i medrese ma’zûr tut inkâr-ı ‘ışk itse

       Yok özge ‘ilmine inkârumuz bu ‘ilme câhildür[13]

 

       Aynı şekilde Rûhî de parayla güzellerin ilgilerinin çekilebileceğinden yani parayla satın alınabileceklerinden şöyle yakınır: 

       Vaslına olup tâlib gül-çehrelerün Rûhî

       Bî-hûde figân itme çün sîm ü zerün yokdur[14] 

Alayla karışık nüktenin ağır bastığı yukarıdaki örneklerin kiminde üstü kapalı, birkaçında da açıktan açığa dokundurma ya da kınama yoluna gidilmiştir. Ancak, hepsinde de takılma, alaya alma, şaka yollu yerme amacı ortak özellik olarak dikkat çekmektedir. İstihzadan sonra söz konusu edeceğimiz, dokundurma, taşlama, kınama amacıyla kullanılmış bazı söz sanatlarına yer veren aşağıdaki örneklerde ise, dolaylı anlatımın daha ağır bastığı görülmektedir. Bu örneklerde dolaylı anlatım daha çok üstü kapalı anlatım ve üstü kapalı anlatıma bağlı olarak da söylenmek istenenin tersini söyleme yani tezatlı anlatım ve çift anlama yer verme biçimlerinde ortaya konmuştur.

       Söylenenle, asıl söylenmek istenenin çelişkisine dayalı üstü kapalı ya da dolaylı olarak yapılan yergi amaçlı söz sanatlarından biri istidraktır. İstidrak sözlüklerde “yetişme, erişme, nail olma”[15]; “Bir nesne ile bir nesneyi idrak eylemek, kaydında olmak”[16] şeklinde tanımlanmaktadır. Edebî sanatlar arasında da över gibi görünerek yerme ya da yererek övme sanatı olarak bilinen istidrakın bu tanımıyla sözlük anlamları arasındaki bağlantı kanımızca, dolaylı yoldan amaca ulaşma yani överek yerme ya da yererek övme sanatı olmasıyla kurulmalıdır. Konumuz yergiyle ilişkili olduğu için biz burada istidrakın övgü perdesi altında yergi biçimi üzerinde duracağız. Şimdi örneklere bakalım: 

 Göz ucuyla ‘âşıka geh lutfeder gâhî ‘ itâb

 Bir su’âle yer komaz ol gamze-i hâzır-cevâb[17] 

Nef’î ’nin yukarıdaki beytinde, söz söyleme hüneri olan hazır cevaplık, sözü zamana ve zemine zekice uygun düşürme ustalığı anlamı altında, başına buyruk, ne yapacağı belli olmaz, güvenilmez anlamını kazanarak, sevgilinin yan bakışının değişkenliği, güvenilmezliği kınanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, sevgilinin bakışının ustalığı övülürken, bakışın arzu edilmeyen amaçlı olması yerilmektedir. Aynı şekilde, Fuzûlî’nin bir gazelinin birbirlerini izleyen aşağıdaki beyitlerinde de sevgilinin aşığa çektirdiği sıkıntılar, acımasızlığı yaptığı iş övülerek yerilmektedir.      

        Peykânlarunla doldı tenüm âferîn sana

       Bî-dâd çekmege tenümi âhen eyledün

Tahsîn sana ki gönlüm evin tîre koymadun

 Her zahm-ı nâvekün ana bir revzen eyledün

 

 Olsun ziyâde rif’atün ey âh-ı âteşîn

 Mihnet-serâmuzı bu gice rûşen eyledün[18] 

Yukarıdaki beyitlerde de istihzaya ve hüsn-i ta’lile dayalı övgü üslûbu içerisinde sevgilinin aşk okunun temrenleriyle âşığın bedenine adeta demirden bir zırh giydirerek onu zulmden koruması, âşığın gönül evini karanlıkta bırakmamak için yaralardan gönülde pencere açması ve âşığın ateşli ahlarının gece vakti onun mihnet evini aydınlatmak amacıyla yükselmesi övülürken aslında sevgilinin âşığa verdiği üzüntüler kınanmaktadır.

       Eski şairlerimizin oldukça sık başvurdukları yerme amacına yönelik bir başka söz ustalığı ta’rizdir. Sözlüklerde, “dokundurma, dokunaklı söz söyleme, taşlama”[19]; “kelamı kinaye ve tevriye ile söylemek”[20]; “Kapalıca itiraz etmek demektir. Bunu bir tarafı gösterip diğer tarafı kast etmek diye tarif ederler...”[21]; “Ta’riz ya da arz kinaye ile yakından ilgilidir. Yanlamak, yandan çarpmak anlamlarına gelir. Edebiyatta ifadeyi zarif bir tarzda zekice medlulünden başka yöne çevirme sanatıdır. Halk arasında taş atmak, taş yuvarlamak tabiri ile karşılanır. Kabalığa düşmeden yerme fırsatı verir.”[22] vb. tanımlarına ve açıklamalara rastlanan ta’riz de dolaylı anlatıma dayalı ve anlamın tezatlı verilmesiyle yapılan bir sanattır. Kaynakların ta’rizi kinaye ile bağlantılı görmeleri her iki sanatta da üstü örtülü anlatımın esas olması ve birden çok anlamın verilmesinden dolayıdır. Ancak, kinaye ile ilgili örnekler verildiğinde de görüleceği gibi kinaye söze, ta’riz ise genel anlama dayalı olup, ta’rizde kinayeye göre daha üstü kapalı anlatıma yer verilmektedir. Yani, birden fazla anlamın varlığı kinayede de bulunmakla birlikte, kinayede çıkış noktası asıl ve mecazi anlamlarında kullanılmış bir söze dayanır. Buna karşın ta’rizde, söylenmek istenen anlam ve söylenen anlam olmak üzere iki anlamın varlığı söz konusudur. Şimdi aşağıdaki örneklere bakalım:           

       Senün mihr ü vefâ gösterdigün ağyâra çok gördüm

       Galatdur kim seni bî-mihr okurlar bî-vefâ dirler[23]

 

       Hayâlinden gelür gam hâtıra cânâneden gelmez

       Sitem hep âşinâlardan gelür bîgâneden gelmez[24]

 

        Arz-ı hâlim çok efendim hâk-i pây-ı devlete

        Lutfun ammâ bî-niyâz-ı arz-ı hâl eyler beni[25] 

        Divan şiirimizin üç ayrı ustasından aldığımız yukarıdaki üç beyitte de sevgilinin âşığa ilgisizliği, âşığın aşkına karşılık göstermeyişi, ta’riz yoluyla kınanmakta, sevgili âşık tarafından ustaca taşlanmaktadır. Her üç beyitte de iç içe yerleştirilmiş iki anlam, söylenenle söylenmek istenenin çelişkisine dayandırılarak verilmiştir. Beyitlerin ilkinde ve sonuncusunda sevgilinin vefalılığı, lutufkârlığı söylenip vefasızlığı kastedilmekte, ikinci beyitte ise “âşina” “bigâne” tezatı yapılarak, âşığa sevgilinin hayalinin âşina, kendisinin ise bigâne olduğu, yani gene sevgilinin ilgisizliği vurgulanmaktadır. Ancak, her üç beyti de ustaca söylenmiş, başarılı beyitler yapan özellik, beyitlerin kuruluşunda tezatlı anlatımdan yararlanılmış olunmasının yanı sıra nükteye de dayandırılmış olmalarıdır. Ustaca dokundurma, beğenilmeyen davranışı ya da durumu istihzalı bir dille kınama amacına yönelik kullanılan ta’rizin, daha güçlü istihzaya dayandırılan biçimine de eskiler tehekküm demişlerdir. Örneğin, Bâkî ’nin aşağıda verilen beytinde ağır bir alaya yer verildiği, dolayısıyla tehekküme gidildiğini söyleyebiliriz.            

      Gözlerüm yaşını sûfî istemez yem kıldugum

      Görmedüm bir böyle har ‘âlemde yemden incinür[26]

        Yem kelimesinin hem deniz hem de hayvan yemi anlamlarında kullanıldığı yukarıdaki beyitte şair, “Dünyada yemden incinen, yani yem istemeyen böyle bir eşek görmedim” diyerek eşek yerine koyduğu ham sofu için ağır alaycı bir dil kullanarak kanımızca tehekküme yer vermiştir.

        Dolaylı anlatım tekniğinden yararlanan ve değişik amaçlı kullanımlarının yanı sıra yergi için de elverişli olan bir edebî sanat da kinayedir. Sözlükte, “... bir nesneyi tekellüm edip gayrı nesneyi irade eylemek ma’nâsınadır. Yahud bir lafzla tekellüm eylemek ma’nâsınadır ki anın hakikat ve mecaz tarafları mütecazip ola ya‘ni hakikatini ve mecazını idare mümkün ola.”[27], şeklinde tanıtılan kinaye, sözün anlam zenginliğine, daha doğrusu birden çok anlam yüklenmiş olmasına dayanan edebî sanatlardandır. Övmekten yermeye değişik amaçlarla kullanılır. Biz burada konumuzla bağlantılı olarak taşlama,sitem,kınama amacıyla yapılanı üzerinde duracak ve bu tür kinayeye örnek vereceğiz. Örneklere geçmeden, sözünü ettiğimiz yergi amaçlı öteki söz sanatlarının çoğunda olduğu gibi, kinayede de üstü kapalı ve çelişik anlatımın esas olduğunu belirtelim. Kinayede üstü kapalı anlatım bir sözün hem gerçek hem de mecazi anlamda kullanılmasıyla yapılır. Asıl amaç, ya da söylenmek istenen ise sözün mecazi anlamıdır. Şimdi örneklere bakalım:           

       Güzeller mihribân olmaz demek yanlışdur ey Bâkî

       Olur va’llâhi bi’llâhi hemân yalvarı görsünler[28]

      

       Kâmet-i servin nem-i eşküm ser-efrâz eyledi

       N’oldı ol nâzük nihâle şimdi nemden incinür[29]

 

       Kadrüni seng-i musallada bilüp ey Bâkî

       Turup el bağlayalar karşuna yârân sâf sâf [30]

       Her üç beytin de Bâkî’ye ait olduğu yukarıdaki örneklerin ilkinde kinaye, beytin sonunda yer alan “yalvarı görsünler” cümleciğindedir. Çünkü “yalvarı görsünler” hem kendine yalvarılsın, hem de para görsünler, yani kendilerine para verilsin anlamlarında kullanılmış olup güzellerin para karşılığı âşığa ilgi göstermelerinin mümkün olacağı alaycı bir dille yerilmiştir. İkinci beyite gelince, bu beyitte de “Selvi gibi olan sevgilinin boyu göz yaşlarımın suyuyla sulanarak uzamıştır; ancak, o nazlı fidana ne olduysa şimdi o sudan (ıslaklıktan) incinir.” şeklinde anlam verebileceğimiz gibi ilk dizenin anlamı değiştirilmeksizin ikinci dizeye “O nazlı fidana acaba ne oldu? O şimdi benim nem (neyim) den incinir.” şeklinde de anlam vermek mümkündür ki esas beyitte vurgulanmak istenen sitem de “nemden incinir” cümleciğinin bu ikinci anlamındadır. Çünkü bu beyitte de kınanan davranış biçimi, kendisine gösterilen bütün ilgiye karşın sevgilinin aşığa ilgisiz kalmasıdır. Üçüncü beyitte ise “turup el bağlayalar” sitem amacıyla kinayeli kullanılmıştır. Çünkü “Turup el bağlayalar”ın görünen anlamı cenaze namazı kılınırken namaz sırasında göğüs üzerinde ellerin üst üste getirilmesi hareketidir. Esas kastedilen mecazi anlamı ise Bâkî’nin hayattayken çevresindekilerden bekleyip göremediği saygıyı ancak öldükten sonra namazı kılınırken görebileceğine ilişkin serzenişte bulunmak amacıyla, beytin içine yerleştirilmiş olandır. Kinayeli anlatıma yer verilen beyti, güzel ve kalıcı kılan anlam da bu ikinci anlamdır.

        Yergiyi, edep, incelik, nükte çerçevesinde ve daha sanatlı bir üslûpla yapma isteğine dayalı yukarda sözünü ettiğimiz söz sanatlarının varlığına hemen her divan şairinin divanında rastlamak mümkündür. Sözle dokundurmanın, taş atmanın, kınamanın açıktan açığa değil, üstü kapalı olarak, nükteli bir biçimde ve çoğunlukla çelişik anlamlar içinde verilmesi söz konusu sanatların ortak yanlarıdır diyebiliriz. Ayrıca, divan şiirini ince ve güzel kılan özelliklerden birisi de şüphesiz nükteye dayalı dokundurmaya yer veren bu tür edebî sanatların varlığıdır. Kısacası, divan şiirinin estetiği bu sanatlar üzerine oturtulmuştur.  

Journal of Turkish Studies , 1996


 

[1] Agâh Sırrı Levend , “Divan Edebiyatında Gülmece ve Yergi”, TDAY Belleten  1970, TDK Yay., Ank. 1971, s. 37-45.

[2] Ferit Öngören , Cumhuriyet Dönemi Türk Mizah ve Hicvi, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ank. 1983, s. 138

[3] Mütercim Âsım , Kamus Tercümesi  III, İst. 1305, s.954; Mustafa Apaydın, Türk Hiciv Edebiyatında Ziya Paşa, Çukurova Üniv. Sosyal Bilimler Ens. bas. dok. t., Adana 1993, s. 16 vd.

[4] Nef’î , Sihâm-ı Kazâ , haz. Metin Akkuş , Ank. 1998

[5] Külliyât-ı Dîvân-ı Fuzûlî , İst. 1286, s 82

[6] age., s. 61

[7] Rumelili Za’îfî, Hayatı, San’atı, Eserleri ve Dîvânından Seçmeler, haz. Kâmil Akarsu , MEB Yay. 2462, İst. 1993, s. 216

[8] age., s. 212

[9] Mütercim Âsım , age. I, s.68

[10] Nedîm Dîvânı , Kasideler, haz. A. Gölpınarlı, İst. 1972,s.55

[11] age. s.55

[12] Rumelili Za’îfî , s.282

[13] Fuzûlî , age., s.32

[14] Külliyât-ı Eş’âr-ı Rûhî-i Bağdâdî , İst. 1287, s.138

[15] Ferit Devellioğlu , Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ank. 1988, s.545

[16] Mütercim Âsım , age.. III, s. 85

[17] Nef’î Dîvânı , haz. Metin Akkuş, Ank. 1993, s.285

[18] Fuzûlî , age., s.52

[19] Ferit Devellioğlu , age., s.1237

[20] Mütercim Âsım , age., II, s.431

[21] Tahir-ül Mevlevî, Edebiyat Lügatı , İst. 1972, s.161

[22] Kaya Bilgegil , Edebiyat Bilgi ve Teorileri  I, Belâgat, Atatürk Ünv.Yay.571, Ank. 1980, s.178

[23] Fuzûlî , age., s.27

[24] Dîvân-ı Nâbî , İst. 1292, s.91

[25] Nedîm , age., s.335

[26] Bâkî Dîvânı , haz. Sabahattin Küçük , TDK Yay., Ank. 1994, s.147

[27] Mütercim Âsım , age., III, s.916

[28] Bâkî Dîvânı , s.134

[29] age., s.147

[30] age., s.242