Divan şiirinin kuralcı yapısı, değişmez şiir geleneği öteden beri eleştiri konusu olmuştur. Ortak yargıya göre, belirli bir duygu, düşünce ve hayal dünyası içinde yoğrulmuş olan bu şiir, sınırlı söz varlığı ve anlatım gücü ile dikkate değer bir değişikliğe uğramaksızın yüzyıllar boyu olduğu gibi kullanılmıştır. Divan şiirinin anlatımında önemli yer tutan mazmun ve mecazlarla birlikte söz sanatlarının kullanımındaki değişmezlik de eski şiirimize yöneltilen eleştiriler arasındadır. Divan şiirinin dili eleştirilirken, hep aynı mazmunların tekrarlandığı, onun belkemiği olan benzetme ve mecazların kullanımında belirli kavram ilişkilerinin kurulduğu, benzer anlatım yollarının izlendiği, ancak usta şairlerin dilinde bunların az çok değişikliğe uğradığı Tanzimat’tan bu yana söylenenler arasındadır.
Yukarıda söz konusu ettiğimiz bu eleştiriler, divan edebiyatı, dönemini tamamladıktan sonra ortaya atılmıştır. Halbuki divan şairinin kendisinin de, zaman zaman, özellikle 17.yüzyıldan itibaren şiirde yenilik arayışı içinde olduğunu görüyoruz. Üzerinde sistematik bir biçimde düşünülmemiş olsa bile, şiirde yeni bir söz söylemenin, daha önce kullanılmamış anlatım yolu bulmanın üslûbun gereği olduğu, divan şiirinin kendi döneminde de fark edilmiştir. Nitekim, eski şairlerimizin, divanlarında zaman zaman “bikr-i mana”, “bikr-i fikr”, “bikr-i mazmun” sahibi olduklarını söylemeleri bu yenilik arayışının bir göstergesi olmalıdır.
Bikr-i fikr, bikr-i mana, bikr-i mazmun bulma isteği eski şairlerimiz arasında yaygındır. İşin ayrıntısına inmeksizin bakıldığında, bu üç terkibin de çokçası biri diğerinin yerine, daha doğru bir deyişle aşağı yukarı aynı ya da benzer anlamda kullanıldıkları görülür. Mananın, kastedilen şey, düşünce anlamında kullanımı, bikr-i mana ve bikr-i fikrin birbirlerinin yerine, geçmelerinin doğal nedeni görülmektedir. Öte yandan, edebiyat terminolojisi içinde, şiirin lafz yanıyla birlikte düşünülen ve söz ustalığı olarak kabul edilen mazmunun da divan şiir dilinde çoğu zaman mana yerine kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Mazmunun “mana”yı karşılaması ise adı geçen iki terkibe bikr-i mazmunun aynı kullanım ilişkisi içinde niçin girdiğini açıklamaktadır. Peki ama, aralarında uzun boylu anlam farklılığı olmadığını söylediğimiz söz konusu bu üç terkip ne demektedir? Bunlarla anlatılmak istenen nedir? Mütercim Âsım , Kamus Tercümesi ’nde bikr kelimesinin anlamlarını verirken, “......Her şeyin evveline bikr denir ve mesbuk bi’l-mesel olmayan her amel ve san’ata ıtlâk olunur” diyerek; bikrin her işin ve her sanatın benzeri görülmemiş ilk olanını, bir bakıma öncesi olmayanını ifade ettiğini belirtmektedir. Bikr, düşünce, anlam, benzetme gibi şiirle ilgili bazı kavramlarla birleştirilince bikr-i fikr, bikr-i mana ve bikr-i mazmun, bazı sözlüklerde daha önce söylenmemiş olmak kaydıyla sözün güzel ve ince söylenmesi diye tanımlanır. Görüleceği gibi bu tanımda bikr-i fikr, bikr-i mana ve bikr-i mazmunla sözün ilk ve yeni olmasının yanı sıra, hatta ondan daha önce sözün nasıl anlatıldığı yani ortaya konuş biçimi kastedilmektedir. Öyleyse, söz konusu terimler, divan şiirinin lafz ve manadan ibaret olduğu dikkate alındığında, geleneğin sürekliliği içerisinde, şairin gerek anlam, gerekse anlatımda estetik açıdan farklı, değişik olanı bulması, yakalaması demektir. Gelenekten kaynaklanan benzerlikler arasında şairin kendi kimliğini yani üslûbunu sağlayan ise farklılıktır. Bu durumda bikr-i mananın, şairini başkalarından ayırt ettirici özellik olarak üslûpla ilişkisi vardır.
Divan şiir terminolojisinde, bikr-i mana dolayısıyla anlatmaya çalıştığımız bu yeni, farklı söyleyişi gerektiren yaratıcılığın adına, ibda’ denmiştir. İbda’ ise, öteden beri, ortak konu, tema ve motiflerin pek değişmeyen kelime kadrosuyla farklı anlatımı olarak anlaşılmıştır. Bu farklı anlatımın temelindeki yaratıcılık isteği de çoğu zaman, divan şairinin kendisini eski ya da çağdaş şairlerle – İran ya da Osmanlı – kıyaslayarak kendisinin onlardan üstün olduğunu iddia etmesi, hatta daha doğru bir deyişle, kendi şairlik gücüyle övünme vesilesi olarak varlık göstermiştir. Örneğin, divan şiirimizin övgü ve yergi ustası Nef’î ,
Büte secde olalı görmedi bir kimse dahı
Bikr-i fikrim gibi bir şûh-ı dil-âşûb sanem
diyerek düşüncesinin herkesinkinden başka, kendine has oluşuyla övünür. Gene,
Muntazır tab’ıma ebkâr-ı me’ânî o kadar
Kesretinden birinin şeklini tasvîr edemem
beytinde de Nef’î , bikr-i mana bulmaktaki gücünü dile getirerek, bunu övünme vesilesi yapar. Ancak, divan şairinin özgünlüğe, yeniliğe yöneliş amacı ne olursa olsun bizce başkalarından farklı görünme, değişik olma isteğiyle yenilik arayışına girmesi önemlidir.
Bikr-i mana, bikr-i fikr, bikr-i mazmunun, divan şiir dilindeki ortak ya da benzer kullanımları ile anlamlarına dikkat çekmiştik. Öte yandan teşbih ilişkisi kurulduğunda, bikr-i mana, bikr-i fikr ya da bikr-i mazmunun benzetileni, çoğu zaman şuh bir güzel, bir sevgilidir. Örneğin, yukarıdaki beyitte geçen bikr-i fikr, “şûh-ı dil-âşûb” yani gönül karıştıran nazlı bir dilbere benzetilmiştir. Aynı şekilde aşağıdaki beyitte de şair kendine has düşüncesini güzele benzetmektedir.
Buldu şöhret o kadar hüsn ile bikr-i fikrim
Ki ona tâlib olan istemez esbâb-i cehâz
Sebk-i Hindî şiirinin önde gelen temsilcisi Nâ’ilî ise şiirinin başka şiirlerden farklı olan yeni görünümü ile ay yüzlü güzeller arasında benzerlik kurar.
Âb u tâb-ı tal’at-ı ebkâr-ı nazmın Nâ’ilî
Ta’n eder âyine-i hurşîde meh-rûlar gibi
Şüphesiz kurulan bu benzerlik ilişkisi divan şiirinde şiiri yapan mana ile lafzdan, mananın güzele, sevgiliye, lafzın ise o güzelin süsüne, giyim kuşamına benzetilmesinin sonucudur. Nitekim eski şairlerimizin, izafet-i teşbihiyye ilişkisi içerisinde şiirin anlam ya da öz yanını güzele benzeterek “şâhid-i mana” ve “şâhid-i mazmun” terkiplerini kullanmaları bunun kanıtıdır.
17.ve 18. Yüzyılların divan şiirine damgasını vurmuş olan Sebk-i Hindî akımının edebiyatımızdaki temsilcileri, yenilik arayışı içerisinde “mani-i nazik” yani ince, zarif anlam bulabilme çabası içersindedirler. Hayal gücünü ön plana çıkarmak amacıyla çağrışım zenginliklerine yer verildiği, kavramların anlatımında yeni benzetme arayışlarına gidildiği bu şiirde de mani-i nazik, bikr-i mazmun anlamını çağrıştırmaktadır.
17.Yüzyılın ikinci yarısında yaşamış ve eski edebiyatımızda hikemî şiir cereyanının önderliğinin yanı sıra en güçlü temsilciliğini yapmış olan Nâbî ’nin manaya bakışı ve yukarıda söz konusu ettiğimiz bikr-i mana ile ilişki kurabileceğimiz görüşleri ise oldukça ilginçtir. Oğluna ve oğlunun şahsında çağının gençlerine öğüt vermek amacıyla ünlü mesnevisi Hayriyye ’de, geçmiş divan şairlerinin şiir anlayışlarını eleştirirken mana konusuna değinen Nâbî ,
Baksan ekser suhan-i şâ’ir-i ham
Zülf ü sünbül gül ü bülbül mey u câm
. .........
Reh-i nâ-reftede cevlân edemez
Sapa vâdîleri seyrân edemez
Edemez sayd-ı me’ânî-i bülend
Atamaz gayrı şikârına kemend
Geçinir ma’ni-i hâyîde ile
Lafz-ı meşhûr u cihân-dîde ile
İki har-vârdur o beyt-i dûtâ
K’olmaya tâze kumâş-ı ma’nâ
. ........
Söyleme şi’ri tehî ma’nâdan
Agını çekme balıksız mâdan
Kokusuz lâleye benzer o suhan
Ki ola lafzı tehî ma’nâdan
Yukarıdaki beyitlerde görüldüğü gibi Nâbî , ilk beyitten başlayarak kendinden önceki şairleri lirik şiir anlayışının, âşıkane şiir üslûbunun dışına çıkamamakla, şiirde yeni anlatım yollarına gidememekle suçlamaktadır. Bu beyitlerine baktığımızda, onun yeni bir şiir anlayışının arayışında olduğunu hemen anlarız. Beyitlerde geçen “sayd-ı me’ânî-i bülend”, “ma’ni-i hâyîde”, “tâze kumâş-ı ma’nâ” terkipleri bize Nâbî ’nin yukarıda sözünü ettiğimiz “bikr-i mana” yani o zamana kadar söylenmemiş yeni konular, yeni anlatım yolları bulma arayışında olduğu düşüncesini çağrıştırmaktadır. Sıradan şairin ulaşamadığı yüce anlamlar avlamaktan, ağızda çiğnene çiğnene sakız edilmiş anlamlardan ve yeni anlam kumaşından söz eden Nâbî , içerisinde anlamın bulunmadığı boş şiirden, sözünde anlam bulunmayan şiirin kokusuz laleye benzediğinden de bahseder. Bütün bu beyitlerde geçen mana kelimesinin hep, kavramların sözle ifade edilen karşılıkları demek olmadığı ortadadır. Yani, Nâbî ’nin bu beyitleri, onun sadece söyledikleriyle ne demek istediği anlaşılmayan şiire, anlamsız şiire yönelttiği eleştiri olarak yorumlanamaz. Yukarıda sözü edilen “sayd-ı me’ânî-i bülend”, “ma’nî-i hâyîde”, “tâze kumâş-ı ma’nâ” terkipleri bize şairin, divan şiirinin öteden beri bilinen “bikr-i mana” yani şiirde söylenmemiş yeni anlatımlar, yeni hayaller yakalama isteğinde olduğu düşüncesini çağrıştırırken, gene aynı bölümde geçen,
Hikmet-âmîz gerekdir eş’âr
Ki me’âli ola irşâda medâr
Âb-ı hikmetle bulur neşv ü nemâ
Gülşen-i şi’r ü riyâz-ı inşâ
beyitleriyle desteklenince bizi şiirin asıl çekirdeğinin, özünün nasıl olması gerektiği düşüncesine götürmektedir. Nâbî burada, şiirde ana unsur olan manadan, şiirin nasıl olması gerektiği düşüncesine geçmektedir. O halde, Nâbî’nin artık bu beyitlerde geçen mana ile kastettiği, içerisinde düşüncenin bulunduğu şiirin varlığına yöneliktir. Biz, şairin burada mana ile şiirin insana, görüş, değer yargısı, hayatı yorumlama kapılarını açması gerektiği düşüncesine işaret ettiği görüşündeyiz.
Divan şiiri son ustalarını 18.yüzyılda yetiştirir. Yüzyılın ilk yarısında şairlik gücünü göstererek kendinden sonra adıyla anılacak bir akımın en başarılı temsilcisi olan Nedîm , gene yeni ve güzel şiirin arayışındadır. Ancak, Nedîm’e gelinceye kadar divan şiiri başarılı örnekler vermiş, artık bilinenin, söylenmiş olanın dışında güzel eser ortaya koymak güçleşmiştir. O, dönemin şairlerinin bu nedenle girmiş oldukları kısır döngünün farkındadır. Aşağıda,
..........
Sad hayf o gûne tâze mazmûn-ı hüner
Bir beyte henüz olamamış güncîde
..........
Ekser şu’arâ-yı ‘asr kullanmazlar
Bikr olduguçün suhanda tâze mazmûn
diyerek bir yandan şiire yeni söyleyiş getirilemediğini vurgularken, öte yandan da dönemin şairlerini yeni ve değişik şiir söylemedikleri için eleştirir. Kendisi ise diğerlerinden farklı, şiirde yeni bir yol açmıştır. Nedîm , şiirde yaptığının bilincinde kendisiyle övünür.
Kilk-i ‘ayyârın ‘aceb nâ-refte râh açdı Nedîm
Hâne-i endîşeden gülzâr-ı isti’dâda dek
Şeyh Gâlip , divan şiirinin son soluğudur. Kendinden öncekiler gibi o da şiirde bikr-i mana sahibi olma isteğindedir. Döneminde yeni ve o zamana kadar söylenmişlerden farklı şiir söylemeye duyduğu özlemi şöyle dile getirir.
Bikr-i ma’nâya tahassürle nevâ-yı suhanın
Sûr-ı Leylî’deki mersiyye-i Mecnûn gibidir
Tıpkı kendinden önceki şairlerin yaptıkları gibi, Şeyh Gâlip de yeniyi yakalayamayan sıradan şaire tepeden bakar; kendisinin şiire yenilik getirdiğini söyleyerek bu yeteneğiyle övünür.
Dâ’imâ fikr-i dehân-ı dil–rubâdır pişemiz
Ma’ni-i nâ-güfteye dil-dâdedir endîşemiz
Divan şiir geleneğinin özelliklerine ilişkin bazı eleştirilerden yola çıkıp, bu şiir içinde rastladığımız bikr-i mana terkibinin bizde çağrıştırdıkları üzerinde durduk. Bugünkü şiirimizde olduğu gibi, dünkü şiirimizde de gerçek duygu ve düşünce zemini şairin kendi dünyası, kendi evrenidir. Eski şairlerimizin hemen hepsi, yetenekleri ölçüsünde kurdukları bu hayal dünyasıyla övünürler. Divan şiir dilinde zaman zaman geçen, eski şairlerimizin sözünü ettiklerini daha önce belirttiğimiz “bikr-i mana” ise, o evren içinde yeni duygu ve düşünce üretmek olduğu kadar o duygu ve düşüncelerin özgün anlatımıdır da...Olgun örneklerin çoğalarak divan şiirinin klasik şiir niteliğini kazandığı dönemden itibaren de şairlerimiz anlam ve anlatım bakımından söz konusu ettiğimiz bu örneksiz şiir söyleme ve yenilik arayışına girerler. Sıradan şairin elinde bir varlık gösteremeyip eskinin tekrarı olarak kalan bu yenilik arayışı bizce, güçlü şairin elinde şiirdeki duygu, düşünce ve hayal dünyasının anlatılmasında; onun yeni anlatım yolları bulma istek ve çabasının bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Bu yenilik arayışının gerekçesi, geçmişin ya da o günün şairleriyle boy ölçüşmek olsa bile...
Dergâh , Eylül 1991
Nef’î , Dîvân , İst. 1269 s.146 (Güzele tapılmaya başlandı başlanalı,hiç kimse, özgün düşüncem gibi gönül karıştırıcı böylesi cilveli bir güzel görmedi.)
Halûk İpekten , Nâ’ilî , Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. 679, Ank.1986, s.126 (Nâ’ilî, şiirinin başkalarınınkinden farklı olan niteliklerinin yeniliği ve güzelliği, ay yüzlü güzellerin yaptıkları gibi güneşe dil uzatıp, onun parlaklığını kınar.)
Nedîm , Dîvân , Rubaiyyat, İst., 1338-1340, s. 207 (Yazıklar olsun! Şiirde ustalığın yeni tarzda anlatımı henüz bir beyite sıkıştırılmamış.) (Şiirde yeni mazmun söylemeğe kalkışılmadığı için, zamanın şairlerinin çoğu alışılmışın dışında şiir söyleyemezler.)
Nedîm , Dîvân , s. 154 (Nedîm, usta kalemin düşünce evinden yeteneğin gül bahçesine şaşırtıcı yeni bir yol açtı.)
Ali Alparslan , Şeyh Galib , Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 964, Ank. 1988, s. 80 (Sözünün tarzı, kendine özgü anlam yaratmaya duyduğu özlem yüzünden, Leyla’nın düğününde Mecnun’un söylediği mersiyeye benzer.)
age, s. 96 (İşimiz hep gönül kapan sevgilinin ağzını düşünmektir. Düşüncemiz, söylenmemiş, farklı anlamlara gönül vermiştir.)