ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

Bir Osmanlı Efendisi’nin Çizdiği Çelebi Tipi

Prof.Dr. Mine Mengi
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
       

 

      Günümüzde de görgülü, kibar, zarif insan, bey, beyefendi karşılığı kullanılan çelebi kelimesinin dilimizde kullanımı oldukça eskilere gitmektedir. 14. yüzyıldan itibaren şehzadeler, padişah nedimleri, Divan-ı Hümayun katipleri, şair ve müellifler vb. gibi daha çok okumuş yazmış, bilgili, kültürlü kimseler için “çelebi”nin unvan olarak kullanıldığını kaynaklar kaydediyorlar[1]. Nitekim I.Murad  ile Fatih dönemleri arasında Osmanlı şehzadelerinin çelebi unvanını taşıdıklarını biliyoruz. Ayrıca, Mevlânâ soyundan gelenlere, Mevlevi şeyhlerine Mevlevilik geleneği içerisinde çelebi denildiği gibi Bektaşilikte de Hacı Bektaş-ı Veli  soyundan olan erkeklere çelebi dendiği bilinmektedir. Hatta kaynaklarda belirtildiğine göre özellikle Osmanlılar’ın son dönemlerinde soylu Hristiyanlar da bu unvanla anılmışlardır.

       Zaman içerisinde molla, seyyid, bey, efendi, beyefendi vb. unvanları karşılayan kelime, unvan olarak kullanımının yanısıra geçmişten günümüze toplumda aranan, istenen bazı ortak değerlere sahip örnek insan tipi olarak kültür tarihimizdeki yerini almıştır. Tarih içerisinde daha çok Osmanlı toplumundaki sosyal statüyle bağlantılı kullanımının yanısıra çelebi, edebiyatta da aşina olduğumuz bir kelimedir. Eski edebiyatımızda, şuara tezkirelerinin kendilerinden çoğu zaman “şi’r ü inşâda sâhib-i iktidâr”, “şi’r ü inşâya pür-iktidâr” ve “tırâzende-i safha-i itibâr”, “beyne’l-emsâl şöhret-şi’âr” vb. kalıp ifadeleriyle söz ettikleri çelebi unvanlı epeyce kalem erbabı vardır. Âşık Çelebi, Kınalızade Hasan Çelebi , Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi, Çelebizade Âsım, Ahi Çelebi bunlardan hemen aklımıza gelenleri... Kaynak eserlerde özellikle tezkirelerde haklarında bilgi verilen çelebi unvanlı söz konusu kişilerin ortak özellikleri şair ve müellifliklerinden, âlimliklerinden başka dönemlerinde saygın kişilikleriyle itibar kazanmış olmalarıdır. Bu yazımıza konu olan aşağıdaki beyitlere gelince: Sâlim  Efendi’ye ait söz konusu aşağıdaki beyitlerde ise çelebi, daha genel anlamda, dönemin örnek insan tipi olarak çizilmektedir.

       Beyitlerin sahibi 18. yüzyılın tanınmış tezkirecisi Mirzâzade Mehmed Sâlim ’dir. Sâlim , tezkireciliğinin yanısıra, aynı zamanda divan sahibi bir şairdir. Dîvân’ında bulunan “Fahriyye” başlıklı mesnevi şeklinde yazdığı manzumenin bir bölümünü döneminin çelebi tipinin tanıtımına ayırır. Sâlim, anılan bölümde döneminin toplumunda olan bazı sosyal değişimlere ve bu değişimler doğrultusunda ortaya çıkan değer yargılarına da ışık tutarak çelebi insan nasıl olmalıdır? sorusuna cevap arar. Şair anılan bölümde söze, şehirli ile taşralı karşılaştırması yaparak başlar.

       Döneminde toplumu meydana getiren sosyal sınıflar arasında fark kalmadığını, seçkin insanla, sıradan insanın birbirine karıştığını, sıradan insanın da soylu gibi görünmeye özendiğini dile getirerek konuya girer. 

Öyle bir hâle girdi kim dünyâ

Fark olunmaz e’âli vü ednâ

 

Dün gelen taşradan yeni türkler

Eski mahdûm-ı şehre dahl eyler

 

Erguvânî giyip libâs-ı cedîd       

Hep mehâdîme etmede taklîd

 

Hara etmekle pûşiş-i dîbâ

Anı hâşâ ki eylemez zîbâ

                

Hele ne hâl ise gam-ı etrâk

Âh illâ ki ba’zı bî-idrâk

 

Bilmeyip haddini yine hâşâ

Çelebiyim deyü eder da’vâ

 

Kendi dîv-i sefîde benzer iken

Cehl ile böyle dûn-ahter iken

 

Bilmeyip kendini yine bâtıl

Çelebi denmege olur mâ’il[2] 

       Sâlim  Efendi’nin buraya kadar söylediklerinden, dönemin Osmanlı toplumunda Anadolu’dan İstanbul’a olan göç sonucu, İstanbullu ile taşralının, daha doğrusu şehirli ile köylünün karşı karşıya geldiğini, taşralının şehirli gibi olma, onu taklit etme yoluna gittiğini ve bu gelişmeden şehirlinin rahatsız olduğunu öğreniyoruz. İstanbul’da doğup büyümüş bir Osmanlı bürokratı olan Sâlim, taşralı yerine, taşralı anlamında kullandığı Türklerin, İstanbul efendilerini giyim kuşamlarıyla taklit ederek, şehrin eski efendileriyle karışmalarından hatta onların yerine geçmelerinden yakınmaktadır. Ancak, şairi rahatsız eden en önemli husus taşralının şehir insanının giyim kuşamını taklit etmesinden çok çelebi olmaya özenmesidir. Çünkü çelebilik şehre, şehirliye özgüdür. Hatta çelebi olmanın belki de ön koşulu şehirli olmaktır. Şair, beyitlerin devamında gerçek çelebinin tasvirini ise şöyle yapar: 

            Çelebi lâgar u latîf ister

            Tab’ı âyînesi nazîf ister

 

            ‘An’aneyle olup kibâr-zâde

            Söylene hep zekâsı dünyâda

 

            ‘İlm ü fazl u fünûn-ı vâlâya

            Hatt u imlâ vü şi’r ü inşâya

           

            Kudreti zâhir ola ser-tâ-pâ

            Eyligin söyleye bütün dünyâ

 

            ‘İlm ü tedrîse eyleyip gûşiş

            Hakkı dâmenle etmeye pûşiş 

       Yukarıdaki beyitlerde, öteden beri Osmanlı toplumunun çelebi olmanın gereği saydığı temel değerlere dikkat çekildiği görülmektedir. Çelebilik soylu olmayı gerektirir; gelenekle kazanılır; ince, nazik, zeki, iyi eğitilmiş, kalem erbabından, olmasının yanı sıra, çelebi insan dürüstlüğü ve iyiliği ile tanınmıştır. Mirzâzade Mehmed Sâlim , ayrıca değişen toplum şartlarının getirdiği yeni değerleri de çelebiliğin hasletleri arasına katmıştır. Örneğin, çelebi har vurup harman savurmamalı tutumlu olmalıdır; eğlenceye, zevke fazla düşkün olmamalı, borç yapmamalıdır. Memuriyeti sırasında adil davranmalı; haktan, haklıdan yana olmalıdır. Eğitimsizlik, hele cehaletle şöhret kazanmak Sâlim Efendi’nin dönemindeki sahte çelebilerde kınadığı en kötü vasıftır. 

            Olmaya her hevâsına meftûn

            Tâ sefâhatla olmaya medyûn

 

            Var iken bir libâs-ı müstesnâ

            Borc ile iki etmeye ammâ

 

            Halt edip ol ziyâde haddinden

            Borca batar dahı müderris iken

 

            Sonra mansıb alunca ol azlem

            Gele dâd u şikâyete ‘âlem

 

            Dâda dîvâna geldiginde bular

            İsmini kim bilir nice derler

                        ..............

            Hazm ederdim bunu ne hâl ise ben

            Dâd ammâ ki ba’zı câhilden

 

            Belli olmuş iken ‘ayârı anın

            Câhil ü cehl iftihârı anın 

        Söz böylece uzayıp gitmektedir. Ancak görüldüğü gibi beyitler, yeni toplum şartlarına göre yeniden yapılanması istenen çelebi insanın tanıtımıyla birlikte dönemin toplum yapısındaki bazı sorunlara da ışık tutmaktadır. Ekonomik sorunların yaşandığı, adalet mekanizmasının gerektiği gibi çalışmadığı, cehaleti şiar edinmiş sahte çelebilerin türediği bir dönemdir. Sâlim Efendi’nin yaşadığı dönem...Sosyal ve ahlâki değerlerin isteneniyle istenmeyeni birbirine karışmıştır. Anadolu’dan İstanbul’a olan insan göçüne dolaylı olarak dikkat çekilmiş ve göçle birlikte değerler karmaşasının ön plana geçtiği, bir bakıma dönemin örnek aydın tipi olan çelebinin tanıtımı sırasında dile getirilmiştir.

        Öte yandan, hemen her toplumda ve her devirde görülen şehirlinin köylüye tepeden bakması, onu küçümsemesi, taklitçilikle suçlaması Sâlim Dîvânı’nda da karşımıza çıkar. Ancak burada, verilen beyitlerde de açıkça görüldüğü gibi şairin kınamasının taşralı, köylü anlamında kullandığı “türk”e yönelik olduğunu bir kez daha belirtelim... Sâlim Dîvânı ’ndaki beyitler dikkate alındığında günümüz aydınlarından bir kısmının düşündüğü gibi “Etrâk-i bî-idrâk” sözünün Osmanlı’nın Türk ırkı için kullandığı bir tavsif olmadığı, bu tavsifin farklı anlaşılması gerektiği ortaya çıkar.  

Dergâh, Kasım 1995


 

[1] W. Barthold , Çelebi mad., İsl.Ans., III, İst.1988,s. 369 vd.

  Mehmet İpşirli, Çelebi mad., T.Diy.Vak.İsl.Ans. ,VIII, İst.1993,s.259

  Mehmet Zeki Pakalın, Çelebi mad., Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü , I, İst.1993 s.342 vd.

[2] Çelebi insan tipinin tanıtıldığı beyitler, Mîrzâzade Mehmed Sâlim Dîvânı , haz. Adnan İnce, Ank. 1994, (Tetimme Der-Beyân-ı Nefsü’l-Emr,s.176-178)den alınmıştır.