ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

WİLBRAND VON OLDENBURG SEYAHATNAMESİNE GÖRE XIII.YÜZYILIN BAŞLARINDA ÇUKUROVA

Yar.Doç.Dr. Mehmet ERSAN*

Kudüs'ü kutsal ülke olarak kabul eden ve öteden beri burayı ziyarete gelen Avrupalıların özellikle 1096 yılında başlayan Haçlı Seferleri'nden sonra daha yoğun olarak bölgeye geldikleri görülmektedir. Gerek Haçlı Seferleri sırasında, gerekse daha sonraki dönemlerde Ortadoğu'ya gelen Avrupalıların kaleme aldıkları eserler bölgenin hem siyasi, hem de sosyal tarihi hakkında önemli bilgiler içermektedir. Tebliğimize kaynak teşkil eden seyahatname de, 1211-1212 yılında bölgeye gelen ve bir din adamı olan Wilbrand von Oldenburg tarafından kaleme alınmıştır. Wilbrand, Oldenburg dükü II.Heinrich ile Hallermund kontesi Beatrix'in oğlu olarak papazlar sınıfına girmiş1 ve Hildesheim'de görevli olduğu yıllarda Ortadoğu'ya gelmiştir. Oldenburg, bu seyahatnameyi, "Kutsal Ülke'ye gitmek isteyip de gidemeyenlerin, en azından kendisinin yazdıklarını okuyarak hasretlerini biraz olsun gidermeleri ve oradaki ahvalden haberdar olmaları"2 maksadıyla kaleme aldığını ifade etmektedir Esasen Wilbrand von Oldenburg diğer seyyahlar gibi gezip-gördüğü yerlerin sosyal ve ekonomik durumuna pek fazla işaret etmemekte, ancak takip ettiği yollar ve yoların mesafesi, yol üzerinde bulunan kalelerin o günkü durumunu ayrıntılı bir şekilde vermektedir. Bir din adamı olmasından dolayı Hıristiyanlıkla ilgili çeşitli inanış biçimleri ve menkıbeleri de seyahatnamesine dahil etmiştir. Bununla birlikte von Oldenburg'un, satır aralarına serpiştirdiği bazı bilgilerden sosyal hayata dair sonuçlar çıkarmak mümkündür.

25 Ağustos 1211'deAkka'da karaya çıkan Wilbrand von Oldenburg, Doğu Akdeniz sahilini kuzeye doğru takip ederek Antakya'ya gelmiş, buradan Çukurova'ya geçerek Misis (bugünkü Yakapmar), Tarsus,Sis (bugünkü Kozan), Adana gibi şehirleri dolaşarak Kıbrıs'a geçmiş ve buradan Kudüs'e gitmiştir. Biz bu tebliğimizde, Wilbrand von Oldenburg'un seyahatnamesinde kaydettiği gözlemlerden hareketle, Çukurova'nın XIII. yüzyılın başlarındaki durumunu ortaya koymak istiyoruz. Bunu yaparken önce bölgenin siyasi durumuna göz atmayı, daha sonra seyyahın gördüğü şehirler hakkında verdiği bilgileri ve nihayet bölgedeki ticari ve zirai hayat ile diğer konulara ait gözlemlerini değerlendirmeyi uygun gördük.

Tarih boyunca çeşitli kavimlerin yaşadığı ve bir çok devletin hüküm sürdüğü Çukurova'nın, 965'de Müslümanların elinden çıkıp Bizans İmparatorluğunun egemenliğine girmesinin ardından demografik yapısı da değişmeye başlamıştır. Bizans İmparatorluğu tarafından zaptından sonra Çukurova'da, Müslümanlardan boşaltılan kale ve kasabalara, çoğunluğunu Ermeniler'in oluşturduğu Hıristiyan göçmenler yerleştirilmiştir. XI. yüzyılın ilk yarısında da Bizans İmparatorları'nın Doğu Anadolu'dan göçe zorladığı Ermeniler'in bir kısmı yine Çukurova'ya gelmiştir. Ermeniler aynı yüzyılın sonlarında bir müddet Türkiye Selçuklu Devletinin hakimiyetinde de kalmış olan Çukurova'nın dağlık bölgelerinde tutunarak bir Ermeni Prensliği kurmayı başarmışlardır. Wilbrand von Oldenburg'un bölgeye geldiği yıllarda da, yine Türkiye Selçuklularına tâbi olarak Kilikya Ermeni Krallığı hüküm sürmekteydi.

Diğer taraftan Kutsal ülkeyi Müslümanlar'dan kurtarmak parolasıyla 1096 yılında başlatılan I. Haçlı Seferi ile Anadolu'ya ve Yakındoğu'ya gelen haçlı reisleri, bölgede ele geçirdikleri yerlerde küçük siyasi teşekküller oluşturduktan sonra topraklarını genişletme siyaseti gütmüşlerdir. Bu siyasi teşekküllerden biri olan Antakya Haçlı Princepsliği genişleme sahası olarak özellikle Çukurova'yı seçtiğinden, Kilikya Ermeni Krallığı ile sürekli hakimiyet mücadelesi içerisinde bulunmuştur. Dolayısıyla bölge, tarihleri boyunca Kilikya Ermeni Krallığı ile Antakya Haçlı Princepsliği'nin hakimiyet mücadelesine sahne olmuştur.

Bu durumun tespitinden sonra Wilbrand von Oldenburg'un Çukurova'ya ait gözlemlerini değerlendirebiliriz. Daha önce de söylediğimiz gibi Akka'da karaya çıkan ve kuzeye yönelen Wilbrand von Oldenburg, Antakya'da birkaç gün kaldıktan sonra Çukurova'ya hareket etmiştir. Seyyahımız, yolu üzerinde bulunan, Toroslar'm güneyden girişini kontrol altında tutan Bagras (bugünkü Kızlar Kalesi)'ı, "çok kaim, dairevi üç sur ile çevrili ve çok güçlü bir kale"3 olarak tasvir ediyor. Von Oldenburg, o sırada Ermeni Krallığı'nm hakimiyetinde olan kalenin, Haçlı Şövalyeleri'nin elinden zorla alınmış olduğunu bizzat bu şövalyelerin iddia ettiklerini kaydetmekle,4 Ermeniler'in bölgede bulunan şövalye tarikatlarına karşı takip ettiği siyaset hakkında da bir fikir vermiş oluyor. Baglas, Antakya Haçlı Princepsliği ile Ermeni Kırallığı arasındaki bir mevkide bulunduğundan stratejik öneme sahiptir. Dolayısıyla böyle bir yerin Haçlı Şövalyeleri'nin elinde bulunması Ermeniler için tehlike arz etmektedir. Fakat diğer taraftan. Ermeni Krallığı'nın şövalye tarikatlarını karşısına almadığı, aksine bazı haçlı şövalye tarikatı üyelerine bir takım imtiyazlar vererek onların gücünden faydalandığı anlaşılmaktadır. Zira 6 Ocak 1212'de bir yortu münasebetiyle yapılan merasimde, bir şövalye tarikat liderinin 1000 kişilik bir kuvvetle kralın yanında yer aldığı,5 ayrıca onlara iç kısımlarda bulunan bazı kalelerin bağışlandığı görülüyor.6 Bunlardan başka, özellikle ticari çıkarlar gözetilse de onların Misis ve Tarsus arasında bulunan Cumbetefort'ta bir Haç konaklama tesisi kurmalarına da izin verilmiştir.

Bagras'dan İskenderun'a gelen Wilbrand von Oldenburg, tabii şartlar dolayısıyla çok iyi korunan Çukurova'nın az sayıda girişi olduğuna, izinsiz bu geçitlerde ilerlemenin mümkün olmadığına, kale ve şehirlere girmek için Kral'ın izni gerektiğine şahitlik etmektedir. Toroslar'da bulunan az sayıdaki geçitler bilhassa ticari açıdan önem arz etmekteydi. Türkiye-Suriye arasındaki ticaret trafiğini sağlayan bu yolların zaman zaman emniyetinin ortadan kalktığı, tacirlerin saldırıya uğrayarak soyulduğu görülmektedir. Bu yolların kesilmesi ve soygun hadiselerinin Ermeni Krallığı'm bilgisi dışında gelişmiş olma ihtimali oldukça zayıftır. Çünkü yüksek bir ticari siyaset takibeden ve bir çok seferlerini de bu maksatla yapan Türkiye Selçuklu Sultanları'nm, kendilerine tâbi olmalarına rağmen Ermeniler'in bu tür tecavüzlerde bulunması karşısında sessiz kalmayıp Ermeniler üzerine ordu göndermek suretiyle yeniden bu yolların asayişini temin ettikleri görülmektedir.7

İskenderun'dan Misis'e geçen Wilbrand von Oldenburg, burayı "çok hoş bir nehrin kenarında, zaman sürecinde çok çile çekmiş kuleli surlar ile çevrili gösterişli bir şehir"8 olarak tasvir ediyor. Şehrin bir Ermeni piskoposluk merkezi, nehrin kıyısında bulunuyor olması ve oldukça büyük surların olmasına rağmen nüfusunun az olması9 dikkat çekmektedir.

O günün şartlarına göre iki günlük bir seyahatten sonra Misis'ten Tarsus'a gelen seyyahımız, şehirin surlarının kısmen yıkık, buna karşılık şehrin doğusunda inşâ edilmiş olan gayet sağlam ve kuvvetli başka bir kalenin daha bulunduğunu ifade etmektedir.10 Misis'in aksine burda nüfusun kalabalık olduğunu söyleyen von Oldenburg, şehirde iki tane kilisenin bulunduğunu, bunlardan büyük olanının şehrin ortasına inşa edildiğini naklediyor. Büyük Kilise'nin kapısının önündeki bir köşede Abbasi Halifesi Me'mun'un kızı Aişe'ye ait mezar bulunuyor.11 Oldenburg, Müslümanların bu türbeye çok saygı gösterdiklerin ifade etmektedir.12 İlhanlıların Anadolu'da hakim oldukları dönemlerde Ermeniler üzerine kumandan tayin edilen Bulargu, bu türbeyi ziyaret ettiğinde, Ermeniler tarafından domuzlarla kirletildiğini görmüş ve Ermenilere çatmıştır.13

Tarsus'tan Adana'ya geçen von Oldenburg, şehrin hoş bir bölgede, bir nehrin kenarında kurulmuş olmasına rağmen nüfusunun fazla olmadığını kaydetmektedir. Seyyahın, Adana ile ilgili en ilgi çekici kaydı, burada çok sayıda falcı ve müneccim bulunduğunu söylemesidir.14 Bilindiği gibi müneccimlik Ortaçağ'ın önemli mesleklerinden biri idi.

Adana'dan sonra Kilikya Ermeni Krallığı'nın başşehri olan Sis'e (bugünkü Kozan) gelen von Oldenburg, şehir nüfusunun fevkalade kalabalık ve varlıklı olduğunu kaydetmektedir. Seyyah, Sis'in tahkimatının olmadığını, şehrin yukarısında ve bir tepenin üzerinde bulunan kalenin çok sağlam olduğunu, bu tepenin yamacında ise şehrin bizzat belli bir düzen içinde kademeli olarak yükseldiğini ifade etmektedir. 15 Bu durum Anadolu'da görülen Türk şehirlerinin gelişimi ve iskan süreci ile benzerlik göstermektedir. Şöyle ki, kale nüfusu zaman içerisinde artmakta ve kalenin dışına taşmaktadır. Kale dışına taşan bu iskân mahalleri çoğu kez ikinci bir sur ile emniyet altına alınmakta idi. Ancak zaman ile bu ikinci surun dışında da mahalleler oluşuyor ve şehir, kalenin eteklerine doğru gelişiyordu.

Sis'ten Anavarza-16 ya gelen von Oldenburg, burayı "ovanın ortasında, yüksek bir dağın üzerinde çok önemli bir kale" olarak tasvir etmektedir. Von Oldenburg, bu dağın eteklerinde vaktiyle bir şehrin kurulmuş olduğunu ifade etmektedir. Bu şehrin vaktiyle mevcudiyetinde ise iki mil uzunluğunda ve yüksek sütunlarla taşman gayet büyük ve hayranlık uyandıran bir su tesisatının bulunuyor olmasını delil göstermektedir.17 Sis'ten yaklaşık sekiz mil uzaklıkta bulunan Anavarza kalesi, bölgeyi kontrol ediyor ve tarım için son derece elverişli olan ovanın emniyetini sağlıyordu. Esasen tahrip edilmiş de olsa su tesisatının bulunuyor olması, bu kalenin eskiden beri önemli bir yere sahip olduğunu gösteriyor.

Anavarza'dan Kadirli-Osmaniye yolunun Ceyhan Irmağı'nı aştığı yerde ırmağın kuzey kıyısında bulunan, bugünkü adı Gökçedam18 olan Adamodana (yada Amuda)'ya gelmiştir. Ermeni Kralı tarafından Alman şövalye tarikatına bağışlanan bu kale sakinlerinin geçim kaynaklarının başında balıkçılığın geldiği anlaşılıyor. Çünkü von Oldenburg,ahalinin avladıkları balıkları arabalarla ve yük atlarıyla taşıdıklarını kaydetmektedir.19

Adamodana'dan bugün Toprakkale olarak adlandırılan ve o sırada bir Ermeni asilzadesine ait olan Thila20 kalesine gelen seyyahımız, bu kalenin yükselen ve "Macera Dağı(Berg der Abenteuer)" olarak adlandırılan bir tepe ile ilgili bir efsane nakletmektedir. Efsaneye göre her kim altı hafta boyunca perhiz eder ve sonra içi-dışı bir olduğu halde bu tepeye giderse, her türlü iyilik ve mutluluk kendisine bahsedilmektedir. Kendisine anlatıldığına göre, şövalyenin biri, adı geçen bu tepeye gitmiş ve öyle bir mutluluğa sahip olmuş ki, bulduğu bir sofra örtüsü, sofra arkadaşlarının ve misafirlerinin her türlü isteğini hemen yerine getiriyormuş.21

Toprakkale'den ayrılan ve üç günlük yolculuktan sonra Korykos (Ayas=Yumurtalık'ın hemen yanında bulunan bugünkü Kızkalesi)22'a gelen Wilbrand von Oldenburg, buradan Kıbrıs'a geçmiştir Korykos ile ilgili olarak seyyahımız, iyi bir limanın olmasının yanında, harabe haline gelmiş olmakla birlikte, insanda hayranlık uyandıran mimari eserlerin bulunduğunu kaydetmektedir.23

Oldenburg, Çukurova'da Ermenilerin hakim olduğu bölgede yaşayan toplulukları sayarken "burada Ermeniler'den başka Franklar, Grekler, Süryaniler, Türkler ve diğerleri yaşamaktadır" diyor.24 Çukurova, coğrafi konumu dolayısıyla tarih boyunca çeşitli milletlerin hüküm sürdüğü bir bölgedir. Dolayısıyla her hâkim devlet kendi döneminde bölgeye kendi insanını iskân etmiştir. Zamanla hâkim güç veya güçlerin değişmesine, bütün kıtal ve sürgünlere rağmen bu iskan neticesinde orada daha önce yerleşmiş olan toplulukların bakiyelerinin XIII. yüzyılın başlarında mevcudiyetini muhafaza ettikleri görülüyor. Diğerlerinden kastedilen topluluklar ise Venedikli, Cenevizli, Arap ve Yahudi tacirler olmalıdır.

Çukurova Suriye'den gelip Konya ve İstanbul'a ulaşan ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Yine Tebriz ve Orta Asya'ya giden belli başlı ticaret yollarından birinin başlangıç noktası da Ayaş (Yumurtalık) limanıydı. Türkiye Selçuklu Sultanları'nın iktisadi gelişmeyi ön planda tutan siyaseti, buna paralel olarak Batılı tacirlere ticari imtiyazlar veren antlaşmaların yapılması ve bunların hayata geçirilmesinin de etkisiyle, XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Anadolu, Yakındoğu'nun en önemli ticaret merkezlerinden biri oldu. Dolayısıyla Çukurova bölgesi de bu gelişmeden olumlu yönde etkilenmiştir. Von Oldenburg'un, gezip-gördüğü Çukurova şehrlerinde halkın iktisadi durumunun oldukça iyi olduğunu ifade etmesi,25 bölgede yaşayan insanların bu ticari hareketlilikten oldukça istifade ettiğini göstermektedir. Cenevizlilere ve Venediklilere ticari imtiyazlar sağlanırken, bölgede bulunan Alman Şövalye Tarikatı'na dağ yollarına hakim bir konumda olan Servendikar (bugünkü Savurankale)26'da özel bir gümrük dairesi kurma izni verildiği gibi, yolculann konaklamasına hizmet etmek için Misis ile Tarsus arasında (Cumbetefort'da) bir Haç konaklama tesisi kurmalarına da müsaade edildiğinden27 yukarıda bahsetmiştik.

Çukurova'nın orta kısmındaki düz ve çok verimli arazilerinde yapılan ziraat, halkın en önemli geçim kaynağı olma özelliğini koruyordu. Bu dönemde Çukurova'da tarım ürünleri olarak; buğday, arpa, pamuk, çavdar, ayrıca üzüm, armut, erik, kayısı, limon, portakal, kestane, hurma, badem, ceviz keçiboynuzu gibi meyveler yetiştiriliyordu.

Von Oldenburg, Çukurova'da çok iyi at otlaklarının olduğunu kaydediyor.28 Kilikya Ermeni Kralı'nın 1285'de yapılan antlaşma çerçevesinde yıllık 25 at ve 25 katırı Memluk Sultanına gönderecek olması2 Çukurova'daki at yetiştiriciliğine bir işarettir

Von Oldenburg, Çukurova'da gördüğü ormanların sıklığının kendisine Almanya'yı hatırlattığını ifade ediyor. ° Esasen Ortaçağ boyunca Çukurova'da pek çok kereste imâl edilerek, özellikle gemi yapımında kullanılmak üzere İskenderiye, Dimyat ve diğer Mısır şehirlerine ihraç  ediliyordu.31 Bölgeden ağaç ve ağaç mamullerinin ihracatını genellikle Cenevizliler ve Venedikliler yapmaktaydı.32

Daha önce söz edildiği gibi, von Oldenburg'un halkın avladığı balıklan atlar ve arabalar taşıdığını ifade etmesi33 balıkçılığın, bölgede önemli bir ekonomik faaliyet olduğu gösteriyor.

Sonuç olarak XIII. yüzyılın başlarında Çukurova bölgesinde Türkiye Selçuklulanna tâbi olarak hüküm süren Kilikya Ermeni Krallığı'nda çeşitli milletlerden topluluklar yaşamakta, arazinin verimliliği yanında bilhassa Türkiye Selçuklulannm takip ettiği siyaset neticesinde yollann emniyetinin sağlanmasıyla canlı ticari hayatın mevcut olduğu anlaşılmaktadır.

* Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, İzmir

1 S.Schein, "Wilbrand (Willebrand)von Odenburg",Lexikon des Mittelalters, München 1998Februar, s.112-113

2 Wilbrand von Odenburg, Reise nach Syrien Kleinarmenien und in's heilige Land, neşr ve Almanca ter. J.C.M.Laurent,Hamburg 1859,s.41.

3 Oldenburg, a.g.e.,s.52.

4 Oldenburg, a.g.e.,s.52.

5 Oldenburg, a.g.e.,s.55.

6 Oldenburg, a.g.e.,s.57.

7 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, 2.Baskı s.283 284, 342-343.

8 Oldenburg, a.g.e.,s.53.

9 Oldenburg, a.g.e.,s.53.

10 Oldenburg, a.g.e.,s.54.

11 Oldenburg, hatalı olarak Hz. Muhammed'in kız kardeşinin mezarı diyor Bkz.a.g.e.,s.54

12 Oldenburg, a.g.e.,s.54.

13 Kaşani, Tarih-i Olcaytu, neşr. Mahin Hambly.Tahran 1348, s.77-78.

14 Oldenburg, a.g.e.,s.55.

16 Bugün, bu kalenin aşağısındaki yerleşim yerindeki köye Dilekkaya denilmektedir.bkz. Bilge Umar, Türkiye'deki tarihsel Adlar, İstanbul 1993,s.67.

17 Oldenburg, a.g.e.,s.56. ı8Umar,a.g.e.,s.313

19 Oldenburg, a.g.e.,s.57

20 Thila, Arap Kaynaklarında "Teli Hamdun",Ermeni kaynaklarında "Thü" şeklinde kaydedilmiştir. Krş.Hansgerd Hellenkemper,Burgen der Kreuzritterzeit in der Grafschaft Edessa und im Königreich Kleinarmenien, Bonn 1976, s. 140.

21 Oldenburg, a.g.e.,s.57

22 Hellenkemper,a.g.e.,s.242-243

23 Oldenburg, a.g.e.,s.58

24 Oldenburg, a.g.e.,s.52

25 Oldenburg, a.g.e.,s.53,54,55

26 Hellenkemper,a.g.e.,s.lll.

27 Oldenburg, a.g.e.,s.53

28 Oldenburg, a.g.e.,s.53

29 Fridrich Hild-Hansgerd Hellenkemperi Kilikien und Isaurien, 1. Teil, Wien 1990, s. 113.

30 Oldenburg, a.g.e.,s.57

31 İbn Battua, Seyahatname, Sadeleştiren ve Baskıya Hazırlayan Mümin Çevik, İstanbul s.193

32 Hild-Hellenkemper, a.g.e, s.115.

33  Oldenburg, a.g.e.,s.57