Ölüm insanoğlunun yaşadığı ortak olaylardan biridir. Her ölümlü bilinçlendiği günden itibaren bir gün öleceğini bilmektedir. Bu nedenle hemen her toplumda ve her dönemde, ölüm ve ölüm sonrası uygulanan pratikler ve bunlara bağlı inançlar görülmektedir. Bu pratiklerin şekillenmesinde milletin uygarlık düzeyi, gelenekleri ve dini inançları belirleyici öğe olmaktadır. Ölüm ve sonrasında uygulanan pratikler ölüye karşı saygıyı, yaşanan üzüntüyü, ölüme karşı duyulan korkuyu yansıtmaktadır. Bugün küreselleşen dünyamızda teknolojinin hızla ilerlemesi, kitle iletişim araçlarının dünyanın her yerini evimize anında getirmesiyle pek çok gelenek değişime uğramakta, pek çok gelenek de birbirine benzemeye başlamaktadır. Bugün büyük yerleşim yerlerinde doğum ve sonrasında uygulanan pratiklerle, evlenme törenlerinin birbirine benzediğini görmekteyiz. Ölüm evrenseldir, her yerde aynı acıyı yaşatmaktadır. Günümüzün modern dünyasında ekonomik nedenler, zaman ve uygulama için yer sorunu gibi nedenlerle törensel nitelikteki geleneklerden değişime uğrayan ya da artık uygulanmayanları vardır. Ölüm ise modern çağa, küreselleşen dünyaya rağmen üzerinde oluşturulan inançları ve ölüm sonrası uygulanan pratikleri ile geleneksel inanç içindeki yerini korumaya devam etmektedir.
Çoğu ilkel toplumlarda, ancak cesedin geleneklere uygun olarak gömülmesinden sonra, söz konusu kişinin ölümü toplum tarafından kabul edilmektedir. Bu nedenle, ölenin bu dünyadan öte dünyaya geçişini kolaylaştırmak, cesetle, gömmeyle, ölü yemeğiyle ilgili bir sürü pratik uygulamak, ölü ritüellerinin başlıcalarını oluşturmaktadır. Ölümün hayatın sonu olmadığı inancı vardır. Bu nedenle ölülerin öte dünyaya geçişlerini kolaylaştırmak onları tehlikelerden korumak için ayinler törenler düzenlenmektedir(1).
Ölenin geri dönerek insanlara zarar verebileceği korkusu bir de anılmaya ve yiyeceğe, giyeceğe vb. ihtiyacı olduğu inancı ölü kültürünü oluşturan önemli bir etmen olmuştur. Bu iki yanlı duygu, yani korku ve sevgi ölüleri gömme biçimlerini de etkilemiştir. Kimi gruplarda ceset hemen gömülmektedir. Kimi topluluklarda da ceset ıssız bir yere bırakılmakta hatta vahşi hayvanların yemesine terk edilmektedir. Kimi topluluklarda ise evin içine, avluya, köy meydanını gömülmekte, mezarına yiyecek, içecek, giyecek bırakılmaktadır(2).
Türklerin tarihine baktığımızda Orta Asya’da şamanist inançtaki Türklerin defin ve yas törenlerinde uyguladıkları pratikler ve inanmaları ile “ölü kültü” oluşturduğunu görmekteyiz. Ölüm sonrası uygulanan pratikleri yöneten kişi şamandır. Şaman ölünün diğer dünyaya geçişini kolaylaştırmakta ve ölünün ruhunun tekrar yaşadığı yere dönerek orada bulunanları rahatsız etmesini önlemektedir (3). Defin toprağa gömme şeklinde olduğu gibi XVIII. yy kadar Yakutlarda, Müslümanlığı kabullerine kadar da Kırgızlarda görüldüğü gibi tabutlara koyarak ağaca asma şeklide de olmaktadır. Bu uygulama bu boyların ilkel basamağında olanlarda görülmüştür (4)
Yuğ basan yani ölü yemeği Altay ve Yenisey Şamanist boylarında büyük önem verilen ve detaylı bir tören görüntüsü sergilemektedir. Yenisey ve Altay şamanları ölünün definden sonra üç gün yemek verip, yemeğin ve içkinin yarısını ateşe atarak bunun ölüye kurban edildiğine inanmaktadır. Yedinci gün, bütün oba halkı mezarlığa giderek ölümün sağ tarafında ateş yakıp, getirdikleri yemek ve içkiden ateşe atmaktadırlar. En büyük tören birinci yılında olmaktadır. Yine mezarlığa gidilip yemek ve içki içilmektedir. Eşler bu törenden sonra evlenebilmektedir. Din ayrılığına bakılmadan bütün Türklerde bu adet uygulanmıştır. Bu törenin en ilkel şekli Altay Türklerinde görülmektedir. Burada yemek ölünün kendisine verilmektedir. Sonraları ölünün ruhuna ateş tanrısı aracılığıyla göndermek, kurban sunmak, daha sonraları, ölünün ruhunun da katıldığı düşünülen ziyafetler düzenleyerek, kurban kesmek şeklini almıştır (5). IX. yy’da uygulanan bir defin şeklinde de, ölen kişiye ev gibi büyük bir çukur kazılmaktadır. Ölüye ceket giydirilip, kuşak kuşandırıldıktan sonra, eline içki, yanına yay ve eşyaları konmaktadır. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yapılmaktadır. Atlarından, servetine göre yüz veya iki yüz ya da bir baş kesilip eti yenmektedir (6).
Anadolu’ya gelen Türklerde yerleşim yerinin değişmesi kadar İslamiyet’in kabulü de pek çok şeyi değiştirmiştir. Ölüm sonrası uygulanan pratikler ve defin ise çok fazla değişime uğramamıştır. İçkinin haram olmasıyla bu uygulama tamamen kalkarken 3, 7, 40 gibi defnin belirli günlerinde yemek yapma ve topluca yeme devam etmiştir. Bunun yanında İslamiyet’in gereği olan cenaze namazı kılma, Kur’an okuma gibi bazı pratikler de eklenmiştir. Böylece defin törenleri, İslamiyet öncesinde uygulanan şekil ve inanç biçiminin İslamiyet’le sentez oluşturarak varlığını koruyan geleneklerden olmuştur (7)
Ölenin saygın bir kişi olması, din konusunda bilgili, bu konuda kendisinde bir güç olduğuna inanılan kişilerin mezarları bir süre sonra “ziyaret” şekline dönüşmüştür. Eski Türkçe “yatur” sözünden gelen “yatır” da denen ziyaretler, İslam dünyasında evliya mezarlarına halk arasında verilen isimdir (8). Veli kültü, Türkler arasında İslamiyet’in kabulünden sonra oluşmaya başlamıştır. İslamiyet öncesi inançlarda da kutsal sayılan insanlar olmasına rağmen kült oluşturmak İslamiyet’ten sonra gelişmiştir. Bu gelişimde tarikatların ortaya çıkması da önemli rol oynamıştır (9).
Anadolu’da veli kültünün köklü bir inanç haline gelmesinden sonra, köy, kasaba, şehir gözetmeksizin her yerde türbeler oluşmuştur. Yörede yaşarken keramet gösterdiğine inanılan kişiler için türbeler yapılmış, etrafında menkıbeler oluşturularak da türbenin ünlenmesi sağlanmıştır. Bu türbelerde yatan evliyaların çoğuna yazılı kaynaklarda rastlamak mümkün değildir. Bunlar sözlü gelenekte varlığını sürdüren evliyalardır (10). Veliler etrafında yayılan menkıbelerin yaygınlığına bakılarak velinin mahalli veli mi yoksa yazılı kaynaklara da geçmiş ya da ismi kendi yöresinin dışında da bilinen genel veli mi olduğuna karar verilebilmektedir. Mahalli velilerin çoğunun gerçek ismi zamanla unutulmuştur. Adana’da bulunan Çoban Dede, Bulut Dede, Karataş Dede, Boğa Dede gibi kerametlerine ya da ziyaretlerde yapılan adaklara göre bu isimlerle anılmaktadır (11).
Adana zengin kültür yapısıyla halk kültürü açısından önemli bir kaynak durumundadır. Bu nedenle ölüm sonrası uygulanan pratikler ve inançlarla, ziyaret-yatır inancı yönünden günümüzde geçmişten taşınan ve hala aynı canlılıkla yaşatılan uygulamalarını görebilmekteyiz. Çukurova yöresi, tarıma uygun toprakları ve gelişmiş sanayisi ile büyümenin sürekli yaşandığı bir yerdir. Bu büyüme en fazla, ekonomik nedenlerden dolayı yöreye yapılan göçlerle olmaktadır. Özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nden insan akını olunca şehir nüfusu hızla artmaktadır. Bu insanlar, yöreye kültürlerini de taşımaktadırlar. Aynı zamanda yörede Osmanlı İmparatorluğu döneminde atalarının Suriye topraklarından Çukurova topraklarına göçtüğünü söyleyen insanlar da vardır. Bugün tarihi kayıtlarda çok fazla bilgi olmadığı gibi yörede yaşayan kişiler de kesin olarak hangi tarihte, hangi nedenle Suriye’den yöreye geldiklerini ya da hep mi yörede yaşadıkları konusunda bir bilgiye sahip değildirler. Yörede kalabalık bir grubu oluşturan Nusayri inancındaki bu kişiler çeşitli konularda kendilerine özgü bir kültür oluşturmuşlardır. Görüldüğü gibi yöre yerleşik halkı, eski ve yeni göçlerle gelen insanlarıyla zengin bir kültürel yapıya sahiptir. Bu yapının içinde önemli bir yeri yatır-ziyaret, mezar inancı ile buralara gidiş biçimleri oluşturmaktadır. Biz bu çalışmamızda önce yatır-ziyaret konusunu ele alarak Adana’da yaşayan Nusayrilerin yatır-ziyaret inancı, buraya gidiş biçimleri ve Nusayri türbelerinin durumu üzerinde duracağız. Daha sonra ise Adana’da yaşayan Nusayrilerde ölüm anından, defin sonrasına kadar mezar inancı ve mezara gidiş biçimini ele alacağız.
Adana’nın Karataş İlçesi’nin yolu üzerinde yer alan Seyhan,Yamaçlı Mahalleri, Mıdık, Hadırlı, Kayışlı Köyleri ve Karataş İlçesi ‘nin merkezinde yatır-ziyaret inancı ile ölüm ve mezarlıklara gidiş geleneği kendi içinde bütünlük göstermektedir. Önceleri burada otururken artık şehrin değişik semtlerine yerleşen kişileri saymazsak, yukarıda belirtilen yerlerde yaşayan kişilerin ölüm ve ziyaret konusundaki inanç ve pratikleri Adana’nın diğer yerleriyle farklılık göstermektedir. Saydığımız bu yerlerde oturanların neredeyse tamamını yukarıda belirttiğimiz gibi atalarının Suriye’den çok uzun yıllar önce bu yöreye geldiğini söyleyen Nusayri inancındaki kişiler oluşturmaktadır.
Yukarıda bahsettiğimiz yerlerdeki ziyaretleri diğer ziyaretlerden bir bakışta ayıran birkaç temel özellik vardır. Öncelikle buralarda günlük denilen maddenin yakılmasından dolayı kendine özgü bir koku vardır. Bu kokunun yanı sıra günlük yakılan kaplar da ayırıcı bir özellik gösterir. Bunlar küçük, yuvarlak, özel yapılmış tabaklardır. Bilâl-ı Hâbeş Ziyareti’nde olduğu gibi, bu yerlerdeki ziyaretlerin duvarlarında Arap harfleriyle Ali yazılı levhalar, Hz.Ali’nin kılıcını temsil eden kılıç ya da kılıç resimleri bulunmaktadır. Bu ziyaretlerin önemli bir ayırıcı özelliği de bakım, onarım ve temizliğidir. Saydığımız bu yerlerde yaşayan ve buralarla bağı olan insanlarda yatır-ziyaret inancı önemli bir dîni görev kabul edilip, geleneğin bozulmadan korunmasına önem verildiğinden bakım ve onarım işi sistemli bir organizasyonla yapılmaktadır. Bu ziyaretlerde bulunan bağış kasasında toplanan paralar ile ziyarette yatan ermişi rüyasında görüp, kendisinden ziyareti yapmasını isteyen kişiler tarafından bakım ve onarım yaptırılmaktadır. Aynı zamanda yörenin zenginleri de belirli ziyaretlerin bakım, onarım ve ihtiyaçları için gerekli olan parayı vermeyi üstlenerek, bunu dinî görev saymaktadırlar.
Bu saydığımız özellikler, bahsedilen yerlerdeki ziyaretleri diğer ziyaretlerden ayıran görünüşteki özelliklerdir. Bunlardan başka bu yerlerde oturan kişilerin ziyarete gitme biçimleri hatta ziyaretteki davranış biçimleri de, yöredeki diğer insanların ziyarete gitme biçiminden farklılık göstermektedir.
İslâmiyet’te kutsal yerlere temiz girme gereği vardır. Bu temizlik anlayışına kadının ve erkeğin boy abdesti almış olması, genel inanca göre kadının regl olmaması girer. Ayrıca giysilerin de temiz olması kutsal kabul edilen yerlere girerken dikkat edilen özelliklerdendir. Adana yöresindeki bütün ziyaretlerde, ziyaretçiler bunu uygulamaktadır. Fakat yukarıda saydığımız yerlerde oturan kişiler ziyarete gitmek için bu kadar temizliği yeterli görmemektedirler. Bunlar için ziyarete gitmek oldukça detaylı, hatta törensel bir nitelik taşımaktadır.
Kadınlar,ziyarete gitmeyi en az bir hafta öncesinden niyet ederler. Niyet edilen günden itibaren, temizlik yapmaya başlarlar. Temizliğe boy abdesti almayla başlanır. Ardından yatılan yatak, yorgan,çarşaf, kullanılan tencere, tabak, kaşıklar yıkanır. Bu işlemler bitince yeniden boy abdesti alır ve ziyarete öyle gidilir. Regl olan kadın kesinlikle ziyarete ya da herhangi bir mezarlığa gitmez. Bunun dışında kadın lohusaysa veya lohusa ziyaretine gitmişse, doğumun 40. gününde lohusa da ziyarete giden de kırk çıkarttıktan sonra ziyarete gidebilir.Kimi ailelerde, evdeki büyük baş hayvanın yavrulamasından kırk gün geçene kadar ziyarete gidilmeyip, kırkıncı gün kırk çıkartılıp ziyarete gidilmektedir.
Bahsedilen yerlerde ziyarete gidiş kadar , giyilen kıyafet de önemlidir . Eski ve kirli bir kıyafetle ziyarete gidilmez. Kıyafet ya beyaz ya da beyaza yakın bir renk olmalıdır. Yalnızca elbise ya da etek – bluz giyilir. Bu giysiler alabildiğince boldur. Genelde yakadan robalı elbiseler tercih edilir. Giysilerin altına uzun beyaz paçalı don dedikleri iç çamaşırından başka iç çamaşırı giyilmez. Başlara beyaz, genellikle oyasız örtü örtülür. Giyimde gösterilen titizlik ve ziyaretlere gidişte dikkat edilen ayrıntılar , orta yaş ve üzerinde daha sıkı korunmakta, gençlere inildikçe özellikle kıyafetlerde kendini gösteren değişiklikler görülmektedir.
Belirttiğimiz semtlerdeki ziyaretlere “mevlüt okutma” kavramı da diğer semtlere göre değişiklik göstermektedir. Durumu iyi olan aileler yılda bir defa ve hep aynı tarihte yemekli mevlit (kamhi) okutmaktadırlar. Bunun için mutlaka erkek olan büyük baş hayvan alınıp , genelde bir sene o özel gün için beslenir. Mevlütten bir gün önce susamlı yufka ekmek yapılıp çağrılacak kişilere davetiye gibi verilir. Ertesi gün, geceden hayvan kesilip kazanlarda dövme ile pişirilir. Bu yemeğin yenmesinden sonra erkekler Kur’an okuyarak namaz kılarlar. Çok büyük bir kalabalık olduğu için evde yapılması zor olmaktadır. Genelde kutsal sayıldığı için de mevlüt olayı ziyaretlerde yapılmaktadır. Bu nedenle ziyaretlerde yüzlerce sandalye ve çok büyük kazanlar bulundurulmaktadır.
Hz. Hıdır Ziyaretleri , Bilâl-ı Habeş , Yedi Kardeşler , Derviş Hoca , Cafer El Tayyar, Halil İbrahim , Bulamaç Dede , Hasan-Nuh Dede , Mutlu Dede, Nebi Nuh Dede , Süleyman Efendi Ziyareti’ne baktığımız zaman bu ziyaretlerin oluşturulmasında, veli tarafından meydana getirilmiş olduğuna inanılan olayların dinî bir görünüme büründürüldüğünü görmekteyiz. Süleyman Efendi Ziyareti’nde odanın tabanının çatlayıp su çıkması, Hz. Hıdır Ziyaretleri , Cafer-El Tayyar, Halil İbrahim, Nebi Nuh Ziyareti’nde nur indiğinin görülmesi sonucu bu din büyükleri adına makamlar yapılmıştır. Bu tür olaylar sonucu , mistik bir inançla oluşturulan türbeler, etraflarında oluşturulan yüzlerce efsaneyle her biri birer kült haline dönüştürülmüştür. Bu ziyaretler içerisinde Bulamaç Dede Ziyareti’nde türbenin yerinin değiştirilmesi sırasında yatırın mezarı kazılmış ve mezardan bozulmamış cesedinin çıktığı söylenmektedir. Sayılan ziyaretler içinde isimleri yazılı kaynaklarda geçmediği gibi , halk tarafından da ne zaman yapıldığı bilinmeyen, çok eski tarihlere ait olduğu söylenen türbeler olduğu gibi Süleyman Efendi Ziyareti ve Hz.Hıdır Ziyareti gibi birkaç yıllık geçmişi olan türbeler de vardır.
Seyhan, Yamaçlı, Mıdık, Hadırlı Mahalleleri, Kayışlı Köyü ile Karataş İlçesi’nin merkezinde cenaze merasimi de, Adana’nın diğer yerlerine göre farklılık göstermektedir. Mahallede cenaze olduğu zaman, ölenin tanıtılması ve cenazenin kalkacağı saatin duyurulmasını “davetçi” ya da “tellal” diyebileceğimiz bir kişi yapmaktadır. Bu kişi sokak başlarında bağırarak ya da tek tek evlere giderek duyuruyu yapar. Bunun üzerine hocalar cenazenin kalkacağına yakın cenaze evine giderler. Kadınlar daha önceden cenazenin üstünü değişip, temiz iç çamaşırı ve pijama ya da gecelik giydirip üstüne temiz bir çarşaf örtmüşlerdir. Ölünün üzerindeki giysiler yırtılarak çıkartılır. Giydirilen giysiler mezarlıkta yıkanacağı zaman da ölünün üzerinden yine yırtılarak çıkartılır. Giysi çıkarma işlemi sırasında cenaze yakınları ya da o yörenin bilinen ağıtçıları tarafından da ağıt yakılmaktadır. Hocalar gelince cenaze evde ya da mezarlıkta yıkanıp kefenlenir. Kefenleme işi de törensel niteliktedir. İki kat kefenlik bez yere serilip üzerinde günlük yakılarak dumanı gezdirilir. Buna bahur denmektedir. Ölü tek kefenle değil iki kefenle gömüldüğü için kefen olarak kullanılacak bez iki kat konmaktadır. Kefenin üzerine giydirmek için hazırlanan yeşil satenden kumaş da yere serilerek yine dualara eşliğinde üzerinde bahur gezdirilmektedir. Eğer ölenin ölmeden önce yakınlarına belirttiği isteği varsa eğer, ölen için genellikle 7 ya da 3 kat olmak üzere elbise hazırlanmaktadır. Bu elbiseler de yeşil satenin de üzerine giydirilmek için hazırlanmaktadır, kimi zaman da elbiselik kumaş konmaktadır. Fakat elbiselik kumaş koymanın örneği gittikçe daha az görülmektedir. Arşın katlarının 7 ya da 3 olduğuna inanıldığından elbisenin sayısı buna göre belirlenmektedir. Baş için de üç adet tülbent hazırlanmaktadır. En son olarak da üç kat pijama altı ya yeni alınmakta ya hemen dikilmektedir. Bu üç kat pijama üç ayrı dünya için hazırlanmaktadır. Birincisi bu dünya içindir. Ölen bu dünyadan mahrem yerleri örtülü olarak gitsin diye hazırlanmaktadır. İkinci kat ahrete girerken mahrem yerler açık olmasın diyedir. Üçüncü kat ise tekrar doğuşa inanıldığı için yeniden dünyaya geldiğinde utanacak bir durumda olmasın diyedir. Bu hazırlıklar sırasında cenaze yakınları kefenin ya da hazırlanan diğer giyeceklerin yanına yaklaştırılmazlar. Acıya dayanamayıp ağlayacağı ve gözyaşının kefenin veya giysilerin üzerine düşeceği bu nedenle de ölünün çok acı çekeceğine inanılmaktadır. Hazırlıklar tamamlanıp, hocalar cenazenin başına gelip Kur’an okuduktan sonra defnedilmek üzere mezarlığa götürülür. Cenazenin yıkanması sırasında kullanılmak üzere evden iki adet çarşaf ve iki adet de havlu götürülmektedir. Cenaze erkekse erkek yıkayıcı , kadınsa kadın yıkayıcı tarafından ölünün üzerine serilmiş çarşafın altından yıkanmaktadır. Bu yıkanmada önce boy abdesti aldırılıp kurulanmakta, sonra tekrar yeni çarşaf serilerek yıkanıp kurulanmaktadır. Kullanılan havlu ve çarşaflar da genellikle yıkayıcıya bırakılmaktadır. Cenaze yıkanma işinden sonra başı dışarıda kalacak şekilde iki kat kefenlenmekte üzerine yeşil saten giysi giydirilmektedir. Bunların üzerine her cenazeye uygulanmamakla birlikte eğer ölenin isteği doğrultusunda hazırlanmışsa giysiler giydirilmekte en alta da üç kat pijama giydirilmektedir. Cenazenin sağ kolu kefenden çıkarılmaktadır. Bunun nedeni dirseğin toprağa temas etmesini sağlamaktır. Hazırlanan bir demet kokulu çiçek cenazenin eline konulup, boyun altına gelecek şekilde yerleştirilmektedir. Baş tülbentin biriyle saç görülmeyecek şekilde bağlandıktan sonra bir başka tülbent de dört parmak eninde katlanarak o da alına bağlanmaktadır. Kokulu çiçeklerin bir miktarı da bu bant gibi alına bağlanmış tülbentin etrafına taç şeklinde yerleştirilmektedir. Kokulu çiçeğin yanında bir şişe kolonya ve cenaze malzemesi satan yerlerden alınan kokulu paketler de kefenin içine yerleştirilmektedir. Bir miktar toprak da defnedilmeden önce ölünün boynunun altına yerleştirilmektedir. Bütün bu işlemler tamamlandıktan sonra cenaze erkekler tarafından önce cenaze namazı kılınıp sonra da defnedilmek üzere hazırlanmış mezara götürülmektedir. Eğer ölen önemli bir din hocası yöresel deyişle “şıh” denilen kişiyse bu defa cenaze namazında tanınmış bütün hocalar bulunmakta namazda ayrıca daha farklı dualar da okunmaktadır. Eğer ölüm aralık ayının 15’inden sonra başlayıp dört hafta süren ve her hafta farklı bir tatlı yapılarak kutlanan dini bakımdan özel döneme denk gelirse ya da kurban bayramından sonraki 7. güne denk gelen “İyd-el Gadir” bayramına denk gelirse, ölenin kutlu bir kişi olduğuna öbür dünyada rahat edeceği gibi, yeniden dünyaya gelişinde de önemli bir insan olacağına inanılmaktadır. Defin için hazırlanan cenaze mezara götürüldüğünde, mezarın içine başının altına gelecek şekilde yastık konmaktadır, bazen mezara döşek serildiği hatta battaniye konulduğu da görülmektedir. Cenaze mezara indirildikten sonra sağ kolunun altına da küçük bir yastık yerleştirilmektedir. Ölenin isteğine göre mezara para, ekmek, değnek konulduktan sonra önce yakınlardan başlamak üzere toprak atılarak kapatılmaktadır. Paranın amacı ihtiyacı olduğunda harcasın, ekmek acıkırsa yesin değnek kötü güçleri kovsun diye konmaktadır. Bu saydığımız eşyalar kişinin isteğine göre değişebilmektedir. Murt çalısı denilen bitki de ölüyle ilgili konuda özel bir yere sahiptir. Bu nedenle kefenin üzerine birkaç dal atıldığı gibi sonrasında mezarın üzeri bu bitkiyle süslenebilmektedir. Evlenme çağında ya da nişanlı bir genç kız ise evlilikten murat almadı düşüncesiyle gelinlikle gömüldüğü ya da düğününe yakın ölen gençlerin cenazesinin ağıt ezgisi çalan davul eşliğinde gömüldüğü de görülmektedir. Antakya yöresinden olanlarda eğer kişi pazartesi ölmüşse horoz kesilerek, horozun ayakları da mezara gömülmektedir. Çok ender olmakla birlikte mezarın başına eğer dikilmişse mezar taşına ya da mezar taşı yeri belli olsun diye dikilen tahtanın üzerine ölenin erkekse ceketi pantolonu bağlanmaktadır. Eve gelindiğinde de ölenin ayakkabısı kapının önüne konmaktadır. Bu ayakkabı, ihtiyacı olan biri tarafından alınabilmektedir. Cenazenin başında beklerken, yıkanırken ya da defni sırasında aksıran olursa eğer, aksıranın üzerindeki giysinin bir yeri yırtılmaktadır. Bunun nedeni eğer bu yırtma yapılmazsa ölünün arkasından birini götüreceğine inanılmasındandır.
Mezarlığa gitmeyip evde kalan bir grup kadın, cenaze defnedilip eve dönen kişilere hoşaf ve pilav hazırlarlar. Hocalar mezarlıkta ya da mezarlık dönüşü 7 gün süreyle kılınmak üzere namaz saatini kararlaştırır. Cenaze evine son yıllarda kurulan vakıflardan bir çay ocağı gelmektedir , burada 7 gün boyunca çay demlenip gelenlere ikram edilmektedir. Defnin ilk günü akşam belirlenen saatte hocalar ve çağrılan kişiler gelinerek namaz kılınmaktadır. Bu namaz için ezanın okunması ya da ezan saati olması gerekmemektedir. Defnin ertesi günü sabah namazından önce kadın ve erkekler mezarlığa giderler. Burada Kur’an okunur. Eğer ölen yaşlıysa simit ya da bisküvi dağıtılır. Gençse dağıtılmaz, dağıtılsa da yenmez. Bu uzun yaşayanın ömründen bisküviyi yiyenlere de geçsin anlamındadır. Buradan eve dönüşte zengin bir kahvaltı sofrası kurulur. Aynı gün akşamı kurban kesilir ve bu kesilen kurban ya hırise denilen dövme ve etin kaynatılıp pişirilmesiyle çorbaya dönüşen yemek ya da etli pilav şeklinde hazırlanır. Yedinci gün eve başsağlığına gelen herkese sabahtan akşama kadar yemek ikram edilir. Bu yemekten bir kaşık bile olsa yenmesi gerektiğine inanılır. Yemekten sonra erkekler tarafından namaz kılınır. Yedi gün boyunca bir tabak içinde evde bahur yakılmakta evin kapısına yakın yerdeki ışık da geceleri açık bırakılmaktadır. Bir tas içinde de yedi gün her akşam değiştirilerek su bulundurulmaktadır. Bahur kötü güçleri kovmak için kullanılmakta su da ölenin yedi gün evini ziyarete geleceğine inanıldığından suyu içip gitsin diye bulundurulmaktadır . Işık ise karanlığın kötü güçleri barındırdığı ışık olan yere kötü güçlerin gelemeyeceği inancındandır. Su cenaze olayında arındırıcı bir nitelikte kimi zaman törensel bir özellikte kullanılmaktadır. Cenazeden dönen, herhangi bir nedenle mezarlığa giden, cenaze evine baş sağlığı dilemek için giden kişiler evlerine döndüklerinde içeri girmeden mutlaka dışarıda ellerini yüzlerini dua okuyarak yıkamaktadırlar. Bunun nedeni su acıyı arıtsın, evin içine taşınmasın inancıdır. Ailenin durumuna göre kırkıncı ve elliikinci günlerinde mezarlığa gidilip Kur’an okumanın dışında yemek ya da tatlı dağıtılır. Türbelerde olduğu gibi mezarlıklarda da günlük yakmak için kaplar bulundurulmakta, mezarlık ziyaretlerinde bahur yakılmaktadır. Genç ve çocuk mezarlarının mezar taşlarında ölenin resmine rastlandığı gibi, bu mezar taşları oldukça süslü yapılmaktadır. Kimisin başına bez bağlanmıştır. Eğer nişanlı ya da yeni evliyse cenazenin davulla kaldırıldığı , kadınsa tabutun üstüne gelinlik örtüldüğü de görülmektedir.
Üzerinde bu kadar uzun durduğumuz semtlerde yukarıda saydığımız geleneksel davranışlar ve inançlar hala canlılığını korumakta çoğu zaman ritüel özellikler göstermektedir. Adana’nın yukarıda saydığımız semtlerin dışında kalan yerlere bakınca yatır-ziyaret inancı ölüm ve mezarda uygulanan pratikler genel olarak birbirine benzemektedir. Cabbar Dede, Çoban Dede, Sultan Habibin Nacar, Ağca Baba , Arpacı Dede, Gaffur Baba, Sadık Sultan, Zilli Dede, Ali Dede, Durhasan Dede; Hurmalı Dede, Şıhmus Dede, Bulut Dede, Boğa Dede Ziyaretleri bakım ve onarım ziyaretçilerin ziyarete geliş amaçları ve geldiklerinde uyguladıkları pratiklerle benzerlik gösterir.
Saydığımız ziyaretler şehir merkezinden, köylerin dışı gibi değişik yerlerde bulunabilmektedir. Ziyaretlerin bakım ve onarımı ziyaretin bulunduğu yerden çok, ziyarete gösterilen ilgiyle, ziyarete gösterilen ilgi de ziyaretin isminin yaygınlığı ile doğru orantılıdır. Arpacı Dede, Sultan Habibin Nacar, Şıhmus Dede, Bulut Dede Ziyareti gibi ziyaretler şehir merkezinde yer almalarına karşın isimleri bulundukları yerin dışına çıkmadığı için ziyaretçi sayısı az, bakımı da o derece kötüdür. Şıhmus Dede eski bir evin arkasında yer aldığından çöplük gibi kullanılmakta, Bulut Dede Ziyareti’nin içinde lağım fareleri yaşamaktadır. Bu ziyaretlere göre daha bakımlı sayılan ve yörede ismi daha fazla bilinen Cabbar Dede Ziyareti’nin cami ile iç içe olmasına karşılık tuvaleti, abdest alınacak uygun bir çeşmesi yoktur. Çoğunda ziyaretlerin temizliğinden sorumlu kişiler olmadığından bu işi gelen ziyaretçiler üstlenmiştir. Bu da bir sistem içermediğinden tam bir temizlikten söz etmek mümkün değildir. Ayrıca yukarıda ismi geçen ziyaretlerin türbesi olanların da ziyaretçiler geceyi ya da bütün bir günü orada geçirmek istediklerinde türbede yatıp kalktıkları ve yemeklerini orada hazırlayıp, orada yedikleri için, çocukların bulunmasına belli sınırlar getirilmediği için istenilse de yeterli temizlik sağlanamamaktadır. Ziyaretlerin bakımı için gerekli parayı sağlayacak sistem de oluşturulmadığı için, bu işi çoğu zaman ziyarette dileği gerçekleşen kişiler adak olarak yapmaktadırlar.
Bütün ziyaretlerde olduğu gibi bu ziyaretlere gelirken de temizliğe dikkat edilmekte, eğer mümkünse abdest alınmasının iyi olacağına inanılmaktadır. Fakat kadınların regl olmaları ziyarete gelmeleri için engel oluşturmamaktadır. Ziyaretlerde uygulanan en yaygın pratik mevlit okutmaktır. Mevlit sonunda şeker, pasta, gül suyu dağıtılmaktadır. Kurban kesilip yemek yapılması masraflı olduğundan, bunu dileği gerçekleşenler adak olarak yapmaktadırlar. Mum yakmak, türbenin pencerelerine ya da avlusundaki ağaçlara bkez, ip bağlamak bütününde görülen davranışlardır. Günümüzde bütün ziyaretlere olduğu gibi, bu ziyaretlerde biraz daha fazla olarak ilgi azalmaktadır. Ziyaretçilerin yaş ortalamasına bakıldığında orta yaş üstü, eğitim seviyelerine bakıldığında okumamış çoğunluğu lise mezununun en azı, üniversite mezununun ise neredeyse hiç olmadığını görmekteyiz.
Bahsedilen ziyaretlerin, türbelerinin yapımı ne zaman ve hangi olay nedeniyle yapıldığının bilinmemesi nedeniyle ortaklık göstermektedir. Cabbar Dede, Çoban Dede, Arpacı Dede, Ali Dede, Bulut Dede’nin kardeş oldukları ve şehrin değişik yerlerinde değişik işler yaparak veli sıfatını aldığına inanılmaktadır. Gaffur Baba Ziyareti dışındaki ziyaretler gibi bu ziyaretlerin de türbelerinin yapımı hakkında bilgi bulunamamıştır. Gaffur Baba 1975 yılında ölmüştür. Ölümünden sonra da mezarı türbe haline dönüştürülmüştür. Bugün Gaffur Baba’nın çocukları ve torunları hayatta olup, türbenin bakım, onarım ve temizlik işlerini düzenli olarak yapmaktadırlar. Sultan Habibin Nacar Ziyareti’nin ise türbesi yoktur. Önceden mezar olan ziyaret Doğumevi’nin bahçesinin genişletilmesi sırasında kaldırılmıştır. Halk da Doğumevi duvarının mezarın üzerine geldiğine inanılan yerde 7-8 adet küçük bölmeler oyup mum yakılacak şekle dönüştürmüştür.
Yazının başında ölüm, defin, mezarlık ve ölüm sonrası pratiklerini verdiğimiz yerlerin dışında Adana’da sayılan olayların inanç ve pratikleri birliktelik göstermektedir. Ağır hasta olan kişilerin ölümlerinin yakınlaştığı anlaşılanca evde Kur’an okumayı bilen yoksa dışarıdan hoca çağrılır ve hastanın başında Kur’an okunur. Okuma işi ölümden bir müddet sonrasına kadar devam eder. Eğer ölüm akşam olmuşsa bir komşu, ölüyle yakınlığı olan herkesin evini tek tek gezerek ölümü haber verir. Ölüm sabah olmuşsa, buna gerek kalmadan okunan cenaze selâsı ile ölenin kim olduğu cenazenin nerede ve saat kaçta kaldırılacağı duyurulur. Eskiden cenazenin “ıskat devri”ne oturulurken, şimdi yapılmamaktadır. Cenaze eğer ölüm gece olduysa sabaha kadar başında beklenir. Sabah öldüyse akşam beklenmeden, uzaktaki yakınların gelebileceği bir zaman belirlenerek gömülme işlemine geçilir.
Cenaze bir çarşafa ve ardından savana sarılarak yıkanacağı yere götürülür. Yıkanmadan sonra kefenlenerek defnedilmek üzere kazılan mezara erkekler tarafından gömülür. Cenaze evine dönüldüğünde evde Kur’an okumaya devam edilir. Bu okuma üç gün sürer. Ölümün üçüncü gününde helva yapılarak dağıtılır. Yedinci gün akşam namazından sonra “yedi yemeği” yenir. Bu yemek gününe kadar mahalleli cenaze evinde yemek pişirtmez, kendileri getirirler. Yedi yemeğinin ardından Kur’an okunur. Ölümün kırkıncı gününde yine akşam namazından sonra yemek yenir. Bu yemekler için çağrı beklenmez cenaze yakınları, komşular günü bildikleri için cenaze evine gelirler. Ölümün elli ikinci gününde akşam namazından sonra Kur’an okunur ve komşulara tatlı dağıtılır. Ölümün 3, 7 ,40, 52. günlerinin sabahında mezara giden aileler olduğu gibi, bu yaygınlık göstermemektedir. Genç ve acılı ölümlerde sık sık mezara gidilmekle birlikte mezara gidiş ölümün sene-i devriyesinde ve dinî bayramların arife günlerinde olmaktadır. Bu gidişlerde mezarlarda Kur’an okunup, mezarın bakımı yapılmakta, toprak sulanmaktadır.
SONUÇ
Ölüm insanoğlunun ortak yaşadığı evrensel olayların başında geliyor. Kaçınılmaz sonun herkesin başına geleceğinin bilinmesi ve ölümden sonrasına ait bilgilerin olmaması ölümü korkulan, saygı duyulan, üzerinde kült oluşturulan bir yapıya dönüştürmüştür. İlkel topluluklardan günümüzün çağdaş toplumlarına kadar her dönemde ölüm ve defin olayı insanların üzerinde inanç ve bağlı olunan dinin özelliğine göre de pratik oluşturulan bir konudur. Adana yöresi günümüzde çağdaş yaşamın sürdüğü bir yerdir. Buna rağmen yöreye değişik nedenlerle değişik yerlerden yapılan göçlerle geleneksel inanç biçimi içinde farklı pratikleri zengin ve canlı bir şekilde görebilmekteyiz. Çalışmanın konusu olan semtlerde ve buralarda yaşayan Adana Nusayrilerinde ölüm ve ölüm sonrasıyla ilgili inanç ve pratiklere baktığımızda geçmişin izlerinin günümüze taşındığını görmekteyiz. Orta Asya’da şamanist inançtaki Türklerin ölünün diğer dünyaya geçişini kolaylaştırmak için şamanı kullanması ve bunu tören şeklinde yapmasını biz bu semtlerde yakılan günlük dumanıyla kötülüklerin kovulmasında görmekteyiz. Aynı şekilde öbür dünyaya geçişin kolaylaşması, ayrıldığı evine dönmemesi için yapılan pratikler de benzerlik göstermektedir. Cenazenin defni sırasında ya da sonrasında görülen kurban kesme, kesilen kurbanın zengin bir ziyafet şeklinde yenmesi Orta Asya’dakinden çok farklı değildir. Yine şamanist inanç içinde bazı boylarda görülen ölenin giysileri ve eşyalarıyla defnedilmesi, yanına yemesi için yiyecek bırakılması da günümüzde cenazenin üzerine elbise giydirilmesi, kefenin içine para konulmasıyla sürmektedir. Defnin üçüncü, yedinci günlerinde ve senesinde yapılan törensel uygulamalar da günümüzde İslamiyet’in etkisiyle de şekillenip kırkıncı ve elliikinci günün eklenmesiyle uygulanmaya devam edilmektedir.
Birlikte anılan yatır-ziyaret, evliya, veli kavramları da ilkel dönemlerden günümüze taşınan ölüm kültüyle paralel giden inançlardandır. İnancın yaygınlığı ve önemiyle bağlantılı olarak da kendine özgü uygulanan pratiklere sahiptir. Şamanist inanç içinde de inanç bakımından önemli sayılan kişilere ve onların ölümlerinden sonra özel değer verilmesine karşın yatır-ziyaret olayı İslamiyet içinde önemli yer bulmuştur. Bugün Anadolu’nun her yerinde rastlayabileceğimiz yatırlar üzerlerinde oluşturulan menkıbelerle varlıklarını zaman içinde korumuşlardır. Adana da yatır-ziyaret yönünden zengin yörelerdendir. Şehir merkezinde her semtte bir ziyarete rastlanabileceği gibi bildirinin konusu olan yerlerde bir sokakta üç hatta dört ziyarete rastlanabilmektedir. Bu yerlerde ziyaret, şehrin diğer semtlerindeki caminin yerini almaktadır. Bireysel ya da topluca ibadet etmek için genellikle konumu da bu şekilde düzenlenmiş ziyaretler kullanılmaktadır. İbadetgah olarak düşünüldüğünden buraya gidişler de ritüel şeklinde olmaktadır. Kişinin kendi temizliğinden başka evinin temizlenmesi, arındırılması törenin en önemli kısmını oluşturmaktadır. Belirlenen günde birden çok ziyarete sırayla gidilip buralarda ibadet edilmesi, özellikle geleneksel inanç içinde önemli sayılan günlerde buralara gidilmesi dini bir farz olarak değerlendirilmektedir. Bu verilen önem de ziyaretler hakkında sayısız menkıbenin oluşmasına neden olmaktadır. Bugün Adana’da bulunan ziyaretlerle ilgili yüzlerce menkıbe derlenebilmektedir.
Orta Asya’dan günümüze ya da ilkel dönemlerden günümüze çok uzun zaman geçmiş olmasına rağmen insanların taşıdığı geleneksel inanç değerlerinde çok büyük değişiklikler olmamaktadır. Günümüzün modern insanı, iletişim araçları ve ilerleyen eğitim seviyesiyle küreselleşmeye doğru gitse de geleneksel inançlar ve pratikler bu değişim içinde yeni gelen değerle kimi zaman sentez oluşturarak kendisini korumaya devam etmektedir. Adana da farklı geleneksel inançları ve pratikleri geçmişten geleceğe taşıyan küresel dünya içinde yer alırken kendi değerlerini saklı tutmaya özen gösteren yörelerimizden olmaya devam etmektedir.
DİPNOTLAR
1. Sedat Veyis ÖRNEK; 100 Soruda İlkellerde Din Büyü Sanat Efsane, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1988, s. 107
2. ÖRNEK; A.g.e. s. 93
3. ÖRNEK; A.g.e. s. 79
4. Abdülkadir İNAN; Tarihte ve Bugün Şamanizim, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1986, s.182
5. İNAN; A.g.e. s. 200
6. İNAN; A.g.e. s. 178
7. Zekiye ÇAĞIMLAR; Adana Yöresi Avşar Ağıtları ve Bu Ağıtların Adana Aşıklık Geleneğine Etkisi, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana 1999, s. 44, Basılmamış Doktora Tezi
8. Türkçe Sözlük; Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, TDK, C.1, Ankara 1988, s. 1606
9. Ahmet Yaşar OCAK; Türk Halk İnançlarında Evliya Menkıbeleri, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1984, s. 6
10. Zekiye ÇAĞIMLAR; Adana Yöresi Yatır-Ziyaret ve Ocaklarla Bunlara Bağlı Anlatılan Efsaneler, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana 1994, s. 31, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi
11. ÇAĞIMLAR; A.g.t. s. 34
KAYNAK KİŞİLER
1. Zehra Doğan; 27, Adana-Karşıyaka Mahallesi, lise mezunu, yaşayarak öğrenmiş
2. Sıdıka Binen; 33, Adana-Karşıyaka Mahallesi, üniversite mezunu, yaşayarak öğrenmiş
3. Mehtap Sarıkçıoğlu; 33, Adana-Karşıyaka Mahallesi, lise mezunu, yaşayarak öğrenmiş
4. Cemile Altunay; 33, Adana-Yamaçlı Mahallesi, üniversite mezunu, yaşayarak öğrenmiş
5. Cemile Özen; 34, Adana-Karşıyaka Mahallesi, lise mezunu, yaşayarak öğrenmiş
6. Nermin Tanburoğlu; 34, Adana-Karşıyaka Mahallesi, üniversite mezunu, yaşayarak öğrenmiş
7. İsa Sarıkçıoğlu; 34, Adana-Karşıyaka Mahallesi, lise mezunu, yaşayarak öğrenmiş
8. Feride Tanburoğlu; 65, Adana-Karşıyaka Mahallesi, okumuşluk yok, yaşayarak öğrenmiş
9. Verdihan Binen; 61, Adana-Karşıyaka Mahallesi, okumuşluk yok, yaşayarak öğrenmiş
10. Refika Şimşek; 70, Mıdık Köyü, okumuşluk yok, yaşayarak öğrenmiş
11. Ali Doğan; 63, Hadırlı Köyü, okumuşluk yok, yaşayarak öğrenmiş
12. Hüseyin Özezen; 38, Hadırlı Köyü, üniversite mezunu, yaşarak öğrenmiş
13. Refika Şenyürek; 70, Mıdık Köyü, okumuşluk yok, yaşayarak öğrenmiş
14. Mehmet Özezen, 65, Mıdık Köyü, lise mezunu, yaşayarak öğrenmiş
15. Cevher Cömertbay; 75, Hadırlı Köyü, okumuşluk yok, yaşayarak öğrenmiş
16. Fatma Ketre; 60, Adana-Karşıya Mahallesi, ilkokul mezunu, yaşayarak öğrenmiş
17. Kamuran Gökyıldız; 45, Adana-Yamaçlı Mahallesi, lise mezunu, yaşayarak öğrenmiş
18. Muazzez Nar; 65, Adana-Karşıyaka Mahallesi ilkokul mezunu, yaşayarak öğrenmiş
19. Tümay Şahan; 26, Karataş İlçesi, üniversite mezunu, yaşayarak öğrenmiş
20. Şeyda Boğa; 27, Mıdık Köyü, üniversite öğrencisi, yaşayarak öğrenmiş
21. Aycan Aktürk; 22, Hadırlı Köyü, üniversite öğrencisi, yaşayarak öğrenmiş
22. Bedi Usluoğlu; 22, Antakya kökenli Adana ikamet, üniversite öğrencisi, yaşayarak öğrenmiş
23. Sebiha Çalım; 65, Karataş İlçesi, okumuşluk yok, yaşayarak öğrenmiş
24. Nail Akdöner; 40, Adana, üniversite mezunu, yaşayarak öğrenmiş
25. Cevdet Akdöner; 65, Adana, lise mezunu, yaşayarak öğrenmiş
26. Emine Tezcan; 65, Kayışlı Köyü, okumuşluk yok, yaşayarak öğrenmiş
27. Abdüllatif Kelleci; 50, Kayışlı Köyü, ilkokul mezunu, yaşayarak öğrenmiş
28. Berrin Gerdan; 30, Karataş İlçesi, üniversite mezunu, yaşayarak öğrenmiş
29. Yusuf Kıray; 70, Karataş İlçesi, üniversite mezunu, yaşayarak öğrenmiş