ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

 

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

Adana Âşıklık Geleneğinin Yeniden Yapılanmasında Sıvaslı Âşıkların Etkisi

Prof. Dr. Erman Artun
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.


Adana âşıklık geleneğinin canlı olarak sürdüğü birkaç ilden biridir. Adana âşıklık geleneği, güzelleme, semai, koçaklama, taşlama, destan, dini-tasavvufi şiirler söyleyen âşıklar, deyiş ve güzelleme söyleyen âşıklar olmak üzere iki koldan yürümektedir. Adana’da usta-çırak ilişkisinin olmaması, yakın çevrenin dışında, gezginci âşıklık geleneği olmaması, yakın zamana kadar sazsız âşıklık geleneğinin olması nedeniyle Adana’da bir zümreye bağlı âşıklık geleneği oluşmamıştır. Göçlerle gelen âşıklar Anadolu âşıklık geleneğini Adana’ya taşımışlar. Gavurdağlı âşıkların da yöreye göç etmesi geleneği pekiştirmiş. 1960’lı yıllardan sonra çevreye açılan, Sıvaslı, Erzurumlu vd. âşıklarla tanışan Adanalı âşıklar karşılıklı etkileşimle kendilerini yenilemişler. Adana âşıklık geleneği de diğer yöre âşıklık geleneklerinde olduğu gibi yeniden yapılanmaya başlamıştır. Günümüzde âşıklık geleneği bir çok yörede unutulmaya yüz tutmasına rağmen yüzyıllardır Karacaoğlan ve Dadaloğlu kültürüyle beslenen Adana âşıklık geleneği bütün canlılığıyla sürmektedir.

Yörede çok köklü, “Karacaoğlan çığırmak” adı verilen Karacaoğlan türküleri söyleme geleneği vardır. Karacaoğlan-Dadaloğlu’ndan sonra 1960’lı yıllara kadar çok güçlü âşıkların ve şiirlerinin günümüze gelmemiştir. Eski âşıkların şiirlerinin sözlü gelenekte yaşayıp yazıya geçmediği için anonimleştiği veya diğer âşıklara mal edildiği düşünülebilir.

Adana âşıklık geleneğiyle ilgili olarak âşıkların görüşlerine başvurduk. Bunları şöylece sıralayabiliriz: Âşık Halil Karabulut[1]

“1950 yılına kadar toplulukta şiir söylemek, türkü çağırmak, saz çalmak hoş karşılanmazdı. Eskiden yörede saz çalan yok denecek kadar azdı. Fakat Karacaoğlan’dan güzellemeler söylemek çok yaygındı.”

diyor. Bugün yörede ve yurtta tanınan birçok Adanalı âşığın saz çalamaması bunun kanıtıdır.

Âşık Feymani’nin[2] bu konuyla ilgili görüşleri şöyledir:

“Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda yöremizin gelenek, örf ve âdetlerine göre çocukların kahvehaneye çıkması, bir büyükle sohbet etmesi sazlı-sözlü ortamda bulunması ayıptı. Bizler bu tür toplantıları kenardan dinlerdik. Zaten o dönemde Kadirli ve çevresinde sazla şiir ve türkü söyleyen âşık yoktu.

Adana yöresinde âşıkların âşıklığa başlamalarında Karacaoğlan tarzı türkü söyleme geleneğinin yanı sıra, çocukluklarından beri dinledikleri âşık hikâyelerinin etkileri olmuştur. Ayrıca bölgede yaşamış Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, İlbeylioğlu, Deliboran gibi eski âşıkların sözlü gelenekteki şiirleri de geleneğin hazırlayıcısı olmuştur.

Eskiden âşıklar, çağrıldıkları düğün derneklerde kendi yeteneklerine göre çalıp söylerlermiş. Yörede âşıkların köy köy dolaşma geleneği olmadığı için âşıklar çok dar çevrede tanınır, birbirlerini görüp, bilgi görgü alışverişi yapma imkânları olmazmış. Ancak, destan türü şiirler yazıp bunları satan Âşık Abdülvahap Kocaman’la, duygulu şiirleri ve içten türküleriyle tanınan Âşık Ferrahi Adana’da tanınıyormuş.

Adana’da kendi köyleri ve çevresinde çok dar çevrede tanınan âşıkların bir araya gelip birbirlerini tanımalarında 1966 yılından bu yana düzenli olarak kutlanan “Konya Âşıklar Bayramı”nın etkisi çok büyük olmuş. Daha sonra “Karacaoğlan’ı ve Ferrahi’yi Anma Şenlikleri” gibi organizasyonlar aracılığıyla, bölgedeki âşıklar birbirini tanıma fırsatı bulurken, âşıklık geleneğinin bölge âşıkları geleneğini aşarak Türkiye âşıklık geleneği diyebileceğimiz ortak bir yapıya bürünmeye başlamıştır.

Âşık Halil Karabulut’un[3] Adana’daki eski âşıklar ve âşıklık geleneği ile ilgili olarak büyüklerinden duyduğuna göre, eskiden her obanın her köyün, her aşiretin bir âşığı olmak zorundaymış, bununla gurur duyarlarmış. Gerek nişan, düğün vb. şenliklerde gerekse başka nedenlerle yapılan toplantılara her boy veya köy âşığıyla katılırmış. Âşığı olmayan aşirete iyi gözle bakılmazmış. Özellikle düğün zamanlarında kız tarafından gelini almağa giderken damadın ailesi, yanlarında bir âşığı mutlaka götürmek zorundaymış. Yoksa kız tarafı gelini vermezmiş. Bugün de geleneğin Düziçi’nde sürdürüldüğü bilinmektedir. Âşık Bilal Ceyhan sık sık kız istemeğe ve düğünlere çağrıldığını söylemektedir. Yine Âşık Kul Mahmut (Mahmut Zerenkaya) özellikle Düziçi ilçesinde yaygın olarak, Osmaniye’de ise seyrek olarak kız istemeğe, bir âşığın götürülmesi geleneğinin sürdürüldüğünü söylemektedir.

Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi bir gelenek yaratan âşıkları bünyesinden çıkaran Adana’da eskiden âşıklık geleneğinin olmaması kanaatimize göre imkânsızdır. Fakat zamanında çalışmaların yapılmayışı âşıkların ortaya çıkarılmaması, âşıkların unutulmalarına neden olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında âşıklar küçük gruplar halinde birbirlerinden habersiz olarak sanatlarını çok dar çevrelerde sürdürmüşlerdir. Eski âşıklık geleneğinin sosyal ilişkilere kapalı, dağlık yörelerde geliştiğini öğreniyoruz. Sıvaslı âşıkların Adana’da gezmeleriyle Adana’da âşıklık geleneği canlanmıştır.

Günümüzde, eskisi kadar olmasa da âşıklar düğün dernek ve bayramlarda çağrılıyorlar. Eskinin kış gecelerini şenlendiren âşıklık geleneği kalmamıştır. Adana âşıklık geleneğinde âşıkların âşıklığının gelişmesi ustalaşması köyde oda sohbetlerinde, kahve sohbetlerinde olurdu. Bu âşıklığa hevesli kişileri geliştirirdi. Usta âşıkların yanında köylere giderlerdi. Kahvelerde odalarda sohbetler yapılırdı. Bazen bir köyde bir hafta kalınırdı. Gidilen yerlerde oranın töresi öğrenilirdi. Âşığı âşık yapan sohbetlerdir. Adana âşıklık geleneği, hikâyeciliği böyle gelişerek günümüze gelmiş.”

Adana âşıklık geleneğinde halk hikâyeciliği hakkında Âşık Feymani’den şunları öğreniyoruz.[4] Âşıktan halk hikâyesi anlatması da beklenilirmiş. Feymani çocukken köylerde âşık olmadığı halde hikâyeci denilen kimselerin gelip keman çaldıklarını hatırlıyor. Herkes bir kahveye toplanırmış. Onlar anlatacağı hikâyelere yabancı olmadıkları için aralarında kararlaştırıp bir hikâye anlatmalarını isterlermiş. Hikâyeci bir kaç türkü söyledikten sonra bir tekerlemeyle söz ustalığı yaparak hikâyeye başlarmış. Bunlardan biri Âşık Mehmet adında biriymiş. Yalnızca Köroğlu hikâyeleri anlattığı için adına Köroğlu derlermiş. Yörede hikâye anlatan belirli kimseler varmış. Bir hafta köylerinde kaldıkları olurmuş. Âşıklar onlardan hikâyeleri bellemişler. Onlar da gittikleri yerlerde oda sohbetlerinde, kahve sohbetlerinde bu hikâyeleri anlatmışlar. Onlara “Âşık, türkülerinizi aralarda da söylersiniz ama şöyle bir hikâye anlat da dinleyelim” derlermiş. Onlar da orada kalacakları süreye göre hikâyelerini, uzunluğuna kısalığına göre seçer anlatırlarmış.

Âşık Feymani Adana’da ustalık-çıraklık geleneği konusuna açıklık getirerek şunları söylüyor[5]:

“Bizde çırak olayı şöyledir: Yaşlı âşıklarımızın yanında yol erkân, töre öğrendim. Onlar bize ne yapmamız gerektiğini öğrettiler. Kapısına kapılanıp da ona hizmet etmek değil de, o bir yerde sohbet edeceği zaman bize haber gönderirdi. Sohbette onu dinlerdik. Bize sen de bir kaç şey söyle diyerek bizi öyle yetiştirirlerdi. Çukurova’daki yaşı benden küçük âşıklar bizim çırağımız sayılır. Bize usta derler, üstat derler. Bazı âşıklar ustalaştılar, yetiştiler, sazı güzel çalıyorlar, söz söylemesini, sohbet etmesini biliyorlar. Çırak yetiştirecek derecede ustalaştılar.

Adana âşıklık geleneği 1950’li yıllara kadar genellikle dilden dile söyleme şeklindedir. Daha sonra ise dilden ve telden söyleme geleneği girmiştir. Adana âşıklık geleneğinde diğer yörelerde olduğu gibi sazlı-sözlü ortam çok yaygın değildir. Bu ortam âşıkların yetişmesi için çok önemlidir. Günümüzde yapılan çeşitli faaliyetlerdeki sazlı-sözlü ortamlar âşıkların âşıklığa başlamalarında etken olmuştur.

Âşık geleneğinde sazın önemli bir yeri vardır. Adeta saz ve söz bütünleşmiştir. Âşıkların büyük bir çoğunluğu saz çalarken bazı âşıkların saz çalamadıklarını biliyoruz. Bazı âşıkların doğaçlaması vardır, sazı yoktur. Bazılarının ise ne sazı ne de doğaçlaması vardır. Ancak geleneğe uygun olarak heceyle şiirler yazarlar.[6] Günümüz Adana âşıklık geleneğinde saz önemli bir yer tutuyor. Bugün âşıkların çoğu saz çalıyor. Saz çalma geleneği eskiye göre çok yaygındır. Günümüz âşıkları, eski saz çalan âşıklar olarak Karacaoğlan, Dadaloğlu, Deli Boran adını veriyorlar. 1950 sonrası âşıklarından Ferrahi, Halid Arapoğlu, Ali Limoncu, yakın zamanda yaşamış ve ölmüştür. Âşık Feymani gezgin Sıvaslı âşıklardan başka nereli olduğunu hatırlayamadığı Abdal Haydar Ağa’yı âşık olarak hatırlıyor. Haydar Ağa çok uzun saplı sazıyla eşek üstünde gezerek barak, uzun hava, bozlak, Gavurdağı türküleri söyleyen bir âşıkmış. Âşıklar, Ferrahi sonra Feymani ve Hacı Karakılçık’ın saz çalmaya başladıkları 1970’li yıllara kadar, Adana’da saz çalan Sıvaslı birkaç aşığın dışında isim veremiyorlar.

Sazın tutucu çevrelerde günah sayıldığını, saz çalanlara hoş bakılmayıp saz çaldırılmadığını öğreniyoruz. Saza şeytan işi denip saz çalınması engellenmiş. Adana’da sazsız türkü söyleyip çağırmak çok yaygınmış. Feymani; bize Çukurova’da saz çalmayı yasaklamışlardır, diyor. Bunun kanun olmadığını törenin, inancın yasakladığını söylüyor. Saza iyi bir sanat değil, denmiş. Âşık bu düşüncenin nereden kaynaklandığını bilmiyor. Seksen-yüz sene önce saza neden yasak geldiğini bilmediklerini sözlerine ekliyor.. Feymani otuz yıl önce bir çok âşığın baskıdan çekinerek sazını gizli çaldığını söylüyor. Hatta Almanya’da çalışan işçiler Almanya’ya götürmek üzere âşıklara doldurttukları kasetlerde türküleri sazsız söyletmişler.

Feymani, kendisinin toplum içinde ilk saz çalanlardan birisi olduğunu söylüyor. Kendisinin dışında iki üç âşığın saz çalmayı bilmelerine rağmen her ortamda çalamadıklarını sözlerine ekliyor. Feymani yasaklama ile ilgili bir olayı şöyle anlatıyor. Adana’da pavyonlar, sazlar açıldığında, bir gün Elbistan Erçene köyünden Âşık Hüseyin Tenecioğlu adında Adana’da gezerek saz çalıp türkü söyleyen bir âşığı pavyona götürmüşler. Âşığa şu dansöze bir türkü söyleyebilir misin demişler. Âşık Hüseyin de oturduğu yerden sazını çıkarıp sahnede dans eden dansöze “Can telef ediyom bil Acem kızı” adlı türküsünü söylemiş. Âşık Hüseyin sazını pavyonda çaldı diye âşıklara saz çalmayı yasaklamışlar. Âşıklar da korkup çalamamışlar. Feymani bunu değiştirdiğini, bugün Adana’da yeni yetişen âşıkların hemen hepsinin saz çaldığını söylüyor.

Yalnızca saz mutaassıp çevrelerin etkisiyle yıllarca ihmal edildi. Âşık Nizami, saz çalan bir âşık olarak 1958 yılında gördüğü Ferrahi’yi hatırlıyor. 1971 yılında Âşık Nizami, Âşık Veysel’e yazdığı bir şiirden dolayı “Mimar Sinan Gecesi” için Kayseri’ye Âşık Kul Mustafa’yla beraber gitmiş. Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet Özkan, Âşık Reyhani ve Âşık Murat Çobanoğlu’nun Âşık Nizami’ye “Değneksiz çoban, sazsız âşık olmaz.” demesi üzerine Âşık Nizami saza merak salıp saz çalmayı öğrenmiş.

Sıvaslı Âşıkların Adana Âşıklık Geleneğine Etkisi

Sazlı âşıklar genellikle yöreye göç etmiş âşıklardı. Yöre insanının sazlı-sözlü âşıklarla tanışması Sıvaslı âşıklarla olmuştur. Adana’ya gelen Sıvaslı Alevi âşıklar yöreyi gezdiler, bunlar Âşık Hüseyin, Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Haydar Aslan, Âşık Yüzbaşıoğlu (Hasan Yıldırım) yörede dolaşarak Sıvas âşıklık geleneğini tanıtan âşıklardı. Bazı gençler bu âşıklardan etkilenerek âşıklığa başlamışlardır. Özellikle Âşık Hüseyin Adana’da âşıklık geleneğinin oluşmasında çok etkili olmuştur.

Adanalı eski âşıklar Âşık Veysel’in Adana’da yöre yöre gezdiğini hatırlıyorlar. Veysel, Haruniye, Düziçi Öğretmen okullarına gidip saz çalıp türkü söylüyormuş. Ayrıca Tarsus’ta parasını çaldırmasını anlatıyorlar. Âşık Veysel gezdiği köylerde gündüz okullarda, gece kahvelerde, evlerde saz çalıp söylüyormuş. Adanalı Âşık Deli Hazım, Âşık Veysel’le atışmış.

Atışma (Âşık Veysel-Deli Hazım)

Âşık Veysel

Çocuk nerden geldin benim karşıma

Ağ üstün karayı seçenden misin?

Toros dağı dayanmaz ah u zarıma

Yoksa zor görüşün kaçandan mısın?

Deli Hazım

İncil’den, Tevrat’tan, Zebur, Kur’an’dan

Sor sanma ben bunu açamam hocam

Adem atamızdan mirastır bize

Bu cebri sahadan kocamam hocam

Âşık Veysel

Çıkıp yücesine yayla yaylaman

İnip enginine derya boylaman

Serhoş olmasaydın böyle söylemen

Sağ iken zehiri içenden misin?

Deli Hazım

Kem kelam çıkarmam kamil dilimden

Din Muhammet ayrılamam yolumdan

Ben de dol aldım ilham gölümden

Sağ iken zehiri içemem hocam

Âşık Veysel

Ne sebepten geldin söyle sen bura

Can feda ettin mi sevdiğin yara

Gel âşikar söyle durağın nere

Yoksa yurttan yurda göçenden misin?

Deli Hazım

Avını vermeyen kurt oğlu kurdum,

Sözünden dönmeyen mert oğlu merdim

Çukurova derler meskenim yurdum

Ben başka diyara göçemem hocam

Sıvaslı Âşık Hüseyin, Adana’da yaşayan Sıvaslı Âşık Haydar Aslan’la gezmiş. Âşık Duran Şıhlıoğlu ve Âşık Kara Mehmet Âşık Hüseyin’i dinlemiş. Eskiden Adana’da düğünlerde kız ve damat tarafının âşıklarını atıştırmak düğünün en önem verilen bölümüymüş. Âşık Halil, Çukurova’yı adım adım dolaşan Sıvaslı Âşık Hüseyin’den duyduğu bir olayı şöyle naklediyor: Âşık Hüseyin, 1940 yılında bir köye konuk olarak gitmiş. Köyde düğün varmış, kız tarafının âşığı yokmuş. Âşık Hüseyin, kız tarafının âşığı olmuş.

Âşık Hüseyin Adana’da gezerken İmamoğlu tarafına giderken Yahyalı ile Sarıçam arasında Yörüklere rastlar. Bir gelin ağlayan çocuğunu emzirerek avuturken görür. Duygulanarak geline şu türküyü söyler.

Kozan’a giderken yolumu kesti

Türkmen kızı bir orman içinde

Tuttu beni yol üstüne bağladı

Çocuğuna meme verip eyledi

Kara çadır düz ovada yüzüyor

Ceylan gibi gözlerini süzüyor

Geyiklere yoldaş olmuş geziyor

Türkmen kızı bir orman içinde

Yahyalı’dan olduğunu söyledi

Âşık Hüseyin’im bu aşkın mesti

Kozan’a giderken yolumu kesti

Türkmen kızı bir orman içinde

Adana’da en çok gezen âşıklardan biri Âşık Ali İzzet Özkan’dır. Ali İzzet’in elinde Milli Eğitim Bakanlığı'ndan alınmış bir belge varmış. Bu belgeyle gezdiği köylerin okullarında, kahvehanelerde saz çalıp söylermiş. Ali İzzet genellikle Abdalların bulunduğu köyleri gezermiş. Âşık İzzeti, geceleri bir Abdal evinde toplanıp deyiş, deme söylermiş. Âşık Feymani Kadirli Azaplı köyünde bir Abdal evinde Ali İzzet’i dinlemiş. Feymani “Abdallar komşumuzdu, âşıklar gelince biz de dinlemeye giderdik” diyor. Sünni komşuların katıldığı toplantılarda dem önce alınıyormuş. Gezici Alevi âşıklar Adana ve yöresine zaman zaman yaptıkları ziyaretlerde kahvelerde çalıp söylüyorlarmış.

Âşık Feymani, yıllar sonra, yeni âşık olduğu yıllarda, Adanalı âşıklarla Âşık Ali İzzet’le tekrar karşılaşır. Âşıklar, Ali İzzet’in huzurunda çalıp söyler. Ali İzzet kaşlarını çatar “Yalancılar, yalancılar” der. Herkes susar. “Koca âşık acaba bize niye böyle dedi?” deyip düşünürler ama terbiyelerini bozup hiçbir şey söylemezler. Ali İzzet bir süre sonra âşıklara ”Aferin, aferin, ben size demin niye kızdım biliyor musunuz?” diye sorar. Söze devam ederek

Şiirleriniz çok güzel, hece, vezin, kafiye, ayak tamam ama şiirde âşıklık hayatınız, maceranız yok, yaşamadığınızı söylüyorsunuz. Yaşanmayan olay, aşk, türkü olmaz. Kafiyeli, heceli, ayaklı, türkülü söz olur ama içi boş olur”.

Âşık Feymani bu öğüdü hayatı boyunca aklından çıkarmadığını, başından geçen olayların türküsü söylediğinde halkın duyguyu, hüznü sezip sevdiğini, unutmadığını söylüyor.

Adana’da köklü usta-çıraklık ilişkisi yoktur. Son yıllarda yöreyi gezen Sıvaslı âşıkların etkisiyle gelişmeye başlamıştır. Belli kurallara bağlı bir disipline sahip değildir. Dağlık yöredeki âşıkların birbirlerini görüp, bağlantı kurmaları son yıllarda mümkün olabilmiştir. Bir ustanın yanına kapılanıp yıllarca yanında kalan, ayak almayı, saz çalmayı öğrenen, mahlasını alan, ustasıyla diyar diyar dolaşan ve icazet aldıktan sonra Adana’yı terk ederek şiir söyleyen âşık yoktur. Özellikle Adanalı âşıkların 1960’lı yıllarda Sıvaslı âşıklarla tanışmalarından sonra saz çalanların sayısı hızla artmıştır.

Adana’da Âşıklık geleneğinin geleceği hakkında bir yargıya varmak için zaman erkendir. Adanalı âşıklar halktaki gelişimi ve değişimi yakaladıklarında yeni özü ve biçimiyle Adana âşıklık geleneği yaşamağa devam edecektir. Adanalı âşıklar bugün az da ola seslenecek kitle bulabilmektedirler.


 

[1] Osman Turgut: Adana’da Yaşayan Âşıklık Geleneği (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 101

[2] Osman Taşkaya (Feymani) ile 2.12.1995 tarihinde Kadirli, Azaplı Köyü’nde yapılan görüşmede tesbit edilmiştir.

[3] Osman Turgut: Adana’da ... s. 101

[4] A.g.y. s. 35

[5] Âşık Feymani, Kadirli / Azaplı Köyü’nde 2.12.1995 tarihinde yapılan özel görüşme.

[6] Doğan Kaya: Sıvas’ta Âşıklık Geleneği... s. 123