Efendiler, hilâfet ve din konularıyla uğraşıldığı sıra
larda, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'ndaki bir noktanın halkı ve özellikle
aydınların kafasında düğümlenip kaldığını öğrendik. Bu düğüm kanunda
Cumhuriyet'in ilânından sonra da bırakıldığı gibi, kanuna, düğüm teşkil
edecek ikinci bir noktanın birdaha sokulmuş olduğunu görenler, şaşkınlıklarını
gizleyememişlerdi ve bugün de gizlememektedirler.Bu noktaları açıklayayım
: 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 7' nci ve 21
Nisan 1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 26' ıncı maddesi
Büyük Millet Meclisi'nin görevlerinden söz eder. Maddenin başında,
Meclis'in ilk görevi olmak üzere, şeriat hükümlerinin yürütülmesi
yer alır. İşte bunun nasıl bir görev ve şeriat hükümlerinden maksadın
ne olduğunu anlamakta sıkıntı çekenler vardır. Çünkü, sözü geçen maddede
Büyük Millet Meclisi'nin,kanunları yapmak,değiştirmek, yorumlamak,
yürürlükten kaldırmak v.b gibi belirtilen ve sayılan görevleri o kadar
geniş kapsamlı ve açıktır ki, şeriat hükümlerinin yürütülmesi diye
ayrıca ve başlıbaşına bir klişenin yer alması gereksiz sayılmaktadır.
Çünkü, şeriat demek kanun demektir.Şeriat hükümleri demek kanun hükümleri
demekten başka bir şey değildir ve olamaz. Başka türlüsü çağdaş hukuk
anlayışı ile bağdaştırılamaz. Bu böyle olunca, şeriat hükümleri deyimiyle
kastedilen anlam ve kavramın büsbütün başka bir şey olması gerekir.
Efendiler, ilk Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nu hazırlayanlara bizzat
başkanlık ediyordum. Yapmakta olduğumuz kanunla, şer'î hükümler deyiminin
bir ilişkisi olmadığını anlatmak için çok çalıştık. Fakat bu deyime,
kendi zanlarınca bambaşka anlam verenleri inandırmak mümkün olmadı.İkinci
nokta Efendiler, yeni Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun ikinci maddesinin
başında yer alan Türkiye Devleti'nin dini, İslâm dinidir cümlesidir.Bu
cümle daha Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'na geçmeden çok önce,İzmit'te,
İstanbul ve İzmit basın mensuplarıyla yaptığımız uzun bir görüşme
ve sohbet sırasında, karşımdakilerden birinin şu sorusuyla karşılaştım
Yeni hükûmetin dini olacak mı? İtiraf edeyim ki, böyle bir soru ile
karşılaşmayı hiç de istemiyordum. Sebebi, pek kısa olması gereken
cevabın, ogünkü şartlara göre ağzımdan çıkmasını henüz istemeyişimdir,
Çünkü, vatandaşları arasında çeşitli dinlere bağlı unsurlar bulunan
ve her dinden olanlar hakkında,adaletli ve tarafsız davranmak, mahkemelerinde
vatandaşları ve yabancıları için adaleti eşit ölçülerle uygulamakla
yükümlü bulunan bir hükûmet, düşünce ve vicdan hürriyetine saygılı
olmak zorundadır. Hükûmetin bu tabiî sıfatının, şüpheli yoruma yol
açabilecek vasıflarla sınırlandırılması elbette doğru değildir.Türkiye
Devleti'nin resmî dili Türkçe'dir dediğimiz zaman bunu herkes anlar.
Hükûmetle olan resmî işlemlerde Türk dilinin geçerli olması gereğini
herkes tabiî bulur. Eakat, KTürkiye Devleti'nin dini İslâm dinidir
cümlesi aynı şekilde mi anlaşılacak ve kabul edilecektir? Bu elbette,
açıklanmaya ve yorumlanmaya muhtaçtır.Efendiler, karşımdaki gazetecinin
sorusuna hükûmetin dini olamaz! diyemedim. Aksini söyledim.Vardır
Efendim, İslam dinidir, dedim. Fakat, hemen arkasından İslâm dininde
düşünce özgürlüğü vardır cümlesiyle cevabımı açıklamak ve yorumlamak
gereğini duydum. Demek istedim ki, devlet, düşünce ve vicdana saygı
gös termekle kayıtlı ve yükümlü olur. Karşımdaki gazeteci, verdiğim
cevabı akla yatkın bulmadı ki, soru sunu şu tarzda tekrarladı :Yani
devlet bir dine bağlı kalacak mı? Kalacak mı, kalmayacak mı bilmem!
dedim. Konuyu kapatmak istedim. Fakat, mümkün olmadı. O halde, denildi;
herhangi bir konuda inançlarım ve düşüncelerim doğrultusunda bir fikir
ortaya atmaktan, hükûmet beni engelleyecek veva cezalandıracaktır.
Oysa, herkes kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi? O zaman
iki şey düşündüm.Bir:, yeni Türkiye Devleti'nde her ergin şahıs dinini
seçmekte serbest olmayacak mıdır? sorusu. Diğeri, Hoca Şükrü Efendi'nin
: Bazı yüksek din arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi şeriat
kitaplarında yer almış belirli ve değişmez İslâmî hükümleri yayınlayarak
maalesef yanıltıldığı görülen İslâm kamuoyunu aydınlatmayı boynumuza
borç bilip görev saydık girişinden sonra yeralan islâm halifesinin
görevi, dinin emirlerini korumak ve kollamakta peygamberin yerini
tutmaktır. Dinî hükümler koymakta da yüce Peygamber Efendimiz'in vekilliğini
yapmaktır sözleri. Oysa, Hoca'nın sözlerini uygulamaya kalkışmak,
millî hâkimiyeti,vicdan hürriyetini kaldırmaya çalışmaktı. Bundan
başka, Hoca'nın bilgi dağarcığında, Yezitler (ı9') zamanında yazdırılmış
istibdat rejiminc has formüller bulunmuyor muydu?O halde, ne anlama
geldiği ve ne kastedildiği artık herkesçe iyiden iyiye anlaşılmış
bulunan devlet ve hükûmet kavramlarını ve millet meclislerinin görevlerini
din ve şeriat kılıklarına bürüyerek kim ve ne için aldatılacaktır?
Gerçek bundan ibaret olmakla birlikte, o gün İzmit'te basın mensuplarıyla,
bu konuda daha fazla görüşmekte yarar yoktu. Cumhuriyetin ilânından
sonra da, yeni Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yapılırken, lâik devlet deyiminden
dinsizlik anlamı çıkarmak eğiliminde olanlara ve bundan yararlanmak
isteyenlere fırsat vermemek için, kanunun ikinei maddesini anlamsız
kılan bir deyimin sokulmasına göz yumulmuştur. Kanunun gerek 2' nci
ve gerek 26' ncı maddelerinde fazladan yer alan, yeni Türkiye Devleti'nin
ve Cumhuriyet rejimimizin çağdaş karakteriyle bağdaşmayan deyimler,
inkılâp ve Cumhuriyet'in ogün için sakıncalı görmediği tavizlerdir.
millet, bu fazlalıkları, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'muzdau ilk fırsatta
kaldırmalıdır! |