Gerçekte ordumuz ihtiyaçlarını ve eksiklerini tamamlamak
üzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarında taarruza karar vermiştim.
Bu kararımı yalnız Cephe Komutanı ile Genelkurmay Başkanı ve Millî
Savunma Bakanı biliyorlardı. Bildirdiğim tarihlerde bir geziyi vesile
ederek İzmit - Adapazarı yönüne hareket ettiğim zaman, Ankara'da Genelkurmay
Başkanı F e v z i P a ş a Hazretleri'yle görüştükten sonra, o zaman
Millî Savunma Bakanı bulunan K â z ı m P a ş a Hazretleri'ni Sarıköy
istasyonuna kadar birlikte götürerek, oraya davet ettiğim Cephe Komutanı
İ s m e t P a ş a Hazretleri'yle birlikte, taarruz için gerekli hazırlıkların
sür'atle tamamlanması ile ilgili kararlar aldık.
Efendiler, artık Büyük Taarruz'dan söz açma sırası geldi. Bilirsiniz
ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düşman ordusu büyük ve
kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar - Dumlupınar arasında bulunuyordu.
Bir başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bölgesindeydi. Bu iki grup
arasında yedek kuvvetleri vardı. Sağ kanadını, Menderes dolaylarında
bulundurduğu kuvvetlerle, sol kanadını da İznik Gölü'nün kuzey ve
güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düşman cephesi,
Marmara'dan Menderes'e kadar uzanıyordu. Düşman ordusunun teşkilâtı,
üç kolordu ve bazı müstakil birliklerin mevcudu da üç tümeni bulmaktaydı.
Biz, Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teşkilâtlandırmış
ve düzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye bağlı teşkilâtımız
da vardı. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan başka
üç tümenli bir süvari kolordumuz ve daha zayıf mevcutlu iki süvari
tümenimiz vardı. Teşkilâtı biribirinden farklı olan iki düşman ordusu
biribiriyle karşılaştırılırsa, her iki tarafın insan ve tüfek kuvvetleri,
aşağı yukarı biribirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu,
dünyanın hür ve kendisini destekleyen sanayiine dayandığı için,
makineli tüfek, top, uçak, taşıt, cephâne ve teknik malzeme bakımından
daha üstün durumdaydı. Diğer taraftan bizim ordumuz süvari sayısı
yönünden daha üstün bulunuyordu.
|