KİTÂB-I
DEDE KORKUT
ve
ANADOLU TÜRK DESTANLARINDAN
SALTUK-NÂME
Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın
Milletlerin en büyük kültür
mirasları destanlarıdır. Yüzyılların ötesinden, tarih öncesi çağlardan
süzülerek gelen, destanlar milletlerin hafızalarıdır. Tarihi olmayan
milletlerin, tarih yapmamış milletlerin destanları da olamaz. Destanlarda
milletlerin hayatını bulursunuz. Başından geçen olayları, dünyaya bakış açısını,
olaylar karşısında toplum tavrını görürsünüz. Destan kahramanları, yıllar,
yüzyıllar geçse milletin hafızasından silinmez, kaybolmaz. Destan kahramanları
derin izler bırakarak millet hafızasında yaşarlar. Destan kahramanları adeta
bir milletin manevî vatandaşlarıdır.
Varlığı insanlık tarihiyle eş
zamanlı olan Türk milletinin de büyük destanları vardır. Bu destanlar
içerisinde şüphesiz en görkemlisi, en önemlisi Kitâb-ı Dede Korkut’tur.
Fuat Köprülü’nün de belirttiği gibi bütün Türk edebiyatı terazinin bir gözüne, Kitâb-ı
Dede Korkut öbür gözüne konsa Kitâb-ı Dede Korkut yine ağır
basacaktır.
Çünkü Kitâb-ı Dede Korkut, Türk milletinin hayatıdır.
Çünkü Kitâb-ı Dede Korkut,
Türk milletinin tarihidir.
Çünkü Kitâb-ı Dede Korkut,
Türk milletinin kahramanlık abidesidir.
Çünkü Kitâb-ı Dede Korkut,
Türkçenin şekillendiği en görkemli edebî eserdir.
Çünkü Kitâb-ı Dede Korkut,
başlı başına Türk milletinin kendisidir, millî ansiklopedisidir.
Kitâb-ı
Dede Korkut’un izi
daha sonra yaratılan edebî eserlerde de kendisini kuvvetli bir şekilde
hissettirmiştir. Sibirya’daki, Türkistan’daki, Kafkasya’daki, Anadolu’daki ve
Balkanlardaki Türk halklarının destanlarında, hikâyelerinde, masallarında Kitâb-ı
Dede Korkut’un izi açık veya gizli olarak görülmektedir. Bu edebî
ürünlerden birisi de Saltuk-nâme’dir. Bu bildirimizde çeşitli yönlerden Kitâb-ı
Dede Korkut ve Saltuk-nâme üzerinde duracağız. Kitâb-ı Dede
Korkut’taki kahramanlar ile Sarı Saltuk’u karşılaştıracağız. Ortak noktalara değineceğiz.
Öncelikle sizlere
Saltuk-nâme’yi ve Sarı Saltuk’u kısaca tanıtmanın yararlı olacağını
düşünüyoruz.
Anadolu Türk destanlarından
Saltuk-nâme, XIII. yüzyıl alp-erenlerinden Sarı Saltuk'un hayatını, savaşlarını ve çeşitli kerametlerini konu
almaktadır. Eserde, Sarı Saltuk'un menkıbelerinin yanı sıra, dönemin önemli
kişilerinin menkıbeleri ve bu kişilerin
Sarı Saltuk ile olan münasebetleri de anlatılmaktadır.
Sarı Saltuk, Anadolu ve
Rumeli'nin fethi esnasında gazalara katılan, kahramanlığı ve velayeti ile daha
yaşarken efsanevî bir şahsiyet haline gelen müstesna bir Türk kahramanıdır.
Hayatı etrafında teşekkül eden menkıbelere diğer gazi ve velilerin menkıbeleri
de karışmıştır[1].
Bu sebeple Sarı Saltuk'un gerçek hayatı
ile ilgili bilgileri elde etmek son derece güçleşmiştir. Tarihî kaynaklarda yer alan Sarı Saltuk
ile ilgili bilgiler Sarı Saltuk'un gerçek hayatını ortaya koyacak
mahiyette değildir[2]. Gerçek
hayat ile menkıbevî hayat iç içe
geçmiştir. Üstelik tarihî kaynakların Sarı Saltuk hakkında verdikleri bu
bilgilerin bazan birbiriyle çeliştiği de görülmektedir[3]
. Sarı Saltuk'un destanî şahsiyeti ile ilgili bilgileri çeşitli
menâkıb-nâmelerde[4] ve
velayet-nâmelerde[5] bulabilirsek
de bu konuda en mühim kaynak, hiç şüphesiz, Saltuk-nâme'dir.
Saltuk-nâme'nin konusu, esas
olarak Sarı Saltuk'un hayatıdır. Eserin birinci cildinin ilk iki menkıbesinde
Sarı Saltuk'un çocukluğu ve yetişmesi anlatılmaktadır. Birinci cildin elde
bulunan nüshalarının ilk yaprakları kopuk olduğu için, Sarı Saltuk'un
doğumundaki destanî unsurları tespit edemiyoruz. Saltuk-nâme'ye göre Sarı
Saltuk'un asıl adı Şerîf Hızır'dır[6].
Şeceresi ise Hz. Muhammed'e ve Hz.
Ali'ye dayanmaktadır[7].
Bu sebeple, eserde kahramanımızın Şerif, Şerif Hızır, Server, Saltık, Sarı
Saltık adlarının yanı sıra Seyyid adı ile de anıldığı görülmektedir. Eserin
başlangıcında Sarı Saltuk'un dedesi Seyyid Hüseyin ve babası Seyyid Hasan'ın
gazalarından söz edilmektedir. Seyyid Hüseyin'in vefatından sonra yerine Seyyid
Hasan'ın geçtiği ve pek çok yer
fethettiği anlatılır. Düşmanları, sonunda Seyyid Hasan'ı zehirleyerek şehit ederler. Adamları, Seyyid
Hasan'ı bir dağ üzerine
defnederler ve mezarını gizlerler.
Şerif, üç yaşındayken babasız kalmıştır. Şerif'in yetiştirilmesi işini Seravil
adındaki bir lala üstlenir[8]. Kısa sürede ata binmeyi, ok atmayı, kılıç
kullanmayı öğrenen Şerif, Türk destanlarındaki alp tipinin önemli bir örneğini
teşkil eder. Abdülaziz adındaki bilge bir kişi Şerif'in eğitimini üstlenir.
Ancak, babasının ölümünden sonra beylik başkasına geçmiştir. Bu
sebeble Şerif ve annesi çok sıkıntı çekerler. Bir süre sonra annesi de
vefat edince, Şerif yapayalnız kalır. Seravil, Şerif’i elinden tutarak Emir Ali'nin huzuruna
çıkarır. Emir Ali de Şerif'i Sultan Süleyman Sebüktekin'e gönderir. O sıralarda
Sultan, Azerbaycan'dadır. Şerif, Sultanın huzuruna çıkar. Sultan ile birlikte
ava giden Şerif, avda bütün hünerlerini gösterir. Önünden hiç av
kaçırmayan Şerif'e Sultan hayran kalır
ve beytülmaldan ulufe
olarak günde kırk dirhem
şâhî verilmesini emreder.
Bu sırada Şerif on dört
yaşındadır.
Battal Gazi bir gece Şerif'in
rüyasına girer ve ona kendi atı Aşkar'ın, Dahhak'ın kılıcının, Giv'in mızrağının, Güştasb'ın kalkanının ve Hazret-i
Hamza'nın silahının bulunduğu mağarayı söyler. Uykusundan uyanan Şerif, mağarayı bularak, Battal Gazi'nin bahsettiği atı ve diğer silahları elde eder[9].
Bunların dışında Sarı Saltuk'un pek çok
efsanevî silaha ve
ata sahip olduğunu yine Saltuk-nâme'den öğreniyoruz[10].
Şerif Hızır'ın Saltuk adını
alışı ise bir geleneğe dayanmaktadır. Bu gelenek, kişinin gösterdiği
kahramanlık sonucu ad almasıdır. Dede Korkut Kitabı'nda örneklerini
gördüğümüz ad alma-ad verme olaylarının[11]
benzerleri Saltuk-nâme'de de yer almaktadır.
Kahramanımıza Saltuk adını, savaşta yendiği Alyon adlı bir düşmanı vermiştir. Müslüman olan Alyon'un adını da Saltuk, İlyas olarak
değiştirir[12]. Bu ad
verme olayı dışında eserde geçen diğer ad verme olayları Saltuk'a yenilerek
Müslüman olan kişilere Saltuk tarafından bir Türk adı verilmesi ile ilgilidir[13].
Eserin ikinci cildinde Sarı
Saltuk'un Türkistan vilayetlerine gidişi, Frenk diyarını fethi, Babil kuyusuna inişi, cadılarla savaşı,
Cezayir'e ve Kuhistan diyarına seferi konu edinilmektedir. Ayrıca bu ciltte yer alan Kıssa-i ibtida-i
evliya-i Rûm beyânı başlıklı menkıbede, Türkistan'dan Anadolu'ya gelen ve buraya yerleşerek Anadolu ve Rumeli'nin
Türkleşmesinde önemli rol oynayan gazi dervişlerin, velilerin faaliyetleri;
kerametleri; Horasan erenleri ile
münasebetleri anlatılmaktadır. Üçüncü
ciltteki menkıbeler ise Sarı Saltuk'un Maşrık ve Mağrip diyarlarına, Arabistan'a, Nirkap Dağı'na
seferleri, Rağduş adlı cadıyı öldürmesi, Asfaryan cengini, Edirne'nin
fethini konu almaktadır. Eserin Kıssa-i
gaza ve vefât başlığını taşıyan bölümünde ise Sarı Saltuk'un şehadeti anlatılmaktadır.
Konularına göre
incelendiğinde, menkıbelerin üç grupta toplandığı görülür.
Birinci gruptaki menkıbeler
tarihî olayları konu almaktadır. Türklerin Rumeli'ye geçişi, Anadolu ve Rumeli'nin fethi, tekfurlarla yapılan
savaşlar, Beylikler devri olayları, Osmanlı
devletinin kuruluşu gibi konular tarihi gerçeklere az çok uygun biçimde
eserde yer almaktadır. Bu olaylar içerisinde yine ön planda olan kişi Sarı
Saltuk'tur. Bu menkıbelerdeki şahıslar ise Osman Gazi, Umur Bey, Sultan
Alaettin, Gıyasettin Keyhusrev, Cengiz
Han, Nasrettin Hoca, Ahmet Fakih, Karaca
Ahmet, Mevlana gibi tarihî
şahsiyetlerdir.
İkinci gruptaki
menkıbeler ise efsanevî diyarlarda geçen ve Sarı Saltuk'un cinlerle,
cadılarla, devlerle ve çeşitli olağan üstü yaratıklarla yaptığı savaşları konu
alan menkıbelerdir. Bu gruptaki
menkıbelerde Sarı Saltuk, adeta bir
masal kahramanı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Yedi başlı ejderhalar; havada uçan cadılar; kanatlı atlar; konuşan ağaçlar, hayvanlar vb. mitolojik unsurlar ve çeşitli masal
motifleri bu menkıbelerde yer almaktadır. Olaylar Kaf Dağı, Cinnistan, Kuhistan,
Cabülsa (Cabülka), Şahmaran ülkesi gibi hayal ülkelerinde geçmektedir.
Üçüncü gruptaki menkıbeler ise
Hindistan, Habeşistan, Arabistan gibi diyarlarda geçen ve Sarı Saltuk'un bu
diyarlardaki savaşlarını, kerametlerini konu alan menkıbelerdir. Gerçek
mekânlardaki olayları konu almasına rağmen bu menkıbelere de masal üslûbu hâkimdir.
Eserde anlatılan olaylar genel
olarak 13. yüzyılda geçmektedir.
Saltuk-nâme'de yer alan
menkıbeler mekân bakımından incelendiğinde, olayların iki ayrı grupta
toplayabileceğimiz mekânlarda geçtiği görülür. Birinci grupta inceleyeceğimiz
mekânlar gerçek mekânlardır. Anadolu, Rumeli, Azerbaycan, Kırım, Kefe, Deşt-i
Kıpçak, Semerkant, Tataristan, Uygur diyarı, Nogay ili, Kâşgar, kısacası bütün
Türk dünyası; Arabistan, Mısır, Cezayir, Hindistan, Habeşistan birinci grupta
ele alacağımız mekânlardır. Sıraladığımız yer adları göz önüne alındığında,
Saltuk-nâme'nin sadece Anadolu Türk destanı olmadığı, mekân olarak dönemin Türk
dünyasını kapsadığı görülür.
İkinci gruptaki yer adları ise
masal ve efsane ülkeleridir. Kaf Dağı, Cinnistan, Kûhistan, Cabülsa, Şah-ı
Maran ülkesi, Kuh-ı Şu'a, Bi'rü'l-cin,
Cebelü'l-Kamer vb.
Eserin kahramanı Sarı Saltuk,
bir destan kahramanında bulunması gereken
bütün özelliklere sahiptir. Son derece güçlüdür, yüreğinde korkunun
zerresi bile yoktur. Tek başına düşman içine yanar od gibi girmekte, düşman
kalelerini fethetmektedir. Aman dileyen
düşmanına karşı ise merhametlidir. Saltuk-nâme'de, yiğitte bulunması gereken
özellikler ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek ve gezmek olarak sıralanırken,
Sarı Saltuk'un bu dört hünerde mahir olduğu özellikle belirtilir[14].
Bu özellikler dışında Sarı
Saltuk'un olağan üstü güçleri de olduğunu Saltuk-nâme'de mübalağalı bir şekilde anlatılmaktadır. Çok
uzaklarda aleyhinde söylenenleri işitebilmekte, oturduğu yerden bir kılıç darbesiyle bir başka diyardaki
düşmanını öldürebilmekte, tarfetü'l-ayn'da bir diyardan bir başka diyara
gidebilmektedir. Düşmanları bir türlü Saltuk'u öldürememektedir; ok atarlar
batmaz, kılıç vururlar kesmez, büyü yaparlar tesir etmez, suya atarlar boğulmaz, ateşe atarlar yanmaz.
Bütün cinler ve melekler Sarı Saltuk'un
yardımcısıdır. Hatta bu cinlerden birisi ile ahiret kardeşi bile olmuştur. Düşmanları ise kâfirler, zâlimler, cadılar, devler,
canavarlar ve kötü cinlerdir.
Dirse
Han oğlu Boğaç Han
boyunda olduğu gibi Hızır, pek çok defa Sarı Saltuk’un da imdadına yetişmiş,
onu zor durumdan kurtarmıştır. Kitâb-ı Dede Korkut kahramanları gibi
Sarı Saltuk da katı yay çeken, mızrağının ucunda er böğürten, tek başına kâfir
ordularına karşı savaşa giden, kaleleri tepip yıkan, tekfur sarayını yerle bir
eden, dört nala at süren, yalın kılıç düşman üstüne üşen bir Türk kahramanıdır.
Deli Dumrul gibi gözü karadır. İblise
karşı, cinlere karşı korkusuzca savaşır.
Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü gibi Sarı Saltuk da Yiyir Alagöz’ü alt
etmiş, Kaf Dağında gözleri tepelerinde olan bir kavmi kırmıştır[15].
Dede Korkut Kitabı ile
Saltuk-nâme’deki motif ve olay benzerliklerine sadece bir örnek vermek
istiyoruz. Gur hükümdarı Sa’d ile Sarı Saltuk’un hikâyesi Kitâb-ı Dede
Korkut’taki Deli Dumrul boyundan izler taşımaktadır.
Bu hikâyede Sarı Saltuk Gur
ülkesine gelir. Hükümdar Sa’d 700 yaşındadır. Kendisini herkesten üstün görmekte,
öldüremeyeceği kimse olmadığını düşünmekte ve kendisini Tanrı saymaktadır.
Saltuk, Sa’d’ın makamına çıkar ve Tanrı’nın elçisi olarak geldiğini söyler.
Sa’d, hiç kimsenin kendisini öldüremeyeceğini, değil saraya girmek yanına bile
yaklaşılamayacağını söyleyerek Saltuk’u hapse attırır. Bütün kapıları
kapattırır. Odasına çekilir. Gece odasına beyazlar giymiş, yüzü güneş gibi bir
kişi belirir. Odasına nasıl girdiğini sorar. Bu kişi biren kaybolur.
Nöbetçileri çağırır, her taraf aranır kimse bulunamaz. Sabah olunca Sa’d o
geceki nöbetçilerin hepsini öldürtür. Ertesi gece yeni nöbetçiler nöbette iken
beyazlar giyinmiş güneş yüzlü kişi yine odasında görünür. Sa’d kılıcını çeker
ve sorar:
“-Kimsin ? Benüm kasruma kandan
geldüŋ girdüŋ ? Kankı kapudan geldüŋ girdüŋ ?
Pes ol şahs gülüp eyitti:
-Baŋa ya Sa’d b. ‘Âmir
kapu, baca, divar hail olmaz. Kandan dilersem andan girürem, diyüp yine
belürsiz olup nâ-bedid oldı.”
Sabahleyin Sa’d yine bütün
nöbetçileri öldürür ve o gece için yedi bin nöbetçi görevlendirir. Bu
nöbetçilerin de öldürülmesinden korkan bir vezir, bu işin Saltuk ile ilgisi
olabileceğini söyler. Saltuk’u zindandan çıkarup getiriler. Sa’d olanları
anlatır. Saltuk, gelen kişinin Tanrı’nın elçisi olduğunu ve onunla konuşmasını
söyler. O gece kişi Sa’d’ın odasına yine gelir. Sa’d kim olduğunu sorar.
Tanrı’nın elçisi olduğunu ve Sa’d’a
yedi yüz yıl ömür veren Tanrı’nın artık onu çağırdığını söyler. Sa’d, Tanrı’nın
kaç askeri olduğunu sorar. Kişi, gökte yıldızların sayılabileceğini ama Tanrı’nın
askerlerinin sayılamayacağını söyler. Sonunda Sa’d gitmeye razı olur. Ancak
geri dönüp gelinceye kadar oğlunu kendi yerine tahta oturtmak ister. Bunun
üzerine kişi şöyle söyler:
“-Yâ Sa’d bin Âmir ! Sen anda
varınca girü bunda gelmezsin ve gelmek dahı istemezsin. Nitekim bir oglana var, anaŋ karnına
girgil şundan çıkduŋ diyü ikdâm eyleseŋ hiç razı olmaya. Varup
girmege dahı kabil degüldür.”
Durumu anlayan Sa’d Saltuk’u
hapisten çıkarttırır, vezirlerini yanına çağırır ve olanları anlatır. Gelen
kişi Azrail’dir. Sa’d’a boy abdesti almasını ve kelime-i şahadet getirmesini
söyler. Böylece Azrail Sa’d’ın canını alır[16].
Sarı Saltuk tarihî bir
şahsiyettir, yaşadığı dönem, yaptıkları az çok bilinmektedir, ancak yine de Saltuk-nâme’de
anlatılanlardan bu tarihî şahsiyetin yanında bir de efsanevî şahsiyet
oluşmuştur. Esas olarak Sarı Saltuk’a ait menkıbeler dikkatlice incelendiğinde
bunlara diğer gazilerin, erenlerin, destan kahramanlarının, masal
kahramanlarının özelliklerinin ve maceralarının karıştığı görülecektir. Hiç
şüphesiz Türk dünyası edebiyatının en görkemli edebî abidesi Kitâb-ı Dede
Korkut da Saltuk-nâme’ye bu yönlerden büyük tesirde bulunmuştur.
Eserin müellifi Ebü'l-Hayr-ı
Rûmî hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Kaynaklarda Ebü'l-Hayr-ı Rûmî'ye
dair en küçük bir bilgi bile yoktur. Halk ağzındaki sözlü menkıbelerin
derlenmesini ve kitap haline getirilmesini Fatih Sultan Mehmet'in şehzadesi Cem
Sultan istemiştir. Ebü'l-Hayr-ı Rûmî, Cem Sultan'dan aldığı emirle Anadolu ve Rumeli'yi yedi yıl boyunca adım adım
dolaşarak, Sarı Saltuk'un
menkıbelerini derleyerek yazıya geçirmiştir. Hazırladığı eseri sultana sunmuştur[17].
Ebü'l-Hayr-ı Rûmî'nin bir
derlemeci ciddiyetiyle menkıbeleri derlediği ve daha sonra aslına
sadık kalarak menkıbeleri düzenleyip bir eser haline
getirdiği görülüyor. Ancak, Saltuk-nâme, asla Kitâb-ı Dede Korkut
gibi bir üslûba sahip değildir. Aynı
yüzyılda yazılmış olmalarına[18]
rağmen Kitâb-ı Dede Korkut’un akıcı üslûbu, anlatım zenginliği, dil
kıvraklığı Saltuk-nâme’de yoktur. Kitâb-ı Dede Korkut’taki
tasvirlere Saltuk-nâme’de rastlanmaz. Saltuk-nâme usta bir yazarın elinden çıksaydı çok muhteşem bir eser
haline gelebilirdi. Yine de Ebü’l-Hayr’ın
büyük bir hizmeti vardır. Menkıbeleri derleyerek kitap haline getirmiş ve bu
menkıbelerin unutulmasını önlemiştir. Ebü’l-Hayr-ı Rûmî mükemmel bir yazar
olmayabilir ama Türk folklor derlemecilerinin atası sayılmalıdır. Kendisinden
iki yüz yıl önce yaşamış bir kahramanın menkıbelerini büyük bir sabır ve emekle
XV. yüzyılda derleyerek yazıya geçirmiştir.
Son olarak Saltuk-nâme’de Dede
Korkut ile ilgili bir kayda dikkat çekmek istiyoruz. Saltuk-nâme’nin ikinci ve
üçüncü cildinde Osmanoğullarının İshak peygamberin oğlu Ays neslinden ve Korkut
Ata[19]
soyundan oldukları belirtilmektedir. Bu konuda en ayrıntılı bilgi
Saltuk-nâme’nin üçüncü cildindeki Kıssa-i Diger Gazâ başlığını taşıyan
bölümde yer alır. Sarı Saltuk öldü diye haber yayılınca bunu fırsat bilen
düşmanlar Anadolu’ya saldırırlar. Sultan Alâüddin’e bu haber ulaştığında
Anadolu’nun kuzeyini emanet edecek bir kişi düşünürler. Bu bölüm Saltuk-nâme’de
şu şekilde anlatılmaktadır:
“...Bir kimesne buluŋ kim
bu Harcenevan tarafın aŋa virelüm, kâfirlere vara, gazâ ide, kâfirlerden
ne alursa ol anuŋ mülki ola.” didi. Vardılar begler ittifak idüp
Ertugrulı’yı aŋdılar ve oglı Alp Osmân’uŋ gazâların ve Şerîf’üŋ
aŋa himmetlerin ve ogul idindügin ve nesebde dahı hem asıl idügin. İshak
Peygamber oglı ‘Ays aslındandur ve Korkud Ata anuŋ oglanlarıdur. Salb
i’tikadlu Oguzlardur. Türk-i sâdık bunlardur... diyüp Sultân’a vasf ve medh
ittiler. Sultân göŋlinden Osmân’a muhabbet idüp emr itti da’vet-nâme
yazdılar, mühürlediler. Peyk eline virüp gönderdiler[20].
Bilindiği gibi Kitâb-ı Dede
Korkut’ta Dede Korkut’un Oğuzların Bayat boyundan olduğu belirtilmektedir.
Bu kayda göre Oğuzlar, dolayısıyla Dede Korkut ve Osmanoğulları İshak
Peygamberin oğlu Ays aslından gelmektedir.
Saltuk-nâme’nin ikinci cildinde de benzer ifadelerle bu bilgi
tekrarlanmıştır[21].
Yaptığımız araştırmaya göre
daha önce böyle bir bilgi kaydına rastlamadık.
Kur’an’da İshak Peygamberin oğlu olarak sadece Yakup Peygamberin adı
geçmekte, Ays’tan söz edilmemektedir. Ancak İslâm kaynaklarında İshak
Peygamberin iki oğlu olduğu ve bunlardan birinin adının Ays, diğerinin adının
da Yakup olduğu kaydedilmektedir[22].
Eski Ahitte (Tevrat) İshak Peygamberin ilk oğlunun Esav
olduğu belirtilmektedir[23].
Saltuk-nâme müellifinin bu bilgiyi nereden
aktardığı konusunda da bir kayıt yoktur. Ebü’l-Hayr-ı Rûmî, eseri bir Osmanlı
şehzadesi için yazdığından, fırsat buldukça eserde Osmanoğullarını övmektedir.
Bu kaydın da aynı düşüncenin sonunda yazılmış olması mümkündür. Konu araştırmaya
ve tartışmaya açıktır. Ancak, Saltuk-nâme’de Dede Korkut’un
anılması, Dede Korkut’un ününün son derece yaygın olduğunu göstermesi açısından
son derece önemlidir. Motif ve olay benzerlikleri Saltuk-nâme’nin Kitâb-ı
Dede Korkut’tan yer yer etkilendiğini de göstermektedir.
[1] Sarı Saltuk hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Şükrü Halûk Akalın, “Ebülhayr Rûmî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 10, İstanbul, 1994, s.360-362; Yrd. Doç. Dr. Kemâl Yüce, Saltuk-nâme'de Tarihî, Dinî ve Efsanevî Unsurlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını, Ankara, 1987, s.20-100
[2] Şükrü Halûk Akalın, “Saltuk-nâme I (İnceleme-Metin)”, doktora tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1987, s.VII-XX. Tezin metin bölümü Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. Ebü'l-Hayr-ı Rûmî, Saltuk-nâme I, Haz. Dr. Şükrü Halûk Akalın, Ankara, 1987. Daha sonra da ikinci ve üçüncü cilt yayımlanmıştır: Ebü'l-Hayr-ı Rûmî, Saltuk-nâme II, Haz. Dr. Şükrü Halûk Akalın, İstanbul, 1988; Ebü'l-Hayr-ı Rûmî, Saltuk-nâme III, Haz. Doç.Dr. Şükrü Halûk Akalın, Ankara, 1990. Bildirimizde Saltuk-nâme’den sunduğumuz örnekler bu yayınlardan alınmıştır. Sayılar cilt ve sayfayı göstermektedir.
[3] agt, s.XIII
[4] Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli, Süleymaniye Kütp. 4582, 2627/1
[5] Velâyet-nâme-i Hacı Bektaş-ı Veli, Millet Kütp.1366, 987, 1132, 1076, 1075; Süleymaniye Kütp. 3072 Velâyet-nâme-i Otman Baba
[6] Akalın, agt, s.VII
[7] agt, s.XII
[8] agt, s.XXII
[9] agt, s.XXII
[10] agt, s.XXII
[11] Doğan Akasan, Her Yönüyle Dil, TDK yayını, Ankara, 1982, s.121
[12] Akalın, agt, s.XXII
[13] Dr. Şükrü Halûk Akalın, “Saltuk-nâmedeki Ad Verme Hadiseleri”, III. Milli Türk Folkloru Kongresi, Konya, 1989
[14] Akalın, agt, s.XXIII
[15] Saltuk-nâme II, s. 92-93; Yüce, s.216
[16] Saltuk-nâme I, 369-378
[17] age, s.366-367
[18] Saltuk-nâme’nin telif tarihi kesin olarak belirtilmiyorsa da, A.Baki Gölpınarlı, Ebü'l-Hayr-ı Rûmî'nin verdiği bilgilerden yola çıkarak eserin 1480 yılında tamamlanmış olabileceğini belirtmiştir bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre Hayatı, İstanbul, 1936
[19] Bu konuda ayrıca bk. Orhan Şaik Gökyay, “Dede Korkut”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 9, İstanbul, 1994, s. 77
[20] Saltuk-nâme III, s.238-239
[21] Saltuk-nâme II, 108
[22] Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, C. I, İstanbul, 1969, s.12
[23] Esav kırmızı derili ve tüylü olarak doğmuştur. Büyüyünce avcılık yapmaya başladı. Kardeşi Yakup ise çoban oldu. Esav’ın avdan eli boş ve aç döndüğü bir gün Yakup pişirdiği bir sebze çorbası karşılığında ağabeyliği Esav’dan satın almıştır. Kırmızı derili olması sebebiyle Yakup ona kırmızı, kızıl anlamındaki Edom adını takmıştır. İshak ölürken Esav’ın babasının hayır duasını almasını engellemiştir. Bunun üzerine Esav, Yakup’u öldürmek istemişse de Yakup kaçarak kurtulmuştur. Yirmi yıl sonra döndüğünde Esav Yakup’u affetmiştir. Kitabı Mukaddese göre Esav’ın soyundan gelen Edomlular M.Ö. 13. yüzyılda Ürdün’ün güneybatısına yerleşmişler ve Yakup’un soyundan gelen İsrailoğulları ile sık sık çatışmışlardır. Sonunda Edomlular İsrailoğullarının yönetimine girmişlerdir. bk. AnaBritannica, C. 8, İstanbul, 1988, s. 286