Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın
Çocukluğumda Adana sokaklarında saklambaç oynarken kullandığımız iki sözcük hep dikkatimi çekerdi. Saklambaç oyununda ebe, duvara yüzünü dönerek gözlerini kapatır ve saymaya başlardı. Çoğunlukla elliye kadar sayılırdı. Ebe sayma işlemini “... kırk yedi, kırk sekiz, kırk dokuz, elli...” diye tamamladıktan sonra “Önüm arkam, sağım solum söbe !” der ve “Önde turna !” diyerek gözlerini açardı. Önde turna... Çocukluğumda bir türlü bu sözlere bir anlam veremezdim. Saklambaç oyununda turnanın ne işi vardı, önde turna ne demekti ? Bu sözcüklerin anlamını yıllar sonra çözdüm. Fransızca un deux trois ‘bir, iki, üç’ sözcükleri Adana çocuk ağzında önde turna haline gelmişti.
Dedem yazıya gider, kölgede dinlenir, suda çimer, hamamda hapbap ile dolaşır, kurnadan yunar, yunduktan sonra da tülü ile kurulanırdı. Bir gün ninem pencerenin aralığından kedi yavrusu içeri girdiğinde “Tahanıŋ gındırığından manıh dıhıldı !” diye bağırmıştı. Yaramazlık yapanlara tevge der, çok kızdığına da soyhası çıhasıca diye ilenirdi. Suyumuzu bodiçten içer, evimizin haftalık yiyeceğini siptilliden alır, yazın damda cibindirikte yatardık. Evimizde rendenin adı ilistir, elbisenin adı ise giyesi idi. Örtündüğümüz yorganın dikilmesi işine sırımak, sırınmış yorgana da sırıklı yorgan denirdi. Kolu kırılan, kolu çıkan sınıkçıya götürülürdü. Babamın çiftçilik yaptığı yıllarda yaz tatilimi köyümüzde geçirirdim. Burada da sözcükleriyle farklı bir dünya karşıma çıkardı: Çiftliğin alış verişini yapan ve çalışanlara yemek pişirene babam evdeci derdi. Evdecinin yemek yaptığı yerin adı ise babamın dilinde aşkana idi. Tarlada kazma dövenlere, pamuk toplayanlara ırgat, ırgatların başına elci, tarlanın sınırlarını belirleyen hendeklere him denirdi.
Ve tabiî sokaklarda, mahalle aralarında, maçlarda duyduğum yakası bağrı açılmadık, gün yüzü görmedik Adana küfürleri... Adana kabadayılarının feriştahlı, ciğerimli, bitirim ağzı konuşmaları... Sıcakların hüküm sürdüğü, rüzgârsızlıktan yaprakların bile kımıldamadığı yaz gecelerinde uzaktan yankılanan kabadayı naraları ve çoğu zaman ardından gelen tabanca takırtıları...
Öte yanda yazın Toros Dağlarında yaylaya çıktığımızda dağlarda yaşayan Yörüklerin konuşmaları, kullandıkları sözcükler. Şehirde ise Adanalı soylu ailelerin Adana ağızlarından damıtılmış, ölçünlü (standart) Türkçeye yaklaştırılmış söz varlığı...
Soğuk kış gecelerinde anneannemin ağzından dinlediğim Şahmeran, Lokman Hekim, Köroğlu hikâyelerinin, Adana efsanelerinin, Adana masallarının beni içine çekiveren konuları ve büyülü söz varlığı... Dedemden, babamdan ve köyümüzdeki, mahallemdeki yaşlılardan dinlediğim menkıbelerin Adana ağızlarından sözcüklerin de yer aldığı söz varlığı...
Adana mutfağından yemek adlarının söz varlığı da dikkat çekici... İçli köftenin eklenmesiyle yapılan analı kızlı, kuşbaşı için kullanılan tike kebabı, mercimek çorbaları mahluta ve mırmırik, tutmaç, dul arvat çorbası, setikli ekmeği veya yuka (<yufka), sini köftesi, çintme ~ çiltme, silkme... Ve yaz günlerinin değişmez tatlısı bici bici ve garsambaç...
Sözcüklerdeki ses değişmelerinin yanı sıra bu zengin söz varlığı çocukluğumda dikkatimi çekiyordu[1]. Bu sözcükleri genel Türkçenin söz varlığı içerisinde bulamıyordum. Radyoda dinlediğim programlarda bu sözcükleri duymuyor, okuduğum kitaplarda gazetelerde bu sözcükleri görmüyordum. Adana Türkçesinin söz varlığı ve genel anlamda Türkçe, dil bilgisi beni kendisine doğru çekiyordu. Bu ilgi ve merak beni yüksek öğrenim hayatımda da dil çalışmalarına yöneltecekti.
Türk dili üzerine çalışmaya başlayınca bana çocukken yabancı gelen bu sözcüklerin bir bölümünün Türkçenin tarihî dönemlerinin söz varlığında bulunan sözcükler olduğunu, bir bölümünün Adana ağzında değişikliğe uğrayan alıntı sözcükler olduğunu öğrenecektim. Ölçünlü dildeki sözcüklerle birlikte bu ilgi çekici sözcükler Adana ağızlarının söz varlığını oluşturuyordu.
Peki nedir söz varlığı ? Söz varlığı, en kısa tanımıyla kültürün aynasıdır. Bir toplumun yaşayışına, yaşayış şekline, hayata bakış tarzına, maddî ve manevî değerlerine, inançlarına kısacası kültürüne ilişkin ilk bilgileri söz varlığından elde edebiliriz. Söz varlığı toplumun konuştuğu dilin sözcüklerini, deyimlerini, hazır söz kalıplarını, atasözlerini kapsar. Bir dilin söz varlığı, aynı zamanda o dili konuşan toplumun kavramlar dünyası, dünya görüşünün bir kesitidir (Aksan 1996: 7).
Bir toplumun yaşama tarzının yanı sıra, hangi uluslarla ne ölçüde ilişkiler kurmuş olduğu, nelere değer ve önem verdiği, nükteye olan eğilimi söz varlığının incelenmesiyle ortaya konulabilir. Her dili konuşan toplum, çevresini, çevresindeki olayları, gerçekleri kendisine göre algılamakta ve anlamakta, ana dilinde oluşmuş kavramlarla anlatmaktadır. Kısacası söz varlığı, dünyayı kendi dil penceresinden görmek, anlamak, yorumlamak, ve anlatmaktır (Aksan 1996:8).
Yazı dilinin söz varlığının yanı sıra bölge ağızlarının söz varlığı da üzerinde durulması gerekir. Bölge ağızlarının söz varlığı içerisinde genel yazı dilinde bulunmayan sözcükler yaşayabilir. Dilin tarihî gelişmesi sırasında kullanıştan düşen sözcüklerin çoğu kez bölge ağızlarında yaşadığı görülür. Ölçünlü dilde yaşanan ses değişmeleri bölge ağızlarına yansımayabilir. Bu durumda ağızlarda kimi kez sözcükler ses yapısı bakımından eski biçimlerini koruyarak da varlığını sürdürebilir.
Günümüzde ölçünlü Türkiye Türkçesinde bulunmayan binlerce kavram, Türkiye’nin değişik yörelerinde konuşulan ağızlarda karşımıza çıkar. Bunların çoğu Anadolu halkının yaşamında önemli bir yer tutan tarımcılık, hayvancılıkla ilgili, değişik yörelerde yaşayan gelenek ve görenekleri, doğa ve iklim olaylarını, yörelere özgü araç ve gereçleri yansıtan sözcüklerdir (Aksan 1996: 9).
Her bölge ağzının olduğu gibi Adana ağızlarının da ilgi çekici bir söz varlığı vardır.
Hiç şüphesiz bu söz varlığının ana katmanını Türkçe kökenli sözcükler oluşturur. Her dilde, her ağızda olduğu gibi Adana ağızlarında da alıntı sözcükler bulunur. Alıntı sözcüklerin kaynağı genellikle Arapça, Farsçadır. Daha az olmakla birlikte Fransızca, Rumca, Ermenice, Rusça, İngilizce gibi çeşitli dillerden de alıntı sözcükler söz varlığında bulunmaktadır. Bu sözcüklerin büyük bir bölümü ölçünlü dilde de bulunmaktadır. Ancak ölçünlü dilde bulunmayan alıntı sözcüklerin varlığı da söz konusudur.
Bu sözcükler içerisinde bugün ölçünlü dilde kullanılmayan ancak Türkçenin tarihî dönemlerinde kullanılmış arkaik sözcükler dikkati çekmektedir. Dışarıdan bir kimsenin kolayca anlayamayacağı bu sözcüklerin kaynağını Eski Türkçe (VII.-XIII. yüzyıllar), Eski Anadolu Türkçesi (XIII.-XV. yüzyıllar) gibi Türk yazı dilinin çeşitli tarihî dönemlerinde bulmaktayız.
Bayahtan gomşunun gızını gördüm ‘Az önce komşunun kızını gördüm’ cümlesinde ‘deminki, az önceki’ anlamlarında kullanılan bayaktan ~ bayahtan ‘az önce, biraz önce’, ‘az önceki’ anlamında kullanılan bayākı, sözcüklerinin kökünü Türk yazı dilinin tarihî dönemlerinde bulmaktayız:
Bayakı beş ujak ‘Az önceki beş harf’ (Eski Uygur Türkçesi – TT, V/8)
Baya keldim ‘Az önce geldim’ (Karahanlı Türkçesi – DLT, I, s. 37)
Adana ağızlarında böbü ~ böğü şeklinde kullanılan sözcük, ‘zehirli ve büyük örümcek’ anlamındadır. Bu sözcüğü Kâşgarlı Mahmud’un ünlü eseri Divânu Lugat-it-Türk’te böğ olarak görüyoruz. Kâşgarlı bu sözcüğün anlamını ‘bir çeşit örümcek’ olarak vermektedir (DLT, III, s.131).
XIV. yüzyıl metinlerinden Yadigâr-ı İbn Şerîf’te sözcük böy şeklinde geçmektedir: Yılan sokdugına ve akreb sokdugına ve böy sokdugına faide ide. (YİŞ, 114-2)
XVII. yüzyıl metinlerinden Camiü’l-Faris’te ise sözcük bö olarak yer almaktadır: Bö didükleri agulu böcek ki Arabca rüteylâ ve rüteyded dirler. (CF, 51-2)
Bu sözcüğün kökünün böcek sözcüğünün kökü ile birleştiğini sanıyoruz.
Adana ağızlarında ‘yüzmek’ anlamında kullanılan çimmek sözü eski Uygur Türkçesi metinlerinde çömmek şeklinde ve ‘yüzmek, suya dalmak, suda batmak’ anlamlarındadır. Divânu Lugat-it-Türk’te çömmek şeklinde ve ‘yüzmek’ anlamında geçen şekil muhtemelen çimmek fiilinin eski şeklidir: Suwka çömgen er. ‘Suda yüzen adam’ (DLT, I, s. 401)
Evliya Çelebi’nin ünlü Seyahatnamesinde ise sözcük çimmek şeklindedir: Bunda dahı cümle dilberan mah-ı temmuzda deryada çimerler. (EÇS, s.477)
Kırık ve çıkık tedavisi yapan halk hekimleri Anadolu’da başka yöre ağızlarında olduğu gibi Adana ağızlarında da sınıkçı olarak adlandırılır. Bu sözcüğün kökü olan sımak sözcüğünü biz ilk yazılı kaynaklarımız olan Orhon Yazıtlarında (VIII. yüzyıl) buluruz:
Meniŋ sabımın sımadı. ‘Benim sözümü kırmadı’ (OA, s. 6-7)
Ol tegdükde Bayırkunuŋ ak adgırıg udlukın sıyu urtı. ‘O hücum ettiğinde Bayırku’nun ak aygırını, uyluğunu kırarak vurdular.’ (OA, s. 22-23)
XIV. yüzyıl Anadolu Türkçesi metinlerinden Tebareke Tefsirinde sımak sözü yine kırmak anlamındadır:
Urdılar, ayagın sıdılar. ‘Vurdular, ayağını kırdılar.’ (TT, 12/2)
Sınıkçı sözcüğünün yapısı <sı-n-ı-k+çı şeklindedir. Bu sözcüğün gövdesi olan sınık sözcüğünü Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde sınuk ~ sınuh şeklinde görmekteyiz:
Elindeki süŋüsi sınuk oglan... ‘Elindeki mızrağı kırık oğlan...’ (DK, 247)
Sözcüğün Adana ağızlarında bir deyimde de saklandığını görürüz. Gırıp sırmak şeklindeki deyim (sarmak sözcüğünden ses değişmesi yoluyla oluşmamışsa) elde avuçta olanı satıp savarak bir işi gerçekleştirmek anlamındadır: Gırıp sırıp oğlanı everdik. ‘Elde olanı satıp oğlanı evlendirdik.’
Kâşgarlı’nın eserinde ‘sık dikişle dikmek’ anlamında geçen sırımak sözcüğü (DLT, III, s. 262) Eski Anadolu Türkçesinde ‘sağlamca dikmek’ anlamını da kazanmıştır. Bugün Adana ağızlarında sırımak sözcüğü sadece yorgan dikmek anlamında kullanılmaktadır.
Adana ağızlarında ‘ova; tarla’ anlamlarında kullanılmakta olan yazı sözcüğünü de ilk yazılı kaynaklarımız olan Orhon Yazıtlarında buluruz. Orhon Yazıtlarında yazı ‘ova’ anlamındadır:
İlgerü Şantuŋ yazıka tegi süledim. ‘Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim.’ (OA, 2-3)
Anadolu sahasında da bu sözcüğün pek çok eserde geçtiğine tanık oluruz. XIII. yüzyılda Yunus Emre bir şiirinde şöyle diyor:
Dag
u yazı kamu gulgule doldı
Kime
cennet kime arasat oldı.
‘Dağ ve ova gürültüyle doldu, kimisi cennete, kimisi arasata gitti.’ (YED, 14)
Adana ağızlarında yumuş ‘hizmet’, yumuş uşağı ‘hizmetçi’ anlamlarında kullanılan sözcüklerdir. Bu sözcüğe de Türkçenin tarihî dönemlerinde aynı anlamda rastlamaktayız. Kâşgarlı’nın ünlü sözlüğünde ‘elçi’ anlamı da verilmiştir: Ol yumuşka birtem bardı. ‘O –sanki hiç dönmeyecek gibi- uzun bir müddet elçiliğe gitti.’ (DLT, c. I, s.484). Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde de yumuş ‘iş, hizmet, ödev, vazife’ anlamlarında kullanılmıştır:
Olar kim olalar can yumuşında... ‘Onlar ki can hizmetinde olurlar...’ (YED, 41)
Adana ağızlarında kullanılmakta olan çiğit ‘pamuk çekirdeği’ sözcüğünü Divânu Lûgât-it-Türk’te de bulmaktayız. Kâşgarlı Mahmud, bu sözcüğü Argu Türklerinin kullandığını belirtmiştir (DLT, I, s. 356).
Pek çok bölge ağzında olduğu gibi Adana ağızlarında da ‘geçen yıl’ anlamında kullanılan bildir ~ bıldır da Eski Anadolu Türkçesinde bıldır ~ bıldur şekillerinde ve aynı anlamda kullanılmıştır (TTS, I, s.538).
İnsanları düğüne davet etmek için gönderilen armağan Adana ağızlarında okuntu olarak adlandırılır. Bu sözcüğün kökenini de Türk yazı dilinin derinliklerinde buluruz. Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde okımak şeklindeki bu sözcük ‘çağırmak, yüksek sesle çağırmak’ anlamındadır. Davetiye işlevindeki bu armağan, insanları düğüne çağırmak işlevini görmektedir.
‘Bez’ anlamındaki çapıt ~ çaput sözcüğü ise eski Türkçe metinlerinde çapgut şeklinde karşımıza çıkar. Eski Türkçedeki çap- fiilinden türediği sanılan (EDPT, s. 396) çapgut sözü için Kâşgarlı Mahmut bez, şilte anlamını verir (DLT. I, s.451).
Taş dibek Adana ağızlarında soku olarak adlandırılır. Bu sözcük ‘dövmek’ anlamındaki eski bir sözcük olan sok-‘tan gelişmiştir. Çağdaş Türk lehçelerinde bu kökün ‘dövmek’ anlamında saklandığını biliyoruz (Eren 1999: 373).
Adana Türkçesinde tabu sözcükler de dikkati çeker. Ürkütücü varlıkların, vahşi veya tiksindirici hayvanların adlarının anılmasıyla onların çağrılmış olacağı şeklindeki çok bir eski inanış halâ halk arasında yaşamaktadır. Belâ sözcüğünün anılmasıyla yedi mahalleye belâ geleceğine inanılır. Bu yüzden belâ sözünü anmak, belâ okumak hoş karşılanmaz. Yine Kozan ağzında domuz için dağda gezen sözü kullanılır (Tamdoğan-Yiğenoğlu, 90) .
Ağızların söz varlığı
üzerine yapılacak çalışmalarda dilimizin söz varlığına Türkçe kökenli yeni
sözcükler kazandırmak mümkün olabilir. Bu yönden ağızların söz varlığı önem
taşımaktadır. Söz gelimi ölçünlü Türkiye Türkçesinde plâj sözcüğünün yerini
Adana ağızlarında kullanılan ve bu yazıda değinilen çimmek fiilinden
türetilmiş çimek sözcüğü
alabilir. Nitekim bu sözcük Kozan ağzında kullanılmaktadır
(Tamdoğan-Yiğenoğlu, 87).
Adana ağızlarındaki
Türkçe kökenli sözcüklerin bir başka dikkat çekici boyutu Anadolu ağızlarının
Türk lehçeleri ile ilgisini, bağlantısını ortaya koymasıdır. Sadece bu yazıda söz konusu edilen sözcükler
ele alındığında bile ölçünlü Türkiye Türkçesinde kullanılmayan Türkçe kökenli
sözcüklerin çağdaş Türk lehçelerinde kullanıldığı görülür: Yukarıda değinilen
sözcüklerden bıldır, cibin, çiğit, sırı-, sınık, tike, yazı, yu-, yumuş
sözcükleri bugün Kafkasya’da, Türkistan’da hatta Sibirya’da yaşayan Türk
halklarının söz varlığında, küçük ses değişiklikleriyle de olsa, canlı bir şekilde yaşamaktadır. Bu durum, Türk lehçeleri arasındaki
karşılaştırmalı çalışmalarda Anadolu ağızlarının ses bilgisi, şekil bilgisi,
söz dizimi, anlam bilgisi ve söz varlığının da dikkate alınması gerektiğini
ortaya koymaktadır.
Söz varlığı içerisinde
hiç şüphesiz alıntı sözcükler de vardır. Coğrafî yakınlık sebebiyle Arapça
sözcükler Adana ağızlarında alıntı sözcükler arasında dikkati çeker. Bu gün
ölçünlü dilde kullanılmayan ‘deve veya katırın sırtına konulan ve iki kişinin
oturabileceği büyüklükteki sepet’ anlamındaki Arapça mihaffe ~ mahaffe
sözcüğü, Adana’da bir semt adında (Mahfesığmaz) yaşamaktadır. Adana ağzında çoğu kez Maffassığmaz
olarak söylenen bu semtin adı, eskiden
burasının ormanlık ve çalılık olmasından kaynaklanmaktadır. Sık çalıların
arasından deve, katır geçebilirmiş ama üstlerindeki mahfe geçemezmiş. Bu
yüzden bu semtin adı Mahfesığmaz olarak kalmıştır.
Güney Adana’daki Kanara
semti de adını buradaki mezbahadan almıştır. Arapça kınnâre ‘kesim evi,
mezbaha’ sözcüğü pek çok bölge ağzında olduğu gibi Adana ağızlarında da kanara
halini almıştır.
Çeyrek, dörtte bir
anlamındaki urup sözcüğü bir Arapça alıntıdır. Arapça rub’
‘dörtte bir, çeyrek’ anlamındaki sözcüğün ön sesinde türeme ünlü türemesi
olmuştur. Türkçede ön seste /r/ bulunmadığı için bu şekildeki ünlü türemesi
olayı (irezil, Iramazan vb...) diğer bölge ağızlarında olduğu gibi Adana
ağızlarında da yaygındır.
essah, esahtan ~
essahtan ~ esattan şekillerinde
kullanılan ‘gerçek mi, gerçekten mi, doğru mu’ anlamlarındaki sözcük, Arapça
‘en doğru, daha doğru’ anlamında kullanılan esahh’tır.
Adana ağızlarının söz
varlığındaki deppe sözcüğü ‘bakırdan yapılmış, kulplu, ağzı kapaklı
güğüm’ anlamındadır. Bu sözcük de Arapça dabba sözcüğünden gelmektedir
(Eren 1999: 106).
Düğünlerde davulcunun çeşitli oyunlar
oynadıktan sonra düğüne katılanlardan para toplaması Adana ağızlarında şaba
~ şabe olarak adlandırılır. Bu sözcük ise Farsçadaki şâbâş
sözcüğünden gelmektedir. Farsçada
‘aferin’ anlamında kullanılan sözcük, para verenlerin davulcuyu takdir etmeleri
sonucu söylediği bir ünlem iken zamanla davulcuya verilen para anlamını
almıştır.
dulda, diğer bölge ağızlarında olduğu gibi Adana
ağızlarında da ‘kuytu yer, sığınılacak gizli yer’ anlamındadır. Bu sözcük ise
Moğolca alıntıdır. Sözcük Moğolcada dalda şeklindedir ve ‘örtülü, gizli,
saklı’ anlamlarındadır.
Adana ağızlarında
‘taranmış, temizlenmiş ve eğrilmeğe hazır hale getirilmiş yün veya pamuk
yumağı’ bedirik ~ bedrik olarak adlandırılır. Eski kaynaklarda bedrük
~ bedrik şekillerinde geçen sözcük Ermeniceden bir alıntıdır (Eren 1999:
46). Ermenice patruyk sözcüğü ağızlarımıza bedirik ~ bedrik
şekillerinde geçmiştir.
‘Dert, keder, hastalık’
anlamındaki çor sözcüğü de Adana ağızlarındaki Ermenice alıntılardan bir
başkasıdır. Sözcük Ermenicede č’oŕ şeklinde ve ‘üşütme; hayvan
veya bitki hastalığı’ anlamlarındadır (Eren 1999: 98).
Ergenlik sivilceleriyle
yüzünde yumrular oluşmuş kişilere Adana ağızlarında yüzü fıskıl fıskıl (fiskil fiskil) olmuş denir. Bu sözde
geçen fıskıl (fiskil) sözcüğü ise Rumca
φούσκα ‘sivilce, kabarcık, yanık kabarcığı; içi
su dolu kabarcık’ anlamındaki sözcükten gelmektedir (Eren 1999: 145-146).
‘Taranmış keten veya kendir’ anlamındaki üskül ~ üsgül sözcüğü de
Adana ağızlarındaki Rumca bir kalıntıdır. Rumca
σκουλί ‘kendir’ sözcüğü ön seste /ü/ türemesi ile
ağızlarımıza geçmiştir (Eren 1999: 428). Bu sözcüğün Adana’da özel ad olarak
kullanımına da tanık oluruz.
Söz varlığı içerisinde
deyimler de üzerinde durulması gereken ögelerdendir. Deyimler, dili konuşan
toplumun anlatımdaki gücünü ve başarısını, benzetmeye, nükteye olan eğilimini
ortaya koyar. Deyimler kimi zaman yüzyıllar boyunca değişmeden, kimi zaman
sözcüklerinde değişmeler yaşayarak günümüze gelir (Aksan 1996: 31).
Adana Türkçesindeki
deyimlere birkaç örnek vermek istiyoruz:
Zamanın kısalığı
karşısında yapılması gereken işlerin çokluğunu ifade etmek için akşam yakın
yol ırak (BAAD 1996: 223) deyimine başvurulur.
Yaptığı kötü işlerden
sonra iyi görünmeğe kalkanlar için armudu taşladın, elmayı taşladın da
lâilahe illallaha mı başladın ? (BAAD 1996: 235) denir.
Bakmaz kıçının
samsağına, çıkar dağın yükseğine
(BAAD 1996: 247) sözü ise durumuna bakmadan boyundan büyük işlere kalkışanlara
söylenir.
Uğursuz, kademsiz
sayılan kişiler için ise basmadığı yerde kaldı bereket (BAAD 1996: 248)
veya maşallah dediği yedi gün yaşıyor deyimleri kullanılır.
Atasözleri ise
Adanalının yaşam deneyimi ile yüklüdür.
Her söz büyük bir anlam içerir.
Ağacın çürüğü özünden
olur (BAAD 1996: 30) bir insandaki
kötülüğün soydan geldiğini anlatır.
Yine şapı kaynatırsan olur mu şeker cinsini s..tiğim cinsine çeker
sözü de aynı anlamdadır. Al gördüğün
kızını tuttur dolam dolam; al görmediğin kızını tuttur dolanı dolanı (BAAD
1996: 39) şeklindeki söz de yakın anlamdadır.
Tarımın, hayvancılığın, avcılığın yaygın olduğu Adana‘da bu yaşam biçiminden kaynaklanan ve gündelik hayata çeşitli örnekler getiren çok sayıda atasözü vardır:
Alma alı, satma kırı,
yağızın binde biri, ille doru, ille doru
(BAAD 1996: 40)
Arap at kıl çulun
içinde de belli olur (BAAD 1996: 44)
sözü de soylu olanın her yerde kendisini belli edeceğini vurgular. Kör
ineğin kör buzağısı olmaz ya, deli ineğin deli buzağısı olur (BAAD 1996:
166) sözü de huyun, deliliğin kalıtsal olabileceğini anlatır.
Atımına gelmez domuz
olmaz (BAAD 1996: 49) sözü, ne kadar
güçlü ve dikkatli olursa olsun herkesin tuzağa düşebileceği, ele geçebileceği
belirtilir.
Yoluna koyulmuş bir işe
karışılmaması gerektiği çatılı öküzün arasına girme (BAAD 1996: 78)
sözüyle anlatılır.
El oğlu oğul olmaz,
çam ağacı ağıl olmaz (BAAD 1996: 107)
sözüyle çam ağacından ağıl yapılamayacağı gibi, başkasının oğlu da gerçek oğul
gibi olamayacağı düşüncesi verilir.
Dağda atı olan evde
yorulmaz (BAAD 1996: 84) sözüyle
gündelik yaşamda atın gerekliliği vurgulanır.
Mertliğe, delikanlılığa
önem veren Adanalının bu konuda söylenmiş pek çok sözü vardır:
Dostun belâsı
düşmanınkinden üstün (BAAD 1996: 92)
sözü ile dostun vereceği zarar anlatılmıştır.
Dost sekiz, düşman
dokuz (BAAD 1996: 97) sözü insanın ne
kadar dostu varsa ondan fazla düşmanı olabileceğini hatırlatır.
Doğa olaylarıyla gündelik
yaşama örnek oluşturan atasözleri de dikkati çeker:
Dumanlı havanın gümenli güneşi olur (BAAD 1996: 99)
Yaz yağmuru bahtı
barındırır.(YA, I, s. 145)
Adana ağızlarında
ünlemler, hazır söz kalıpları, alkışlar da dikkat çekicidir.
Dede Korkut Kitâbında
hayret, şaşma ifade eden boy
şeklindeki ünlem bugün Adana ağızlarında iki ünlemin birleşmesiyle abov
(<a boy !) şeklinde kullanılır. Dede Korkut Kitâbında iki yerde bu ünlemin
geçtiğine tanık oluruz:
Kısırça Yinge boy
bu zaval geleçek delü beni görmiş gibi söyler didi, vardı yirinde oturdı. (DKK I, 146)
Boğazça Fatma aydur: Boy
delü boğma çıkaraçak olança aybumuzı kakdı... (DKK I, 147)
Bu cümlelerde boy
ünlemi ‘boooy !, eyvah !’ anlamındadır. (DKK II, 56)
Adana ağızlarında hayret
ifade eden bir başka ünlem ise abari ~ abaru şeklindedir.
Yüksekten bir yere, suya atlarken çıkarılan ünlem ise dello’dur.
Seslenmelerde cinsiyete, yaşa göre gardaş, ciğerim, yeğenim, emmoğlu, kele
bacım, bre babam gibi sözcükler kullanılır. Alkışlardan en sık
kullanılanları gadasını aldığım, ocağı yanasıca‘dır. Kargışlar
ise adı batasıca, soyhası çıkasıca, Allah canını alsın,
bulutsuz günde başına yıldırımlar düşsün şekillerindedir.
Hiç şüphesiz Adana
ağzının söz varlığı burada değinilenden
çok fazla sayıda sözcük, deyim, atasözü içermektedir. Bu ayrı bir araştırma ve
incelemeyi gerektirmektedir. Bu yazımızda, Adana ağzının söz varlığı konusunda
genel bir düşünce verilmeğe çalışılmıştır.
BAAD Türk Dil Kurumu (1996), Bölge
Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, Ankara
CF Camiü’l-Faris [Örnekler TDK
(1963), Tarama Sözlüğünden alınmıştır]
DKK
I Ergin Muharrem (1994), Dede
Korkut Kitabı I, TDK yayını, Ankara
DKK
II Ergin Muharrem (1997), Dede
Korkut Kitabı II, TDK yayını, Ankara
DLT
Atalay Besim (çev.)
(1985), Divanü Lugat-it-Türk Tercümesi, TDK Yayını, Ankara
EÇS Evliya Çelebi Seyahatnamesi
[Örnekler TDK (1963), Tarama Sözlüğünden alınmıştır]
EDPT Clauson Sir Gerard (1972), An
Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford
EREN Eren Hasan (1999), Türkçenin
Etimolojik Sözlüğü, Ankara
TAMDOĞAN-YİĞENOĞLU, Tamdoğan Pekşen, Çetin Yiğenoğlu, Kozanca-Kozan
Ağzı Üzerine Bir İnceleme, Yeksav Yayınları
TT Bang W, Gabain A.von (1931),
Analytischer Index zu den Fünf Ersten Stücken der Türkischen Turfan-Texte,
Berlin
YA Anadolu Yayıncılık (1981), Yurt
Ansiklopedisi, C. I, İstanbul
YİŞ Yadigâr-ı İbn Şerîf [Örnekler
TDK (1963), Tarama Sözlüğünden alınmıştır]