ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini  Yazarlar Dizini Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

Sosyal Bilimlerde Yöntem Tartışmaları Bağlamında
Kuhn ve Rothacker

Recep YILDIZ1
İsmail HİRA2

Akademik İncelemeler Dergisi Cilt:5 Sayı:2 2010

Özet

18.yüzyıldan itibaren peşpeşe ortaya konan yenilik ve değişimler insanı,
zihniyetini, eğitim ve kültür değerlerini etkilemiştir. Bu sonuçların doğuşuna sebep
olan bilim, insanların merakını celbetmiş, hayranlıkla izlenmiştir. Ancak bazı çevreler
daha önceden başlamış olan bilimin neliğini ve metodolojisini tartışmaya devam
etmişler, sonuçlarından çok bizatihi bilimin kendisini sorgulamışlardır. Doğa
bilimlerinde bilimin neliği ve metodolojisi üzerine ileri sürülenler yanında; sosyal
bilimlerin bilim olup olmadığı ve nasıl bir yönteminin olması gerektiği yönündeki
sorgulamalar da devam etmiştir. Bilimlerin nasıl tasnif edileceği ve yöntemlerin bu
tasnifte nasıl rol oynayacağı -özellikle sosyal bilimciler açısından- hep tartışıla
gelmiştir.

Bu bağlamda araştırma, Kuhn'un paradigma ve Rothacker'in tarihselcilik
anlayışı içinde dogmatik tezlerinin ne kadar benzer olduğunu ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler: Yöntem, Paradigma, Dogmatik, Kuhn, Rothacker

Abstract

ne novelties and chances that took place since the 18th century have been
affecting man kind and its peculiarities such as the way ofthinking, education and
cultural values. As being the cause of all these changes in humanity; science, attracted
the curiosity and adoration of people. However, some circles have continuously
discussed the methodology and nature of science. These circles continued to discuss
the science itself, rather than evaluating its conclusions in various fields of study. In
addition to discussions on what the science can tell us regarding natural sciences and
what kind of methodology it can hold, they asked whether social sciences should be
considered as actually “scientific”. Arguments over the methodology of social
sciences have continued. It has always been discussed among scholars, particularly
social scientists, that how should science be classified and what roles can the
methodological approaches hold in this classification.

In this context, this research reveals how similar the dogmatic theses when
Kuhn's paradigm and Rothacker's history approaches taken into account.

Keyword: Method, paradigm Paradigma, Dogmatic, Kuhn, Rothacke

1. GİRİŞ

Onsekizinci yüzyıl, bilim ile felsefenin ayrılmasını öngören düşüncelerin
yaygınlaşmaya başladığı yüzyıldır. Sosyal olgunun, fiziksel evreni yönettiği
varsayılan doğal yasalara benzer toplumsal yasalara bağlı olduğu düşüncesi
doğmuştur. Ama felsefi yaklaşım önemini korumaya devam etmiş ve bağımsız bir
sosyal bilim anlayışı genel kabul görmemiştir.

Onsekizinci yüzyılda sosyal bilimlerin farklı disiplinlere ayrışması
beklenemezdi de. Çünkü yüzyılın sosyal düşünürleri, toplumun incelenmesiyle
ilgilenen sosyal bilimciler değil, büyük ölçüde insanlığın yararı için toplumu daha
iyiye götürmek isteyen ahlak bilimcileri veya yönetimin kökenleri ve iktidarın
kullanımına ilgi duyan siyaset bilimcileridir. (Bierstedt, 1997: 18) Ancak Sanayi
Devrimi ve Fransız İhtilali sonrasında derebeyliğin, feodalitenin, imparatorlukların
yerini modern devletler, ulus devletler almaya başlamıştır. Bu köklü dönüşüm, felsefe
ile bilim arasındaki fark veya ilişkinin tartışılmasını hızlandırmıştır. Zira doğa ile ilgili
bilgiler, fizik yasalarının bulunması çabaları ile şekillenmektedir. Genel geçer,
evrensel yasaların ortaya konuşunda deney, genelleme... baştacı edilmiştir.

Entelektüel tarih açısından ondokuzuncu yüzyıla damgasını vuran, bilginin
disiplinlere ayrışması sürecinin başlamasıdır. Özellikle Comte, sosyal bilimin
amacını tanımlayarak ve üç hal yasasını ileri sürerek sosyal bilimleri pozitif karaktere
büründürmüştür. Amaç, matematik, astronomi, fizik, kimya ve biyolojide egemen
olan düşünce biçiminin, toplumun pozitif bir biliminin oluşumuna yol açması
gerektiğini kanıtlamaktır. Bu bilimler, bilimler tasnifinde en tekamül etmiş bilim
olarak en üste ve en sona koyduğu sosyolojiden önceki ve sosyolojiye katkılar
sağlamış bilimlerdir. Dahası altı basamaktan oluşan bu bilimlerin hepsi pozitif
bilimler olarak belirtilmiş, bilgi adına diğer uğraşlar ise pozitif olmamakla, spekülatif,
negatif, metafiziksel olmakla suçlanmıştır (Aron, 1994: 62;). Zira pozitivizm, bilim
olmanın kriteridir, zihinlerin berraklaşmasının bir yoludur. Artık temelde olgu vardır,
temele olguyu almayan diğerleri ise negatif felsefelerdir. Bundan böyle entelektüel
dünyaya egemen olan, epistemolojik bir mücadeledir.

Aslında, klasik dediğimiz bilim görüşünün dayanaklarından biri olan; doğa
ile insan, madde ile akıl, fiziksel dünya ile sosyal/manevi dünya arasındaki köklü
ayrımlar bulunduğunu varsayan Kartezyen düalizmi, bilmenin farklı yolları
arasındaki ayırımı içermekteydi. Ama başlangıçta doğa yasalarını saptamanın
meşruluğunu ve önceliğini kabul ettirmek isteyenler, bilim ile felsefe arasında ayrım
yapmamaktaydılar.

Ancak ampirik çalışmaların bilimin merkezine yerleştirilmesi, doğa
bilimcileri tarafından felsefenin deneye tabi tutulmayan a priori önermeler
geliştirmekle suçlanması ve teolojinin yerini alan bir dal olarak felsefenin mahkum
edilmesi süreci başlayınca (Gülbenkian Komisyonu, 1996:12-14) bilim, doğa bilimi
olarak anlaşılır olmuştur. Ta ki, Fransız Devriminin altüst ettiği sosyal, kültürel ve
gündelik hayatın rasyonel örgütlenişine acil ihtiyaç duyuluncaya kadar.

Madem ki pozitivist karakterdeki deneye dayalı doğa bilimi başarılı idi, aynı
yöntem topluma, düzeni sağlayıp toplumsal yapıyı ve değişimi örgütlemeye de
uyarlanabilirdi. Böylece sosyal bilim ve insan bilimi adı çerçevesinde yeni bir bilimin
temeli atılıyordu. Dahası bu yeni bilim aynen doğa bilimlerinde olduğu gibi, bir
yöntem olarak pozitivizm ile oluşturuluyordu. Artık doğa yasaları gibi, toplumun
evrensel yasaları bulunacak ve ona göre toplumlar düzene kavuşturulacak, kurulmuş
düzenin ilerlemesi sağlanacaktı.

İşte bu çabalardan etkiyle hem bilimler arasında ayrımın temelleri hem de
sosyal bilim içinde değişik epistemolojik tavırlardan oluşan farklı disiplinler ortaya
çıkmıştır. Bölünmeler, ayrışmalar konularına, ele alınan alanlara göre oluşmuştur. Bu
yelpazeyi şu şekilde tablolaştırabiliriz.

Doğa Bilimleri

Sosyal Bilimler

insan ve Doğa Bilimleri
Arasında Yer Alırlar

İnsan Bilimleri (ya da
Sanat veya Edebiyat
Bilimleri)

Matematik :
ampirik olmayan
bir faaliyet

Sosyal gerçeklikleri
inceleyen olarak
tanımlanan, sanat ve
edebiyata yakın veya içinde
yer alan tarih (idiografik :
her olayı kendi tekliği
içinde betimleme özelliğine
sahip)

Felsefe : ampirik
olmayan bir faaliyet
olarak matematiğin
karşılığı

Fizik : yüksek
determinizm ve
deneysellik

Belli başlı sanat
faaliyetlerini inceleyen
bilimler : Edebiyat,
resim ve heykel,
müzikoloji.

Bu bilimler çoğu zaman
uygulamada bu
sanatların tarihini
yaptıkl arından tarihe
yaklaşırlar.

Kimya: azalan
determinizm ve
deneysellik

Yine sosyal gerçeklikleri
inceleyen olarak
tanımlanan, doğa
bilimlerine daha yakın
duran sosyal bilim
(nomotetik: yasa koyma
veya yasalar oluşturma
özelliğine sahip, yasa
bağımlı)

Biyoloji : giderek
azalan

determinizm ve
deneysellik

Ancak sosyal bilim alanında, ilk zamanlarda, nesnel bilginin nasıl elde
edilebileceği tam olarak bilinmediği veya belirtilemediği için; fakat, sosyal gerçeklik
hakkında ampirik bulgulara dayalı nesnel bilgi elde etmek çabası ile bir çok konu ve
disiplin adının önerildiği de görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı yıllarına
gelindiğinde ise görüş birliğine varılan sosyal bilim dalları beşi geçmemektedir: Tarih,
iktisat, antropoloji, siyaset bilimi ve sosyoloji. 1920'lere gelindiğinde de 'kapitalizmi
ortaya çıkaranın, neden Doğu değil de Batı olduğundan hareketle

Doğu uygarlıklarını doğuran değerleri anlamak ve yorumlamak önem
kazanmıştır. Altıncı bir bilim dalı daha eklenmiştir : Oryantalizm. Yani bilimler mekan
ve konularına göre ayrışmaktadır. Bu bağlamda tarihçiler ulusu (siyasal sınırları),
iktisatçılar ulusal ekonomiyi, siyaset bilimciler siyasal sistemi, antropologlar kurulan
modern dünya sisteminde Avrupa dışı halkları, sosyologlar toplumu ve oryantalistler
doğuyu inceleyeceklerdi (Gülbenkian Komisyonu, 1996:18-35). Dolayısıyla sosyal
bilimler devlet merkezci konumdadırlar. İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar sosyal
bilim ayrımları/disiplinlere ayrışması böylece devam etmiş, ancak bu tarihten sonra
ayrım çizgileri yöntem bağlamında ve gittikçe yoğunlaşarak tartışılmaya başlanmıştır.

2. BİLİMLER ÜZERİNDE POZİTİVİZMİN EGEMENLİĞİ VE
EGEMENLİĞİNE DÖNÜK ELEŞTİRİLERİN BAŞLAMASI

Rasyonel veya spekülatif olanın tersine deneysel olan, özlerle değil çıplak
olgularla ilgili bulunan, olması gerekenden çok olanı konu alan, mistik olan yerine
toplumsal olan için kullanılan bir sıfatı bildirir pozitif. Pozitif bilim de özler, ilk veya
ereksel nedenler değil de zihinden bağımsız olguları, doğal fenomenleri inceleyendir.
Bir felsefi öğreti olarak pozitivizm ise genel olarak, modern bilimi temele alıp
metafizik, dinî ve bilim öncesi düşünce tarzlarını reddeden dünya görüşüdür,
olguculuktur. Bilim felsefesi açısından da ampirik gelenek içinde yer alan pozitif bilgi
lehine metafiziksel spekülasyonu reddeden öğretidir. Olgulara dayalı bilimsel
açıklamaya pozitif açıklama ve değer yargılarından bağımsız olan, olması gerekeni
değil olanı ve mevcut ilişkileri ortaya koymayı amaçlayan analize pozitif analiz
denilmektedir. Yine bilim diye nitelenen bilginin özelliklerini ortaya koyan
metodoloji türüne betimsel metodoloji anlamında pozitif metodoloji adı verilmektedir
(Cevizci, 2000: 768-769). Pozitivistler, bilginin nihai belirleyicisinin olgular,
gözlemler ve deneyler olduğunu savunurlar; evrensellik, üniversalizm ve objektif
(nesnel) bilgiden söz ederler. Yasadan söz eden söylem, pozitivist bir söylemdir ve
yasa doğada / toplumda içkin ve evrensel olarak görülür. Pozitivist bilim ideolojisinin
en temel normu da insan, toplum ve toplumsal fenomenlerin bu yasaya boyun
eğmeleridir. Bu gerekçe ile monoteizm ile benzerdir, normdan dolayı antidemokrattır,
bilimperestliktir, farklılıkların değil benzerliklerin altını çizer, mantığı ise
tekdüzeliğin, aynılığın mantığıdır (Arslan, 1992: XII-XIV).

Pozitivizmin ayırt edici özelliği, dinî ve metafizik olanın tersi olmaktır,
olgusallıktır. Bilim pozitiftir, çünkü bilim olması gerekeni değil, olanı inceler.
(Duverger, 1980: 39) Pozitivistler, ideolojik bilgi ile bilimsel bilgi arasında bir ayırım
yapılması gerektiğinde nettirler. (Hekman, 1999: 54) Pozitivizm, doğal toplum
modelini temellendirir, ampirist varsayıma dayanır. Bu nedenle bilginin dış dünyadan
türetildiğini veya dış dünyayı temsil ettiğini öne sürmektedir. Bilgi kendi dışındaki
gerçek dünya ile bağımlı olarak ele alındığı için bilgi ile dünya arasında bir denklik
olduğu kabul edilir (Sunar, 15). Pozitivizm ampirik bilgi boyutu yanında açıklama
boyutunu da içerir. Ayrıca bir üçüncü özelliğini de 'bilimin mantığı tektir' düşüncesi
oluşturur. Bir olayın açıklanması, o olayın genel bir yasanın kapsamına alınmasını
gerektirir. Genel yasa, gözlenen olaylardan tümevarımsal şekilde elde edilmiş
genellemelerdir. Özgül bir olayın teorik bir genellemenin kapsamına alınması o olayın
açıklanması demektir ki; o olayın aynı koşullar altında ileride kendini tekrar etmesi
beklenir. Bu tür açıklamaya nomolojik açıklama denmektedir. Bu nedenle mantığı tek
olan bilim, teoriden bağımsız gözleme ve nomolojik açıklamaya dayanırken; diğer
düşünceler bilimsel olarak kabul görülmediği gibi spekülasyon veya safsata olarak
değerlendirilir (Sunar, 1999: 114-115).

Pozitivist felsefenin temelleri aslında İngiliz ampiristi Francis Bacon'a (1561¬
1626) kadar geri gitmektedir. Bacon, bilimin gözlem ve deney temelinde yeniden
kurulmasını savunmuştur (Ural, 1986: 19). Çünkü insanı doğaya egemen kılacak bir
yöntem geliştirmeye çalışmıştır. O'na göre, insanların, bilimlerin anası olan doğa
bilimi ile uğraşmaları daha çok yenidir. Asıl iş, doğaya egemen olmaktır ve bunun için
de doğayı tanımak gerekir ki önyargılardan kurtulmak, idollerden kurtulmak ve
olayların neliğini kavratan tümevarımı kullanmak temel şarttır (Gökberk, 1980: 243¬
244). Bu yaklaşım o dönem için yepyeni bir yöntem sunmadır. Bunun yanında
toplumsal ve doğal olguların birbirlerinden farklı oldukları görüşleri de felsefi bir
itiraz olarak düşüncelerde yer almakta ve taraf da bulmaktadır.

Ancak, toplumsal olgular ile doğal olguların farklı oldukları şeklindeki itiraz
Quetelet'ye temelsiz görünmüştür. Örneğin, suçluluk olgularına ilişkin istatistiksel
veriler doğa bilimlerinde gözlemlenen türden düzenlilikler sergilemiyor muydu?
(Boudon, 1991: 8). Bu söylemler bilim ile felsefenin ayrışmasına ve hatta bilimin
felsefeyi suçlamasına yol açmaktaydı. Herşey sonsuz bir günde var olduğuna göre
geçmiş ile geleceği birbirinden ayırmanın gereksizliğini vurgulayan Newtoncu
bilimin felsefeye galip geldiği bir döneme gelindiğinde ise Simon ve Comte, bilim ile
felsefenin arasını pozitivizm ve metafiziğin reddi ile açmışlardı. Zaten ondukuzuncu
yüzyıl ile birlikte bilim, neredeyse sadece doğa bilimi anlamında kullanılmaktaydı.

Saint Simon (1760-1825), Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali sonrasında
'hangi tip insan kültürün gelişmesini sağlar ve bu tip insan nasıl yetişir?' sorusuna,
pozitif bir döneme geçiş ile cevap vermiştir. O'na göre, bundan önceki teoloji ve
metafizik dönemler aşılmaktadır ve artık pozitif bilim çağı başlamıştır. Kendi
felsefesine de olguculuk (pozitivizm) adını vermiştir (Akarsu, 1979: 8-10). Auguste
Comte (1798-1857) da 'sosyal fizik' ve sonrasında da 'sosyoloji' terimini ortaya
koymuştur. Tarihi, - insanın olayları, olguları açıklama tarzlarını ve zihinsel
gelişimlerini dikkate alarak - teolojik, metafizik ve pozitivizm aşamalarına bölmüş ve
artık pozitif aşamaya geçildiğini belirtmiştir. Pozitif aşama ise bir insanlık dini olarak
sunulmuştur.

"Filvaki, kızım, bizim imanımızın daima bir tek belli başlı mevzuu olmuştur:
karşısında umumi vaziyetimizi tayin edebilmek için beşeri hayata hakim olan külli

nizamı idrak etmek. Bizden müstakil olan bu nizamı......daima tespit etmek arzusu

mevcut olmuştur. .... Pozitif iman ... muhtelif hadiselerin fiili kanunlarını, yani bu
hadiselerin birbirlerine nazaran diğerlerini evvelden görmemizi temin eden teselsül ve
benzerlik münasebetlerini açığa vurur. ... nazari görüşlerinde daima nasıl'a göre
açıklamalarda bulunur, asla niçin'e göre değil." (Comte, 1986: 14)

Bu bağlamda bilimleri tasnif etmiştir. Böylelikle doğa bilimlerinde uygulanan
pozitif yöntemin toplum bilimlerinde de uygulanmasını zorunlu görerek, -mezar
taşındaki yazıda "Prensip olarak Sevgi, esas olarak Nizam, gaye olarak Terakki"
(Comte, 1986: 20). şeklinde özetlendiği üzere- toplumsal düzenin kurulması ve
ilerlemesi tezini ileri sürmüştür. "İlerleme düzenin gelişmesidir" (Comte, 1986: 184).
Dahası pozitif felsefe/pozitif bilim öncesindekiler, negatif veya spekülatif olarak
adlandırılmıştır.3 Epistemolojik mücadelede bilimin değer kazanıp felsefenin
spekülasyon olarak adlandırılıp suçlanmasına karşı bazı filozoflar, bilimsel
atmosferle daha uyumlu olacak bir şekilde faaliyetlerini yeniden tanımlayarak cevap
vermişlerdir: Viyana pozitivistleri analitik felsefesi.

Bu mücadelede gösterilen çabalar doğa bilimi yanında pozitif yöntemi temel
alan sosyal bilimin doğuşunu ve sosyal bilimin kendi içinde bölünmesini ortaya
çıkaran ve artık sosyal bilimler olarak anılmasına sebep olan disiplinlerin doğuşunu
beraberinde getirmiştir. (Girişte tablo olarak verilmiştir.) 1850-1945 yılları arasındaki
bu bölünmede, sosyal bilimler metodolojisine örnek alınan Newton fiziği ve buna
bağlı olarak pozitivizm egemen olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'na gelindiğinde ise
farklı bilgi alanlarına ayrılmış birçok disiplin görülmektedir. Ancak ifade edilmelidir
ki gerçekliğin incelenişinde bilimleri birbirinden ayıranın ne olduğu, ele alınan
konuların mı yoksa ele alıştaki yöntemin mi olduğu da tartışılmaya başlanmıştır.

Özellikle sosyal bilimlerin sosyal gerçekliği incelerken içerik yönünden
kendini yakın disiplinlerden ayırt edenin ne olduğuna dönük düşünceler aynı zamanda
bilimlerin kurumlaşma sürecini de ifade eder. İki kutuplu soğuk savaşın başlaması
(ABD-SSCB), nüfus ve üretimin artışı, modern olma veya olmama kriterinin
eklenişiyle 'coğrafi bölgeler'in de devreye girmesi sürecinde, sosyal bilimcilerin
konum ve uygulamalarındaki farklar giderek belirginleşmiştir ve sosyal bilimler konu
ağırlıklı olarak farklılaşmıştır. Daha önce belirlenmiş olan sosyal bilimler tasnifi artık
modernlik temelinde şu şekilde belirlenmiştir:

1. Modern olmayan dünyayı inceleyenler:

- Oryantalizm

- Antropoloji


2. Modern dünyayı inceleyenler


a. Bugünü inceleyenler: 3 nomotetik sosyal bilim


-Piyasa


- Siyaset


-Sivil toplum


- İktisat


-Devlet


- Sosyoloji


b. Dünü inceleyenler : İdiografik tarih

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Orta Doğu, Afrika, Avrupa, Asya.... gibi

coğrafi bölgeler üzerinde araştırmalar yapılması bir yandan doğa, insan ve sosyal

bilimleri bir çatı altında toplamayı mecbur kılmakta; bir yandan da sosyal bilimcileri

birbirleriyle yakınlaştırmaktaydı. Çünkü, aynı bölgeyi özellikle modernlik

bağlamında birçok bilim incelemekteydi. Örneğin, nomotetik sosyal bilimciler, tarihi

verileri kullanarak; tarihçiler de nomotetik sosyal bilimcilerin ortaya attığı bazı

genellemeleri geçmişi anlamak için yorumsamacı anlamda da olsa alarak birbirlerine

yakınlaşmaktaydılar. Bu da bilimleri birbirinden ayıranın konu veya ele alınan

bölgeler olmadığı tezini güçlendirmekteydi (Gülbenkian Komisyonu, 1996: 34-43).

Öyleyse, bilimleri birbirinden ayıran yöntemleri olabilir miydi? Artık ampirik veriler,

değişkenler yerine tarihin verilerine ve aralarındaki karmaşık ilişkilere yönelinmiş,

kalitatif -nitel- değişimler analiz edilmeye başlanmıştı. Max Weber (1864-1920),

Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde 'Kapitalizm neden Avrupa'da

doğdu?' sorusundan hareketle global toplumlardaki değişimleri incelemiş ve insan

2 •

eylemlerini de sosyolojinin konusu olarak belirlemişti. 'İdeal Tip' olarak adlandırdığı
bir bakıma metodolojisini ileri sürmüş, anlama ve açıklama prosedürlerinin farklı ama
birbirlerini dışlayıcı olmadığını vurgulamıştı (Boudon, 1991: 19). Böylelikle, aslında,
tarihselciliği bilimselciliğine galip gelmişti, aynen Marx gibi.

2- "Weber, doğal toplum modelini benimsemiş olmasına rağmen, pozitivizmin yorumsama
programı ile bağdaşabileceğini ileri sürmüştür. Pozitvist bir nesnellik anlayışını benimseyen
Weber, radikal bir öznelliğe düşmemek için toplumsal araştırmaların, öznel çıkış noktalarına
rağmen nesnelliklerini koruyabileceğini savunmuştur..... Ancak, Weber'e göre toplumsal
dünya doğal dünyadan farklı olarak, insan eylemine, insan eylemi amaçlara, amaçlar ise
öznel anlam dünyasına dayanır. Araştırmacı 'sonsuz' [kültürel dünya sonsuz gerçekliklerden
oluşmuştur] öznel anlam dünyalarından oluşan tarihin bir bölümünü konu edinebilmek için
seçim yapmak zorundadır. Ama öznel bir başlangıçtan sonra araştırmacı nesnel sonuçlara
varabilir" (Sunar, 1999: 27-29).

Zira Karl Marx (1818-1883) da Komünist Birliğinin isteği üzerine F.Engels
ile birlikte kaleme aldıkları Komünist Parti Manifestosu'na, girişten sonra, "Bugüne
kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Özgür ile köle, patrisyen ile
pleb, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak...." (Marx, Engels, 1999: 46). cümlesiyle
başlamakta, ilerleyen sayfalarda tarihsel aşamaları belirlemektedir.

Bu yaklaşımlar bir yandan, metodoloji tartışmalarını körüklemekte; diğer
yandan da araştırma nesnesine dahil olmakla müdahale edilmesi veya 'sosyal bilimler
tüm dünyada uygulanabilir' tezinin aslında azınlık olan bir epistemik cemaatin
görüşleri olarak değerlendirilmesi pozitivizme eleştirileri kuvvetlendirmekteydi.
Özellikle W. Dilthey ve Alman Tarih Okulu ve Herder en önemlilerindendir ki anlama,
yorumlama, adı geçen ve daha birçok düşünürlerce metodolojik tartışmalarda
pozitivizme karşı çıkan temel tezler olarak ileri sürülmekteydi.

Pozitivizmin sorgulanışında ileri sürülmüş birçok tezi değerlendirmek
mümkündür. Ancak çalışmamız, tarihselcilik görüşü içinde dogmatik kavramını dile
getiren Erich Rothacker ile ilerlemenin bilimsel devrimlerle mümkün olduğunu ifade
ederken paradigma kavramını literatüre kazandıran Thomas Kuhn'un temel tezlerinin
birbirleriyle ne kadar da örtüştüğünü belirlemeye dönüktür. Bu iki düşünürün tercih
edilişinin bir nedeni de, bu iki yaklaşımın, sosyal bilimler için pozitivizmden
hermeneutiğe geçişte/yönelişte köprü konumunda olmaları şeklinde
değerlendirmemdir. Tıpkı, Rönesansın Ortaçağ ile Aydınlanma arasında veya
Comte'taki metafizik aşamanın teolojik aşama ile pozitif aşama arasında bir köprü
görevi görmesi gibi.

3. DOGMATİK VE PARADİGMA KOŞUTLUĞU

Erich Rothacker için, nesnellik ve öznellik karşıtlığı ile doğayı kendi
nesnelliği içinde tanımak amacında olan modern doğa bilimlerinin aksiyomları,
dogmatik karakterdedir. Galilei, Kepler, Descartes, Newton kendi aksiyomlarını
programlaştırarak bir zamanlar dogmatikçi olarak ortaya çıkmışlardır. Ama
günümüzün doğa bilimcileri, onların fiziğini, özel bir yönelimin, bir bakış tarzının, bir
inancın açıklanma tarzı olarak görüp 'klasik' saymıştır (Rothacker, 1995: 26-27).

3- Epistemik Cemaat: Bu kavram, Hüsamettin Arslan'ın aynı adlı eserinden alınmıştır.
Epistemik cemaat, Arslan'a göre iki düzeyde var olur. Dar anlamda, bilgiyi inşa eden,
işleyen ve taşıyan uzmanlar düzeyinde epistemik cemaat ve geniş anlamda, uzmanlar
düzeyinde epistemik cemaatin icra ettiği faaliyete inanan, bu faaliyete yüksek bir değer
atfederek bulgularını kullanan bütün insanlar düzeyinde global epistemik cemaat.
(Arslan, 1992: 56-57)

Thomas Kuhn ise, günümüz bazı bilim tarihçilerinin, doğa hakkında bir
zamanlar geçerli olan bu görüşlerin, günümüzde geçerli olanlardan daha az bilimsel,
ya da daha fazla kişisel tercih ürünü olmadıklarını giderek artan bir kesinlikle
hissettiklerini vurgulamaktadır. Kendisi de zamanını doldurmuş kuramların, sırf bir
kenara atıldıkları için ilkece bilimsel olmadıklarının söylenemeyeceğini ifade eder.
'Bilimsel Devrimlerin Yapısı' adlı eserinin birçok yerlerinde, örneğin Newton'un
kuramını, rakiplerine üstün gelerek ortaya çıkan Newton paradigması ve belli bir
paradigma temelinde yapılan araştırmaları da olağan bilim olarak isimlendirir. Bu
bağlamda bazı bilim adamlarının geçmişteki bir bilim dalının bugünkü duruma
yaptığı katkıları yerine o bilimin kendi zamanındaki tarihsel bütünlüğünü sergilemeyi
tercih ettiklerini dile getirir (Kuhn, 1982: 40).

Rothacker de 'Tarihselcilik' adlı eserinin ana fikrini 'her sistem tarihseldir ve
tarihsel kalır' şeklinde belirlemektedir. Zira O'na göre, tarihsel düşünme, olaylara yön
veren etkenlerin (sanat, din, hukuk, ekonomi vb), olguları düzenleyen içkin mantığın,
stillerin, stilleri yaratanlara yakın bir düzeyde anlaşılmasını hedef alır, olguları
saptamayı değil. Bir örneğini Max Weber'in verdiği gibi, tinbilimci, o alanın (örneğin
hukukun) ne olduğunu değil, insanların belirli dönem ve çağlarda o alandan ne
anladıklarını, ona kendilerine göre nasıl bir anlam verdiklerini bilmek ister
(Rothacker, 1995: 38).

Dogmatik, bir bilimin konu ve sistematiğini çerçeve halinde veren; bir özgül
tutumun, belirli bir stilin, özgül bir bakış tarzının sistematiğinin açımlanmasının adı
(Rothacker, 1995: 21,27); paradigma ise bir bilim koluna özgü bir çerçeve ya da kalıp,
disipliner matriks (dölyatağı, içinde kapsadığı bir başka nesneye biçim verebilen
üretim kalıbı) olarak tanımlanmaktadır. Kuhn için, bilim topluluğunun bağlılığını
yönelttiği nesnelerin hepsi yahut çoğu da 'disipliner matriks' denilen bütünü oluşturan
öğelerdir ve bütünlük içinde topluca işlev yaparlar. Bilim adamları ise kavramları,
yasaları ve kuramları hiçbir zaman ayrı ayrı ve soyut olarak öğrenmezler, tersine,
uygulanışları ile birlikte bulurlar (Kuhn, 1982: 71,167). Rothacker için de dogmatik,
içerikli düşünsel bilgimizin biricik kaynağıdır. Dogmatikler -insan eserinde
gerçekleşen ve bunlar olmadan o alan veya eser üstüne konuşamayacakları- bir stilin
biçimini, anlam içeriğini ve mantığını dışa vurup yansıtırlar. Bu nedenle de, bir sistemi
anlamak onu aksiyomlarına geri götürmek ile mümkündür (Rothacker, 1995: 39-41).

Hem paradigmada hem dogmatikte uzlaşma ve kabul görme, temel
kavramlardır, temel niteliklerdir. Bilimin paradigmasına kavuşmadan önceki
gelişmesinde yaşanan temel anlaşmazlıkları, bilim dalının kişiliğini bulmasında etken
gören Kuhn, paradigmaların evrensel olarak kabul edilmesinden söz etmektedir. Bir
kuramın paradigma olarak kabul edilebilmesi için de rakiplerinden güçlü
görülmesinin gerekliliğini vurgular. Bu da aynı zamanda, okullar-arası tartışmanın
sona ermesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte doğru yolda olunduğu inancının, bilim
insanlarına giderek kesin, kapsamlı çalışmalarına yol verdiğini gösterir. Artık
araştırmanın nitelikleri, bir paradigma temeline oturtulur ve yine artık bilimsel
uygulama aynı kural ve ölçütlere bağlıdır, önceki olguların yeniden
değerlendirilmesini gerektirir ki bu devrimci bir sürecin ifadesidir, fikir birliğidir ve
olağan bilimin sürgitmesinin önkoşuludur (Kuhn, 1982: 43-51). Rothacker de ele
alınan alanlar üzerinde, tüm uzmanların tam bir uzlaşıma varıp temel kavramlarını
saptadıklarını belirler. Bunu bir yetkinliğe kavuşma olarak görüp; tanımlanmış,
sistematize edilmiş, aksiyomatik yönden geliştirilip kuramsal olarak temellendirilmiş
sistemlere bu bağlamda vurgu yapar. Ancak O'na göre bu sistemlerin temsilcileri,
kendilerini asla dogmatikçi hissetmezler. Kendilerini yetkin ve evrensel sayarlar.
Halbuki hiçbir sistem evrensel değildir, olsa olsa evrensellik iddiası taşıyan ve
kurulmuş dogmatiklerdir. Bu bağlamda her sistem tarihseldir (Rothacker, 1995: 27¬
29).

Rothacker'e göre, bir sisteminin dogmatiğe dönüşmesine, inanç ve
kanaatlerdeki değişme yol açar, göstergesidir de. Bunun nedeni sistemin genel
geçerliğine olan inancın sarsılması ve giderek değişmesidir (Rothacker, 1995: 31).
Kuhn, bu inanç değişmesini ve sarsılmasını daha detaylı biçimde işler. O'na göre,
bilimsel keşif bağlamında olgu ve kuram yenilikleri iç içedirler. Keşfetmek, karmaşık
bir olay olduğu için, yeni kavram ve kuramlara ihtiyaç duyar. Keşif, yalnızca deney ve
geçici kuram birlikte ve uyum halinde geliştirilebildiği zaman ortaya çıkar ve kuram
da ancak böyle durumlarda paradigma haline gelebilir. Fakat önce aykırılığın
algılanması, sonra bu aykırılığın yavaş yavaş ve aynı zamanda hem kavram hem
gözlem düzeyinde elle tutulur hale gelmesi gerekir. Bunun sonucunda da paradigma
kategorileri ve uygulamalarında çoğu kez direnişle karşılaşılan değişiklikler meydana
gelir. Yani, yeni kuramların ortaya çıkış, bilim alanında ciddi belirsizliklerin yaşandığı
dönemler sonucunda mümkün olabilir ki olağan bilimde ele alınan bulmacaların
beklenen sonuçlara direnmelerinden kaynaklanır. Dolayısıyla yeni kuramın bunalıma
doğrudan bir tepki olarak meydana çıktığını düşünmek doğru olur (Kuhn, 1982: 78¬
93). Başka bir deyişle, olağan bilim, bilim topluluğunun dünyanın gerçekte nasıl
olduğunu bildiği varsayımı üzerine kurulu bir tanımdır ve olağan araştırma amacıyla
tanımlanmış bir araç, beklenen tarzda iş görmeyerek, beklentilere ayak uydurması
sağlanamayan bir garipliğin ortaya çıkışına neden olabilir. Bu durumda olağan bilim
sık sık rayından çıkar ve var olan bilimsel uygulama geleneklerini yıkacak derecede
aykırı belirtilerden kaçamaz duruma gelir. Artık bilimde yepyeni bir ilkeler bütününe
götürecek arayışlar başlar (Kuhn, 1982: 42). Bu arayışlarda var olan kuramlar içinden
seçim, geçmiş başarılardan çok geleceğe dönük vaatlere dayanır. Henüz herhangi bir
kuram olarak yer alan ve üzerinde fikir birliği sağlanamamış olan bu yeni paradigmayı
erken bir aşamada benimseyen kişi, eski paradigmanın bazı sorunlarda başarısız
olduğundan başka bir şey bilmez. Ama yenisinin, karşılaştığı birçok büyük sorunu
çözmeyi başaracağına inanır. Böyle bir karar ise ancak inanç üzerine verilebilir. Yeni
görüşün verimliliğine inanmaya başlayan daha birçok kişi, yeni olağan-bilim yapma
tarzını benimseyince (Kuhn, 1982: 150-151) inanç ve fikir uzlaşısıyla gerçekleşmiş
olan bilimsel devrim(ler), geleneğe bağlı olağan bilim faaliyetinin gelenek yıkan
tamamlayıcısı(ları) olarak bilim tarihindeki yerini alır. Onay önemlidir, çünkü, "Rakip
siyasi kurumlar arasında yapılan seçim gibi, rakip paradigmalar arasındaki de aslında
birbirine tamamen zıt toplumsal yaşam tarzları arasında yapılacak bir tercihtir. ....
siyasi devrimlerde olduğu gibi, paradigma tercihlerinde de ilgili topluluğun
onayından daha yetkili bir ölçüt yoktur" (Kuhn, 1982: 106).

Bu bir reddir de, hem Rothacker hem de Kuhn için. Ancak Rothacker için,
sistemin genel geçerliğinin reddi, o sistemin çıkarım zincirlerinin, kuramsal /
tümdengelimsel yapısının değil; sistemin örtük veya açık aksiyomlarının reddidir.
Hatta başka bir sistemi talep eden kişi, başka aksiyomlara dayanıp aynı
tümdengelimsel yoldan geçerek sistemini kurabilir. Yani, reddetme, mantıksal
kuruluşu bakımından değil, dayanılan aksiyomlaradır ki aksiyomlar başka başka
olduğundan, sistemler ve dogmatikler çokluğundan söz etmek gerekir (Rothacker,
1995: 31-32). Bu aynı zamanda dogmatik düşünmenin kaçınılmaz olduğunun
ifadesidir. Kuhn için ise, çoğu bilimlerin gelişmesindeki ilk aşamalarda, doğa üzerine
farklı görüşler yarışmışlardır; üstelik her birinin kullandıkları bilimsel gözlem ve
yöntem ilkeleri aynıdır. Dolayısıyla bu çeşit 'okulları' birbirinden ayıran etken, aynen
Rothacker gibi, şu ya da bu yöntem hatası değil, bunların dünya görüş tarzlarında ortak
hiçbir ölçütün olmaması ve aksiyomlara karşılık gelen bu ayrı dünyalarda farklı
şekillerde bilim yapmalarıdır (Kuhn, 1982: 41). Dolayısıyla rakip paradigmaların
savunucularının, bilim kıstas ve tanımları aynı olmamasına rağmen; örneğin, Newton
mekaniğinden Einstein mekaniğine geçişte, nesne ve kavramlara görünürde yeni bir ilave
gerekmez, iki farklı yaklaşım görünürde aynı nesne ve kavramları kullanabilir. Ancak
dünyayı yorumlamakta yararlanılan kavramsal yapı, bilimsel devrimlerle yerinden
oynamıştır. Birbirini izleyen paradigmalar bize, evreni dolduran nesneler ve bunların
davranışları hakkında öze ilişkin farklı bilgiler verir. Ayrıca, yalnızca doğaya değil
kendisini üreten bilime de yönelik bir yapı olarak birbirinden ayrılan paradigmalar
yöntemin, sorunsal alanının, belli bir zamanda herhangi bir olgun bilim dalı için kabul
edilmiş çözüm ölçütlerinin de kaynağıdır (Kuhn, 1982: 108, 112). Red etmek hususunu
daha derinlemesine ele alan Kuhn için zıtlardan birinin kabulü, karşılaştırma sonucunda
diğerinin reddi olduğu için ve çözümlemeyi sağlayabilmek adına reddedilen paradigmayı
kapsamış olan kitap ve makalelerin de bir kenara itilmesini beraberinde getirir. Ancak
ifade etmeliyiz ki bilim adamaları, aykırılıklarla ve karşı örneklerle karşılaştıkları için
paradigmalarını reddetmezler; en ufak bir zorlukta hem paradigma reddedip hem de bilim
adamı olunamaz. Bir paradigmanın reddi, bir diğerinin yerini almasıyla eşzamanlı ise
mümkün olur; ama değilse, reddedilen paradigma değil bilim olur. Bilimi reddetmek ise
paradigmanın değil, bilim adamının işidir (Kuhn, 1982: 95-96, 156).

Dogmatik ile paradigmanın bir benzer yönleri de bir dogmatik stilden diğerine
ve bir paradigmadan diğerine geçiştir. Bir farkla ki, o da, geçişin aşma ve devrim
kavramlarıyla karşılanışıdır. Rothacker aşmayı, insanın kendisini sürekli aşan bir varlık
olmasıyla temellendirirken; Kuhn bilimsel devrimi birikimci olmayan ama gelişimci bir
sürecin parçaları olarak kabul eder. Şöyle ki; Rothacker, kendisini sürekli aşan bir varlık
olan insanın bu aşma çabasını felsefenin üstlendiğini bildirir. Bunu bir önceki veya o ana
kadarki bir dogmatiği arkasında bırakmakla yapar. Dogmatik yoldan formüle edilebilir
olan bir stil (tüm kültür alanları bu anlamda stillere sahiptir), yalnızca bir başka ve yeni
stil aracılığıyla aşılabilir. Bu yeni stil de kaçınılmaz olarak bir dogmatik stildir. Bu
aşmanın mümkünlüğünün delili, o alandaki düşünce ve eserlerin eleştirilebilir olmasıdır.
Eleştirilmez olsaydı, dogmatikliği içinde bilinebilir olamazlardı. Kültürel fenomenlerin
stillerini durmadan arttıran ise yaratıcı yaşamdır (Rothacker, 1995: 41, 45). Hukuk,
sanat, din vb tüm sistemler dogmatiktir. Kuhn için de yaşanan yeni paradigmaya geçiş,
bilimsel bir devrimdir. Bilimsel devrimlerin en önemli özellikleri de eski bir
paradigmanın yerini, onunla bağdaşmayan bir yenisinin tamamen ya da kısmen
almasıdır. Devrimin önkoşulu ise, düzenin bunalıma varan ölçüde işlerliğini yitirdiğini
haber veren belirtilerin algılanmasıdır (Kuhn, 1982: 103-105). Dolayısıyla bilimsel
ilerleme de paradigmal geçişle mümkündür. Olağan bilim ise, ilgili bilim çevresinin
önceden başarılmış problem çözümlerini sorgusuz kabul edendir ve zaten ancak kabul
ettiği sürece kuralsız işleyebilir. Bu devrimlere yol açan ise paradigmalara duyulan
güvenin sarsılması, kurallara gösterilen ilgisizliğin yok olmasıdır ki bu aynı zamanda
paradigma-öncesi devirlerin şaşmaz bir özelliğini ortaya kor: Hangi yöntemler, sorunlar
ve çözüm kıstaslarının geçerli olacağı konusunda sık sık ve oldukça derin tartışmaların
yoğunluğu ve çok çeşitli fikir okullarının birbirinden ayrışması. Anlaşma, uzlaşı
paradigmanın kabulü anlamına geldiği için de olağan bilimin sürdürüldüğü dönemlerde
bu tür tartışmalar yok denecek kadar azdır (Kuhn, 1982: 72).

Anlam içeriklerini bilmek veya bilimde yeni bir bilim dalının ortaya çıkışında
her iki düşünürün de temel kavramlarına yükledikleri anlamlar dikkate alınmalıdır.
Zira Rothacker için gerçek olan daima özgül olduğundan, ancak dogmatik yönden
açımlanabilir. Dolayısıyla anlam içeriklerini yeniden bilmek, keşfetmek için
dogmatik yöntemden başka yöntem yoktur (Rothacker, 1995: 42). Yani, dogmatik
yeniden bilmenin tek yöntemidir. Kuhn için ise bilimde yeni bir dalın ortaya çıktığını
paradigma gibi açıklıkla ilan edebilecek bir başka ölçüt bulmak hiç de kolay değildir.
(Kuhn, 53) Yani, paradigma yeni bir bilim dalının ilanının ölçütüdür.

Dogmatiklerin çokluğunu dile getiren Rothacker, rekabet, perspektivite ve
tarihsel görelilik çerçevesinde tezini tartışırken; Kuhn da, daha önce geçtiği üzere,
rakip paradigmalardan, olağan bilimden ve bilim adamlarının kavramları, kuramları
uygulanışlarıyla bulmalarından söz etmekte, her bilimsel devrimin onu yaşayan
bilimsel topluluğun tarihsel görüş açısını değiştirdiğini ileri sürmektedir. Rothacker'e
göre, dogmatiklerin rekabet ettiği bir tarihsel görelilik konumu yaşanmaktadır. Bu
bağlamda tek tek bilimler yönünden bakıldığında tüm bilimsel araştırmalar felsefi /
rasyonel nitelik göstermektedirler. Üstelik her yaratım, bir şekilde başkalarıyla
paylaşılan belli bir çağa, coğrafyaya ait bir situation'a ve varılan sonuç da söylemin
karakterine bağlıdır. Öyleyse bir situation içinde ortaya konan bir eser dogmatik
olmaktan, dolayısıyla tarihsellikten kurtulamaz. Ayrıca her yaratım yukarıdaki
ifadelerden anlaşılacağı üzere perspektiflidir, bir merkezi yere, bir kalkış noktasına
sahiptir. O perspektif içinde eyleyen insan, perspektiflerini pekala değiştirebilir ama
yine de bir perspektif içindedir (Rothacker, 1995: 50-52). Kuhn için de birbirine zıt
toplumsal yaşam tarzlarını dile getiren rakip paradigmalar arasında tercih söz
konusudur. Paradigmal geçişler tarihsel görüş açısını değiştirir. Ancak olağan bilimin
doğasını oluşturan şeyin bilim topluluğunun tek bir paradigmayı kabul etmesi
boyutunda ise artık rekabet kalkmış bulmaca çözmeler başlamıştır. Çünkü paradigma
kabul görmüş bir örnek olarak sorunları çözmede rakiplerinden daha başarılı oldukları
için üstün konma ulaşabilmişlerdir. Olağan bilim artık, başarı umudunun gerçeğe
dönüştürülmesinden ibarettir. Buna karşın bilimsel devrimleri devrim olarak değil de
katkı olarak görmek isteyenlerden ve bilimsel devrimlerin varlığını ve önemini
örtmeye çalışanlardan söz eder (Kuhn, 1982: 54-55, 135).

Bilimleri doğa ve tin bilimleri olarak ayıran; doğa araştırmacısının bilinen
görevini 'nesnel gerçeklik'i tanımak, tin bilimcilerinin görevini ise öngörülmüş veya
daha önce insanlar tarafından bazı nesnelere sokulmuş ve bilinmiş içerikleri,

4

anlamları ortaya çıkarmak olarak belirleyen Rothacker, nesnel bilimin perspektife
bağlı görelilikleri aşmak istediğini belirtir. Ancak O'na göre nesnel bilimin 'nesne'
dediği şey, aslında görülmüş değil; öngörülmüş bir şey, belirli görüsel perspektifin
altında saptanmış bir şeydir (Rothacker, 1995: 42).

4- Doğa araştırmacısı nesnel gerçeklik bilgisini elde etmek, o nesnenin nedensel oluşumunu
bilmekisterken tin bilimci, bir zamanlar belirli bir niyet ve amaçlardan hareketle
biçimlendirilmiş mimari yapılar, resimler, müzik eserleri, dilsel yoldan yaratılmış tüm eserler,
politik ve hukuksal düzenlemeler, ahlaksal eylemleri .... ifade eden insan eserlerindeki bu
niyet ve amaçları yenidenbulup ortaya çıkarmak ister. Başka bir deyişle doğa bilimci
gerçekte olanı, tin bilimci ise anlam taşıyanı bilmek ve anlam içeriklerini bulup ortaya
çıkarmak ister ve bu anlamı duyularüstü sferde arar. Bu anlamlar ise tartılabilir, ölçülebilir,
deneysel yöntemlerle denetlenebilir değillerdir. Ayrıca anlam konusunda, geçmişte
insanlarca bizden önce bilinmiş anlamlara, kavramlara nasıl anlam verdiklerine yönelen
filolojik-tarihsel bilimler ile 'kendinde anlam dünyası'na yönelerek bir anlamı ilk kez
keşfetmeye, kavramın ne olduğuna, anlam olarak anlamı bulmaya yönelen felsefi tin
bilimleri arasındaki farka da dikkat çeker (Rothacker, 1995: 13-16).

Kuhn için de bilim adamı 'daha önce bir gezegen görürdüm, şimdi bir uydu
görüyorum' diyemez. Fakat 'bir zamanlar ayın bir gezegen olduğunu sanırdım, ama
yanılmışım.' diyebilir (Kuhn, 1982: 121) ki; eskiden beri aynen var olan nesnelerin
aralarında farklı ilişkiler kurulduğunu, yeni bir çerçeveye oturttuğunu ifade etmektir.
Bu durum Rothacker'in deyişiyle nesnenin belirli görüsel perspektif altında
saptanmışlığının ve kendi tezi açısından da aynı nesnelere baktığı halde tüm
yorumların paradigmaya dayandığının ifadesidir.

Nesnenin neliği yanında bilimin nesne ile ilişki kuruşunda Rothacker,
nesneye yönelmenin perspektiften başka bir şey olmadığını ileri sürer. Bu nedenle her
stili ve bu stili dışa vuran dogmatik'i, zorunlulukla perspektifik olarak değerlendirir.
İşte bu perspektif ile de nesneyle ilişki kurulur ki özneye nesnenin nasıl
algılanacağının dogmatikçe belirlenmesinin ve aynı zamanda her stilin, 'özne'ye
nesneyi nasıl algılayacağını dikte edişinin ifadesidir (Rothacker, 1995: 42). Kuhn da
paradigmanın değişiminin algısal değişim olduğunu vurgulamaktadır. Zira O'na göre,
başka paradigmaya geçişte biriktirme değil; bilim dalının farklı temellerden
başlayarak yeniden kurulması söz konusudur (Kuhn, 1982: 99). Yeni paradigma ile
olağan bilimin, -her paradigmadaki olağan bilim gibi- bir yanıyla metafizik bir yanıyla
yöntemsel ilkesi vardır. Bu ilkeler metafizik açıdan bilim adamlarına evrenin hangi tür
nesneleri içerip içermediğini dikte ederken; yöntemsel açıdan da nihai yasalar ile
temel açıklamaların nasıl olması gerektiği hakkında reçete vermektedir (Kuhn, 1982:
67).

'Nesnenin neliği' ve 'nesneye yönelme'den hemen sonra ilk akla gelen ise
nesnelerin nasıl inceleneceğidir. Rothacker, karşılaştırma, analiz, sentez ve
kombinasyonun dogmatik içindeki kipe göre olduğunu vurgularken (Rothacker,
1995: 42); benzer şekilde Kuhn da paradigma değiştiğinde hem problemlerin hem de
önerilen çözümlerin geçerliliğini belirleyen ölçütlerin değişeceğini dile getirir. Yeni
paradigma çerçevesinde kurulmuş bilim dallarının, kuramsal genellemeler yanında
yöntem ve uygulamalarını da değiştireceğini belirler. Bundan böyle bilgi dalına bütün
yöntem ve amaçlarıyla birlikte yepyeni bir açıdan bakılır. Paradigma değişince, ortaya
çıkan yepyeni teoriler ve sorunlarda, geçerli çözümlerin belirlenişinde başvurulan
ölçütler de değişeceğinden, artık olgular düzeyindeki bilimsel inceleme için üç ana
odak gösterilebileceğini şöylece ifade eder:

"Birincisi, nesnelerin doğası hakkında, özellikle öğretici oldukları paradigma
tarafından, ortaya çıkarılmış olgular sınıfıdır. Paradigma sorunların çözümlenmesi
için kullanıma sunduğu bu olguları böylelikle hem daha çeşitli koşullar altında hem de
daha büyük bir kesinlikle belirlenmeye değecek hale getirmiştir.... deney ve gözlem
bilimleri yazınında önemli bir bölüm, bu tür olgular hakkındaki bilginin kapsamını ve
doğruluk payını genişletme çabalarına ayrılmıştır. Bu amaçlara yönelik son derece
karmaşık özel gereçler tekrar tekrar tasarlanmış.... nice bilim adamı, bu başarıyı

buluşlarının alışılmamışlığına değil, önceden bilinen olguların yeniden belirlenmesi
için geliştirdikleri yöntemlerine, kapsamına, güvenilirliğine ve kesinliğine borçludur.
İkincisi, .. paradigmanın, kuramının tahminleri ile doğrudan doğruya
karşılaştırılabilen olguları ele almasıdır. [olgu ve kuram arasındaki uyumun
sağlanması] Üçüncüsü, [kuramın daha da ayrıştırılması için] deney ve gözlemle olgu
toplama " (Kuhn, 1982: 55-57).

Anlaşılacağı üzere bilimsel devrimler, paradigmal geçişlerdir ve ölçütler
değişmiştir. Ölçütlerin, kullandıkları yöntemin arkasında / zemininde yeni bir
paradigma vardır artık. Aynı düşünce Rothacker'de kendini şöyle gösterir: Bilimler
yöntem değişiklikleri göstermeleri ile karakterize olmazlar. Her yöntemin arkasında
bir tutum, her tutumun arkasında bir bakış tarzı saklıdır. Tutum ve bakış tarzlarının
arkasında ise yönelim ve bir tavır yatar. Bu tavrın arkasında da yaşam ilgileri vardır.
Doğa bilimlerinin bir ontolojisi vardır ve her ontoloji, bir evren tasarımıdır. Halbuki
ontik olan hep kendinde kalır; ontolojiler değişir (Rothacker, 1995: 79-81).

Nesneye yaklaşımlarıyla benzeşen Rothacker ile Kuhn doğruluk iddiası ile
yorum ilişkisinde ise çeşitlilik açısından değerlendirilebilecektir. Şu farkla ki;
Rothacker, tarihselciliği, "perspektiflerin, dogmatiklerin, stillerin çokluğunun
birbirlerini yok saymaması" (Rothacker, 1995: 42) biçiminde nitelerken; bu çokluğa
bağlı olarak çok doğruluğun olacağını ve ancak 'sonuçta hiçbir doğruluk yoktur'
denilemeyeceğini belirler. Çünkü aranılan doğruluğu, bir dogmatik doğruluğun
iddiası olarak değerlendirir. Zira O'na göre, her dogmatiğin kendi aksiyomlarıyla
birlikte bir kedine özgü ve 'içkin logos'u vardır ki dogmatik'in kendi içinde göreliliği
sözkonusu olamaz. Dogmatiklerin gösterdiği bir şey olarak kavranabilen gerçeklik,
dogmatik kurma tarzları içinde 'anlamlanabilir' olandır, yorumlanan bir şeydir
(Rothacker, 1995: 63-66). Yani dogmatiklerin, perspektiflerin, stillerin çok çeşitlilik
önlenemez. Kuhn için ise, paradigmalardan söz edilmesiyle birlikte, paradigma,
yorum farkına indirgenemez, aynı paradigmada farklı yorumlar olabilir. Başka bir
deyişle bilimsel bir devrim, yalnızca değişmez veri kaynağının yeniden
yorumlanışına indirgenemez. Yeni paradigmayı benimseyen bilim adamını yorumcu
olarak görmeyen Kuhn, onu ters görüntülü mercek takan adama benzetir. Şöyle ki;
retina tabakalarında aynı izlenimler olan iki insan çok farklı nesneler görebilmektedir.
Diğer taraftan da ters mercekler örneğinde olduğu gibi, retina tabakalarında farklı
imgeler olan iki kişi de aynı şeyleri görebiliyor" (Kuhn, 1982: 128).

Başka bir deyişle aynı paradigmanın mensupları farklı yorumlar yapabilir
ama buna karşın farklı paradigmanın mensupları da aynı yorumları yapabilir. Veya
yine kendi ifadesiyle; "kurallar bir yana bırakılıp yerine paradigmalar konulduğu
zaman bilgi alanlarını ve uzmanlıklarının çeşitliliğini anlamak daha da
kolaylaşmaktadır. Kesinleşmiş kurallar var oldukları zaman genellikle çok geniş bir
bilim çevresi tarafından paylaşıldıkları halde, paradigmalar için böyle bir şey zorunlu
değildir. .... yakın bağlantılı alanlarda çalışan bilim adamları bile, ortak kitaplardan
ders görüp aynı başarılar üzerinde araştırma yaptıkları halde meslekteki uzmanlık
sırasında zamanla gayet farklı paradigmalar benimseyebilirler.... [ancak] iki adamın
aynı madde parçacığı hakkında söz ettiklerini kabul etsek bile, her birinin nesneyi
kendi araştırma eğitimi ve uygulaması açısından gördüğü muhakkak" (Kuhn, 1982:
73-74).

Kimyacı ile fizikçinin, helyumu molekül olarak saymalarında farklı olmaları

gibi.

Gerçeklik hakkında bilginin artışı hususunda da birikimsel artışın karşısında
yer alırlar. Ve yine artışın ancak olağan bilim (Kuhn) ile gerçekliğe yönelme
perspektiflerinde (Rothacker) sözkonusu oluşunu dile getirmede benzeşirler.
Rothacker, "dogmatiklerin çok çeşitliliği ile perspektiflerin (hareket noktalarının)
farklılığı, gerçeklik hakkındaki bilginin birikimsel olarak artmadığını, ama gerçekliğe
yönelme perspektiflerinin arttığını göstermektedir" (Rothacker, 1995: 66) derken;
Kuhn, bir başka paradigmaya geçiş, önceki paradigmanın geliştirilmesi ile yapılacak
iş [biriktirme] değildir. Tersine bilim dalının farklı temellerden başlayarak yeniden
kurulması söz konusudur, (Kuhn, 1982: 99) demektedir. Ancak son derece birikimci
bir çaba olan olağan bilimde ise bilimsel bilginin genişletilmesinin asıl hedef
olduğunu; ama yenilik bulma peşinde olmadığını (Kuhn, 1982: 75) da ifade
etmektedir.

Önbilimsel dünya tasarımı (Rothacker) veya bir paradigma (Kuhn) bir kez
oluştuktan sonra bilimin konumu hususunda da örtüşmektedirler. Rothacker, bir
önbilimsel dünya tasarımı kurulduktan sonra bilimin, önbilimsel dünyada mevcut
olan 'bakış tarzları'nı yüksek derecede stilize ettiğini ve doğa bilimleri dahil tüm
bilimlerin bu dünya tasarımı zemininde meydana geldiklerini, dahası bu zeminin
bilimsel soru sormayı ve gerçekliğe yönelme tarzını belirlediğini vurgular.
(Rothacker, 1995: 68-71) Benzer şekilde Kuhn da keşiflerle, icatlarla ve diğer
gelişmelerle bunalıma girildiğinde ortaya çıkabilen paradigmanın kendi içindeki
olağan bilimini de zemini çerçevesinde oluşturduğunu ifade eder. Kuhn, bilimle
uğraşan bireyin, bir paradigmayı var saydıktan sonra artık en önemli çalışmalarını
yaparken alanı baştan aşağı yeniden kurmak, artık kullandığı her kavramın kullanışını
haklı göstermeye kalkışmak zorunda olmadığını belirtir. Bulmaca çözmek olarak
isimlendirdiği bu olağan bilimi, sanki doğanın, paradigmanın hazırladığı ve pek az
değiştirilme imkanı bulunan bir kutuya yerleştirilmesi gibi görür. Olağan bilim
insanın amacını, yeni kuramlar icat etmek değil; paradigmanın temin ettiği kuramların
ayrıştırılması, belirli sorunlar üzerinde derinlemesine inceleme olarak belirler. (Kuhn,

1982:52-55)

Bilimsel sonuçların nesnelliği ve geçerliliğine yaklaşımlarıyla da
benzeşmektedirler. Yaklaşımını, bir kültür verisi olarak gördüğü doğaya dogmatik
öncüller ile yöneldiğinden doğrulama imkanı bulunmayan doğa bilimleri ile tarihsel
verili anlamları yorumlayan, anlamları keşfeden tin bilimleri farkı üzerine oturtan
Rothacker için bilimsel sonuçların nesnelliği, bu sonuçların ilişkinliği oranındadır.
Tüm insanlık için geçerliliği ise sorulan soru ve elde edilen sonucun insanlar
arasındaki uzlaşımına bağlıdır. Bilimde genel olan, bu uzlaşımdır. Doğa bilimsel bir
araştırmayı tin bilimsel araştırmaya göre nesnel gösteren şey, araştırma yapmayı
araştırma yapmak için istemek ile doğaya egemen olmayı istemek değil (her iki halde
de araştırma, nesneye bağlanmıştır), doğa bilimlerinin tin bilimlerine göre daha
istikrarlı bir gelişim göstermiş olmaları ile sorulan soruların tin bilimlerine göre
oldukça uzun süren istikrarıdır. Tin bilimlerini istikrarsız gösteren şey ise yaratıcı
yaşamanın istikrarsızlığıdır. Modern doğa bilimlerinin yaşama ilgisi, teknikte ve
teknolojide kendini gösteren doğaya egemen olma idesi ile yöntemlerine sinmiş olan
rasyonalite ilgisidir. Artık dünyaya yönelişteki rasyonalite niceliğe dönüşmüştür.
Eskiden sorulan soru şuydu: Cisimler neden düşer?....Oysa Galilei şunları soruyordu:
Cisimler nasıl düşer? Böylelikle doğa bilimi, nicelleştirmeye yönelmiş bir kavrayışın
dogmatiğidir. (Rothacker, 1995: 72-78)

Kuhn'a göre de -üst satırlarda bildirildiği üzere- yeni paradigma için fikir
birliğinin varlığı gereklidir. Ancak nesnellikten ziyade beklenen sonuç ve açıklama
üzerinde durmuştur ki olağan bilim ve bulmaca çözme ile ilişkilendirilmiştir. Bulmaca
çözen olağan bilimin beklenmedik yenilikleri hedef almadığından hareketle bilim
adamının başarısızlığını, beklenen sonuca uzak düşmek şeklinde belirlemiştir.
Madem ki sonuç beklenendir, öyleyse neden sorunların ele alımı zahmetine
girilmektedir? Olağan bilimde elde edilen sonuçların hiç değilse bilim adamaları için
bir anlam taşımasının nedeni, üzerinde çalışılan paradigmanın uygulanma kapsamına
ve kesinliğine olan katkılarıdır. Olağan bir araştırma, sorunu sonuca bağlamak,
tahmin edileni yepyeni bir şekilde başarmak demek olduğu için araçla-gereçle,
kavramlarla ve matematikle ilgili bir sürü karmaşık bulmacanın çözülmesi lazımdır.
Bulmaca, çözüm konusundaki beceri veya dehayı sınamaya yarayan zeka oyunlarının
özel bir dalıdır. Zaten paradigma da bir yanıtı olduğunu bildiğimiz tür soruları
seçmeye yarayan bir ölçüttür. Açıklama ise verilmiş herhangi bir doğal görüngüyü
maddenin belirlenmiş yasalara uyan hareketlerine indirgemelidir (Kuhn, 1982: 63¬
67).

4. SONUÇ

Hekman, pozitivist sosyal bilimlere yönelik eleştiriler ve alternatiflerine
rağmen bir sonuca ulaşılamadığını Weber'den aldığı şu ifade ile özetlemektedir:
"metodolojik hastalık" (Hekman, 1999: 11) Bu eleştiri ve alternatif arama süreci, üst
satırlardan da anlaşılacağı üzere, doğa bilimlerinin nomolojik ve tümevarımcı
yönteminin sosyal gerçekliği araştırmada da uygulanılabilirliği problemi yanında,
olgudan hareket dışında geri kalanı reddeden ve gücü doğa bilimlerinin başarısından
kaynaklanan pozitivizmin giderek egemenlik kurması ve diğer çabaları spekülasyon
olarak niteleyip bilim dışına itmesi ile ilişkilidir. Eleştirilerin merkezini de, doğa
bilimlerinden bağımsız olarak sosyal bilimlere özgü bir metodolojinin gerektiği
oluşturur. Dolayısıyla bu görüşler anti-pozitivist tezler önermektedirler. Anti-
pozitivist yaklaşımlar içinde ilklerden olmaları itibariyle dikkati çeken tezlerden biri
dogmatik kavramı bağlamında tarihselcilik, diğeri ise paradigma kavramı
çerçevesinde bilimsel devrimlerin nasıl oluştuğuna dair Kuhn'un görüşleridir. Bu iki
görüş, -Dilthey, Weber, Rickert, Mannheim, fenomenologlar, Gadamer, Habermas,
Feyerabend ... gibi eleştirenlerden, metodoloji önerenlerden veya metodolojiye itiraz
edenlerden benzerlik ve farklılıklarıyla- bilimlerin görevi açısından nesnel gerçekliği
değil, nesnelere sokulmuş anlamları bulmakla ve bilinen verilerin algılanışına
değişiklik getirmekle önem kazanmaktadırlar. Anti-pozitivist tezler de bu iki
düşünürden esinlenmişlerdir.

İdeoloji ve bilim arasında felsefi bir bakış açısı geliştiren Althusser'in bilim
adamının kendiliğinden felsefesi gibi, sosyolojik bilginin pratik üretim sürecinde
bilim adamı ya da bilim adamı toplulukları, kendiliğinden sosyolojilerini yansıtırlar.
Bu ifade, bilgi üretim şartlarını ve bilgi üreten aktörleri kuşatan sosyal dünyanın
etkinliğine dikkat çekmektedir ki belirli bir tarihsellik ve toplumsallık içinde
çalışmaya işaret eder. Bilgi sosyolojisinde yer alan sosyal gerçeklikten bağımsız bilgi
üretilemeyeceği tezi, üretilmiş bilgilerin farklı alanlarda farklı yaklaşımlara göre
çeşitlenişine ve farklı birçok teorilere yol açarken; aynı zamanda sosyal gerçekliğin
bilgide, tarihsellik ve toplumsallık içinde yeniden üretilişini de dile getirmektedir. Bu
bağlamda Rothacker tarihselciliğiyle, bilimsel topluluğun tarihsel görüş açısını
değiştirdiğini, dogmatiklerin rekabet ettiği bir tarihsel görelilik konumu yaşandığını
ileri sürmektedir. Kuhn da olağan ve devrimci bilim ayrımıyla, normalizasyon ve ihlal
etme, yerleşik disipliner çerçeve ve bu çerçevenin ihlali, normalleşmiş otorite ve bu
otoritenin çiğnenmesi arasında bir dökonstrüktif manevra imkanı sağlamaktadır. Hem
dogmatik (Rothacker) hem de paradigma (Kuhn) bir anlam teorisi olarak
nitelendirilebilirler; olgusal bir belirlenmeye değil, olguların belirlenmeye
bağlılığından söz edilebilir. Özellikle Kuhn'dan sonra görülen anti-pozitivist doğa
bilimleri anlayışları, sadece sosyal dünyanın değil doğal dünyanın bile paradigmal bir
temellendirmeye dayandığı düşüncesinden hareket etmişlerdir. Her ikisi de bir hedefe
doğru, gerçekliğe tekabüliyete doğru giden bir bilim anlayışını terkederek;
belirlenmiş bir sözlüğün, kelimeler bütününün varlığından söz etmemiz gerektiğini
belirtmişlerdir. Böylelikle bilim insanlarının hangi yöntemi kullanacakları gibi bir
eğilimin başladığını söyleyebiliriz.

Kuhn, bir paradigmadan evvelki çalışmaların bilim olmadığının
söylenemeyeceğini belirlerken paradigma kavramı ile bağıntılı olarak bazı bilim
insanlarının tarihselci olduğunu, Rothacker bu anlamda öncekilerin klasik olarak
isimlendirildiğini dolayısıyla dogmatik kavramı bağıntısında tarihselciliğin geçerli
olduğunu belirtmiştir. Aksiyomlar ile matrixin ögeleri, devrime karşı aşma,
dogmatiğe karşı paradigma, inançlardaki sarsılma ile inançlardaki bunalım ve keşf,
tarihsel görelilik içinde rekabet ile rakip paradigma, perspektifle öngörülmüş nesne ile
paradigmaya dayalı nesne, doğruların çokluğuna karşı paradigmanın yorum farkına
indirgenemeyeceği, bilimin konumunun stilize etmek ile bulmaca çözme oluşu gibi
kullanılan kelime farklılıklarına rağmen; uzlaşı veya fikir birliği, bunalım, onay, red,
rekabet, reçete sunma veya dikte etme, doğa ve tin bilimleri ayrımı gibi noktalarda
neredeyse aynılık, her iki düşünürün koşutlukları hususunda dikkatleri çekmektedir.

KAYNAKÇA

AKARSU, Bedia (1979), Çağdaş Felsefe, MEB Yayınları, İstanbul.

ARON, Raymond (1994), Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev. Korkmaz Alemdar, Bilgi
Yayınevi, İstanbul.

ARSLAN, Hüsamettin (1992), Epistemik Cemaat, Paradigma Yayınları, İstanbul.

BİERSTEDT, Robert (1997), "18. Yüzyılda Sosyolojik Düşünce" Çev. Uygur Kocabaşoğlu,
Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Tom Bottomore, Robert Nispet, Yayına Hazırlayan: Mete
Tunçay, Aydın Uğur, Ayraç Yayınevi, Ankara.

BOUDON, Raymond (1991), Sosyoloji Yöntemleri, Çev. Alev Türker, İletişim Yayınları,
İstanbul.

CEVİZCİ, Ahmet (2000), Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul.

COMTE, Auguste (1986), Pozitivizmin İlmihali, Çev. Peyami Erman, MEGSB. Yayınları,
İstanbul.

DUVERGER, Maurice (1980), Sosyal Bilimlere Giriş, Çev. Ünsal Oskay, Bilgi Yayınevi,
Ankara.

GÖKBERK, Macit (1980), Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul.

Gülbenkian Komisyonu, (1996), Sosyal Bilimleri Açın, Çev. Şirin Tekeli, Metis Yayınları,
İstanbul.

HEKMAN, Susan (1999), Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, Çev. Hüsamettin Arslan, Bekir
Balkız, Paradigma Yayınları, İstanbul.

KUHN, S. Thomas (1982), Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev. Nilüfer Kuyaş, Alan Yayıncılık,
İstanbul.

MARX, Karl; Friedrich Engels (1999), Komünist Parti Manifestosu, Çev. Yılmaz Onay, Doğa
Basın Yayın Tic.Lmt.Şti., İstanbul.

ROTHACKER, Erich (1995), Tarihselcilik Sorunu, Çev. Doğan Özlem, Gündoğan Yayınları,
Ankara.

SUNAR, İlkay (1999), Düşün ve Toplum, Doruk Yayımcılık, Ankara.

URAL, Şafak (1986), Pozitivist Felsefe, Remzi Kitabevi, İstanbul.

YILDIZ, Recep (2005), "Enformasyon Niçin Dezenformasyona Dönüşür, Ahlaki midir?", 4.
Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiri Kitabı, Yayına Haz.: Engin Yıldırım ve
diğerleri, Değişim Yayınları, Sakarya.

1

   Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniv. Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi.

2

hira@sakarya.edu.tr

3

Elbette ki pozitivistler adı geçen düşünürlerden ibaret değildir, konumuz da bu değildir.
Ancak birkaçını da sayalım : James Mill, Charles Fourier, David Ricardo, Jeremy Bentham,
Thomas Malthus, Pierre Joseph Proudhon, Herbert Spencer..........