ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini  Yazarlar Dizini Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

BİLİMDE YÖNTEMCİLİĞİN REDDİ VE ÇOĞULCULUK:
FEYERABEND’İN EPİSTEMOLOJİK DADAİZMİ

“Rejectıon of Methodism in Science and pluralism:
Feyerabend’s epistemological Dadaism”

Himmet HÜLÜR*

http://www.aku.edu.tr/AKU/DosyaYonetimi/SOSYALBILENS/dergi/VIII2/hhulur.pdf

ÖZET

Paul K. Feyerabend bilim tarihini evrenselci ve nesnelci bakış açısına
karşıt görüşler geliştirerek açıklamaya çalışır. Ona göre, bilim ussal olduğu
kadar usdışıdır, sabit bir yöntem ve ölçüte dayalı olarak anlaşılamaz, bu
açıdan bilimde her kuram kendine özgü ve kendisiyle sınırlı bir doğruluk
barındırır. Bilim tarihinde en büyük rolü bilim adamının özgür kararları ve
var olan kuralları ihlal etmeleri oynamıştır. Bilimdeki ilerlemeler belirli bir
yöntem izlenerek ve “dışsal ve insandan bağımsız olgular”la uyuşan
kuramlar inşa edilerek değil, var olan kuramlarla uyuşmayan ve “olgular”la
sınanma gereği olmayan kuramlar geliştirerek mümkün olmuştur.
Feyerabend’in yöntembilim karşıtı görüşlerini ele alan bu çalışmada, onun
bilimi özgür bir çaba olarak kavradığı ve bu çabaya katkıda bulunduğu, buna
karşın bazı muhafazakar, anti-modernist, anti-bilimci, otoriter veya totaliter
ideolojilerin onun görüşlerini çelişkili bir biçimde araçsallaştırabileceği
vurgulanmaktadır. Feyerabend, her türlü tek hakikatçilik ve türdeşlik karşıtı
bir epistemoloji etiği ve politikası savunduğundan, çizdiği bilim portresi,
içinde insanın her türlü ideolojik ve zihinsel yönelimini barındıracak bir
çoğulculuğa sahiptir.

Anahtar Kelimeler: Feyerabend, epistemolojik anarşizm, bilim
tarihi, yöntemcilik, bilim ideolojisi.

Doç. Dr.; Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü, 03200
AFYONKARAHISAR, (hhulur@aku.edu.tr).

ABSTRACT

Paul K. Feyerabend attempts to develop a counter perspective to the
universalistic and objectivist viewpoints concerning the history of science.
For him, science has both rational and irrational characteristics, it cannot be
understood through an unchangeable method and standard, in this sense in
science every theory has a truth of it’s own and limited to itself. Rejection of
the prevailing rules and free decision of scientists have played the most
important role in the history of science. The advances in science have been
possible not on the basis of following a certain method and constructing
theories conforming “the outside and independent facts from man”, but on
the basis of developing theories that are not in consistence with the existing
theory and that don’t need to be tested by “the facts”. In this study dealing
with the anti-methodological views of Feyerabend, it is emphasized that
though he conceives science as a free attempt and he contributes to its
freedom, some conservative, anti-modernist, anti-scientist, authoritarian, and
totalitarian ideologies may have paradoxically use his views instrumentally.
Since Feyerabend develops an ethics and politics of epistemology against
every kind of single, uniform and universal truth claims, the portrait of
science drawn by him has a sense of plurality including all kinds of mental
and ideological tendencies of man.

Key Words: Feyerabend, epistemological anarchism, history of
science, methodism, ideology of science.

***

GİRİŞ

Yönteme karşı olmakla Feyerabend anarşizmin birbiriyle yakın ilişkisi
bulunan iki boyutunu ortaya koyar. Birincisi, belirli bir zaman diliminde
hakim kuralların epistemolojik olarak ihlali ve bilimde keşif ve ilerlemenin
bu şekilde gerçekleşmesi ile ilgilidir. Bu tür bir anarşizm bilim tarihin bir
gerçeğidir. Diğeri ise, bilginin etik-politik boyutu ile ilgili bir anarşizmdir.
Bilim hakim ideolojisi ile bireysel özgürlükleri sınırlandırmaktadır. Bilim
rasyonel bir yolla üretilmediği halde, bilim ideolojisi öyle olduğunu iddia
eder. Bilimin ussal olduğu ve bilim tarihini ussallığın belirlediği dünya
geneline yayılmış bir ideolojidir. Böylece bilimsel ideoloji bilimi usdışı
insani olgularla ilişkisinden ve bu ilişkinin tarihsel mirasından koparır. Bilim
kendi varlığını ve içeriğini borçlu olduğu insani olgulardan
bağımsızlaştırılmakta ve onlar üzerinde hakim duruma getirilmeye
çalışılmaktadır. Feyerabend, bilimde bireysel özgürlüğü temel alır ve bu
anlamda doğruluğun hiçbir ortak ölçütünün olmadığını ve olamayacağını,
bireylerin her türlü bilme tercihleri ve iddialarının sınırlandırılmaması
gerektiğini savunur. Kendi ifadesiyle “ne olsa gider”. Etik-politik bir
anarşizmi haklılaştırmak için her zaman yöntembiliminin ihlal edildiği
tarihsel verilere başvurur. Bilim, bilim adamlarının olgularla ve kabul gören
kurallar ve kuramlarla uyuşmayan kuramlar ortaya koymalarıyla, kısaca
bireysel özgür yorumlarla gelişme kaydetmiştir ve öyle olmalıdır, bilimin
gerçek işleyişinin ve tarihinin anlaşılmasındaki zorluk bugünkü bilim
ideolojisinin bilimi “Yöntemci” bir karakterle sınırlandırmasından
kaynaklanır.

Bilim adamının kuramının tarihsel ve antropolojik koşullar tarafından
kuşatıldığını ve bunların araştırılması gerekliliğini savunması Feyerabend’i
bir doğal bilim kuramını yalnızca mantıksal ilişkiler kurma yoluyla sonuçlar
çıkararak açıklamaya çalışan mantıkçılardan ayırır (Feyerabend 1991: 197}.
Yöntembilimsel kısıtlamaları reddeden Feyerabend’in (1991: 223d)
epistemolojik anarşizmi bilim tarihine bakıldığında bilim adamının fiziksel,
psikolojik, sosyolojik ve tarihsel bir çok kısıtlamalarla karşı karşıya
bulunduğunu savunur.

Feyerabend kendisini anarşist olarak adlandırır ancak “anarşistler
çoğu zaman insanlara zarar verdiği için Dada-ist nitelemesini tercih eder”
(Hacking 1986: 14}. Bütün yöntembilimlerin sınırlı olduğunu, bir dizi kuralı
başkalarıyla değiştirmeyi amaçlamadığını, geliştirdiği zıttına endüksiyonun
yeni bir yöntembilim olmadığını ifade eden Feyerabend (1991: 38}
epistemolojik açıdan anarşisttir ve bu siyasal anarşizmden farklıdır. Siyasal
anarşizm yerleşik düzenin yıkılması görüşüne dayanır, bu anlayışta şiddet
önemli bir rol oynar. Siyasal anarşizm belirli bir yaşam biçimini yok etmeye
çalışırken, epistemolojik anarşist onu savunmak isteyebilir, “çünkü hiçbir
kurum ve ideolojiye bitmez tükenmez bir bağlılığı ya da düşmanlığı yoktur”.
Dadaist gibi bütün programların karşısındadır. Yeri geldiğinde statükoyu
savunabileceği gibi, ateşli bir karşıtı da olabilir. Dadiste göre saçma veya
ahlak dışı bulunabilecek hiç bir görüş yokken, hiçbir yöntem kaçınılmaz
değildir. Mutlak olarak karşı olduğu tek şey evrensel ölçüt anlayışıdır
(Feyerabend 1991: 200-201}. Feyerabend’e göre siyasal anarşizm anlayışı
bilime inanç duyarken, kendi anarşizmi Dadaizmle özdeştir ve bilim dahil
hiçbir ölçütü onamaz.

EPİSTEMOLOJİK ANARŞİZM: TARİHSEL BİR HAKLILAŞTIRMA

Feyerabend, bilim tarihi ve bilimin nasıl geliştiği ile ilgili görüşlerini
sunduğu Yönteme Hayır adlı eserinde birey bilim adamlarını sınırlandıran
bütün yöntemlere, bütün evrensel ölçütlere karşı olduğunu açıklar. Farklı
alanlarda bilim tarihini incelediğimizde herhangi bir zamanda ihlal
edilmemiş bir kural, yöntem veya ölçüt bulamayacağımızı iddia eder.
Bilimsel ilerlemenin bu ihlallerin bir sonucu olduğunu düşünür. Bilim tarihi,
felsefesi ve bilimin birbirinden ayrılamayacağını aynı şekilde bilim ile bilim
olmayanın sürekli iç içe bulunduğunu ileri sürer (Feyerabend 1991: 55-56).
Feyerabend doğal bilimlerdeki birçok önemli buluşu (invention) inceler ve
kuramın tarihsel koşullardan soyutlanmasına karşı çıkar. Ona göre, örneğin,
kuantum kuramını ilahi bir kuram olarak değil insan yapısı bir kuram olarak
ele almalıyız. Bunu yapmak için ders kitapları, özgün çalışmalar, toplantı
kayıtları ve özel konuşmalar, mektuplar ve benzerleri gibi tarihsel kayıtları
araştırmalıyız. Herhangi bir yaşam biçiminin araştırmasında geçerli olan
antropolojik yöntem bilimin yapısını araştırmada da geçerlidir. Tarihsel
kayıtlar tek çözüm olmayabilir ancak bunlar mantıksal bir araştırma için
geçerlidir (Feyerabend 1991: 260-261). Bilimsel üretimin tarihselliği,
evrensel standartları savunan bilim görüşünün aksine herhangi bir bilimsel
kuramın kendine özgü ve biricik karakterini kapsar. Bu bağlamda bilimin
aklın ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olan bilim adamlarının çabaları sonucu
üretildiği iddiası tamamen yadsınmış olmaktadır. Bilimsel kuramın içinde
geliştiği tarihselliğin vurgulanması bilim adamının yalnızca ussal değil
usdışı varlığının da bilimsel üretime olumlu katkı yaptığının teslim edilmesi
demektir.

Modern bilimsel kuram ve mantık baştan beri yöntembilimsel ilkelere
göre işleyen, önyargı ve eğilimlerden bağımsızlaşmış üstün aklın saf
kullanımını amaçlamıştır (Gadamer 1989: 348). Buna karşın, anarşist
epistemoloji bilimsel pratiklerin ussal sistematik ilkelere dayanmadığı için
bilimin gelişme gösterdiğini savunur. Basitçe bu şu demektir: bilim pratiği
ussal ölçüt ve ilkelere veya belirli bir yönteme dayansaydı bilimdeki mevcut
gelişmeler mümkün olmazdı. Bilim tarihi incelendiğinde tek bir evrensel
kuralın olmadığı, bilimin çok yönlü, karmaşık ve yanlışlarla dolu olduğu
görülür. “Bilim tarihi, herşeyden önce, olgulardan devşirilmiş sonuçlarla,
olgulardan oluşmaz yalnızca. Düşünceleri, olgu yorumlarını, çatışan
yorumlardan çıkan sonuçları, yanlışları da içinde barındırır” (Feyerabend
1991: 22). Buna karşın, bugün bilimsel eğitim, bilim tarihinin tekdüze,
“nesnel” ve değişmez kurallarla şekillendiğini iddia ederek onun içini
boşaltıp basitleştirir. Bilim tarihi bilimci anlayışın ileri sürdüğünden daha
zengin içerikli, çok yönlü ve karmaşık bilimsel yorum ve eylemlerden
oluşur. Bilim ideolojisinin bilim pratiğinin usdışı boyutlarını dışlayıp,
bilimin bir insan etkinliği olduğu gerçeğini yadsımasıyla, bilim gerçekte
olduğundan daha dar bir alana hapsedilir.

Bilim tarihinin tekdüze, evrensel ve nesnel ölçütlerle ele alınması,
belirli bir ilerleme ve evrim görüşü ile ilişkilendirilerek ortaya konulur.
İlerleme genellikle “dışsal gerçeklik”in tanınması ve keşfindeki bir ilerleme
olarak öne sürülür. Süreklilik tezi bilim felsefesinin en klasik ve yaygın
tezidir. Buna karşın Feyerabend’in anarşist epistemolojisinde, bilim tarihinin
kuralsız ve usdışı örneklerle dolu oluşu, nesnelci ve yöntemci bilim
anlayışının aksine bilimin süreklilik içinde gelişmediğini ortaya koyar. Diğer
taraftan, kesin kurallara ve katı bir yönteme dayalı bir bilim geleneği
oluşturmak mümkün hatta başarılı olsa bile, Feyerbend böyle bir bilimin
reddedilmesi gerektiğini savunur. Ona göre katı bir yöntemle çalışan bir
bilimin en az iki nedenle reddedilmelidir. Birincisi, bilimin açıklamaya
çalıştığı dünyanın önemli ölçüde bilinmemesidir. Bir yöntembilimi
diğerinden daha geniş ufuklu olabilir ancak onun “doğanın derin gizleri”ni
keşfetmek için en iyi yol olduğunu hiç kimse garanti edemez. İkincisi,
bugünkü bilimsel eğitim insancıl tutumla uyuşmaz ve bireylerin
gelişmelerine engeldir, bu anlamda özgürlüğün artırılması bütün evrensel
ölçütlerin reddedilmesine bağlıdır (Feyerabend 1991: 23). Her zaman
olaydan önce geldiği için bilim hiçbir zaman tamamlanmış bir süreç değildir.
“Öyleyse, basitlik, estetik kaygı, tutarlılık, hiçbir zaman (bilimsel) yapıp
etmenin zorunlu koşulları değildir” (Feyerabend 1991: 34dn).

Feyerabend, bilimde ilerleme olarak kabul edilen belirli adımları
varolan kuralların ve yöntemblimlerin ihlal edildiğini gösteren tarihsel
örnekler olarak değerlendirir. Genel olarak Kopernik Devrimi özel olarak ise
Galileo’nun konumu kendi zamanlarında hakim olan kuralları ihlal veya
ihmal etmeleri bağlamında ele alınmaktadır. “Bu serbest [liberal] yapıp
etmeler, yalnızca bilim tarihinin bir olgusu değildir. Bilginin büyümesi için,
hem mutlak olarak zorunlu hem de akla uygun şeylerdir. ... herhangi bir
kural verildiğinde öyle durumlar vardır ki, orada kuralı göz önüne almamak
bir yana, zıttını bile uygulamak uygun olabilir” (Feyerabend 1991: 29-30).
O, kuramlarımızın başarılarını deneyim ya da ‘olgular’ veya deneysel
sonuçların ölçtüğünü; bir kuram ile ‘verileri’ arasındaki uyuşmanın kuramı
desteklediğini ileri süren deneyci ilkeyi reddeder (Feyerabend 1991: 35).
Deneyciliğin bu ilkesinin tersine, bilimin karşıt endüksiyona bağlı kalınarak
geliştiğini ileri sürer. Antik çağda Atomculuğun keşfi, Kopernik Devrimi,
Modern Atomculuğun yükselişi (Kinetik Kuramı, Dağılım Kuramı,
Stereokimya, Kuantum Kuramı), ışığın dalga kuramı gibi olay ve gelişmeler
bazı düşünürlerin ya bilerek açık yöntembilimsel kurallarla sınırlı
kalmadıkları ya da farkında olmadan bu kuralları çiğnedikleri için mümkün
olmuştur (Feyerabend 1991: 29). Karşıt endüksiyon titizlikle ortaya
konulmuş gözlemsel sonuçları reddeder. Büyük bir ölçüde doğrulanmış bir
kuramla uyuşmaz.

Hem pozitivistler hem de realistler “bilimin dışsal gerçekliğin doğru,
açıklayıcı ve kestirimci bilgisini amaçlayan; rasyonel ve objektif bir
soruşturma olduğu anlayışını paylaşırlar.” Buna göre, bilimsel kuramlar
deneysel verilere dayalı olarak nesnel bir nitelik kazanırlar. Nesneler onlara
ilişkin kuramlar ve inançlardan bağımsız olarak vardır. Bilim bu dışsal
gerçekliği betimleme çabasıdır. Her iki yaklaşım da “bilimsellik, yeterli bir
açıklamayı neyin oluşturduğu, bilimsel kuramlarla neyi başarmaya
çalıştığımız, doğruluk ve yanlışlığı değerlendirmede deneysel kanıtın
kullanılması gerektiği anlayışı vs hakkında genel standartların olduğunu
kabul ederler”. Standartların neler olduğuna ilişkin farklı görüşlere sahip
olsalar da her ikisi de bu evrensel ve dışsal standartları bilimselliğin ve
bilimsel araştırmanın önkoşulu olarak görürler (Keat ve Urry 1994: 55-56).
Diğer taraftan, konvansiyonalist yaklaşım, nesnellik ve ussallık ile ilgili
pozitivist ve realist kabulleri üç açıdan reddeder. Birincisi, bilimsel
önermeler dışsal gerçekliğin betimlemeleri değil, bilim adamlarının kendi
inşalarıdır. İkincisi, bilimsel bir kuramın kabulü veya reddi özneldir ve
“burada bilim adamının pratik ilgilerinin estetik veya moral değerlerinin vs.”
rolü vardır. Üçüncüsü, kuramların doğruluğu veya yanlışlığını deneysel
veriler belirlemez; kuram yansız bir gözlem dilinin mümkün olmadığı gibi
gözlem nesnelliğin bir önkoşulu değildir (Keat ve Urry 1994: 74-75).
“Feyerabend için bilime ilişkin imge hem mitiktir hem de istenilmeyen bir
imgedir”. Tarihsel olguları yanlış sunduğu için mitik, “hümanist tutum”la
çatışan bir ideale sahip olduğu için de istenilmeyen bir imgedir (Keat ve
Urry 1994: 71). “Feyerabend’in tercih ettiği bilim imgesinde bilim adamının
istek ve zevkleri gibi bireysel değerler büyük rol oynamaktadır: Bilim baştan
sona bir insan etkinliği olmalıdır, insanoğlunun sadece serebral ve akademik
öğelerinin işe karıştığı bir etkinlik olmamalıdır” (Keat ve Urry 1994: 72).

Özgür bir bilim pratiğine katılmak için, yerleşik kuramlarla ve
deneysel sonuçlarla uyuşmayan hipotezler kullanabiliriz ve bunun özel bir
savunusu gerekmez çünkü alanında tüm bilinen olgularla uyuşan hiçbir
kuram yoktur (Feyerabend 1991: 37). Tutarlılık koşulu bir hipotezi veya
kuramı olgularla uyuşmadığı için değil, yerleşik kuramla uyuşmadığı için
reddeder. Eski ve bilinen kuramı içsel avantajları için değil eski ve bilinen
olduğu için sahiplenir. Bu nedenle yerleşik ve kabul görmüş kuramlara
aykırı hipotez bize başka türlü elde edilemeyecek bilgi sağlar. Yerleşik
“kurama seçenek oluşturan diğer kuramlar olmaksızın ortaya çıkarılamayan,
bu seçenekler ortadan kaldırılır kaldırılmaz da yok olan olgular vardır”
(Feyerabend 1991: 41-42, 44). Alternatiflerin dışlanması deneysel kapsamın
daralmasına yol açar. Böylece yakıştırılan başarının kuramın keskin bir
ideolojiye dönüştürülmesi nedeniyle oluştuğu açıklanmış olur. Kuram
olgularla uyuştuğu için değil, bazı olguları dışladığı için başarılıdır.
Tutarlılık koşulu değişkenliği sınırlandırır, fikirlerin değişkenliği nesnel bilgi
için gereklidir ve değişkenliği destekleyen bir yöntem insancıl bir yöntemdir
(Feyerabend 1991: 47-48). Kuramın nesnelliğini savunan tezler onun
doğruluğunun anlaşılabileceği yegane “otorite”nin dışsal gerçeklik
olduğunda görüş birliği içindedir, ancak kuramın “olgular”dan önce
geldiğini iddia etmek, kuramın sınanması için başvurulacak “otorite”nin
olmamasının vurgulanmasıdır.

Feyerabend, çağdaş felsefi deneyciliğin iki ilkesi olan tutarlılık koşulu
ve anlam değişmezliği koşulunu reddeder. Ona göre bilimsel kuramlar
birbirleriyle uyuşmazlar ve uyuşmamaları gerekir. Terimlerin ve kelimelerin
kendi başlarına, bağımsız anlamları yoktur, onların anlamları içinde
bulundukları kuramsal sistem tarafından belirlenir. Anlamın kuram bağımlı
oluşu “gözlem terimleri” için de geçerlidir ve bunlar içinde yer aldıkları
kuramsal bağlama göre anlam kazanırlar. Deneyciliğin iddia ettiğinin
tersine, bir kuramın parçası olmayan gözlemsel ifadeler anlamlı olamazlar
ancak kuramlar gözleme dayanmadan da anlamlıdır. Bu durumda kuram
değil gözlemsel ifadeler dayanağa ve gerekçelendirmeye muhtaçtır.
“Anlamın kuram-bağımlılığı, her kuramın kendi gözlem-dilini” kendi
deneyimsel dünyası içinde belirleyip anlamlandırmasıyla ilişkilidir ve farklı
kuramsal bağlamlarda kullanılan aynı terimlerin farklı anlamlara sahip
olmalarını beraberinde getirir (Shapere 1981: 38-41). İki kuram arasında
benzerlik olsa bile aralarındaki anlam farklılığından dolayı bu benzerlikler
önemsiz, yüzeysel ve yapaydır. Anlam farklılığı, farklı kuramların
karşılaştırılamaz ve ortak ölçülemez olmalarına yol açar (Shapere 1981: 49).
Kuramların birbirlerinden kopuk olmaları, karşılaştırılamamaları ve
birbirlerinin “deneyim” ve anlam alanlarını yadsımaları bilimin tarih içinde
birikimsel olarak geliştiği görüşünün bütün temellerini sarsmaya çalışır.

Kuhn’un bir paradigmadan diğerine geçişte ortaya çıktığını ileri
sürdüğü anlam değişimi Feyerabend’e göre bir kuramdan diğerine geçişte
karşımıza çıkar. Kuhn gibi Feyerabend kuramın değişmesiyle birlikte
“gözlem” ifadeleri dahil dildeki ifadelerin anlamının değiştiğini savunur
(Rorty 1988: 270}. Ancak Kuhn’dan farklı olarak Feyerabend, paradigma
olarak adlandırılabilecek epistemolojik yapıların mevcut olmadığını ileri
sürer, çünkü paradigmanın nüfuzunu temsil eden “[normal] bilimin standart
ideolojisi... gelişmeye engel oluşturur. Kuramsal çoğulculuk engellenmemeli
cesaretlendirilmelidir. ‘Bilmece’lerin birikimi değil, yalnızca böyle bir
çoğulculuk bilgiyi geliştirir” (Feyerabend 1967b: 147}. Bilim tarihi sabit
anlamlarla değil birbirinden farklılaşan kuramlarla ve anlamlarla
şekillenmiştir. Rorty, Feyerabend’in “anlam değişmezliği” dediği şey
olmadan felsefecinin uygulayabileceği hiçbir özel anlam ve analiz
yönteminin bulunmayacağını ileri sürer (Rorty 1988: 272}. Anlam
değişiminin bütün felsefe ve bilim için sonuçları vahimdir çünkü anlamın bir
kuramdan diğerine değişmesi bilim ve felsefe tarihindeki farklı
yaklaşımların genel olarak betimlenmesi, aktarılması ve anlaşılmasını
olanaksızlaştıracaktır.

Yorum ve kuram olmadan olgular hiçbir anlam ifade etmez. Bu
bağlamda, deneyimin ve deneyin bilimdeki rolünün efsaneleştirildiğini iddia
eden Feyerabend gözlemsel ifadelere kuramlar üzerinde hüküm gücü
tanımamakla, kuramlaştırma özgürlüğünü savunur. Kuramları insanların
istediği gibi yorumlamakta serbest olduklarını savunurken, sınırsız yorum
olasılıklarının önünü açıp yoruma sınırsız güç tanımakla kuramları
deneyimle karşılaştırma ve ona göre değerlendirme anlayışını yıkar. Bilim
tarihinin bütün dönemlerinde, birbiriyle tamamen uyuşmayan çok sayıda
alternatif kuram geliştirilmesinin arzu edilirliğini vurgular (Shapere 1981:
53}. Feyerabend’in hareket noktası bireylerin özgür yorumlarıdır, doğru ve
yanlış ölçütleri bu özgürlüğü yıpratacağı için doğru ile özgürlük arasında bir
tercih söz konusu olduğunda Feyerabend’e göre özgürlük tercih edilmelidir.

Ondokuzuncu yüzyılda Mill ve “Darwincilikleri fikirlerin savaşını
kapsayan bazı Darwinciler”kuram ile gerçeklik arsındaki ilişki ile ilgili
olarak temel güçlüklerin üstesinden gelen bir anlayışa sahip olmuşlardır:
“kuramların doğrulukları ve mükemmellikleri başka kuramlara başvurmadan
gösterilemez”. Böyle bir anlayışta kuramların tercih nedeni olgularla
ilişkileri değil, kuramlar arasındaki rekabettir. Böyle algılandığında bilgi
zihnimizde ufuklar açan ve hayal gücümüzü geliştiren “bir alternatifler
okyanusu”dur. Pooper ile bu görüş arasında irtibat kurulduğu halde, Popper
ile Mill arasında çok belirgin farklar vardır. Popper’ın bir kuram ile diğerini
“karşılaştırma standartları sabit ve katıdır, Mill’in standartları ise tarihsel
koşullar içinde değişmeye müsaade eder”. Yine, “Popper’ın standartları
rakipleri ilelebet saf dışı bırakır: Yanlışlanabilir olmayan veya yanlışlanabilir
olan ve yanlışlanmış olan kuramların bilimde yeri yoktur. Popper’ın
standartları açık, ikirciksiz ve belirgince formüle edilmişken, Mill’in
ölçütleri böyle değildir”. Popper’ın standartları bilimsel bilgiye bir avantaj
da sağlamaz çünkü bilimin kendisi açık, ikirciksiz ve belirgince formüle
edilmemiştir (Feyerabend 1981: 159-160). Feyerabend aynı şekilde Kuhn’un
fikirlerinin bilim tarihini açıklayamayacağını çünkü düşünce tarihinde belirli
standartların hüküm sürdüğü “normal bilim” olarak tasvir edilebilecek bir
döneminin olmadığını ileri sürer.

Feyerabend’e göre, var olan kuramdan farklılaşan olabildiğince farklı
sayıda kuramın geliştirilmesini ve bu kuramların var olan kuramda
olabildiğince köklü bir biçimde farklılaşmasını, olabildiğince farklı deneyim
türlerini ve insanın her türlü bilme çabasını kapsadığı için, yani özgür bilme
çabasının sınırlanmadan yansıma bulduğu için destekler (Shapere 1981: 39).
Zıttına endüksiyona dayalı ad hoc hipotez ve mümkün olduğu kadar
alternatif kuramın varlığı, kuramların çoğulluğunun yöntembilimsel olarak
haklılaştırılmasıdır. Alternatif kuram var olan kuramdan ne kadar köklü bir
farklılaşma gösterirse o kadar etkili olur. Böylece Feyerabend’e göre “bilgi,
ideal bir görüşe gittikçe yaklaşacak, kendi başına tutarlı kavramlar dizisi
değildir. Giderek hakikata ulaşacak kuram da değildir. ...sürekli yükselen,
birbirleriyle bağdaşmaz (hatta belki de, birbirleriyle ortak ölçülemezliği
olan) seçenekler okyanusudur” (Feyerabend 1991: 36). Bilgi kuramsal
anarşizm çoğulculuk ve özgür seçime dayalı olarak bilimin gelişmesine
katkıda bulunur. Herhangi bir kuram karşıt endüksiyonla üretildiği için yeni
bir kavramsal sisteme sahiptir. Anlam kurama bağlı olduğu için terimler,
örneğin Kuantum kuramı bağlamında kullanıldığında klasik fizikteki
anlamlarından farklı anlam kazanırlar. “Kopernik kuramını sınamak için
gerekli olan yeni bir insan anlayışı, insanın bilme gücü konusunda bir bakış
taşıyan, taze dünya görüşüdür” (Feyerabend 1991: 163-164).

Feyerabend, göreceliği ve klasik fiziği ortak ölçülemezliğin örnekleri
olarak ele alır. “Klasik fizik örneği ... [Ş]ekiller, kütleler, hacimler, zaman
aralıkları vs. gibi fizik nesnelerin en temel özelliklerini betimlemek için
kuşatıcı bir terimler düzenini oluşturmuş. Bu terimler düzenine bağlı
kavramsal sistemi, en azından çeşitli yorumlarından birinde, özelliklerin
nesnelerin kendilerinde [inherent] olduğu, ancak doğrudan fiziksel etkileşim
sonucunda değiştikleri varsayımına dayanıyor. Bu klasik fiziğin genelgeçer
[evrensel] ilkelerinden biridir. Görecelik kuramından en azından Einstein ve
Bohr’un kabul ettiği yorumunda, kendilerinde bulunan bu tür özelliklerin
olmadığı, şekiller, kütleler, zaman aralıklarının fiziksel nesneler ve koordinat
sistemleri arasındaki bağıntılar olduğu, bu bağıntılarınsa, bir koordinat
sistemini diğeriyle değiştirdiğimizde, hiçbir fiziksel etkileşim olmaksızın
değişebildiği sonucu çıkıyor”. Feyerabend yeni kavramsal sistemin klasik
olanın varlığını yadsıdığı, üstelik bize böyle bir durumu ifade etme imkanı
vermediği sonucuna varır. Kısaca, Feyerabend’e göre, “kuramsal
değişiklikler” beraberinde “ontoloji değişiklikleri”ni getirir (Feyerabend
1991: 278-279). Feyerabend kuramların nitelikleri olarak gördüğü
farklılıkların kültürler için de geçerli olduğunu savunur. Ona göre, “[m]ekan,
zaman, gerçeklik bir dilden diğerine hareket ettiğimizde
değişir.. ..Kültürlerin sahip oldukları dünya yalnızca farklı olayları kapsamaz
onları farklı biçimlerde de kapsar” (Feyerabend 1988: 158). Kuramlar
arasında bir karşılaştırma yapılamayacağı gibi kültürler arasında da
yapılamaz. Kuramların ortak ölçülemezliği bu kuramların yalnızca kendi
deneyimlerinin dikkate alınarak anlaşılabileceği anlamına gelir. Bu
kuramların içerikleri birbiriyle karşılaştırılarak akılcı ve yöntemci bilimin
iddia ettiği gibi nesnel değerlendirmelere varılamaz. Kabul veya reddetmeyle
ilişkili olarak estetik hükümler, beğeni hükümleri, veya öznel istekler
geçerlilik kazanır. Bilimin insani niteliği “nesnel” görüntüde olmasına tercih
edilebilir. Bilimler insan yaratıları olduğundan kuramlardan birini tercih
etmenin diğer insani tercihlerde olduğu gibi bir beğeni konusu olması
doğaldır (Feyerabend 1972: 227-228).

Hermenutik ve eleştirel kuramın pozitivizm eleştirileri doğa bilim
felsefesi olarak pozitivizmin konumuyla ilgili çok şey söylemezler
(Outhwaite 1991: 14). Feyerabend, doğa bilimlerinin anlaşılmasını
zorlaştırdığı için “Yöntem”e saldırır, Gadamer ise hermenutik ve
Geisteswissenschaften alanına yöntemin sokulmasına karşı mücadele eder.
Benzer bir biçimde, Sheldon Wolin ise “yöntemcilik”in siyaset bilimi
disiplini üzerindeki bozucu etkilerini vurgular. “[Yöntem] yalnızca
toplumsal ve siyasal yaşamı neyin oluşturduğunu anlamayı varsaymaz,
çağdaş dünyada insan yaşamını şekillendirmede (veya daha çok yanlış
şekillendirmede) güçlü bir etken haline de gelmiştir”. Gadamer ve
Feyerabend’in Yöntemin pratik-ahlaki boyutları ile yakın bir ilgileri vardır,
onlara göre “Yöntem masum, epistemolojik ve yansız bir ideal olmaktan çok
uzaktır ve bir ‘zihin şekillendirici taslak’tır” (Bernstein 1989: 44-45). Her iki
düşünür de Yöntemin anlamı sınırlandırıcı yönlerine vurgu yapar. Gadamer
(1989: xxiii}, Hakikat ve Yöntem’de geliştirdiği hermenutikin insan bilimleri
için bir yöntembilimi olmadığını, amacının “yöntembilimsel öz-bilinçlerinin
ötesinde, insan bilimlerinin hakikaten ne olduğunu ve dünya deneyimimizin
bütünlüğüne onları neyin bağladığını anlamaya çalışmak” olduğunu ifade
eder.

BİLİM VE BİLİM İDEOLOJİSİ

Her şeyden önce bilim diğer insani etkinlikler gibi bir etkinlik olduğu
halde, bilim ideolojisi bilimi insanın yalnızca ussallığıyla sınırlandırır ve bu
yolla bilim ideolojisi bilimi olduğundan farklı göstermeye çalışır. Bilim
tarihi ussallık tarafından olduğu kadar usdışılık tarafından da belirlenmiştir.
Aynı şekilde, bilimin gerçek tarihsel gelişmesi, bilim ideolojisinin iddia
ettiğinin tersine bilim adamlarının standart bir yönteme bağlı kalarak değil,
bilinenlerin tersine davranarak ve varolan standartları ihlal ederek mümkün
olmuştur. Bilim yöntembilimsel ve kuramsal çoğulculuk sayesinde sahip
olduğu birikime ulaşmıştır.

Bütün ideolojiler gibi bilim ideolojisi de yanlı ve belirli bir amaca
hizmet ettiği için “çok fazla ciddiye alınmamalıdır”. Bilimin baskıcılık ve
hurafeyle savaştığını ve dini inanca karşı entelektüel özgürlüğün yolunu
açtığını düşünsek de, Feyerabend, bugün bu iddiaların kötü hayallerden
başka bir şey olmadığını ileri sürer. Ona göre, toplumdaki her şeyi
sorgulayan düşünürler bile, bilim taraftarlığı sorgulanmamaktadır. Örneğin,
Kropotkin toplumdaki her türlü kurum ve inançlara karşı çıkıp onları ortadan
kaldırmayı amaçladığı halde, bilime yönelik böyle bir karşıtlık duymaz;
Levi-Strauss insani evrimin en üst basamağı olarak kabul edilen Batı
Düşüncesi dahil bütün ideolojileri görecelileştirmiş fakat bilimi bu
görecelileştirmeye dahil etmemiştir; Marx ve Engels kapitalist topluma
kökten eleştirel yaklaştıkları halde, özgürlük savaşımlarında emekçilerin
bilimi kullanabileceklerini iddia etmiştir (Feyerabend 1981: 156}. Bilimin
bütün bu karşıt tavır alışlarda istisna olması, çağdaş toplumun en etkili
ideolojisinin uzun bir dönem dokunulmaz olarak algılanmasını berberinde
getirmiştir.

Feyerabend’e göre, “bilimsel aklın doğru bir eleştirisi hiçbir şeyi
peşinen kabullenmez”. Bilimin mükemmelliği ve yöntembilim standartları
tartışılarak ortaya konulmamış öylece kabul edilmiş peşin hükümlerdir.
Bilimdeki yöntembilimi standartlarının büyü pratiğindeki standartlardan
daha iyi olduğunu ve tercih edilmesi gerektiğini ortaya koyan tek bir
argüman dahi yoktur. “Bilim taraftarlığı adına yapılan spekülasyonlar
genellikle büyü yapımından ayrılamaz ve kolayca anlaşılabilecek bir yöntem
izlemez. Bazı alanlarda yasa ve düzen varken, diğer alanlarda hiçbir şekilde
yasa ve düzen yoktur” (Feyerabend 1976: 112-113). Hem büyü hem de bilim
insanlığın önemli değerleridir ve bir arada bulunmaları seçeneklerin ve özgür
tercih koşullarının varolması demektir. Ancak bilim uzun bir süredir bütün
alanı tek başına egemenliği altına almaya çalışır.

Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda bilim geçmişten kalma
inançlardan insanları özgürleştirmede bir araçken, bugün kendisi sınır
tanımaz bir din haline gelmiştir. Örneğin, “[b]ugün eğitimde bilimsel
“olgular”, yüzyıl önce dinsel “olgular”ın öğretilmesiyle aynı şekilde
öğretilmektedir”. Bilimin toplum ve bütün kurumlarına yöneltilen eleştirinin
dışında tutulması, bugün artık kendisinin bir zamanlar özgürlük adına karşı
koyduğu ve savaştığı ideolojiler kadar baskıcı bir konuma sahip olduğunu
ortaya koyar. Bilim, Doğruyu bulduğunu ilan edemeden, keskinleşmiş ve
özgürlük aracı olmaktan uzaklaşmıştır. İnsan yaşamı doğru tarafından
olduğu kadar başka çok sayıda fikir ve değer tarafından etkilenir. Üstelik her
zaman doğrunun izlenmesi gerektiği doğru değildir. Doğru ile özgürlük
arasında bir çatışma olduğunda tercih yapmak zordur. Ancak bu tercihin her
zaman doğrunun lehine yapılması doğru değildir. Bu düşüncelere sahip olan
Feyerabend (1981: 157-158) modern bilimi düşünce özgürlüğünü engellediği
için eleştirir. Ona göre, bilimin doğruyu bulduğu iddia edilse bile, insan bu
buluşu (doğru) tercih etmeyip başka bir şeyi tercih edebilir, çünkü yaşamda
ondan daha fazla değer verdiği şeyler olabilir.

Bilimin toplumdaki istisnai konumunu savunan görüş iki noktada
toparlanabilir: “(1) bilimin en sonunda sonuçlara ulaşmak için doğru yöntemi
bulduğu ve (2) bilimsel yöntemin mükemmelliğini kanıtlayan çok sayıda
sonuçun olduğu”. Feyerabend (1981: 158-163) her iki iddiayı da kökten
reddeder. Bunlardan ilkiyle ilgili olarak, kuramların olgulara dayanmadığını,
kuramın olgulardan bağımsız olduğunu; ikincisiyle ilgili olarak ise bilimde
ulaşılan sonuçların ve ortaya çıkan gelişmelerin yalnızca bilimin iç işleyişine
bağlı olmadığını, bilim dışı ideolojilerin de bu sonuçların elde edilmesine
yardımcı olduğunu savunur. Bu bağlamda Feyerabend, bilimde
yöntembilimin basit bir konuyu bile anlamayı zorlaştıracak kadar boş
sofistikasyonlarla doldurulduğunu ifade eder.

Günümüzde, bilimden farklı olan yaşam biçimleri ya yok olmuş
önemli ölçüde değişim geçirmiştir. Batı tıbbından daha etkili olmuş olan
tıbbi teşhis ve tedavi biçimleri, “Batı biliminin ideolojisinden kökten farklı
olan bir ideolojiye dayanıyordu”. Telepati ve telekinesis bilimsel yöntem
tarafından geçersiz hale getirilmiştir. Buna karşın telekinesis ve
akupunkturun bilime dahil edilerek “bilimsel” olarak nitelenmesi de
mümkündür. Bilimdeki sonuçların dışsal yardım olmadan yalnızca bilim
tarafından elde edilseydi bilim ideolojisinin bunları bilime mal etme çabaları
haklı çıkabilirdi, ancak bilim tarihine baktığımızda bilimin böyle
çalışmadığını, bilimde ulaşılan sonuçlarda bilim dışı fikirlerin katkısının
olduğunu görürüz. Örneğin, “Copernicus evrenle ilgili yeni bir görüş ortaya
koyduğunda bilimsel öncülerine değil, çılgın bir Pisagorcu olan Philoloas’a
başvurmuştur. Fikirlerini bilimsel yöntemin bütün açık kuralları karşısında
benimsemiş ve ileri sürmüştür. Mekanik ve optik zanaatkarlara, tıp ebelere
ve büyücülere çok şey borçludur”. Tarihte, büyük bilimsel ilerlemelerin
yöntembilimsel “ussal” kuralları izlemenin değil dışsal müdahalelerin
sonucu olduğunu görürüz. Bu nedenle, “bilimin bugün toplumda oynadığı
istisnai rolü desteklemek için kullanılabilecek tek bir argüman bile yoktur”.
Bilim bir çok şey yapmıştır ama diğer ideolojiler de aynısını yapmıştır.
Özetle, “bilimi geri kalandan ayırabilecek tek bir bilimsel yöntembilimi
yoktur. Bilim toplumu etkileyen çok sayıda ideolojiden yalnızca biridir ve
öyle görülmelidir” (Feyerabend 1981: 161-162). Bilim dışındaki ideoloji ve
değerlerin insan yaşamına ve özgürlüğüne katkılarının yanında bilimsel
ilerlemeye sağladıkları katkılar yadsınamaz. Bu açıdan bilim ile bilim dışı iç
içe geçtikleri için aralarında kesin bir ayrım yapmak zordur.

Bilim ideolojisinin “masal”ına göre, bilimdeki başarılar “keşifçilik ve
kontrol”ün sonucu olarak ortaya çıkar. Bilim adamaları zihinlerindeki
fikirleri belirli yöntemlerle geliştirirler, bu yöntemlerle devre dışı bırakılan
fikirlerin insanlığa bir katkıları yoktur. “Bilimin kuramları yöntemin
testinden geçmiştir” (Feyerabned 1975: 167). Yöntem böylece bilimselliğin
ve doğrunun tek ölçütü olarak algılanır ve insanlığın yöntemin süzgecinden
geçen bilgi ile yetiştirilmesi gerektiği kabul edilir. Ancak, Feyerabend bu
kabulü tersine çevirerek değerlendirir: “Yegane düzgün yönteme ve yegane
kabul edilebilir sonuçlara sahip olduğunu iddia eden bir bilim ideolojidir ve
devletten özellikle eğitimden ayrılması gerekir”. Her meşguliyet katılanların
belirli bir biçimde davranmalarını ve belirli bir ideolojiye sahip olmalarını
isteyebilir. “Bu din için olduğu kadar fizik bilimi ve fahişelik için de
geçerlidir”. Bu kendi başına bir sorun olarak görülmeyebilir. Ancak bu tür
bir ideoloji ve davranışı genel eğitimin ilkeleri haline getirmek özgürlük ve
tercihe aykırıdır (Feyerabend 1975: 175}.

Batı dünyasında, insanın özgürlüğü üzerindeki engellerden biri devlet
ve kilise birbirinden ayrılarak kaldırılmıştır. Ancak kilisenin topluma tek
hakikatçi bir inancı dayatmaya kalkışması yerini herkesin kendi doğrusunu
seçme uygulamasına bırakmış olsa da, tek hakikatçi bilimcilik kilisenin bu
mirasını devralmıştır. Bu bağlamda, devletin bilimci ideolojinin nüfuzundan
kurtulması ve toplumda bilimci ideolojinin yegane otorite olan tekeline son
verilmesi, toplumun tüm bireyleri açısından yararlı olacaktır. Bu nedenle,
devlet ve bilim, bir zamanlar devlet ve dinin birbirinden ayrıldığı gibi
ayrılmalıdır. “Bilim toplumu etkileyebilir, ancak bu etki siyasal grupların
veya baskı gruplarının toplumu etkilediği kadar olmalıdır”. Bilimin
günümüzdeki tek otorite oluşu özellikle modern eğitim tarafından
pekiştirimektedir. Ancak “[b]ilim yıllarca eğitimden sonra anlaşılabilecek
kapalı bir kitap değildir”, bu nedenle, ilgi duyan “herkes tarafından
incelenebilecek ve eleştirilebilecek entelektüel bir disiplindir ve çok sayıda
bilim adamınca yürütülen sistematik bir karmaşıklaştırma kampanyası
sonucunda zor ve köklü gibi görülür” (Feyerabend 1981: 162-163}. Bugün
eğitim yöntemi bazı temel efsanelerin öğretilmesini kapsar. “Efsaneyi bilen
yeni yetme hemen her şeyi açıklayabilir ... Toplum ve Doğanın öncüsüdür.
Her ikisini de anlar ve onlarla nasıl etkileşeceğini bilir. Ancak, anlayışını
yönlendiren efsanenin öncüsü değildir” (Feyerabend 1981: 163}.
Hıristiyanlığın en totaliter öğreticisi bile “öğrencilerinin Budistler,
Yahudilerle ve diğer tasvip edilmeyen insanlarla irtibata geçmesini
engelleyemez. Ancak, bilim veya akılcılık örneğinde alanı neredeyse
tamamen inançlılar doldurmuştur ... Burada gereksinim duyduğumuz eğitim
insanların kendilerini herhangi bir yegane görüşün geliştirilmeye
adamalarına engel olmadan, karşıt, karşıt-savcı olmalarını sağlayan bir
eğitimdir.” Böylece genç nesiller hem us hem de usdışı hakkında bilgilenir
ve bir ideoloji tarafından ele geçirilerek değil özgür tercih sonucunda bilim
adamı olurlar (Feyerabend 1981: 164}.

Feyerabend, Yönteme Hayıfın Türkçe çevirisi için giriş yazısında
şunları ileri sürer: “Birinci Dünya Bilimi, Avrupa’da ‘bilimsel devrim’
sonucu doğmuş, şimdiyse bütün dünya üniversitelerinde, teknoloji
kurumlarında uygulanan bilim, beyinlerimizi teknik başarılarıyla
bombardıman etmeyi sürdürüyor. Çoğunlukla ‘ussalcılık’ (rationalism)
denen bir ideoloji eşlik ediyor ona. ... Birinci Dünya bilimi tek tek tarihsel
koşulların doğurduğu düşünceleri içeriyor; bu yüzden de genelgeçerlilikten
yoksun. ... Batılı olmayan bilimler birçok yerde ortadan kaldırılıyor. Oysa,
sebep başarısızlıkları değil, Birinci Dünya bilimini uygulayan toplumların
daha büyük askeri gücü var. ... Birinci Dünya bilimi, dünyayı daha iyi
anlamamızı ya da hepimize daha iyi yaşama olanağı sağladığı için değil de,
daha iyi silahlar ürettiği için kabul edildi. ... Her kültür, her ulus, kendi özel
gereksinimlerini karşılayacak bir bilim kurabilir” (Feyerabend 1991: 12-14).
Bugün bilimin yararlı olup olmadığı sorusunu ele alırken sağladığı maddi
rahatlıktan bahsetmek yeterli bir yanıt oluşturmaz, çünkü “evleri
aydınlatmak ve ısıtmak için kullanılan keşifler bu evleri yıkabilecek silahlar
inşa etmek için de kullanılır” (Feyerabend 1967a: 390). Ahmet İnam
Yönteme Hayıfın Türkçe çevirisine önsözünde Türkiye’de çok sesliliğin ve
özgün çalışmaların yeterince gelişmediği için bu eserin Türk aydınının
ufkunu genişletebileceğini belirterek bazı tereddütlerini ifade etmektedir:
“Üstünkörü irdelenmemiş, önyargılarla yanlış anlaşılabilir bu kitap: Bilim
düşmanlığı savunulmuyor burada: Bilimin sınırları, yeri yurdu, ortaya
konuyor, tartışılıyor. Bilimde yaratıcı olabilmiş, bilime katkıda bulunmuş
Batılı insan için anarşizmin bir anlamı var: Zincirlerinden kurtulmaya
çalışıyor... Türk aydını, Tanzimattan bu yana, Batıyla olan
hesaplaşmalarında, kalıpçı düşüncelerden taklitçilikten, papağanlıktan
kurtulmalıdır. Unutmamalı ki, bilim düşmanlığı da Batıdan devşirdiği bir
görüş olur, eğer kendine özgü tartışmalarla, yaratıcı ürünlerle, kendi
görüşünü pekiştiremezse!” (Feyerabend 1991: 6-7). İnam’ın bu görüşlerinin
ne kadar yerinde olduğunu özellikle anti-Batıcı, toptancı (totaliter) ideoloji
benimseyenlerin Feyerabend’inki gibi görüşleri, sırf Batılı bilimcilik ve
dünya görüşünü eleştiriyor diye savunurlarken görmekteyiz. Batının silah
üreten bilimi ve tekdüzeleştirici ussalcılığı eleştirilirken, çoğu kez bu
eleştirinin özgürlük ve insani değerler için yapılmadığı, tersine belirli bir
toptancı zihne ulaşmak için ortaya konduğu ve böylece insanlardan
sorgulamayıp itaat isteyen tekdüzecilik arzusunun kamçılandığı gözlenebilir.

SONUÇ

Feyerabend’in bilimin değerlerden ve önyargılardan bağımsız
olmadığı, bilimin tarihsel bir olgu olduğu halde bugün okullarda tarih dışı
gösterildiği iddiasına karşı Naess “hermenutik, Frankfurt Okulu ve çoğu
Anglo-Amerikan bilgi sosyolojisinin bilimin tarihsel, siyasal ve ideolojik bir
olgu olarak ayrıntılı bir tablosunu” oluşturduğunu savunur (Naess 1975: 184¬
185). Feyerabend’in “saçma, eski veya yeni fikirlerin” bir kısmını değil
bütününü kullanmamız gerektiği görüşüne karşı Naess “bugün bilimi bilim-
dışıyla birleştiren sağlıklı bir eğilim” olduğunu ve bunun sonucu olarak
sosyal antropologların “endüstrileşmemiş bir toplumda neler olup bittiğini
yakalamak için kesin bir yöntem izlemeksizin” yaşadıklarını ileri sürer.
Feyerabend’in “ilkel kabilelerin çağdaş bilimsel zooloji ve botanikten daha
ayrıntılı bir sınıflandırmaya sahip” oldukları iddiasına karşı, Naess bu tür
kabileler hakkındaki bilgimizi bilim adamlarının geliştirdiğini iddia eder
(Naess 1975: 187-188). Naess sol-kanat muhalefet içindeki araştırmacıların
Feyerabend’in bilimde eksik gördüğü bütün özellikleri taşıdığını ve onların
‘ne olsa gider’ fikrine inandıkları görüşünü savunur (Naess 1975: 190).

Marxist açıdan bir eleştiri geliştiren Curthoys ve Suchting (1977: 262)
“Feyerabend’in kuram-bağımlılık tezinin tüm kuşkucu sonuçlarından
kaçındığını ve böylece tersine endüksiyonun kuramsal açıdan yetersiz olan
meşruluğunu gizlediğini” iddia ederler. Onlara göre Feyerabend’in tarihsel
ilgisi “tamamıyla öznel değerlendirmelere dayanır.” Saldırdığı görüşün tam
tersini savunmaktadır; “deneyci Yöntemcilik bir kuramın mevcut oluşunu
onu tercih etmenin gerekçesi kabul ederken, Feyerabend bir kuramın mevcut
olmayışını onu tercih etmenin gerekçesi kabul eder...Feyerabend deneyci
temellere dayalı bir kuşkucudur...Çünkü kuşkuculuk herhangi bir kuramı
tercih etmenin diğerine karşı haklılaştırılamayacağı görüşünden oluşur”
(Curthoys ve Suchting 1977: 265-266). Feyerabend Yöntemcilikte neyin
yanlış olduğu konusunda yanılmaktadır. İlk olarak, evrenselliği reddederek
(doğa bilimlerinin yanlış yorumuna dayanmasına karşın) özerk bilimlerin
veya toplumsal kuram gibi bilim kollarının kuramsal üretimi ve gelişmesini
göz ardı eder. İkincisi, iddia edilen sabitlik bir disiplini belirli bir gelişme
aşamasında “dondurarak” muhafazakar bir işlev görür. Üçüncüsü, kurmasal
pratiğin dışsal kısıtlamalar ona içsel olan zorlukları ihmal eder. Curthoys ve
Suchting’e göre, Feyerabend bilimi materyalist değil idealist bir anlayış
içinde sorgular ve “çağdaş bilimsel pratiğin eklemlendiği diğer maddi
pratiklerin spesifik niteliğini tamamıyla ihmal eder”. Bu bağlamda, kapitalist
toplumda bilimsel olanlar de dahil her türlü ürünün başat niteliği meta
olmasıdır. Feyerabend’in Yönteme Hayır adlı eseri “çağdaş toplum ve
ideoloji tarihinde belirli bir spesifik konjonktür açısından semptomatik bir
öneme sahiptir” (Curthoys ve Suchting 1977: 336, 338}. Feyerabend,
Curthoys ve Suchting’e yanıtında onların kendi taraflı bakışlarını ortaya
koyduklarını belirtir. Eleştirileri yerini bulsa bile (hiç de öyle olmadığı
halde}, bu eleştirmenlerin kendi görüşlerinin Marxist olmadığını ortaya
koyabileceklerini ama bunun haklı olmadığı anlamına gelmeyeceğini ifade
eder (Feyerabend 1977: 372, 379}.

Diğer bir eleştiri, Feyerabend’in bir yandan evrensel ölçütleri
yadsıyan bir yaklaşım savunmasını diğer yandan bilimsel ilerlemeden söz
etmesinin anlaşılmasındaki zorluğa işaret eder. Buna göre bilimsel
ilerlemeden söz edebilmek için “bilimsel bilgiyi neyin oluşturduğuna dair
standart ve ölçütleri” kabul etmek zorunludur (Keat ve Urry 1994: 73}.
Ancak, Feyerabend’in bilimsel ilerlemeye verdiği anlam; bilimin önceden
belirlenmiş, tasarımlanmış belirli bir amaca ulaşması değil, içinde
birbirinden farklı bilgi ve doğruluk iddiası taşıyan, “gerçeklik”i birbirinden
farklı hatta birbiriyle taban tabana zıt anlayan ve açıklayan, aralarında
bağdaştırma ve uzlaşı bulunamayacak kadar farklı kuramların geliştirilmesi
olarak anlaşıldığında, böyle bir bilimsel ilerlemenin ortak standart ve
ölçütler gerektirmediği söylenebilir. Kuramlar arasında anlam sabit olmadan
da bilimsel ilerlemeden söz etmek mümkündür, çünkü bu durumda
ilerlemenin “ölçüt”ü kuramların olabildiğince çoğaltılmasıdır.

Bilime yönelik eleştirilerin nereden geldiği eleştiriin hangi biçimlerde
ortaya kounulduğunu anlamak açısından önemlidir. Hermenutik eleştiriler
temelde bilimin nesnelci, evrenselci eğilimlerini sorgularlar, bunun
karşısında anlam ve yourumların bağlamsal ve tarihsel bouyutlarını dikkate
alan daha esnek yapılı bir bilim görüşü benimserler. Frankfurt Okulu ve sol-
kanat eleştiriler ise çoğunlukla bilim ideolojisinin kapitalist toplumdaki
araçsallığı ile ilgilidir. Feyerabend’in bilim eleştirisinin temelinde birey
özgürlüğü yatar, ancak insanlığın tarihsel-kültürel mirası içindeki büyü ve
efsaneler dahil her türlü fikir, inanç ve değerin bilimin gelişmesinde ro
oynadığını savunur. Bilim ve bilim dışı ayrımına bu açıdan karşı çıkar. Ona
göre bilimin genel eğitim vasıtasıyla mitleştirilmesi, postmodernist
eleştirinin bir ifadesiyle “meta anlatı”ya dönüştürülmesi sonucunda evrensel
normlarının ve ölçütlerinin olduğu kanaati uyandırılmaya çalışılır. Bilim
ideolojisinin “masal”ı bilimi değer insani etkinliklerden ve ideolojilerden
ayırarak tek hakikatçi bir konuma yerleştirir. Feyerabend, bilim tarihinden
incelediği örneklerle, bir anlamda nesnelci ve evrenselci bilim ideolojisinin
altını kazıyıp yapıbozumuna girişir.

Peşin hükümler ve olgularla uyuşmayan usdışı iddialar bilimin
ilerlemesinde en önemli rolü oynamıştır. Feyerabend’in Yöntemciliği
reddeden yaklaşımının nirengi noktasını tekrar ifade edersek; bilim tarihinde
ölçütlerin, kabul edilen kuramların ve doğruların zıttına endüksiyon ve ad
hoc hipotezler vasıtasıyla ihlal edilmesi bilimsel ilerlemelerin zorunlu koşulu
olmuştur. Zıttına endüksiyon yerleşik gözlemsel sonuçlar ve varolan
kuramsal ilkelerle çatışan kavramsal bir sistem keşfederek yapılır. Bu
varolan algılama dünyasının bir parçasını oluşturmayan yeni bir algılamadır
(Feyerabend 1991: 38). Bir alanda hiçbir kuram bütün olgularla uyuşmaz ve
anlam bir kuramdan diğerine değişir. Farklı kuramlar arasında ortak ve sabit
anlamların olmayışı, bu kuramların birbirleriyle karşılaştırılamamasını
beraberinde getirir ve bilim tarihinde kuramların kopma ve kırılmalarla
ortaya çıktığını açıklamaktadır. Varolan kurallar bir kere ihlal edildiğinde
algılama dünyası öncekiyle ortak ölçülemez yeni bir kuram ortaya çıkar.

Feyerabend’in ölçütlerin epistemolojik olarak ihlali ile ilgili görüşleri
ölçütlerin etik olarak ihlali ile ilgili görüşleri kadar önemlidir. Epistemolojik
ihlal zıttına endüksiyon, ad hoc hipotezler ve akıldışı işleyişler vasıtasıyla
tarihsel örnekler verilerek açıklanmaktadır. Ölçütlerin etik ihlali ise insancıl
nedenlerle, bireylerin özgürce kültürel gelişmelerine dayalı olarak
haklılaştırılmaktadır. Üstelik kuralın epistemolojik ihlali ile etik ihlali
birbirilerini karşılıklı olarak haklılaştırmaktadır. Bu açılardan Feyerabend’in
kendisinin karşı çıktığı türden etik veya epistemolojik bir kurala sahip olup
olmadığı sorulabilir. Tersine endüksiyonu epistemolojik bir yöntem, insancıl
nedenleri veya bireylerin özgür kültürel gelişmelerini etik bir kural olarak
kabul edebilir miyiz? Bu sorulara hayır cevabını vermek doğru
görünmektedir: Çünkü her ikisi de bütün fikirleri, efsaneleri, bilimsel
yandaşlığı, unutkanlıkları, saçmalıkları, akılcı ve akıldışı öğeleri kısaca her
türlü insan etkinliğini kapsamaktadır. Başka bir ifadeyle “ne olsa gider” bir
kural olarak kabul edilse bile kendisi de dahil herhangi bir kuralı ve ölçütü
reddeden bir kural olabilir. Herhangi bir evrensel ölçüt reddedilirken, her
türlü farklı düşünce ve kuramların yaygınlaşması savunulmaktadır. Evrensel
ölçütler bireylerin bazı özgünlüklerini dışlarken, farklı düşünce ve
kuramların yayılması bütün insanlık olgusunu ve bireylerin özgünlüklerini
kapsar. Her türlü ölçüt ve kuralı reddetmek bilimsel ilerlemeden söz etmeye
bir engel olarak görülmemelidir. Çünkü, bu anlamda ilerleme kavramı
indirgemeci bir bilimsel bilgi üretimini değil, birbirinden farklılaşan her
türlü insan etkinliğini kapsayan bir süreci açıklar.

KAYNAKÇA

Bernstein, Richard J. (1989) Beyond Objectivism and Relativism: Science,
Hermeneutics, and Praxis, University of Pennsylvania Press, Philedelphia.

Curthoys, J. and Suchting, W. (1977) Feyerabend’s Discourse Against Method,
Inquiry, 20: 243-397.

Feyerabend, Paul K. (1967a) On the Improvement of the Sciences and the Arts,
and the Possible Identity of the Two, Proceeding of the Boston Collloquium
for the Philosophy of Science 1964/1966, “Boston Studies of the Philosophy
of Science”, Ed. by. R. S. Cohen and M. W. Wartofsky, Dodrecht, Reidel,
387-415.

Feyerabend, Paul K. (1967b) Problems of Microphysics, Philosophy of Science
Today, Ed. by. Sydney Morgenbesser, Basic Books, New York, 136-147.

Feyerabend, Paul K. (1972) Consolotions For the Specialist, Criticism and the
Growth of Knowledge, Ed. by I. Lakatos and A. Musgrave, Cambridge
University Pres, Cambridge.

Feyerabend, Paul K. (1975) ‘Science.’ The Myth and its Role in Society, Inquiry,
18: 167-181.

Feyerabend, Paul K. (1976) On the Critique of Scientific Reason, Essays in Memory
of Imre Lakatos, Ed. by. R. S. Cohen; P. K. Feyerabend; M. W. Wartofsky,
D. Reidel Pub, 109-143.

Feyerabend, Paul K. (1977) Marxist Fairytales From Australia, Inquiry, 20: 372¬
379.

Feyerabend Paul K. (1981) How to Defend Society Against Science, Scientific
Revolutions, ed. By Ian Hacking, Oxford University Press, Oxford, 156-167.

Feyerabend, Paul K. (1988) Knowledge and the Role of Theories, Philosophy of
Social Science, 18: 157-178.

Feyerabend, Paul K. (1991) Yönteme Hayır. Bir Anarşist Bilgi Kuramının Ana
Hatları, 2. Baskı, çev. Ahmet İnam, Ara Yayıncılık, İstanbul.

Gadamer, Hans-Georg (1989) Truth and Method, Tr. by J. Weinsheimer and D. G.
Marshall, Crossroad, New York.

Hacking, Ian (1986) Representing and Intervening, Cambridge University Press,
Cambrdge.

Keat, R. ve Urry, J. (1994) Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev. Nilgün Çelebi, İmge
Kitabevi Yayınları, Ankara.

Naess, Arne (1975) Why Not Science For Anarchists Too? A Reply to Feyerabend,
Inquiry, 18: 183-194.

Outhwaite, William (1991) New Philosophies of Social Science. Realism,
Hermeneutics and Critical Theory, St. Martin’s Pres, New York.

Rorty, Richard (1988) Philosophy and the Mirror of Nature, Basil Blackwell,
Oxford.

Shapere, Dudley (1981) Meaning and Scientific Change, Scientific Revolutions, ed.
by Ian Haching, Oxford University Press, Oxford, 28-59.