ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini  Yazarlar Dizini Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

ÇUKUROVA HALK KÜLTÜRÜNDE YEREL FIKRA TİPİ: ABDAL FIKRALARI1

Prof. Dr. Erman ARTUN2

Abdal, sözcük anlamıyla Arapça bedel, bedil karşılıklarının çoğuludur. Doğu Türkistan’dan
Anadolu’ya kadar, geniş bir coğrafya üzerinde dağınık gruplar halinde yaşayan, eskiden daha çok göçebe,
bugün artık yerleşik hayata geçmiş olan, bölgelere göre “Abdal, Abdali, Avdal, Habdal, Gilaman, Gurbet,
Guyende, Teberci, Carcar” gibi değişik adlarla adlandırılan ve aralannda birçok farklılıklar bulunan Abdal
gruplan vardır. Bu gruplar hakkında birçok araştırma yapılmasına rağmen, bunlann sosyal yaşamlan,
kültürleri, coğrafî dağılışları dışında, kökenleri, dilleri ve bağlı oldukları inançlar konusunda yeterli
düzeyde araştırma yapılmış değildir.

Abdallar Orta, Güney ve Batı Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Anadolu’da eskiden beri yerleşmiş
Abdal oymaklan vardır. Abdallar, Türk soyundan geldiklerini ve Müslüman olduklarını, başlannda
bulunan ululan “Kara Yağmur”un birliğinde “Horasan Erleri” olarak Anadolu’ya geldiklerini söylerler.
Güneydoğu Abdalları ise “Beydili” aşireti ile beraber Anadolu’ya geldiklerini söylerler.

Abdallar, genellikle İç Anadolu Bölgesine yerleşen bir Türkmen boyudur. Bunlar Çukurova'da
Kayseri'de, Kahramanmaraş'ta, Kırşehir'de Yozgat'ta ve buna benzer birçok yörede kışın sahili, yazın
ise yaylayı tercih ederler. Genellikle geçimlerini düğünlerde davul zurna çalarak sağlarlar. Çalgı
çalamayanlar, ağaç kaşık, iğ (kirmen), tütün tahtası, müzik aletleri, özellikle “tambur” dedikleri
bağlama sazı, su fıçısı veya testisi, sepet örerler, kalbur, elek, gözer vd. elleriyle imal ederek köy köy,
kasaba kasaba dolaşıp satarak geçimlerini sağlamağa çalışırlar. Abdalların bir bölümü eskiden
çantalarını omuzlarına takar, köy köy gezerek sünnetçilik yaparlardı. Abdal aşiretinin kendine özgü
ağız özellikleriyle hikayeler anlatırlar, türküler ve ağıtlar söylerlerdi. Abdallar, kırlardan topladıkları
otlarla türlü ilâçlar yaparak satarlar ve köylüler de bu ilâçlan baş ağrısı, mide ve kann ağrısı, çeşitli deri
hastalıklarında kullanırlar. Abdal halk hekimleri bunlardan başka kulunç kırarlar, kan alırlar ve daha birçok
hastalıkları sağaltma ile de uğraşırlar. Güney Anadolu’daki Abdallardan bir kısmı, bu arada “Tencili
Abdallan”, kuyumculuk ve canbazlık ile, ‘Kazancı’ adı verilen Abdallar da bakır kap kacak yaparak
geçinirler.

Ali Rıza Yalman, Çukurova’da, Fakçılar, Tencili, Beydili, Gurbet veya Cesis, Kara Duman
gibi Abdal boylarının yaşadığını belirtmektedir (Yalman,1977:18). Anadolu Abdalları genellikle
Alevi sahalarında bulunurlar. Abdalların bir bölümü göçebe olmakla beraber bir bölümü de eski
zamanlardan beri toprağa bağlanmış, tarım hayatına geçmiş bulunmaktadır. Anadolu’nun çeşitli
yerlerinde Abdal köyleri vardır. Gezgin Abdallar, yılın belli mevsimlerinde yer yer dolaşarak köy
kıyılarında otururlar.

Fıkralar, çok geniş bir coğrafî alan içinde oluşan binlerce yıldan beri sözlü gelenekte yaşayan
halk edebiyatı ürünleridir. Türk halk kültürü fıkra sentezinde Orta Asya’dan getirdiklerinin yanı sıra
İslam kültürü ve Anadolu’nun eski kültürlerinden sürüp gelenler de vardır. Sözlü gelenekte hiçbir
yabancı tür olduğu gibi alınmaz. Kültür etkileri fıkralara girerken değişikliğe uğrayarak yerlileşmiş,
yeni girdiği kalıpta Türk kültürünün belirleyici etkisiyle şekillenmiştir.

Anonim halk edebiyatı ürünleri arasında önemli bir yere sahip olan fıkra türü için kaynaklarda
çeşitli tanımlar verilmektedir. Bu tanımlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: "Kısa ve özlü anlatımı
olan, nükteli, güldürücü hikaye anekdot." (Türkçe Sözlük; 1998, c.1: 778), "Güldürücü küçük hikaye"
(M.L, 1971, C.4: 631). "Fıkralar, motife yer veren kısa anlatmalardır" (Sakaoğlu,1984:445). "Edebiyat
türü. Bir olayı ya da görüşü kısaca anlatan parça."(Akalın, 1984:110).

Verilen tanımlardan yola çıkarak fıkraların motife yer veren, kısa ve özlü bir anlatıma sahip
güldürücü küçük hikayeler olduklarını söyleyebiliriz. Fıkralar, yeri geldiğinde, düşünceyi bir örnekle
güçlendirmek bir hareketi eleştirmek için tasarlanan sözlü edebiyat ürünü kısa anlatmalardır. Fıkra
bugün, halk edebiyatımızda halkın yarattığı realist ve güldürücü hikayeler için kullanılmaktadır
(Yıldırım,1976: 4-5).

Anlatı türleri, bir ülkeden bir ülkeye, bir dilden bir dile bir kültürden başka bir kültüre göç
edebilir. Yeni yurtlarında, yeni kültür ortamlarına özgü ögelerle bezenip işlenip gelişirler. Her kültürün
sözlü kaynakları, bu kaynakları harekete geçiren büyük simge kahramanları olur. Fıkralar ağızdan
ağıza dolaşırken çoğalır, değişir, aslından zenginleşerek uzaklaşır. Aslına zenginleşmiş olarak döner,
dönüşür (Apaydın, 1993:1-16).

Fıkraların konuları, güldüren, etkileyen nükte motifleri milletlerin ortak malıdır
(Boratav,1982:292-295). Fıkra konusu, daha çok fıkra tipi adını verdiğimiz kahramanlara göre ele
alınmış, bu açıdan tasnif edilmiştir (Sakaoğlu, 1984:446). Fıkralarda Türk halkı sağduyuyla
bağdaşmayan işlemlere, tutumlara ve yasalara karşı tepkilerinin sözcülüğünü, yarattığı kişilere
yüklemiştir (Boratav,1982:318-327).

"Halkın ortak yaratma gücünden doğan tipler, sosyal hayatta, toplumun ortak görüş ve
düşüncelerini yansıtmakla görevlidirler. Fıkralar toplum hayatını, sosyal sistemi kontrol ederek
aksayan ve bozulan yönlerini eleştirerek düzeltici bir görev yaparlar (Y ıldırım,1999:30)."

Mizaha hayatın hemen her ögesi girer; ancak başkalarına aktarıldığında bir forma girer. Söz
olarak doğan mizah yazıya geçirildiğinde edebî bir kimliğe bürünür (Pala,TY:2-4). Mizah kavramı
güldürme amacının yanı sıra dolaysız olarak yergiyi ve öfkeyi de içerir. Mizahın sınırları ironiden
sövgüye kadar uzanır. Mizahın geniş bir anlatım ve içerik alanı vardır. Mizah öfkenin, düşmanlığın
dışa vurulduğu, toplumsal eleştirinin dile getirildiği önemli bir edebiyat türüdür (TL, 1994:138¬
141). Mizahta abartma, ironi gibi ince zekâ ürünü yöntemlerin yanı sıra aşağılamalar da vardır. Mizah,
düşüncelerin nükte, şaka ve takılmalarla süslenip anlatıldığı bir söz veya yazı çeşididir. Toplumsal ya
da bireysel kusurları, adaletsizlikleri vb. doğrudan veya dolaylı yoldan eleştiren sanat biçimine mizah
adı verilir. Mizahta ironi alaya almaktır, küçümseme vardır, zarafetten uzaklaşılabilir. Gülünçleştirme
ve ironi bireye ve topluma yöneltilen dolaylı eleştiri biçimidir (Tuğlacı,1972:17).

Türk halk mizahı halk fıkralarında zengin bir görünüm sergiler. Fıkralar Türk halkının
sağduyusu ve iğneleyici özellikleri birleştirilerek ortaya çıkmıştır. Bu fıkralarda Türk halkının mizaha
bakışını, engin hoşgörüsünü görürüz. Fıkralar toplum ve insan ilişkilerini irdeleyen olaylara ayna tutup
yansıtan yönleriyle işlevseldir.

Fıkralar genellikle tek olay üzerine kurulur. Fıkraların merkezinde insan-insan, insan-toplum
ilişkisi vardır. Toplum yaşayışının çelişkileri, düşünce ve davranış farklarından doğan çatışmalar
fıkraların konularını oluşturur.

Fıkraların yapılarındaki gülme olayını yaratan ögeler göz önünde tutulunca, halkın yaratma
gücünden doğan bu estetik biçimlerde ince bir mizah, keskin bir alay ya da hikmetli bir söz mutlaka
olur. Toplum yaşantısının, çelişkilerinin düşünce ve davranış farklılıklarından doğan çatışmaların
fıkralara konu edildiğini görüyoruz. Bu fıkralarda insanların çeşitli davranışlarındaki aksaklıkları,
gariplikleri abartılarak anlatılır (Boratav,1996:53-55).

Fıkralar, çok yönlü ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Fıkrayı yaratan öğeler, bir hikaye içinde
yerlerini alarak bağımsız bir yapı kurarlar, böylece nesir diliyle yaratılan, kısa ve yoğun anlatım
gücüne sahip epik bir tür ortaya çıkar.

Fıkra, bir ya da daha çok olay üzerine kurulabilir. Her olayda değişik kişiler yer alır. Olay
içinde yer alan kişiler, ortaya çıkan sorunları karşılıklı konuşmalarla aydınlığa kavuşturur ve bir
hükme bağlar. Fıkraların çekirdeğini hayattan alınmış olaylar ve düşünceler oluşturduğu için, gerçekçi
bir karaktere sahiptirler. Halk yaratma gücünden doğan bu estetik biçimlerde ince bir mizah, keskin bir
alay ya da hikmetli bir söz mutlaka yer alır. Ancak bu üç öğe, her zaman bir arada bulunmayabilir.

Türk fıkra anlatma geleneğinde, bir fıkra tipi oluşturmuş veya bir fıkra tipinde yerini almış
fıkralar Türk kültürü ürünleridir. Bazen fıkralarda kişiler, çevre değiştirerek yeni bir kimlikle
karşımıza çıkar. Geleneğe mal olmuş fıkraların bir kısmı baştan geçmiş bir olaya dayalı olabilir.
Bazıları da uygun bir zeminde yeni bir fıkra tipine bağlanarak yeni bir renge bürünür. Bu, fıkra
geleneğinin ağızdan anlatılırken, eklerle, değiştirmelerle zenginleşmesidir.

Bölge ve yöre tipleri denilince; belirli bir coğrafya üzerinde yaşayan insanları temsil eden ve
bağlı oldukları mekanla isimlendirilen fıkra tipleri anlaşılır. Bu tipin temel özelliği coğrafi bir isimle
anılması ve adı geçen coğrafya içinde yaşayan insanları temsil etmesidir.

Çukurova halk kültüründe yaygın bir şekilde anlatılan Abdal fıkraları Türkiye fıkra anlatma
geleneğinde yerel fıkra tipine girer.

Abdal fıkraları özel adlarla anılmayan bir toplum zümresini temsil eden fıkra tipidir. Abdal
fıkralarında Abdal tipi dışındaki tipler toplumun her kesiminde görülebilen insanlardır. Fıkralarda
ikinci derecedeki alt tipler belli belirsizdir, öne çıkarılmaz. Abdal fıkralarında olayların geçtiği zaman
ve yer pek belli değildir. Fıkralarında yer alan mekanlar gerçek tabiat sahneleri ve yaşanılan yerlerdir.
Kasaba, mahalle, sokak, ev gibi dekorlar içinde Abdal fıkralarında yaşantımızdan bir bölüm buluruz.

Abdallar Çukurova Bölgesinde kasaba ve şehirlerinde konargöçerler ve köylüler üzerine
anlatılan fıkra konularının kahramanları olmuşlardır. Abdal fıkralarındaki kişiler, günlük hayatta
Çukurova köylerinde rastlanan gerçek ve doğal insanlardır. Fıkralarda olağanüstü varlıklar yoktur.

Abdal fıkralarının konuları, yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar üzerine kurulur. İnsanlar,
gördükleri toplumsal çatışmaları fıkra konusu haline getirerek düşüncelerini, duygularını, çeşitli tutum
ve davranışları fıkra kahramanlarının ağzından anlatmışlardır. Abdal fıkralarının konu bakımından
büyük bölümünü toplumsal ve ekonomik sorunlarla, aile sorunları konulu fıkralar oluşturur. Bu
fıkralarda toplum yaşantısında insanları rahatsız eden her gerçek olay, fıkralara konu olabilir.
Fıkralarda toplum hayatındaki her türlü aksaklığın, çarpıklığın, zıtlıkların bir kesitini görebiliriz.

Abdal fıkralarının dili, açık ve yalındır. Fıkralarda halkın konuşma dilinde yer alan kelimeler
görülür. Anlatımı güçlendirmek için mecazlara, kelime tekrarlarına başvurulur. Fıkralarda rastlanan
cümle tipleri çok çeşitli değildir. En çok geçmiş zaman, geniş zaman, soru ve emir cümleleri kullanılır.
Fıkralarda daha çok basit yapılı fiil cümleleri kullanılır. Abdal fıkralarının asıl özelliği, bitişle
nüktenin bütün gücünü duyurmak için veciz, az kelimeyle çok anlamlı ve oldukça örtülü anlatımlı
olmalarıdır. Nesir halindeki fıkraların manzum hale getirildiği de görülmektedir. Fıkraların özel bir
dili vardır. Yer yer kalıp anlatımlara başvurulur. Fıkraların dili anlatıcıya ve anlatılan kitleye göre
değişir. Kahramanlar, kişiler kendi ağız özellikleriyle, durum ve konumlarına göre konuşurlar.
Böylece onların ruh durumları ve bulundukları ortam canlandırılır.

Abdal fıkralarının benzerlerine Türkiye'nin çeşitli yörelerinde de rastlanır. Bunlar da ortaklaşa
benimsenmiş anlatım kalıpları içinde, kişi ve yer adları, yerine ve çağına göre değiştirilip, yöreye özgü
renklerle bezenmiştir. Bunlar; Türk fıkraları sınıflamasında “Bir bölge halkıyla ilgili olanlar” grubuna
girer. Bu fıkralarında Türk köylüsünün kendi kendisini ince, nükteli, mizaha konu etmesini görüyoruz.

Abdal fıkraları tipinde eğlenilen, mizaha konu edilen bölge insanının iğneleyen durumunda
olduğu sezilir. Yörelerde bu fıkraların sevilerek anlatılmaları bunu kanıtlar. Abdal fıkralarının
tamamına yakın bir bölümünü Abdal tipinin saf görünüp zeka ürünü olan olaylarını işleyen fıkralar
oluşturmaktadır. Türk halk kültüründe pek sevilen bir çarıklı erkan-ı harp tipi vardır. Saf görünüp
oyunbaz oynatan, aldatılırmış gibi görünürken eşsiz halk mizah dehasıyla ince ince eğlenen, alaya alan
insan tipini Abdal fıkra tipinde görüyoruz. Türk halkının mizah dehasındaki "âlim değil, fakat ârif"
insan tipinin Abdal fıkralarına yansımasını görüyoruz. Bu fıkralarda alay edilirken, alaya almanın
hicvetmenin en güzel örnekleri sergilenmektedir.

Bu fıkralarda, bu bölgede yaşayan insanların damgası açıkça görülür. Bunlar, yerleşik düzene
geçmiş, göçer kültürünün izlerini taşır. Fıkralarda günlük olaylarla karşılaştığımız çeşitli zıtlıklar
sosyal ve insani kusurlar işlenir. Abdal fıkraları Abdalların yaşadığı yörelerde tanınan, bilinen yerel
fıkra tipidir. O çevre halkı tarafından benimsenmiştir. Toplumsal hayatla ilgili fıkralarda Abdalların
yaşama biçimlerine, geçim kaynaklarına az da olsa gelenek ve göreneklerine ait ipuçlarına
rastlayabiliyoruz. Abdal fıkraları, Abdalların düşünce biçimini yaşayış ve mizaha bakışını yansıttığı
için kültür belgeleri olarak kabul edilebilir.

Abdallar üzerine anlatılan çeşitli fıkralar belli bir toplumun ruh ve düşün durumlarını somut
bir değerlendirme olarak değil de insanın türlü davranışlarındaki sakatlıkları, aksaklıkları, dil
sürçmeleri, alışılmış ölçülerin dışında büyütücü bir aynadan yansıtma saymak doğru olur. Abdal
fıkralarının bir kısmı açık saçık olduğu için yazıya geçirmedik. Bu tür fıkralar bu özellikleri nedeniyle
yetişkin çevrelerde anlatılmaktadır.

Abdal fıkralarını, ilk edinilen izlenime aldanarak halkın Abdalları alaya alıp küçültme
amacıyla yaratmaları saymak yanlış olur. Çoğu kez bunlar alay konusu olan toplumun bir çeşit
meydan okuması anlamındadır. Dikkat edilirse bu tip hikayelerin pek çoğunda alay konusu sanılan
kişinin alay eden durumunda olduğu fark edilir.

Fıkralarda Abdalların saf kişiliği, dinle ve inançla ilgili konulardaki bilgisizliği anlatılır. Abdal
fıkralarının merkezinde Abdal tipi vardır. Sözlü gelenekte anonimleşme süreci devam etmektedir.
İkinci derecedeki alt tipler bazen belirli bazen belirsizdir ve öne çıkarılmaz. “Halkın ortak yaratma
gücünden doğan tipler, sosyal hayatta, toplumun ortak görüş ve düşüncelerini yansıtmakla
görevlidirler. Fıkralar toplum hayatını, sosyal sistemi kontrol ederek aksayan ve bozulan yönlerini
eleştirerek düzeltici bir görev yaparlar.

Abdal fıkraları konu yönünden konargöçer ve köylü hayatıyla ilgilidir. Karatepeliler
başkalarının yaptığı hataları, yapabileceklerini, tuhaflıkları, alıklığa varan saflıkları kendi üzerine
alarak şakayla herkesi iğneleyerek, gülerek, güldürerek insanları düşünmeye yöneltmiştir.

(F) ile kısalttığımız 21 Abdal fıkrasını incelememize aldık. Bu fıkraları konuları bakımından
üç ana gruba ayırabiliriz:

A)    Abdalların Toplumsal Hayatlarıyla İlgili Fıkraları

1.    Abdalların düğünde sarhoşların elinden kurtulmak için alayı mezarlığa götürmesi (F.4).

2.    Eşinden ayrılmak isteyen Abdala eşinin cevabı (F.6).

3.    Abdalın iyi davul çalamayan oğlunu tehdit etmesi (F.8).

4.    Abdalın eşeğinin Mercedesi geçmesi (F.10).

5.    Abdalın ölen kardeşinin şehit olduğunu söylemesi (F.11).

6.    Abdalın cenazesinde bayrakların yarıya indirilmesi (F.12).

7.    Abdalın koruma müdürüne verdiği ders (F.13).

8.    Abdalın bahşiş almadan çalmaması (F.14).

9.    Abdalın oğlunun canı yanınca kalburu hatırlaması (15).

10.    Abdalın babasının öldüğünü duyan İsmet Paşanın elinden kalemin düşmesi (F.16).

11.    Abdalın babasının kefeniyle öğünmesi (F.17).

12.    Abdalın ölen babasının ulema olması (F.18).

13.    Abdalın kaymakam olması (F.19).

14.    Abdalın çocukları kovalaması(F.20).

15.    Çocuğun zurna çalan Abdalın karşısında limon yemesi (F.21).

B)    Abdalların, Zeki, Kurnaz, Hazırcevap Kişilikleriyle İlgili Fıkraları

1.    Abdalla eğlenmek isteyen ağaya Abdalın ders vermesi (F.2).

2.    Abdalın trafik cezası vermemek için bilmezden gelmesi (F.3)

3.    Gurbetten gelen Abdalın eşinin nazlanması üzerine verdiği cevap (F.5).

4.    Abdalın arkasından ileri geri konuştuğu kişiyi tanıyınca lafı çevirmesi (F.9).

C) Abdalların Saf Kişilikleriyle İlgili Fıkralar

1.    Abdal Süslü Hasan’ın ölmesi üzerine eşlerinin ağıt yakması (F.1).

2.Abdalın    eşeğine kamyon çarpması(F.7).

Fıkralarda Kişiler:

Abdal ( F.2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-14-18-19-20), çocuk ( F.2-8-19-20-21), oğlan (F.6-14). 4),
karı (F1-2-3-11), kız (F.6-11), zurnacı (F.1), ağa (F.2), trafik polisi (F.3), sarhoş (F.4), hanım (F.5),
ana (F.11), komutan (F.7), öğretmen (F.8) cumhurbaşkanı (F.13), müdür (F.13), davulcu (F.13).
Abdaloğlu (F.15), Azrail,

Fıkralarda Yer ve Zaman

Abdal fıkralarında zaman ve yer belirten fıkralar olduğu gibi zamanın belirsiz olduğu “vaktin
birinde, bir zamanlar” diye başlayanlar da vardır. Fıkralarda bir kaç örnek dışında belli bir yer adı
yoktur. Fıkralarda olayların geçtiği zaman belirsizdir. Fıkralarda yer alan mekanlar gerçek tabiat
sahneleri ve yaşanılan yerlerdir.

Sonuç

Sayıları çok olmasına rağmen Abdal fıkralarının çoğu açık saçık olduğu için kağıda
aktaramadık. Abdal fıkraları bu özelliklerinden dolayı yetişkin çevrelerinde anlatılmaktadır. Bunlar
yerleşik düzene geçmiş göçer kültürünün izlerini taşır. Bu fıkralar yöre insanının ruh ve düşünce
dünyasının yansımalarıdır. Abdal fıkraları Çukurova yöresinde günümüzde sözlü kültür ortamında
yaygın bir şekilde anlatılan “bir bölge halkıyla ilgili olarak anlatılan fıkralar” sınıfına girer. Abdal
tipini yöresel tip olarak değerlendirebiliriz. Bu tipler yaşadıkları yörenin insanlarını temsil etmelerinin
yanında yöre insanının ince zekâsını, hayal gücünü, mizah yeteneğini de yansıtmaktadırlar. Bu tipler
yaşadıkları yörenin insanlarını temsil etmelerinin yanında yöre insanının ince zekâsını, hayal gücünü,
mizah yeteneğini de yansıtmaktadırlar.

Abdal fıkraları bir kişiye veya kişilere ait görünse de gerçekte toplumun tümüne mal olmuştur.
Çukurova halkı sağduyuyla bağdaşmayan işlemlere, tutumlara karşı tepkilerinin sözcülüğünü yarattığı
Abdal tipine yüklemiştir. Abdal fıkralarında toplum yaşayışının çelişkilerinin düşünce ve davranış
farklılıklarından doğan çatışmaların konu edildiğini görüyoruz. Toplumdaki çeşitli davranışlardaki
aksaklıklar abartılarak Abdalların başından geçmiş gibi anlatılmaktadır.

Hayat ve yaşayış koşulları Abdallara dayalı fıkra tipinin doğmasına neden olmuştur.
Abdalların kişiliğinde bir çok olay veya davranış fıkra özelliği kazanmıştır. Bunlar ortak anlayışın
değer ölçüleridir. Bu fıkralarda günlük olaylarda karşılaştığımız çeşitli zıtlıklar ve insani kusurlar
işlenir. Fıkraların bir görevi de toplumun bireyleri arasında ortak paydayı oluşturmaktır. Toplumsal
denetimi sağlayarak toplumsal bozuklukları düzeltme görevi almışlardır. Bireyleri kaynaştırıp birey
yapmakta rol oynarlar.

ABDAL FIKRALARINDAN ÖRNEKLER

1. Abdal Süslü Hasan’a Ağıt

Süslü Hasan Abdalların irilerindendir. Kadirli, Kozan, Feke, Saimbeyli, Tufanbeyli,
İmamoğlu, Aladağ yörelerinde tanınan çok ünlü bir davulcu ve zurnacıdır. Süslü Hasan uzun
hastalıklar çektikten sonra bir gün ölür. Süslü Hasan iki evlidir. Öldüğünde beş hanımından geriye iki
tane hanımı kalmıştır. Hanımlardan birinin adı Goca Anşa, birinin adı da Topuz Eşe’dir.

Goca Anşa ve Topuz Eşe Süslü Hasan’ın ölüsünün biri baş ucuna biri de ayak ucuna oturur.
Hanımlar Süslü Hasan’ın soykalarını alarak çadırda karşılıklı başlarlar ağıt yakmaya. Küçük hanımı
Goca Anşa cenazenin başında alır ve büyük hanım Eşe’ye şöyle söylemeye başlar:

Goca Anşa:

Kele Eşe, kele Eşe
Süslü Hasan ölmüş taman
Davuluynan zurnası
Hep asılı kalmış taman

Topuz Eşe:

Öldüyüse uğur ola
Varsın gitsin güle güle
Genç ömrünü heder etti
Boz gasnağı çala çala

Koca Anşa:

Hasan edem zurna çalar
Soluk yetmez soluğuna
Ezreel girmiş diyollar
Düdüğünün deliğine

Topuz Eşe:

Melekler türbe yapsın
Cennet Allah’ın katına
Edem hacetsiz getmesin
Davıl asın tabutuna

Hoca Anşa:

Eşimin avradı beşti
Öldü uykuya döleşti
Hörtük Osman yıkamazdı
Pehlivendi çok güleşti

Sanki öbür tarafta da davul çalacak. Bu arada akşam karanlığı basıyor, hava yağmurlu, şimşek
çakıyor gök gürlüyor. Yağmur yağınca çadırların içine sel suları girmeye başlar. Abdallar bu havaları
hiç sevmezler, onları korkutmak istersen yağmur de goncalıs de. Abdallar iki şeyden çok korkarlar;
biri karanlık, biri de “Goncalıs” yani cinden korkarlar. Şimşek çaktıkça toplanan Abdallar
yalvarıyorlarmış.

Gurban olduğum Irabbım
Sabah olaydı gün ışısın da
Güneş doğmasa doğmayaydı
Şimşek çaktıkça da şavkıt

diyorlarmış.

Hoca Anşa:

Güneş doğmazsa doğmasın
Ona da etmem mudara
Kabir karanlık diyollar
Yahar da gorum idara

Topuz Eşe:

Ölük Süslü Hasan ölük
Beri hay davulun ir oluk
Dağda kipri komadı
Çobanlarda bulmuş delik

Topuz Eşe:

Ağca sazlık biçim ister
Yaylalar göçüm ister
Soğuk sular içim ister

Ne yatıyon süslü Hasan
Dokuz çocuk geçim ister

Kaynak Kişi: Âşık İmamî , Adana / Kozan Bağtepe Köyü

Kelimeler:

Goca Anşa

: Koca Ayşe

Eşe

: Ayşe

Kele

: Seslenme edatı

Soyka

: Ölünün kıyafetleri

Irabbım

: Rabbim

İdara

: Şinanay idare lambası

Gabır

: Mezar, Kabir

Mudara

: Minnet

Hacet

: Takım, alet

Ezreel

: Azrail, ölüm meleği

Goncalıs

: Cinler

Boz gasnak

: Davul

2. Bir de Avrat Diye mi Gelek Ağam

Abdallar genellikle düğünlerde davul, zurna çalarak geçinen alçak gönüllü, hazır cevap
insanlardır. Yörede onlarsız Türkmen düğünü düşünülmez.

Yaşlı bir Abdal ekinlerin biçim zamanı eşeğine biner bir köye varır. Köyün ağası da tarlada
çalışan biçerdöverleri seyre dalmıştır. Ağacın gölgesine oturan ağa bir sesle irkilir.

Yaşlı Abdal:

“Selamü aleyküm Ağa, bereketli olsun, Allah harmanına buğda yağdırsın. Ağam Allah
yokluğunu vermesin.

Ağa bir yaşlı abdalın eşeğin üstünde kendisine seslendiğini görür.

Ağa:

“Gel ulan gel” der.

Aslında ağanın merak ettiği sormak istediği şeyler vardır.

Ağa:

“Ne diyon ulan”

Yaşlı Abdal:

“Ağa, harmanına buğda yağsın, çocukların ırızgısını ver de gedek,”

Ağa:

“Tamam vereceğim ama sana bir sorum var onu bilirsen vereceğim.”

Yaşlı Abdal:

“ Sor ağa sor neyimiş ki?”

Ağa:

“Gel hele gel, otur şuraya.”

Yaşlı abdal eşekten iner ağanın yanına doğru yaklaşır, oturur ağanın yanına sohbete başlarlar.
Ağa:

“Ulan oğlum merak ediyom.”

Yaşlı Abdal:

“Neyi bre ağa, neyi marak ediyon?”

Ağa:

“Ulan sabahtan beri sizin avratlar tarlalarda dolaşıp duruyo.”

Yaşlı Abdal:

“He ağa bre niyedek Allah yokluğunu vermesin çocukların ırızgısı taman.”

Ağa:

“İyi de onu merak etmiyom ki.”

Yaşlı Abdal:

“Ya neyi merak ediyon ağa?”

Ağa:

“Ulan bunların pisliğinden yanına yaklaşılacağı yok, burnu sümüklü, gözü çapaklı, ayakları
tırkıl tırkıl yarılmış, akşam olunca bunların yatağına nasıl varıyorsunuz onu merak ediyorum.”

Ağa böyle deyince yaşlı abdal okkayı kondurur.

Yaşlı Abdal:

“Bre ağa, çocukların ırızgısı diye geliyok, buğda veriyon, eşeen samanı diye geliyok veriyon,
yanına birde avrat diye mi gelek ağam”

Ağa donar kalır.

Kaynak kişi: Abdullah Seyhan, Kesmeburun Köyü

Kelimeler:

Irızgı    : Rızk

Tırkıl, tırkıl : Ayak topuğundaki yarıklar

3. Beni de İtten Say Polis Ağam

Abdallardan biri hanımını motosikletin sepetine bindirir çarşıya dondurma yemeye götürmek
ister. O günlerde de Osmaniye’de sinyalizasyon yeni yapılmıştır.

Şehrin en kalabalık caddesi olan Musa Şahin Bulvarı üzerinden sola dönüp çarşıya girmek
isterler. Abdal bir bakar ki kırmızı bir ışık yanıyor, bütün araçlar da durmuşlar. Kendi kendine der ki:

Abdal:

“Herhalde benim geçmemi bekliyollar, hepisi durmuşken ben geçeyim.”

Döner çarşıya gitmek ister ama kavşakta bir trafik polisi durdurur.

Trafik Polisi:

“Dur bakalım nereye gidiyorsun”

Abdal:

“ Çarşıya gediyom polis ağam
Trafik Polisi:

“ Tamam da bu kadar araç dururken sen neden geçiyorsun?”

Abdal:

“Tamam polis ağam onlar benim geçmem için durmuyollar mı?”

Trafik Polisi:

“Yukarı bak bakalım ne görüyorsun?”

Abdal:

“Işık yanıyo polis ağam.”

Trafik Polisi:

“Kırmızı yanıyor da sen neden geçiyorsun?

Abdal:

“N’olur ki polis ağam kırmızı yanınca?”

Trafik Polisi:

“Kırmızı yandığında duracaksın.”

Abdal:

“Tamam polis ağam bundan sonra geçmem.”

Polis memuru makbuzunu çıkarır.

Trafik Polisi:

“Şimdi sana bir ceza yazayım da bir daha geçme.”

Abdal:

“İiiii polis ağam niye ceza yazın ki?”

Trafik Polisi:

“Kırmızı ışık ihlalinden yazacağım.”

Abdallar hazır cevaptır, hatasını anlar ama anlamamışlıktan gelir.
Abdal:

“Gırmızı yanınca geçilmez mi ki polis ağam?”

Trafik Polisi:

“Evet geçilmez, onun için de sana ceza yazacağım.

Abdal:

“Polis ağam şimdi gırmızı yanıyo.”

Trafik Polisi:

“ Tamam.”

Abdal:

“ Gırmızı yanarkan gamyon geçse ceza yazan mı?

Trafik Polisi:

“ Yazarım.”

Abdal:

“ Peki polis ağam, teksi geçse ona da yazan mı?”

Trafik Polisi:

“ Yazarım.”

Abdal:

“ Motur geçse yazan mı?”

Trafik Polisi:

“Yazarım.”

Abdal okkayı kondurur.

Abdal:

“ Peki polis ağam gırmızı yanarken it geçse ite de ceza yazan mı?
Bir elinde makbuz, bir elinde kalem donar kalır polis memuru,
Trafik Polisi:

“Ulan ite ceza yazılır mı?”

Abdal boynunu büker.

Abdal:

“ Polis ağam bre, bu seferde beni itten say n’olur.”

Kaynak kişi: Abdullah Gizlice, 40, yüksekokul, Osmaniye

Kelimeler :

Nolur : Ne olur
Motur : Traktör
İiiii : İyi
Yanarkan: Yanarken
Ağam :Abi
Gırmızı: Kırmızı

Musa Şahin Bulvarı: Osmaniye merkezinden geçen büyük bulvar
4 ) Kulhü ’den, Elhem ’den Çal

Kozan’da Abdal aşiretlerinin en soylularından, en ünlülerinden Abdal Saadet vardır. Abdal
Sedet de derler. Kozan ahalisi düğünlerinde çalgı olarak genelde davul, zurna tercih ederler. Saadet’in
davul, zurna çalan kırk kadar oğlu, torunu vardır. Bunların içlerinde en seçkinleri, Zurnacı Ziya,
Davulcu Ehmet'dir. Zurnacı Ziya ile Davulcu Ethem bir gün bir köy düğünündeler. Düğün alayı akşam
geç vakitte dağılmış, kala kala alemci, sarhoş, ayyaş beş altı zil zurna sarhoş kalmış. Bunlar Ziya ile
Davulcu Ethem'i önlerine katarlar içerek bağırarak yol boyu alem yapmaya başlarlar. Yöre
havalarından çal “Garip”i, çal “Şavo Gelin”i çal “Ceren”i, çal "Cezeyif ”i, diyerek vardı geldi yol
boyu şafağı bulurlar. Zurnacı Ziya'nın methemi dili, dudağı kurumuş, Ehmet'in kolları kalkmaz olmuş,
bittiği, biteceği yok.

Zurnacı Ziya:

“Bunlarla köy mezarlığına doğru gidelim, mezarlığa varınca biz susarız, bunlar da seslenemez
burada biraz mola vermiş oluruz” der.

Mezarlığın köşesine gelir gelmez zurnanın zurt dediği yerde, davulun dert dediği yerde düd,
diye zom diye davulu zurnayı keserler.

Sarhoşlardan birisi:

"Ulan çalsana ne duruyonuz? Çalın. deyince

Zurnacı Ziya:

"Gadasını aldığım kurban olduğum ağam, kabiristanlığa geldik taman, ırahmatlıkların
urufu sızılar. Atalarınıza hörmeten sustuk" der.

Sarhoşlardan birisi:

"Ulan ben Gabıristanlıktan , ur ufluktan falan anlamam. çal bakalım "Meyri""yi.

Davulcu Ahmet anlar ki sarhoşlar tarafından sopayı yiyecekler.

Davulcu Ehmet:

"Ulan Ziya, sen de hep “Şavo”yu , “Garip”i, çalacağına, kabiristanlığa geldiğinde
Külhü'den çal, Elhem'den çal" der.

Kaynak kişi: Abdullah Gizlice, 40, yüksekokul, Osmaniye

5)    Hatim İndirtme

Abdal'in biri yaylalara düğün çalmaya gider 15-20 gün sonra döner. Çoluk çocuğu çok göresi
geldiği gibi, hanımını da haddinden fazla özler. Gelir gelmez hanımına sarılır.

Abdalın Hanımı :

“Dur gavurun oğlu komşuların herifi gurbetten gelince besmele çekip ondan sonra avradına
sarılıyormuş, sen de besmele çekip de sarılsana “ deyince.

Abdal hemen lafı alır der ki:

“Köpeen kızı getir öyle avradı da ben mevlit okuttirim, hatim indirttirim, ondan sonra
sarilim” der.

Kaynak kişi: Abdullah Gizlice, 40, yüksekokul, Osmaniye

6)    Sonra Netçen De Bakali

Bir gün Tufanbeyli ile Saimbeyli arasında meşhur Obruk yaylasının düzüne konmuş
Abdalların çadırlarına evin kızına komşuları tarafından dünür gelir. Abdal kızının babasının gönlü var
gibi kızı vermeye, fakat hanımı diretiyor.

Kızın Anası:

“İşte başlık olarak 6 direkli, 12 kazıklı bir kıl çadır, Antep sedefli gümüş metemli bir
kaba zurna, kırmızı kayışlı, ceviz kasnaklı oğlak derili bir davul, boynu örmeli, gözü sürmeli,
iki yaşlı bir sıpa, Göksün sırmalı meşin kaşlı bir semer, üstelik 20 milyon başlık parası" deyip
duruyor.

Kızın Babası:

“Avrat bak kızıyın durumunu sen biliyon. Kızın leyleğe dönmüş, kara sevdiye yakalanmış,
sen palanı, kolanı bırak, kızını vermeye bak. Vermezsen bu kız kaçar sonra” diyor.

Kızın Anası:

“ Vallaa da vermem, Billaa de vermem . Ben kendilerin oğluna dullu derlihli kız vermiyem.

Çiğdem çillikli kız veriyem, kız oğlan kız veriyem.

Dünürcüler:

“Siz bilirsiniz.” deyip giderler.

Akşama doğru olunca ne görsünler kızla, oğlan çalılıkların kayalıkların arasından kayarak
Fıyrat dağına doğru kaçmışlar. Bunun üzerine karı koca arasında bir hırıltı, bir gürültü kavga başlar.

Kızın Babası:

“Kızı verseydin kız kaçmazdı.”

Kızın Anası:

“İstediğim başlıkları niye vermediler.”

Kızın babası çadırın kazığını çeker, aracı olan komşularına:    .

“Çekilin şu köpeen kızını vurum da öldürüm.” diyor.

Çadır kazığını yiyen kadıncağız can acısıyla:

“Çekilin de öldürsün bakalım, öldürünce kim sepet, kalbur, elek örücü, yemeni kim yapıcı, çamaşırını
kim yıkacı, ahşam olunca ne halt edici, tek başına yatınca ne yapıcı, sonra netçen, de bakali.”

Kaynak kişi: Âşık İmamî , Adana / Kozan Bağtepe Köyü

7.    Telikeli Medde Yazıyodu

Abdallar Çukurova’dan yaylaya, yayladan Çukurova’ya göç ederlerken kullandıkları taşıma
araçları genellikle eşeklerdi. Taşıma vasıtası olan eşekler de Abdalların en kıymetli varlıklarıdır.

Abdallar Çardak’ın aşağısında Çortmuk dudun dibine konarlar. Koltuğuna yastığı alan Abdal
kös gelmiş uzanırken eşekler de D-400 kara yolunun kıyısındaki çayırlıkta yayılırlar. Ham petrol
taşımacılığının yaygın olduğu 80 li yılların başında bu yol çok yoğundur. Çayır da yayılan eşek yolun
öbür tarafına geçmek için yola çıkar ve tam bu sırada eşeğe bir tır çarpar eşek boylu boyuna uzanır
yola. Koltuğunda yastığı kös gelen Abdal tırın fren cayırtısına bakar ki eşek yerde yatıyo. Kamyonun
arkasından bakar,

- Get, get seni sindi garagola gedip bildiriyim de gör anayınkini der.

Atlar motosiklete hemen Jandarma karakoluna varır.

Abdal:

“ Gomutanım eşşeme bir gamyon vurdu sikayetçiyim.”

Komutan:

“ Plakasını aldın mı? Hemen onu Kısık karakolunda durdurayım.”

Abdal:

“ Heç gaçırır mıyım gomutanım.”

Komutan:

“ Oku bakalım plakayı.”

Abdal:

“ Arkasında telikeli medde yazıyodu gomutanım.”

Kaynak kişi: Yusuf Ulaştır, Osmaniye

Kelimeler:

Çardak    : Osmaniye merkeze bağlı köy

Çortmuk dut : Kesilmiş dut ağacı
Koltukğunun altı : Kolunun altı

Kös gelmek : Yastığın üzerine dirseğini koyarak uzanmak

Cayırtısına : Kamyonun fren sesi

Gomutan : Komutan

Garagol    : Jandarma Karakolu

8.    Ya Bunu Çalmasını Öğren Yoksa Olacağın Öğretmen

Abdallar mahalle kenarlarına çadır açıp çadırlarda yaşarlar. Küçük abdal çocukları da davul
çalmasını bu çadırların arasında öğrenirler. Abdal çadırın sıtırlarını kaldırmış çocukların davul
çalmasını öğreniyorlar. Abdal çocuğunun davulu iyi çalamadığını görünce kızmış, bağırmış. O sırada
yolda bir öğretmen elinde çantası okuluna gittiğini görmüş.

Abdal:

“ Bu davulu çalmasını öğrendin öğrendin yoksa olacağın şu öğretmenin hali gibi olur.

Abdal çocuğu:

“ Etme, eyleme itin olayım beni öğretmen etme. Bak gör bundan sonra davulu nasıl gıvırta
gıvırta çalacağım.”

Kaynak kişi: Arif Ergen Osmaniye, Emekli öğretmen

Kelimeler:

Sıtır : Çadırın kenar örtüleri

9. Dokuz Dombalak

2 Haziran Adana Kozan’ın kurtuluş günüdür. Dünya ve Olimpiyat şampiyonu İsmet Atlı ile
Âşık İmami kurtuluş merasimi programını izlemek üzere Kozan’a gelirler. Bir tatlıcının önünde
törenin başlamasını bekliyorlar. Hemen yanı başlarında kurtuluş töreninde davul çalacak olsa gerek ki
bir Abdal oğlu davulu dikmiş, davulun üzerine oturmuş, zurnayı beline sokmuş bacakta kara şalvar
bağını büzüştürmüş, beyaz gömlek, gömleğin bağrını üç düğme açmış. Sivri burun kundura, yumurta
topuk, ökçeye basmış. Elinde bir kaset davulun küçük çubuğu meçikle kaseti kıvradıp duruyor.

Bu durum İsmet Atlı'nın dikkatini çekmiş. Abdal oğluna seslenir:

İsmet Atlı:

“Kirve o elindeki kaset kimin? “

Abdaloğlu:

“Gül Ehmed'in ağam, Gül Ehmed'in.”

İsmet Atlı:

“Başka kimin kasetlerini dinlersin kirve.”

Abdaloğlu:

“Neşet Ertaş’ınan, Ali Nurşani’ye de bayılırım ağam.”

İsmet Atlı:

“Âşık İmami'yi de bilin mi, dinlen mi?”

Âşık İmami’yi tanıyamayan Abdaloğlu bir an gafletle, pervasızca şöyle söyler.

Abdaloğlu:

“İmami mi dedin ? Yok bre o yaramaz adam.” deyince.

İsmet Atlı:

“Ulan terbiyesiz herif o da nasıl söz, baksana Âşık İmami burada.” Deyince
Abdaloğlu dikkatli bakınca Âşık İmami’nin karşısında olduğunu görünce sözü hemen kıvırdı.
Abdaloğlu:

“Sen hangi İmami’den basediyon bre Türkiye'de dolu İmami var. dedi
Âşık İmami:

“Abdaloğlu gurban olurum sana, o sövdüğün Âşık İmami benim.”

Abdaloğlu:

“Yok edem, ben sana söver miyim? Senin oğlunun düğününde ha bu davulunan dokuz
dombalak dönerim.” demiş.

Kaynak kişi: Âşık İmamî, Adana / Kozan Bağtepe Köyü

10) Gırgücük

Abdal mal pazarında kulağının biri yarıdan kesik, kuyruğu kökünden kesik bir eşeği satılığa
çıkarmış. Abdalın başına toplanmışlar. Abdal gırgücüğün medhiyesini yapıyor.

“ Dün Hemite Köprüsü’nden dört çuval buğdayı eşeğe yükledim, üstüne de bindim. Biraz
beri geldim ki arka yanımdan bir gürültü gelmeye başladı. Şöyle döndüm bakım ki kırmızı renkli son
model bir Mercedes geliyor. Gırgücük gözlerini bana dikti, adeta beni bununla yarıştır dercesine
yalvarıyor. Mercedes beni solladı mı sollamadı mı Gırgücüğün dizginini bir çekip ayaklarımı sallayıp
bir çıbık çaldığımı hatırlıyom. Bir de baktım ki Mercedes toz duman içinde kalmış 10-12 metrelik şose
Gırgücüğün yaptığı hızdan kaftanımdaki kıl gibin incelmiş.

Kaynak kişi: Abdullah Gizlice, 40, yüksekokul, Osmaniye

11.    Gül Gimi Şehit

Abdal kansı çadırın gölgesine oturmuş ağlıyormuş, diğer Abdal kadınları da başına
toplanmışlar, diğer kadınların da geldiğini gören Abdal karısı;

- Gardaşım gardaş mıydı ki golları çam kolu gimiydi, döşü gem çeni gimiydi öldü gardasım
amma gül gimi sehit oldu.

Kaynak kişi: Âşıkı İmamî, Bağtepe Köyü, Kozan/Adana

12.    Meses Üstüne Meses

Tahsin Ağa ölür Abdal olayı şöyle anlatır.

Abdal:

“Ağa Teshin öldü amma yer yerinden oynadı. Teshin’imin öldüğünü Gadirli Gaymakamına
duyurunca Gaymakam been elindeki gelem pıtadana düşmüş, çıtadanak gırılmış ağa. Daha sonra
Adana Velisine bildirmişler, ordan da Demirel Hökümetine. Dış dövletlerden meses üstüne meses
gelmiye basladı, Tehsin’in öldüü gün hökümat emir vermis bayraklar yarıya indirildi ağa. Ceneze
kalkarken Gadirli şehri zınkadanak durdu ağa.”

Kaynak kişi: Âşık İmamî, Bağtepe Köyü, Kozan/Adana

Kelimeler:

Meses

: Mesaj

Dıs dövletler

: Dış ülkeler

Pıtadana

: Çıt diye ses

Teshin

: Tahsin

Gadirli

: Kadirli ilçesi

Zınkadak

: Aşırı derecede kalabalıktan tıkanma

Adana velisi : Adana Valisi

13.    Sen O Böyümüze Söyle Ağa

Adana’da özel bir lisenin açılışını o günün Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yapacaktı.
Kalabalık aşırı derecede idi. Âşık İmamî sahnede program yapar. Cumhurbaşkanı gelince karşılamak
üzere sahneden iner. Cumhurbaşkanı Âşık İmami’ye bir altın takar. Bunu gören davulcular Demirel’e
yaklaştılar. Demirel koruma müdürünü yanına çağırdı.

“Şükrü al bunları davulculara ver”

diyerek iki on bin liralık verdi. Koruma müdürü de onlukların ikisini de götürdü davulcunun
cebine soktu. Demirel bunu gördü koruma müdürünü tekrar yanına çağırdı

“Şükrü sen ne yaptın? İkisini de birinin cebine soktun onlar kavga ederler birini öbür
davulcuya sokacaktın.'’’deyince koruma müdürü davulcuların yanına giderek onluklardan birini
alırken davulcu:

“Neyediyon ağa” dedi.

“Baba diyo ki onlar kavga ederler birini öbür davulcuya ver dedi birini alıp arkadaşına
vericim.”

Davulcu davulları durdurdu.

“Sen o böyümüze söyle biz sofradaki bir ekmeğimizi paylaşır yerik o mencilisteki adamlarına

baksın.”

Kaynak kişi: Âşık İmamî, Bağtepe Köyü, Kozan/Adana

Kelimeler

Baba    : Seçmeninin Süleyman Demirel’e verdiği isim

Mencilis    : Meclis

Pölüşmek : Paylaşmak

Böyümüze : Büyüğümüze

14.    Yekeni Görmeden

Kumarlılar düğünde eğlenmeyi çok severler, halen bazı aileler var ki küstükleri zaman
bayramda barışmazlar ama düğün olunca hepsi bir masanın etrafına toplanır ağlayarak barışırlar hiç
kavga etmemiş gibi olurlar. O yüzden Kumarlı’da düğünlerin yeri ayrıdır. Kumarlı’da hatırı sayılır
adamlardan biri oğlunu evlendirmek için düğün kurar. Düğün kalabalıktır, herkes toplanır.

Abdallar da bazen ne dedikleri anlaşılmasın diye “Teberce” konuşurlar. Düğünde Abdal
gençleri halay durmuş kim oynatacak diye kavga ediyorlar. Halaybaşı ve oyuncular ne kadar davul
zurna varsa hepsi çalacak yoksa oynamayız diye inat ediyorlar.

Abdalın en yaşlısı geldi halay başına dedi ki;

“Bak ağa senin oyununa can dayanmaz Allah yokluğunu vermesin. Bahşisimi yeğen ver haa.”

Halaybaşı:

“Tamam, veririz sen çal da.”

“Yekenin ucunu görmeden metede vıt dedirmem ağa.”

Kaynak kişi: Kahya Oca, Kumarlı köyü

Kelimeler :

Metem    : Zurnanın kamışı

Teberce    :    Abdal lisanı

Yeken    : Tebercede para

15.    Kalbur

Abdaloğlu askere gider. Döndüğünde pek havalara girmiştir. Çevresindekileri beğenmez. Bir gün
babasının yerde kalbur tamir ettiğinin görür ve babasına yerdekinin ne olduğunu sorar. Babası da ondan
kalburun kenarına basmasını ister. Abdaloğlu kalburun kenarına basar basmaz kalbur havaya kalkar ve ayağına
çarpar. Abdaloğlu büyük bir acıyla “Gâvurun kalburu, kırdın baldırımı” diye bağırır. Babası da oğluna, “Gördün
mü oğul, nasıl da hatırladın kalburu”, der, güler.

Kaynak kişi: Abdullah Gizlice, 40, yüksekokul, Osmaniye

16.    Kalem Tık Diye Düşüverdi

Abdal İmirze’nin babası ölmüş. Cenazeye komşulardan kimse gelmemiş. Defin işlemini neredeyse
yalnızca kendisi yapmış. Buna sinirlenen İmirze haftalarca evden çıkmamış. Komşularının ne birine selam
vermiş, ne de konuşmuş. Haftalardan sonra kahvehaneye gitmiş. Arkadaşları mahcup bir şekilde baş sağlığı
dileyip haftalardır nerede olduğunu sormuşlar.

İmirze babasının vefatından sonra Ankara’ya İsmet Paşa’nın yanına gittiğini söylemiş ve başlamış
anlatmaya:

“Angara’ya gitmişim. İsmet Paşa’nın karşısına çıkımışım. İsmet Paşam elinde galem kağıdın üstüne bir
şeyler garalıyor.”

“ Ooo İmirzem, hoş gelmişsin.” dedi.

“Hoşbeşten sonra babamı sordu. Babam sizlere ömür dediydim. Galem elinden tıık diye düşüverdi.”

Kaynak kişi: Bater Kazaoğlu,27, lise, Kozan

17. Mortaş’ın Mezerliği Ölü Gördü.

Abdal Mazhar babasını övmeyi çok severmiş. Kendilerini de çok zengin göstermeye çalışırmış. Babası
bir gün ölmüş. Mazhar defin işlemini yaptıktan sonra kahvehaneye gitmiş. Bakmış kendisiyle kimse
ilgilenmiyor. Hemen kendi kendine sesli bir şekilde konuşmaya başlamış.

“Ulan arkadaş bizim baba öldü. On beş metre gumaş aldım. Belinden aşşa yetmedi. On beş metre daha
aldım. Gıllangıt yetti. Mortaş’ın mezerliği de bir ölü gördü.

Kaynak kişi: Mustafa Farsak, 28, lise, Kozan

Gumaş: Kumaş

Aşşa: Aşağı

Gıllangıt: Kıtı kıtına , ucu ucuna

18.    Babanız Ulema mıydı Acaba ?

Kadirli Abdalları Çiçekli Deresine yaylaya giderler, eylül ayında geri dönerler. Mehmetli
Köyüne gidince bahçe sahibi Abdallara şeftali yiyin der. Abdalın biri şeftali yiye yiye çatlar, ölür.
Çocukları babalarını defnederler. Köylüler sorar.

“ Babanız neden öldü?” Çocukları:

“Babamızın kolları çam dalı kulunçları iki ekmek tahtası kadardı. Azrail’in gücü yetmedi,
galleşlikle öldürdü.” derler.

Ölünün üstüne okuyan hoca:

“Şehit üstüne şehit okudum, babanız gibi şehit görmedim. Babanız ulema mıydı yoksa?

Kaynak kişi: Bater Kazaoğlu,27,lise, Kozan

19.    Abdal İlçeye Kaymakam Olmuş

Abdalın biri bir ilçeye kaymakam olmuş; ama hiç kimse Abdal olduğunu bilmiyormuş. İlçenin
ileri gelenleri bir hafta sonu kaymakamla birlikte pikniğe giderler, yerler, içerler, eğlenirler.

Abdal her yerde Abdaldır. Piknik yerinde ceviz ağacını görür. Abdallığı tutar.

“Ulan ağalar, şu cevizden de ne güzel davul olur.” der.

Kaynak kişi: Mustafa Farsak, 28, lise, Kozan

20.    Ben Çatam, Sen Bozan

Abdal Medet tek ağız barakanın etrafına bir çit çekmiş. Giriş kapısına da bir çapsalık çatmaya
karar vermiş. Gitmiş dere kenarından zakkum dallarından kesmiş. Zakkum dallarını gün önünde
çakmaya başlamış. Abdal bir taraftan çit çatarken mahallenin çocukları da çiti söküyormuş.

Abdal Meded:

“Bre çocuk öte git,” diyormuş.

Abdal bir uyarmış, iki uyarmış sonra dayanamamış bağırmaya başlamış.

Abdal:

“Ben çatam, sen bozan, gelirsem çiti yedirem,” diyerek çocukları kovalamış.”

Kaynak kişi: Mahmut İmeci,39,lise Kozan

21.    Zurnacıya Limon

Abdal İmirze, düğünün birinde zurna çalıyor. Karşısında da bir çocuk limon yiyor. İmirze
limon yiyen çocuğu görünce ağzının suyu zurnanın içinden akmaya başlıyor.

Bir sabır, iki sabır, üç sabır artık dayanamıyor. Zurna çalmayı bırakıp çocuğa bağırmaya
başlıyor.

“Ulan kurban olduğum kirvem çekil karşımdan çekil. Ağzımın suyu akıp gidiyor iki taraflı. At
şu limonu elinden, zurnam çalsın edebinnen.

Kaynak kişi: Mahmut İmeci,39,lise Kozan

Kaynakça

Aksüt, Ali: “Abdallarla İlgili Notlar”, (www.alewiten.com/Aksüt1.htm)

Apaydın, Mustafa; 1993, Türk Hiciv Edebîyatında Ziya Paşa, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Adana, Basılmamış Doktora Tezi

ATABEYLİ, Naci Kum: “Teke (Antalya) Yürükleri Hakkında Notlar”, Türk Tarih,
Arkeologya ve Etnografya Dergisi, IV. sayı, İstanbul 1940.

ATABEYLİ, Naci Kum: Antalya Tahtacılarına Dair Notlar, Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya
Dergisi, IV. Sayı, İstanbul 1940.

Artun, Erman; 1995, “Yaşayan Adana Karatepeli Fıkraları”, İpek Yolu Uluslar arası Halk Edebîyatı
Sempozyumu Bildirileri,Ankara

Boratav, Pertev Naili;1982,“Halk Dilinde Hiciv ve Mizah”, Folklor ve Edebiyat 2, İstanbul

Boratav, Pertev Naili; 1982, “Bektaşî ve Bektaşî Fıkraları Üzerine”, Folklor ve Edebiyat 2 İstanbul

Boratav, Pertev Naili; 1982, “Nasrettin Hoca ve Memleketi Sivrihisar Üzerine”, Folklor ve Edebiyat 2,
İstanbul

Boratav, Pertev Naili; 1996, Nasrettin Hoca Çeşitlenmelerinde Türlü Etkenler Üzerine”, Nasrettin
Hoca, Ankara

Boratav, Pertev Naili;1969, Az Gittik Uz Gittik, Bilgi Yayınevi. Ankara
Başgöz, İlhan;1986, “ Fıkralarımız Üstüne”, Folklora Doğru, Adam Yayınları, İstanbul
Elçin, Şükrü;1981, Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara
KÖPRÜLÜ M. Fuad: Abdallar, Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi İstanbul 1935, s. I: 23-56
Faik Reşat. Külliyat-I Letaif. C.L, S.3.

Güzelbey, Cemil Cahit: „Abdallar“, Folklor Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 25 (1972).

İNÖNÜ ANSİKLOPEDİSİ, Abdal mad., cilt, Ankara 1946, s. 29.

Gözaydın, Nevzat;1977, “Türk Fıkralarının Tasnifi Üzerine Bazı Düşünceler ve Bir Tasnif Denemesi”,
Uluslararası Yunus Emre Nasreddin Hoca, Karamanoğlu Mehmet Bey ve Türk Dili Semineri, Konya

Pala, İskender;(Yıl Yok), Güldeste, Akçağ Yayınları, Ankara,

Sakaoğlu, Saim; 1984, “Fıkra Tiplerinin Değişmesi”, Folklor ve Etnografya Araştırmaları, Ankara

Sakaoglu, Saim; 1975, "Türk Folklorunda Alık Fıkraları", Uluslararası Folklor ve Halk Edebîyatı
Semineri Bildirileri, Turizm Derneği Yay., Konya

TDK Türkçe Sözlük,1982, 7. Baskı. Ankara

Thema Larausse, 1994, c.6, İstanbul

Tuğlacı, P. ;1972, Okyanus Ansiklopedik Sözlük, c.5, Pars Yayınları, İstanbul,

Uysal, A. E. 1974, “Behlül Dana Fıkralarının Türk Halk Edebîyatında Yeri”, Türk Folklorunu
Araştırma Yıllığı,

Ülkütaşır, M. Şakir, “Abdallar” maddesi, Etnoğrafya Folklor Sözlük Taslağı, Halk Bilgisi Haberleri,
Yıl: 5, Sayı: 51, İstanbul 1936, s. 45-47.

ÜLKÜTAŞIR, M. Şakir, “Çeşitli Halk Gelenek ve İnançları Üzerine Küçük Araştırmalar”, Türk
Folkloru Araştırmaları Yıllığı, 1976, Ankara 1977, s. 307.

YALMAN (Yalkın), Ali Rıza, Cenupta Türkmen Oymakları I, II, Haz.: Sabahat Emir, Ankara 1977.
Yıldırım, D.;1976, Türk Edebîyatında Bektaşi Tipine Bağlı Fıkralar, Ankara,

1

Abdal fıkralarının büyük bölümünü Âşık İmâmi ve Abdullah Gizlice’den derledim.
Kendilerine teşekkür ederim.

2

Çukurova Üniversitesi Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Böl. Adana