Türk Kültürü 2010/2, 267-280.

Karadeniz Çevresi Türk Dili

Mustafa Öner
Ege Üniversitesi

Özet

İnsan hayatı için en büyük gereklerden olan su varlığı, tarihte hep belirleyici olmuştur. Türk
coğrafyasını da
Baykal, Balkaş, Aral, Hazar ve Karadeniz gibi büyük su havzaları ve onlarla bağlantılı Orhun,
Yenisey, Selenga, İli, Amuderya, Siriderya, itil (Volga), Yayık (Ural) Ten (Don), Özü (Dinyeper), Turla
(Dinyester), Tuna, Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak
gibi nehirlerin çevresindeki merkezi yerleşimine göre ele
almak mümkündür. Bu bağlamda yöneldiğimiz Karadeniz’in bütün dillerdeki ortak adlandırılışı ilk adımda
dikkat çekicidir. Kökeni üzerinde bir tartışma görülen Karadeniz adlandırmasının Türkçeden yapıldığı ve sonra
diğer dillere de çevrildiği sonucuna varmak mümkündür. Karadeniz çevresindeki yaygın Türk egemenliği, XVI.
yüzyıldan beri giderek sadece güney sahiline sınırlanmıştır. Bu egemenlik, Türkçenin kuzeyde Kıpçak, güneyde
ise Oğuz lehçelerinin yayılımını vermiştir. Tarihte hep değişen siyasi sınırlarla kesilmeden kalan lehçeler arası
etkilişimli yapı, ülkemizin Karadeniz ağızlarına Kıpçak etkisini bırakmıştır. Bölge ağızlarının ses ve şekil
yapısında görülen düzenli sapmaları, Ermenice veya Rumca gibi yabancı dillerin etkisi ile değil, dil içi bir
farklılık olan Kıpçak Türkçesi ile açıklamak bilimsel açıdan doğru bir tutum olacaktır.

Anahtar Sözler: Karadeniz adı, Karadeniz ağızları, Kıpçakça, Lehçeler arası ilişki.

*

Su kaynakları, büyük su havzaları insanlık tarihi boyunca çok büyük önem taşımıştır ve bu olgu bugün
de böyledir. Belli bir tarihe, daima değişen siyasi sınırlara göre yaklaşmak yerine, bilinen insan topluluklarından
çok daha eski çağlardan beri orada var olan sulara ve karalara, kısacası coğrafyaya göre yönelmek, zaten
birbirine çok yakın yaşayışları bulunan kavimlere ve dillerine alışmış olan ve bu düzeyde belirlemeler yapan
dilbilimcilere yeni ufuklar açabilir. Bu tür yaklaşımın uzman bilgini Lev Gumilev’in kavimlerin oluşumu
(etnogenez) ve hareketleri üzerinde coğrafyanın etkilerini incelediği eserleri büyük önem taşır (bk. Gumilev
2004).

Böylesi bir bakış açısıyla Türk Dünyasını da doğudan batıya doğru başlıca şu beş büyük su havzası
çevresinde birleştirip değerlendirmek mümkün olabilir:
Baykal, Balkaş, Aral, Hazar ve Karadeniz. Türklerin
tarihi, Sibirya’dan Doğu Avrupa’ya kadar bu beş su birikimini kendi coğrafyalarının ortasına alarak şekillenmiş
gibidir. Bu havzalarla bağlantılı olan
Orhun, Yenisey, Selenga, İli, Amuderya, Siriderya, İtil (Volga), Yayık (Ural)
Ten (Don), Özü (Dinyeper), Turla (Dinyester), Tuna, Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak
gibi nehirlerin sadece adını
anmakla bile, Türk uygarlığının etrafında biçimlendiği suların kültür dağarcığını göz önüne getirmek
mümkündür. Biz bu geniş harita içindeki en büyük su havzasına bakıp sözü sadece “Karadeniz Çevresi” diye
sınırlamak ve ülkemizin de bu bölgesine Türk dili bağlamında değinmek istiyoruz.

Antik Çağ kaynaklarının başında gelen on yedi ciltlik Geographika adlı eseriyle ünlü olan Strabon (doğ.
M.Ö. 64, Amasya) Karadeniz’i
Eukseinos adıyla anmaktadır (Strabon 2000: 1, 15, 20, 267, 270). Eski
Yunancada “konuksever” anlamına gelen bu
eukseinos adlandırmasının tabu anlayışı ile ilgisi olmalıdır; çünkü
daha önce kullanılan
Akseinos “konuksever olmayan” adı hakkında kayıtlar vardır (bk. Schmitt 1996: 219; Decei
1988: 338). Şemseddin Sami de, Kâmûsü’l-A’lâm’da
Aksenos “garîb, nâ-nevâz” diye belirttiği bu eski adın
hüsn-i ta’bîr (iyiye yorma) yoluyla Evksenos “mihman-nevaz” biçimine döndüğünü belirtiyor (Sami 1896:
3630). Kötüyü andıkça daha da kötüleşme olacağına inancın egemen olduğu eski çağlardaki ad değiştirmenin bir
örneği burada da görülmektedir. Genel Dilbiliminde
euphemism, melioration gibi terimlerle adlandırılan anlam

iyileşmesi, bu durumda Eski Yunanca akseinos “konuk sevmeyen” > eukseinos “konuksever” gelişmesine yol
açmış olmalıdır.

Karadeniz’in suyunun rengine göre kara diye nitelendiği yolunda yanlış bir inanç da vardır. Buna
Şemseddin Sami Bey de değinmektedir: “... yoksa suyu az tuzlu olduğundan her denizinkinden açık renktedir”
(Sami 1896: 3630). Ayrıca, malzemenin rengiyle ilgisi kurulamayacak başka bir adlandırmayı biz rüzgâr
türlerinde de görüyoruz: Kuzey-batı yönünden esen soğuk bir rüzgâr olan
karayel de yine kara nitelemesini
taşımaktadır. Dolayısıyla adlandırmada Karadeniz suyunun kara, Akdeniz’in renginin ak veya Kızıldeniz’in de
renginin kızıl olması söz konusu değildir (krş. Kasper: 2009: 57).

Bunun yanı sıra Eski Yunan kaynaklarındaki daha eski adlandırma olan akseinos biçiminin İslamiyet
öncesi Ahameniş egemenliği zamanındaki Eski İran kayıtlarında kuzey yönü için kullanılan
axşaina “kara”
adından geldiği öne sürülmüştür (Schmitt 1996: 222; Kasper 2009: 57-58). Karadeniz’in kuzey sahilinde yerleşik
İskitlerde bu renge dayalı yön adlandırmasının esas olamayacağını özellikle vurgulayan Rüdiger Schmitt, diğer
yandan da bunun şüpheli haldeki tek kanıtının Avesta’nın
Bundahişn başlıklı bölümünde geçtiğini ve bunun da
nakledilmiş bir metnin tashihine dayandığını belirtir (Schmitt 1996: 221-222). Yazar, buna göre İslamiyet öncesi
İran dinî edebiyatında bir kez geçen bu kayıttan yola çıkarak Eski Yunancaya yanlış etimoloji algısı
(a-kseinos <
kseinos “konuk”)
ile geçen axşaina “kara” > akseinos “konuk sevmeyen” biçiminden söz etmektedir.

Bu konuda 1927 yılında Enzyklopedie des İslam’da “Kara Deniz” maddesini yazıp Türkçe kara deniz
tamlamasının adlandırmada esas olduğunu söyleyen J. H. Mordtmann ile hem A. Decei hem R. Schmitt
tartışmaktadır. Böylece bu konudaki yabancı literatürde “büyük, güçlü, korkunç” anlamlarındaki Türkçe
kara
kökenini öne süren tek isim gibi kalan J. H. Mordtmann da hemen hemen her araştırmacı tarafından
eleştirilmiştir (bk. Planhol 1978: 575).

Karadeniz adı bugün diğer dillerde de Türkçedeki ile aynı anlamdadır: Rus. Çernoya More, Rumen.
Morea Negra, Yun. Mavro Thalassa, Bulg. Çernoya More, İng. Black Sea, Fr. Mer Noire, Alm. Schwarzmeer,
İtal. More Nero, Ar. Al-Bahru’l-Asvad, Far. Darya-i Siyah. Türkçedeki ile diğer dillerdeki adlandırmanın aynı
olduğu bu durumda, komşu bir dilden Türkçeye “kara deniz” anlamının aktarıldığı öne sürülebilirdi. Nitekim
Karadeniz adı konusundaki en ayrıntılı yazıyı kaleme alan R. Schmitt, renklerin yönleri göstermek için sembolik
anlamlarla Uzak Doğu kültürlerinde kullanıldığını belirtir ve Doğu ile temas halindeki İranlı kavimler
aracılığıyla Orta Doğu’da da bu geleneğin hayatta kaldığını kaydeder. Bu yazara göre Türkler, Orta Doğu’ya
geldikten sonra İslam öncesi İran’da var olan kuzey anlamındaki “kara” adlandırmasını ödünç alıp tanıtırlar
(Schmitt 1996: 221-222). Türkçenin ancak taşıyıcı bir rolünün olabileceğine dayanan bu yorumun sahibi, Türk
kozmolojisinde renklerin yönleri adlandırmak için eski Türk yurdunda da kullanıldığını dikkatten uzak
tutmaktadır. Oysa XX. yüzyılın en önde gelen Türkologlarından Anne Marie von Gabain’in ilk kez 1962’de
yayımlanan makalesinde belirlediği Eski Türkçedeki renklerin sembolik anlamları, Schmitt’i Karadeniz’in
kara” olarak nitelenmesinde, Türklerin gelişinden önce mutlaka bir Aryan kökeni bulma ısrarından
kurtarabilirdi. Karadeniz havzasında Selçuklu öncesindeki Türkçe yaygınlığını hiç konu etmeyen ve bilimsel
bakımdan zaten eleştirilmesi gereken bu bakış açısı; bırakınız İskit veya Kimmer gibi kendi dil varlıklarıyla
izlenemeyen bozkır kavimlerini, Hun, Bulgar, Avar, Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Karadeniz’in kuzeyinde
çeşitli dil izleri ve kendi anıtları bulunan Türk kavimlerini bile hesaba katmamaktadır. Oysa Orta Doğu ve
Avrasya’da Selçuklu egemenliği öncesi bu kuzeyli Türk varlığı, yer ve su adlarına güçlü bir Türkçe damgası
vurmuştur
(İtil, Yayık, Ten, Özü, Turla, Hazar, Kırım, Kazan, Kumania, Balkan, Bulgaria, Basarabia vb.).

(MS. 450, Attila İmparatorluğu. Kaynak: www.emersonkent.com)

Milat’tan sonra ikinci bin başlarında İran, Orta Doğu ve Anadolu coğrafyasının en dinamik askerî ve
siyasî gücü olan ve söz konusu Karadeniz havzasına da egemen olan Batı Türklerinin, bölgede daha önce yaygın
Eski Yunanca
eukseinos “konuksever” adlandırmasının yerine kara deniz adlandırmasını yaptığını söylemek zor
değildir. Bu, Türklerin Orta Asya’daki dil kayıtlarında da A. Gabain tarafından açıkça gösterilen renklerin
sembolik anlamlarla kullanımının tam bir yansımasıdır: “Bilindiği gibi Çinliler en azından Han zamanından beri
(ÎÖ. 206-ÎS. 221) genel evreni de yer yüzü dünyası gibi dört bölüme ayırmışlardır. (...) Bu dört bölümün her
birine bir renk, bir hayvan, bir unsur vb. de tesbit edilmişti. Çinlilerin sıralamasına göre doğu, batı, güney ve
kuzeyin karşılıkları, mavi-yeşil, ak, kızıl ve karadır” (Gabain 1968: 107). A. Gabain “Çin-Altay sistemi” diye
andığı bu kozmolojinin yansımalarını tek tek belgelemektedir. Buna göre Kaşgar’ın kuzeyindeki Balasagun’da
hüküm süren
Karahanlılar; Siriderya’nın kuzeyindeki Karakum adlandırmaları hep “kuzey” kavramına
dayanıyordu. (Gabain 1968: 108-109). Nitekim Eski Türkçenin önde gelen uzmanı Anne Marie von Gabain, adı
geçen çalışmasında Karadeniz hakkındaki literatüre şu katkıyı da yapmaktadır: “Anadolu’nun bilinçli bir şekilde
merkez olarak kabul edilmesi güneyde Kızıldeniz ve kuzeyde Karadeniz adlandırmalarına yol açıyor. Yalnız
Türkler, Bulgarlar ve Yeni Yunanlılar batıdaki denize “Akdeniz” adını vermektedir.” (Gabain 1968: 110). Çok
yaygın örnekleri bulunan bu belgelere göre, R. Schmitt’in öne sürdüğü gibi Türklerin yönler için renk
sembollerini kullanmayı İran’a geldiklerinde öğrendiklerini söylemek pek güçtür.

Ayrıca seçkin Türkolog Omeljan Pritsak da Eski Türkçe ad bilgisine (onomastic) dayanarak kara
üzerinden Türkçe hukuk sistemini özel bir monografiyle incelemiştir. Yazar bu çalışmasında, aynı zamanda
kuzey yönünü de bildiren
Kuz Ordu, Kuz Uluş, Kuz Balık, Kara Hoço, Kara Korum, Kara Balgasun gibi adları
ele almıştır (Pritsak 1955: 252-259).

The Encyclopaedia of İslam’da Kara Deniz maddesini yazan X. Planhol’ün de “Karadeniz-Akdeniz
çiftinin varlığı bu durumda lehte bir belge değildir. Hepsinden önemlisi, Türklerin gelmesinden önce Kara
Deniz’in oradaki tasdiklenmiş varlığıdır.” diye karşı çıktığı (bk. Planhol 1978: 575) Türkçe renk adlarıyla
yönleri adlandırma geleneği sanırım çok güçlü bir esastır.

Türkçede kara deniz adlandırma geleneğinin bir parçası olarak ak deniz ve kızıl deniz adlandırması da
vardır. Dünya dillerinde Akdeniz’e “kıtalar arası deniz, karalarla çevrili deniz” veya “orta deniz” (İng.
Mediterranean, Fr. Méditerranée, Alm. Mittelmeer, Fin. Valimeri, Rus. Sredizemnomorskiy) biçiminde ad
verilmiştir (bk. Webster Dictionary). Bu diller arasından Türkçe kendi adlandırma düzeninin bir parçası olarak
kuzeydeki denize “kara” batıdaki denize “ak” ve güneydeki denize de “kızıl” nitelemesiyle renkler üzerinden ad
vermiştir ve bu üç Türkçe ad da herhangi bir yabancı dilden çeviri değildir.

Fahrettin Çelik daha 1942’de Türk Amacı’nda yayımladığı “Türklerde Dört Yönün Dört Renkle
Adlandırılması” başlıklı bir dizi yazıda Eski Türk Yazıtları, Oğuz Kağan Destanı ve Dede Korkut Kitabı gibi
Türkçe anıtlarda yönlerin renk adlarıyla nasıl adlandırıldığını tek tek göstermiştir. Yazarın bu arada andığı
Hazar
için Türkmenlerin “Ak Deniz” dedikleri yönündeki kaydı çok ilgi çekicidir. Türkmenlerin kendilerine göre
batıdaki denizi böyle adlandırması bizim de konu ettiğimiz Anadolu’nun batısındaki Akdeniz adlandırmasıyla
bir bütünlük oluşturmaktadır (bk. Çelik 1942:132-138). Anadolu’nun batısındaki deniz için Türkçede
Ege adının
yayılması Cumhuriyet’ten sonra, 1930’lu yıllarda olmuştur. 1 Eylül 1922 tarihinde Başkomutan Mustafa Kemal
Atatürk’ün Dumlupınar Zaferinden sonra, Türk ordularına İzmir yönünü “Akdeniz” diye hedef göstermesi, bu
denize “Akdeniz” dendiği esas adlandırmayı yansıtmaktadır.

Türk edebiyatının değerli anıtı Dede Korkut Kitabına yansıyan renk kültürünün çok zengin olduğunu da
bu arada vurgulamak gerekir (bk. Karabaş 1996; İskenderzade 2007). Burada konu edilen yönleri adlandırmak
üzere renk sembolleri kullanımının yanı sıra, renk adlarına Türk kültüründe saygınlık, kutsallık veya uğursuzluk
gibi çok çeşitli ifadeler için başvurulduğunu da ekleyelim (bk. Toker 2009).

Eski Türkçe çağında kuzey-güney kavramları için yüzünü güneşe dönmüş bir bakışın esas olduğunu
anlayabiliyoruz. Önü doğuya dönük bu bakışın izi, Çağdaş Kazakçada kuzey için sol tarafın
(soltüstik) güney
için de sağ tarafın
(ontüstik) anılmasında da vardır. Bunun yanı sıra yine Karadeniz havzasında oluşan bir
Kıpçak-Türk yazı dilinde de gün ışığı adlandırmasına bağlı gece ve gündüz ikiliği ortaya çıkmaktadır: Tatarca
tönyak =gece tarafı “kuzey” ve konyak =gündüz tarafı “güney”. Yani Tatarlar için kuzey, gecenin, karanlığın
yönüdür, güneyse aydınlığın, ışığın.. Bunu, konumuz olan
kara ve ak adlandırmalı yönlere bağlı denizlerle de
birleştirmek mümkündür.

Sonuç olarak Antik Yunan kaynaklarındaki eukseinos “konuksever” adlandırmasından sonra karadeniz
adının verilmesinde Türkçenin katkısını belirten ansiklopedik kaynaklar olduğunu da vurgulamak gerekir (bk.
Hendrickson 2008:92).

Gün ışığının da etkisi bulunan bu yön adlandırması, Gabain’in de gösterdiği gibi Türkçenin en eski dil
varlıklarına kadar çıkan bir tarihe sahiptir. Türkçedeki
akyazı-karayazı, akseki-karaseki, akalan-karaalan,
aktepe-karatepe, akhisar-karahisar, akdağ-karadağ
ve nihayet akdeniz-karadeniz yer adlarının bir bütünlük
taşıdığı apaçık ortadadır.

Osmanlıcada kullanılan “şimal” ve “cenup” sözleri yerine Cumhuriyet döneminde üretilen kuzey (< kuz
“soğuk, güneş görmeyen yer”) ve güney (< gün “güneş” bk. tdk.gov.tr “Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü”)
sözlerinde de bu gün ışığı esaslı yön adlandırmasına bağlı kalındığı anlaşılıyor.

Dolayısıyla söz konusu denizin en son adı, Türkçe verilmiş ve sonra da diğer dillere çevirisi yapılmış
olmalıdır. Akdeniz için kendi adlandırmalarına devam eden komşu diller,
Karadeniz için Türkçedeki
adlandırmayı çeviri yoluyla Türkçeden almışlardır, diyebiliriz.

Coğrafi bakımdan “Karadeniz Çevresi” adlandırmasının hangi içeriğe sahip olduğunu göstermek için
önce Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin nüfus varlığına bakmak yararlı olabilir:

Rusya (140.041.247 )

Türkiye (71.517.100)

Ukrayna (45.700.395 )

Romanya (22.215.421)

Bulgaristan (7.204.,687)

Gürcistan (4.615.807 )

“Karadeniz Çevresi” dediğimiz bölge bu en son rakamlarla toplam 291.294.657 kişilik bir nüfusa

sahiptir.

Bu deniz, resmi yüzölçümleri toplam 18. 877. 590 kilometrekareye yayılan devletlerle çevrili haldedir
(Rusya:17.075.200 kilometrekare; Türkiye: 780.580 kilometrekare; Ukrayna: 603.700 kilometrekare; Romanya:
237.500 kilometrekare; Bulgaristan: 110.910; Gürcistan: 69.700 kilometrekare). Söz konusu altı ülke içinde
Karadeniz havzası ile sınırlandırılamayacak Türkiye gibi Kafkasya, Orta Doğu ve Akdeniz uzantıları da olan
veya Rusya gibi aynı zamanda Doğu Avrupa, Orta Asya, Uzak Asya, Buz Denizi ve Büyük Okyanus uzantıları
bulunan dev ülkeler de vardır. Ancak bu altı ülkenin coğrafi kimliklerindeki biricik ortaklığı sağlayan da
Karadeniz’dir. Bir süre önce ekonomik işbirliği bağlamında örgütlenen bu Karadeniz ortaklığının kültürel
bağlamda çok daha fazla incelenmesi gereği de açıkça ortadadır.

Tarihte Kafkaslardan Urallara, İdil boyundan Tuna boyuna uzanan alanın başlıca gücünü oluşturan
Türklerin ve öncülerinin buradaki egemenlik süreci, hem bu Karadeniz adı hem de çevresindeki Türk dili
yayılımı ile doğrudan ilgilidir. MÖ. VII. yüzyıldan itibaren özellikle yerleşiklerin dillerindeki kayıtlarla
izlenmeye başlayan bu kuzeylilerin veya
barbarların tarihi, binlerce yıl boyunca sosyolojik farkların ürettiği
(bozkırlı-şehirli vb.) siyasî gerilimleri yansıtırken, MS. II. binden itibaren de Hristiyanlık-İslamiyet esaslı dinî bir
çekişmeye konu olmuştur.

İskitler, Sarmatlar, Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar=Kıpçaklar,
Tatarlar...
Nüfus ve coğrafya açısından tarih boyunca büyük bir yayılım gösteren bu kavimler arasında İskit,
Sarmat, Hun, Bulgar, Hazar, Tatar gibi siyasi varlıklarını bir imparatorluğa dönüştüren birlikler de olmuştur.

(Amsterdam, 1729 yapımı harita: Sarmatia et Scythia Russia et Tartaria Europaea. Kaynak:
http://www.raremapsandbooks.com/index.php7main page=index&manufacturers id=7).

Dil verilerinin birikimi açısından ise Selçuklu ve devamı olan Osmanlı İmparatorluğu ile Altın Ordu
İmparatorluğunu izlemek ve bu bağlamda da
Kıpçakç ve Oğuz lehçelerine odaklanmak gerekir. Her iki Türk
lehçesini XIII. yüzyıldan itibaren, devamlılığı olan dil tarihleriyle izlemek mümkündür. Eldeki verilerle birer
edebiyat dili olarak izlenen Kıpçakça ve Oğuzca Altın Ordu ve Osmanlı dönemleri boyunca imparatorluk
dillerine dönüşmüştür. Burada Karadeniz dolayısıyla özellikle ilgilendiğimiz Kıpçakça, Altın Ordu sonrasında da,
Kazan, Kırım ve Memluk devletlerinde bu özelliğini korumuşken, Kazan’ın Rusya Çarlığının egemenliğine
girdiği 1552 tarihi itibarıyla bağımsız varlığını yitirmiş, sadece bir edebî dil veya bölgede özellikle XIX.
yüzyıldan sonra sübjektif bir kimlik beyanı olarak benimsenecek adıyla
Tatar toplumunun konuşma dili halinde
evrilmiştir.

Kıpçak adı böylece tarihe mal olmuşsa da, biz araştırmalarımızda Çağdaş Kıpçak-Türk Lehçelerini dil
özellikleri bakımından birleştirip
Bugünkü Kıpçak Türkçesi başlığı altında inceliyoruz. Halen Karadeniz
sahillerinden İdil-Ural bölgesine, oradan da Sibirya’ya kadar yayılan Bugünkü Kıpçak Türkçesine ait, Sovyet
döneminde biçimlenmiş dil bilimsel sınırları bulunan on yazı dili vardır (bk. Öner 1998). Bu Kıpçak lehçelerinin
daha küçük topluluklar halinde yaşayan beşi Karadeniz bölgesindedir:

Kırım-Tatar Türkçesi
Karay Türkçesi
Karaçay-Balkar Türkçesi
Nogay Türkçesi
Kumuk Türkçesi

Kırım-Tatar Türkçesi, Kırım’daki 265.000 kişilik Tatar toplumu tarafından konuşulmakta ve
yayınlarda kullanılmaktadır. Buna yakın sayıda bir Kırımlı topluluk da 1944’te sürgün edildikleri Orta Asya’da,
Özbekistan’da bulunmaktadır.

Karay Türkçesi ne yazık ki hemen hemen ölü dil konumundadır. Yaklaşık 1500 kişilik küçük Karay
topluluğu içinde çok azalmış nüfuslarıyla sadece yaşlılardan oluşan bir konuşur grubu vardır ve ana dili gençler
tarafından hiç bilinmemektedir. Tarihteki Hazar Devletinin kültür mirasını taşıyan Karaylar Musevidir ve eski
yurtları olan Kırım’ın yanı sıra, tarihteki siyasi ilişkiler ve göçler dolayısıyla bugün Polonya’da ve Litvanya’da
da yaşamaktadır.

Karaçay-Balkar birleşik adını taşıyan Türk lehçesi, 169.198 kişilik Karaçay ve 104.951 kişilik Balkar
toplumu tarafından konuşulmaktadır. Bu iki kardeş topluluk Rusya Federasyonu içinde Karaçay-Çerkes ve
Kabardin-Balkar özerk cumhuriyetlerinde, bölünmüş ayrı idari yapılarda yaşamaktadır.

Nogay Türkçesi, Rusya Federasyonu içinde Kuzey Kafkasya’da Don ve Kuban ırmakları arasında
90.666 kişi tarafından konuşulmaktadır.. Nogaylar günümüzde toplu olarak Stavropol Krayı, Karaçay-Çerkes
Cumhuriyeti (14.873) ile Çeçenistan ve Dağıstan (38.168) cumhuriyetlerinde yaşamaktadırlar.

Kumuk Türkçesi 422.409 kişi ile bunlar arasında en kalabalık konuşur topluluğuna sahip lehçedir.
Kumukların çoğunluğu (365.804 kişi) Rusya’ya bağlı Dağıstan Cumhuriyeti içinde yaşamaktadır.

Bugünkü Kıpçak Türkçesinin Rusya Federasyonu içlerinde, daha kuzeye doğru, daha kalabalık Türk
dili toplulukları ile temsil edildiğini de belirtmek gerekir. Asıl yurtları olan İdil-Ural bölgesindeki Tatar Türkçesi
ve Başkurt Türkçesi bu Karadeniz çevresindeki Kıpçak lehçelerinin çok yakın dil kardeşlerini oluşturur. Rusya

içinde yaygın durumda yaşayan Tatarlar ve Başkurtlar, 10 milyonu bulan toplam nüfusları ile, tarihî ve kültürel
güçleri daha büyük olan Kıpçak-Türk dilli topluluklardır.

Karadeniz Çevresi Türk Dilinin İç Yapısı // Ortak Lehçe Alanları: Oğuz-Kıpçak

Karadeniz’in güney ve batı sahili daha çok Oğuz lehçesine bağlı kavimlerin yerleşimi altındadır.
Böylece, Türklerin en eski ve en kalabalık kavimlerinden olan Kıpçaklar ile Oğuzların eski yurtlarındaki
komşuluklarını, M.S. ikinci binde Karadeniz merkez olmak üzere sürdürdüğü görülüyor. Bölge tarihindeki bu
yerleşime bağlı doğal dil oluşumu dolayısıyla, Karadeniz’in güney sahilindeki Türkçeye Güney Türkçesi
(Güney-Batı Türkçesi) kuzey sahilindeki Türkçeye de Kuzey Türkçesi (Kuzey-Batı Türkçesi) demek mümkün
olmaktadır. Ancak bu dil oluşumu bıçakla kesilmiş gibi kopuk tarzda meydana gelmemiştir. Bu nedenle
Karadeniz’in güney ve batı sahilindeki Türk ağızları üzerinde Kıpçak etkisini; kuzey ve doğu sahilinde yaygın
Kıpçak ağızları üzerinde de Oğuz etkisini görebiliyoruz. Dolayısıyla Karadeniz çevresi, Genel Türk dilinin Oğuz
ve Kıpçak lehçelerinin kesiştiği ve ortak kümeler oluşturduğu geniş bir bölgesidir.

(Kaynak: http://www.lib.utexas.edu/maps/historical/ward 1912/black sea crimean war.jpg)

Burada ülkemizin Karadeniz ağızlarındaki Kıpçak etkisini belirtebilmek için yerel ağızlardan derlenmiş
dil malzemesini ses olaylarındaki eğilimler bakımından Bugünkü Kıpçak Türkçesi ile karşılaştırmak ilgi çekici
olabilir. Böylece etnik damga taşıyıp taşımadığı şüpheli olan sözlerin karşılaştırması yerine, binlerce sözü
ilgilendiren birkaç ses olayını değerlendirmek daha uygundur, sanırım.

Örnek olarak Karadeniz ağızlarında kelime içinde sonradan gelişmiş bir v sesi sık sık duyulur.

1. Kelime İçindeki -ğ > -v Ses Değişmesi:

Karadeniz Ağız.

dav “dağ”

sav- “sağmak”

avur “ağır”

buzavı “buzağı”

Kırım Türkçesi

dağ

sav-

avur

buzav

Tatar Türkçesi

tav

sav-

avır

bızav

Kumuk Türkçesi

tav

sav

avur

buzav

Karaçay-Balkar Tü.

tav

sav

avur

buzov

Bugünkü Kıpçak Türkçesine ait genel bir özellik olan bu ses değişmesinin, Perşembe, Fatsa ve
Ünye’nin tamamında, Terme’nin de doğu köyleri ağızlarında yaygın olduğu, alanda araştırma yapanlar

tarafından belirlenmiştir (bk. Demir 2000: 420): dav <dağ, bov- < boğ-, sav < sağ, yav < yağ, avurtu < ağartı
“sütlü mamül”, avla- <ağla-, avula- <ağula-, çavur- <çağır-, yavız < yağız.

Bunun yanı sıra Karadeniz ağızlarında görülen ince ünlülü sözlerin kalın telaffuzunun (arka
damaklılaşma) kuzey sahildeki Kırım’a kadar dayandığını belirtmek gerekir. Kırım Türkçesi dışında Bugünkü
Kıpçak Türkçesinin başka alanlarında pek görülmeyen bu ilk hecede arka damağa çekme eğilimi, tam aksine
Kırım’daki Oğuzca etkisi de olabilir. Ancak kökeni konusunda henüz kesin bilgi sahibi olmadığımız bu durumu,
Karadeniz çevresini birleştiren bir dil ortaklığı olarak anabiliriz.

2. Söz Başında k-/g- Komşusu Yuvarlak Ünlülerin Kalınlaşması

Karadeniz Ağız.

Guneş

guzel

gobek

kotü

gorev

kusmüş

Kırım Türkçesi

Gumrük

guzel

gugüm

koteklemek

gonül

kusmek

İstanbul ağzına dayalı gelişen yazı dilimizde k ile söylenen şu sözlerin de hem Karadeniz ağızlarında
hem Kumuk Türkçesinde
g ile söylenmesi ilgi çekicidir. Bu ötümlüleşme de Kıpçak alanında bir Oğuz etkisi
olabilir veya Oğuzcada söz başında ötümlüleşmeye neden olan alt yapı Kumukçaya da etki göstermiş olabilir.
Arap yazılı eski metinlerde izlemenin pek mümkün olmadığı bu gelişmeyi de Karadeniz Çevresi Oğuz-Kıpçak
ortaklığının bir örneği olarak kabul etmek mümkündür.

3. Söz Başında k- > g- Değişmesi

Karadeniz Ağız.

gendü “kendi”

gişi “kişi”

göyler “köyler”

Kumuk Türkçesi

gesmek

gişi

gentler “köyler”

Yine Türkiye Türkçesi yazı dilinde k söylenen kelime içindeki sesin Karadeniz ağızlarında g telaffuzu,
Bugünkü Kıpçak Türkçesinde genel bir özelliktir:

4. Söz İçinde -k- > -g- Değişmesi

Karadeniz Ağız.

teşeggür

şegilde

çögerek “çökerek”

Tatar Türkçesi

egin “ekin”

tüger “döker”

tiger “diker”

Kumuk Türkçesi

segiz “sekiz”

töger “döker”

tiger “diker”

Bu ünsüzün içte ötümlüleşmesi arka damakta da vardır:

5. Söz İçinde -k- > -ğ- Değişmesi

Karadeniz Ağız.

fagat “fakat”

çıgar “çıkar”

mıntıga “mıntıka”

Tatar Türkçesi

sagız “sakız”

tıgılmak

agıtmak “akıtmak”

6. Yine Karadeniz ağızlarında belirlenen ç > ş değişmesi, Bugünkü Kıpçak Türkçesinin bir lehçesi
olan Nogaycada genel bir özelliktir. Karadeniz bölgesinde Şalpazarı, Giresun ve Ordu ili ağızlarında yaygın
görülen
öşmediler < ölçmediler, uşun < için, gaş- < kaç-, geş- < geç-, uş- < uç-, üş < üç gibi sözlerin bu özelliği
Rize, Kastamonu, Zonguldak, Bartın ve Karabük’te de vardır (Demir 2000: 422). Rusya Federasyonu içinde
Dağıstan ve çevresinde yaşayan Nogay Türkçesinde de aynı değişimi gösteren sözler şöyledir: Nog.
şık- < çık-,
aş- < aç-, uş- < uç-, üşin < için
(Akbaba 2007: 628).

Sonuç olarak; Karadeniz çevresine çok eski çağlardan beri Türk kavimlerinin yerleşmesi sürecinde,
önce bu denizin kuzeyi, sonra da Bizans egemenliğini yüzyıllar boyunca sınırlayan ve nihayet ortadan kaldıran

Türk egemenliği sayesinde de güneyi, etnik açıdan Türkleşmiştir. Orta Çağ’ın büyük imparatorlukları olan Altın
Ordu
ve Osmanlı egemenliği dolayısıyla XIII.-XVI. yüzyıllar arasında Karadeniz, bir Türk egemenlik alanı
halinde evrilmiştir. Dolayısıyla o çağda, güneyde Oğuz, kuzeyde Kıpçak lehçeleriyle Türk dilinin bu su
havzasının her tarafına yayıldığını belirleyebiliyoruz. O yerleşim ve egemenlik olgusuna XVI. yüzyıldan itibaren
kuzeyden yayılan Rus İmparatorluğu da katılmıştır. Karadeniz çevresindeki yerel ve küçük diller ise, geneli
kaplayan bu Slavca-Türkçe haritasına renk vermektedir. Burada dil boyutuyla gündeme getirilen Karadeniz
çevresi ve Karadeniz Türk ağızları işte bu renkli dil mirasının izlerini taşımaktadır. Rumca, Ermenice, Gürcüce
gibi tarih boyunca Türkçe üzerinde başat konumu bulunmayan bölgesel dillerden yapılan ve söz varlığı alışverişi
ile sınırlı kalan etkileri belirlemek, Karadeniz ağızlarındaki özel söz varlığının tek tek öyküsünü anlatmak köken
bilgisine değerli katkılardır. Ancak bölge ağızlarının ses ve biçim yapılarındaki genel ve düzenli değişmeleri,
Rumca veya Ermenice gibi yabancı bir dilin etkisiyle açıklamak bilimsel tutumu yansıtmaz. Örnek olarak, Doğu
Anadolu ağızlarında görülen düzenli ses değişmelerini Farsça veya Arapça etkisiyle açıklamaktansa bölgede dil
içi bir eğilim olan Azeri Türkçesini hesaba katmak Türkolojide doğru bir tutum olarak geleneğe dönmüştür.
Buna benzer bir dil içi etkiyi aramak yolunda, özellikle değindiğimiz Karadeniz ağızlarında Kıpçak Türkçesi
etkileri ise, her yönden ve daha derin incelemeleri gerektirmektedir.

Kaynaklar:

Akbaba, D. E. (2007), “Nogay Türkçesi”, Türk Lehçeleri Grameri, Ankara: AKÇAğ 623-678.

Caferoğlu, A (1994), Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar, Ankara:TDK

Çelik, F. (1942), “Türklerde Dört Yönün Dört Renkle Adlandırılması”, Türk Amacı (1.-8 sayılar, Birleştirilmiş
Tıpkıbasım) Ankara (2009): TDK.

Decei, A. (1988), “Karadeniz”, İslam Ansiklopedisi. MEB, C.VI, İstanbul, 238-246.

Demir, N. (2000), “Karadeniz Bölgesi Ağızlarında Kıpçak Türkçesi Özellikleri”, IV. Uluslararası Türk Dili
Kurultayı Bildirileri-I (24 Eylül-29 Eylül 2000) Ankara, 2007, 417-424.

Demir, N. (2001), Ordu İli ve Yöresi Ağızları (İnceleme-Metinler-Sözlük) Ankara:TDK.

Demir, N. (2005), Trabzon ve Yöresi Ağızları. Ankara: GAZİ
DS
Derleme Sözlüğü, XII cilt, Ankara: TDK. [www.tdk.gov.tr].

Gabain, A. (1968), “Renklerin Sembolik Anlamları” (çev. Semih Tezcan). Türkoloji Dergisi III.cilt, 1. sayı,
107-113.

Grakov B. N. (2006), İskitler. Çev. A. Batur, İstanbul: Selenge.

Günay, T. (1978), Rize İli Ağızları, Ankara: Kültür Bakanlığı.

Gumilev L. N. (2004), Etnogenez. Halkların Şekillenişi Yükseliş ve Düşüşleri (Çev. D. Ahsen Batur) 2. baskı,
İstanbul: Selenge.

Hendrickson R. (2008), The Facts on File Encyclopedia of Word and Phrase Origins, Fourth Edit. New York.
İskenderzade L. A. (2007), “Dede Korkut Hikayelerinin Türk Plastik Sanatlara Yansıması”, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı: 17, 319-340.

Karabaş, S. (1996), Dede Korkut’ta Renkler. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Karahan, L. (1996), Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, Ankara: TDK.

Kasper, H. U. (2009), “The relation between the thalassonym Black Sea and the euxinic environment - a

discussion Studia Universitatis Babeş-Bolyai”, Geologia, 2009, Special Issue, MAEGS - 16, 57-58.

Korkmaz, Z. (1994), Bartın ve Yöresi Ağızları, Ankara: TDK.

Öner, M. (1998), Bugünkü Kıpçak Türkçesi (Tatar, Kazak ve Kırgız Lehçeleri Karşılaştırmalı Grameri).

Ankara: TDK

Öner, M. (2007), “Tatar Türkçesi”, Türk Lehçeleri Grameri (Editör: Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun) Ankara
2007: Akçağ, 679-748.

Planhol, X. (1978), “Kara Deniz”, The Encyclopaedia of Islam. New Edition. Edited by E. Van Donzel, B.

Lewis and Ch. Pellat. Volume IV, Leiden: E.J. Brill, 575-577.

Pritsak, O. (1955), “Qara. Studie zur Türkischen Rechtssymbolik”, Zeki Velidi Togan’a Armağan, İstanbul,
239-263. [: Studies in Medieval Eurasin History, London 1981].

Schmitt, R. (1996), “Considerations on the Name of Black Sea: What can the historian learn from it? Hellas und
der greichische Osten”, Studien zur Geschichte und Numismatik der griechischen Welt; Festschrift
für Peter Robert Franke zum 70. Geburtstag /hrsg. Von Wolfgang Leschorn. Saarbrücken: SDV.

Toker İ. (2009), “Renk Simgeciliği ve Din: Türk Kültür Yapısı İçinde Ak-Kara Renk Karşıtlığı ve Bu Karşıtlığın
Modern Türk Söylemindeki Tezahürleri Üzerine”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
50:2 (2009), 93-112.

Toparlı, R. vd. (2003), Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Ankara: TDK.

Sami, Ş. (1896), Kâmûsu’l-A’lâm, Beşinci Cild, İstanbul: “ihran Matbaası.

Strabon (2000), Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV) Çev. Adnan Pekman, İstanbul:
Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

Vâsâry I. (2008), Kumanlar ve Tatarlar. Osmanlı Öncesi Balkanlar’da Doğulu Askerler (1185-1365) Çev. A.

C. Akkoyunlu, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Webster Dictionary: http://www.websters-online-dictionary.org/

10