ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

KÜLTÜRLERİN DİYALOGU VEYA DİYALOGSUZLUĞU
BAĞLAMINDA HALKBİLİMİ ÇALIŞMALARININ
YERİ VE ÖNEMİ

Doç. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
ISSN 1305-5992
Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Güz 2004
Sayı 1

Abstract

Folkloristics has a very functional situation in the context of
dialogue of cultures, especially to introduce ethnicities to each other
and erase prejudices. Particularly, the characteristics of folkloristics is
that, having multi-paradigms helps it a great deal to perform its afore¬
mentioned task. In this work these two basic characteristics of folklore
studies are taken into consideration and uses of such pracses are
evaluated for the future of mankind.

Key words: Folkloristics, Pracsis, Dialog of culture, ethnicity,
the Other.

Bilindiği gibi, çok etnili bir dünyada kültürlerin diyalogu meselesine
bardağın boş olan tarafından bakmak ve insanlık tarihinin acı hatıralarından
hareketle onu “çok etnili bir dünyada kültürlerin diyalogsuzluğu” olarak da ifade
etmek mümkündür. Bu bir anlamda bir etnisitenin kendini ifade ettiği “biz”
zamiriyle yine varlığını reddetmesiyle kendini tanımlamada eksik kalacağı “onlar”
olarak ifade ettiği bir başka etnisitenin kısaca etnisitelerin varoluş zemininin kolayca
değişmesi mümkün olmayan gerçeğidir. İnsanlık tarihinin en eski fenomenlerinden
biri olan ve “yeni dünya düzeni” veya “globalleşme” olarak adlandırılmaya çalışılan
iki kutupluluktan tek kutupluluğa doğru itilmeğe çalışıldığı günümüzde yukarıda
ifade edildiği şekilde bir var oluş zeminine sahip olan etnisitelerin merkezkaç kuvvet
yaratan iki yönlü dinamiklerle karşı karşıya olduğu görülmektedir. Bunlardan
birincisi kitle iletişim araçlarının ulaştığı teknolojik imkanlar başta olmak üzere
bugüne kadar emsali görülmemiş bir güç ve kudretle hegomanya kurarak bütün
dünyaya ve dolayısıyla tüm etnisitelere kendi hayat tarzını veya dünya görüşünü
empoze eden ve bütün dünyayı “tek ve küçülen bir köy” olarak telaffuz eden tek
kutupluluğun amacma varması halinde insanlığın bilinmeyen zamanlarmdan beri
varolan ve önemli bir özelliğini oluşturan etnisitelerin ortadan kalması ihtimali ve bu
yönde ivme kazanan dinamiklerdir. İkincisi ise yine aynı kitle iletişim araçlarından
ve bilgiye erişim imkanları başta olmak üzere globalleşme konseptinden dolayı güç
kaybeden “ulusal devlet” anlayışının bölgesel ve Avrupa örneğinde olduğu gibi
kıtasal devletleşmelere yönelen anlayışların rahatça yeşermelerine ve yeniden
olabildiğince kendilerini özgürce ifade etmelerine olanak verdiği etnisitelerin güç ve
kuvvet kazanarak paradoksal olarak “ulusal devletlerine” yönelmelerini sağlayan
dinamiklerdir.

Görebildiğimiz kadarıyla, her iki yönde de ivme kazanan söz konusu
merkezkaç kuvvetlerin yol açtığı dinamikler belki de çok derin bir temenni olması
nedeniyle çok sık tekrarlandığı için gerçekleştiği vehmine kapıldığımız “kültürlerin
diyalogu” sürecinin tam tersine kültürlerin bugüne kadar görülmemiş bir
diyalogsuzluğu veya her kültürün sadece kendi mensuplarının sonsuza kadar
dinlemek isteğiyle kendi kendine yöneltiği ve kendi dışındakini tamamen dışlamayı
hedefleyen bir “kültürel monolog” sürecine dönüşme tehlikesi vardır. İşin veya
gidişin daha da kötü yanı, böylesi bir ortamda elimizdeki yegane rasyonel araç ve
gereci oluşturan sosyal ve beşeri bilimlerin pek çoğunun içine düştükleri
paradigmasal açmazlardır.

Bir cümleyle ifade etmek gerekirse, başta dilbilimini olmak üzere,
antropolojinin, tarihin hatta sosyolojinin özellikle doğrudan veya dolaylı olarak
evrim paradigmasıyla yola çıkarak yaptıkları tanım ve tasniflerle etnisiteler arasında
bir diyalog sürecini dinamitleyen ve ortadan kaldıran pek çok kışkırtmanın bizzatihi
nedenini oluşturmalarına 19. ve 20. yüzyılların şahitliği ortadadır. Bu olaya bir de
sosyal ve beşeri bilimlerin geçen yüzyılda “uzmanlaşma” veya “aşırı ihtisaslaşma”
adına içine düştükleri ve inanılmaz boyutlara ulaşan “atomizasyon” boyutuyla da
bakmak ve bütünü kucaklayan önermelerden gittikçe mahrumlaşan sözde tümden
gelimden kaynaklanan ve fonksiyonel anlamda tüme varımı olmayan örgüleniş
sarmalı bizi ister istemez sosyal ve beşeri bilimleri sorgulayarak yeniden düşünmeye
ve çok etnili bir dünyada kültürlerin diyalogu bağlamında halkbilimi’nin
(folkloristics) yeri ve önemi üzerinde durmaya sevk ediyor.

Öncelikle, halkbiliminin ortaya çıkış sürecine ve oluştuğu felsefî zemine
kısaca işaret ederek1 konuyu ele almakla işe başlamak daha aydınlatıcı ve yararlı
olacaktır. Richard Bauman’ın (1992) ifadesiyle, “Romantik milliyetçiliğin
hizmetinde dil, edebiyat, kültür ve ideolojinin birarada düşünüşünün bir parçası
olarak folklor kavramı 18. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmıştır. Alman filozofu Johann
Gottfried von Herder'in (1744-1803) romantik
das Volk kavramı ve halk geleneği
bütün folklor şekillerinin ve her türlü kabullenişlerinin oluşmasının kaynağıdır.
Herder için ortak bir dile sahip olmak bir topluluğun kendini diğerlerinden ayırarak
bağımsız, kendine has ve sosyal bir kimlik olarak milletleşmeleri sürecinde son
derece önemliydi ve dil, bir
Volk, bir millet, oluşun iç yapısını yahut ruhunu ve
karakterini sağlamaktaydı.2 Dahası dil, bir milletin kendine has geleneklerinin
kuşaklar arasında aktarılmasını temsil etmekteydi ve söz konusu temsil edişlede dil,
Herder'in kültür olarak tanımladığı değerlerin oluşmasını ve gelişmesini sağlayan
unsurlarıyla en önemli araçtı. Herder'in kültür olarak tanımladıkları ve gelenek en
yüksek ve en doğru dışavurumlarını ve şekillenişlerini halk şiirinde, halk
şarkılarında veya folklorda bulmaktaydı. Humanistik düşüncenin modem
parçalanışında veya disiplinlerin bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle birlikte eskinin
bütüncül bakış açısı parçalandı.” Bu oluşum sonrası, folklor olgusuna ilgi duyan
disiplinlerin herbirisi onu kendilerine en uygun düşen açıdan ele almakta ve
değerlendirmektedirler. Biz de çalışmamız boyunca böyle bir değerlendirmeyi
halkbilimi (folkloristics) doğrultusunda yapmaya çalışacağız.

Öncelikle, halkbiliminin de bağımsız bir bilim dalı olarak felsefeden ayrılış
sürecinin başlayışının temelini oluşturan ve aynı zamanda da bu süreci hızlandıran
bir katalizör olarak “İlerleme” fikrinin, bir düşünce nesnesi yani kavramı olarak
ortaya çıkışı ki3, Fransız Devrimi öncesi Aydınlanma çağının en tutkulu ve en güzel
ürünlerinden birisidir ve ilerleme fikrinin tarihi, bir yandan çağdaş bilimin ve
akılcılığın gelişmesiyle, diğer yandan sosyal politik özgürlükler için yapılan
mücadelelere bağlı olarak geliştiği anlayışı yaygın olarak kabul görmektedir4. Bu
bakış açısına göre bilim hiçbir duraksama geçirmeden üç yüz hatta dört yüz yıldır
ilerlemektedir (Kuyaş 1982: 7) diye düşünülmektedir.

Öte yandan hiç şüphesiz olarak yüzyılımızın en büyük bilim tarihçisi ve bilim
felsefecilerinden birisi olarak kabul edilen Thomas Kuhn’un “Bilimsel Devrimlerin
Yapısı” (The Structure of Sicentific Revolutions) adlı çalışmasında (1970), yer alan
düşüncesine göre, bilim tarihi, bilimsel girişimin kesintisiz bir birikim halinde değil,
aksine, bilgiyi büyük kesintilere, hatta kopmalara uğratan “devrimci dönüşümlerle”
geliştiğini ileri sürmektedir. Bu ifade de yer alan “devrim” sözcüğünün de gösterdiği
gibi, bir biriyle çatışma yahut rekabet halindeki bir çok karşıt bilim görüşünden ya
da okulundan, sonunda galip gelenlerin bugüne kadar getirdiği bir bilim söylemi
(discourse) söz konusudur.

; Bu durumda, akla şu soru gelmektedir: gerçeklik ile farklı ilişkiler kuran
karşıt bilimsel kuramların mücadelesi sonunda bugüne varan bilimsel bilgi içeriği,
olması gereken miydi, yoksa bir çok “mümkün dünya”dan sadece bir tekinin
bilinmezlikten kurtarılarak yaratılıp, gerçekleştirilmesi mi? Eğer birincisiyse, bu
defa da, doğal olarak “neye göre gereken sorusu” gündeme gelecektir. Burada işin
içine teleoloji (amaçbilim veya erekbilim) girmektedir ve bu soruya değişik bakış
açılarıyla bir çok (Kuyaş 1982: 8-9) farklı cevap verilebilirse de, burada bunlara
girmek yerine “bilimsel doğru” ve “değer yargıları” konusundaki şu genel hükmü
aktarmanın yeterli olduğunu düşünüyoruz. Bu genel hükme göre, “doğrular ve değer
yargıları mutlak değildir, dönüştürülebilirler. Dün için doğru olan bugün için doğru
olmayabilir, bugün için doğru bulduğumuz bir bilginin yarın yanlış olduğuna karar
verebiliriz. İnsanlık için neyin doğru, neyin ilerleme olduğunu tayin eden yalnızca
bir yöntem değil, içinde bilim yapılan dünyanm, toplumun ve tarihin koşullarıdır.”
(Kuyaş 1982: 9). Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, nasıl siyasal devrimlerde
toplumlar farklı rejimler arasında bir seçme yapmak zorunda iseler, bilimsel
devrimlerde de bilim toplulukları farklı bilimsel dünya görüşleri ve bilim yapma
tarzları veya yöntemleri arasında bir seçim yapmak durumundadırlar.

Bu bağlamda, “bilimsel devrimleri” eski bir bilim yapma geleneğinin bir
yenisiyle değiştirilmesi olarak tanımlayan Thomas Kuhn, var olan karşıt bilim
görüşleri arasındaki seçimin büyük ölçüde sosyo-psikolojik bir süreç olduğu,
bilginin temeldeki evrensel niteliğiyle doğrudan bir ilgisi bulunmadığı görüşündedir.
Dolayısıyla, karşıt bilim görüşleri veya yöntemleri ortaya çıktığı anda, bilgi üretimi
ve bilimsel ilerleme bir tür ‘güç’ mücadelesidir. Birbiriyle yarışan farklı bilimsel
yaklaşımlara Thomas Kuhn ‘paradigma’5 adını vermiştir. Thomas Kuhn’un en
büyük karşıtlarından birisi olan Louis Althusser de, N. Kuyaş’ın, R. Keat’tan (1975)
aktardığına göre, “her bilimin tarihi kesintilidir ve bir bilimin temellerinin atılması, o
bilimin “tarih-öncesi” durumundan, yani ideolojilerden arınarak yeni bir kuramsal
sistemin oluşturulması için gerekli olan kavramlara ve sorunsal (problématique)
alanına kavuşmasıyla mümkündür” (Kuyaş 1982: 16) diye düşünmektedir.

Bu “kesintiler” veya geçişi, Louis Althusser, epistemolojik kopma (rupture),
Kuhn ise bilimsel/kavramsal devrim olarak nitelendirmektedir. Althusser’in
“sorunsal” veya “problematik” kavramı Kuhn’un “paradigma” kavramına pek çok
bakımdan benzemektedir. Biz çalışmamız boyunca bu iki yakın kavramı da ifade
edecek bir biçimde paradigmayı kullanmayı yeğleyeceğiz.

Bu bağlamda, daha geniş açık ve anlaşılabilir bir ifadeyle söyleyecek
olursak, paradigma, “Gözlemlenmesi mümkün olan bir çok veriden bir diziyi belli
kurallara göre ‘çağırma’ yani bir nevi rastlantıdan kurtarma ve gereğinde de aynı
kurallara göre yeniden üretme”dir. Bu teknik düşünceyi Thomas Kuhn, biraz daha
geniş tarzda kullanarak, belli bir bilimsel yaklaşımın doğayı sorgulamak ve doğada
bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da örtülü bütün inançları,
kuralları, değerleri ve kavramsal/deneysel araçları kapsayacak bir biçimde ele almış
(Kuyaş 1982: 10) ve aynı bilimsel disiplin içinde farklı paradigmalarla bilim yapma
uğraşısını şu şekilde açıklamıştır.

“Bilimsel devrimler çok sık meydana gelmediğine göre, normal zamanlarda
yapılan ‘olağan’ bilim uğraşını ve araştırmalarını bu geniş anlamıyla paradigmalar
yönlendirmektedir. Bilim yapan toplulukları ve değişik bilimsel uzmanlık alanlarını
belirleyen bu tür paradigmalara olan bağlılıktır. Thomas Kuhn, bir paradigmaya
kavuşan bilim dallarının biraz dogmatik bir yapıya sahip olduklarını, kendi bilim
yapma yöntemleri ve kuramları dışında kalan bilgilere kapalı olduklarını ileri
sürmektedir.”(Kuyaş 1982: 10).

Nitekim günümüzün önde gelen bilim felsefeci ve tarihçilerinden birisi olan
Andrew Sayer’in de “Sosyal Bilimlerde Metod” (Method in Social Science) adlı
çalışmasında (1992), bilim tasnifini temellendirdiği “açık” ve “kapalı sistemler”
kavramsallaştırması büyük ölçüde Kuhn’un söz konusu tespitinden kaynaklanmış
gibi gözükmektedir.

Bu bağlamda halkbilimine baktığımızda onun bağımsız bir disiplin olarak
ortaya çıktığından günümüze kadar geçen süreç içinde birden fazla paradigmaya
sahip olduğunu görürürüz. Bu da, Thomas Kuhn’un yukarıda işaret ettiği tek
paradigmalı bilim dallarının biraz dogmatik bir yapıya sahip olmalarının ve yine bu
tek paradigmalı bilim dallarının kendi bilim yapma yöntemleri ve kuramları dışında
kalan bilgilere kapalı olmaları tespitinin, erken dönem hariç, halkbilimi için geçerli
olmadığı gerçeğini ortaya çıkardığını disiplinimiz adına biraz da gururla
söyleyebiliriz.

Daha önce de bir başka çalışmamızda (Çobanoğlu 1999) işaret ettiğimiz gibi,
herhangi bir bilim dalı gibi halkbiliminin de ne olduğunu anlamak için
halkbiliminde yapılan araştırmalarda yaygın bir kullanıma sahip olan kavram, model
ve kavramlaştırmaları incelemek gerekir. Model ve kavramsallaştırmalar sadece
doğmuş olan soruları biçimlendirmezler bir yandan da dolaylı olarak da olsa
sorulara verilecek cevapları da içerirler. Bu bağlamda, halkbiliminde iki yüzyıla
yakın bir süredir devam eden ve Amerikalı halkbilim çalışmaları tarihçisi Barre
Toelken tarafından, "Halkbilimi konusuna ilk defa eğilen birisinin ilk olarak
dikkatini çekecek şeylerden birincisi, bu konuda yüzyıllardan beri devam ede
gelmekte olan bilimsel tartışmalardır.” (1979: 3) şeklinde ifade edilen
kavramlaştırma ve model tartışmalarının ne kadar çeşitli ve çok yönlü olduğu
hususu, aynı zamanda halkbilimindeki birden fazla padigmalılığın ve A. Sayer’in
(1992) ifadesiyle “açık sistem” oluşun doğal bir sonucudur.

Aynı şekilde halkbilimi disiplinin bu özelliğinden kaynaklanan “biraz” da
olsa “dogmatik” olmayış ve diğer bilim dallarının bilim yapma yöntemleri' ve
kuramlarına açık oluşun da nedeninin veya nedenlerinden en. önemlisinin söz konusu
tek paradigmalı olmayıştan, “açık sistem” oluştan kaynaklandığı açıkça ortaya
çıkmaktadır. Halkbilimin başka disiplinlerle kavram, kuram ve yöntem
konularındaki disiplinler arası ilişki ve etkileşimlerinin tamamı bu bağlamda
değerlendirilmelidir. Bütün bu ilişki ve etkileşimler disiplinimizi yeterince
kavramamış bazı mensuplarının bile zannettiği gibi gereksiz eklektik yapılanışlar
değiş bizatihi halkbiliminin bu son derece dinamik paradigmatik yapısından
kaynaklananan, bilim felsefesi ve tarihi için yukarıda da işaret ettiğimiz gibi
fevkalade önemli temel bir özelliktir.

Ancak, insanoğlu’nun soru sormasıyla başlayan genel anlamda bilimin, ve
özellikle de, üzerinde yaşadığımız dünya ve evren üzerinde sorulan geçerli sorulara
verilen güvenilir cevaplardan doğan ve halkbiliminin kesiştikleri kavşağı
oluşturduğu sosyal ve beşeri bilimlerin ürettikleri bilginin, “bilimsel” olma
ölçütlerinden birisi olarak kabul edilen “yanlışlanabilirlik” ilkesi düşünüldüğünde ve
“Bilimlerin gelişmesinde geçerli (yani cevaplandırılması mümkün) olan sorular az
değiştiği halde, güvenilir (daha doğrusu olduğu sanılan) cevaplar sürekli olarak
değişmektedir.” (Güvenç 1984: 3) şeklindeki tespit göz önüne alındığında
halkbiliminde yaşanılan durumun ona özel olmadığı ve bir bilim dalı olarak son
derece doğasına uygun bir süreci yaşadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bu bağlamda dikkati çekebilecek olan, “farklı bilişsel yapılar düşünceyi
farklı sonuçlara götürüyorsa, pozitivist için nesnellik yok olmuş sayılır”
saptamasının bilim tarihi ve bilim felsefesi açısından geçersizliğine işaret etmeliyiz.
Bu bağlamda, Thomas Kuhn, farklı bilgi türlerinin eş değerde, aynı geçerliliğe sahip
sonuçlar verebildiğini hem de, tarihsel örneklerle göstermiştir. “Çünkü düz bir çizgi
halinde ilerlemenin, başka tür bilgi tarzlarını yok eden, bir kenara iten bir ilerleme
olduğunu görmüştür. Tarih bu şekilde, batı rasyonel teknik düşüncesinin yendiği,
yok ettiği farklı biliş tarzlarıyla doludur. Bunun nedeni, bilgiden beklenen yararların,
bilgiyi farklı amaçlarla kullanma eğilimlerinin çatışmasıyla meydana gelen uygarlık
seçimleridir. Nasıl bir uygarlık diğerine egemen olmuşsa, bir bilim tarzı da diğerine
baskın çıkmıştır. (Kuyaş 1982: 20). Halkbilimi de bu bağlamda ve bir anlamda batı
rasyonel teknik düşüncesinin ortadan kaldırmağa yok etmeğe kıyamadığı farklı biliş
ve yaşayış tarzlarının rasyonel bir biçimde tespitinden başka bir şey değildir
denilebilir. Bu bir anlamda “gelenek” kavramının ve olgusunun “modemite” veya
“ilerleme” karşısında işlevselliğini ve sosyo-kültürel temellenmelerin temelini
oluşturuşunu vurgulamayla da eşanlamlıdır.

Bu süreci biraz daha açarak ve R. Bauman’ın (1992) ifadesiyle belirleyecek
olursak; “halkbilimciler geleneği veya gelenekselliği folklorun en temel vasfı
olarak kabullenmeyi büyük özenle tebarüz ettirdiler. Halkbilimcilerin gelenekselliği
değişik tavır alışlarla ve vurgulamalarla folklorun en temel ölçütü olarak tebarüz
ettirişleri, Max Weber'in klasikleşen anlayışıyla Protestan Reformu, Aydınlanma ve
Endüstriyel Kapitalizm gibi modem ideolojilerin neticesi olarak ortaya çıkan
ferdiyetçilik, yenilikçilik, ilericilik gibi yükselen temel değerlerine verilen bir
cevaptı. Gittikçe derinleşen ve belirginleşip biliç düzeyine çıkan modernleşmeye
dönüşümün ki bu süreç geleneksel otoritenin veya gelenekselliğin egemen olduğu ve
onun uygulamaya yönelik şekillerinin sosyal organizasyonu sağladığı kısımla
modernleşme neticesi ortaya çıkan arasındaki karşıtlık, modem olanların karşısında
yer alan veya geleneksel olarak devam edenler anlamında folklorun keşfedilişinin
de nedenidir. 19. yüzyılda folklora ilginin filizlenişi, devrin köktenci değişikliklerin
tamamını temsil eder olarak zuhur eden ve çağa damgasını vuran yeniliksellik
(modemity) veya modemleşmecilik olarak bilinen entellektüel gayretin ürünüydü.
Folklora olan ilginin söz konusu entellektüel gayretin bir kısmı olarak ortaya
çıkışının devam eden mirası ve kötü hatırası hâlâ folklorun popüler fakat
insanlığın sosyal gelişmesi sürecinde bilimsel akılcılıkla ulaşılan modem uygarlık
öncesinden kalma anakronik ahmaklıklar (folly), hurafeler (superstition), yalanlar
(falsehood) olarak takdim edilişi gibi çarpıtılmış folklor kabullerinde devam
etmektedir.

Öte yandan aynı entellektüel akımın yukarıdaki anlayışın tam tersi olarak
folklorun renkli, cazip, duygusal, tabiî ve otantik olarak vasıflandırılarak görüldüğü
ikinci bir folklor imajı daha vardır. Belki bu ikinci folklor telâkkisi birincinin akılcı
olarak adlandırılışının karşıtlığından haraketle romantik olarak adlandırılabilir.
Biraz da Herder'in mirası olarak bu romantik folklor telâkkisi Aydınlanmanın soğuk
akılcılığına karşı oluşan reaksiyondan kaynaklanıyordu ve folklorun otantik bir
milli kültürün temellerini oluşturduğu yerine bir milletin tarihi ve ruhsal
parçalanamaz bütünlüğünün gerçeği olduğu olarak üsteleniyordu. Bu bakış açısı
romantik milliyetçiliğin folklora, kültürel köklerin nostaljik tahmini, halk sanatı, el
sanatları, ve müziğin yeniden canlandırılması, "folklorico" olgusuyla halkhayatı
muhafaza programları, ve benzeri tavır alışlarla kutsayışının kaynağını oluşturur.
Bununla beraber gerek realist ve gerekse romantik bakış açılarının her ikisi de
folkloru modernliğin veya modem zamanların batıp kaybolmakta olan yüzü veya
yanı olarak kabul ettiler ve bu karşı konulamaz sosyo-kültürel değişmenin farkına

varış, bizim halk geleneklerine olan ilgimizin harekete geçirici kaynağıdır.’’(Banman
1992: 34).

Bu bağlamda daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bütün sosyal ve beşeri
bilimlerin yanısıra halkbiliminin kabulleri de "kültür" tanımıyla yakınen ilgilidir.
Halkbiliminin bağımsız bir bilim dalı olarak akademiya da yer aldığı 19. yüzyılda
kültür mükemmelleşmek, insanlığın, toplumun kendisini geliştirip
mükemmelleştirmesi olarak tanımlanıyordu. (Arnold 1988). Bu insanlığın topyekün
gelişmesi tanımına uygun olarak kültür, bilginin bilinçli olarak öğrenilip beynin ve
ruhun terbiye edilmesi sürecidir. (Schoemaker 1990: 1). Bir başka ifade ile
söyleyecek olursak kültürden anlaşılan daha çok yazılı ve kısmen de sözlü kültür
ortamı teknolojisi içinde gerçekleşen öğrenme eyleminin neticesi beynin içinde yer
alanlardı. Buna göre, kültür denilince edep, muâşeret, çok okumuşluk, üst tabaka
yaşantısı, modayı takip etme, yüceltilmiş hisler ve ince bir sanat zevki gibi somut ve
ölçülebilir nesnel desteklerden mahrum anlamlar kastedilmekteydi.

Oysa, 19. yüzyılın sonlarına doğru Edward B. Tylor'la (1958) başlayarak bu
anlayış bir toplumun bütün hayat tarzı ve üyelerince öğrenilen unsurların tamamı
olarak değişmeğe başlar. Artık kültür insanın öğrenerek beyninin içine
yerleştirdiklerinin ötesinde dışımızda yapıp ettiğimiz her şeyi karşılayacak biçimde
kullanılmaktadır. Günümüzde sosyal bilimlerde kültür denilince bir toplumun her
türlü kendini ifade edişlerinin tamamı veya toplam hayat tarzı anlaşılmaktadır. Bu
ifade edişler, davranışlardan, alışkanlıklara, törelerden gelenek ve göreneklere,
korkulara kadar pek çok değişik şekillere sahip olabilir. Aynı şekilde sanat, müzik,
mimari, düşünce, edebiyat gibi şuurlu inşa yolları da kültür içinde yer alır.
(Shoemaker 1990: 1). Bir başka ifadeyle kültür insanların biyolojik kalıtımlarının
ötesindeki ihtiyaçlar, doyumlar ve doyumsuzlukların şekillendirdiği ve insanların
öğrenme yoluyla kazandığı, edindiği, inşa ettiği maddi ve manevi birikimi, değerleri,
yönelimleri, duygu ve düşünce dünyaları, sosyal davranışları, teknolojileri ve
sanatlarının tamamını ifade eden ve doğaya (nature) eklenmiş yaratmalar,
donatmalar bütünün adıdır.

Halkbilimi, hem bir beşeri bilim ve hem de bir sosyal bilimdir. Dahası,
Simon Bronner’in “Folklorun çeşitli özellikleri ve bunlardan hareketle yapılmış
tanımları içinde birinin de “öğrenilmiş, sembolik davranışlar” olması nedeniyle,
“davranış bilimlerinin temel prensibi” olan “insan düşüncesi ve davranışları”
bakımından çalışılmasına yönelik kuramsal açılımları (1984b: 251) düşünüldüğünde,

6 halkbilimi, aynı zaman da bir “davranış” bilimidir.

Halkbiliminin bu çok yönlülüğü, onun üzerinde çalıştığı malzeme ve çalışma
yöntemlerinden kaynaklanan özelliğidir. Akademiya- da, bu özelliğe sahip başka bir
disiplinin olmaması halkbiliminin bu özelliğini feda etmesini gerektirmez. Tam
tersine halkbilimi bu özelliğini koruyup geliştirerek bir cephesiyle sosyal ve beşeri
bilimler arasında ve bir diğer cephesiyle de akademinin duvarlarıyla, geniş halk
yığınları arasındaki köprü olma işlevini daha da geliştirip kurumsallaştırarak
sürdürmek zorundadır.

Sosyal ve beşeri bilimlerin ortaya çıkışlarındaki rastlantısal kazalar ve ele
aldıkları sosyo-kültürel olguların örtüşmesi veya tasnif amacına yönelik ayırımların
sınırlı gerçeklikleri yansıtmasından kaynaklanan eksiklikler gibi nedenlerle
tamamının arasında birebir veya kümeleşme bazında mevcut alan, yöntem sorunları
vardır. Yoğun çatışmalarla geçen yaklaşık iki yüzyıllık bir sürecin sonunda
disiplinler arası çatışmalar günümüzde yerini disiplinler arası çalışmalara
bırakmıştır.

Bu bağlamda halkbilimci, amatör iştiyaklarla malzeme derleyen basit bir
derlemeci ve onların koleksiyoncusu olmanın ötesinde kültür teorisi ve kültürel
süreçlerle yakından ilgilenen kültürlenme, kültürleşme ve kültür değişmesi olaylarını
nesnel (objektif) bir gözle değerlendiren ve bu amaçla Edebiyat, Tarih, Antropoloji,
Sosyoloji, Psikoloji, Felsefe, Etnoloji, Coğrafya, Etnografya, Arkeoloji, Hukuk,
İlahiyat, Mimarlık, Sanat Tarihi, Sahne ve Gösteri Sanatları, El Sanatları, Giyim
Tasarımı ve Kreasyon, İç Mimari, Şehircilik Çalışmaları, Gıda Mühendisliği,
Endüstri Mühendisliği, Ziraat Mühendisliği, Veterinerlik, Eczacılık, Sinema
Çalışmaları, Kadın Çalışmaları, Kütüphanecilik Bilimleri, Dilbilimi, Göstergebilim,
İletişim Bilimleri, gibi bazıları için en azından bir kollarıyla, diğerleri için tamamen
kültürlerdeki bilgi, bilişim, bildirişim kısaca iletişim olaylarını inceleyen, çok çeşitli
bilim ve araştırma sahalarından yararlanan ve çalışmalarıyla kendi sahasının yanı
sıra bu komşu, yan ve alt bilim dallarına da katkı yapabilen kişidir.

Günümüzde aldığı bu son şekliyle halkbilimi, kültürel muhteva, kültürün
yapısı bağlamında insan ve insan davranışları konularının tahlilinde başvurulacak en
önemli bir sosyal bilim hüviyetindedir.6 Bu hüviyetiyle halkbilimi sosyal ve beşeri
bilimlerin öğretilerinin, alanlarının ve yöntemlerinin bazen birleşip örtüştüğü
çoğunlukla da kesiştiği bir kavşak konumundadır. Bu bağlamda, Halkbilimi, bir
topluluğun geleneksel ve anonim dünya görüşünü ve bunun dışa vurumları olarak
kabul edilen, söze, harekete ve nesneye dayalı olarak ifade edilen her türlü anlamlı
formu ve bunların oluşumları, geliştirilip ve pekiştirilmelerine yönelik iletişim
olaylarının içinde konu edildiği bir bilim alanıdır.

Halkbilimci, mensup olduğu disiplinin prensiplerine göre, bu anlamlı
dışavurum formlarını derler, kayıtlara geçirir, tür, tip ve motif esasına dayalı olarak
tasnif eder ve bu şekilde sınıflandırılmış malzemeyi kültüre özel olarak kendi içinde
veya kültürler arası denklik ve koşutluklar kurma esasına göre geliştirilmiş modeller
doğrultusunda karşılaştırır ve muhtelif kuramsal bakış açılarına göre yorumlayarak
tahlil edip bir senteze ulaşır. Bu halkbiliminin bütün entellektüel profesyonel meslek
sistemleri gibi sahip olduğu birinci branşı yani “saf ve teorik” bilgi üretimidir.7

Halkbiliminin ikinci branşı ise, halkbilimi çalışmalarında ortaya çıkan
kuramsal kavramların, geliştirilen araştırma yöntem ve teknikleri ile elde edilen
bilgilerin karşılaşılan sosyal, ekonomik ve teknolojik problemlerin çözülmesine
yönelik olarak “toplum” veya “kültür mühendisliği” alanlarında kullanılması demek
olan "Uygulamalı Halkbilimi" (applied folklore) çalışmalarıdır. (Çobanoğlu 1999: 1¬
5).

Bütün buraya kadar söylediklerimizden ve bir anlamda, halkbiliminin bilim
tarihi ve felsefesi içindeki yerini hatta önemini ve yüzeysel bir tanımlayışla
mahiyetini belirlemeye yönelik bu genel girişten sonra halkbilimi çalışmaları
tarihinde yer alan paradigmalara ve onlara dayalı olarak kültürler arasında diyalogu
gerçekleştirmeyi sağlayabilecek olan yöntem meselelerine yönelebiliriz. Ancak,
yukarıda bilim tarihindeki ortaya çıkışına işaret ettiğimiz ve günümüzde sosyal ve
beşeri bilimlerde yaygın olarak “Belirli bir bilim adamları topluluğunun paylaştığı
ortak değerler, inançlar ve anlayışların oluşturduğu düzlem” ve “Bilgi üretimini
mümkün kılan kavramsal şema.” veya “Varoluşla ilgili temel bilgi ve inançlarm,
insan evren ve toplum tasavvurunu mümkün kılan bilişsel çerçeve ve meşru bilme
biçimleriyle ilgili örtük varsayımların, belirli tarihsel ve toplumsal pratikle
desteklenmiş insani etkinliklerin anlam, amaç ve değerine ilişkin sorgulanamaz
önkabullerin kendine özgü bir iç mantıkla oluşturdukları uyumlu bütünlük.” şeklinde
tanımlanan ve kabul gören “paradigma kavramından hareketle halkbilimsel düşünce
tarihini ele aldığımızda, ulusal folklor kuramları bir yana genel halkbilimi içinde
dahi pek çok kuram ve bunların kaynaklandığı paradigma vardır.

Halkbilimi çalışmalarında yer alan, söz konusu kuram ve paradigmaları
örneklemek gerekirse, “Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemlerine Giriş” adlı
çalışmamızda (Çobanoğlu 1999) yer verdiğimiz; “Mitololojik Teori”, “Mitlerin
Meteorolojik Gelişimi Teorisi” “Güneş Mitleri Teorisi”, “Masalların Göçü ve
Kültürel Ödünçleme Teorisi”, “Tek Merkezli Yaratma Kuramı”, “Çok Merkezli
yaratma Kuramı”, “Tarihi-Coğrafı Fin Okulu”, “Epik Kanunlar Teorisi”,
’’Masalların Tip Katalogu”, ’’Halk Edebiyatının Motif İndeksi”, “Tarihi Yeniden
Kurma Kuramı”, ’’Evrimsel Halkbilimi Teorisi”, “Psikoanalitik Halkbilimi
Kuramları”, “Mit-Ritüelist Halkbilimi Kuramı”, “Tarihi-Kültürel Halkbilimi
Okulu”, “Biyolojik Halkbilimi Kuramı”, “Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı”,
“İdeolojik Halkbilimi Kuramları”, “Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi”, ’’Yığın
Kültürü Kuramı”, “Yapısal Halkbilimi Kuramları”, “Kahramanın Biyografisinin
Yapısal Çözümleme Modelleri” olarak “J. G. von Hahn’m Aryan Kahramanı
Biyografik Modeli”, “Otto Rank’ın Kahraman Kalıbı”, ”Lord Raglan’ın Geleneksel
Kahraman Kalıbı”, “Eric Hobsbawm’ın Sosyal Haydut veya Halk Kahramanı
Kalıbı”, “Vladimir Propp’un Yapısal Anlatı Çözümleme Yöntemi”, “Claude Levi-
Strauss’un Yapısal Çözümleme Yöntemi”, “İşlevsel Halkbilimi Kuramı”, “Sözlü
Kompozisyon Teorisi” ve “Performans Teori” gibi 30 civarında kuramsal çerçeve ve
bunlara dayalı araştırma modelleri mevcuttur.

Dahası, paradigma denebilecek kadar kapsamlı ve bağlayıcı ilkelerin henüz
gelişmemiş olduğu ve Thomas Kuhn’un “paradigma-öncesi” öncesi olarak
adlandırdığı “devirlerde bir çok bilim dalında doğadan olgu toplamanın rast gele
yapılan bir faaliyet olduğu, olgular arasında kuramsal ilişkiler kurma konusunda her
kafadan bir ses çıktığı görülmektedir” dediği devir ve dönemler halkbilimi
çalışmaları tarihi için de geçerlidir ve yaygın olarak “antiquaryen” (eski ve sözlü
halk atikaları kolleksiyonculuğu) dönem olarak adlandırdığımız bu devirden
tamamen sarfınazar etmemize ve Kuhn’un “tek bir paradigmanın sağladığı yasalar,
ampirik genellemeler, deneysel araçlar ve bir ölçüde metafizik inançlar çevresinde
birleşen bilim adamlarının olguları daha amaçlı tarzda toplayabildiği, görüşlerinin
bir anlamda kısıtlandığı fakat tek bir alandaki bilgilerinin derinleştiği”nin (Kuyaş
1982: 16) görüldüğü halkbilimi çalışmaları dönemimde bile yukarıda ifade ettiğimiz
gibi 30 civarında muhtelif sayılarda halkbilimci “bilim adamları topluluğunun
paylaştığı ortak değerler, inançlar ve anlayışların oluşturduğu düzlem” veya “bilgi
üretimini mümkün kılan kavramsal şema” yani paradigmayla karşı karşıyayız.
Esasen, eksik bile olduğunu rahatlıkla ifade edebileceğimiz bu halkbilimsel
araştırma model ve kuramsal çerçevelerinin dayandıkları paradigmaları tek tek ele
alıp burada incelememizin imkanı yoktur.

Ancak bunları söz konusu çalışmamızda da yaptığımız gibi iki temel veya üst
belirleyici yahut ana paradigma etrafında gruplandırarak ele almak ve böylece ikisini
mukayese ederek eski ve yeni halkbilimi araştırma yöntemlerinin hiç olmazsa genel
veya temel özellikleri ortaya konulabilir. Buna göre birinci grup araştırma
yöntemleri ve kuramlarının yer aldığı temel paradigma “Metin Merkezli” (text
oriented), ikinci grup araştırma yöntemleri ve kuramların yer aldığı temel paradigma
ise “Bağlam” veya “İcra Merkezli” (context oriented) olarak adlandırılmaktadır.

Böyle bir ayırıma giderek birçoğu birbirinden bağımsız olarak gelişmiş
halkbilimsel paradigmalar manzumesini ikili bir yapıya indirgeyerek ele almayı
yadırgayanlar için hemen söyleyelim iki neden vardır. Bunların yukarıda işaret
ettiğimiz birincisi, zaman ve yer bakımından mümkün olmayıştan kaynaklanan
işevuruk veya pratik nedendir. İkincisiyse, Thomas Kuhn’un işaret ettiği anlamda
halkbilimi çalışmalarında büyük bir bilimsel devrime; kuru metin tahlilinden onu
içinde icra edildiği şartlar bütünü anlamında bağlama ve icrasına bağlayarak
bütüncül bir biçimde ele alışı gerektiren teorik kopma veya yeni paradigmatik
yapılanıştır.

Bilindiği gibi halkbilimi çalışmalarında, birisi Klasik Edebiyat
Araştırmalarından diğeriyse Dilbilimi ve Kültür Antropolojisinden kaynaklanmakla
birlikte asıl tesirlerini halkbilimindeki eski veya “metin merkezli” paradigmaya karşı
gösteren “Sözlü Kompozisyon Teorisi” ve “İşlevselcilik Kuramı”nın açtığı çığırı,
1960’lardan sonra ortaya çıkan Performans Teori son derece hızlı bir biçimde
bilimsel bir devrime dönüştürmüş ve günümüz halkbilimi çalışmalarına “bağlam”
veya “icra” merkezli paradigmayı egemen kılmıştır. Dolayısıyla çalışmamız
boyunca “bağlam merkezli paradigma” ifadesiyle teorik öncül çalışmalardan
sarfınazar ederek esas olarak bu üç kuramsal çerçeveyi kapsayan bir şemsiye terim
hüviyetiyle kullanacağız. Bunlar dışında kalanları da “metin merkezli paradigma”
ifadesiyle nitelendireceğiz. Bu ele alışımızın bilim felsefesi ve tarihindeki dayanağı,
“her kavramsal ve bilimsel devrimde bakış açısı ve yöntemler değiştiği gibi, görülen
dış dünya da bir ölçüde farklılaşmakta, farklı yorumlanmaktadır. İlerleme boyutu,
tek olan bilginin özünde değil, farklı bilgiler arasında yapılan seçimin
niteliğindedir.” (Kuyaş 1982: 11) şeklindeki hükümdür.

Ancak bu ayırım veya tavır alış bizi bir paradigmatik fanatizme
sürüklememelidir. Büyük Fransız düşünürü Raymond Aron’un “Bilim adamının”
veya daha doğru bir ifadeyle insanının “davranışı, amaçla ilgili akılcı bir davranıştır.

Bilim adamı evrensel açıdan geçerli olacak gerçek önerilere, nedensellik ilişkilerine
ya da anlaşılır yorumlamaya ulaşmaya çalışır.” (Aron 1989: 348) şeklindeki
saptaması ve “bilimin görevi, düşünce ile gerçeklik arasında bir uyum yahut
özdeşlik sağlamak değil, gerçeklikten sağlanabilen sistematik deneyimleri tutarlı bir
yapı içinde birbirine bağlamak ve bu yapının doğruluğunu giderek arttırmaktır.”
(Kuyaş 1982: 12) şeklindeki çıkarsama, halkbilimcileri yeni paradigmanın militanı
olma tavrında düşmekten alıkoyucu olmalıdır diye düşünüyorum.

Nitekim bu konuda ve eski halkbilimi paradigmalarının da bilinmesinin
gerekliliği konusunda bilim felsefesi ve tarihinin “İnsanın bir yenilik ya da buluş
yapabilmesi için, karşı çıkacak kadar iyi bildiği bir geleneğe sahip olması lazımdır.
İster sanatta olsun, ister bilimde, yenilik boşlukta yaratılamaz, eski geleneklere karşı
çıkılarak yapılır.” (Kuyaş 1982: 15) şeklindeki yaklaşımı yol gösterici niteliktedir.
Biraz da bu nedenle ve söz konusu değişimi daha iyi vurgulayabilmek için
halkbilimindeki “metin” ve “bağlam” merkezli paradigmaların veya eski ve yeni
halkbilimi araştırma yöntemlerinin maddeler halinde sıraylayıp karşılaştırmamız
yararlı olacaktır.

I. Metin Merkezli Halkbilimi Paradigmasına göre halkbilimi

araştırmalarının temel özellikleri:

1.)    Halk tanımı: Okuma yazma bilmeyen, kırsal kesimde ve büyük ölçüde
tarım toplumu hayatı yaşayan ve toplumsal tabakalaşmada alt belki de en alt
sıralarda yer alan insanlar topluluğu şeklindedir. Bu anlayışa göre halk bağımlı
olarak tanımlandığı özelliklerini yitirecek ve buna dayalı bir çalışma da ortadan
kalkacaktır.

2.)    Malzeme olarak folklor tanımı: Malzeme olarak folklor bitmiş
tamamlanmış bir ürün (product) olarak düşünülmekte buna göre de folklor
derlenmekte ve toplanmakta olan bir şey şeklinde düşünülmektedir. Örneğin nerde
ve nasıl olursa olsun bir masalın metninin anlattırılıp kaydedilmiş olması, malzeme
olarak metnin toplanması yani derlenmesi anlammda temel yeterlilik ölçütü şeklinde
düşünülmüş gibidir.

3.)    Geçmişe dönük eski ve geleneksel kültürel unsurlara yönelik olma: İlk iki
kabulden hareketle ele alınıp çalışılan malzeme veya folklor unsurları neredeyse
daimi olarak geleneksel veya geçmişten aktarılarak gelenler veya eski unsurlar
olmak gibi bir yaklaşım içinde değerlendirilmişlerdir. Bu aynı zamanda metin
merkezli kuramların neredeyse tamamının artsüremli olmalarının veya bu tür
malzemeye yönelmelerinin de bir başka nedenini oluşturmuştur.

4.)    Araştırmaya esas teşkil eden metindir (text): Halkbilimi unsurlarını bitmiş
tamamlanmış bir ürün olarak ele alan yaklaşımların sözlü kültür ortamında yaratılan
yaşayan ve teatral bir biçimde icra edilen unsurların sözel kısımlarını edebi bir metin
haline dönüştürerek çalışmak araştırmaların esasını teşkil etmiştir. Bu sözlü kültür
ortamında canlı yaşayan değişen gelişen dönüşen ve ölen yani ortadan kalkan bir
özelliğe sahip olan folklorun sadece sözel kısmının yazma teknolojisiyle yazılı
kültür ortamı nesnesi haline getirilmek suretiyle dondurulup öldürülerek
çalışılmasından başka bir şey değildir.

5.) Tür tasnifi donmuş veya statik bir yapısal özellik gösterir belirleyicidir:
Metin merkezli halkbilimi paradigması doğrultusunda yapılan çalışmalarda katı ve
donmuş bir tür anlayışı kabullenilmiş ve ileri sürülen ölçütlere uymayan nerdeyse
her metin “dejenere” veya “bozulmuş” kabul edilerek tasnif ve tahlil dışı
bırakılmıştır. Eğer sözkonusu “bozulmuş” veya “dejenere” olmuş metin, eskilik
veya başka bir nedenle vaz geçilemeyecek değerde bulunmuşsa sözlü kültür
ürünleri için kabul edilemeyecek bir uygulama olan “metin tamiri” veya “metni
yeniden kurma” gibi edebiyat biliminin yöntemlerine başvurulmuştur.

6.) Folklor mahsûlleri veya olayları halksızlaştırılmıştır: Bağlamından
koparılmış metin halkbilimi çalışmasının esasım teşkil edince doğal olarak onları
yaratan ve icra eden halk ile herhangi bir ilişkisi ikinci veya daha da geri planda
düşünülmüş ve böylece “toplanmış ürün”ler üretici ve tüketicilerinden yani halktan
izole edilerek çalışılmıştır. Bu yönüyle de söz konusu malzeme veya materyalin
sahipleri için ne anlama geldiği ve ne iş yahut işlev gördüğü dikkati nazara
alınmamıştır.

7.) Metnin analizinde tema, uslup, stili, yapı, motif, epizot ve yapı temel
araştırma birimleridir:
Metin merkezli paradigmalar doğrultusunda yapılan tahlil
çalışmalarında ağırlıklı olarak kullanılan araştırma birimleri tematik analiz ve yine
bununla yakınen ilgili olan uslup, stili, motif ve epiztottur. Yapısalcılığın
yaygınlaşmasıyla birlikte bunlara kahramanın biyografisi, masalın değişmez yapısı
ve mitlerin derin yapısında ifade edilenleri ortaya koymaya yönelik yapı unsurları
eklenmiştir.

II. Bağlam” veya “İcra Merkezli Halkbilimi Paradigmasına göre

halkbilimi araştırmalarının temel özellikleri:

1.)    Halk tanımı: Halk tanımı aralarında en az bir müşterek faktör bulunan ve
teorik olarak ez az iki kişiden oluşan insan grubuna dönüşmüştür. Bununla birlikte
aile biriminden daha küçük sayıda insanm paylaştığı bir grup halkbilimi
araştırmalarının konusu olmuş değildir. Bir başka ifadeyle en az iki kişi ibaresi
teorik bir soyutlamanın ötesinde anlam kazanmış değildir. Ancak halkın bu şekilde
tanımlanması halkbilimcileri köy veya kırsal kesimle çalışma yapar durumdan
kurtarmış ve bir toplumun bütün üyelerini okuma yazma bilsin bilmesin her türlü
sosyo-kültürel ve ekonomik insan topluluğunu çalışır hale getirmiştir. Buna göre
hepimiz veya herkes halkın bir parçasıdır9.

2.)    Malzeme olarak folklor tanımı: Bağlam merkezli halkbilimi paradigması
folkloru bitmiş tamamlanmış bir ürün değil, anlatan ve dinleyen arasında geleneksel
anlatı yoluyla kurulan sanatsal (artistic) bir iletişim biçimin içinde gerçekleştirildiği
yaratıcı bir süreç (prosess) olarak kabul etmektedir. İletişime bağlı bir süreç olarak

9 Bauman’ın (1992) tespitiyle “ilk olarak onsekizinci yüzyıl sonlarında Almanya'da sosyal
teori ile tanıştırılan halk terimi, Wilhelm Wundt (1832-1920), William Graham Summer
(1840-1910), Ferdinand Tönnies (1855-1936), Emile Durkheim (1855-1917) ve diğerlerinin
çalışmalarıyla muhteşem bir evrim geçiren ondokuzuncu yüzyıl sosyolojisinin tipik
geleneğinin
temel kavramlarından birisi haline gelmiş” olan bu kavrama dair halkbilimsel
düşünce geleneğindeki tartışmaların mahiyeti konusunda daha fazla bilgi için bkz. (Dundes
1977; Bronner 1986; Zumwalt 1988).

folklor aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük
gruba sahiptir. Bu durum folklorun özel bir bağlamıdır. Bir grup “birbirleriyle çok
sık olarak bir zaman dilimi içinde iletişim kuran ve her kişinin diğer her bir kişiyle
başkaları yoluyla ikincil elden değil doğrudan doğruya yüz yüze iletişim kurmasına
yetecek kadar az sayıdaki kişilerin toplamıdır. Bir grup; bir aile, bir sokak çetesi bir
oda dolusu fabrika işçisi, bir köy, bir kabile hatta topyekün bir millet olabilir. Bunlar
farklı düzenlerde ve kalitelerde sosyal üniteler, aynı zamanda onların hepsi büyük
veya küçük ölçüde bir grup karakterine ait özellikler sergilerler. Dan Ben Amos’un
ifadesiyle, “Folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde incelemek
gereklidir. Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil,
bir süreç kelimenin tam anlamıyla iletişimsel bir süreçtir. ” (Ben-Amos 1971).
Böylece, Dan Ben-Amos tarafından, folklorun kendi kültürel bağlamından hareketle
bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp “iletişimsel bir süreç” olduğu tespiti
yapılmıştır ki bu o zamana kadar mevcut yapılanışların ötesinde bir yaklaşımdır ve
yeni paradigmanın birincil dereceden önemli ayırt edici ölçütlerinden birisidir. Buna
ve daha önce verdiğimiz yeni halk tanımına dayalı olarak da folklorun tanımı,
“folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal) iletişimdir. ” şekline dönüşmüştür.

3.)    Sadece geçmişe dönük eski ve kültürel unsurlara yönelik değil yeni ve
şimdiye ait kültürel unsurlara da yönelik olma:
Bağlam veya icra merkezli
paradigmaya göre folklor üründen ziyade iletişimsel bir olay olarak tanımlanıp kabul
edilince bu olayın gerçekleştiği yaratıcı sürecin bir sonucu olarak ortadan kalkan
“urform” anlayışı veya varyant ve versiyon kavramı, beraberinde her icranın yeni bir
yaratma olması kabulünü getirmiş dahası ele alınan halk kültürel unsurların sadece
geçmişten gelenek yoluyla gelenlerle sınırlandırılmasını da ortadan kaldırrarak yeni
ortaya çıkan ve kalıplaşan insan davranış ve düşünceleriyle duygularının dışavurum
formlarının halkbilimi çalışmalarının araştırma nesnesi olmasını sağlamıştır.

4.)    Araştırmaya esas teşkil eden teatral özelliklere sahip sözlü metnin icra
edilişi ve icranın gerçekleştiği bağlamdır (context):
Halk tanımı ve buna dayalı yeni
folklor tanımı beraberinde folklorun içinde canlı bir gösterimin icrasının
gerçekleştiği sosyo-kültürel ve fiziki şartlar bütünü olarak tanımlanabilecek olan
bağlam’ın (context) yani metinle birlikte varolanların veya metnin içinde birlikte
varolduklarının da anlam, işlev ve yapı bakımından önemini ortaya çıkarmış ve
bunların da halkbilimi çalışmalarında en az metin kadar hatta bazen daha fazla bir
öneme sahip olmaları nedeniyle alan araştırması ve değerlendirme çalışması
bakımlarından halkbilimsel araştırmanın olmazsa olmazı durumuna dönüşmesi
gerçekleşmiştir. Bağlam merkezli halkbilimi paradigmasına göre alana çıkıp diyelim
ki, “Kastamonu Manilerinin” metinlerinin derlenip yayınlanması hiçbir anlam ifade
etmez, ama bir atasözünün dahi farklı sosyo-kültürel bağlamlarda kullanılırken
yüklendiği toplumsal veya sosyal semantik anlam ve işlevler son derece önemlidir.
Hiç şüphesiz bu durum her türlü folklor olayı veya ürünü için geçerlidir.

5.)    Tür tasnifi esnek veya dinamik bir yapısal özellik gösterir tek başına
belirleyici değildir:
Bağlam merkezli halkbilimi paradigaması doğrultusunda yapılan
çalışmalarda türler arasındaki etkileşimleri, geçişleri ve dönüşümleri icra edildikleri
bağlama bağlı olarak tespit edebilmek mümkün olmuştur. Tür tespitlerinde metnin
(text) yanısıra, içi bütünlüğünde tonlama, durma vb. diğer metnin iç yapısını ele
veren veya ortaya koyan sözeldokusal (texture) ve bağlamsal (context) ölçütler de
kabul edilmiştir8.

6.)    Folklor mahsûlleri veya olayları halkla birlikte ele alınmaktadır:
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ortaya çıkan yeni halk ve folklor tanımı ile bunlara
dayalı olarak ortaya konulan bağlam ve icra kavramlarının halkbilimsel çalışma
bakımından önemi folklor olay veya ürünlerinin içinde yer aldıkları veya ait
oldukları insan topluluğu içinde yaşayan anlamlı ve işlevsel yapılar vahut dışa
vurum formları olarak onları yaratan yaşatan ve kullanan insanlardan ayrı olarak
düşünülemez ve çalışılamaz anlayışı ortaya çıkmıştır.

7.)    Metnin analizi yerine metnin içinde teatral bir biçimde icra olduğu folklor
olayının analizi esastır; analizde tema, uslup, stili, yapı, motif ve epizot gibi
doğrudan metne yönelik ölçütlerin yanısıra sözeldoku (texture) yapı, işlev, yorumcul
çerçeve, bağlam (context) veya icraya (peformance) yönelik ölçütlerde temel
araştırma birimlerinden bazılarıdır:
Günümüzde yaygın olarak kullanılan bağlam
veya icra merkezli halkbilimi paradigması doğrultusunda yeni araştırma problemleri
ve bunların çözümüne yönelik yeni araştırma ve değerlendirme ye yönelik model
geliştirme çalışmaları son derece hızlı bir biçimde devam etmektedir. Bu hiç
şüphesiz bilimin doğası gereği her ileri sürülenin kabul edildiği anlamına
gelmemekle birlikte bugün için geçerliliği yaygın olarak kabul edilmiş olan bir
ikisini burada kısaca özetlemek yararlı olacaktır diye düşünüyorum.

Yeni halkbilimi anlayışı veya Performans Teori’ye kadar yaygın halkbilimi
anlayışı olan ve folkloru bir “şey” bir nesne, bir unsur, tamamlanmış bir ürün olarak
düşünüp folklor unsuru veya şeyi üzerine çalışmak, Performans Teoriyle birlikte,
folkloru bir olay olarak canlı bir icra veya yapılan ve gerçekleşen bir süreç olarak
düşünen ve ele alan yeni bir yaklaşıma dönüşmüştür. Bu anlayış içinde sözlü anlatım
bir sosyal olaydır ve teatral anlamda bir icra veya performans olan bu sosyal olay, üç
temel unsurdan, anlatan, dinleyen ve anlatılan geleneksel anlatıdan oluşmaktadır.
Günümüzde halkbilimciler, sözlü halkbilimi unsurlarını anlatılan geleneksel anlatı
etrafında onu anlatan ve dinleyen tarafların oluşturduğu bir sosyal olay, bir gösterim
bir başka ifadeyle icra olarak ele almaktadırlar. Bir başka ifadeyle bir folklor
olayının icrası söz konusu üç unsurdan oluşmaktadır.

Sonuç olarak, halkbiliminin hümanistik düşüncenin parçalanışıyla başlayan
sosyal ve beşeri bilimlerin felsefeden ayrılarak bağımsız disiplinlere dönüşme
sürecinin sonucu oluşan iki yüzyıllık geçmişinde diğer disiplinlerde görülemeyecek
derece de bir paradigma bolluğuna ve “açık sistem” olmaktan kaynaklanan
yorumlayış zenginliğine sahip olduğu görülmektedir. Yukarıda ele aldığımız, “halk”,
“tür” ve “metin”, “bağlam” gibi ölçütler göz önüne alındığında yapılabilecek bir
genellemeyle ikili bir yapıya indirgenebilecek olan bu paradigmatik yapının dahi
birbiri yerine ikame etmeden ziyade yeni bir yorumlayış zemininden fazla bir anlam
ifade etmediği ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda halkbilimciler, ürettikleri
halkbilimsel bilginin gerçekliğin veya dış dünyadaki olgu ve olayların sadece ve
“muhtemel” bir veçhesini yansıtabilirliği “mutlak” arayışlarına dönüştürmeden ve
pek çok diğer sosyal ve beşeri bilimin On dokuzuncu ve Yirminci yüzyılın ilk
yarısmda düştükleri “dogmatik” konuma düşmeksizin paradigmatik zenginliklerini
korumaları ve çeşitlendirmeye devam etmeleri disiplinlerinin akademiyadaki
epistemolojik bakımdan özgün konumunun da bir gereği olduğunu daima göz
önünde bulundurmalı ve kültürlerin diyalogu bağlamında “biz” ve “onları”
tanımanın mümkün olan en rasyonel zeminin halkbilimi araştırmalarında
gerçekleşebileceğini açığa çıkarak çalışmalara yönelmelidirler.

Kaynakça

Abrahams, Roger D. 1968. “Introductory Remarks to a Rhetorical Theory of
Folklore.”
Journal of American Folklore, S. 81, s.143-148.

Abrahams, Roger D. 1969.“On Meaning and Gaming.” ” Journal of American Folklore, S.
82, s. 268-270.

Arnold, Mattew. 1988 (1869). Culture and Anarchy. Ed. J. Dover Wilson. Cambridge:
Cambridge University Press.

Aron, Raymond. 1989.(Çev. K. Alemdar) Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Ankara:

Bilgi Yayınevi.

Bascom, William.1983. “Malinowski’s Contributions to the Study of Folklore .” Folklore,
C.94, S. 2, s. 163-172.

Bauman, Richard. 1971 .’’Differential Identity and the Social Base of Folklore” Journal of
American Folklore,
C.84, S. s.

Bauman, Richard. 1977. Verbal Art as Performance. Prospect Heights, Illinois: Waweland
Press Inc.

Bauman, Richard. 1992.”Folklore” Folklore, Cultural Performances, and Popular
Entertainments,
(ed. R. Bauman), s. 29-40, Oxford: Oxford University Press.
Ben-Amos, Dan. 1971.” Toward a Definition of Folklore in Context”
Journal of American
Folklore,
C.84, S. s.

Ben-Amos, Dan. 1976.(ed.) Folklore Genres. Austin:University of Texas Press.

Brodbeck, May. 1968. Readings in the Philosophy of the Social Sciences. New York:
University of Minnesota.

Bronner, Simon. 1984b.”Folklore and the Behavioral Sciences. Anthropos, S. 79, s. 251-255.
Bronner, Simon. 1986.
American Folklore Studies: An Intellectual History. Lawrence:
University of Kansas Press.

Burry, J. B. 1960. The Idea of Progress. New York: Dover Publications.

Coccchiara, Giuseppe.l981.(çev. J. McDaniel) The History of Folklore in Europe.
Philadelphia: Institute for the Study of Human Issues.

Çobanoğlu, Özkul.1999. Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine
Giriş.
Ankara: Akçağ Yayınları.

Degh, Linda. 1986. “Introduction.” Journal of Folklore Research, C. 23, S. 2/3, s.77-85..
Dow, J. R. ve
H. Lixfeld.1986. German Volkskunde: A Decade of Theoretical
Contfrontation, Debate and Reorientation (1967-1977).
Bloomington: Indiana
University Press.

Dundes, Alan.l964.”Texture, Text and Context.” Southern Folklore Quarterly, S.28, s.251-
265.

Dundes, Alan. 1977. “Who are the Folk?” Frontiers of Folklore, (ed. W. Bascom), Boulder:
Westview Press for the AAAS, s. 17-35.

Geertz, Clifford. 1973.The Interpretation of Cultures. New York: Basic Books Inc.,
Publishers.

Georges, Robert. 1969. “Toward an Understanding of Storytelling Events.” Journal of
American Folklore,
S. 82, s. 313-328.

Güvenç, Bozkurt.1984. İnsan ve Kültür. Istanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.

Hanson, N.R.1961. Scientific Change. Oxford: Basic Books.

Herzfeld, Michael.1986. Ours Once More: Folklore, Ideology, and the Making of Modern
Greece.
New York: Pella Publishing Company.

Keat, R. ve J. Urry.1975. Social Theory as Science. London: Routledge & Kegan Paul.

Kuhn, S. Thomas. 1970. The Structure of Sicentific Revolutions. Chicago: The University
of Chicago Press.

Kuhn, S. Thomas. 1982. (Çev. N. Kuyaş) Bilimsel Devrimlerin Yapısı. Istanbul: Alan Yay.

Kuyaş, Nilüfer.1982. “Çevirmenin Sunuşu.” Bilimsel Devrimlerin Yapısı. (T.S. Kuhn)
İstanbul: Alan Yayıncılık.

Larson, Magali Sarfatti. 1977. The Rise of Professionalism: A Sociological Analysis.
Berkeley: University of California Press.

Öztürkmen, Arzu. 1998. Türkiye’de Folklor ve Milliyetçilik. İstanbul: İletişim Yayınevi.

Parsons, Talcott.1968. "Professions." International Encyclopedia of the Social
Sciences,
c. 12, s. 36-47.

Sayer, Andrew. 1992. Method in Social Science: A Realist Approach. London: Routledge.

Shoemaker, George H.1990. The Emergence of Folklore in Everyday Life. Bloomington:
Trickster Press.

Toelken, Barre.1979. The Dynamics of Folklore. Boston: Hougto Mifflin Company.

Tuna, Korkut.2000. Batılı Bilginin Eleştirisi Üzerine. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.

Tylor, Edward.1958.[1871]. Primitive Culture: Researches into the Development of
Mythology, Philosophy, Religion, Language, Art and Custom.
London: J. Murray.

Wilson, A. Wilson. 1976. Folklore and Nationalism in Modern Finland. Bloomington:
Indiana University Press.

Wilson, A. Wilson. 1990."Herder, Folklore and Romantic Nationalism." Folk Groups and
Folklore Genres,
(ed. E. Oring), s.21-37. Logan: Utah State University Press.

Zumwalt, LĞviy R.1988. American Folklore Scholarship: A Dialogue of Dissent.
Bloomington: Indiana University Press.

1

   Halkbilimi çalışmaları tarihçilerinin ve bilim tarihçilerinin halkbilimsel düşünce tarihine çok
yakın zamanlara kadar gereken önemi vermeyişlerini Linda DĞgh’in “Diğer sosyal ve beşeri
bilimlerden ne daha erken ne de daha geç gelişmemesine rağmen 20. Yüzyılda halkbilimciler
nedense alanlarını” yeni veya genç bir disiplin” olarak nitelendirme kompleksine kapıldılar.”
(1986: 78) şeklindeki veciz tespitine bağlamamak mümkün değildir.

2

   Halkbilimi çalışmaları tarihinde bu konuda yapılmış monografi örnekleri olarak bkz.
(Herzfeld 1986; Öztürkmen 1998; Wilson 1976 ve 1980)

3

   Halkbiliminin (folkloristics) Avrupa düşünce tarihinde bağımsız bir disiplin olarak ortaya
çıkış sürecine dair daha fazla bilgi için bkz. (Cocchiara 1981).

4

   Batılı bilginin gelişim sürecinin eleştirisine dair bkz. (Tuna 2000).

5

T. Kuhn “paradigma” (paradigm) terimini yapısalcı dilbiliminden ödünç almıştır. Bu konuda
daha fazla bilgi için bkz. (Kuyaş 1982).

6

   Sosyal ve beşeri bilimlerdeki yeniden yapılanış ve yorumlayış tecrübelerine dair
daha fazla bilgi için bkz. (Brodbeck 1968; Geertz 1973; Dow 1986)

7

   Profesyonel meslek sistemleri olarak akademik yapılanışlara dair daha fazla bilgi için bkz.
(Parsons 1968; Larson 1977).

8

Halkbilimsel düşünce tarihinde bu konuya dair tartışmalar için (Abrahams 1968; 1969;
Bauman 1971; 1977; 1983; Ben-Amos 1976; Dundes 1964; Georges 1969; Toelken 1979)
gibi çalışmalara bakılabilir.