ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

KÜLTÜR TURİZMİNDE “YÖRESEL” VE “OTANTİK” OLANI
SORGULAMAK VE TÜKETİLMİŞ MEKÂNLARI YENİDEN
ÜRETMEK ÜZERİNE
1

Evrim ÖLÇER ÖZÜNEL1

Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 6/4 Fall 2011, p. 255-262, TURKEY

ÖZET

Kültür turizmi günümüzde öne çıkan kavramlar arasındadır.
Turizmin bacasız bir sanayi kolu olduğu fikri yaygınlaştığından beri bu
alana yönelen dikkat yoğunlaşmıştır. Ne var ki eski zamanların gittiği
yerle geldiği yer arasında köprüler kuran seyyahlarının yerini bugün
gittiği yeri bir tüketim nesnesine dönüştüren turistler almıştır.
Günümüzde modern seyahat anlayışı eskisine göre oldukça
farklılaşmıştır. Makalede öncelikli olarak çağdaş turizm anlayışının
çıkmazları, çözüm odaklı bir yaklaşımla yeniden ele alınacaktır. Güneş-
deniz kum üçgenine sıkıştırılmış Türk turizmini içinde bulunduğu
buhrandan çıkartmak için özellikle halkbiliminin son dönem
tartışmalarının odak olarak görülmesi önemlidir. Bu nedenle çözüm
odaklı yaklaşımların merkezine öncelikle “somut olmayan kültürel miras”
kavramı yerleştirilecektir. Ek olarak çağdaş turizm algısının mekânsal ve
içsel tüketim alanlarının yeniden inşası sorunu, merkeze alınan bu
kavramla ilişkilendirilerek çözüm önerileri getirilmiştir. Bunu yaparken
de John Urry, George Ritzer’in kuramsal çözümlemelerinden
faydalanılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Kültür turizmi, somut olmayan kültürle miras,
mekân ve anlatı

QUESTIONING THE LOCALITY AND AUTHENTICITY IN
CULTURAL TOURISM AND ARGUING THE SPACE CONSUMING

ABSTRACT

There appears a big difference between the voyagers of ancient
times and the travellers of today. The concept of modern travelling is far
more steps beyond from the voyagers that builds cultural bridges
between civilizations. Today, the global concept of “modem” tourism
sector’s menthality focuses rather different from the ancient voyagers
culture. Most of the developing countries perceives tourism as an
industurial brunch. In fact, some of them canalize their investments to
touristic areas and regard it as a life saver. So this clearly shows us that
modern tourism concept existance depends on the triology of packing,
marketing and consuming. This triology of modenization brougt new

notions to both our daily lifes and our perception of identity.
Furthermore, these notions became dominant at our national indentity
construction process. Also, modernisation succeeded in constructing its
own habitus. One and very important habitus of modern world shows up
in touristic zones.

Thus in this aticle, the new notions of modern tourism concept like
authentification, locality and the consuming spaces of modern tourists
will be discussed. Along with this, the importance of enchanting the
touristic spaces without degenerating the cultural and touristic spaces
will be argued. While doing this, the theories of John Urry, George Ritzer
will be used. Besides, in this paper all these issues stated abowe will be
related and argued with UNESCO’s
Convention for the Safeguarding of
the Intangible Cultural Heritage (2003).

Key Words: Cultural tourism, intangible cultural heritage, space
narratives

Günümüz seyahat kültürü geçmiş yüzyılların seyyahlık anlayışından oldukça farklı bir
noktadadır. Eskinin medeniyetler arası bağ kurmayı hedefleyen, gittiği yer ve geldiği yer arasında
kültürel köprüler kuran seyyahlık anlayışı, yerini farklı biçimlere bırakmıştır. Eskinin “kadim
seyyahlarının yerini bugünün “çağdaş turist”leri hatta “sanal seyyah”ları almıştır. Bu kadim
seyyahlar sanayi devrimi ve modernleşme ile birlikte ilk önce birer çağdaş turiste dönüşmüş
ardından teknolojik gelişmelerin güdümünde “sanal seyyah”lara evrilmişlerdir. John Urry’e göre
bu durum, seyahat olgusunun demokratikleşmesiyle yakından ilişkilidir. 19. yüzyıla dek seyahat
edebilmek sadece dar bir seçkinler grubu için olanaklıydı ve bir statü işareti sayılmaktaydı. Daha
sonra yüzyılın ortalarında gelişen demiryolu ağ sisteminin ilk kez kitlesel seyahate olanak tanıması
seyahat olgusunu demokratikleştirmeye başladı (Urry 1999: 178). Urry’nin vurguladığı bu
demokratikleşme süreci, seyahat olgusunun odağının da değişmesine neden olmuştur. Öyle ki,
eskiden vurgu “giden kişi” ekseninde şekillenirken söz konusu demokratikleşmenin ardından,
“gidilen yer”e doğru kaydırılmıştır. Bu gelişmeyle birlikte seyahat eden kişi nitel önemini kısmen
de olsa yitirmiş ama aynı zamanda nicel bir “değer” olarak görülmeye başlanmıştır. Kişiye
yönelen bu “değer” gidilen yerin bir tüketim nesnesi olarak görülmesini kolaylaştırmıştır. Aynı
zamanda, bireyden mekâna kayan odak, beraberinde “turizm” olarak adlandırılan sektörün de
canlanmasını sağlamıştır.

Ardından yaşanan “sanal seyyah”lık döneminde, artık seyahat etmenin başat unsuru olan
coğrafya ve mekân olgusu bile, zayıflamış, gereksizleşmiştir. Ne var ki ilginç biçimde sanal
seyyahların evreni, kuramsal dünyalarını, gene seyahat etmeyi, yolu ve yolculuğu imleyen
kavramlardan ödünçlemiştir. “Internet Explorer”, “web surfing”, “navigation” gibi kavramlar hep
bu yeni seyahat algısının ürünleri olarak değerlendirilebilir. Keşif yapmak veya seyrüsefere
çıkmak için artık ne bir sultanın maddi desteğine ne de şirket patronunun iznine ihtiyaç kalmıştır.
Artık keşfetmek için yalnızca ileri teknolojiye sahip olmak yeterlidir. Bu noktada seyahat algısını
ve seyahat eden bireyin dönüşümünü ve aynı zamanda mekânları dönüştürme biçimlerini kadim
zamanlardan günümüze gelen süreçte, üç ana başlıkta toplamak mümkün görünmektedir. Bu
bağlamda kadim seyyahların mekânları ürettiği, çağdaş turistin mekânları “gördüğü” ama
içselleştiremediği, sanal seyyahların da çağdaş turistlerle eşgüdümlü bir biçimde mekânları
tükettiği iddia edilebilir. Şimdi bu noktada, söz konusu mekânların tüketim çemberinin dışında
yeniden nasıl üretilebileceklerini değerlendirmek gerekmektedir.

Eski ve yeni seyahat anlayışı arasında gözlenebilecek farklar yalnızca mekânsal boyutta
gerçekleşmez. Bu farklılıkların izlenebileceği bir başka alan da yola çıkan kişinin manevi kazanım
ve dönüşümleri ile ilişkilidir. Kadim zamanların seyyahları için çıkılan yol bir anlamda da kendi
içsel dünyalarına yapılan bir keşif yolculuğunun sembolik ifadesidir. Çağdaş turist için ise çıkılan
yol yani turizm, John Urry’ye göre “karşıtını yani düzenli ve örgütlü çalışmayı gerektiren bir boş
zaman etkinliğinin (1999:181) ötesine geçmemektedir. Bu bağlamda eskinin bir yere giden kişisi
ile oradan dönen kişisi arasındaki büyük içsel dönüşümün de artık iflah olmaz biçimde değiştiğini
görmek mümkündür. Çağdaş turistle aynı zaman dilimini dönüşümlü olarak paylaşan sanal
seyyahlar içinse içsel yolculuk teması yerini tamamen amaçsız bir “web surfing” eylemine
bırakmış görünmektedir. Nebi Özdemir ise “Turizm ve Edebiyat” başlıklı makalesinde okumak-
yazma ve gezme arasında bir ilişki olduğunu vurgular ve okuma-seyahat etmenin, sanılanın aksine,
birbirlerine çok yakın ve bağlantılı faaliyetler olduklarını söyler. Bu nedenle edebiyat ve turizm
alanlarındaki işbirliğini ve dönüşümü farklı açılardan açıklamaya yönelten “okur olarak turist ya da
“turist olarak okur” tanımlamalarının dikkate alınmasını (Özdemir: 2009, 33) söyler. Bu da
eskinin gittiği yerleri okuyan yazan turistinin şimdiki durumunu tekrar değerlendirmek gerektiğine
vurgu yapar. Elbette tüm bu serzenişli ifadeler bir çözümsüzlüğü onaylamak ve sürdürmek için
değildir. Aksine çözümsüz bir düğüm gibi duran ve artık geri getirilemez gibi görünen geçmişin
üretken seyahat anlayışıyla olan bağımızı yeniden inşa edebilmenin işaretlerini barındırmaktadır.
Bu nedenle makalede öncelikli olarak çağdaş turizm anlayışının çıkmazları, çözüm odaklı bir
yaklaşımla yeniden ele alınacaktır. Çözüm odaklı yaklaşımların merkezine ise öncelikle “somut
olmayan kültürel miras” kavramı yerleştirilecektir. Ek olarak çağdaş turizm algısının mekânsal ve
içsel tüketim alanlarının yeniden inşası sorunu, merkeze alınan bu kavramla ilişkilendirilerek
çözüm önerileri getirilmeye çalışılacaktır.

Bu noktada öncelikle entelektüel çevrelerin miras kavramına bakış açılarının zaman içinde
nasıl değiştiğini irdelemek uygun olacaktır. Kültürel miras kavramının “somut” olandan “somut
olmayana” doğru geçirdiği evreler önemlidir. Yakın zamana kadar kültür turizmini tetikleyen
unsurlar düşünülüğünde ilk olarak mimari, doğa güzellikleri ya da doğa olayları gibi gözle
görülebilen elle dokunulabilen somut nesneler akla gelmiştir. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü (UNESCO) 1972’de bir sözleşme ile “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasını”
korumayı hedeflemiştir. Bunu yaparken de “insanlığın bugüne kadar yaratmış olduğu uygarlıkların
birer göstergesi olan tarihsel yapıların, sit alanlarının ve doğal zenginliklerin korunmasını” (MÖO:
sayı 73, s:6) esas almıştır. 1972 yılında imzalanan uluslar arası bu sözleşme turizmin dünya
ölçeğinde işlerlik kazanmasında oldukça etkin olmuştur. Bu sözleşme çerçevesinde UNESCO
tarafından dünya kültür mirası listesi oluşturulmuştur. Oluşturulan bu listede yer almak adeta bir
itibar meselesine dönüşmüş ve turizmden elde edilen geliri arttırmakla eşdeğer görülmüştür.
Bunun nedenlerinden biri de bu listedeki yerlerin hem UNESCO hem de dünyanın önemli güçleri
tarafından birer turizm odağı olarak işaret edilmelerinden kaynaklanmıştır. Ne var ki bu listede
somut olmayan herhangi bir şeyin miras olarak kabul edilmemesi ileriki dönemlerde bir eksikliğe
neden olmuştur. Burada belirtilmesi gereken tüm bu gelişmelerin turizm sektörünü canlandırarak
seyahat etmenin ekonomik yönünün keşfine neden olduğudur.

Ardından turizm bugün de olduğu gibi, gelişmekte olan pek çok ülkede yeni bir sanayi kolu,
hatta “bacasız sanayi” olarak algılanmaya başlamıştır. Bazı ülkeler, yatırımlarının büyük kısmını
bu alana kaydırarak turizmi bir can simidi gibi görme eğilimi göstermişlerdir. Ne var ki turizm
alanına kaydırılan yatırım anlayışı geleneksel olanı mekânsal ve niteliksel bağlamda imha yoluna
gitmiş ve yerine küresel olanı “icat” etmeyi tercih etmiştir. Bu, çift taraflı imha ve icat sürecinde
UNESCO tarafından hazırlanan “Dünya Kültür Mirası Listesi” adeta sembolik bir hale
dönüştürülmüştür. Kültür mirasının yer aldığı mekânlar sit alanı ilan edilerek imha edilmesine
engel olunmuştur. Ancak bunun yanında sit alanlarının çevrelerine geleneksel ve kültürel dokuyu
imha eden çarpık ve kültür yutucu mekânlar inşa edilmiştir. Zamanla da bu kültür yutucu inşa
sürecinin icat ettiği sahte gelenekler, kadim olanın yerini almaya başlamıştır. Bu süreç küresel
ölçekli pazarlama teknikleriyle desteklenerek albenili bir biçimde tüketime sunulmuştur. İşte bu
noktada da mekânların kültürel anlamda tüketilme süreçlerinin işlerlik kazandığı söylenebilir.

Türkiye özelinde düşünüldüğünde ise en azından dışarıdan bakıldığında geçmişte turizmin
kültürel değerlere odaklı bir yaklaşımla anıldığını söylemek mümkündür. Faruk Pekin,
Çözüm:
Kültür Turizmi
adlı yapıtında bu durumu şu serzenişli ifadelerle aktarmaktadır:

35 yıl önce esas olarak kültür turizmi vardı. Türkiye ’nin turizmden net kazancı
oransal olarak daha iyiydi. Kıyılarımız bomboştu. Betonlaşma yoktu. Kıyılara göç
yoktu. Ardından yanlış bir turizm yaklaşımı ile tüm ekonomik, toplumsal, kültürel
dengeler değişti. Turizm endüstrimizi yanlış bir turizm yaklaşımı ile orta-alt
sınıftan yabancıların züğürt taleplerine endeksleyince Türkiye turizmini kazanç
sağlamayan, daha çok yıpratıp aşındırtan bir sömürü eksenine indirgedik.
(Pekin
2011:13)

Pekin’in söyledikleri kültür turizminin Türkiye’de bugün geldiği trajik durumu ifade etmektedir.
Ancak Pekin’in ifadelerine Türkiye’nin kültür turizmi potansiyelindeki somut olmayan kültürel
mirası da eklemek gerekmektedir. Tıpkı kıyıların doğal zenginliğinin erozyona uğratılması gibi
Türk kültür ve değerlerinin yansıtıcısı ve sembolü olan kültürel değerler de aynı yanlış politikalar
soncunda sözde turizm faydacılığına feda edilmiştir. Geleneksel Türk misafirperverliği otelcilik
anlayışının içine yedirilmek yerini yalnızca kar odaklı bir sömürü sitemine çevrilmiştir. Geleneksel
yemek kültürü ve sofra adabının yerine ithal yemek ve kültürleri tercih edilmiştir. Bu durum
ülkeye gelen turistin de kalitesini azaltan bir etkiye sahiptir.

Oysa turist kalitesini yükseltmek için mekânların somut olmayan kültürel mirasla birlikte
ele alınması çözüm odaklı bir yaklaşım olarak görülebilir. Sözlü kültür ürünlerinin mekânları ile
ilgili yazısında Öcal Oğuz konuyu söz ve mekân bağlamında değerlendirir. Oğuz, kültür
ürünlerinden söz edebiliyorsak folklorun ürün odaklı yaklaşımlarının dışında, örneğin kültürel
mekân gibi bazı kavramları da dikkate almamız gerektiğini (Oğuz: 2009, 96) vurgular. Oğuz’un
folklorun üretim mekânları olarak adlandırdığı bu kültürel mekânların, turist için cazibe
merkezlerine dönüştürülmesi de bu bağlamda önemlidir. Oğuz, aynı makalesinde
İnsanlığın Somut
Olmayan Başyapıtları Programı
’ndan söz ederken kültürel mekânlar olarak adlandırılan
başyapıtlar olduğuna da dikkat çeker. Daha sonra, 2007 Haziran ayında UNESCO Fas’ın Marakeş
kentinde bir uzmanlar toplantısı düzenlemiş ve
Popüler Kültürel Mekânların Korunması Üzerine
Uluslar arası Uzmanlar
toplantısı düzenleyerek hem folklorun yaratıldığı ve yaşatıldığı kültürel
mekânları koruma hem de bu mekânların başyapıt olarak UNESCO’ya sunulmasını sağlama
bilincini yerleştirmeye çalışmıştır. Oğuz’un aktardığına göre daha sonra bu yaklaşım, ISSOMBİ
programlarının kılavuz kitabına taşınmış ve söyle ifade edilmiştir. “Popüler ve geleneksel kültürün
anlatım biçimleri ve kültürel mekânlar, yani popüler ve kültürel etkinliklerin düzenli olarak
üretildiği ve sürdürüldüğü yerlerin (pazar yerleri, festivaller vs.) somut olmayan kültürel mirasın
korunması açısından önemi vurgulanmıştır” (Oğuz: 2009, 96-97). Sözleşmelerde ve sözleşmelere
bağlı programlarda açıkça belirtildiği üzere kültür ve mekânlar arasındaki ilişki özünde yaşamsal
bir önem taşımaktadır. Bu nedenle turizm sektöründe mekânların yalnızca tüketimine yönelik bir
anlayış yerine somut olmayan kültürel mirastan yararlanılarak mekân üretimi yoluna gidilmelidir.

Ancak mekânların yeniden üretimi sahteleşmeden ve yozlaşmadan uzaklaştırılmadıkça hem
gelenek imhasına hem de mekânların tüketilmesine neden olacaktır. Bugün turistik mekânların
kullanım alanlarına bakıldığında mekânsal tüketim sürecinin beraberinde mekânların yeniden inşa
süreçlerini de getirdiği görülür. Ören yerleri ve sit alanları etrafında biçimlendirilen Boudrillard’ın
deyimiyle simüle edilmiş yani “-mış gibi” yapılmış mekânlar, yavaş yavaş turistin etrafını
örmüştür. Bu mekânsal örgütlenme “otantik” ve “yöresel” gibi kavramların da yeniden
tartışılmasına neden olmuştur. John Urry, MacCannel’den aktararak bu konudaki düşüncelerini şu
biçimde dile getirmektedir.

MacCannel turistlerin “otantik” olanı aradığını; ancak bakışların yöneltildiği
insanların, meraklı turistleri uzaklaştıran yapay yerler kurmaya başlamalarından
dolayı, otantik olanı bulmanın mutlaka başarısızlıkla sonuçlandığını ileri
sürmektedir. Böylelikle turist mekânları MacCannel’e göre “sahnelenmiş otantik¬
lik” çevresinde örgütlenmektedir. Burada iki nokta belirtilmelidir. Birincisi
otantiklik yokluğu; asıl bileşenleri doğallık ve otantiklik olan hizmet s
ınıfının
“romantik bakışı” açısından çok daha büyük sorundur. [....] İkincisi, son
zamanlarda, bazı turistlerin “post-turistler” -neredeyse otantik olmayandan
hoşlanan insanlar- olarak tanımlanabileceği önerilmiştir. Post-turist katılabileceği
oyunların çokluğundan keyif alır ve otantik turist deneyimi diye bir şeyin
olmadığını bilir. (Urry 1999: 192)

Yukarıda ifadelendirilmeye çalışılan durum Türkiye ölçeğinde değerlendirildiğinde de
anlamlı sonuçlar elde etmek mümkün görünmektedir. Turizmin hareketlendiği yıllardan itibaren
sistemli bir biçimde imha edilen yöresel olan yerini “yöreselmiş gibi” olana bırakmıştır. Özellikle
de yemek, yatak ve deniz üçlüsünden ibaret görülen turizm anlayışında bu durum kendini açıkça
belirtmektedir. Örneğin, güney sahillerinde turizm yaklaşımlarıyla ilişkili kültürel kirlilik bu
bağlamda düşünülebilir. Otantiklik ve yöresel olma adına özellikle büyük otellerde düzenlenen
“Türk geceleri”, gene büyük otellerin göbek taşı soğuk ve plastik terlikli “Türk hamamları”, sahil
kentlerinin plastik ve bambu sandalyeli “gözleme çadırları” ve restoranları, safari adı altında deve
üzerinde gerçekleştirilen sözde yöresel turlar, hediyelik eşya tezgâhlarını süsleyen Çin malı
“yöresel ve otantik” eşyalar bu çerçevede ele alınabilecek sorunlar arasında ilk akla gelenlerdir
2.

Yukarıda örneklerle somutlaştırılmaya çalışılan bu durum açıkça, çağdaş turizm anlayışının
paketleme, pazarlama ve tükettirme üçgeninde kendine yaşam alanı oluşturduğunu göstermektedir.
Böylece, modernizmin ürettiği ve yaşamın pek çok alanına adapte ettiği bu üçgenin en açık
biçimde hissedildiği alanlardan birisi olan turizm adeta bir sanayi sektörü gibi algılanmış ve
mantığını üretim ve tüketim ilişkisi üzerine yapılandırmıştır. Üstelik zamanla üretilen bu yapay
otantiklik ve yöresellik algısı herkesçe içselleştirilmiş ve bu kavramlar kimlik algımızın inşasında
da başat rol oynamışlardır. Bu noktada modernizmin, hayatımıza girerken kendine ait mekânlar
üretmekte de oldukça başarılı olduğu, hatta daha da ötesi, sadece kendi mekânlarını oluşturmakla
kalmayıp inşa ettiği yapay mekânlarda tüketilen kültürü de yeniden inşa ettiği iddia edilebilir.

Bu noktada modernizmin sosyal, ekonomik ve entelektüel hayatımıza yerleştirdiği kavramlar
ve inşa ettiği mekânların en açık biçimde yansıdığı alanlardan biri olan çağdaş turizm anlayışının
ürettiği ve “çağdaş turist” tarafından tüketilen mekânlardaki “yöresel” olma, “otantik” olma gibi
kavramları yeniden düşünmek gerektiği açıktır. Bu noktada yukarıda dile getirilmeye çalışılan
sorunun çözümüne odaklanmak ve dünyada bu konuda yapılan çalışmalardan söz etmek uygun
olacaktır. Bunun yanı sıra, çağdaş turistin gittiği mekânların geleneği yozlaştırmadan nasıl
büyülenebileceği ve yalnızca tüketilen mekânlar olmaktan nasıl çıkarılabilecekleri üzerinde
düşünce üretilecektir.

Daha önce de belirtildiği gibi UNESCO’nun kültürel konulara yaklaşımı da aşamalı bir süreç
takip etmiştir. UNESCO 1972 yılında sunduğu Dünya Kültür Mirası listesinde dışarıda bıraktığı
“somut olmayan miras”ları da 17 Ekim 2003 yılında hazırladığı “Somut Olmayan Kültürel Mirasın
Korunması    Sözleşmesi”    ile    dikkate    almaya    başlamıştır.

(http://www.thbmer.gazi.edu.tr/sokum/sokum/sozlesme.pdf). Bu bağlamda somut olmayan
kültürel miras kavramının içinde görülen alanlar beş balık altında şu biçimde sıralanmıştır.

1.    Dilin Somut Olmayan Kültürel Miras’ın aktarılmasında bir araç işlevi gördüğü sözlü
anlatımlar ve sözlü gelenekler,

2.    Gösteri sanatları,

3.    Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festivaller,

4.    Halk bilgisi, evren ve doğa ile ilgili uygulamalar,

5.    El sanatları geleneği.

Ek olarak sözleşme metninde somut olmayan kültürel miras şu biçimde tanımlanmaktadır.

Somut olmayan kültürel miras toplulukların, grupların ve kimi durumlarda
bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar,
temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve
kültürel mekânlar- anlamına gelir. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu somut olmayan
kültürel miras, toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihleriyle
etkileşimlerine bağlı olarak, sürekli biçimde yeniden yaratılır ve bu onlara kimlik
ve devamlılık duygusu verir; böylece kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına
duyulan saygıya katkıda bulunur. İşbu Sözleşme bağlamında, sadece, uluslararası
insan hakları belgeleri esaslarına uyan ve toplulukların, grupların ve bireylerin
karşılıklı saygı gereklerine ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerine uygun olan somut
olmayan    kültürel    miras    göz    önünde    tutulacaktır.

(http://www.thbmer.gazi.edu.tr/sokum/sokum/sozlesme.pdf)

Yukarıdaki alıntının can alıcı noktalarından birini de kuşaktan kuşağa aktarılan somut
olmayan kültürel mirasın, toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihleriyle
etkileşimlerine bağlı olarak, sürekli biçimde yeniden yaratılma sürecine katkıda bulunması ve
bunun onlara kimlik ve devamlılık duygusu verdiğinin belirtilmesidir. Ek olarak sözleşmenin
kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına duyulan saygıya katkıda bulunduğunun belirtilmesi de
önemsenmelidir. Bu bağlamda UNESCO’nun dikkat koyduğu somut olmayan kültürel mirası
oluşturan öğelerin, küresel ekonomik krize teslim olmak üzere olan turizm sektörü için ufuk açıcı
gelişmelere ve fırsatlara dönüştürülebileceği düşünülebilir. Somut olmayan kültürel mirasın
sektörün yaşam alanları içersine layıkıyla adapte edilmesi turistin gittiği mekânı tüketici konumdan
çıkartarak tekrardan üretken konuma getirme fırsatları yaratabilecektir. Bu süreç hem turizmci için
bir fırsat olacak hem de turist için tatminkâr bir deneyime dönüşecektir.

Elbette burada sözü edilen tatminkâr deneyim mekânların büyülenerek insanlara
tükettirilmesi bağlamında düşülmemelidir. Dünya ölçeğinde daha önce deneyimlenen bu yaklaşım
da ne yazık ki mekânları diriltmeye yetememiş yalnızca bir gözbağcısı rolü oynamıştır. Bu
yaklaşıma verilebilecek en açık örneklerden birisi de Disney dünyası yani Disneyland’dır. Disney
dünyasının kullandığı değerlere bakıldığında ilk göze çapan somut olmayan kültürel miras gibi
algılanabilecek masal dünyasının somutlaştırılmasıdır. Ne var ki bu dünya yakından irdelendiğinde
bambaşka bir tablo ile karılaşmak olasıdır. Orada yapılan somut olmayan mirasın kullanımından
çok, kültürel hegemonyanın yayılmacılığını desteklemek gibi görünmektedir. George Ritzer,
Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek adlı yapıtında bu Disney dünyası hakkında çarpıcı görüşler
bildirir. Ona göre Disney parkları başarısının büyük bölümünü daha önce hiçbir konulu parkın
sahip olmadığı “etik” bir düzen yaratarak ve eğlence parkını aile eğlencesi olarak kabul edilebilir
hale getirerek elde etmiştir (Ritzer 1999: 19). Burada üzerinde durulması gereken nokta Disney
parklarının etik bir değer yaratma çabasıdır. Söz konusu etik değer yaratımı kültürel çeşitliliği
adeta yok saymaktadır.

Bu nedenle söz konusu parkaları “somut olmayan kültürel miras”a katkı çerçevesinde
değerlendirmek mümkün görünmemektedir. Bu noktada somut olmayan kültürel mirasın kültür
turizmi bağlamında layıkıyla kullanılabilmesinin yolları hakkında düşünce üretmek uygun
olacaktır. 2003 yılında oluşturulan bu sözleşmeye Türkiye, 2006 yılında dâhil olmuştur. O günden
bu güne somut olmayan kültürel mirasın sürekliliğini sağlama adına pek çok ilklere imza atılmıştır.
Bu bağlamda Gazi Üniversitesi bünyesinde açılan somut olmayan kültürel miras müzesi ve merkezi
iyi birer örnek olarak ifade edilebilir. Somut olmayan kültürel mirasın uygulamalı bir biçimde
ziyaretçinin hizmetine sunulduğu müze, yukarıda dile getirilen çift taraflı tatminin örneklerinden
biri olarak değerlendirilebilir. Hatta bu tatminin üç boyutlu olduğu bile iddia edilebilir. Bunun
nedeni hem ziyaretçinin, hem hizmeti sunanın kazanmasından öte bir de kültürel sürekliliğin
korunmasındaki başarı olarak düşünülebilir. Söz konusu sözleşmeye madde olan kültürel
değerlerin turizm sektöründe kullanıma sokulmasının, tükenmekte olan mekânların yeniden
üretilmesindeki işlevselliği açıktır.

Bu bağlamda Türkiye’de somut olmayan kültürel mirasın turizm sektöründe işlevsel olarak
nasıl kullanılacağına dair somut öneriler vermek uygun olacaktır. Bu ilişkide mekân ve anlatı
birlikteliğine odaklanmak gerekir. Mekân ve anlatılar arasındaki ilişki bugüne kadar pek çok
araştırmacı tarafından dile getirilmiştir. Pek çoklarına göre anlatılar, “yer”i anlamlı kılarken yerler
de anlatıları biçimlendirir. Anlatı ve mekân arasındaki bu sıkı ilişki mekânları tüketen ve
tükettirerek kendini çıkmaza sürükleyen turizm sektörü için aslında yaşamsal derecede önemlidir
denebilir. Bunu bir örnekle açıklamak mümkün olabilir. Dünyada yaygın bir biçimde kullanılan
edebiyat turizmi bu bağlamda düşünülebilir. Paris’te bulunan Notre Dame Kilisesi buna
verilebilecek çarpıcı örnekler arasındadır. Bunun dışında her yıl milyonlarca insanı Rio
Karnavalı’na çeken sihirli güç de temelinde mitolojik bir anlatı barındırmaktadır. Ya da Grimm
Kardeşlerin Alman masallarını derledikleri yerlerin günümüzde birer masal turizmi haritası
oluşturulabilecek kadar dolaşımda olduğu hatırlanabilir. Elbette bu örnekleri çoğaltmak
mümkündür. Ne var ki burada üzerinde ısrarla durulan olgu kültür turizmi bağlamında tüketilen
mekânların geleneği yozlaştırmadan yeniden üretilebilmesinde “somut olmayan kültürel mirasın”
değerlendirilmesi gerekliliğidir. Söz konusu işlevsel kullanım turizm mekânlarını yok oluş
sürecinden uzaklaştıracak ve bir var oluş boyutuna taşıyacaktır.

KAYNAKÇA

GÜVEN Veda Nilgün. Uygulamalı Halkbilimi Açısından Antalya ve Çevresi Kültür Turizmi ve
Kültür Animasyonları.
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Halkbilmi
Anabilim Dalı, Danışman: Prof. Dr. Nebi Özdemir, 2006. (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi)

KRAKÜÇÜK Suat. Rekreasyon ve Kentlileşme. Ankara: Gazi Kitabevi, 2007.

OĞUZ M. Öcal. “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Mekanı.” Somut Olmayan Kültürel Miras
Nedir?
Ankara: Geleneksel Yayıncılık, 2009.

ÖZDEMİR Nebi. “Kültür Ekonomisi ve Endüstrisi ile Kültürel Miras Yönetimi İlişkisi.” Milli
Folklor.
2009, Yıl 21, Say. 84.

ÖZDEMİR Nebi. “Turizm ve Edebiyat”. Milli Folklor. 2009, Yıl 21, Sayı 82

URRY John. Mekânları Tüketmek. çev. Rahmi G. Öğdül. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999.

PEKİN Faruk. Çözüm: Kültür Turizmi. İstanbul: İletişim Yayınları, 2011.

RITZER George. Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek. çev. Şen Süer Kaya. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 1999.

RITZER George. Toplumun McDonaldlaştırılması. Çağdaş Toplumun Yaşamın Değişen
Karakteri Üzerine Bir İnceleme.
çev. Şen Süer Kaya. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996.

http://www.thbmer.gazi.edu.tr/sokum/sokum/sozlesme.pdf).

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 6/4 Fall 2011

1

Yrd. Doç. Dr., Gazi Ü. Ed. Fak. Türk Halkbilimi Bölümü. El-mek: evrimolcer@gmail.com

2

Bu konuda ayrıntılı bilgi ve daha fazla ömek için Hacettepe Üniversitesi’nde yapılan Veda Nilgün Güven’in
Uygulamalı Halkbilimi Açısından Antalya ve Çevresi Kültür Turizmi ve Kültür Animasyonları adlı basılmamış yüksek
lisans tezine bakılabilir.