ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
Kütahya Soğukçeşme (Avdan) Köyü’nde Kurban Ritüeli
Adem KOÇ*
Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi
Sayı: 20, Nisan 2008
Özet: Bu çalışmada toplumlarda meydana gelen kültürel değişiklikler, kültürel değişikliklere
neden olan etkenler, kültürel değişikliklerin inançlara etkisi, inançlarla birlikte ritüellerin nasıl
değiştiği ve ortaya çıkan modern ritüeller ışığı altında kurban ritüelinin gelişimi incelendikten
sonra Türklerde İslamiyet öncesi ve sonrası kurban ritüeline değinilerek Kütahya Soğukçeşme
Köyü’ndeki1 kurban ritüelinden ve modernleşme sürecinde değişen ritüellerden
bahsedilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kütahya, Soğukçeşme, Kurban, Ritüel
The Sacrifice Ritual In Soğukçeşme (Avdan) Village Of Kütahya
Abstract: In this study, after we study the cultural changes in the societies, the reasons
caused these cultural changes, the effects of the cultural changes on religions, how the rituals
change with the beliefs, the sacrificing rituals in the light of modern rituals, we will mention
the sacrifice rituals in Soğukçeşme, Kütahya and the rituals changed in the modernization
time.
Keywords: Kütahya, Soğukçeşme, Sacrifice, Ritual
Dinsel inançlar, kutsal şeylerin doğasıyla dile gelen temsillerdir, ritüeller ise,
kutsal bir nesne ya da kavram karşısında nasıl davranılması gerektiğini
gösteren davranış kurallarıdır. (Pritchard, 1999: 69) “İlkel” ve “gelişmiş”
arasındaki benzerliğe rağmen açıktır ki her şey aynı kaldığı gibi değişebilir
ve bu değişiklikler aynı anda toplumlar arasında değişiklikler gösterebilir.
Durkheim’in temel hipotezine göre ritüellerin formundaki ve anlamındaki
değişim ve çeşitlilik toplumların yapısındaki değişim ve çeşitlilikle ilgilidir.
Tarih ve tipoloji, gelişimin asıl evreleri ve hâlâ yaşayan modeller arasındaki
asıl varyasyonların taslağını çizmek gibi iki amacı olan teori hizmeti verir.
Her iki örnekte amaç ritüel ve onun sosyal bağlamı arasındaki ilişkiyi
fomülize etmektir. (Peacock, 1986: 390) Gluckman, “sosyal ilişkinin ritüeli”
diye bir ritüel tipi belirler. Böyle bir ritüel, günlük hayatta, üyelerini bir
araya getirerek çeşitli sosyal ilişkiler düzenler ve üyeleri tarafından mistik ve
duyu üstü ürünlerden sosyal, doğal ve doğa üstü alanlara düzen getirdiğine
inanılır, şeklinde tanımlanır. Durkheim’in sadece yerli üyelerine sosyal barış
getirmeyen aynı zamanda büyülenmiş yiyecekleri de bereketlendirdiğine
inanılan “pozitif ayini” örnek olabilir. (Peacock, 1986: 391)
Kurban pratiğinin uygulandığı hemen her toplumda genelde amaçlar ve
biçimler hemen hep aynı fakat ayrıntı ve uygulanışta farklılıklar göze
çarpmaktadır. Bu farklılıklar aynı toplum içinde bile toplumsal ve kültürel
evrim (evolution) sonucu görülebilmektedir. Evrimle birlikte toplum artık
eski halini yitirmektedir. Ancak katı olan gelenek, görenek, kült ve ritüel
değişiklikten çok zor etkilenmektedir. Çağın ve teknolojinin getirmiş olduğu
yenikler gelenek, görenek ve ritüelde icra noktasında bazı değişikliklere
sebep olmaktadır. Önceleri doğaüstüne olan inançtan ona sunulan yiyecek,
bitki sonraları insan ya da hayvan olmuştur. Eski Türk boylarında doğaüstü
(supernatural) güçlere at hediye edilirken bu uygulama Anadolu Türklerinde
görülmemiştir. Dinlere bağlı olarak da bu değişme paralellik göstermektedir.
Doğaüstü güçlere olan inanç ve bağlılık zamanla değiştiğinden önceleri
bitki, insan, hayvan hediye edilişi doğaüstünün insanın hediyesine ihtiyacı
olmadığı düşüncesiyle zayıflamıştır. (Enginer, 1997: 19)
Platon, Antikçağ Yunan’da, kurbanı ele almış ve “Tanrılara sunulan bir
hediyedir.” şeklinde değerlendirmiştir. Günümüzde E. Burnet Taylor da
Platon’un hediye kuramını ayrıntılı olarak inceleyerek örneklerle gündeme
getirmiştir. Tylor, kurbanı doğaüstünün güvencesini alıp düşmanlığı en aza
indirmek için sunulan bir hediye olarak değerlendirir. Tylor kurbanın zaman
içinde değişimini doğaüstüne sunulan hediye önceleri insanın kendisini
sevdirmek içindir, sonraları tanrılar yücelir insanlardan uzaklaşır, insanlar
hediye vermeye devam eder; böylece kurban daha kutsal hale gelir ve insan
kendisinin tanrıya ait olduğunu düşünerek uzun müddet basit hediyeler
yerine kendisini tanrıya kurban olarak sunar şeklinde değerlendirir.
(Enginer, 1997: 21) Samilerin dinleriyle ilgili çalışma yapan Robertson
Smith ise kurbanın tanrı olan hayvan ve insan akrabalar düşüncesinden
çıktığını ileri sürer. Bu totemizmdir. James Frazer de kutsal totem
hayvanlarının eti ve kanıyla yıllık totem kutsamalarında toplulukça
yenilmesinden yola çıkarak kurbanı kefaret (expiatory) ve gönül alma
(propitiatory) olarak ayırmıştır. Smith totemizme kültik yönden Frazer ise
toplumsal yönden bakmıştır. (Enginer, 1997: 23)
Gluckman’in belirttiği gibi arkaik toplum kraliyetin, krallığın, aristokrasinin
sosyal düzenin temel öğesi olduğu her yerde bulunur. Böyle bir toplumda
toplumsal (sosyal) ilişkiler çok yönlüdür; fakat ilkel toplumlardaki ortak
inançtan ziyade hiyerarşiktir. Efendi-köle, lord-hizmetli, kural koyan-uyan
ilişkileri sosyal köklerdir. Arkaik toplumlarda, kozmik ya da ilahi, derecesi
yerli ve akraba gruplarda belirlenir ve sosyal düzen dışındaki yeryüzündeki
tanrılara ya da kuralların üstündeki krallara ya da soylulara bağışlanır.
Arkaik toplumlarda önemli olan iki başlıca ritüel tipi, kurban ayini ve krallık
ayinidir. Kurban sayesinde bir papaz, insan ile tanrı arasında oluşan boşlukta
köprü kurmaya çalışır. Claude Levi-Strauss, totemizminle kurbanın kökleri
arasında ilişki kurarken kurban sunmanın ilk biçimi ile totem yeme arasında
bağlantının olmadığını ileri sürer. (Levi-Strauss, 1984: 242) Levi-Strauss’un
gözlemlediği gibi, kurban pek çok yönden totemizmden ayrılır. Bir farklılık,
kurban kullanıma açıktır; kişi kurbanını seçebilir (fakat biri totemini değil),
sonu başarmakla (ölümü) işi yerine getirir (oysa totem sembolik düzen
anlamındadır) ve işin sonucu hakkında kesin bir şey söyleyemez (oysa totem
sistemi ebedi bir yapıdır, sonuç hakkında bir soru yoktur). Bellah’ın
belirttiğine göre kurban, dünyevi ve kutsal arasındaki ilişkideki özgürlük
kadar sürpriz ve endişe getirmektedir. (Peacock, 1986: 394-395) Spencer’e
göre çok eski ataların ya da üstün kişilerin esprileri Tanrısallık kazanır.
Ölülerin gömütleri üzerine bırakılan yiyecek ve içecekler libation (ilkel
çağda insanların tanrılar için yere şarap, süt ya da yağ dökmeleri) olurken,
kurban kesmek de Tanrıların gözüne girmek içindir (Pritchard, 1999: 31).
Totemin kurban edildiği dönemlerde, totem kurban olurken insan totemin
yerini alınca insan kurban olmuştur. Ancak neslin devamı söz konusu olunca
insan yerine hayvan kurban edilmiştir. Beslenme söz konusu olunca da
hediye kurban doğmuştur. Smith, ilkel toplumlarda ve Sami dinlerinde
kurbanın tamamen yakıldığını belirtir. Burada insan etinin yenilmesi doğru
olmadığından yakılması önerilir. Bu bağlamda hediye kurbanlar da yakılır.
Daha sonra bu değişerek kurbanın topluca yenilmesi ortaya çıkmıştır. Bu
noktada Tylor’ın kuramı akla gelir. Bazı toplumlarda da doğaüstü güçlere
parmak, el, kol, kulak ve penis gibi organlar koparılarak kurban unsuru
olarak hediye edilir. Kybele’ye rahiplerin penislerinin hediye edilmesi,
Azteklerde insan yüreğinin Kuş Tüylü Tanrı’ya sunulması, Amerika-Afrika-
Avustralya yerlileri Asya etnik gruplarında kulak, parmak gibi organlar
kesilerek doğaüstü güce hediye edilmesi gibi. Günümüzde Musevilik ve
Müslümanlıkta sünnet ritüeli bunu örnekler durumdadır. (Enginer, 1997: 23)
Bunu kulağın delinmesi, burnun delinmesi şeklinde de görmekteyiz.
Hubert ve Mauss, kurbanın toplumsal dayanışmayı yenilediğini, birlikteliği
pekiştirdiğini, paylaşmayı ve özveriyi körüklediğini belirterek onun bu
işlevlerinin önemli olduğunu belirtirler. Onlara göre kurban dua ve büyü
törenlerinde olduğu gibi şükran sunmak, ant içmek ve tövbe etmek için de
kullanılabilir. (Enginer, 1997: 24)
Mircae Eliade, insanların yaşadıkları yer ile tapındıkları yer arasındaki
farklılıktan bahseder ve mekanın farklılaştırılması üzerinde durur. Bununla
birlikte zaman da farklılaşmıştır. Eliade’a göre mekan faklılaştırılırken
mimariye çok dikkat edilmiştir. Böylece kutsal olan ile kutsal olmayan
arasına çizgi çekilecektir. Bu sayede kurban kutsal yerlerde sunulacaktır.
(Eliade, 1991: 34)
Ritüeller toplumdan topluma değişiklik ve benzerlik göstermektedir.
Bunların içinde konumuzla ilgili olanı kurbandır. Doğaüstü güç/güçlere
kurban sunulması kadar bu ritüel içinde sunulanın ne olduğu da bir o kadar
önemlidir. Anadolu ve Kütahya’daki Soğukçeşme Köyü’ndeki kurban ritüeli
ve sunulanlar bu bağlamda önem arz etmektedir. Kurban başlığı altında
sunulanlar adak (nezir), kanlı ve kansız kurban olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ortaçağ’da şekillenen İslamiyet, Hıristiyanlık ve Budizm gibi tarihi
toplumlar üstün ve aşağı sınıflar arasındaki hiyerarşik ilişkiyi kaybetmez,
fakat ilişkinin ‘çok yönlülüğü’ üstün sınıfın kutsallığını kaybetmesiyle azalır.
Kutsal, arkaik toplumdaki herhangi bir kategoriden, dünyevi hayattan çok
daha farklı, öbür dünya - cennet veya Nirvana- olarak sosyal alanın dışında
yer almaktadır. Güzel bir sonraki hayata ulaşmanın muazzam önemi
sayesinde, kutsal fonksiyonlarını arkaik rahip-tanrı-kralca eskiden beri
yapılanlardan alan, politik düzenden ayrı yaşayan çilekeş, aziz, keşiş gibi
kurtuluş uzmanları meydana gelir. (Peacock, 1986: 395) Tarihi ritüeller,
Tanrı (God) veya Allah tarafından emredilen kilise ve camideki dua-namaz
gibi öbür dünyaya has düzenlenir. Bu ritüller Gluckman’in ‘sosyal ilişkiler
ritüeli’ tanımına uymaz; ki onlar, cemaat üyeleri (birbirlerine yabancı
olabilirler) arasındaki ilişkiler ağından çok öbür dünya ile ilgili alanda
düzenlenir. Yine ibadetler Gluckman’in tanımına uymaz, onların duyuüstü
kanallardan dolayı doğa, doğaüstü ve sosyal düzenleri etkilediğine inanılır.
Gluckman’in teorisi, tarihi ritüeller Hıristiyan kilisesi ve Müslüman camisi
gibi çok derin dinsel cemiyetler olarak sunulan ilişkileri ayinsel olarak
düzenliyor, diye sürdürülebilir. (Peacock, 1986: 396-397)
Tevrat, İncil ve Kur’an’da kurban konusu geçmektedir. Tevrat’ta kurbanın
ortaya çıkışı ve kurbanın vasıfları hakkında bilgiyi Tekvin bölümünde
görmekteyiz. İlk kurban, Adem’in oğullarının Habil ve Kabil’in topraktan ve
sürüden ilk mahsulleri Rabbe sunmaları ve Habil’in hediyesinin kabul
olması ile ortaya çıktığı belirtilir. (Tevrat, Tekvin 4/3-5) Tevrat ve Kur’an’da
kanlı kurban vardır. Ancak İncil’de kanlı kurban yoktur. Şarap ve ekmek
dağıtılması vardır. Ayrıca Hz. İsa, insanlık adına kendisini Tanrı’ya kurban
etmiştir. Bu yüzden ona “Tanrı Kuzusu” denilmiştir. Kur’an’da Habil ve
Kabil hadisesine Maide 5/27’de değinilir. Bu konuya İncil, İbraniler 11/17-
19’da da rastlanılabilir. Ayrıca kurbanın emrolunuşu, kurbanın ne zaman
kesileceği ve ne tür hayvanların kurban sunusu olabileceği belirtilmiştir (Hac
Suresi). Burada aynı zamanda yoksul ve kimsesizlerin gözetilmesi, onlara da
kurbandan yedirilmesi emredilmektedir. Ancak Allah bu kesilenlerin
kendisine ulaşmayacağını, asıl olanın kullarının amel ve ibadetleri olduğunu
söyler. Kevser Suresi’nin 2. ayetiyle kurban Müslümanlara zorunlu hale
getirilmiştir. Bu zorunluluk şartları uygun olanlar için geçerlidir. Üç kitapta
da iyilerin, Tanrı’nın buyruklarını yerine getirenlerin, Tanrı’dan korkanların
dua ve sunularının kabul edileceği belirtilmektedir.
Divanü Lûgat-it Türk’te “ıdhuk” sözcüğü bulunmaktadır. “Kutlu ve mübarek
olan her nesne. Bırakılan her hayvana bu ad verilir. Bu hayvana yük
vurulmaz, sütü sağılmaz, yünü kırkılmaz; sahibinin yaptığı bir adak için
saklanır. (Divan-ü Lûgat-it Türk, C. I, 1992: 65) İslamiyet’ten önce Tanrı’ya
yakınlık veya adak için kestikleri kurbana da “ yagış” denilmekteydi.
(Divan-ü Lûgat-it Türk, C. III, 1992: 10)
“Kara tonlu dervişlere nezirler virdüm” şeklinde nezir (adak) sözcüğüne
Oğuznamede rastlanmaktadır. (Ergin, 1997: 87)
Kurban Türk törelerinde temel bir yer işgal eder. Zafer istemek veya
teşekkür etmek için, barış ve anlaşma için, yağmur için, hastaların iyileşmesi
için, gök, yeryüzü, dağ, su, kaynaklar, nehirler, ırmaklar, yıldızlar, ateş,
ocak, ağaçlar, taşlar, kayalar, ecdat, bayrak, putlar için kurban sunulabilirdi.
Kurban yılda iki kez, gün-tün eşitliğinde ya da ilkbahar-sonbaharda adanırdı.
Tu-kiu’lerin adadığı büyük kurbana ait tam tarih Çin kaynaklarında
verilmiştir. Beşinci ayın ortasındaki on günlük dönemde Gök Tanrısına
kurban adamak için toplanırlar ve çok sayıda koyun ve at öldürürlerdi.
(Roux, 1984: 200) Tu-kiu’lerin saltanatı zamanında beşinci ay 13 Mayıs ile
11 Haziran tarihleri arasında başlardı. Ortadaki on günlük dönem 21 Mayıs
ile 19 Haziran günleri arasında oluyor. Birçok toplumda görüldüğü gibi
kurban kutsal bir yerde adanırdı. Bir nehir, bir mağara, bir tapınak kurban
adamak için toplantı yeri olabilirdi. Hatta kurban evlerinden de
bahsedilmektedir. (Roux, 1984: 201)
Dede Korkut Kitabı’nda da kurban mevzusu geçmektedir. Dirse Han çocuğu
olması için hanımının sözüyle toy eder ve hacet diler. Attan aygır, deveden
buğra, koyundan koç kırdırır. İç Oğuz ve Dış Oğuz beylerini etrafına toplar.
Aç görse doyurur. Çıplak görse giydirir. Borçluya yardım eder. Tepe gibi et
yığdırıp, göl gibi kımız sağdırır. Hep birlikte el açıp dua ederler. Neticede
Dirse Han’ın haceti gerçekleşir. Türklerde Şamanizm’den kalma inanışlar
vardı. Gök-Tanrı, güneş, ay, yer, su, ağaç, ata gibi. Doğaüstü olarak
tanıdıkları güçlere kanlı ve kansız kurban adamaktaydılar. At, deve, keçi,
koyun kesilerek kanlı kurban; süt, buğday, bulgur, yağ, şarap, kımız
dağıtılarak kansız kurban ritüeli gerçekle ştirilmekteydi. (Ergin, 1997: 81)
Kutsal addedilen ağaç kesilmez. Kesildiğinde kişinin öleceğine veya
çocuğunun olmayacağına inanılır. (Roux, 1984: 144) Büyük ağaçlara karşı
saygı vardır. Dede Korkut Kitabı’nda Oğuznamelerde ağaçla ilgili bilgilere
rastlamaktayız. “Yirlü kara tağlarun yıkılmasun. Kölgelüçe kaba ağacun
kesilmesin, kamın akan görklü suyun kurımasun...” Buradan Oğuzlarda
ağacın, dağın, suyun ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Ağacın kutlu
sayılması ise başka bir yerde:
Ağaç ağaç dir isem sana erilenme ağaç
Mekke ile Medinenün kapusı ağaç
Musa kelimün asası ağaç
Böyük böyük suların köprüsi ağaç
Kara kara denizlerün gimisi ağaç
Şah-ı Merdan Alinün Düldülinin eyeri ağaç......(Ergin, 1997:108)
Aynı şekilde suyun kutsiyeti de açıklanmıştır. Böylece, Kamlık dininden
kalan inanışlar İslamiyet’ten sonra da devam ettirilmiştir. Kansız kurban
olarak Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ağaca bez bağlama, yiyecek bırakma,
ağaç etrafında yiyecek dağıtmayı da görmekteyiz. Bu da o ağaca verilen
kutsiyeti göstermektedir. (Ergin, 1997: 101) İlkel dinlerde tespit ettiğimiz bu
totemik yapı her dönemde ve her yapıda yaşanmıştır. Önce büyüye ve
şeytanlara inançta ve ardından totem çağında dini ve hayvanlar kültünü
görürüz. Totemizmin zayıfladığı noktada ata-totemin yerini insanın atası
alıyor ve bu kült nesnesi oluyor. Bundan sonra atalar kültü, kahramanlar
kültüne ve Tanrılar kültüne dönüşüyor. (Pritchard, 1999: 46/70) Bu evrimi
Türklerin inançlarında ve ritüellerinde görebiliyoruz.
Kütahya Soğukçeşme (Avdan) Köyü’nde Kurban Ritüeli:
Kütahya-Eskişehir yolu 26. Km Ilıca Erenler mevkiinde Çoban Baba türbesi
bulunmaktadır. Erenler mevkiinde hayvanlarını otlatmakta olan bir çoban
rahatsızlanır ve bitkin bir halde yere yığılır. Bir süre kendine gelemez.
Kendine geldiğinde nur yüzlü bir kişinin onun hayvanlarına baktığını ve
onlara zarar gelmesini engellediğini görür. Çoban tamamen kendine
geldiğinde ortadan kaybolur. Türbenin bulunduğu yer evliyanın kaybolduğu
yerdir. Çoban köylüye durumu anlatır. Köylü o zatın çok önemli bir evliya
olduğu kanaatine varır ve evliyaya Çoban Baba adını verirler. O gün bu
gündür o zat Çoban Baba diye anılır, ona saygı duyulur. Kendisi için de bir
türbe yaptırılmıştır. Gerçek kabri değildir. Ancak halk Bakara Suresi 154 ve
Ali İmran Suresi 169’a gönülden inandıkları için bu türbenin yapıldığını
söyler.
Alevî-Bektaşî topluluğunda ağacın önemli bir yeri vardır. Nevruzlarda halk
ağaçlara bez bağlar, dilekte bulunurlar (hastaya çare, çocuğu olmayana
çocuk vs.). Vilayetname’de Hacı Bektaş Veli ardıç ağacının kovuğuna girip
erbain çıkarmış ve köylülerden saklanmıştır. Ayrıca Hacı Bektaş Veli, Ahi
Evrenle bir görüşmesinde pınarın kenarına bir ağaç dikmiş, bu ağaç
büyümüş, Kırşehir’e gelen bir adam bu ağacı kesmiş ve evinde kullanmış;
fakat evin hayrını görmemiştir. (Gölpınarlı, 1998: 49-50) Şaman ayinlerinde
kayın ağacının yeri büyüktür. Bu Alevî-Bektaşîlikte “Tuba ağacı” gibi mistik
ve dini bir rol oynar. Yörükler, Türkmenler ve birçok köylerde halk, ulu
çınarları kesmenin uğursuzluk getireceğine inanırlar. (Eröz, 1992: 104-107)
Adana civarında sakız ağacını kutsal sayarlar. (Noyan, 1995: 249)
Çoban Baba halk tarafından kutsallaştırıldığı için türbe etrafında odun
kesilmez, oranın odunu yakılmaz, o mevkide hayvan otlatılmaz, av yapılmaz
ve hiçbir hayvana zarar verilmez. Çünkü evliyaların hangi surette geleceği
bilinmediği için hayvanlara zarar vermediklerini söylerler. (Bingöl, 2003)
Geçen sene yağmurlarda türbe etrafındaki birkaç ağaç üzerine yıldırım
düşer. Harap olan ağaçlar güzelce kesilip yağrık (et doğramak için kullanılan
kaba ağaç kütüğü) yapılır. Türbe dışında bir yere bırakılır. Bir hafta o
yağrıklar bir yere kilitlenip saklanılmaz. Dernek yönetimi, her sene yapılan
törenlere çok rağbet olduğu için türbe etrafında birkaç düzenleme yapmak
ister. Tuvaletler, su, çevre düzeni gibi. Yönetim, tuvaletlerin yapımı için bir
tüccarla anlaşıp türbeye bir şoförle kum gönderir. Şoför geri geldiğinde
yağrıkların yerinde bulunmadığını söyler. Yöneticiler üzülür ve yağrıkların
çalındığını zannederler. Yine aynı kişilerle birkaç gün sonra türbeye
çalışmak için gittiklerinde hepsi birden şaşırır. Yağrıklar geri gelmiştir.
Bunun Çoban Baba’nın kerameti olduğuna inanırlar. (Bingöl, 2003)
Halk arasında türbe etrafındaki ağaçların kesilmesine hoş gözle bakılmaz.
Çoban Baba’nın da buna müsaade etmeyeceğine inanılır. Bir gün bir köylü
türbe etrafından ağaç kesip köye götüreceğini söyler. Başka bir köylüyle
iddiaya girerler. Adam bir traktörle türbenin yanına gider. Biraz ağaç
kestikten sonra traktöre yükler. Ancak traktör çalışmaz. Birkaç denemeden
sonra traktörü çalıştıramayınca köye gidip başka bir traktör getirir. Odunları
ona yükler. Traktörü hareket ettirip birkaç metre gittikten sonra traktör yine
durur. Çalıştıramaz. Böylece anlar ki Çoban Baba rıza göstermemiştir. Hata
ettiğini anlar ve diğer köylü iddiayı kazanır. (Bingöl, 2003)
Eskişehirli bir kadının çocuğu olmamaktadır. Çocuğunun olması için sürekli
dua eden kadına bir gün rüyasında Çoban Baba’ya gitmesi söylenir. Kadın
eşiyle birlikte yola koyulur. Ancak Çoban Baba türbesinin yerini tam
bilmediklerinden yolları Pir Ahmet Dede türbesine uğrar. Pir Ahmet Dede de
Avdan köylüleri tarafından çok sevilen diğer bir evliyadır. Çift türbedarı
görürler. Aslında Çoban Baba türbesini aradıklarını ancak yolların buraya
uğradığını söylerler. Orada biraz dua ettikten sonra türbedar onları Çoban
Baba türbesine götürür. Türbeye gelindiğinde kadın ve eşi büyük bir
hürmetle türbeye girerler. Namaz kılıp dua ederler. Çoban Baba’dan himmet
isterler. Kadın orada bir yılan görür. Fakat yılanı diğer kişiler göremezler.
Yılan kadına: “Hadi kızım duan kabul olacak.” der. O kadının daha sonra
çocuğu olur. (Bingöl, 2003)
Çoban Baba Derneği Başkanı Mehmet Ali Bingöl ve Tamer Yenikaya, her
sene türbe etrafında kurban kesildiğinden bahseder. Küçüklüğünden beri her
yıl yağmur duasına çıkılıp, aşure kaynatıldığını, türbede namaz kılınıp
kurban kesildiğini söyler. Kurbanı önceden köyün ileri gelenlerinin
sürülerinin adağı olarak kesildiğini belirtir. Avdan köylüleri kurbanı Çoban
Baba için kesmediklerini adak sahiplerinin adağı için kesildiğini söylerler.
Oğlu askere gidip sağ salim dönenler, sınava girip başarılı olanlar,
hastalıktan kurtulanlar, çocuğu olanlar adakta bulunurlar. “Çoban Baba’da
bir kurban keseyim, oraya gelenlere dağıtayım.” derler. Halk bunu da birlik
ve beraberlik olsun, mübarek günlerde olsun diye özellikle Çoban Baba
şenliklerinin olduğu Haziran ayında yaparlar. Çünkü bu ayda her kesimden
bir çok orada toplanıp dualar ederler. Böyle kutsal bir anda bu adağı yerine
getirmenin daha güzel olacağını düşünürler. Dernek yönetimi de altmış dört
üyesiyle bu güne hazırlık yapıp kurban kesip, aşure kaynatıp ve yemek yapıp
oraya gelenlere dağıttıklarını söylerler. Böylece birlik ve beraberliğe,
muhabbete katkıda bulundukları inancındadırlar. (Bingöl, 2003) Bu ritüeller
ilkellerin libation ritüelini (Pritchard, 1999) ve Türklerin eski saçı geleneğini
akla getirmektedir.
Soğukçeşme köylüleri bu adaklarına nezir adını verirler. Kurban
Bayramı’nda kesilen kurbandan ayrıdır. Kurban etinin bir kısmı saklanmaz.
Et tamamen dağıtılır. Adağı olup da maddi gücü olmayanlar da adakta
bulunabiliyorlar. Onlar daha küçük hayvan (tavuk, horoz gibi) keserler.
Onlara göre kan akıtmak önemlidir. Bir adakta bulunup kan akıtmak kutsal
olarak düşünülür. Bazıları da türbeye dane (köylü kadınların başlarına
örttükleri, kenarı iğne oyalı örtü) getirip bırakırlar. Dernek yöneticileri de o
daneleri açık artırmayla satıp türbeye bakım onarım için harcarlar. (Bingöl,
2003)
Soğukçeşme Köyü’nde Çoban Baba törenleri haziran ayının ilk haftası
yapılır. Bu hıdırellez veya nevruz bayramı olarak da bilinir. Törenler
öğleden sonra başlanır. Önce öğle namazı kılınır. Bir kısım halk namaza
karşıdır. Ancak yine de kılanlar vardır. Halkın bazısı Alevî-Bektaşî
inancında beş vakit namaz olmadığı inancında olduğu için bu ibadeti
yapmazlar. Dernek başkanı ve bazı köylüler Hz. Ali’nin ve Hacı Bektaş
Veli’nin namaz kıldıklarını bildikleri için bu ibadeti yaptıklarını söylerler.
Halk tamamen toplanmadan kurban kesim töreni yapılır. Orada bulunan halk
halka şeklinde meydanda toplanır. Dede2 halkın yanına gelir. Halk onu
büyük bir saygıyla selamlar. Önünde eğilirler ve secde ederler. Sünnî
inancında secde sadece Allah’a yapılır. Köylüler, niyaz haktır, Hakk’a
yapılır inancındadırlar. Dede de Allah’ın mübarek bir kuludur. Dede
vasıtasıyla Allah’a secde ettiklerini söylerler. Meleklerin Hz. Adem’e secde
etmeleri gibi. Bu nokta birçok araştırmacı tarafından yanlış
değerlendirilmektedir. Halk bu dini liderlerin şahsında aslında Allah’a dua
etmektedirler. Kurbanlardan biri halkanın ortasına getirilir. Dede orada dua
eder, gülbanklar çeker ve adak sahiplerinden helallik ister. Çünkü kurbanın
etini bir çok kimse yiyecektir. Daha sonra kurban kesilmek üzere
görevlilerce götürülür. Halk aralarında iş bölümü yapar. Et doğrayıcı, aşçı,
bulaşıkçı, dağıtıcı gibi. Törenler esnasında aşıklar saz çalıp türkü söyler, halk
semah döner, dualar edilir. Bu törenler bir nevi piknik havasında yapılır.
Türbede duasını da yapan halk daha sonra dağılır. (Bingöl, 2003)
Bu köyde yukarıda bahsettiğimiz kurbanlar dışında çok önem arz eden iki
kurban daha vardır. İkrar; buluğ çağını tamamlamış, askerliğini yapmış, evli,
çocuk sahibi yetişkinler tarikata bağlanmak istediklerinde verdikleri sözdür.
Bu söz işlevseldir. Yola giren kişi eline-beline-diline sahip olacağı sözünü
verir. Tarikata giren kişi tarikat üyesi olan diğer kişiler tarafından kontrol
edilir. Tarikata girişte kişiye zorlama yoktur. Bu köy Kemallı Ocağı (Kemal
Sultan) mensubudurlar. İkrar verme yılda bir kez yapılan ayin-i cem
töreninde olur. Yılda bir gelip töreni yöneten dedeye söz verilir. İkrar veren
orada tarikata girişini kutlamak ve sözünü yerine tutacağını bildirmek için
kurban keser. Bu kurbana “ikrar kurbanı” denilir. İkrar törenine çocuklar,
küsler, dargınlar, ikrar almayanlar giremez. Tarikatı yöneten dede çağdaş ve
esnek bir düşünceye sahip olduğu için çocukların bu törene girmelerine izin
vermektedir. (Bingöl, 2003) Çocukların küçüklükten ritüeller hakkında
bilgileri olmaları için bu yolu seçmişlerdir.
Türbeyi her kesimden insan gelip ziyaret etmektedir. Türbede yapılan
törenler bütün insanları burada buluşturup sevgi ve muhabbet bağının
oluşmasını sağlamaktadır. Köy halkı; “Bizler Anadolu’ya baş kesmek için
değil, kan dökmek için değil, gönüller fethetmek için geldik. Biz elimizdeki
gülü olabildiğince herkese uzatmaya çalışıyoruz.” demektedir.
Ayin-i cem3 törenleri aslında tarikat dışındakilere açık değildir. Ancak Sünnî
halka kendilerini sevdirmek, ritüellerini onlara da göstermek için cem
törenlerini halka açık şekilde yapmaktadırlar. Ancak tarikat üyeleri arasında
bu durumdan hoşnut olmayanlar da vardır.
Alevî-Bektaşî topluluğundaki gizlilik, üyeliğe girişteki zorluk, dışarıya
kapalılık, kurbanın gizli kesilmesi gibi usuller, Kamlık dinin ve Alevî-
Bektaşî tarikatının gizliliğini “sır”rını meydana getirir. Bektaşî sırrı “ser
verip sır vermeme” prensibi bu noktada düğümlenmektedir. (Eröz, 1992: 34)
Önemli olan diğer bir kurban da “dar kurbanı”dır. Alevî halk bu dünyaya ait
günahların cezasını bu dünyada görmek istemektedir. Diğer dünyaya
günahsız olarak gitmek için çalışırlar. Kişinin Allah’a olan sorumluluklarını
yerine getirirken kusursuz olamayacağını bilmektedirler. Allah’ın kişiyle
arasında olan günah ve sevaba kimsenin karışamayacağına; ancak Allah’ın
kul hakkını affetmeyeceğine kuvvetle inanmaktadırlar. Bu dünyadan diğer
dünyaya kul hakkıyla giden akrabalarının bu günahını temizlemek için
yapılan ritüele “dardan indirme” denir. Kul hakkından dolayı Allah’ın
huzurunda güçlük yaşamaması için ölen kişinin bir akrabası ya da yakını
onun borçlarına kefil olur. Ayin-i Cem töreni zamanında tarikat üyeleri
toplanır. Dede huzurunda bu kefil olan kişi dara dikilir. Dede’ye ölen kişinin
varsa -ya da daha sonra çıkarsa- borçlarını ödeyeceği hususunda söz verir.
Kur’an-ı Kerim okunur, ehl-i beytin isimleri sayılır. Niyaz edilir. “Özüm
toprak, niyazım Hak.” denilerek dua yapılır. Aynı söz cemde ve türbede de
söylenir. Bu Allah’tan başka kimseye dua edilmez demektir. Cemaatten
helallik istenir. Cemaatten, ölen kişiden alacağı olup olmayanlar sorulur.
Ölen kişiden alacağı olanların bu kefil olan kişiden alabilecekleri duyurulur.
Objektif olarak helalleşme gerçekleştirilir. Daha sonra kefil olan kişi kurban
keser. İkrar verirken ve dara çekilirken kurban kesmek mecburidir. İkrar
veren kişi kurbanı iki bacağının arasına alır ve dua eder. Buradaki düşünce
kurbanın Sırat Köprüsü’den geçerken insanı kurtaracağına olan inançtır.
Helalleşme noktasında Sünnî gelenekte hacca giden kişi camide hutbe
sırasında cemaatten helallik ister. Bu helalleşme Alevîler arasındaki kadar
objektif ve işlevsel değildir.
Yılda bir kez yapılan cem töreninde durumu iyi olan kişi kurban keser.
Durum iyi olan kişi ya da kişiler cem töreninde yapılan tüm masrafları
karşılarlar. Bu yola hizmet ettikleri için kesilen hayvana “yol kurbanı” denir.
Bunu törene katılan herkesin kesmesi mecburi değildir.
Bazı toplumlarda kurban ile ölüp yeniden dirilme motifi arasında paralellik
vardır. Bu ritüele yansır. Bu genelde tek tanrı inancı olan toplumlarda
görülmektedir. Türk boylarında ve Anadolu’da Alevîler ve Bektaşîler
arasında kurbanı bütün olarak pişirme şeklinde özel kurban ritüeli vardır.
Buna “terceman” ya da “rıza lokması” da derler. Bu şekilde hayvanın
kemiklerine zarar verilmemiş olacaktır. Bu Şamanizm inancına
dayandırılmaktadır. Bektaşî inancında dört unsur yani toprak, su, ateş, rüzgar
seklinde görülen ruh; bitkilerde, hayvanlarda, insanlarda dolaşır sonra da
Tanrının vücudu mutlağına karışır ve yine cisimlere iner. (Ögel, 1998: 488¬
490) Bu inançtan dolayı kurban işlemine çok dikkat edilir. Aynı özen türbe
etrafındaki bitki ve hayvanlara da gösterilir. Çoban Baba türbesi etrafında
yaşanan olayların temelinde bu inanışlar yatmaktadır.
Kurban tığlamak, kurban kesmektir. Tığ, Farsça’da “kılınç” demektir.
Türkler, hayvanlarını kan akıtmadan, keserek değil öldürerek kurban
ederlerdi. Şamanist Türklerde de adet böyleydi. Şaman, büyük bir bıçakla
hayvanın karnını yarar, hayvanın kalbini iyice sıkar. Hayvan öldükten sonra
derisi yüzülür, parçalanır. Bu sayede hayvan daha az can çekişir ve ayrıca
çok az kan akar. (Roux, 1994: 204) Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra
kurban adetlerinde de değişme olmuştur. Ancak eski itikatların izleri
silinmemiştir. Kızılbaş Türkmenlerde ve Bektaşîlerde, bu hatıralar daha canlı
kalmıştır. Kurban kesmeyi “tığlamak” terimi ile ifade etmeleri ve kesilen
kurbanın kanının yere akmaması için, büyük dikkat sarf etmeleri bunu
gösterir. Büyük bir çukur kazılır, hayvanın kanı ve diğer parçaları buraya
gömülür. (Eröz, 1992: 43-44) Alevî topluluklarında ve eski Türk inanışında
hayvanın kemiklerinin kırılmaması inancı vardır. Çünkü reenkarnasyon
inancı bunu gerektirir. Kutsal sayılan bu hayvan tekrar canlanacağı için
kemikleri sağlam olmalıdır. Yine kanının çok az akıtılması gerekir. Ancak
Soğukçeşme Köyü’nde kurban her nedenle kesiliyorsa kesilsin kemikleri
kırılmaktadır. Buradaki amaç çok sayıda kişinin etten faydalanmasıdır.
Ayrıca kanı mümkün olduğu kadar çok akıtılır. Etin kanlı şekilde
yenilmesinin haram olduğuna inanırlar. Kazılan bir çukura hayvanın kanı
akıtılır ve hayvanın iç organları, diğer parçaları buraya gömülür. Buradaki
amaç türbe etrafında kötü kokulara mahal vermemektir.
Ayin-i Cem törenlerinde Hz. Peygamber’in üzümün suyunu kırklar
meclisiyle içmesi hadisesinden yola çıkılarak su dağıtılır. Bazı dönemlerde
diğer Alevî topluluklarda cemaati coşturmak için şarap ve içki dağıtıldığı da
olmuştur. Ancak Soğukçeşme köyü ve Ali Dede bu duruma karşıdır. İkrar
töreninden sonra, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da susuz bırakılıp katledilmesi
hadisesini canlandırmak için “sakka suyu” adı verilen okunmuş su bir kaptan
herkes tarafından içilirdi. Böylece Hz. Hüseyin’in ruhu rahatlatılmış
olacaktır. Bu ritüele “sakalık erkanı” da denir. Önceden tek kaptan içilen bu
su şimdilerde bardaklarla dağıtılır olmuştur. Bunun nedeni ise bulaşıcı
hastalıktan korunmaktır. Büyük bir kap içine konulan su okunarak
bardaklarla dağıtılır.
Köy halkı arasında musahiplik4 yoktur. Musahiplik çok ağır sorumluluklar
getirdiği için bu ritüeli yaşatamamışlardır.
Modernleşmeyle, sosyal ilişkilerin çok yönlülüğü ekonomik özelliklere,
teknolojik gelişmelere ve sosyal olmayan eğilimlere bağlı olarak düşüşe
devam eder. Arkaik ve tarihi şekil olsa da geleneksel ritüelin azalmaya
devam etmesiyle eğilimler ilişkilidir. Soğuma, hayal kırıklığı, gözü açıklık,
karşı eğilim endüstrileşen dünyayla birlikte ortaya çıkar. Sosyolojik olarak
en önemli karşı eğilim (ters akım), köysel kuruluşa, toprağa dönüşe,
komünlere karşı olan harekettir. Yeni hareket yaşlı kişilerin sağlamlık ve
yeterliliklerine ihtiyaç duyan komünler, gençlik arasında aslında popüler idi,
Hutteritler ve Siyonistler gibi dinsel ve ideolojik gruplar arasına çok
başarılıydı. (Peacock, 1986: 400)
Modernleşme sürecinde, ulusal ritüellerin temizlenmesinde doğuş
hareketlerinin ve milliyetçi veya komünist dönemlerin çok önemli olduğunu
Protestan, Müslüman ve Budist ıslahat hareketleri örnekler. Temizliğin en
açık sebebi, ritüellerin şimdi yıkılmış olan kurulu düzeni desteklemiş
olmasıdır. Bir hafif sebep de modernleşmenin sembolik düzene (ütopya,
diğer hayat, Nirvana) karşı insanların ritüel hareketten çok bu hayatı
birtakım rasyonelleştirme çabası içinde olmasını akla getirmesidir. Tanıma
göre ritüel, daha önce, şimdi belki hiç olmayacak ebedi, sosyal ve kozmik
yapıyı kutlama doğrultusunda düzenlenir. Dünyevi aktivitenin
rasyonelleşmesi, değişmeyeni kutlamak için ritüel sürdürülmeli katılığına
karşı çıkan talebi, gelecek sona karşı aksiyonun sabit değişikliğini, böylece
hızlı bir şekilde kabul ettirir. (Peacock, 1986: 397-398)
Köy halkı Kütahya iline yakın olduğundan Sünnî insanlarla iç içedirler. Çok
büyük etkileşimler olmaktadır. Bu nedenle kız alıp verme hadisesi yasak
değildir. Ancak çekinenler ve olumsuz şekilde gerçekleşen teşebbüsler de
yok değildir. Osmanlı döneminde ve daha sonraki dönemlerde Sünnî halk
tarafından çok hor görülen Alevî halk cami ve namaza karşı soğuk
bakmaktaydılar. (Noyan, 1994: 97-122) Çoğu Alevî halk namaza bu
nedenle soğuktur. Soğukçeşme Köyü halkı namaza karşı değildir. Hiçbir
siyasi akıma bağlı olmayan halk arasında namaz kılmayan hatta karşı olanlar
çok az sayıdadır (Bingöl, 2003; Yenikaya, 2003). Hac ve zekat ibadeti
devam etmektedir. Sünnî halkla bulunulan yakın ilişkiler, köyün küçük
olması ve diğer Alevî-Bektaşî köyleriyle bağlantıların zamanla kesilmesi,
geçim sıkıntısından dolayı halkın çoğunluğunun şehre yerleşmesi nedeniyle
ritüellerde zamanla değişiklik olmuş ve değişmesi mümkün değil gibi
gözüken tarikat erkanları yumuşamıştır.
Küreselleşmenin bir fırtına gibi önüne gelen her kültürü yıkmasından,
mantığında sınırları kaldırıp kültürleri ve ulusları tek tipleştirme olduğundan
bu yapılaşma toplumların kültür belleği açısından büyük bir tehlike arz
etmektedir. UNESCO’nun 2003 yılında kabul ettiği somut olmayan kültürel
mirasın korunması (SOKÜM) sözleşmesi (Oğuz, 2007: 5-11) ve ortak
belleğe aktarılması ve yaşatılması (Oğuz, 2007a: 5-8) bağlamında Kütahya
yöresindeki Alevî-Bektaşî kültüre bağlı köylerin her yönüyle incelenip
kayıtlara geçirilmesi Türk kültür tarihi ve ulusal birlik/beraberliğin
sağlamlaşması açısından son derece önem arz etmektedir.
ATALAY Besim (1992). Divan-ü Lûgat-it Türk Tercümesi, C. I-II-
III. Ankara:TDK.
BİNGÖL Mehmet Ali (2003). Kaynak kişiyle 03.11.2003 tarihli görüşme,
Bilgisayar Operatörü, 1966, Kütahya.
BİRDOĞAN Nejat, (1994). İttihat ve Terakki'nin Alevîlik-Bektaşîlik
Araştırması (Baha Sait Bey), Berfin Yay., İstanbul.
ELİADE Mircae (1991). Kutsal ve Dindışı, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay.
Ankara:Yapı Kredi.
ENGİNER Gürbüz (1997). Kurban -Kurbanın Kökenleri ve Anadolu'da
Kanlı Kurban Ritüelleri-. İstanbul:Yapı Kredi.
ERGİN Muharrem (1997). Dede Korkut Kitabı, C. I. Ankara:TDK.
ERÖZ Mehmet (1992). Eski Türk Dini ve Alevîlik Bektaşîlik. İstanbul: Türk
Dünya Araştırmaları Vakfı.
GÖLPINARLI Abdülbaki (1998). Vilâyetnâme (Menâkıb-ı Hünkâr Hacı
Bektaş-ı Velî). Ankara:İnkılap.
KOÇ Adem (2000). Saz Şiirinde Bektaşî Terimleri (Basılmamış yüksek
lisans tezi). Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya.
LEVI-STRAUSS Claude (1984). Yaban Düşünce, Çev: Tahsin Yücel.
İstanbul:Kent.
NOYAN Bedri (1995). Bektaşîlik Alevîlik Nedir?. İstanbul:Ant.
OĞUZ M. Öcal (2007). “UNESCO, Kültür ve Türkiye”, Milli Folklor, S.73.
OĞUZ M. Öcal (2007a). “Folklor: Ortak Bellek ve Paylaşılan Deneyim”,
Milli Folklor, S.74.
ÖGEL BAHAEDDİN (1998). Türk Mitolojisi, C. I. Ankara:TTK.
PEACOCK James L.(1986). “Notes on a Theory of the Social Evolution of
Ritual”, Theories Concerning the Ritual Process, Indiana:216-228. Çev.
Adem Koç, “Ritüellerin Sosyal Evirimi Teorisi Üzerine Notlar”, (James
L. Peacock’tan çeviri), Milli Folklor, S.69, 2006:141-163.
PRITCHARD Edward E. (1998). İlkellerde Din, Çev: Hüseyin Portakal,
Ankara: Öteki.
ROUX Jean-Paul (1994). Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çev: Prof. Dr.
Aykut Kazancıgil. İstanbul: İşaret.
YENİKAYA Tamer (2003). Kaynak kişiyle 03.11.2003 tarihli görüşme,
MEB’de Memur, 1964, Kütahya.
Kütahya-Eskişehir karayolu üzerinde, Kütahya’ya 35 km uzaklıkta bir köy. Köy
halkı Alevî inancına sahiptir, Kemal Sultan Ocağı’na bağlıdır.
Alevî-Bektaşî inancında dini lider. (Koç, 2000: 158)
Alevî-Bektaşîlerin temel törenlerine verilen addır. Yola girişte ya da ölen birinin
anısına yapılırdı. Her erkanın ayrı cemi vardır. Ayin-i Cem ve diğer cemler gizli
yapılır. (Koç, 2000: 106)
Yol arkadaşı, birlikte nasip almışlar olanlar için kullanılır. Küçüklükten bir erkek
ve bir kız evlad musahip olurlar. Ömürleri boyunca birbirlerine yardımcı olurlar.
Bunlar birbirlerine “bel kardeşi” değil “yol kardeşi”dirler. Alevî-Bektaşîlerde
“musahiplik” çok önemlidir. (Koç, 2000:241)