ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ  

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

BİLİM FELSEFESİ BAĞLAMINDA HALKBİLİMİ VE HALKBİLİMSEL BiLGiNiN TELEOLOJİK SERÜVENİ*

Doç. Dr. ÖZKUL ÇOBANOĞLU

Çalışmamızın konusu halkbiliminin iki yüzyıllık tarihinde ortaya çıkan temel bakış açılarının ele aldıkları olgu ve olayları değerlendirirken takip ettikleri 'düşünsel şemaların veya paradigmaların genel bir değerlendirmesini yap-fır. Bunun için de, doğal olarak, Macar bilim tarihçisi, Imre Lakatos'un "Bilim felsefesi olmadan yapılan bilim tarihi kör, bilim tarihi olmadan yapılan bilim felsefesi ise boş bir girişimdir"' dediğince ele alacağımız kavramların tanımlarını, bilim felsefesi ve bilim tarihi ile ilişkilendirerek bir yere oturtmamız kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu bağlamda, halkbiliminin ortaya çıkış sürecine ve oluştuğu felsefî zemine kısaca işaret ederek2 konuyu ele almakla işe başlamak daha aydınlatıcı ve yararlı olacaktır. Richard Bauman'ın (1992) ifadesiyle, "Romantik milliyetçiliğin hizmetinde dil, edebiyat, kültür ve ideolojinin birarada düşünüşünün bir parçası olarak folklor kavramı 18. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmıştır. Alman filozofu Johann Gottfried von Herder'in (1744-1803) romantik das Volk kavramı ve halk geleneği bütün folklor şekillerinin ve her türlü kabullenişlerinin oluşmasının kaynağıdır. Herder için ortak bir dile sahip olmak bir topluluğun kendini diğerlerinden ayırarak bağımsız, kendine has ve sosyal bir kimlik olarak milletleşmeleri sürecinde son derece önemliydi ve dil, bir Volk, bir millet, oluşun iç yapısını yahut ruhunu ve karakterini sağlamaktaydı.' Dahası dil, bir milletin kendine has geleneklerinin kuşaklar arasında aktarılmasını temsil etmekteydi ve söz konusu temsil edişle de dil, Herder'in kültür olarak tanımladığı değerlerin oluşmasını ve gelişmesini sağlayan unsurlarıyla en önemli araçtı. Herder'in kültür olarak tanımladıkları ve gelenek en yüksek ve en doğru dışavurumlarını ve şekillenişlerini halk şiirinde, halk şarkılarında veya folklorda bulmaktaydı. Humanistik düşüncenin modern parçalanışında veya disiplinlerin bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle birlikte eskinin bütüncül, bakış açısı parçalandı. Bu oluşum sonrası, folklor olgusuna ilgi duyan disiplinlerin her birisi onu kendilerine en uygun düşen açıdan ele almakta ve değerlendirmektedirler. Biz de çalışmamız boyunca böyle bir değerlendirmeyi halkbilimi (folkloristics) doğrultusunda yapmaya çalışacağız.

Öncelikle, halkbiliminin de bağımsız bir bilim dalı olarak felsefeden ayrılış sürecinin başlayışının temelini oluşturan ve aynı zamanda da bu süreci hızlandıran bir katalizör olarak "ilerleme" fikrinin, bir düşünce nesnesi yani kavramı olarak ortaya çıkışı ki4, Fransız Devrimi öncesi, Aydınlanma çağının en tutkulu ve en güzel ürünlerinden birisidir ve ilerleme fikrinin tarihi, bir yandan çağdaş bilimin ve akılcılığın gelişmesiyle, diğer yandan sosyal politik özgürlükler için yapılan mücadelelere bağlı olarak geliştiği anlayışı yaygın olarak kabul görmektedir5. Bu bakış açısına göre bilim hiçbir duraksama geçirmeden üç yüz hatta dört yüz yıldır ilerlemektedir (Kuyaş 1982: 7) diye düşünülmektedir.

Öte yandan hiç şüphesiz, yüzyılımızın en büyük bilim tarihçisi ve bilim felsefecilerinden birisi olarak kabul edilen Thomas Kuhn'un "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" (The Structurc of Sicentific Revolutions) adlı çalışmasında (1970), yer alan düşüncesine göre, bilim tarihi, bilimsel girişimin kesintisiz bir birikim halinde değil, aksine, bilgiyi büyük kesintilere, hatta kopmalara uğratan "devrimci dönüşümlerle" geliştiğini ileri sürmektedir. Bu ifade de yer alan "devrim" sözcüğünün de gösterdiği gibi, bir biriyle çatışma yahut rekabet halindeki bir çok karşıt bilim görüşünden ya da okulundan, sonunda galip gelenlerin bugüne kadar getirdiği bir bilim söylemi (dis-course) söz konusudur.

Bu durumda, akla şu soru gelmektedir: gerçeklik ile farklı ilişkiler kuran karşıt bilimsel kuramların mücadelesi sonunda bugüne varan bilimsel bilgi içeriği, olması gereken miydi, yoksa bir çok "mümkün dünya "dan sadece bir tekinin bilinmezlikten kurtarılarak yaratılıp, gerçekleştirilmesi mi? Eğer birincisiyse, bu defa da, doğal olarak "neye göre gereken sorusu" gündeme gelecektir. Burada işin içine teleoloji (amaçbilim veya erekbilim) girmektedir ve bu soruya değişik bakış açılarıyla bir çok (Kuyaş 1982: 8-9) farklı cevap verilebilirse de, burada bunlara girmek yerine "bilimsel doğru" ve "değer yargıları" konusundaki şu genel hükmü aktarmanın yeterli olduğunu düşünüyoruz. Bu genel hükme göre, "doğru'lar ve değer yargıları mutlak değildir; dönüştürülebilirler. Dün için doğru olan bugün için doğru olmayabilir; bugün için doğru bulduğumuz bir bilginin yarın yanlış olduğuna karar verebiliriz. İnsanlık için neyin doğru, neyin ilerleme olduğunu tayin eden yalnızca bir yöntem değil, içinde bilim yapılan dünyanın, toplumun ve tarihin koşullarıdır." (Kuyaş 1982: 9). Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, nasıl siyasal devrimlerde toplumlar farklı rejimler arasında bir seçme yapmak zorunda iseler, bilimsel devrimlerde de bilim toplulukları farklı bilimsel dünya görüşleri ve bilim yapma tarzları veya yöntemleri arasında bir seçim yapmak durumundadırlar.

Bu bağlamda, "bilimsel devrimleri" eski bir bilim yapma geleneğinin bir yenisiyle değiştirilmesi olarak tanımlayan Thomas Kuhn, var olan karşıt bilim görüşleri arasındaki seçimin büyük ölçüde sosyo-psikolojik bir süreç olduğu, bilginin temeldeki evrensel niteliğiyle doğrudan bir ilgisi bulunmadığı görüşündedir. Dolayısıyla, karşıt bilim görüşleri veya yöntemleri ortaya çıktığı anda, bilgi üretimi ve bilimsel ilerleme bir tür 'güç' mücadelesidir. Birbiriyle yarışan farklı bilimsel yaklaşımlara Thomas Kuhn 'paradigma'6 adını vermiştir. Thomas Kuhn'un en büyük karşıtlarından birisi olan Louis Althusser de, N. Kuyaş'm, R. Keat'tan (1975) aktardığına göre, "her bilimin tarihi kesintilidir ve bir bilimin temellerinin atılması, o bilimin "tarih-öncesi" durumundan, yani ideolojilerden arınarak yeni bir kuramsal sistemin oluşturulması için gerekli olan kavramlara ve sorunsal (problematigue) alanına kavuşmasıyla mümkündür" (Kuyaş 1982: 16) diye düşünmektedir.

Bu "kesintiler" veya geçişi, Louis Althusser, epistemolojik kopma (rupture), Kuhn ise bilimsel/kavramsal devrim olarak nitelendirmektedir. Althusser'in "sorunsal" veya "problematik" kavramı Kuhn'un "paradigma" kavramına pek çok bakımdan benzemektedir. Biz çalışmamız boyunca bu iki yakın kavramı da ifade edecek bir biçimde paradigmayı kullanmayı yeğleyeceğiz.

Bu bağlamda, daha geniş açık ve anlaşılabilir bir ifadeyle söyleyecek olursak, paradigma, "Gözlemlenmesi mümkün olan bir çok veriden bir diziyi belli kurallara göre 'çağırma' yani bir nevi rastlantıdan kurtarma ve gereğinde de aynı kurallara göre yeniden üretme"dir. Bu teknik düşünceyi Thomas Kuhn, biraz daha geniş tarzda kullanarak, belli bir bilimsel yaklaşımın doğayı sorgulamak ve doğada bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da örtülü bütün inançları, kuralları, değerleri ve kavramsal/deneysel araçları kapsayacak bir biçimde ele almış (Kuyaş 1982: 10) ve aynı bilimsel disiplin içinde farklı paradigmalarla bilim yapma uğraşısını şu şekilde açıklamıştır.

"Bilimsel devrimler çok sık meydana gelmediğine göre, normal zamanlarda yapılan 'olağan' bilim uğraşım ve araştırmalarını bu geniş anlamıyla paradigmalar yönlendirmektedir. Bilim yapan toplulukları ve değişik bilimsel uzmanlık alanlarını belirleyen bu tür paradigmalara olan bağlılıktır. Thomas Kuhn, bir paradigmaya kavuşan bilim dallarının biraz dogmatik bir yapıya sahip olduklarım, kendi bilim yapma yöntemleri ve kuramları dışında kalan bilgilere kapalı olduklarını ileri sürmek-tedir"(Kuyaş 1982: 10).

Nitekim günümüzün önde gelen bilim felsefeci ve tarihçilerinden birisi olan Andrew Sayer'in de "Sosyal Bilimlerde Metod" (Method in Social Science) adlı çalışmasında (1992), bilim tasnifini temellendirdiği "açık" ve "kapalı sistemler" kavramsallaştırması büyük ölçüde Kuhn'un söz konusu tespitinden kaynaklanmış gibi gözükmektedir.

Bu bağlamda halkbilimine baktığımızda onun bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıktığından günümüze kadar geçen süreç içinde birden fazla paradigmaya sahip olduğunu görürürüz. Bu da, Thomas Kuhn'un yukarıda işaret ettiği tek paradigmalı bilim dallarının biraz dogmatik bir yapıya sahip olmalarının ve yine bu tek paradigmalı bilim dallarının kendi bilim yapma yöntemleri ve kuramları dışında kalan bilgilere kapalı olmaları tespitinin, erken dönem hariç, halkbilimi için geçerli olmadığı gerçeğini ortaya çıkardığını disiplinimiz adına biraz da gururla söyleyebiliriz.

Daha önce de bir başka çalışmamızda (Çobanoğlu 1999) işaret ettiğimiz gibi, herhangi bir bilim dalı gibi halkbiliminin de ne olduğunu anlamak için halkbiliminde yapılan araştırmalarda yaygın bir kullanıma sahip olan kavram, model ve kavramlaştırmaları incelemek gerekir. Model ve kavramsallaştırmalar sadece doğmuş olan soruları biçimlendirmezler; bir yandan da dolaylı olarak da olsa sorulara verilecek cevapları da içerirler. Bu bağlamda, halkbiliminde iki yüzyıla yakın bir süredir devam eden ve Amerikalı halkbilim çalışmaları tarihçisi Barre Toelken tarafından, "Halkbilimi konusuna ilk defa eğilen birisinin ilk olarak dikkatini çekecek şeylerden birincisi, bu konuda yüzyıllardan beri devam ede gelmekte olan bilimsel tartışmalardır" (1979:3) şeklinde ifade edilen kavramlaştırma ve model tartışmalarının ne kadar çeşitli ve çok yönlü olduğu hususu, aynı zamanda halkbilimindeki birden fazla paradigmalılığın ve A. Sayer'in (1992) ifadesiyle "açık sistem" oluşun doğal bir sonucudur.

Aynı şekilde halkbilimi disiplinin bu özelliğinden kaynaklanan "biraz" da olsa "dogmatik" olmayış ve diğer bilim dallarının bilim yapma yöntemleri ve kuramlarına açık oluşun da nedeninin veya nedenlerinden en önemlisinin söz konusu tek paradigmalı olmayıştan, "açık sistem" oluştan kaynaklandığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Halkbilimin başka disiplinlerle kavram, kuram ve yöntem konularındaki disiplinler arası ilişki ve etkileşimlerinin tamamı bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bütün bu ilişki ve etkileşimler disiplinimizi yeterince kavramamış bazı mensuplarının bile zannettiği gibi gereksiz eklektik yapılanışlar değil, bizatihi halkbiliminin bu son derece dinamik paradigmatik yapısından kaynaklanan, bilim felsefesi ve tarihi için yukarıda da işaret ettiğimiz gibi fevkalade önemli temel bir özelliktir.

Ancak, insanoğlu'nun soru sormasıyla başlayan genel anlamda bilimin ve özellikle de, üzerinde yaşadığımız dünya ve evren üzerinde sorulan geçerli sorulara verilen güvenilir cevaplardan doğan ve halkbiliminin kesiştikleri kavşağı oluşturduğu sosyal ve beşeri bilimlerin ürettikleri bilginin, "bilimsel" olma ölçütlerinden birisi olarak kabul edilen "yanlışlanabilirlik" ilkesi düşünüldüğünde ve "Bilimlerin gelişmesinde geçerli (yani cevaplandırılması mümkün) olan sorular az değiştiği halde, güvenilir (daha doğrusu olduğu sanılan) cevaplar sürekli olarak değişmektedir" (Güvenç 1984: 3) şeklindeki tespit göz önüne alındığında halkbiliminde yaşanılan durumun ona özel olmadığı ve bir bilim dalı olarak son derece doğasına uygun bir süreci yaşadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bu bağlamda dikkati çekebilecek olan, "farklı bilişsel yapılar düşünceyi farklı sonuçlara götürüyorsa, pozitivist için nesnellik yok olmuş sayılır" saptamasının bilim tarihi ve bilim felsefesi açısından geçersizliğine işaret etmeliyiz. Bu bağlamda, Thomas Kuhn, farklı bilgi türlerinin eş değerde, aynı geçerliliğe sahip sonuçlar verebildiğini hem de, tarihsel örneklerle göstermiştir. "Çünkü düz bir çizgi halinde ilerlemenin, başka tür bilgi tarzlarını yok eden, bir kenara iten bir ilerleme olduğunu görmüştür. Tarih bu şekilde, batı rasyonel teknik düşüncesinin yendiği, yok ettiği farklı biliş tarzlarıyla doludur. Bunun nedeni, bilgiden beklenen yararların, bilgiyi farklı amaçlarla kullanma eğilimlerinin çalışmasıyla meydana gelen uygarlık seçimleridir. Nasıl bir uygarlık diğerine egemen olmuşsa, bir bilim tarzı da diğerine baskın çıkmıştır (Kuyaş 1982: 20). Halkbilimi de bu bağlamda ve bir anlamda batı rasyonel teknik düşüncesinin ortadan kaldırmağa yok etmeğe kıyamadığı farklı biliş ve yaşayış tarzlarının rasyonel bir biçimde tespitinden başka bir şey değildir denilebilir. Bu bir anlamda "gelenek" kavramının ve olgusunun "modernite" veya "ilerleme" karşısında işlevselliğini ve sosyo-kültürel temellenmelerin temelini oluşturuşunu vurgulamayla da eşanlamlıdır.

Bu süreci biraz daha açarak ve R. Bauman'm (1992) ifadesiyle belirleyecek olursak; "Halkbilimciler geleneği veya gelenekselliği folklorun en temel vasfı olarak kabullenmeyi büyük özenle tebarüz ettirdiler. Halkbilimcilerin gelenekselliği değişik tavır alışlarla ve vurgulamalarla folklorun en temel ölçütü olarak tebarüz ettirişleri, Max Weber'in klasikleşen anlayışıyla Protestan Reformu, Aydınlanma ve Endüstriyel Kapitalizm gibi modern ideolojilerin neticesi olarak ortaya çıkan ferdiyetçilik, yenilikçilik, ilericilik gibi yükselen temel değerlerine verilen bir cevaptı. Gittikçe derinleşen ve belirginleşip biliç düzeyine çıkan modernleşmeye dönüşümün ki bu süreç geleneksel otoritenin veya gelenekselliğin egemen olduğu ve onun uygulamaya yönelik şekillerinin sosyal organizasyonu sağladığı kısımla modernleşme neticesi ortaya çıkan arasındaki karşıtlık, modern olanların karşısında yer alan veya geleneksel olarak devam edenler anlamında folklorun keşfedilişinin de nedenidir. 19. yüzyılda folklora ilginin filizlenişi, devrin köktenci değişikliklerin tamamını temsil eder olarak zuhur eden ve çağa damgasını vuran yeniliksellik (moder-nity) veya modernleşmecilik olarak bilinen entellektüel gayretin ürünüydü. Folklora olan ilginin söz konusu entellektüel gayretin bir kısmı olarak ortaya çıkışının devam eden mirası ve kötü hatırası hâlâ folklorun popüler fakat insanlığın sosyal gelişmesi sürecinde bilimsel akılcılıkla ulaşılan modern uygarlık öncesinden kalma anakronik ahmaklıklar (folly), hurafeler (super-stition), yalanlar (falsehood) olarak takdim edilişi gibi çarpıtılmış folklor kabullerinde devam etmektedir.

Öte yandan aynı entellektüel akımın yukarıdaki anlayışın tam tersi olarak folklorun renkli, cazip, duygusal, tabiî ve otantik olarak vasıflandırılarak görüldüğü ikinci bir folklor imajı daha vardır. Belki bu ikinci folklor telâkkisi birincinin akılcı olarak adlandırılışının karşıtlığından haraketle romantik olarak adlandırılabilir. Biraz da Herder'in mirası olarak bu romantik folklor telâkkisi Aydınlanmanın soğuk akılcılığına karşı oluşan reaksiyondan kaynaklanıyordu ve folklorun otantik bir milli kültürün temellerini oluşturduğu yerine bir milletin tarihi ve ruhsal parçalanamaz bütünlüğünün gerçeği olduğu olarak üsteleniyordu. Bu bakış açısı romantik milliyetçiliğin folkloru, kültürel köklerin nostaljik tahmini, halk sanatı, el sanatları, ve müziğin yeniden canlandırılması, "folklorico" olgusuyla halkhayatı muhafaza programları, ve benzeri tavır alışlarla kutsayışının kaynağını oluşturur. Bununla beraber gerek realist ve gerekse romantik bakış açılarının her ikisi de folkloru modernliğin veya modern zamanların batıp kaybolmakta olan yüzü veya yanı olarak kabul ettiler ve bu karşı konulamaz sosyokültürel değişmenin farkına varış, bizim halk geleneklerine olan ilgimizin harekete geçirici kaynağıdır"(Bauman 1992: 34).

Bu bağlamda daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bütün sosyal ve beşeri bilimlerin yamsıra halkbiliminin kabulleri de "kültür" tanımıyla yakınen ilgilidir. Halkbiliminin bağımsız bir bilim dalı olarak akademiya da yer aldığı 19. yüzyılda kültür mükemmelleşmek, insanlığın, toplumun kendisini geliştirip mükemmelleştirmesi olarak tanımlanıyordu. (Arnold 1988). Bu insanlığın topyekün gelişmesi tanımına uygun olarak kültür, bilginin bilinçli olarak öğrenilip beynin ve ruhun terbiye edilmesi sürecidir (Schoemaker 1990: 1). Bir başka ifade ile söyleyecek olursak, kültürden anlaşılan daha çok yazılı ve kısmen de sözlü kültür ortamı teknolojisi içinde gerçekleşen öğrenme eyleminin neticesi beynin içinde yer alanlardı. Buna göre, kültür denilince edep, muaşeret, çok okumuşluk, üst tabaka yaşantısı, modayı takip etme, yüceltilmiş hisler ve ince bir sanat zevki gibi somut ve ölçülebilir nesnel desteklerden mahrum anlamlar kastedilmekteydi.

Oysa, 19. yüzyılın sonlarına doğru Edvvard B. Tylor'la (1958) başlayarak bu anlayış bir toplumun bütün hayat tarzı ve üyelerince öğrenilen unsurların tamamı olarak değişmeğe başlar. Artık kültür insanın öğrenerek beyninin içine yerleştirdiklerinin ötesinde dışımızda yapıp ettiğimiz her şeyi karşılayacak biçimde kullanılmaktadır. Günümüzde sosyal bilimlerde kültür denilince bir toplumun her türlü kendim ifade edişlerinin tamamı veya toplam hayat tarzı anlaşılmaktadır. Bu ifade edişler, davranışlardan, alışkanlıklara, törelerden gelenek ve göreneklere, korkulara kadar pek çok değişik şekillere sahip olabilir. Aynı şekilde sanat, müzik, mimari, düşünce, edebiyat gibi şuurlu inşa yollan da kültür içinde yer alır (Shoemaker 1990: 1). Bir başka ifadeyle kültür insanların biyolojik kalıtımlarının ötesindeki ihtiyaçlar, doyumlar ve duyumsuzlukların şekillendirdiği ve insanların öğrenme yoluyla kazandığı, edindiği, inşa ettiği maddi ve manevi birikimi, değerleri, yönelimleri, duygu ve düşünce dünyaları, sosyal davranışları, teknolojileri ve sanatlarının tamamını ifade eden ve doğaya (nature) eklenmiş yaratmalar, donatmalar bütünün adıdır.

Halkbilimi, hem bir beşeri bilim ve hem de bir sosyal bilimdir. Dahası, Simon Bronner'in "Folklorun çeşitli özellikleri ve bunlardan hareketle yapılmış tanımları içinde birinin de "öğrenilmiş, sembolik davranışlar" olması nedeniyle, "davranış bilimlerinin temel prensibi" olan "insan düşüncesi ve davranışları" bakımından çalışılmasına yönelik kuramsal açılımları (1984b: 251) düşünüldüğünde,7 halkbilimi, aynı zaman da bir "davranış" bilimidir.

Halkbiliminin bu çok yönlülüğü, onun üzerinde çalıştığı malzeme ve çalışma yöntemlerinden kaynaklanan özelliğidir. Akademiyada, bu özelliğe sahip başka bir disiplinin olmaması halkbiliminin bu özelliğini feda etmesini gerektirmez. Tam tersine halkbilimi bu özelliğini koruyup geliştirerek bir cephesiyle sosyal ve beşeri bilimler arasında ve bir diğer cephesiyle de akademinin duvarlarıyla, geniş halk yığınları arasındaki köprü olma işlevini daha da geliştirip kurumsallaştırarak sürdürmek zorundadır.

Sosyal ve beşeri bilimlerin ortaya çıkışlarındaki rastlantısal kazalar ve ele aldıkları sosyo-kültürel olguların örtüşmesi veya tasnif amacına yönelik ayırımların sınırlı gerçeklikleri yansıtmasından kaynaklanan eksiklikler gibi nedenlerle tamamının arasında birebir veya kümeleşme bazında mevcut alan, yöntem sorunları vardır. Yoğun çatışmalarla geçen yaklaşık iki yüzyıllık bir sürecin sonunda disiplinler arası çatışmalar günümüzde yerini disiplinler arası çalışmalara bırakmıştır.

Bu bağlamda halkbilimci, amatör iştiyaklarla malzeme derleyen basit bir der-lemeci ve onların koleksiyoncusu olmanın ötesinde kültür teorisi ve kültürel süreçlerle yakından ilgilenen kültürlenme, kültürleşme ve kültür değişmesi olaylarını nesnel (objektif) bir gözle değerlendiren ve bu amaçla Edebiyat, Tarih, Antropoloji, Sosyoloji, Psikoloji, Felsefe, Etnoloji, Coğrafya, Etnografya, Arkeoloji, Hukuk, ilahiyat, Mimarlık, Sanat Tarihi, Sahne ve Gösteri Sanatları, El Sanatları, Giyim Tasarımı ve Kreasyon, İç Mimari, Şehircilik Çalışmaları, Gıda Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği, Ziraat Mühendisliği, Veterinerlik, Eczacılık, Sinema Çalışmaları, Kadın Çalışmaları, Kütüphanecilik Bilimleri, Dilbilimi, Göstergebilim, iletişim Bilimleri, gibi bazıları için en azından bir kollarıyla, diğerleri için tamamen kültürlerdeki bilgi, bilişim, bildirişim kısaca iletişim olaylarını inceleyen, çok çeşitli bilim ve araştırma sahalarından yararlanan ve çalışmalarıyla kendi sahasının yanı sıra bu komşu, yan ve alt bilim dallarına da katkı yapabilen kişidir.

Günümüzde aldığı bu son şekliyle halkbilimi, kültürel muhteva, kültürün yapısı bağlamında insan ve insan davranışları konularının tahlilinde başvurulacak en önemli bir sosyal bilim hüviyetindedir.8 Bu hüviyetiyle halkbilimi sosyal ve beşeri bilimlerin öğretilerinin, alanlarının ve yöntemlerinin bazen birleşip örtüştüğü çoğunlukla da kesiştiği bir kavşak konumundadır. Bu bağlamda, Halkbilimi, bir topluluğun geleneksel ve anonirn dünya görüşünü ve bunun dışa vurumları olarak kabul edilen, söze, harekete ve nesneye dayalı olarak ifade edilen her türlü anlamlı formu ve bunların oluşumları, geliştirilip ve pekiştirilmelerine yönelik iletişim olaylarının içinde konu edildiği bir bilim alanıdır.

Halkbilimci, mensup olduğu disiplinin prensiplerine göre, bu anlamlı dışavurum formlarını derler, kayıtlara geçirir, tür, tip ve motif esasına dayalı olarak tasnif eder ve bu şekilde sınıflandırılmış malzemeyi kültüre özel olarak kendi içinde veya kültürler arası denklik ve koşutluklar kurma esasına göre geliştirilmiş modeller doğrultusunda karşılaştırır ve muhtelif kuramsal bakış açılarına göre yorumlayarak tahlil edip bir senteze ulaşır. Bu halkbiliminin bütün entellektüel profesyonel meslek sistemleri gibi sahip olduğu birinci branşı yani "saf ve teorik" bilgi üretimidir."

Halkbiliminin ikinci branşı ise, halkbilimi çalışmalarında ortaya çıkan kuramsal kavramların, geliştirilen araştırma yöntem ve teknikleri ile elde edilen bilgilerin karşılaşılan sosyal, ekonomik ve teknolojik problemlerin çözülmesine yönelik olarak "toplum" veya "kültür mühendisliği" alanlarında kullanılması demek olan "Uygulamalı Halkbilimi" (applied folklore) çalışmalarıdır (Çobanoğlu 1999: 1-5).

Bütün buraya kadar söylediklerimizden ve bir anlamda, halkbiliminin bilim tarihi ve felsefesi içindeki yerini hatta önemini ve yüzeysel bir tanımlayışla mahiyetini belirlemeye yönelik bu genel girişten sonra halkbilimi çalışmaları tarihinde yer alan paradigmalara ve onlara dayalı yöntem meselelerine yönelebiliriz. Ancak, yukarıda bilim tarihindeki ortaya çıkışına işaret ettiğimiz ve günümüzde sosyal ve beşeri bilimlerde yaygın olarak "Belirli bir bilim adamları topluluğunun paylaştığı ortak değerler, inançlar ve anlayışların oluşturduğu düzlem" ve "Bilgi üretimini mümkün kılan kavramsal şema" veya "Varoluşla ilgili temel bilgi ve inançların, insan evren ve toplum tasavvurunu mümkün kılan bilişsel çerçeve ve meşru bilme biçimleriyle ilgili örtük varsayımların, belirli tarihsel ve toplumsal pratikle desteklenmiş insani etkinliklerin anlam, amaç ve değerine ilişkin sorgulanamaz ön kabullerin kendine özgü bir iç mantıkla oluşturdukları uyumlu bütünlük" şeklinde tanımlanan ve kabul gören "paradigma kavramından hareketle halkbilimsel düşünce tarihini ele aldığımızda, ulusal folklor kuramları bir yana genel halkbilimi içinde dahi pek çok kuram ve bunların kaynaklandığı paradigma vardır.

Halkbilimi çalışmalarında yer alan, sözkonusu kuram ve paradigmaları örneklemek gerekirse, "Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemlerine Giriş" adlı çalışmamızda (Çobanoğlu 1999} yer verdiğimiz; "Mitololojik Teori," "Mitlerin Meteorolojik Gelişimi Teorisi," "Güneş Mitleri Teorisi," "Masalların Göçü ve Kültürel Ödünçleme Teorisi," "Tek Merkezli Yaratma Kuramı," "Çok Merkezli yaratma Kuramı," "Tarihi-Coğrafi Fin Okulu," "Epik Kanunlar Teorisi," "Masalların Tip Katalogu," "Halk Edebiyatının Motif İndeksi," "Tarihi Yeniden Kurma Kuramı," "Evrimsel Halkbilimi Teorisi", "Psikoanalitik Halkbilimi Kuramları," "Mit-Ritüelist Halkbilimi Kuramı," "Tarihi-Kültürel Halkbilimi Okulu", "Biyolojik Halkbilimi Kuramı," "Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı," "ideolojik Halkbilimi Kuramları," "Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi," "Yığın Kültürü Kuramı," "Yapısal Halkbilimi Kuramları," "Kahramanın Biyografisinin Yapısal Çözümleme Modelleri" olarak "J. G. von Hahn'm Aryan Kahramanı Biyografik Modeli," "Otto Rank'ın Kahraman Kalıbı," "Lord Raglan'ın Geleneksel Kahraman Kalıbı," "Eric Hobsbawm'ın Sosyal Haydut veya Halk Kahramanı Kalıbı," "Vladimir Propp'un Yapısal Anlatı Çözümleme Yöntemi," "Claude Levi-Strauss'un Yapısal Çözümleme Yöntemi," "İşlevsel Halkbilimi Kuramı," "Sözlü Kompozisyon Teorisi" ve "Performans Teorisi" gibi 30 civarında kuramsal çerçeve ve bunlara dayalı araştırma modelleri mevcuttur.

Dahası, paradigma denebilecek kadar kapsamlı ve bağlayıcı ilkelerin henüz gelişmemiş olduğu ve Thomas Kuhn'un "paradigma-öncesi" öncesi olarak adlandırdığı "devirlerde bir çok bilim dalında doğadan olgu toplamanın rast gele yapılan bir faaliyet olduğu, olgular arasında kuramsal ilişkiler kurma konusunda her kafadan bir ses çıktığı görülmektedir" dediği devir ve dönemler halkbilimi çalışmaları tarihi için de geçerlidir ve yaygın olarak "antiquaryen" (eski ve sözlü halk atikaları koleksiyonculuğu) dönem olarak adlandırdığımız bu devirden tamamen sarfınazar etmemize ve Kuhn'un "tek bir paradigmanın sağladığı yasalar, ampirik genellemeler, deneysel araçlar ve bir ölçüde metafizik inançlar çevresinde birleşen bilim adamlarının olguları daha amaçlı tarzda toplayabildiği, görüşlerinin bir anlamda kısıtlandığı fakat tek bir alandaki bilgilerinin derinleştiği"nin (Kuyaş 1982: 16) görüldüğü halkbilimi çalışmaları dönemimde bile yukarıda ifade ettiğimiz gibi 30 civarında muhtelif sayılarda halkbilimci "bilim adamları topluluğunun paylaştığı ortak değerler, inançlar ve anlayışların oluşturduğu düzlem" veya "bilgi üretimini mümkün kılan kavramsal şema" yani paradigmayla karşı karşıyayız. Esasen, eksik bile olduğunu rahatlıkla ifade edebileceğimiz bu halkbilimsel araştırma model ve kuramsal çerçevelerinin dayandıkları paradigmaları tek tek ele alıp burada incelememizin imkanı yoktur.

Ancak bunları söz konusu çalışmamızda da yaptığımız gibi iki temel veya üst belirleyici yahut ana paradigma etrafında gruplandırarak ele almak ve böylece ikisini mukayese,ederek eski ve yeni halkbilimi araştırma yöntemlerinin hiç olmazsa genel veya temel özellikleri ortaya konulabilir. Buna göre birinci grup araştırma yöntemleri ve kuramlarının yer aldığı temel paradigma "Metin Merkezli" (text-orientcd), ikinci grup araştırma yöntemleri ve kuramların yer aldığı temel paradigma ise "Bağlam" veya "İcra Merkezli" (context-oriented) olarak adlandırılmaktadır.

Böyle bir ayırıma giderek birçoğu birbirinden bağımsız olarak gelişmiş halk-bilimsel paradigmalar manzumesini ikili bir yapıya indirgeyerek ele almayı yadırgayanlar için hemen söyleyelim iki neden vardır. Bunların yukarıda işaret ettiğimiz birincisi, zaman ve yer bakımından mümkün olmayıştan kaynaklanan işevuruk veya pratik nedendir. Ikincisiyse, Thomas Kuhn'un işaret ettiği anlamda halkbilimi çalışmalarında büyük bir bilimsel devrime; kuru metin tahlilinden onu içinde icra edildiği şartlar bütünü anlamında bağlama ve icrasına bağlayarak bütüncül bir biçimde ele alışı gerektiren teorik kopma veya yeni paradigmatik yapılanıştır.

Bilindiği gibi halkbilimi çalışmalarında, birisi Klasik Edebiyat Araştırmalarından diğeriyse Dilbilimi ve Kültür Antropolojisinden kaynaklanmakla birlikte asıl tesirlerini halkbilimindeki eski veya "metin merkezli" paradigmaya karşı gösteren "Sözlü Kompozisyon Teorisi" ve "Işlevselcilik Kuramı"nın açtığı çığırı, 1960'lardan sonra ortaya çıkan Performans Teori son derece hızlı bir biçimde bilimsel bir devrime dönüştürmüş ve günümüz halkbilimi çalışmalarına "bağlam" veya merkezli paradigmayı egemen kılmıştır. Dolayısıyla çalışmamız boyunca icra "bağlam merkezli paradigma" ifadesiyle teorik öncül çalışmalardan sarfınazar ederek esas olarak bu üç kuramsal çerçeveyi kapsayan bir şemsiye terim hüviyetiyle kullanacağız. Bunlar dışında kalanları da "metin merkezli paradigma" ifadesiyle nitelendireceğiz. Bu ele alışımızın bilim felsefesi ve tarihindeki dayanağı, "her kavramsal ve bilimsel devrimde bakış açısı ve yöntemler değiştiği gibi, görülen dış dünya da bir ölçüde farklılaşmakta, farklı yorumlanmaktadır, ilerleme boyutu, tek olan bilginin özünde değil, farklı bilgiler arasında yapılan seçimin niteliğindedir." (Kuyaş 1982: 11) şeklindeki hükümdür.

Ancak bu ayırım veya tavır alış bizi bir paradigmatik fanatizme sürüklememelidir. Büyük Fransız düşünürü Raymond Aron'un "Bilim adamının" veya daha doğru bir ifadeyle insanının "davranışı, amaçla ilgili akılcı bir davranıştır. Bilim adamı evrensel açıdan geçerli olacak gerçek önerilere, nedensellik ilişkilerine ya da anlaşılır yorumlamaya ulaşmaya çalışır" (Aron 1989: 348) şeklindeki saptaması ve "bilimin görevi, düşünce ile gerçeklik arasında bir uyum yahut özdeşlik sağlamak değil, gerçeklikten sağlanabilen sistematik deneyimleri tutarlı bir yapı içinde birbirine bağlamak ve bu yapının doğruluğunu giderek arttırmaktır" (Kuyaş 1982: 12) şeklindeki çıkarsama, halkbilimcileri yeni paradigmanın militanı olma tavrında düşmekten alıkoyucu olmalıdır diye düşünüyorum.

Nitekim bu konuda ve eski halkbilimi paradigmalarının da bilinmesinin gerekliliği konusunda bilim felsefesi ve tarihinin "insanın bir yenilik ya da buluş yapabilmesi için, karşı çıkacak kadar iyi bildiği bir geleneğe sahip olması lazımdır, ister sanatta olsun, ister bilimde, yenilik boşlukta yaratılamaz, eski geleneklere karşı çıkılarak yapılır" (Kuyaş 1982: 15) şeklindeki yaklaşımı yol gösterici niteliktedir.

Biraz da bu nedenle ve söz konusu değişimi daha iyi vurgulayabilmek için halkbili-mindeki "metin" ve "bağlam" merkezli paradigmaların veya eski ve yeni halkbilimi araştırma yöntemlerinin maddeler halinde sıralayıp karşılaştırmamız yararlı olacaktır.

Metin Merkezli Halkbilimi Paradigmasına göre halkbilimi araştırmalarının temel özellikleri:

1.) Halk tanımı: Okuma yazma bilmeyen, kırsal kesimde ve büyük ölçüde tarım toplumu hayatı yaşayan ve toplumsal tabakalaşmada alt belki de en alt sıralarda yer alan insanlar topluluğu şeklindedir. Bu anlayışa göre halk bağımlı olarak tanımlandığı özelliklerim yitirecek ve buna dayalı bir çalışma da ortadan kalkacaktır.

2.) Malzeme olarak folklor tanımı: Malzeme olarak folklor bitmiş tamamlanmış bir ürün (product) olarak düşünülmekte buna göre de folklor derlenmekte ve toplanmakta olan bir şey şeklinde düşünülmektedir. Örneğin nerde ve nasıl olursa olsun bir masalın metninin anlattırılıp kaydedilmiş olması, malzeme olarak metnin toplanması yani derlenmesi anlamında temel yeterlilik ölçütü şeklinde düşünülmüş gibidir.

3.) Geçmişe dönük eski ve geleneksel kültürel unsurlara yönelik olma: ilk iki kabulden hareketle ele alınıp çalışılan malzeme veya folklor unsurları neredeyse daimi olarak geleneksel veya geçmişten aktarılarak gelenler veya eski unsurlar olmak gibi bir yaklaşım içinde değerlendirilmişlerdir. Bu aynı zamanda metin merkezli kuramların neredeyse tamamının artsüremli olmalarının veya bu tür malzemeye yönelmelerinin de bir başka nedenini oluşturmuştur.

4.) Araştırmaya esas teşkil eden metindir (text): Halkbilimi unsurlarım bitmiş tamamlanmış bir ürün olarak ele alan yaklaşımların sözlü kültür ortamında yaratılan yaşayan ve teatral bir biçimde icra edilen unsurların sözel kısımlarını edebi bir metin haline dönüştürerek çalışmak araştırmaların esasını teşkil etmiştir. Bu sözlü kültür ortamında canlı yaşayan değişen gelişen dönüşen ve ölen yani ortadan kalkan bir özelliğe sahip olan folklorun sadece sözel kısmının yazma teknolojisiyle yazılı kültür ortamı nesnesi haline getirilmek suretiyle dondurulup öldürülerek çalışılmasından başka bir şey değildir.

5.) Tür tasnifi donmuş veya statik bir yapısal özellik gösterir belirleyicidir: Metin merkezli halkbilimi paradigması doğrultusunda yapılan çalışmalarda katı ve donmuş bir tür anlayışı kabullenilmiş ve ileri sürülen ölçütlere uymayan nerdeyse her metin "dejenere" veya "bozulmuş" kabul edilerek tasnif ve tahlil dışı bırakılmıştır. Eğer sözkonusu "bozulmuş" veya "dejenere" olmuş metin, eskilik veya başka bir nedenle vaz geçilemeyecek değerde bulunmuşsa sözlü kültür ürünleri için kabul edilemeyecek bir uygulama olan "metin tamiri" veya "metni yeniden kurma" gibi edebiyat biliminin yöntemlerine başvurulmuştur.

6.) Folklor mahsulleri veya olayları halksızlaştırılmıştır: Bağlamından koparılmış metin halkbilimi çalışmasının esasını teşkil edince doğal olarak onları yaratan ve icra eden halk ile herhangi bir ilişkisi ikinci veya daha da geri planda düşünülmüş ve böylece "toplanmış ürün"ler üretici ve tüketicilerinden yani halktan izole edilerek çalışılmıştır. Bu yönüyle de söz konusu malzeme veya materyalin sahipleri için ne anlama geldiği ve ne iş yahut işlev gördüğü dikkati nazara alınmamıştır.

7.) Metnin analizinde tema, üslup, stili, yapı, motif, epizot ve yapı temel araştırma birimleridir: Metin merkezli paradigmalar doğrultusunda yapılan tahlil çalışmalarında ağırlıklı olarak kullanılan araştırma birimleri tematik analiz ve yine bununla yakınen ilgili olan üslup, stili, motif ve epiztottur. Yapısalcılığın yaygınlaşmasıyla birlikte bunlara kahramanın biyografisi, masalın değişmez yapısı ve mitlerin derin yapısında ifade edilenleri ortaya koymaya yönelik yapı unsurları eklenmiştir.

Bağlam" veya "icra Merkezli Halkbilimi Paradigmasına göre halkbilimi araştırmalarının temel özellikleri:

1.) Halk tanımı: Halk tanımı aralarında en az bir müşterek faktör bulunan ve teorik olarak ez az iki kişiden oluşan insan grubuna dönüşmüştür. Bununla birlikte aile biriminden daha küçük sayıda insanın paylaştığı bir grup halkbilimi araştırmalarının konusu olmuş değildir. Bir başka ifadeyle en az iki kişi ibaresi teorik bir soyutlamanın ötesinde anlam kazanmış değildir. Ancak halkın bu şekilde tanımlanması halkbilimcileri köy veya kırsal kesimle çalışma yapar durumdan kurtarmış ve bir toplumun bütün üyelerini okuma yazma bilsin bilmesin her türlü sosyokültürel ve ekonomik insan topluluğunu çalışır hale getirmiştir. Buna göre hepimiz veya herkes halkın bir parçasıdır.10

2.) Malzeme olarak folklor tanımı: Bağlam merkezli halkbilimi paradigması folkloru bitmiş tamamlanmış bir ürün değil, anlatan ve dinleyen arasında geleneksel anlatı yoluyla kurulan sanatsal (artistle) bir iletişim biçimin içinde gerçekleştirildiği yaratıcı bir süreç (process) olarak kabul etmektedir. İletişime bağlı bir süreç olarak folklor aynı zamanda sosyal bir sınırlamaya, ismiyle söylemek gerekirse, küçük gruba sahiptir. Bu durum folklorun özel bir bağlamıdır. Bir grup "birbirleriyle çok sık olarak bir zaman dilimi içinde iletişim kuran ve her kişinin diğer her bir kişiyle başkaları yoluyla ikincil elden değil doğrudan doğruya yüz yüze iletişim kurmasına yetecek kadar az sayıdaki kişilerin toplamıdır. Bir grup; bir aile, bir sokak çetesi bir oda dolusu fabrika işçisi, bir köy, bir kabile hatta topyekün bir millet olabilir. Bunlar farklı düzenlerde ve kalitelerde sosyal üniteler, aynı zamanda onların hepsi büyük veya küçük ölçüde bir grup karakterine ait özellikler sergilerler. Dan Ben Amos'un ifadesiyle, "Folkloru tanımlamak için olguları var oldukları şekilde incelemek gereklidir. Kendi kültürel bağlamında folklor bir şeylerin toplanıp derlenmesi değil, bir süreç kelimenin tam anlamıyla iletişimsel bir süreçtir" (Ben-Amos 1971). Böylece, Dan Ben-Amos tarafından, folklorun kendi kültürel bağlamından hareketle bir şey, derlenip toplanacak bir nesne olmayıp "iletişimsel bir süreç" olduğu tespiti yapılmıştır ki bu o zamana kadar mevcut yapılanışlarm ötesinde bir yaklaşımdır ve yeni paradigmanın birincil dereceden önemli ayırt edici ölçütlerinden birisidir. Buna ve daha önce verdiğimiz yeni halk tanımına dayalı olarak da folklorun tanımı, "folklor, küçük gruplarda artistik (sanatsal) iletişimdir" şekline dönüşmüştür.

3.) Sadece geçmişe dönük eski ve kültürel unsurlara yönelik değil yeni ve şimdiye ait kültürel unsurlara da yönelik olma: Bağlam veya icra merkezli paradigmaya göre folklor üründen ziyade iletişimsel bir olay olarak tanımlanıp kabul edilince bu olayın gerçekleştiği yaratıcı sürecin bir sonucu olarak ortadan kalkan "urform" anlayışı veya varyant ve versiyon kavramı, beraberinde her icranın yeni bir yaratma olması kabulünü getirmiş dahası ele alınan halk kültürel unsurların sadece geçmişten gelenek yoluyla gelenlerle sınırlandırılmasını da ortadan kaldırrarak yeni ortaya çıkan ve kalıplaşan insan davranış ve düşünceleriyle duygularının dışavurum formlarının halkbilimi çalışmalarının araştırma nesnesi olmasını sağlamıştır.

4.) Araştırmaya esas teşkil eden teatral özelliklere sahip sözlü metnin icra edilişi ve icranın gerçekleştiği bağlamdır (context): Halk tanımı ve buna dayalı yeni folklor tanımı beraberinde folklorun içinde canlı bir gösterimin icrasının gerçekleştiği sosyo-kültürel ve fiziki şartlar bütünü olarak tanımlanabilecek olan bağlam'ın (con-text) yani metinle birlikte varolanların veya metnin içinde birlikte varolduklarının da anlam, işlev ve yapı bakımından önemini ortaya çıkarmış ve bunların da halkbilimi çalışmalarında en az metin kadar hatta bazen daha fazla bir öneme sahip olmaları nedeniyle alan araştırması ve değerlendirme çalışması bakımlarından halkbilimsel araştırmanın olmazsa olmazı durumuna dönüşmesi gerçekleşmiştir. Bağlam merkezli halkbilimi paradigmasına göre alana çıkıp diyelim ki, "Kastamonu Manilerinin" metinlerinin derlenip yayınlanması hiçbir anlam ifade etmez, ama bir atasözünün dahi farklı sosyo-kültürel bağlamlarda kullanılırken yüklendiği toplumsal veya sosyal semantik anlam ve işlevler son derece önemlidir. Hiç şüphesiz bu durum her türlü folklor olayı veya ürünü için geçerlidir.

5.) Tür tasnifi esnek veya dinamik bir yapısal özellik gösterir tek başına belirleyici değildir: Bağlam merkezli halkbilimi paradigaması doğrultusunda yapılan çalışmalarda türler arasındaki etkileşimleri, geçişleri ve dönüşümleri icra edildikleri bağlama bağlı olarak tespit edebilmek mümkün olmuştur. Tür tespitlerinde metnin (text) yanısıra, içi bütünlüğünde tonlama, durma vb. diğer metnin iç yapısını ele veren veya ortaya koyan sözeldokusal (texture) ve bağlamsal (context) ölçütler de kabul edilmiştir".

6.) Folklor mahsûlleri veya olayları halkla birlikte ele alınmaktadır: Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ortaya çıkan yeni halk ve folklor tanımı ile bunlara dayalı olarak ortaya konulan bağlam ve icra kavramlarının halkbilimsel çalışma bakımından önemi folklor olay veya ürünlerinin içinde yer aldıkları veya ait oldukları insan topluluğu içinde yaşayan anlamlı ve işlevsel yapılar vahut dışa vurum formları olarak onları yaratan yaşatan ve kullanan insanlardan ayrı olarak düşünülemez ve çalışılamaz anlayışı ortaya çıkmıştır.

7.) Metnin analizi yerine metnin içinde tiatral bir biçimde icra olduğu folklor olayının analizi esastır; analizde tema, üslup, stili, yapı, motif ve epizot gibi doğrudan metne yönelik ölçütlerin yamsıra sözeldoku (texture) yapı, işlev, yorumcul çerçeve, bağlam (context) veya icraya (peformance) yönelik ölçütlerde temel araştırma birimlerinden bazılarıdır: Günümüzde yaygın olarak kullanılan bağlam veya icra merkezli halkbilimi paradigması doğrultusunda yeni araştırma problemleri ve bunların çözümüne yönelik yeni araştırma ve değerlendirme ye yönelik model geliştirme çalışmaları son derece hızlı bir biçimde devam etmektedir. Bu hiç şüphesiz bilimin doğası gereği her ileri sürülenin kabul edildiği anlamına gelmemekle birlikte bugün için geçerliliği yaygın olarak kabul edilmiş olan bir ikisini burada kısaca özetlemek yararlı olacaktır diye düşünüyorum.

Yeni halkbilimi anlayışı veya Performans Teori'ye kadar yaygın halkbilimi anlayışı olan ve folkloru bir "şey" bir nesne, bir unsur, tamamlanmış bir ürün olarak düşünüp folklor unsuru veya şeyi üzerine çalışmak, Performans Teoriyle birlikte, folkloru bir olay olarak canlı bir icra veya yapılan ve gerçekleşen bir süreç olarak düşünen ve ele alan yeni bir yaklaşıma dönüşmüştür. Bu anlayış içinde sözlü anlatım bir sosyal olaydır ve teatral anlamda bir icra veya performans olan bu sosyal olay, üç temel unsurdan, anlatan, dinleyen ve anlatılan geleneksel anlatıdan oluşmaktadır. Günümüzde halkbilimciler, sözlü halkbilimi unsurlarını anlatılan geleneksel anlatı etrafında onu anlatan ve dinleyen tarafların oluşturduğu bir sosyal olay, bir gösterim bir başka ifadeyle icra olarak ele almaktadırlar. Bir başka ifadeyle bir folklor olayının icrası söz konusu üç unsurdan oluşmaktadır.

Sonuç olarak, halkbiliminin hümanistik düşüncenin parçalanışıyla başlayan sosyal ve beşeri bilimlerin felsefeden ayrılarak bağımsız disiplinlere dönüşme sürecinin sonucu oluşan iki yüzyıllık geçmişinde diğer disiplinlerde görülemeyecek derece de bir paradigma bolluğuna ve "açık sistem" olmaktan kaynaklanan yorumlayış zenginliğine sahip olduğu görülmektedir. Yukarıda ele aldığımız, "halk", "tür" ve "metin", "bağlam" gibi ölçütler göz önüne alındığında yapılabilecek bir genellemeyle ikili bir yapıya indirgenebilecek olan bu paradigmatik yapının dahi birbiri yerine ikame etmeden ziyade yeni bir yorumlayış zemininden fazla bir anlam ifade etmediği ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda halkbilimciler, ürettikleri halkbilimsel bilginin gerçekliğin veya dış dünyadaki olgu ve olayların sadece ve "muhtemel" bir veçhesini yansıtabilirliği "mutlak" arayışlarına dönüştürmeden ve pek çok diğer sosyal ve beşeri bilimin On dokuzuncu ve Yirminci yüzyılın ilk yarısında düştükleri "dogmatik" konuma düşmeksizin paradigmatik zenginliklerini korumaları ve çeşitlendirmeye devam etmeleri disiplinlerinin akademiyadaki epistemolojik bakımdan özgün konumunun da bir gereği olduğunu daima göz önünde bulundurmalıdırlar.

* 2000, Folklor/Edebiyat, 2000/4, S.24