Türkler İslamiyet kültür dairesine girdikten sonra yurt değiştirerek Anadolu’ya geldiler. Yeni yurt tutulan Anadolu’da kültürleşme sonucunda yaşama biçimleri ve değer yargıları da değişime uğradı.[1] Orta Asya Türk kültürü, İslamiyet kültürü ve Anadolu kültürü yeni bir Türk kültürü oluşturmuştur. Türk kültür tarihi açısından Anadolu’da dinsel inançlara değişik bakış açıları tarikatları doğurmuştur. Anadolu sufiliği İslamiyet öncesi inanç sistemleri ve sosyal yaşamın etkisiyle karışmış Anadolu’ya özgü bir sentez oluşturmuştur.[2]
Hicretin ilk yüzyılından itibaren bir zühd ve takva anlayışı içinde ortaya çıkmağa başlayan tasavvuf hareketi miladi 9. yüzyıldan sonra geniş ve renkli bir düşünce sistemi olmuştur. 11. yüzyılda tarikatların kurulmasıyla tasavvuf bütün İslam alemine yayılmıştır.[3] Tasavvuf, tarikatlar ve tekkeler aracılığıyla İslam dünyasında etkisi yüzyıllar boyu sürmüş bir düşünce ve inanç sistemidir. İslamiyet’in mistik boyutu olan tasavvuf şeriatın emir ve yasaklarını yumuşatmağa, Allah’a sevgiyle varmaya yönelik bir sistemdir. Edebiyatta kalıcı etkiler bırakmıştır.
Bir inanç ve düşünce sistemi olarak kabul edilen tasavvufun temeli, evrende tek bir varlık bulunduğu, o tek varlığın dışındaki diğer varlıkların ise onun yer yüzündeki yansıması olduğu görüşüdür. O tek varlık Allah’tır. Öteki varlıklar yani görünen her şey, tek varlık olan Allah’ın türlü görüntüleridir. Her şey Allah’ın anlaşılıp bilinmesi için vardır. Buna vahdet-i vücut görüşü denir. Tekvin yani var oluş, yaradılış problemi, dinin ve felsefenin ilgi alanına giren ana konulardandır.[4] Tasavvufta amaç Allah’a ulaşmaktır. Bu vuslat gönül yoluyla ve sezgiyle olur.
Tasavvuf, Türklerin hakim olduğu geniş sahalarda İslamiyet’in yayılması ve bu sahalardaki eski inanç biçimlerinin İslamiyet’i etkilemesiyle başlamıştır. Toplumlar eski inanç sistemlerini tümden silemeyecekleri için eski inanç izlerini yeni inanç biçimlerine yansıtırlar. Türklerde bu yansıtış, İslam dinini çeşitli sahalarda az da olsa farklılaşmasına neden olmuştur. Bu farklılıklar da tasavvufi düşünce biçiminin doğmasını sağlamıştır.
Türkler arasında ilk olarak Orta Asya’da Ahmed Yesevi ile görülmeye başlayan tasavvuf akımı, daha sonra Moğol istilasıyla Anadolu’ya gelen dervişlerle burada da etkili olmaya başlamıştır. Anadolu’da Yunus Emre’yle doruk noktasına çıkan dini-tasavvufi halk edebiyatı her dönemde ve her zümrede önemli sanatçılar yetiştirmiştir.
Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra eski inanç sistemlerini bazı tarikatlar içinde sürdürmüşlerdir. Alevi-Bektaşi geleneğinde eski Türk inanç ve pratiklerinin diğer tarikatlara oranla daha çok yer tuttuğu görülmektedir.
15. yüzyılın ilk yarısından sonra Hurufilik Bektaşi tekkelerine ve oradan Yeniçeri Ocağına girince, Yeniçeri âşıkları görünüşte tasavvufla, daha özgür bir biçimde şarap ve sevgiliyi konu etmeye başladılar. Bu dönemde Alevi – Bektaşi edebiyatı tekke edebiyatından ayrılarak bütünüyle bağımsız bir içeriğe kavuşmuştur. Tekke edebiyatının en dikkate değer bölümü olan Bektaşi edebiyatının fikir ve eğilimleri âşık edebiyatında ağır basmaktadır.[5] Tasavvuf felsefesi, halk edebiyatını etkilediği gibi konular, terimler yönünden divan şiirini de etkilemiştir. Tasavvuf düşüncesi divan edebiyatının da kaynaklarından birisini oluşturduğu için ortaya çıkan edebi ürünlerde, bu felsefeye ait ortak temaların, motiflerin kullanıldığını görüyoruz. Ancak bir çok ortak noktaya rağmen, özellikle Alevi –Bektaşi tarikatlarında ortaya çıkan farklı uygulamaların tarikat erkân ve usulündeki değişikliklerin bu zümre âşıklarının edebi ürünlerine de yansıdığını görüyoruz.
Anadolu’da Babailer Ayaklanması bastırıldıktan sonra (1240), Hacı Bektaş-ı Veli’nin (1210-1271) çevresinde yeni bir tarikatın (Bektaşiliğin) temelleri atılmıştır. Hacı Bektaş, Makalat adlı eserinde Anadolu halk edebiyatının imkânlarıyla görüşlerini ustaca birleştirip halka sunmuştur. Böylece yeni bir edebiyat geleneğinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Tasavvuf etkisine açık, tarikattan çok inançlar bütünü olarak değerlendirilen Anadolu Aleviliği Bektaşilikle birlikte ele alınmaktadır. Anadolu Aleviliği ile zaman içinde bütünleştiği için Bektaşilik Anadolu Aleviliğinin tarikat olarak kurumlaşmış şekli diye de yorumlanmaktadır.
13. yüzyıl Anadolu’da Türk diliyle meydana gelen edebiyatın bir dönüm, bir ayrım dönemiydi. Bu yüzyılda Yunus Emre yeni kavram, motif, hayal, ve imge dünyasıyla Anadolu’ya bir ilham kaynağı sundu. Âşıklar sazlarıyla Türk dilini şiirleştirip halkın duygularını dile getirdi.[6] Alevi-Bektaşi edebiyatı Hacı Bektaş-ı Veli ve Abdal Musa kültürüyle beslenmiş Anadolu halk edebiyatının imkânlarının birleştirilmesiyle yeni bir sentez oluşturdu. Önceleri özü yönüyle Yunus Emre’nin şiirlerine dayanan bu edebiyat geleneği sonraları zamanla bazı belirgin farklar kazanarak özgün yeni bir edebiyat oldu [7].
Alevi-Bektaşi şiiri, belli kurallara kalıplara ve belli düşüncelere bağlı bir şiir biçimidir. Ölçüde kafiyede ayakta, nazım biçimleri ve dilde âşık edebiyatı özelliklerini gösterir. Dünyayı Alevi- Bektaşi kültürüne göre kavrayan âşıklar şiirlerini mistik ve metafizik temele dayarlar. Günümüz âşıkları usul, adap, erkân ve öğretiden çok şiirlerinde Alevi kültürünü işlerler. Ölmeden önce ölmek, yani yaşarken nefsi öldürme düşüncesi sıklıkla işlenir. Şiirlerde insana yönelme, gönül denilen cevherde aşkı bulma düşüncesi öne çıkarılır. Âşıkların şiirlerine Alevi-Bektaşi felsefesindeki “Ruhun ölümsüzlüğü esastır, ölüm Hak’ka teslim olma, Hak’ka yürümektir. Her ne ararsan kendinde ara .” düşüncesi egemendir.
Alevi- Bektaşi edebiyatı, gelenekleriyle, anlatım biçimiyle, terminolojisiyle şuh ve müstehzi edasıyla irfanı ve inancıyla orijinal bir edebiyattır. Bu özellikleriyle diğer edebiyatlardan kolaylıkla ayırt edilir. Alevi aşklar tasavvufu kendi anlayışlarına göre yorumlarlar. Şiirlerine neşve hakimdir.[8]
Alevi Bektaşi edebiyatı bu zümrelerin geleneklerini, inançlarını, aralarında söylenen atasözlerini, deyimlerini de ifadelendirir, din ulularını över, onlara ait menkabeleri şiirleştirir, usulden erkândan ayinden bahseder. Alevi Bektaşi kültürünün kökleri Orta Asya İslamiyet öncesi inanç sistemlerine kadar uzanır.[9] Hacı Bektaş-ı Veli düşüncesi Alevi Bektaşi edebiyatının beslendiği en önemli kaynaklardandır. Onun Makalat’ında aşk insanla Allah’ın temas çizgisinde zuhur eder. Aşk insandaki gönül denen cevherin hakimiyeti olayıdır[10] Bu düşünce yaşama biçimi olmuş, Alevi Bektaşi şiirini şekillendirmiştir.
Bu edebiyatta Ehl-i Beyt sevgisi aşırı derecede Ali’ye bağlanış, Oniki İmam’ı takdis eden, Oniki İmam sözünden bozma “düvazman”, ya da sadece “düvazde” denilen şiirler, İmam Hüseyin’e mersiyeler, Hacı Bektaş-ı Veli ve Alevi-Bektaşi velilerini öven, onların menkabelerini yansıtan, giyim kuşam özelliklerini, törenlerini belirten, 14.-17. yüzyılda İran’a ve Erdebil Ocağı’na bağlılığı anlatan, Osmanlıya sitem içeren nefesler vardır.
Alevi-Bektaşi âşıkları mahlas alırlarken, kendilerini divan şairlerinden ve âşık edebiyatı âşıklarından ayırmak için “Hatai”, “Kamberi”, “Misali”, “Virani” vb. gibi farklı âşıklık adı alırlar. Bazı âşıklar bununla da yetinmeyip mahlaslarının başına “kul”, ”abdal”, “pir”, ”sultan” gibi belirleyici adlar almışlardır. Bazı âşıklar da mahlaslarının sonuna “sultan”, “baba”, ”dede” vb. adlar eklemişlerdir.[11]
Alevi-Bektaşi edebiyatının kökleri Yunus Emre’ye kadar uzanmaktadır. Fakat kuruluşu 14. yüzyılda Kaygusuz Abdal’la olmuştur. Zamanla bazı önemli farklar kazanan bu edebiyat öncelikle Alevi-Bektaşi inançlarını yaymağa hizmet eder hale gelmiştir. Tarih boyunca dini baskılar, tepkilerle karşılaşmışlar yani olumsuz toplumsal ve ekonomik uygulamalara uğramışlardır. Dirlikleri ellerinden alınmış, askeri hizmetlerden uzak tutulmuşlar, toprağa bağlı olmaya zorlanmışlardır. Bu nedenle zaman zaman ayaklanmışlardır. Alevi-Bektaşi şiiri de bir kavga şiiri haline dönüşmeye başlamıştır. Bunun en güzel örneklerini Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde görebiliriz.
14. yüzyılda Kaygusuz Abdal’la kurulan Alevi-Bektaşi edebiyatı 15. yüzyılda “Hatai” mahlasıyla ve daha çok heceyle şiirler söyleyen Şah İsmail-i Safavi’yi meydana çıkarmıştır. “Hatai”, Alevi-Bektaşi edebiyatının en didaktik âşığıdır. 16. yüzyılda Sivas’ta asılan “Pir Sultan Abdal” ise bu edebiyatın en lirik âşığıdır. Pir Sultan Abdal’ın mensuplarından “Kul Himmet” ve onun çağdaşı “Hüseyin” lirizm açısından Pir Sultan Abdal’a yaklaşan âşıklardandır.
16. ve 17. yüzyıllarda Alevi-Bektaşi edebiyatı durgun bir döneme girmiştir. Söylenen sözler söylenip, her şey olup bittiği için bu edebiyat kendini tekrara başlamıştır. Fakat 19. yüzyılda sosyal yaşamdaki değişiklikler bu edebiyatı da etkilemiştir. Seyrani zaman zaman bu değişikliği şiirlerinde yansıtmıştır.[12]
Alevi geleneği bugüne kadar yaşamış âşıkların yedi tanesini çok usta ve kutsal sayarlar. Bu âşıklara “Yedi Kutuplar” adını verirler. Bu âşıklar Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Hatayi, Yemini, Virani, Teslim Abdal ve Nesimi’dir.[13]
Alevi âşıkların yetişmelerinde Ayin-i Cemlere katılmalarının ve Alevi-Bektaşi şiir örneklerini dinleyerek ilk bilgileri almalarının rolü büyüktür. Ayin-i Cemlerin başlamasından önce “muhabbet” deyişlerinin söylendiği ya da âşıkların kendi deyişlerini okudukları bir bölüm vardır. Deyişlerin yanı sıra bu bölümde sohbetler de yapılmaktadır. Bu âşıklar kendilerine “Cem Âşıkları” adını vermektedirler. Âşıklar öğüt verme, Alevi-Bektaşi yolunun kurallarını hatırlatma amacıyla öğütleme türünde deyişler de söylerler. Ayin-i Cemlerde ve Balım Sultan muhabbetlerinde usta malı deyişler söylerler. Onlara göre badeli âşık olmak Hak vergisi, lutuf olarak kabul edilir. Bu gelenekte âşıklara mahlasları genellikle bağlı bulundukları postnişin tarafından verilir.
Âşıklar küçük yaşlarından itibaren Ayin-i Cemlere katılarak, kendileri için gerekli olan tasavvufi halk edebiyatı ve Alevi-Bektaşi kültürüyle ilgili bilgileri buradan elde ederler. Ayin-i Cemlere başlamadan önce “muhabbet” adı verilen saz eşliğinde, eski âşıkların deyişlerinin söylendiği ve âşıkların kendi deyişlerini okudukları bir bölüm vardır. “Pir Sultan Abdal”, “Nesimi”, “Kul Himmet”, “Sıtkı Baba”, ”Sadık Baba”, “Şah Hatai”, “Kaygusuz Abdal”, vb. âşıklardan usta malı deyişler okurlar. Bu bölümde deyişlerin yanı sıra sohbetler de yapılmaktadır.[14] Ayrıca bazı yörelerde âşıklar Ayin-i Cemlerin dışında da bir araya gelmektedirler. Bunlar; düğünler, kına geceleri ve köye misafir geldiği zaman olmaktadır. Bunun yanı sıra “Balım Sultan Muhabbeti” dedikleri bir toplantı da vardır.
Ayin-i Cemlerde âşıkların adları geçtiğinde ceme katılanlar saygıyla onlara niyaz ederler. Alevi âşıklar cem evlerinde düğünlerde, Hacı Bektaş-i Veli törenlerinde, Görgü Cemlerinde, Balım Sultan Muhabbetlerinde bir araya gelerek geleneği sürdürürler. Anadolu Aleviliği, yaşama biçimi olarak bir felsefe, duygu biçimi olarak bir inanç olma özelliği taşır.[15]
Alevi-Bektaşi geleneğinde saz çok önemlidir. Saza büyük bir ilgi vardır. Özellikle Ayin-i Cemlerin semah bölümünde zakirler saz çaldıkları için saz yüzyıllardır bu geleneğin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Âşıklar, sazı ve sözüyle toplumun dili ve yüreğidir. Onlar toplumun yaşadığı ama dile getiremediği bir çok olayı tele döküp dillendirirler. Âşık yaşadığı toplumun sözcüsüdür.
Aleviler çoğu 11 li heceyle, bir kısmı 7 li ya da 8 li heceyle yazılmış olan ve dörtlüklerden meydana gelen bu şiirlere “ayet, deyiş”, Bektaşiler bazen “nutuk”, fakat genel olarak “nefes” demektedirler. Bu edebiyatta vahdet-i vücut anlayışı geri plandadır. Çoğu zaman Allah’la içli dışlı bir üslup kullanılır. Bunun nedeni Alevi-Bektaşi inancında var olan Allah’a korkudan çok sevgiyle ulaşma düşüncesi vardır.
Alevi-Bektaşi edebiyatı Anadolu’nun öz edebiyatıdır. Alevi-Bektaşi kültürü felsefesi, törenleri, ürünleri, dili, her şeyi Anadolu’nundur. Anadolu’dan doğmuştur.[16] Kerbela faciası, Alevi ve Bektaşilere yapılan haksızlıklar şiirlerde işlenir. Âşıkların nefeslerinde âşıklar Allah’la içli dışlıdır. Allah’a sitem şiirleri gerçekte sevgiye dayanan bir inancın ifadesidir.[17] Alevi âşıklar bu tür deyişler için “Allah, Âşıkları kusurlarından dolayı kınamaz” anlamına gelen bir hadis olduğunu söylerler.
Alevi-Bektaşi âşıkların hayata, kendi uygulama ve inanç sistemlerine yaklaşımlarında ortak bir özellikleri de nükteli eleştiri güçleridir.[18] Alevi ve Bektaşiler Kendi inanç ve uygulama sistemi için tam bir esrarengizlik tavrı sağlamaktan hoşnut olur. ”Bektaşi Sırrı” kelimeleri halkın diline girmiş olduğundan ifadesini örtmek yolunda pek zaman harcamaz. Şiirden hoşlananlar için özellikle nefes ve deyişler dışardan olanlar için sanki hiçbir anlamı olmayan kelimelerden oluşturulmuştur.[19]
Alevi-Bektaşi edebiyatında dikkati çeken en büyük özellik hoşgörüdür. Hoşgörü bu edebiyatın tadı tuzu niteliğindedir. Hoşgörünün bulunduğu şiirde hissedilebilir bir gülümseme vardır. Bu özellik bu şiiri ilginç kılar. Alevi-Bektaşi kültüründe hoşgörü dışa vurulan bir görünüş değil yüreğin derinliklerinden gelen bir onaylama biçimidir. Alevi kültüründe hoşgörü uygun zemini bulunca gülmeceyle birleşir. Hoşgörünün arkasında iğneleyici bir dokundurma da kendini gösterir. Bu bir noktada onaylanmayacak bir girişimin sezdirilmesidir.[20]
Tasavvuf şiirinde karşımıza çıkan mecazi anlatımlar, semboller mutasavvıf âşıklarca kullanılmıştır. Sufi âşıklar, çok eskiden beri şiirlerinde sevgilinin gözünden, dudağından, beninden, zülfünden bahsetmişler veya içki, çalgı, meyhane, kilise gibi Müslümanlığın geleneklerine uymayan unsurlara şiirlerinde yer vermişlerdir. Bu sözler tarikatın dışındakiler tarafından eleştirilmiş, sufiler kınanmış, küfürle suçlanmışlardır. Aslında bu tür sözler sufilerin vecd halindeki sözleridir. Eleştiriler üzerine bu tür kelimeler sufinin içinde bulunduğu durumu anlatan birer sembol olarak nitelemişler, bu açıklamayla eleştirilerden kurtulmuşlardır. Tasavvuf şiirindeki mecazi anlatımın diğer bir nedeni de mutasavvıfların gerçekleri, içlerine doğan sırları, tarikat dışındaki kişilere açmak istememelerindendir.[21]
Alevi-Bektaşi âşıkların nefes, deme ve deyişlerinde kullandıkları kelime terkip ve mazmunlar klişeleşmiş söz ve bilgilerdir. Onlar bu bilgileri geçmişte yaşamış âşıklardan ve katıldıkları sohbetlerden öğrenmişlerdir. Âşıklar Allah’ın birliğini anlatırlar, insanı iyiye doğruya götürme yolu olarak niteledikleri “Hak Yolu” için şiirler yazmışlardır. Onlar yürekten bağlı bir sevgiyle Allah sevgisini şiirlerinde dile getirirler.
Âşıklar dünya ve evrenin sırlarını, yaradılışın kaynağını araştırırlar. Varlığın özü ve ötesine ait düşünceleri dile getirirler. Mutlak güzelliğe yönelerek Allah’a kavuşma çabasını işlerler. Bunlar madde alemindeki güzellikten mutlak varlığa yol bulma çabasıdır. Dünyanın geçiciliğini anlatırlarken, gerçek ebedi mutluluğun yollarını ararlar. Âşıkların idealize ettikleri kâmil tiplerdir. Onlara göre ahlak insani olmayan davranışları terk ederek ilahi yaradılışa yönelmektir. Alevi- Bektaşi edebiyatı günümüzde de sürmektedir.
[1] Erman Artun: Adana Aşıklık Geleneği (1966-1996), ve Âşık Feymani, Adana 1996: 13.
[2] Bozkurt Güvenç: Türk Kimliği, Kültür Tarihinin Kaynakları, Ankara 1993: 138.
[3] Ahmet Yaşar Ocak: Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkıbeleri, Ankara 1984: 1.
[4] Abdülbaki Gölpınarlı: 100 Soruda Tasavvuf, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969: 78.
[5] Thema Larousse Tematik Ansiklopedi, Tasavvuf, c. 6, Milliyet Yayınları, İstanbul 1994: 514.
[6] Abdülbaki Gölpınarlı: Alevi- Bektaşi Nefesleri, İstanbul 1992: 1-6.
[7] Gölpınarlı, age. s. 78.
[8] Agah Sırrı Levent: “Halk ve Tasavvufi Halk Edebiyatı”, Halk Ozanlarının Sesi Dergisi, S. 5 Ankara 1993: 25.
[9] İrène Mélikoff: Uyur İdik Uyardılar, İstanbul 1994: 30.
[10] Yaşar Nuri Öztürk: Tarih Boyunca Bektaşilik, İstanbul 1992: 21.
[11] Rıza Zelyut: Halk Şiirinde Gerçekçilik, İstanbul 1992: 67-69.
[12] Thema, agy. S. 43.
[13] Nejat Birdoğan: Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik, s. 420.
[14] Fatma Sezgin: "Günümüzde Şanlıurfa Kısas Köyü Aşıklık Geleneği ve Kısaslı Aşıklar” Çukurova Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana 1998: 32.
[15] Piri Er: Geleneksel Anadolu Aleviliği, Ankara 1998: 1.
[16] Besim Atalay: Bektaşilik ve Edebiyatı, İstanbul 1991: 88.
[17] Abdülbaki Gölpınarlı: 100 Soruda Tasavvuf, s. 176-177.
[18] John Kingsley Birge: Bektaşilik Tarihi, s. 104.
[19] Birge, age, s. 110.
[20] Şevket Özdemir: Yunus Emre, Nasrettin Hoca, Hacı Bektaş-ı Veli Düşüncesinde Hoşgörü, Ankara 1995: 213.
[21] Yakup Şafak: ”Tasavvufi Şiirde Mecazi Anlatımlar Üzerine”, Yedi İklim, 8 (1995) 59: 11-12