ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ  

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri


Hayrettin İvgin

 

Yunus Emre’nin Şiirlerinde Gökle İlgili Telmihler

Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının önemli temsilcilerinden biri de Yunus Emre (1240-1/1321)'dir.

Yunus Emre’nin sade fakat ifade gücü çok yüksek kelimelerle yazdığı şiirler; Türkçenin o yıllardan sonra önemli bir unsur olduğunu belirlemiş, pek çok divan şairi de Yunus gibi Türkçe şiir yazma yolunda denemeler yapmasına sebeb olmuştur. Yunus Emre, şiirlerinde yalnızca Türkçeyi değil, millî dil ve edebî formları da kullanmayı ön plânda tutmuştur.

Türkçe’nin ilim, varlık kavramı, aşk ve ahlâk felsefesini ifade etmekteki gücü böylece ortaya çıkmıştır.

Yunus’un şiirlerindeki her kelimenin ifade ettiği derin mânalar vardır. O hikmetli sözler söylemiş, bizzat ilm-i hikmeti ifade etmiştir.

Kelimelerin, mazmunların, ıstilahların cümle içindeki mânaları incelendiğinde; Yunus’ta bütün ilimlere kuvvetli bir vukufiyet görülmektedir. Yunus, sıradan bir medrese öğrenimi görmüş bir kişi değildir. Dergâhta öğrendikleriyle yetinmiş bir molla ve derviş olmamıştır. Kuranın mânasını çok iyi tahlil etmiş, o yıllara kadar Kuran tefsirlerini okumuş, incelemiştir. O; tarihi, felsefeyi bilhassa ahlâk felsefesini çok iyi hazmetmiştir. Arapça, Farsça yazılan eserleri okumuştur. Öyle zannediyorum ki Yunus, eski Rum ve Gerekçeyi de iyi biliyordu. Eski Yunan edebiyatı ve bu edebiyatın gerektirdiği mazmunları öğrenmişti. Dört kitabın (Tevrat, Zebur, İncil, Kuran) hepsini çok iyi incelemiştir.

Kısaca Yunus Emre çağının âlimiydi. Öyle olmalıydı, sıradan biri olsaydı, Yunus çağları aşarak günümüze kadar gelemezdi. O ilmiyle, irfanıyla kendini gündemde tutmasını bilmiştir. Umulan odur ki, Yunus, 21. yüzyılda ve daha sonraki yüzyıllarda var olacak, hiç bir zaman eskimeyecektir.

Bu yazımda Yunus’un yalnızca gökle ilgili olarak şiirlerindeki bazı telmihleri dile getireceğim. Görülecektir ki Yunus’un şiirlerinin gerisinde engin bir ilim ve bilgi dünyası bulunmaktadır.

·        Gâh ma’kulat-ı mahsûlât takrir ü beyan

Nice Maksurat olam geh Sâhib-i Kayvân olam

Bu beyitte mahsûlat, üç ve dış duygularımızla anladığımız, görüp duyduğumuz yani beş duyumuzla algıladığımız şeylerdir. Yani madde âlemidir. Mâkulat, aklımızla anlayabildiğimiz maddî olmayan şeylerdir. Akıl, zekâ, sevgi, hoşgörü gibi.

Sâhib-i Keyvân veya Sahipkıran aynı manâdadır. İki yıldızın aynı dereceye, yani aynı hizaya gelmesine denir. Güneşle Zühre yıldızı bir dereceye gelir ve tam o anda bir padişah tahta çıkarsa bu padişaha “sahibkıran” denir. Bu hükümdarlar sağ yanına iki, sol yanına da iki kılıç takardı. Daha sonraları fetihlere, zaferlere erişen padişahlar hakkında da “sahipkıran” ünvanı kullanılırdı.

Keyvân, Zühal yıldızı adıyla bildiğimiz yıldızdır. Yunan mitolojisinde adı Uranos’dır. Gökle yerin oğludur ve zamanı temsil eder. Eski yıldız bilgilerine göre, büyük kutsuz ve yomsuz yıldızlar, yılın talihine hâkim olursa ölüm çok olur, soğuk çetinleşir.

Sanatkârlar, dar geçimli kişiler, padişah mensupları bu Keyvan yıldızına mensuptur.

·        Bu Yunus’un gördiğini eğer Zühre göreyidi

Çengini elden bıragup unudaıyıdı sâzını

·        Gör Hârut-Mârut neyidi hazretde ferişteyidi

Nasibin ışka aldurup makamın Zühre’ye vire.

·        Zühre yere inübeni sâzın nuvaht eyler ise

Âşukun işreti sensiz gözi ol yana gitmeye

·        Gökteki Hârut-Mârut ışık içün indi yine

Zühre yüzin görücek unutdı Rahmânını.

Mitolojide, şehvet, müzik ve aşkı temsil eden ve divan edebiyatımızda Zühre olarak adlandırılan bir yıldız bulunmaktadır. Bu yıldız, eski astronomi bilgilerine göre üçüncü göktedir ve kutlu bir yıldızdır. Müzisyenlerle, hânendelerin yıldızıdır.

İran mitolojisinde adı Nâhid, Yunan mitolojisinde Afrodit, Romalıların mitolojisinde Venüs adıyla anılan bir kadın tanrıçadır. Finikeliler bu tanrıya Astarte derlerdi. Tabiatın doğurucu gücünü ve güzelliğini temsil eder.

Hârut ve Mârut’tan Kuran’ın Bakara sûresinin 102. âyetinde sözedilir. Bu ferişteler, yani melekler, insanların kötülüklerini görüp Allah’a şikâyette bulundukları için, Allah bunlara şehvet vererek Babil şehrine indirmiş. Bunlar orada hüküm sürmüşler ve isteyenlere büyü öğretmişler. Büyü öğrettiği kimselere, bunları öğrendikten sonra büyü yaparlarsa kâfir olacaklarını da söylerlermiş. Karıyla kocanın arasını açacak büyüyü bunlar herkese bellettirmişlerdir.

Rivayete göre bu iki ferişte, bir kadına âşık olmuşlar. Kadın ise, kendilerinin okuyup göğe ağdıkları “İsm-i âzam”ı kendisine belletmeleri şartıyla Hârut ve Mârut’un isteklerine evet demiş. İsm-i âzamı öğrenmiş, okuyup o da göğe ağmış. Allah bu kadını çarpıp yıldız yapmış. İşte Zühre yıldızı bu kadınmış. Allah, Hârut ve Mârut’tan ise dünya ve âhiret azabı arasında tercih yapmalarını istemiş.Onlar da dünya âzabına razı olmuşlar. Allah tarafından Babil kuyusuna baş aşağı asılmışlar. Büyücüler bu kuyunun başına gelerek Hârut-Mârut’tan büyü öğrenirlermiş.

Bu iki meleğin Hordât ve Mordât’tan geldiği söylenir. Şemsî ayların üçüncüsünün adı Hordât’tır. Güneş bu ayda ikizler burcunda bulunur. Eski İran dininde ise Hordât nehir ve ağaçların koruyucusu olan bir melektir.

Zühre, çeng adlı kanuna benziyen fakat dik tutularak çalınan telli bir saz yâni harpa çalardı. Çok parlak ve gökte farkedildiği için “Çobanyıldızı", Çolpan (Çulpan) olarak da adlandırılır.

·        Gâh batn-ı hût içinde Yunus’la söyleşem

Geh çıkam arş üzre bin can olam Selmân ile

Beyitte geçen “batn-ı hut” büyük balığın karnı manâsındadır. Yani yunus balığının karnı. “Yunus” kelimesi ile burada cinas yapılmıştır. Yunus Emre, bu kelime ile hem mahlâsını (adını) söylemiş, hem de yunus balığına işaret etmiştir. Yunus Peygamberin denize atıldığında bir balık tarafından kurtarıldığına telmih vardır. Yunus Peygamber balık karnında aşk ve ibadetini hiç eksik etmemiştir.

Selman ise bir Fars’tır. Peygamberimiz zamanında Medine’ye gelmiş ve Hz. Muhammed’e imân etmiş bir sahabîdir. “Selmân, bir ehlibeyttendir” hadisi bu Selmân için söylenmiştir. Hz. Osman zamanında Medâyin Valisi iken vefât etmiştir. Selmân-i Farisî olarak bilinir. Kırklardandır.

·        Gice ile gündüzi gökte yidi yıldızı

Levhde yazılı sözi cümle vücudda bulduk.

·        Yir gök yaradılmadın kalû belâ dinmedin

Levh kalem çalınmadın mi’racda kadir idim

·        Senündür arş ü kürsî levh ü kalem

Döner çerh yer turur hoş hikmetün var.

Bu üç beyitte üzerinde duracağımız kelimeler “Levh”, “Kalem”, “Kalü belâ”, “Arş ü kürsî”dir.

Levh, üstü düz şeye denir. Kur’an ın 85. sûresinin son âyetinde sözü edilir. Bu son ve ondan önceki âyet, şerefli Kur’an’ın korunmuş levhada bulunduğunu söylemektedir. Bu sebeple, levh’a, korunmuş manasında mahfuz sıfatı da eklenir. Levh-i mahfûz diye anılır. Korunmuş sözünden yani mahfuz sözünden maksat; değiştirilmeyeceği, bozulmuyacağı, noksandan ve fazlalıktan korunduğudur. Kalem ise levha olacak şeyleri yazan ilâhî kalemdir ve Kuran’da 68. sûrenin ilk âyetinde geçer. Allah’ın Levh-i mahfuz’u yaratıp yazılması gereken şeylerin hepsini yazdığı ve ilk önce kalemi yarattığı, Kalemin Allah’ın emriyle, ”Râhman ve Rahim Allah” adıyla yazdırdığıdır.

Süfiler; Levh’i akl-ı küll, nefs-i küll; yani Allah’ın aktif, yaratıcı kudreti ve pasif yaratılan eseri, tüm yaratılış diye doğrulamışlardır.

Kısaca Levh, Allah bilgisidir, kalem de onun irâdesidir.

Kursî, “kirs” kökünden Arapça bir kelimedir. Üstüne oturulan şey anlamına gelir. Toplu anlamına da gelir. Yaprakları forma haline getirilip bir araya getirilince, bu toplu kâğıtlara “kürrase” denir.

Kuran’da bir âyette, Allah’ın kürsüsünün gökleri ve yeryüzünü kapladığı bildirilmektedir. Bu yüzden 2. surenin 255. âyetine “Ayetel Kürsî” adı da verilir.

Bazılarına göre, kürsî Allah bilgisidir; saltanat, tedbir, hüküm ve tasarruf manâlarına gelir. Kürsî’yi sekizinci gök olarak kabul edenler de vardır.

·        Niçe bir Cercîs ü Bercîs olam Mirrih olam

Niçe bir Câlinûs u Bukrât olam Lokman olam

Cercîs veya Circis, İsa Peygamberden sonra gelen ve onun şeriatına uyan bir peygamberin adıdır. Kavmi bu peygamberi yetmiş kere öldürmüş, oda yetmiş kere dirilmiştir.

Yunus bir şiirinde;

“Eyyûb’am bu sabrı buldum

Cercîs’em ki bin kez öldüm”

diyerek Cercîs’in adını yine telmih ediyor.

Bercis veya Bircis, Müşteri adlı yıldızdır. Yunanlılar Zeus, Lâtinler Jüpiter derler. Kud-retli bir tanrı sayılmıştır. Kudretini yalnız kâder sınırlardı. Tahtının önünde iki fıçı bulunduğu, bunlardan hayrı ve şerri çıkardığı söylenirdi. Olimpus dağının tepesinde oturduğu, yıldırımları ve şimşekleri gönderdiği, bulutları, idare ettiği, yağmurları yağdırdığı inancı güdülürdü. Yıldız bilgisine göre büyük ve kutlu bir yıldızdır. Din, ilm, utanç, gönül alçaklığı, namus, belâgat ona mensuptu. Gökyüzü kadısı ve hatibi anlamına kaad-i felek, hatib-i felek diye anılırdı.

Mirrih, İran’da Behram diye anılan hayır meleklerindendi. Kaldanîler tarafından bir Tanrı olarak kabul edilirdi. Mares adıyla anılırdı. Sonradan Yunanlılar Ares, Romalılar Mars adını verdiler. İran’da yolcuları koruyan bu yıldız, Yunanlılarda fırtına tanrısı, sonra da savaş tanrısı oldu. Yıldız bilgisine göre rengi ateş kırmızısı olan bu yıldız, küçük kutsuz yıldızdır. Yıldızı Mirrih yani Merih olanlar, tahammülsüz, şehvete düşkün, vurucu, kırıcı olurlar.

Câlinos, büyük hekimlerdendir. 131 yılında Bergama’da ölmüştür. Bir çok eserleri Arapça’ya çevrilmiştir. Bukrat ise İskenderden yüzyıl önce yaşamış meşhur bir hekimdir. Lokman da meşhur bir hekimdir. Eyyüp Peygamber’in kızkardeşinin yahut teyzesinin olduğu Habeşî bir köle bulunduğu rivayet etmiştir. 30. sûre Lokman sûresidir. 6-7. yüzyılda yaşayan Esope olarak kabul edenler de var.

Lokman Peygamber ise hâkimdir. Derviş ve mürşid-i kâmil için bir timsaldir. Yunus bir şiirinde Calinus ile birlikte Lokmanı anmıştır.

·        Bir dem cehaletde kalur bir nesneyi bilmez olur.

Bir dem talar hikmetlere Câlinus u Lokman olur.

Yunus’un gökle ilgili şiirlerinde söyledikleri elbette bu kadar değildir. Bazı beyitleri sadece yazmakla yetineceğim:

·        Henüz bir yir olmadan gökler yaradılmadan

Evliyalar vatanı Padişah kal’asıdır.

·        Yidi yir yidi göki tağları denizleri

Uçmagıla tamuyı cümle vücudda bulduk

·        Söyler dilim ağlar gözüm gariplere göynür özüm

Meğer ki gökde yıldızım şöyle garip bencileyin

·        Gözi yok yir içir dünyâyı görmez

Togar ây u güneş ol ânı görmez

·        Tağlar yirinden ırıla gökler heybetten yarıla

Ilduzlar bağı kırıla düşe yere galtân ola

·        Kopa kıyâmetün hevli ikinci nefhanın kavli

Üçüncü nefha içinde yir ü gök yüzü yarıla

·        Işk elin kirişe ursa okına kim karşı tura

Gök yüzünde melâike ışk okı indirdi yere,

·        Yir gök kayım turduğu denizler mevc urdıgı

Cennet ü hûr olduğu cümle sana behâre

·        Mun’im oldum yoksul iken benüm oldı kevn ü mekân

Yirden göke magrıb maşrık yine göke toldum ahi

·        Hak yarattı yiri göki ol Ahmet’ün dostlıgana

“Levlâk” ana delil oldı ansuz yır gök vâr olmadı

·        Ben ayumı yirde gördüm ne isterem gökyüzünde

Benüm yüzüm yirde girerek bana rahmet yirden yağar

·        Bir yir ü gök ü arş ferş ışk dadıla kayumdur

Bunyâda aşdur âşkdur âşıka her bir arada eli var.

·        Şule bize aydan degül ışk eri bu soydan degül

Rızkuma bu evden degül deryayı ummandan gelür

·        Taşum göyni içüm ham dırligüm budur müdam

Yol vermedin bir kadem arşdan virürem haber

·        Gözlerüm göke süzüldü canum gögüzden üzüldü

Dilüm tetiği bozuldu Allah sana sundum elim

·        Gökte Peygamber ile mi’racı kılan benem

Ashâb-ı Suffa’yıla yalıncak olan benem

·        Yire göke bünyâd uran ırılmadın kayım turan

Irmaklara göl çağıran adum Yunus benem

·        Evvel yir gök yogiken varıdı ışk bünyadı

Işk kadimdür ezeli ışk getürdü ne varın

·        Çün elini ışka ura ışk okına kimdür tura

Gök yüzünde melâiki ışk anı indüre yire

·        Yılduzıdım bunca zaman gökde melâik arzuman

Cebbâr-ı âlem hükmider ben ol zaman andayıdum

·        Yir ü gök yaraldı aşkıla bünyad oldı

Toprağa nazar kıldı aksurdı durup geldim

·        Dahı yir gök yagıdı cümle söz mensûhıdı

Âşıklar taparlardı ol bi nişan sübhane

·        Yir gök yaradılmadın Hak bir gevher eyledi

Nazar kıldı gevhere sıgmadı devreyledi

·        Gevherden bugı çıkar ol bugdan gök yaraddı

Gökyüzünün bezegin çok ılduzlar eyledi

·        Gök’ayıtdı dön didi ay u gün yürsün didi

Suyu muallak dutup üstini yir eyledi

·        Yir benümdür gök benümdür arş benüm

Gör nicesi germişem sayvânumı

·        Padişahlık senündür heybetün var

Yarattun yir ü göki kudretün var

·        Mi’rac gicesi Ahmed’ün döndürdüm arşda na’li’nin

Üveys ile urdum tacı Mansur’la urgan dayıdum

·        Deniz yüzünden su alup sunıverürem göklere

Bulutlayım seyrân idüp arşa yakın varan benem

·        Yıldırım olup şakıyan gökde melâik dokuyan

Bulutlara hüküm süren yağmur olup yağan benem

·        Gördüm gökün melekleri herbiri bir işdeyimiş

Hak Çalabın zikrin ider İncil ü hem Kur’an benem

·        İy bana eyü diyen benem kamudan yavuz

Alnımı ay bilürem bu gözlerümi yıldız

·        Sıfatın arılığı bulgurı nohud gibi

İki koşun ay alnun gencaya virür sabak

Yunus Emre’nin gökle ilgili telmihleri yer ile birlikte söyleniyor beyitlerde çoğu zaman. Tabi ki Yunus Emre’nin şiirlerinin tümü incelendiğin de yazdıklarının her kelimesinin derin anlamlar ifade ettiği görülmektedir.