Giriş
Bektaşîlik, Kalenderî şeyhlerinden Hacı Bektaş Velî'yi kendisine pîr edinmiş insanların bağlı olduğu, esasları Balım Sultan tarafından şekillendirilen bir Türk-İslâm tarîkatıdır; Hacı Bektaş kültünün bir takım sebeplerle hâkimiyet kazanması sonucu kendine has özellikler kazanarak Kalenderîliğin içinden doğmuştur. Bektaşîliğin kurucusu Balım Sultan, gerçek pîri Abdal Musa olarak kabul edilmektedir. Hacı Bektaş'ın vefatından sonra Sulucakaraöyük [=Hacıbektaş] zâviyesinde yetişen Abdal Musa, kendine bağlı Kalenderî dervişleri ile birlikte, değişik bölgeleri gezerek, Hacı Bektaş'ın hayatı etrafında teşekkül etmiş menkabelerle oluşan Hacı Bektaş Velî kültünü geniş bir alana yaymıştır. Bursa, Bergama, Denizli ve Elmalı'da zâviyeler açan Abdal Musa, Hacı Bektaş Velî'nin Osmanlı Devleti'ndeki Yeniçeri Ocağı'nda tanınıp hürmet edilmesinde ve pîr kabul edilmesinde önemli rol oynamıştır (Ocak 1992: 211).
Kendisini Mehdî, Mesîh ve Tanrı mazharı / Tanrı zuhûru olarak tanıyan ve tanıtan Esterâbâdlı Fazlullah'ın kurduğu Hurûfîlik, çeşitli din ve bâtınî inançların karışımıyla ortaya çıkan bir inanç sistemidir. Âzerbaycan'da ortaya çıkmasına rağmen Anadolu'ya sıçrayan Hurûfîlik öğretileri, Bektaşîliğin içinde kısa sürede yer bulmuş ve Bektaşîlik ile karışmıştır. Hurûfîliğin kent Bektaşîliğiyle, özellikle Babagan koluyla ilişkisi olmuş, Hurûfîlik Bektaşîliğe bu kolla girmiştir (Bkz. Gölpınarlı 1989: 18; Atalay 1340: 30-53). Giderek özümsenmiş ve Bektaşîliğin içeriğini oluşturmuştur. Bektaşîlik yoluyla Alevîliği de etkilemiştir. Hurûfîlikle gelen edebiyatı ayırmanız durumunda "Bektaşî Edebiyatı" olarak bilinen "Bektaşîlik Bağlamında (=Konteks) Türk Halk Edebiyatı" çok önemli bir esasından mahrum kalır. Hurûfîlik etkileri en çok Rumeli ve Arnavutluk Bektaşîlerinde görülür. Hurûfîlik, bu bölgelerde Bektaşîlik olarak bilinir (Atalay 1340: 42).
Fazlullah'ın idam edilmesinden sonra Timur Devleti'nin takibatına uğrayan Hurûfîler Anadolu'ya, buradan da 15. yüzyılın ikinci yarısına doğru Rumeli'ye geçtiler. Fatih Sultan Mehmed zamanında Osmanlı sarayına bile girmeyi başarabilen Hurûfîlik, Vezîr-i âzam Mahmud Paşa ve Molla Fenârî'nin çabalarıyla engellendi. Pek çok Hurûfî, Osmanlı Devleti'nin takibatı sonucu, Kalenderîler arasında gizlenmeye başlamıştı (Ocak 1992: 154). Hurûfîlik, özellikle 16. yüzyılda, Kalenderîlik ile iç içe olmaya başlamıştır. Esterâbâdlı Fazlullah'ın en tanınmış ve en ileri gelen halifesi olan Nesîmî, bir ara Anadolu'ya da gelmiş ve burada Hurûfîlik öğretilerini yaymaya çalışmıştır. Nesîmî, Kalenderî zümreleri arasında da saygın bir yere sahip olmuştur.
Türkler İslâm dairesine girdikten sonra, dinî-tasavvufî akımların etkisiyle çeşitli zümre edebiyatları oluşmaya başladı (Bkz. Gölpınarlı 1968; Levend 1968.). Hemen her tarîkat kendine mahsus bir edebiyat vücuda getirdi. Çeşitli inançların birleşimiyle şekillenen ve zengin bir sözlü kültür birikimine sahip olan Alevî-Kalenderî-Bektaşî-Hurûfî zümreler de kendilerine has bir edebiyat meydana getirdiler. "Alevî-Bektaşî Edebiyatı" veya "Bâtınî Zümreler Edebiyatı" (Ergun1944: 7) adları verilen bu edebiyat şubesi, "münferit ve muayyen bir zümre"nin değil, "Babaî", "Ahî", "Hurûfî", "Kalenderî", "Haydarî", "Bektaşî", "Alevî" gibi adlar taşıyan ve aralarında az-çok inanç farklılıkları bulunan zümrelerin ortaklaşa oluşturdukları inanç sistemiyle şekillenen zengin bir edebiyattır. Bu zümrelerin çoğunluğunun "Şamanizm" adı verilen "Gök Tanrı İnancı"ndan büyük ölçüde izler taşıdıkları bilinmektedir (Eröz 1992). 16. yüzyıldan sonra Anadolu-Osmanlı sahasında "Batınî" karakter taşıyan bütün bu zümreler yakınlaşarak "Bektaşîlik-Alevîlik adı altında ikili veya ikiz (Tevem) bir zümre"ye dönüşmüştür. Günümüzde ise "Alevîlik" ile "Bektaşîlik" eş anlamlı iki kelime durumuna gelmiştir (Ülkütaşır 1974: 189). Alevî-Kalenderî-Bektaşî-Hurûfî şâirlerin yazdıkları / söyledikleri şiirler, Alevîlik-Kalenderîlik-Bektaşîlik-Hurûfîlik kontekstinde şekillenen menkabeler / velâyetnâmeler, fıkralar, hikâyeler gibi unsurlarla birleşerek bir bütün hâlinde "Alevîlik-Bektaşîlik Bağlamında (=Kontekst) Türk Halk Edebiyatı" adını verdiğimiz edebiyat kolunu oluşturur (Bkz. Ocak 1983; Ocak 1984; Yıldırım 1976.; Çetin 1997 vs.). Alevîlik-Kalenderîlik-Bektaşîlik-Hurûfîlik kontekstinde oluşan halk şiiri, söyleyicileri belli olsa bile sözlü kültür geleneği içinde şekillenmiş bir edebiyat şubesidir. Bu sebeple, bu kontekstte oluşan bir şiir incelenirken sözlü kültür geleneği göz önünde bulundurulmak zorundadır.
1. Muhyiddin Abdal
Kalenderîlik-Bektaşîlik-Hurûfîlik kontekstinde şiirler söylemiş / yazmış şâirlerimizden biri olan Muhyiddin Abdal, 16. yüzyılda yaşamıştır. Aydınlıdır. Rumeli'ye giderek bugün Bulgaristan ve Romanya sınırları içinde olan pek çok yeri gezip görmüş, mensup olduğu dinî-tasavvufî zümreye âit inançları yaymaya çalışmıştır. Mezarı Edirne'nin Lalapaşa ilçesinde, Bulgaristan sınırı yakınlarındaki "Muhittin Baba Tepesi"ndedir.
Muhyiddin Abdal Dîvânı'nın altı nüshası tespit edilmiş ve bu konuda tarafımızdan doktora tezi hazırlanmıştır (Durbilmez 1998).
Muhyiddin Abdal, yaşadığı dönemin en önemli iki Kalenderî-Bektaşî şâirinden biri olarak kabul edilmektedir (Boratav 1968: 351). Muhyiddin Abdal'dan başka, Pir Sultan Abdal, Virânî, Kalender Abdal gibi temsilciler de 16. yüzyılda yaşamıştır. Sürûrî, Yemînî, Hayderî, Kanberî, Kelâmî, Fâzılî, Fazlî, Seher Abdal, Hayretî, Yetim Ali Çelebi, Hüseynî, Yetimî, Askerî, Husrev, Nemayî, Koyun Abdal, Misalî, Arşî, Feyzî Hasan Baba, Kul Himmet, Kul Âdil, Kul Bayramlı, Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli Baba), Sâdık Abdal, Sersem Ali Baba, Bosnalı Vahdetî gibi temsilcilerin de 16. yüzyılda yaşadığı kabul edilmektedir. Bu şâirlerden Sürûrî, Yemînî, Kelâmî, Fâzılî, Fazlî, Nebatî, Husrev, Nemayî, Misalî, Arşî,Vîrânî ve Bosnalı Vahdetî gibi şâirler, Muhyiddin Abdal gibi, aynı zamanda Hurûfî inancının da temsilcileridir. Bu durum, Hurûfîlik inancının 16. yüzyılda Alevîlik, Kalenderîlik ve Bektaşîlik ile bütünleşmeye başladığının göstergesidir (Ocak 1992:157).
2. Muhyiddin Abdal'a Göre Hacı Bektaş ve Otman Baba
Muhyiddin Abdal, şiirlerinde, Hallâc-ı Mansûr, Seyyid Nesimî, Fazlullah, Hacı Bektaş Velî, Otman Baba, Şahkulu, Kumral Baba, Akyazılı gibi Kalenderîlerin ve Bektaşîlerin ulu saydıkları kimselerden bahsetmektedir. Muhyiddin Abdal'ın pîri olduğu kabul edilen Otman Baba ile o dönemdeki Bektaşîlerin araları iyi olmadığı hâlde, Hacı Bektaş Velî ve Otman Baba'nın ikisinin birden adlarının "Muhyiddin Abdal Dîvânı"nda yer alması dikkat çekicidir. Bu sebeple çalışmamızın başlığını "Muhyiddin Abdal'a Göre Hacı Bektaş ve Otman Baba" olarak belirledik.
a. Hacı Bektaş Velî
Muhyiddin Abdal 16. yüzyılda yaşamıştır. Şâirin şiirleri arasında Hacı Bektaş Velî'nin adı geçmesine rağmen "Bektaşî" terimi yer almamaktadır. Ocak, Bektaşî teriminin, müstakil bir zümrenin adı sıfatıyla, ilk defa 16. yüzyılda kullanılmış olabileceğini, bazı ip uçlarından hareketle söylemektedir (Ocak 1992: 213). Bilindiği gibi, 16. yüzyılın başında Hacı Bektaş Zâviyesi'nin başına getirilen Balım Sultan, Bektaşîliği resmen düzenleyen kişidir. Dimetoka'da bulunan Seyyid Ali Sultan Zâviyesi [=Kızıl Deli Zâviyesi]'nden Hacı Bektaş Zâviyesi'nin başına getirilen Balım Sultan'ın "Bektaşîlik" adıyla resmen kurduğu bu tarîkat, 16. yüzyıldan itibaren Kalenderîlikten ayrılarak Hacı Bektaş kültü etrafında gelişmiş, diğer Kalenderî zâviyelerini de etkileyerek, içinden doğmuş olduğu Kalenderîliği Bektaşîliğin bünyesinde eritmeye başlamıştır. Bektaşîliğin Kalenderîlikten tam anlamıyla ayrılarak bağımsız bir tarîkat olması 16. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmeye başlamış, 17. yüzyıldan itibaren gelişen Bektaşîlik karşısında, Kalenderîlik giderek zayıflamış ve erimiştir. 18. yüzyılda bütün Kalenderî zümreleri Bektaşîlik çatısı altına girmiştir (Bkz. Ocak 1981: 297-308).
Hacı Bektaş Velî, Muhyiddin Abdal'a âit bir şiirde, Hz. Ali'ye benzetilmektedir. "Ali misillü er" olarak adlandırılan Hacı Bektaş'ın, cansız duvarı yürüttüğü, fakat münkirlerin kör oldukları için bu durumu görmedikleri ifâde edilmektedir:
Bir Hâcı Bektaş var idi
'Ali misillü er idi
Münkirler görmez kör idi
Yürütdi cânsız dîvârı
(Durbilmez 1998: 380)
Bilindiği gibi, Hacı Bektaş'a âit menkabede, Hz. Ali'nin Hacı Bektaş olarak yeniden dünyaya geldiği belirtilmektedir. Tenâsüh inancını kabullenen bazı Bektaşîler Hz. Ali'nin rûhunun Hacı Bektaş'ta zuhur ettiğine inanmaktadırlar. Muhyiddin Abdal, Hacı Bektaş'tan "Ali misillü er idi" şeklinde bahsederken, Hacı Bektaş'ı Hz. Ali'ye benzetmesi yanında, tenâsüh inancı sonucu Hz. Ali'nin rûhunun Hacı Bektaş'ta zuhur ettiği yolundaki inanışı da dile getirmiş olmalıdır. Bazı Bektaşîler, Hz. Ali'nin rûhunun Hacı Bektaş'tan sonra da sırasıyla bütün büyük velîlerin bedenlerinde zuhur ettiği görüşündedirler. Vilâyetnâme-i Otman Baba'da geçen bir menkabeye göre de Hz. Ali, Otman Baba'nın vücudunda yaşamıştır. Aşağıda geniş olarak bahsedeceğimiz gibi, Muhyiddin Abdal'ın "Ala gözlü Sultan Baba" mısrâıyla başlayan şiirinde de bu inanış yansıtılmaktadır (Ocak 1983: 136-140).
b.Otman Baba
Otman Baba hakkındaki bilgileri "Vilâyetnâme-i Otman Baba"dan öğreniyoruz. "Vilâyetnâme-i Şâhî" adıyla da bilinen "Vilâyetnâme-i Otman Baba", 1483 yılında, Otman Baba'nın halîfelerinden Küçük Abdal tarafından kaleme alınmıştır (Bkz. Hasan Fehmi 1927)[1]. "Vilâyetnâme-i Otman Baba"ya göre, Otman Baba 780 (=1378-9)'de doğmuş, 883 (=1478)'de ölmüştür. Otman Baba'nın asıl adının Hüsam Şah olduğu belirtilmektedir. Timur zamanında (=1402) Anadolu'ya geldiği, Germiyan ve Saruhan bölgelerinde uzun müddet dolaştıktan sonra Fâtih'in şehzâdeliği sırasında Manisa'da bulunduğu ve daha sonra Rumeli'ye geçtiği rivâyet edilmektedir (Ocak 1992: 55-56). Otman Baba, Rumeli'de muhtelif fetih hareketlerine de katılmış bir Kalenderî şeyhidir (Ocak 1992: 21). Otman Baba tekkesi Bulgaristan'dadır. Muhyiddin Abdal'ın tekkesi de Bulgaristan sınırına yakın bir yerde bulunan "Muhittin Baba Tepesi"ndedir. Otman Baba, Bektaşîlere iyi gözle bakmamasına rağmen, Bektaşîler tarafından büyük bir velî olarak kabul edilmiş ve tekkesi en önemli Bektaşî tekkelerinden biri hâline gelmiştir. Muhyiddin Abdal da Bulgaristan başta olmak üzere Balkan ülkelerini gezmiş, oralarda inançlarını yaymaya çalışmıştır; Bugün bile Rumeli'nin büyük bölümünde ulu bir eren olarak kabul edilmektedir (Durbilmez 1998-2).
Muhyiddîn Abdal'ın, Otman Baba'ya mensup bir derviş olduğu konusunda araştırıcılar genellikle görüş birliğindedirler. Muhyiddin Abdal Dîvânı'nda yer alan bazı şiirler de bu görüşü desteklemektedir. Bir şiirinde Otman Baba'nın adını zikrederek "Gani Otman pîrüm oldı / Anuñ etegin tutdım ben" diyen Muhyiddin Abdal, aynı şiirin başka bir dörtlüğünün son iki mısraında da "Severim Sultan Baba'yı / Cân ile göñül katdum ben" demektedir:
Erenlerin eşigüne
Yaslanuban yatdum ben
Erenlere belî didüm
Sıdk ile ikrâr itdüm ben
Şahum da rehberüm oldı
Hemân Kıblem nûrum oldı
Gani Otman pîrüm oldı
Anuñ etegin tutdım ben
Egnime giydüm 'abâyı
Terk itdüm kamu kabâyı
Severim Sultan Babayı
Cân ile göñül katdum ben...
(Durbilmez 1998: 404-405)
Sadettin Nüzhet Ergun, Muhyiddin Abdal'ın Otman Baba'ya mensup bir derviş olduğunu belirtmekle birlikte,
"Şu kadar var ki Muhyiddin Abdal onun dervişi midir, yoksa Otman Baba tekkesinde 'Baba' olan birine mi mensuptur? Bunu kat'î sûrette tayin etmek kâbil değildir. Çünkü tarîkat mensupları ekseriya 'Baba'lar yerine 'Pîr'lere mensubiyetle iftihar ederler. Muhyiddin Abdal'ın 'Otman Baba pîrim oldu' demekten maksadı, ihtimal 'Otman Baba' tarîkatına mensup bir 'Baba'ya intisâb ettiğini söylemekten ibârettir. Filhakîka, Muhyiddin Abdal'ın daha muahhar bir zamanda yaşadığı ihtimâlini verdiren bazı kayıtlar mevcuttur" (Ergun 1928: 38)
demektedir. Ergun, Hacı Bektaş Velî'nin adı geçen şiiri bu düşüncelerine delîl olarak göstermektedir. Ergun, yukarıda bahsettiğimiz şiirden hareketle,
"...Otman Baba mensupları ile Hacı Bektaş mensupları arasında ilk zamanlarda bazı ihtilaflar olduğu 'Otman Baba Vilâyetnâmesi'nde mezkurdur. Buna binaen, Muhyiddin Abdal'ın bizzat Otman Baba'ya mensup olsaydı Hacı Bektaş Velî'den ve Balum Sultan'dan bahsetmemesi lâzım gelecekti. Hususiyle 'Kalenderîlik', 'Hurûfîlik' ve 'Bektaşîlik'in tedahülü de muahhardır. Halbuki Muhyiddin Abdal'ın 'Dîvân'ı kendisinin müfrit bir Hurûfî olduğunu göstermektedir. İşte bu delîller Muhyiddin Abdal'ın bir Kalenderî babası olan Otman Baba'nın zamanını idrak edemediğini göstermektedir. Mamafih bu hususta kat'î bir hükmümüz olmadığını ve yeni bir takım vesâik zuhur edinceye kadar bu zâtın yaşadığı devri tayin edemeyeceğimizi de ilâveten söyleyelim. Bu gün muhakkak olan bir şey varsa o da Muhyiddin Abdal'ın Otman Baba tarîkatına mensup olması ve Hurûfîliği tamamı ile benimsemiş bulunmasıdır" (Ergun 1928: 38-39)
demektedir. Muhyiddin Abdal'ın yaşadığı yüzyıl, Bektaşîliğin Kalenderîlikten henüz tam olarak ayrılmadığı ve Hurûfîliğin de bunlar üzerinde etkili olmaya başladığı bir yüzyıldır[2]. Dolayısıyla, Muhyiddin Abdal'ı hem Hurûfî, hem Kalenderî hem de Bektaşî bir şair saymak gerekmektedir. Bu durumda, Muhyiddin Abdal'ın hem Hacı Bektaş Velî'den hem de Otman Baba'dan bahsetmesi tabiîdir. Bu arada belirtelim ki, Balım Sultan ve Akyazılı'nın adlarının geçtiği şiir bizde bulunan hiç bir nüshada yer almamıştır. Bu konularda fikir yürütülürken, Muhyiddîn Abdal'a âit şiirlerin bir süre sözlü kültür geleneği içinde dilden dile aktarıldıktan sonra bazı Kalenderî / Bektaşî / Hurûfî dervişleri tarafından bir araya getirilerek Muhyiddîn Abdal Dîvânı'nın oluşturulduğu hususu göz önünde bulundurulmalıdır.
Muhyiddin Abdal, "Ala gözlü Sultan Baba" mısraıyla başlayan şiirinde tamamiyle Otman Baba'dan söz etmektedir.
Ala gözlü Sultan Baba
Ululardan ulusın sen
Yedi iklim dört köşeye
'Arşa kürse tolusın sen
Yüzin gören yohsul bay olur
Kâfirler îmâna gelür
Seni sevmeyen ne olur
Şâh-ı kerem 'Alisin sen
Şâhısın biz eksüklü kuluñ
İçenler ayılmaz toluñ
İnceden incedür yoluñ
Tamâm gerçek velîsin sen
Toğrı sözin yol kılıcı
Çaldığın iki bölüci
Düşmüşler elin alıcı
Hakkuñ kudret elisin sen
Dehânından kevser akar
Nazaruñ Hakk yola bakar
Kokudan cümle 'âlem kokar
Muhammedüñ gülisin sen
Parlayup âteşüñ yanar
Cümle 'âlem şu'lene çoñar
Susayanlar senden kanar
Âb-u hayât gölisin sen
Muhyiddîn Abdâl neylersün
Dipsiz deñizler boylarsun
Ne bilürsin ne söylersün
'Aklın mı var delisin sen
Muhyiddîn toldır pâyânuñ
Hergiz olmasun ziyânuñ
Evliyânuñ enbiyânuñ
Bir kemterce kulısın sen[3]
Yukarıda verdiğimiz şiirin ikinci dörtlüğünde geçen "Şâh-ı kerem 'Alisin sen" mısrâında da -Hacı Bektaş Velî'den bahseden şiirinde olduğu gibi- tenâsüh inancı mevcuttur. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Vilâyetnâme-i Otman Baba'da geçen bir menkabeye göre, Hz. Ali, Otman Baba'nın vücudunda yaşamıştır. "Ala gözlü Sultan Baba" mısrâıyla başlayan dörtlükte gizli bir hulûl inancı da mevcuttur. Muhyiddin Abdal bu dörtlükte:
Ala gözlü Sultan Baba
Ululardan ulusın sen
Yedi iklim dört köşeye
'Arşa kürse tolusın sen
demektedir. Burada, Ocak'ın da belirttiği gibi, Tanrı'nın Hz. Ali'nin zuhur ettiği her kalıpta bulunduğu inancı telkin edilmektedir[4].
Muhyiddin Abdal, Otman Baba'yı , "ululardan ulu", "yedi iklim dört köşeye, 'arşa kürse tolu", "Şâh-ı kerem 'Ali", "gerçek velî", "Hakkın kudret eli", "Muhammedin gülü" ve "Âb-u hayât göli" olarak tasavvur etmektedir. Şiirde, Otman Baba'nın ala gözlü olduğu, yüzünü gören yoksulun zenginleştiği, kâfirlerin imana geldikleri, dolusundan içenlerin ayılmadığı, dudağından kevser aktığı, susayanların kandığı, düşmüşlerin elinden tutan vs. bir ulu kimse olduğu ifâde edilmektedir.
Sonuç
Bektaşîlik, Hacı Bektaş kültünün bir takım sebeplerle hâkimiyet kazanması sonucu kendine has özellikler kazanarak Kalenderîliğin içinden doğmuştur. Muhyiddin Abdal, 16. yüzyılda yaşamış Kalenderî-Bektaşî-Hurûfî kontekstinde şiirler söylemiş / yazmış şâirlerimizdendir. Şâirin yaşadığı dönem, Kalenderîlikden Bektaşîliğe geçişin tam netleşmediği ve Hurûfîliğin de Kalenderî-Bektaşî zümreler içinde etkili olmaya başladığı bir geçiş dönemidir. Muhyiddîn Abdal, hem Hacı Bektaş Velî'den, hem Otman Baba'dan, hem de Fazlullah'dan bahsetmektedir. Şâirin şiirleri arasında Hacı Bektaş Velî'nin adı geçmesine rağmen "Bektaşî" terimi yer almamaktadır. Muhyiddîn Abdal, hem Hacı Bektaş Velî'yi, hem Otman Baba'yı övmekte ve çeşitli tasavvurlara konu etmektedir. Hayattayken Bektaşîler ile arası bozuk olan Otman Baba'ya bağlı Muhyiddin Abdal'ın bu şiirlerini, 16. yüzyılda Otman Baba'ya bağlı dervişlerin de Hacı Bektaş'a sevgi beslediklerini göstermesi bakımından önemli görüyoruz.
Kaynaklar
M.Sunullah Arısoy: Türk Halk Şairleri Antolojisi. Ankara 1985.
Besim Atalay: Bektaşîlik ve Edebiyatı. İstanbul 1340.
Pertev Naili Boratav: "Halk Şiiri" Türk Dili /Türk Halk Edebiyatı Özel Sayısı, nr. 207, Ankara, (Aralık 1968).
Reha Çamuroğlu: Sabah Rüzgarı (Enel-Hak Demişti Nesimi). İstanbul 1992
İsmet Çetin: Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâmeleri. Ankara 1997.
Yahya Muhtar Dağlı: Bektaşi Tomarı ve Nefesleri. İstanbul 1935.
Bayram Durbilmez: Muhyiddin Abdal Dîvânı (İnceleme, Tenkitli Metin). (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Elâzığ 1998.
Bayram Durbilmez: "Muhyiddin Abdal'ın Hayatı Etrafında Oluşan Menkabeler", I. Uluslararası Türk Dünyası Eren ve Evliyaları Kongresi, (Ankara, 13-16 Ağustos 1998).
Şükrü Elçin: Halk Şiiri Antolojisi. Ankara1988.
Sadettin Nüzhet [Ergun]: "Muhittin Abdal ve Eseri" Halkbilgisi Mecmuası, İstanbul, 1928.
Sadeddin Nüzhet Ergun: Bektaşi Şaiirleri ve Nefesleri. İstanbul 1944.
Mehmet Eröz: Eski Türk Dini (Gök Tanrı İnancı) ve Alevîlik Bektaşîlik. İstanbul 1992.
İsmet Zeki Eyuboğlu: Alevi-Bektaşi Edebiyatı. İstanbul1991.
Abdulbâki Gölpınarlı: "Halk Edebiyatımızda Zümre Edebiyatları" Türk Dili/ Türk Halk Edebiyatı Özel Sayısı, c.19, nr.207, (Aralık 1968).
Abdülbaki Gölpınarlı: Hurûfîlik Metinleri Kataloğu. (2. Baskı), Ankara 1989.
Abdülbâki Gölpınarlı: Alevî Bektâşî Nefesleri. (2.Baskı), İstanbul 1992.
Hasan Fehmi, "Otman Baba Vilâyetnâmesi" Türk Yurdu, c.5, (1927).
Turgut Koca: Bektaşi Nefesleri ve Şairleri (13.Yüzyıldan 20.Yüzyıla Kadar). İstanbul 1990.
Agâh Sırrı Levend: "Halk ve Tasavvufî Halk Edebiyatı" Türk Dili/ Türk Halk Edebiyatı Özel Sayısı, c.19, nr.207, (Aralık 1968).
Ahmet Yaşar Ocak: "Kalenderîler ve Bektaşîlik" Doğumunun 100. yılında Atatürk'e Armağan, İÜ. Edebiyat Fak. İstanbul 1981.
Ahmet Yaşar Ocak: Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri. İstanbul 1983.
Ahmet Yaşar Ocak: Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliyâ Menkabeleri. Ankara 1984. [Gözden Geçirilmiş 2. Baskısı: Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yaklaşım). Ankara 1992.].
Ahmet Yaşar Ocak: Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII.Yüzyıllar). Ankara 1992.
İsmail Özmen: Alevi Bektaşi Şairleri Antolojisi, c.5. İstanbul 1995.
M. Şakir Ülkütaşır: "Bektaşî Edebiyatının Niteliği ve Nazım Türleri" Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı Belleten. Ankara 1974.
Ali Yıldırım: Başlangıcından Günümüze Alevî Bektaşî Deyişleri. (2.Baskı), Ankara 1997.
Dursun Yıldırım: Bektaşî Tipine Bağlı Fıkralar. Ankara 1976.
[1] "Vilâyetnâme-i Otman Baba"nın mikrofilmden tâb edilmiş bir nüshası özel kütüphânemizde mevcuttur.
[2] Ocak, 16. yüzyılda Hurufiliğin Kalenderilik'le iç içe olduğunu ve Bektaşîlik'le Kalenderîliğin henüz birbirinden tam ayrılmadığını yazmaktadır: Ahmet Yaşar Ocak: Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar). 1992: 154 ve s. 227.
[3] Durbilmez, a.g.e., s. 407-408.
[4] Ahmet Yaşar Ocak: Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri. İstanbul 1983: 140.