ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ  

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri


 

Bayram Durbilmez

Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında Gönül[1]

1. Giriş

Yunus Emre, tarih boyunca, Türk şiirini oluşturan bütün şubeleri etkilemiş güçlü bir şairimizdir. Tekke ve saz şairleri, Yunus Emre'yi pirleri kabul etmişler, klâsik edebiyatın temsilcileri onu daima saygıdeğer mutasavvıf şair olarak kabul ederek eserlerinden ilham almışlardır. Yunus Emre, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında da hoşgörünün, sevginin sembolü olarak anılmaktadır (Günay 1991: 49). "Türk edebiyatının Anadolu'da yetiştirdiği ilk büyük şair" olarak kabul edilen Yunus Emre, sadece Türkiye'deki şairleri değil, Türk dünyasının değişik bölgelerinde yaşayan şairleri de etkilemiştir. Abdal Mûsa, Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram Velî, Eşrefoğlu Rûmî, Ümmî Sinan... vd. gibi pek çok şairi etkilediği bilinmektedir (Gökalp 1991: 29-30). Yine, Cumhuriyet döneminde yaşayan Ziya Gökalp (Göçgün 1991: 5-18), Halide Nusret Zorlutuna, Necip Fazıl Kısakürek, Bekir Sıtkı Erdoğan, Bahtiyar Vahapzâde vd. gibi şairleri de etkilemiş olduğunu burada belirtmemiz gerekecektir. Yunus Emre'den yaklaşık üç yüzyıl sonra dünyaya gelen ve Kalenderi-Bektaşi-Hurûfi kültür ortamının önemli temsilcilerinden olan Muhyiddin Abdal da Yunus Emre'den etkilenen şairlerimizden biridir.

Muhyiddin Abdal, döneminin en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Muhyiddin Abdal'ı, 16. yüzyılın en önemli iki Bektaşi şairinden biri olarak kabul edenler yanında (Boratav 1968: 351), 16. yüzyılın sonlarıyla 17. yüzyılın başlarında yetişmiş Kalenderi şairlerin en kuvvetli temsilcisi sayanlar (Ocak 1992: 226) da vardır. Şiirlerinde Hacı Bektaş Veli, Otman Baba, Balım Sultan, Nesimi...vb. gibi Kalenderi-Hurûfi-Bektaşi ulularından bahsetmektedir. Şairimizin Aydın'dan Edirne'ye geldiği ve Çöke'ye yerleştiği söylenmektedir (Salcı 1942-1943; Durbilmez 1996: 427-438; Durbilmez 1997: 48-49).

El yazması divanının altı nüshası tarafımızdan tespit edilmiş olup, "Muhyiddin Abdal Divanı, İnceleme-Tenkitli Metin" adlı doktora tezimizde değerlendirilmiştir.

Yunus Emre'nin yanı sıra Hatayi, Kaygusuz Abdal ve Nesimi gibi şairlerden de etkilenmiştir. Muhyiddin Abdal Divanı'nda Yunus Emre'nin etkilerini gösteren pek çok şiir mevcuttur. Muhyiddin Abdal bir şiirinde şöyle diyor:

Cân u cevrüñ begidür

Nefis aña yağıdur

Göñül Hakkuñ evidür

Yıkma gözet hatırı

         Gözet olagelmişi

         Kaldır düşüp kalmışı

         Hoş tut yaradılmışı

         Yaradandan ötüri (100/3,4) [2]

Bu şiiri okuyunca, Yunus Emre'nin dillerden düşmeyen şu dörtlüğü hemen aklımıza gelmektedir:

Elif okuduk ötürü

Pazar eyledik götürü

Yaratılanı hoş gör

Yaratandan ötürü

Konumuz "Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında Gönül" olduğuna göre gönül nedir? Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında gönül ile ilgili hangi benzetmelere, deyimlere ve tasavvurlara yer verilmiştir?

“İnsanın mânevî varlığına, mânevî gücüne, sevginin, nefretin, inancın, iyi-kötü, bütün duyguların tümünün varlığına ve ifadesine verilen ad” (Gölpınarlı 1977: 134) olarak tarif edilen gönül, "...yerine göre; kalptir, yürektir, sevdadır, aşktır, düşüncedir, histir, duygudur, candır, ruhtur." (İvgin 1997: 18)

Gönül ile ilgili deyim ve atasözlerimiz çoktur. “Cân-u gönülden dua / niyaz”, “cân-u gönülden sevmek / sevilmek”, “gönül altında kalmak”, “gönülden çağırmak / çağrılmak”, “gönülden çıkarmak / çıkarmamak / çıkarılmak / çıkarılmamak”, “gönülden geçirmek / geçmek”, “gönül gözetmek”, “gönül kalmak”, “gönül kırmak”, “gönül koymak”, “gönüllenmek”, “gönüllü”, “gönül pazarı”, “gönül vermek”, “gönül yarası”, “gönül yapmak / yıkmak”, “gönül beklemek”, “gönül ehli”, “gönül hâline varmak” gibi onlarca deyim dilimizde yaşamaktadır (Gölpınarlı 1977: 134-135). “Gönül bir sırça kadehtir, kırılırsa yapılmaz”, “Gönülden gönüle yol var”, “Gönül hoşluğuyla olur ibadet”, “Gönül Hak binasıdır”, “Gönül kalsın yol kalmasın”, “Gönül sultan, aşk ıradet”, “Gönül yapmak, arş yapmaktır”, “Her gönülde bir arslan yatar”, “Herkesin gönlünce yaz olmaz”, “Gözden ırağ olan, gönülden de ırağ olur”, “El işte, gönül oynaşta gerek” (Gölpınarlı 1977: 135) gibi atasözleri dilimize anlam zenginliği katarak, az sözle çok şey ifade etmemizi sağlamıştır. Bu atasözü ve deyimlerimizin tamamına yakını dinî- tasavvufî edebiyat ürünlerimizde de karşımıza çıkmaktadır. Örnek vermek gerekirse “Gönülden gönüle yol vardır” atasözü Muhyiddin Abdal Divanı’nda şöyle geçmektedir:

Senüñ yolın varup menzîle irmez

Gönülden gönüle yol olmayınca (1/2)

2. Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında Gönül İle İlgili Benzetmeler

Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında gönül ile ilgili benzetmeler hayli yer tutmaktadır. Özellikle Yunus Emre Divanı'nda gönül ile ilgili benzetmelerin zenginliği dikkati çekmektedir.

Yunus Emre Divanı'nda yer alan gönül ile ilgili benzetmeler arasında; Ka'be, sırça, kadeh, meyhâne, gök, arş, kuş, su, ummân, Tûr dağı, taş, mum, kış, Leylâ, garîb, kılavuz, kul, ihtiyar, derviş, başlu (yaralı), sayrı, şikeste (sınuk), saray, taht, sultân, mülk, kal'a, seyrangâh, ev, dükkân, hücre, virâne, hazine, şehr (şar), bağ, varak, kitap, levh, cemaat, eğlence vd. gibi kelime ve mefhumları sayabiliriz (Tatçı 1990a: 240-248).

"Hak bir gönül virdi bana ha dimeden hayrân olur

Bir dem gelür şâdi olur bir dem gelür giryân olur"

beyitiyle başlayan şiirde, Yunus Emre, gönül ile ilgili olarak şu sıfatları kullanmaktadır: Hayrân, rûşen, perişân, derde esir, dermânde, âbid, zâhid, âsi, mûti, şâdi, giryân, kış, zemheri, bostan, katre, câhil, câlinûs, Lokmân, dîv, peri, sultân-ı ins ü cinn, gedâ, fağfur, hakan, günahkâr, rıdvân, ruhbân, Mûsâ, Firavn, hâmân, İsâ, Gümrâh, Cebrâil, divan, Kur'ân.

          Gönül ile ilgili olarak sıralanan bu sıfatlarda, teşbihten ziyâde manevî bir hâl söz konusudur.

"Bu şiirde insan ruhunun kendi içinde kutuplar arasında çalkanışı tasvir edilmiştir. Mısra başlarında tekrarlanan "bir dem" kelimesi, ruhun durmadan değiştiğini anlatır." (Kaplan 1973: 11-26)

Buradaki "gönül" kelimesinin, metinde kazandığı değer ile, insanın psikolojik cihetini ifade etmekle vazifeli olduğu belirtilmektedir. Zaman mânasına gelen "dem" ve "gönül" kelimelerinin şiirde asıl unsur durumunda olduğunu söyleyen Aktaş, bu şiiri şöyle değerlendirmektedir:

"Onun zaman ve mekana göre değişmesi psikolojik hal ile zaman ve mekanın ilişkisini ortaya koymaktadır. Şiir, bu yönüyle evrensel bir mahiyet kazanır. (...) Gönül tamamen mücerred sahayı ilgilendiren bir kavramdır. Ondaki değişiklikler de bu saha dahilinde düşünülecek cinstendir. Ancak Yunus, bu değişmeleri geniş halk kitlesinin yakından tanıdığı hayat tezahürleri, maddî dünya ile ilgili görünüşler ve halkın zihnine yerleşmiş kaynaklardan hareketle sezdiriyor. Böylece bu şiirde de yaşanılan hayat ve halkın kültür varlığı Yunus'un duyuş tarzını ifadede vasıta oluyor. Daha yerinde bir ifadeyle, bu duyuş tarzı söz konusu malzemeyle birleşerek şiire vücut veriyor." (Aktaş 1990: 12)

Bu şiir aslında, gönlün telvin makamındaki (makam-ı hayret) manevî iniş-çıkışları konu etmektedir. Telvin makamında olan gönül, ân denen zaman diliminde, bütün ikiliklere, iki zıt uca inip çıkabilir.

Yunus Emre Divanı'nda aşk, gönül göğünden damlayan İlâhî bir rahmettir. İnsan, bu rahmetle ebedî hayat bulmaktadır:

Işk yağmurı tamlası gönül göginden tamar

Sevgü yili götürür yağmurı ayaz ile (335/19)

(Tatçı 1990b: 340)

          Aynı anlayışın bir benzeri de Muhyiddin Abdal Divan'ında karşımıza çıkmaktadır. Muhyiddin Abdal, gönülden âşık olan ve erenleri cân u dilden seven kimsenin sultana, yani Tanrı'ya erişeceğini söylemektedir:

Sultâna irdi kuldan

'Aşık oldı göñülden

Muhyiddin cân u dilden

Erenleri severdi (89/6)

Yunus Emre Divanı'nda, "Gönül, mahiyeti bilinmeyen ve pahası biçilmeyen bir hazineye benzetilir. Aşk, bu hazinenin bekçisidir. Aşk erinin gönlü, padişah (Tanrı)ın hazinesiyle doludur:

Işk erinün gönli dolu pâdişâhun haznesidür (59/1)

İşbu vücûd bir kal'adur âkıl içinde sultânı

İşbu gönül hazînedür ışk tutmış bekler anı (512/1)

Muhyiddin Abdal Divanı’nda gönül kutlu bir mekândır, sırlarla doludur. Gönül ummanında çeşitli inciler bulunmaktadır. Muhyiddin Abdal şöyle söylemektedir:

Göz açup bakdım taşra hem içre

Dîl içinde yanar esrâr görindi

Gözde hikmet, dilde nutık söyliyen

Göñülde bu bahr ile dürr görindi (26/4,5)

          Yunus Emre Divanı'nda, "Aşkı olmayan gönül taşa, âşık gönül ise muma benzetilir. Bu benzetme unsurlarındaki sertlik (taş) ve yumuşaklık (mum) özellikleri, insanın "merhamet" sıfatıyla da alâkalıdır. Aşk, nefislere bir rahmettir. Bu rahmetle Allah'a ulaşılır. Taş gönüller kendilerine ve eşyâ âlemine karşı 'kararmış, sarp-katı kışa" benzerler (Tatçı 1990a: 242):

"İşidün iy yârenler ışk bir güneşe benzer

Işkı olmayan gönül misâli taşa benzer

Taş gönüllerde ne biter dilinde agu düter

Niçe yumşak söylese sözi savaşa benzer

Işkı var gönül yanar yumşanur muma döner

Taş gönüller kararmış sarp-katı kışa benzer" (66/1-2-3)

(Tatçı, 1990b: 83-84)

Muhyiddin Abdal Divanı'nda da gönül ile ilgili olarak, "Hakkın evi" (83/9, 100/3), "Hakkın otağı" (78/62), "köşk" (101/6), "ev" (17/2, 45/3, 42/7, 82/7), "bahr/deniz" (51/8) ...vd. gibi benzetmelere yer verilmektedir:

Mü'minlerüñ gönli Hakkuñ evidür

Hak andadur, tutulmuş otağıdur (78/62)

Çıkdum göñül köşküne

Cân boyandı meşkine

          Hak şol dîdâr 'aşkına

Yarattı kâ'inâtı (101/6)

                   Ne 'aceb ola dutuldı zindânında bu göñül

         Şol câh-ı zindâna düşdü dili zindândan çıkar (52/4)

Muhyiddin Abdal gönlü sultan olarak da ifade etmektedir:

Didüm ki şâh sensin ben gedâyum

Didi ki her göñül sultân değil mi (28/4)

Muhyiddin Abdal Divanı'nda gönül nazargâh olarak tasavvur edilmektedir. Gönülden nazar eylenmektedir:

Maksudum dîdâr eyledüm

Göñülden nazar eyledüm

Nakd ile pazar eyledüm

Alana gevher satdum ben (106/6)

Muhyiddin Abdal Divanı’nda, benliği terk eden kimsenin ağzı divit, nutku mürekkep, dili kalem, gönlü kâğıt olarak düşünülmektedir:

Ağzımuz divid nutkumız mürekkeb

Dilümüz kalem göñlimiz kâğıt oldı (14/3)

Gönül evlerine hükmünü yürüten Tanrı, gönülden gönüle gezmektedir. Tanrı gönlümüzden geçenleri de bilmektedir. Muhyiddin Abdal, tecâhül-i ârifne bir söyleyişle bunu şöyle ifade etmektedir:

Göñül evlerine hükmün yüriden

Göñülden göñüle gezer ola mı

Ne ki kılsañ günah ma‘lûmdur aña

Görüp ‘aybumızı yazar ola mı

Eksiklü kul olan bilür günâhun

Göñülde suçını sezer ola mı (17/2-4)

Muhyiddin Abdal’a göre gönül yalancı yâre de bağlanabilmektedir. Yalancı yâr geçicidir, vefasızdır. Yalancı yâre bağlanan gönül de her bahar geldiğinde başka bir güle sevdalanmakta ve bülbül gibi acıyla bağırmaya, inlemeye başlamaktadır:

Göñül yalancı yâre sâdık oldı

Bir vefâsız ağyâre sâdık oldı

...

Muhyiddin bülbül figâna başladı

Yine tâze bahâra sâdık oldı (15/1,12)

Muhyiddin Abdal’ın gönlü sevgilinin sadece fizikî güzelliğine vurgun değildir. Hurûfîliğin de etkisiyle sevgilinin yüzünü Kur’ân sayfalarına benzetmektedir:

Yüzüñ mushafdur hatm-i kelâmullah

Kaşlaruñ yazılmış elhamd sûresi (23/6)

Muhyiddin Abdal, aşağıdaki şiirde de gönlün sevgiliye kaymasını aynı sebebe dayandırmaktadır:

Çün irüşdüm ben cânânuñ izine

Yüzim sürdüm ayağınuñ tozına

Cân tutuldı zülfinüñ duzağına

Dil bend oldı kaşı ile gözine

Göñül gözi sihirden fehme vardı

Sabrı gitti, korku düşdi özine

...

Hak Ta’âlâ ismini yâd eyledi

Otuz iki hat yazılmış yüzine

Yüzinde hem sözinde yigirmi sekiz

Ol sebepden zâhir oldı izine (5)

          Yukarıdaki şiirde yer alan yirmisekiz ve otuziki ifadelerinin kaynağı Hurûfiliktir. Hurûfilik, çeşitli din ve bâtınî inançların karışımıyla ortaya çıkmış bir inanç sistemidir. Kurucusu Fazlullah’tır. Burada geçen yirmisekiz sayısı Kuranıkerim’i, otuziki sayısı ise Câvidânnâme’yi temsil etmektedir. Çünkü Kuranıkerim Arapça’dır ve Arapça’da yirmisekiz harf vardır. Fazlullah’ın Câvidânnâme’si ise Farsça olup Farsça’da otuziki harf vardır.[3] Demek ki Muhyiddin Abdal, sevgiliye bakarken bile tasavvufi duygu ve düşüncelerle bakmaktadır.

Muhyiddin Abdal, sevgiliyi göz nûru, gönül çırası, can parçası olarak da görmekte, sevgilinin gözlerine tutkun olan gönlün hasta düştüğünü söylemektedir. Çünkü sevgilinin ok ok olan kirpikleri, âşığın gönül kuşunu yaralamıştır:

Gele gel ey benüm cânum pâresi

Ayâ gözüm nûrı göñlüm çırası

Gözlerüñ fitnesinden dil hastedür

Oñulmaz canda kirpigin yâresi (23/1,2)

3. Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında Gönül İle İlgili Deyimler

Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında gönül ile ilgili çok sayıda deyime de yer verilmiştir. Yunus Emre Divanı'nda, konu ile ilgili olarak,

"gönüle rahmet dolmak (...), gönül sımak, gönül vermek, gönül yıkmak, gönülde teşvişi olmak, gönülde çerağ uyandırmak, gönül gözü (...), gönlünü derviş eylemek (...), gönülde yer eylemek (...), gönlü alınmak, gönlü ma'şuka akmak, gönülde yol bulmak, gönülden gönüle yol olmak (...), gönül yapmak (...), gönlü paslı olmak (...), gönle uymak (...), gönül bağlamak (...), gönüller gütmek, gönlü gözü toymak, gönlü uçmak'a bakmak..." (Tatçı 1990a: 240)

vd. gibi ifâdeler yer almıştır. Muhyiddin Abdal Divanı'nda da, konu ile ilgili olarak, "gönül gözü" (5/3, 89/4), "gönül bahri" (51/8), "gönül köşkü" (101/6), "gönül evi" (17/2, 45/3, 42/7, 82/7), "gönüller tahtı" (38/2, 56/1), "gönül şehri/şarı" (88/7, 94/2, 116/3), “ehl-i dil” (62/16) vd. gibi deyimlere yer verilmektedir.

          Muhyiddin Abdal Divanı'nda, gönül köşk olarak tasavvur edilmekte ve "gönül köşkü" deyimine yer verilmektedir:

Çıkdum göñül köşküne

Cân boyandı meşkine

Hakk şol dîdâr 'aşkına

Yarattı kâ'inâtı (101/6)

          Muhyiddin Abdal’a göre, “ehl-i dil” / gönül ehli olmak için, şeriat, tarikat ve hakikat makamlarından geçerek marifet makamına ulaşmak gerekir. Marifet meyinden içip mest olan kimse ebedî canlılığa kavuşarak gönül ehli olur:

Ma‘rifet meyinden içüp mest olan

Hayy-ı Câvidândurs ehl-i dil olur (62/16)

Muhyiddin Abdal’ın musâhibi de bir ehl-i dildir. Gönül ehliyle edilen sohbet “yağ u bal” gibidir:

Musâhib oldık bir ehl-i dil ile

Sohbeti bal kıldık yağ u bal ile (8/1)

4. Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında Gönül İle İlgili Ortak Tasavvurlar

Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında gönül ile ilgili tasavvurların çoğu ortaktır. Konu ile ilgili olarak her iki "Divan"da da tespit ettiğimiz ortak tasavvurlardan bazıları şunlardır:

1.     Gönül, Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında Tanrı'nın mekânı olarak tasavvur edilmektedir. Yunus Emre Divanı'nda "Gönül Çalabın tahtı" şeklinde ifâdesini bulan bu tasavvur; Muhyiddin Abdal Divanı'nda da benzer şekillerde ifâde edilmektedir.

          Muhyiddin Abdal, bir beyitinde müminlerin gönlünün Hakk'ın evi, Hakk'ın otağı olduğunu ve Tanrı'nın gönülde bulunduğunu söylemektedir:

Mü'minlerüñ göñli Hakkuñ evidür

Hakk andadur, tutulmuş otağıdur (78/62)

          Muhyiddin Abdal, başka şiirlerinde de gönlün Hakk'ın evi olduğunu, gönül Hakk'ın evi olduğu için gönül yıkmamak ve hatır gözetmek gerektiğini söyler:

Göñül Hakk evidür gözet

Sakın yañılma toğrı git

Kâmil ol ma'rifet kesb it

Da'vânı yalan eyleme (83/9)

         Cân u cevrüñ begidür

         Nefis aña yağıdur

         Göñül Hakkuñ evidür

         Yıkma gözet hatırı (100/3)

Yunus Emre de, gönül yıkmamak gerektiğini, çünkü gönüllerimizin Tanrı'nın tahtı olduğunu söyler:

Gönül Çalap'ın tahtı

Çalap tahtına bahtı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise

Yunus Emre Divanı'nda yer alan bir beyitte de, gönül evinin aşk çerileri tarafından yağmalanıp istilâ edildiği söylenmektedir. Çerinin memleketteki düşmanları temizlemesi gibi aşk da gönüldeki mâsivâyı temizleyecektir:

Yunus Emre Divanı'nda gönül, dar ve karanlık bir hücredir. Bu karanlık mekân, Tanrı'nın nûru ile aydınlanır ve genişler:

Anun nûrı karanuyu sürer gönül hücresinden

Pes karanulık nûrıla bir hücreye nite sığar (77/3)

Gönlün eve benzetildiği bir diğer beyitte vahdet anlayışı şöyle dile getirilir:

Ben gelmedüm da'vî içün benüm işüm sevi içün

Dostun evi gönüllerdür gönüller yapmağa geldüm" (179/2)

2.     Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında gönül, Tanrı'nın tecellî ettiği kutlu bir yer olarak görülmekte, Ka'be ile eş değerde tutulmakta, hatta Ka'be'den daha önemi bir yer olarak tasavvur edilmektedir.

Ka'be, zâhiren beytullah, bâtınen gönül anlamını taşıyan bir mefhumdur (Tatçı 1990a: 240). Beytullah, İbrahim Peygamber tarafından yapılmış, gönül ise Tanrı'nın tecellî ettiği kutlu bir yerdir. Yere ve göklere yığmayan Tanrı, mümin kulun kalbine, gönlüne sığmıştır. "Çalabın tahtı" olan gönül, Ka'be'den daha önemli bir yer olarak tasavvur edilmektedir:

"Gönül mi yiğ Ka'be mi yiğ eyit bana 'aklı iren

Gönül yiğdür zirâ ki Hak gönülde tutar turağı (366/7)

          Yunus Emre'ye göre, bir gönüle girmek bin hacca gitmekten daha önemlidir:

Yunus Emre dir Hoca gerekse var bin hacca

Hepisinden iyice bir gönüle girmekdür (91/5)."

Muhyiddin Abdal Divanı'nda da, gönül Ka'be'ye benzetilerek, bir gönül ele getiren, çıplakları giydiren ve açları doyuran kimse Hacı olarak adlandırılır:

Bir göñül ele getüren bir yalıncak tonadan

Bir dahı açlar toyuran eşiginde hâcıdur (58/6)

3.     Yunus Emre, gönlü, Tanrı'nın sırlarının yazılı olduğu gizli bir varak, bir defter olarak tasavvur eder. Âşık, bu varaktan okuyup sırrını halka açıklar:

Bir dem gönüle kayakdum ol gizlü varaka bakdum

Uş sırrumu halka çakdum bir pâyânsız ummanımış (121/4)

Aynı anlayış Muhyiddin Abdal da da mevcuttur. Muhyiddin Abdal Divanı'nda da dil kalem, gönül kâğıt olarak tasavvur edilmekte ve kelâmın gönüle yazıldığı ifâde edilmektedir (96/3). Gönüle yazılan kelâmı görmek için ehl-i nazar olmak gerekir. Ehl-i nazar kimse, nihânı fehm ederek gönül içinde ize erişir (13/4).

4.     Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal, zaman zaman teşhis sanatı yaparak gönüle bir şahsiyet vermektedirler.

          Yunus Emre Divanı'nda,

"Gönül makamı 'ezel bezmi' iken, Hak buyruğu ile bu vatandan ayrılmış, dünyaya gelmiştir. Ata belinden bir zaman anasına düşen; et, sünük (kemik) ve kan olup can bulan; beşikte çocuk olup eli ayağı sarılan, tuzlanıp acı duyan, hülâsa, büyüyüp yürüyen (vs.) varlık, esasen gönüldür." (Tatçı 1990a: 239)

Yunus Emre, bir yaşnâmesinde bu fikirleri şöyle işlemektedir:

Ata belinden bir zaman, anasına düşdi gönül

          Hak'dan bize destûr oldı, hazîneye düşdi gönül

          ...

Yüriridüm anda pinhân, Hak buyruğı virmez aman

          Vatanumdan ayurdılar, bu dünyâya düşdi gönül (152/1-3)

Yunus Emre, zaman zaman teşhis sanatı yaparak gönüle bir şahsiyet verirken gönülle konuşarak, nefse uyan gönlünün fesadı terk etmesini, günahına ağlayarak kanaatkâr olmasını ister:

N'ola gelsen şimden girü fesâdı terk itseñ gönül

Gâh ağlasan günâhına gâh kanaat itseñ gönül (161/5)

Gönlüyle yoldaş ve hâldaş olmak isteyen Yûnus, "dost"a gitmek için, gönlüne seslenir:

Yoldaş olalum ikimüz gel dosta gidelüm gönül

Hâldaş olalum ikimüz gel dosta gidelüm gönül (160/1)

Gönülün içinde ne var ise dış yüzüne o sızar:

Gönül yüksekde gezer dem-be-dem yoldan azar

Taş yüzine ol sızar içinde ne varısa (299/2)

Muhyiddin Abdal Divanı'nda, gönlü kişileştiren şairimiz gönlüne seslenir (60/5). Gönül seyr edip gezer (100/2). Gönül gözü, yârin sihrinden fehme varır (5/3).

5.     Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanlarında gönül yıkan kimse ayıplanmakta, gönül kazanmak gerektiği ifade edilmektedir. Yunus Emre Divanı'nda, gönül yapan kimsenin Hakk'ı bulduğu, bir gönül yıkan kimsenin yüz yıl okusa da boşuna okuduğu vurgulanmaktadır:

Şeyh ü dânişmend ü fakı, gönül yapan bulır Hakk'ı

Sen bir gönül yıkdunısa, gerekse var yüz yıl okı (323/4)

(Timurtaş 1986)

Yunus Emre, bir şiirinde de gönül yıkan kimsenin kıldığı namazın kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir:

Bir kez gönül yıktın ise,

Bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi

          Elin yüzün yumaz değil (166/1)

Muhyiddin Abdal Divanı'nda da gönül yıkıp kan eyleyen ayıplanır (83/8). Bir gönül ele getirmek öğütlenir (58/6, 119/6). Bir gönül ele getiren ve açlar doyuran kimse Hacı olarak adlandırılır (58/6). Gönül yıkıp hata eden kimse bu dünyadan ahirete dinsiz imansız gider (113/4). Nefsini öldürüp gönül almak, gazilik nişânıdır (69/4). Gönül evlerine hükmün yürüten gönülden gönüle gezer (17/2). Gönülden gönüle yol olmayınca menzile erilmez (1/2). Hakk'ı Hak bilip hâl gönül gözeten alkışlanır (84/1). Tevhîdi bilip imân eden kimsenin gönlünün pası silinir (90/7). İmân hâssası gelince gönül gussası gider (122/3).

Yunus Emre Divanı'nda, "Gönül ince; hassas ve narin bir sırçaya benzer. Sırça kırıldıktan sonra bütün olmayacağı gibi, gönül de kırılırsa tamir edilemez:

Sakıngıl yârun gönlin sırçadur sımayasın

Sırça sınduktan girü bütün olası degil (158/4)

(Tatçı 1990a: 240)

5. Sonuç

Yunus Emre ve Muhyiddin Abdal Divanları'ında gönüle önemli bir yer verilmiştir. Her iki Divan'da da gönül ile ilgili pek çok deyim ve benzetmeler bulunmaktadır.

Her iki "Divan"da da gönül Tanrı'nın evi olarak tasavvur edilmektedir. Bu sebeple, gönül kazanmak, gönüle girmek Hacca gitmek gibi değerlendirilmiş, hatta gönüle girmek Hacca gitmekten daha üstün tutulmuştur. Gönül yıkmamak ve hatır gözetmek öğütlenmektedir.

Kaynakça

Aktaş, Şerif: "Yunus Emre'de Lirizmin Kaynağı" Hüseyin Özbay; Mustafa Tatçı (Haz.): Yunus Emre İle İlgili Makalelerden Seçmeler. Ankara 1990.

Boratav, Pertev Naili : "Halk Şiiri" Türk Dili / Türk Halk Edebiyatı Özel Sayısı 207 (1968).

Durbilmez, Bayram: "Muhyiddin Abdal'ın Tuyug ve Mânileri" Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (1996).

Durbilmez, Bayram : "Muhyiddin Abdal'ın Seyrannâmesi Üzerine" İçel Kültürü 10 (1997) 54.

Göçgün, Önder: "Yunus Emre'nin Ziya Gökalp Üzerindeki Tesirleri" Türk Halk Kültürü Araştırmaları 1991/1 (Yunus Emre Özel Sayısı) 1991.

Gökalp, Mehmet: "Yunus Emre'nin İlham Kaynakları" Türk Halk Kültürü Araştırmaları 1991/1 (Yunus Emre Özel Sayısı) 1991.

Gölpınarlı, Aldülbâki: Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler. İstanbul 1969.

Gölpınarlı,Aldülbâki: Tasavvuf’tan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri. İstanbul 1977.

Gölpınarlı, Aldülbâki: Hurufilik Metinleri Kataloğu. 2. Baskı, Ankara 1989

Günay, Umay: "Türk Kültürü Açısından Yunus Emre" Türk Halk Kültürü Araştırmaları 1991/1 (Yunus Emre Özel Sayısı) 1991.

İvgin, Hayrettin: "Karacaoğlan'da Gönül" İçel Kültürü 10 (1997) 54.

Kaplan, Mehmet: "Yunus Emre'ye Göre Zaman-Hayat ve Varoluşun Mânası" Hüseyin Özbay; Mustafa Tatçı (Haz.): Yunus Emre İle İlgili Makalelerden Seçmeler. Ankara 1990.

Kürkçüoğlu, Kemâl Edib: Seyyid Nesîmî Divanı’ndan Seçmeler. İstanbul 1973.

Ocak, Ahmet Yaşar: Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar). Ankara 1992.

Salcı, Vahit Lütfi: "Edirne Halk Şairleri: Muhiddin Abdal" Damla 1 (1942-1943) 2-10.

Tatçı, Mustafa: Yunus Emre Divanı I-İnceleme. Ankara 1990a.

Tatçı, Mustafa: Yunus Emre Divanı II-Tenkitli Metin. Ankara 1990b.

Timurtaş, Faruk Kadri: Yunus Emre Divanı. Ankara 1986.


 

[1] Osman Gazi Üniversitesi tarafından "Geleneksel Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası" çerçevesinde düzenlenen "Yunus Emre Sempozyumu" (Eskişehir, 7-8 Mayıs 1998) için hazırlanan bildiridir.

[2] Şiirlerde yer alan birinci numara Muhyiddîn Abdal Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin) adlı yayımlanmamış doktora tezimizdeki şiir numarası, ikinci numara beyit, dörtlük numarasını göstermektedir.

[3] Hurûfilik hakkında bilgi için bkz. Gölpınarlı 1969 ve 1989; Kürkçüoğlu 1973.