ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

ZİYA GÖKALP’TE “SOLİDARİZM” VE “MİLLÎ İKTİSAT”

Serdar SAĞLAM

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
ISSN 1305-5992
Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Güz 2004
Sayı 1


Abstract

The basis of Ziya Gökalp’s systematic thoughts about
economy is established on “French Solidarism” and Friedrich
List’s “National Economy System”. Gökalp has reinterpreted
these two approaches in relation to Turkey reality, the cultural
values of the Turkish society and belief system.

Key Words: national economy, solidarism, solidarity,
protectionism, enterpreneur class

Giriş

Bu makalenin konusu Türk sosyolojisinin kurucusu, İttihat ve Terakki
yönetiminin ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetinin en önemli teorisyenlerinden
olan Ziya Gökalp’in “solidarizm” ve “millî iktisat” konusundaki görüşleridir. Ziya
Gökalp’in bu konularda ortaya koyduğu düşünceler, Osmanlı devletinin çöküş
yıllarının siyasî, sosyal ve İktisadî olayları ve şartları ile paralel bir seyir takip eder.

Ziya Gökalp sosyolojisinin hareket noktası nasıl ki, çökmekte ve
parçalanmakta olan devletin ve hızla sefalete ve karanlığa itilmekte olan tebaanın
nasıl kurtarılabileceği endişesinden kaynaklanmış ise, O’nun İktisadî düşüncelerinin
temelinde de aynı kaygılar bulunmakta idi.

Osmanlı Devletinin Son Dönemlerindeki İktisadî Durumu

Amerika’nın keşfinden sonra yaşanan merkantilizm dönemi, sömürgecilik,
diğer kıtalardan Avrupa’ya altm ve kıymetli madenlerin akışı, Akdeniz’in ve İpek
Yolunun, ticarî önemini kaybetmesi, yeni ticaret yollarını keşfedilmesi Osmanlı
devletinin gerileme ve çöküş sürecini hazırlamıştı.

Osmanlı devletinde sanayii küçük işletmeler halinde ve daha çok iç pazara
yönelikti. Bunlara ilâveten, ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için faaliyette bulunan
ve fazla işçi çalıştıran fabrikalar vardı (Giz 1969: 53).

1838 İngiltere- Osmanlı Ticaret Sözleşmesi Osmanlı Devletini Avrupa
sanayisi ve sermayesi için açık Pazar haline getirmişti. Bu ticaret sözleşmesinden
sonra, Osmanlı Devletinin batıya açılan bölgelerinden başlayarak, Osmanlı
zanaatkarları destgâhlarmı kapatmak zorunda kalmışlardı.

Osmanlı devletinde sanayii işletmelerinin hızla çöküşünde temel etkenlerin
başmda kapitülasyonlar rol oynamaktaydı. Kapitülasyonların tarihi Osmanlı
devletinin kuruluş yıllarına kadar uzanmakla birlikte, bilhassa, 1740 yılında
Fransa'ya verilen imtiyazlardan sonra kapitülasyonlar hem bir ticaret antlaşması,
hem de yabancıların ülkemize yerleşmesinin önünü açan antlaşmalar haline geldi.

Kapitülasyonlar ecnebileri âdeta vergiden muaf hale getirmişti. Gümrük vergilerinin
çok düşük olması dış ticaretin yabancıların eline geçmesine yol açmıştı. Osmanlı
devletinin kendi gümrükleri üzerinde herhangi bir denetim hakkı kalmamıştı. Devlet
vergi kaybını karşılamak için, ihraç edilen ürünlere vergi koymaktaydı. Bu durum
yerli sermayenin daha da takatten düşmesine sebep olmuştu.

Osmanlı devleti değişik zamanlarda kapitülasyonlardan kurtulmak için
teşebbüslerde bulunmuştu. İlk ciddi teşebbüs 1856 Paris Kongresinde yapılmasına
rağmen gerçekleştirilememişti. 1869 ve 1871 yıllarında yeni girişimlerde
bulunulmuş, ama sonuç alınamamıştı (Bilsel 1933: 57). 1877 - 1878 Osmanlı -
Rusya, 1897 Osmanlı - Yunanistan ve 1911- 1912 Osmanlı - İtalya savaşlarından
sonra Osmanlı Devleti tarafından devletler hukuku kuralı olarak kaldırılmışsa da
yeni yapılan barış antlaşmaları ile tekrar yürürlüğe konmuştu.

Osmanlı Devletinde Batı Avrupa’da olduğu gibi bir burjuva devrimi
yaşanmamıştı. Bu toplumsal tabakanın yerinde gayrimüslimlerden oluşan, Avrupa
sermayesinin bayii ve acentesi konumuna gelmiş olan bir tabaka vardı.

Osmanlı Devletinin Son Yıllarındaki İktisadî Düşünce ve Yaklaşımlar

Osmanlı devletinde yaygın olarak İktisadî liberalizm, “İktisadî hürriyetçilik”,
“serbestiyet” ve bunun karşısında “himayecilik” veya “usul-i himaye” adı verilen
yaklaşımlardan bahsedilebilirdi. Bu görüşleri sadece ideolojik ve teorik halleriyle
savunanlar bulunduğu gibi, pragmatik olarak ele alanlar da bulunmaktaydı. Bu iki
cephenin yanında her iki akımı ve yaklaşımı ülkenin şartları içerisinde telif eden
düşünceler de vardı. Sosyalizm ve komünizm vs. gibi İktisadî ve sosyal düşünce ve
yaklaşımlar oldukça cılızdı.

Ohannes Efendi: “İktisadî Hürriyetçilik” ve “Serbest Mübadele”

Osmanlı Devletinin son yıllarında, bilhassa Yunanistan’ın kurulmasından
sonra Rum cemaati ekonomik alanda geriledi. Bu boşluğu gerek İktisadî ve ticarî,
gerekse fikir alanında Ermeni iktisatçı kuşağı doldurdu (Göyünç 1983: 62). Bu
kuşağın en önemli temsilcilerinden olan Ohannes Efendi de “İktisadî hürriyetçilik”
ve “serbest-i mübadele” akımının öncü fikir adamlarındandı. O, yerli sanayiinin
korunması için konulan gümrük duvarları, vergiden muafiyet ve yerli sanayiye bazı
imtiyazların sağlanmasına karşıydı (Sağlam 1994: 50) ve “himayecilik usulü”nün
geri kalmış memleketler için gerekli olduğunu dair düşünceleri eleştirmekteydi.
Sanayide geri kalmış memleketlerin asıl muhtaç oldukları şey, ilim ve sermayeydi.
O’na göre, bir memleket, sanayii ve servetçe ne kadar geri kalmış olursa olsun,
muhtaç olduğu eşyayı serbestçe ithal ettikçe, yerli mahsul ve ithal malı arasındaki
fiyat farkı kadar kâr edilmiş olurdu (Ohannes 1297: 301). Ohannes Efendi, bu
mantık silsilesi içinde tarım ürünlerinin himayesini bile kabul etmiyordu (Ohannes
1297: 297- 298).

Ziya Gökalp’in iktisadi düşüncelerinin ve hassasiyetlerinin kaynağında yer
alan isimler arasında Akyiğitoğlu Musa Bey, Mehmet Şerif Efendi, Namık Kemal,
Ahmet Midhat Efendi, Yusuf Akçura ve daha sonra da Tekinalp’i sayabiliriz.

Akyiğitoğlu Musa Bey : “Azadeği Ticaret ve Usul- ü Himaye”

“Usul-ü Himaye”nin ik önemli temsilcilerinden biri de Akyiğitoğlu Musa
Beydi. O’nun bu görüşlerini “İktisat Yahut İlm-i Servet, Azadeği Ticaret ve Usul-ü

Himaye” ve “İlm-i Servet ve yahut İlm-i İktisat” adlı kitaplarında bulmak
mümkündü. Bu kitaplarda “usul-ü himaye” savunulmuş, O’nun “Azadeği Ticaret “
dediği “Serbest-i ticaret” politikası ile kıyaslanmıştır. Bu politikaların Osmanlı
devleti için sakıncaları dile getirilmiştir. Atıfta bulunulan kişi Friedrich List’tir. Bu
iki kitap o yıllarda “Mekteb-i Harbiye”de ders kitabı olarak okutulmaktaydı (Mardin
1990: 77).

Akyiğitoğlu Musa Bey, dünyanın sanki devletler, milletler, dinler, örf ve
âdetler yokmuşçasına tek bir pazar olarak değerlendirilmesine karşıdır. “Uluslar
arası serbest ticaret“ politikasının güçsüzler aleyhine işlediğini söyleyen
Akyiğitoğlu, zayıfın güçlü ile rekabetinin, zayıfm mahvolması anlamına geleceğini
söylüyordu.

Akyiğitoğlu Musa Bey, “Himayecilik” politikasını savunmakla beraber bunu
sakıncalarının da farkındadır ve bu politikanın mutlak olmayacağını ifade
etmektedir. Himaye politikasının amacı, “milli sanayii” oluşturmak ve mevcut
sanayii dışarıdan gelen gelişmiş ülke mallarına karşı korumaktır. Gayesi yerli
sanayicinin kendi başına ayakta kalabilmesinin sağlanmasıdır. Aksi takdirde, O,
yabancı mallarla rekabetten gümrük duvarlarıyla kurtarılmış olan sanayicilerin,
gayreti elden bırakarak, himayenin yarattığı kârlardan geçinerek rehâvete
düşebileceklerini ve “himaye politikasınm amacına ulaşamayacağını ifade
etmekteydi (Sağlam 1994: 56- 57).

Mehmet Şerif Efendi ve Osmanlı Devletin’in Sanayileşebileceği

Düşüncesi

Mehmet Şerif Efendi Osmanlı Devletinin sanayileşebileceği düşüncesine ilk
defa yazılarında yer vermiş ve bunun mümkün olacağına dair bir kıvılcım yakmıştır.
Mehmet Şerif Efendi, Ohannes Paşa ile aynı dönemde tercüme odasmda görev
yapmıştır. İktisatla kurduğu bağ da buradaki memuriyetten ileri gelmekteydi (Sayar
1986: 325). “Mekteb-i Mülkiye”de “Ekonomi Politik” dersini veren, Mehmet Şerif
Efendi, “İlm-î Emval-i Milliye” adlı iktisatla ilgili kitap yazmıştı. O, “Tercüman-ı
Ahval” de “Sanayii ve Ziraat’ten Hangisinin Hakkımızda hayırlı Olduğuna Dairdir”
adlı yazısında, “sanayii ve ticaret-i milliyemiz Avrupalılarınkine nispette pek geri
kalmış olmasından dolayı, bazı zevatın Avrupa sanayimi hiçbir zaman taklit
edemeyeceğimizi ve sanayii ve maarife yönelmek yerine ziraatı teşvik ederek,
pamuk, ipek gibi birtakım ürünleri Avrupa’ya satıp, yerine mamul mal almanın daha
hayırlı olacağını iddiasında bulunduklarından söz etmektedir (Sayar 1986: 329¬
332). Söz konusu grup, “ziraatçı” olarak isimlendirmektedir. “Sınaatçi” olarak
adlandırılan ve Mehmet Şerif başı çektiği grup ta ülkemizin sanayileşmesinin
gerektiğini savunmaktadır (Fındıkoğlu 1946: 42).

Namık Kemal: “Ticaret Serbestisi” ve Müslüman Türk Müteşebbis

Tabakanın Oluşturulması

Namık Kemal Osmanlı toplumunun iktisadi ve toplumsal yapısı ve gelişimi
konusunda özgün fikirler üreten önemli bir isimdir. Fikirleri kendi dönemini olduğu
kadar, sonraki yıllarda da etkisini sürdürmüştür. Köklü bir bürokrat aileden gelen
Namık Kemal, Şinasi’nin nezaretinde gazeteciliğe başlamış ve O’nun teşvikiyle Bab
- ı Âli Tercüme Odasına girmişti (Bolayır 1930: 46). Tasvir-î Efkâr gazetesinde
yazarlık ve yöneticilik yapan Namık Kemal, 1867 yılında Ziya Paşa ile Avrupa’ya
kaçtı (Uraz 1938: 5). Yurda döndükten sonra meşrutiyet fikrinin yayılmasında etkili
olan İbret gazetesini çıkardı.

Namık Kemal Avrupa’ya gitmeden önce de iktisatla ilgili bilgi sahibi
olmakla birlikte, Londra’da (Mardin 1974: 22) ve Paris’te hukuk ve iktisat dersleri
almıştı (Cerrahoğlu 1975: 22).

Namık Kemal’in iktisatla ilgili makalelerinde Avrupa sanayii karşısında hızla
çözülen iktisadi ve toplumsal sistemimiz ve kurtuluş çareleri tartışılmaktadır. O,
yazılarında ticaret antlaşmalarının ekonomimizde yarattığı tahribat, dış ve iç borçlar,
tüccar ve sanayicilerin gayri müslimlerden oluşması, Türkler arasında
müteşebbislerin azınlıkta olması ve yerli burjuva sınıfının bulunmaması gibi
konuları ele almıştır.

Namık Kemal, Osmanlı el sanatlarının çökmesine sebep olarak AvrupalIlara
verilen ticari imtiyaz ve ticari hürriyeti görmektedir (Namık Kemal 1285: 47- 51). O
hürriyet yanlısıdır. Bu düşüncelerine “iktisadi hürriyet” de dahildir. O “Ticaret
serbestisinin” Osmanlı devleti tarafından Türk vatandaşlarına tanınmadığı
kanaatindedir. Ülkede teknik bilgi ve sermaye birikimi bulunmamaktadır. Okullar
açılarak mühendis ve teknisyenler yetiştirilirse, sanayii kurulabilirse ve
AvrupalIlara
sağlanan “ticari kolaylıklar” bize de sağlanabilirse, Türk tüccar ve sanayicileri
pekâla onlarla rekabet edebilecektir (Sağlam 1994: 69). Namık Kemal Osmanlı
devletinin sanayileşebileceği ve mutlaka sanayileşmesi gerektiği kanaatindedir.
Bunu sağlayacak olan da “Türk ve Müslüman müteşebbis tabaka”dır. Onlar “maarif’
sayesinde bilgilerini artıracaklar, şirketleşerek sermaye birikimini sağlayacaklar ve
fabrikalar kuracaklardır. Devlet te yabancılara sağladığı ticari imtiyazı kendi
vatandaşlarına tanıyacaktır. Her türlü devlet müdahalesine karşı olduğunu
yazılarında sık sık vurgulayan ve kalkınma ve sanayileşmeyi devletten beklemeyen
Namık Kemal, devlet imkânları ile müteşebbis yaratmayı hedefleyen “İttihat ve
Terakki” ve “Cumhuriyet” iktidarlarının fikri öncüsü gibidir (Sağlam 1994: 74 - 75).

Ahmet Midhat Efendi ve “Himayecilik” Düşüncesi;

Ahmet Midhat Efendi, “himayecilik” anlayışının ilk temsilcilerindendir.
O’nun ekonomi ile ilgili üç yayınlanmış üç kitabı vardır. Bunlardan, “Ekonomi
Politik” ciddi anlamda ilk telif iktisat kitabı sayılabilir. Ekonomi Politik’in temel tezi
himayeciliktir. Himayecilik O’nun ifadesine göre; “sanayii dâhiliyeyi muhafaza
yoludur” ki, bu O’nun sistemleştirmeye çalıştığı iktisat politikasının ana şiarıdır.

Ahmet Midhat Efendi, ilgili kitabında kapitülasyonlarla yabancılara verilen
imtiyazların yerli sanayinin çökmesinin temel sebebi olduğunu ifade ediyor ve
“hürriyet- î mübadele” veya “serbest rekabet”in ancak denk güçler arasında söz
konusu olabileceğini söylüyordu. Bizim gibi ülkeler için uluslar arası serbest rekabet
yerli sanayii tamamen öldürebilirdi (Ahmet Midhat 1296: 106- 128). Zira, o güne
kadar yalnızca halk tarafından değil, devlet tarafından yapılan fabrikalar bile
yaşayamamıştı. Feshane- î Âmire gibi fabrikaların mamulleri bile yarı fiyatına
satılan Avrupa malı fesler yüzünden satılamamıştı. Bunun için yerli sanayii himaye
etmek bakımından ithal malların üzerine rüsum (gümrük vergisi) ilâve edilmeliydi.

Dışarıdan ithal edilen makineler gerekirse bu vergiden muaf tutulabilirdi. İthal
mallar üzerinden alman gümrük vergileri devlete kazanç sağlarken, yerli sanayii
teşvik edecekti (Ahmet Midhat 1296: 132 - 134).

Yusuf Akçura: Türk Burjuvazisinin Oluşturulması Düşüncesi;

Gökalp”in dahil olduğu “milli iktisat” akımını temsilcilerinden olarak kabul
edebileceğimiz ve aynı tarz düşüncelere sahip olan bir diğer isim de Yusuf
Akçura’dır. Rusya’dan Türkiye’ye göç etmiş zengin bir ailenin çocuğu olan Akçura
uzun yıllar “Türk Yurdu” dergisini yönetmiştir. Türk Yurdu Cemiyetinin yaym
organı olan dergi, tüzükte yer alan “Türklerin zekâ ve kültürel düzeylerinin
yükselmesine, gelir ve girişimcilik yeteneğine sahip olmalarma hizmet etmek üzere
(Akçuraoğlu 1990: 174) çıkarılmıştı.

Yusuf Akçura başta olmak üzere Rusya’dan Türkiye”ye göç etmiş olan
aydınlar Türkiye’ye farklı yaklaşım tarzları getirmişlerdi. Yusuf Akçura da
Rusya’da hızla gelişen burjuvaziden ve “milletleşme” sürecinden etkilenmişti.
Yusuf Akçura “sınıf’ kavramını ilk defa kullanan ve sınıfsal analizler yapan Türk
aydmlarmdandı. O, Osmanlı devletinin ayakta kalabilmesi için, kendi içerisinden
çıkardığı bir orta sınıf veya burjuva sınıfına ihtiyaç olduğunu düşünüyordu.
Akçura’nın görüşlerini aşağıdaki cümleler tümüyle özetler gibidir; -‘Tanzimat’tan
sonra, Türk esnaf ve tüccarları Avrupa kapitalizminin istilasına uğradığından,
Osmanlı Türk İçtimaî heyeti Lehistan’ın son zamanlarında olduğu gibi, yalnız esnaf,
memurin ve köylüden mürekkep (oluşmuş) kusurlu ve sakat bir uzviyet haline
gelmişti. Devlet-i Osmaniyye’nin 19. Asır burjuvazisi garb kapitalizminin
komisyoncu ve acenteliğini eden Yahudi, Ermeni ve Rum gibi yerli gayr-i Türklerle
menşe-i milliyelerinin ve tâbiyyet-i harikalarının tefrik (ayırma) ve temeyyüzü
(kendini gösterme, sivrilme) gayr-ı kabil Levantenlerden terekküp ediyordu
(oluşuyordu). Eğer, Türkler kendi içlerinde, Avrupa sermayesinden de istifade
ederek bir sermayedar burjuva sınıfı çıkaramayacak olursa, yalnız memur ve
köylüden ibaret Osmanlı heyet-i içtima’iyyesi’nin muasır bir devlet halinde
yaşayabilmesi zorlaşacaktı (Akçuraoğlu 1333: 179).

Yusuf Akçura, “Vaziyetimiz ve Vazifelerimizden Birisi” adlı makalesinde
Manchester ekolünü eleştiriyordu. Bu ekole göre, bütün memleketler arasında her
türlü gümrük duvarı kalkmalıydı ve hiçbir devlet kendi sanayii ve ticaretini himaye
altına almamalıydı. Akçura, bu ekolün İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin sınaî ve
İktisadî durumlarına uygun bir yol olduğunu düşünüyordu. Fakat, henüz sanayisi ve
İktisadî kuruİuşları güçlü olmayan
OsmanlIların iktisatçılarının da İngiliz ve Fransız
iktisatçıları gibi düşünmelerinin haklı olmadığını ifade ediyordu. Bu ekolün
savunucuları olan Ohannes ve Portakal Paşaların bu mezhebi savunmalarının esas
sebebinin Avrupa sermayesi ile ilişkilerinden kaynaklandığını ifade ediyordu
(Akçuraoğlu 1340 : 57- 58).

Akçura, “1329 Senesinde Türk Dünyası” adlı İttihat ve Terakki Fırkasının
uygulamalarını ele aldığı makalesinde şu görüşlere yer veriyordu; İhtibah-ı
İktisadiyenin asıl mühim ciheti, sanat ve ticareti hor gören ve bir Osmanlı Türküne
layık meşgale ancak askerlikle memurluktur diyen hatalı ve zararlı zihniyetin
değişmesidir. Osmanlı saltanatmda Türk burjuvazisi hemen hemen yok gibiydi.

Osmanlı yalnız sipahi ve memurdu. Halbuki zamanımız devletlerinin temeli
burjuvazidir. Muasır büyük devletler, sanatkârlar, tüccar ve bankacı burjuvaziye
dayanarak teessüs etmiştir” (Akçuraoğlu 1330:2098).

Tekin Alp: “Tesanütçülük” (Dayanışmacılık) ve “Millî İktisat”

Selanik’te doğmuş ve hukuk eğitimi görmüş olan Tekin Alp, yine bu
vilayette “Tamim-î Lisani Osmanî Cemiyeti”, “Hars Birliği” ve “Türk Birliği “ adlı
cemiyetleri kurmuştu. “Tamim-i Lisani Osmani Cemiyeti” Yahudiler arasında
Türkçe’yi yaygınlaştırmak için oluşturulmuştu (Landau 1984: 243- 244).

1912 yılında Selanik’in Yunanlıların eline geçmesinden sonra İstanbul’a göç
eden Tekin Alp, yayın faaliyetlerini burada sürdürdü. 1916’da “İktisat Demeği”ni
kurdu. “İktisadiyyat Mecmuası” adlı haftalık bir dergiyi çıkardı. (Landau 1984: 243¬
244). Yine o devirde yayınlanmakta olan bilgi, Yeni Mecmua ve İslâm
mecmualarında makaleleri çıktı (Galanti 1947: 26).

Tekin Alp 1916’da yayın hayatına atılan “iktisadiyat mecmuası”nda
Türkçülüğün İktisadî cephesi üzerinde durdu. “Yeni Mecmua”da “Tesanütçülük”
başlığı altında on sayı süren bir makaleler silsilesi yayınladı. Bu makalelerde
“solidarizm” akımı ve “Millî iktisat” prensipleri günün İktisadî, sosyal ve kültürel
şartları içerisinde tartışılır (Sağlam 1994: 162).

Tekin Alp’in yazı hayatına başladığı yıllarda Osmanlı devleti savaş içerisinde
idi ve kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmıştı. “Millî sanayii” kurmak ve
“millî iktisat” kavramları gündeme gelmişti.

Tekin Alp, her milletin kendisine mahsus bir iktisat sisteminin bulunduğunu
ve Türklerin de iktisaden yükselebilmeleri için bir iktisat “ilmi” meydana getirmeleri
gerektiğini söylüyordu . O’na göre, “Siyasette Türklerin kahramanları eksik değildir.
Fakat, millî iktisatçıları “Friedrich Lisf’leri hiç yoktur. Türklerin en büyük gayesi
millî bir iktisat vücuda getirmekten, millî iktisatçılar yetiştirmekten ibaret olmalıdır
(Tekin Alp 1330: 560- 562).

Tekin Alp gümrük ve iktisat siyasetlerinin birbirlerine paralel olduğunu ve
İttihat ve Terakki iktidarının bu bakımdan “millî iktisat” siyasetini sürdürmesinin
mümkün olduğunu düşünüyordu (Tekin Alp 1332: 1- 4).

Tekin Alp, “Kapitalizm Devresi Başlıyor” adlı makalesinde dünya
savaşından önce dünyada emek ve sermaye arasında mücadeleler yaşandığını, her
memlekette sanayii geliştikçe sermayelerin belirli ellerde toplandığından
bahsediyordu. Smıf mücadelesinin yaşanmadığı ülkelerden biri olan Osmanlı
devletinde İttihat ve Terakki Fırkası’nın sanayileşme faaliyetleri bizde de
kapitalizm devresinin başladığını gösteriyordu (Tekin Alp 1333: 1- 2).

İttihat ve Terakki Fırkası’nı savaş müddetince uyguladığı iktisat politikası,
peş peşe kurulan şirketler, esnaf cemiyetlerinin çalışmalarından ve millî
burjuvazinin doğmakta olmasından Tekin Alp çok ümitli ve memnun, aynı zamanda
da emek ve sermaye arasında ileride yaşanabilecek çatışmalardan da kaygılıydı.
Avrupa’nın yaşadığı acıların bizde de yaşanmaması için çok önceden tedbir
alınmalıydı.

Tekin Alp’in vurguladığı husus, kapitalizmin yerleşmesinden sonra ortaya
çıkması muhtemel sınıf çatışmalarının toplumda dengesizlik yaratması ihtimaliydi.

“Milletleşme” döneminde kargaşa ortamının birliği zedelemesiydi (Sağlam 1994:
171- 172). O, solidarizm yahut tesanütçülüğün sosyalizm ve kapitalizmin
aşırılıklarından sıyrılmış bir “kalkınma ideolojisi” olduğu için “sınıf çatışmalarına”
karşı bir tedbir olacağını düşünüyordu (Tekin Alp 1918: 335- 337).

Ziya Gökalp’in İktisatla İlgili İlk Yazıları

Ziya Gökalp ekonomi ile ilgili ilk makalelerini Diyarbakır’da yayınlanan
“Diyarbekir” gazetesinde yayınladı. Bu gazete vilayet resmî gazetesi olarak haftada
bir defa yayınlanmaktaydı. Gökalp 1904- 1908 yılları arasında bu gazetede çeşitli
makale ve şiirler neşretti (Ziya Gökalp 1976: 116- 117). Bu makalelerden bazılarının
konuları doğrudan doğruya iktisat veya iktisadi zihniyet ile ilgiliydi.

Gökalp, Diyarbekir gazetesinde yayınlanmış olan “Muhasebi-i İktisadiyye-
İşten Artmaz Dişten Artar” başlıklı yazısında halk arasında çok yaygın olan bir
atasözünden yola çıkarak, zenginliği sadece tasarrufun sağlamadığını, gerçek
zenginliğin üretimden geçtiğini vurguluyordu. Bu makaleye göre, iktisat sadece
tasarruftan ibaret değildi. Mamullerimiz Avrupa mamulleriyle rekabet edemiyordu.
Üretim maliyetleri çok pahalı idi ve ürünlerimiz Avrupa piyasalarına ulaştırmamadan
tarlada çürüyordu. Nakliye masrafları çok pahalı idi ve elde edilen kâr tatminkâr
olmaktan uzaktı. Bütün bunların temel sebebi de bizde makineler ve şirketlerin
bulunmamasıydı. Tarımda makineleşme, küçük esnafın makine ve cihaz
kullanmasının veya üretmesinin yaygınlaşması yegâne çözüm yoluydu. O’nun
ifadesiyle makineler, az emekle çok iş gören cansız amelelerdir. Şirketler, az
sermaye ile büyük teşebbüslere girişen manevî şahıslardı (Ziya Gökalp 1976: 22¬
23).

O’na göre, “Büyük makinelerin iştirasına bir adamın sermayesi kifayet
etmez. Fakat, birçok kimselerin birleştirilen sermayeleri bu müşkülü kolaylaştırır.
Bundan başka, bir sanatkâr istediği kadar müşteri bulamaz . Bir şirket ise, her yerde
şubeler açarak emtiasını sürdürebilir. Fakat, Ziya Gökalp’e göre, buna şahısların
gücü yetmeyebilir. Hükümetin de bu konuda teşebbüsünün olması gerekir. O da
Ziraat Bankası tarafından vilayet merkezinde ziraat ve sanayi makineleri için bir
deponun bulunması ve daimi surette bir makinist görevlendirilmiş olmalıdır. Bu
mağazada herkes taksit suretiyle istediği makineyi alabilmelidir (Ziya Gökalp 1976:
22- 23).

Yine Ziya Gökalp, Diyarbekir gazetesinde “Ticaret, El- Kâsib” başlıklı bir
makale yayınlar. “El- kâsib-i habib - ullah” bir hadis olup, “Kazanan insan, Tanrını
dostudur anlamındadır. Bu makalede şu görüşlere yer verilir; Sermaye, yeniden
servet husule getiren bir kısm-ı servettir. Meselâ, tohumluk için ayrılan buğday,
sermayedir. Daha sonra mübadele gelir ki, bunu ithalat ve ihracat olarak adlandırırız.
Mübadelede de iki suret caridir (yürürlüktedir) : Himaye ve serbesti usulleri. Bir
zamanlar umumiyetle himaye usulü kabul olunmuştu. Himaye usulü dışarıdan
gelecek olan her türlü mal ve ürünü yasaklamak anlamına geliyordu. Fakat, hakim
iktisadi düşünce ve âlim “serbesti-î mübadele” usulünü kabul ve tasdik ettirmişti.
Bunu savunurken de temel delil olarak arazinin yapısı ve iklim şartlarıydı. Arazisi
kayalık ve madenlik olan bir memleketten hububat ihracatı beklenemezdi. O’nun
kendi ¡ladesiyle; - “Şimdi sair yerlerden bu memlekete ithal olunacak hububatı usul-
i himayeye tâbi tutmak ne kadar muzırdır (zararlı). Ağır resm-i gümrük vaz’eylemek
suretiyle men’-i ithalata çalışılsa, çünkü ihtiyaç mevcut ve daimidir. Bu resmin
ahaliye tediye ettirilmiş (ödettirilmiş) olacağı der- kârdır (malûmdur). İşte bu adam
her yerde ithalat ü ihracatın muvazene- î hakikiyi bulacağına kail olduğundan
(inandığından) , serbest- i mübadeleye vaz’-ı esas etmiştir (Ziya Gökalp 1976: 33¬
36).

Makaleden anlaşılacağı üzere, Gökalp “serbest mübadele” usulüne karşı
değildir. Himayeciliğin dışarıdan gelecek her türlü ürüne kapıları kapatma şeklinde
yorumlanmasına taraftar değildir. Arazinin ve iklimin uygun olmadığı alanlarda bazı
tarım ürünlerini dışarı ile rekabete zorlamak uygun bir tavır olmayacaktır. Gökalp’in
bu düşünceleri, O’nun Diyarbakır’da bulunduğu dönemde de iktisadi ve toplumsal
konular üzerinde aynı yoğunlukta durduğunu göstermektedir. Aynı zamanda,
ekonomi ile ilgili olan bu ilk makalelerinde bile ileride fikirlerinden çok etkileneceği
Friedrich List’in görüşlerine çok yakın bir çizgide durduğu görmekteyiz.

Ziya Gökalp’in İktisadî Yaklaşımlarının İki Kaynağı:

“Fransız Solidarizmi” ve “Friedrich List”

Ziya Gökalp’in iktisat ve İktisadî politika ile ilgili düşünceleri ki kaynaktan
beslenmekteydi; Fransız solidarizmi ve Friedrich List’in “Milliyetçi iktisat sistemi”.
Bunlara ilaveten, Durkheim sosyolojisinin etkilerini de görmemiz mümkündür.

Friedrich List ve Milliyetçi İktisat Sistemi

Friedrich List, Almanya’nın tarihî, İktisadî ve siyasi şartlarından kaynaklanan
“Alman Millî İktisat Sistemi”nin en önemli temsilcilerinden biridir. Friedrich List
(1798- 1846)’in yaşadığı yıllarda Alman Prenslikleri sadece gevşek bir federasyon
halinde birleşmişler, her biri kendi gümrük duvarları ardına çekilmişti. List, bu
küçük devletlerin teker teker kendilerine yeterli bir ekonomi halene
gelemeyeceklerini gördü. Bütün Almanya’yı çevreleyen mutedil (ılımlı) bir gümrük
duvarının gerisinde, bu prenslikler dahilinde ithalat vergilerinin kaldırılmasını ve
Almanya içinde Gümrük birliğinin gerçekleştirilmesini savundu. 1841’de “Milli
Sistem ve Siyasi Ekonomi “ adlı eserini yayınladı (Soule 1978: 111- 113). Bu eser
sanayileşmemiş, gelişmiş bir burjuva sınıfı olmayan ve emperyalist olamayan
ülkelerin aydınlarının baş ucu kitabı gibi benimsenmişti.

List, dış rekabeti bertaraf edebilmek için iki tedbir düşünüyordu. 1- Ülkenin
içinde serbest ticaret 2- Dış ülkelere karşı himaye (Özgüven 2001: 128). List, iç
ekonomi bakımından liberalizmi, dış ekonomi bakımından ise, himayeciliği (geçici
olarak) benimser (Özgüven 2001: 129).

Friedrich List, bu kitabında klasik iktisat doktrinine karşı çıkıyor ve Adam
Smith’i eleştiriyordu. Smith’in “Serbest Ticaret Doktrini” pek çok noktada
yanlışlıklarla doluydu ve her ülkeye uygulanması mümkün değildi. Gerçek dünyada
fert ve evrensel sistem arasında “millet” bir ara sistem olarak bulunmaktaydı. Smith,
birbirlerinden çok farklı gelişme seviyelerinde bulunan bir çok millet ve devleti aynı
sepetin içinde toplamıştı (Yalçın 1991: 392).

List’e göre, ulusların güçleri, gelişmeleri ve davranışları başka başkadır. Bir
ülkenin sanayisini, ticaretini ve tarımını âhenkli bir şekilde geliştirmesi idealdir.
Ülkelerin iklim şartları, coğrafi durumları, tarihsel gelişimleri de farklı olduğu için,
her ülke aynı ölçüde kalkınamaz. Yeni doğan Alman sanayii, İngiliz sanayisine karşı
rekabet edemeyecektir. İngiltere ile rekabet edebilmek amacıyla belli bir süre için,
gümrük duvarlarını yükseltmek ve duvarların gölgesinde sanayii geliştirmek,
olgunluk devresine varılınca da, serbest ticarete tekrar dönmek gereklidir (Özgüven
2001: 129).

Yine O’na göre, milli üretim güçleri” bakımından, bir ülkenin sermayesi,
sadece maddi sermayeyi (üretim araçları) değil, aynı zamanda kültür, üretimde
yenilik yaratma ve üretimi organize etme, kanunlar, siyasi iktidarlar, sosyal güven,
kamu düzeni, ahlakî ve dinî inançlar, eğitim seviyesi gibi faktörleri de kapsar. Bütün
bu faktörler, tarım, sanayi ve ticaretin âhenkli bir biçimde işbirliği yapmasında etkili
olabilir. List, daha çok sanayi kesimi üzerinde durmuştur. Çünkü, diğer kesimlerin
yaşaması ve devamı, ancak aktif, dinamik ve gelişen sanayilere bağlıdır. List’in
himayeciliği “geliştirici ve eğitimci yöndedir ve sadece sanayie uygulanacaktır
(Özgüven 2001: 130).

Birleşik Amerika ve Almanya List’in tavsiye ettiği politikayı uyguladı. List,
bu tezini, bu milletlerin çalışma hayatı ve tecrübelerinden çıkarmıştı (Soule 1978:
113 - 115). Almanya’nın bu ekonomi politikası sayesinde gerçekleştirdiği
olağanüstü kalkınma ve sanayileşme hareketi Osmanlı aydınlarının da dikkatlerinin
List’in “Millî İktisat Sistemine” yönelmesini sağladı. Bu aydınlardan ilk sırada
gelenleri ise, Ziya Gökalp ve Tekin Alp’ti.

Ziya Gökalp’te Fransız Solidarist Düşüncesinin Etkisi, Tesanüt
(Dayanışmacılık) ve Meslek Ahlakı

Ziya Gökalp’in solidarizmi benimsemesinde Durkheim sosyolojisinin etkisi
büyüktü. Durkheim’in sosyolojik yaklaşımı ile solidarizm bir noktada kesişiyordu.
Solidaristler toplumu fonksiyonel açıdan birbirine bağımlı parçalardan oluşan bir
bütün olarak görüyorlardı. Parçalar birbirleriyle uyumlu ve o günkü tabirle “tesanüt”
(dayanışma) içerisindeydiler. Temel birimleri ise, korporasyonlar ve meslek grupları
idi. Durkheim sosyolojisinde de dayanışma (mekanik ve organik dayanışma) başat
kavramlardandı.

Avrupa’da sosyal sınıflar arasındaki mücadele ve çatışmalar, Fransa ve
Almanya’da solidarizmin sosyalizm ve kapitalizmin dışında ve her iki akımın
aşırılıklarını törpüleme çabasındaki pragmatik bir dünya görüşü olarak gelişmesini
sağlıyordu. Ancak, Birinci Dünya Savaşında Rusya’da komünistlerin iş başına
gelmesi de Avrupa ve Türkiye’de solidarizmin güç kazanmasında etkili oldu
(Sağlam 1996: 87).

Tesanütçülüğün amacı, sınıf kavgasına son vermek, herkese eşit terbiye ve iş
imkânları sağlamaktır. Bu hedefe varmak için Ziya Gökalp’a göre, çağdaş
milletlerin bölündüğü sınıfları ortadan kaldırmalı, onun yerine onların yerine
mesleki teşekkülleri ikame etmelidir. Bu teşekküller halk arasında tesanütü
sağlayacaktır. Sınıflar üretim zümreleridir. Çeşitli sınıfların üretim seviyeleri
arasındaki büyük farklar sosyal adalet aykırıdır. Mesleki teşekküller aynı işi gören
insanları bir araya getirir. Bunlar işbölümü ve ihtisaslaşmanın eseri (Heyd 1980:
106).

Her millet İçtimaî taksim-i âmâl (iş bölümü) neticesi olarak bir takım meslek
ve ihtisas zümrelerine ayrılır. Mühendisler, tabipler, musikişinaslar, ressamlar,
muallimler, muharrirler, askerler, avukatlar, tüccarlar, çiftçiler, fabrikatörler,
demirciler, marangozlar, çulhalar, terziler, değirmenciler, fırıncılar, kasaplar,
bakkallar ilâh. Bu zümreler birbirlerinin lâzım ve mülâzimidirler. Yekdiğerinin
yaptıkları hizmetler, bu mukabil muhtaçlıklar da bir nevi tesanüt değil midir (Ziya
Gökalp 1977b: 64- 65)?

Ziya Gökalp, milli tesanüdü (dayanışmayı) güçlendirmek için “meslek”leri
öne sürer. Meslek ahlakı ve iş bölümü kavramlarını kullanır. İş bölümü kavramı
Durkheim sosyolojisinde ve aynı zamanda sanayileşmiş ülkeler bağlamında
üretilmiş bir kavramdır.

Ziya Gökalp meslek ahlâkına ilişkin değerleri Türk tarihi içinde arar.
Türklerde “esnaf’ teşkilatlarında ve loncalardaki meslek ahlâkı anlayışlarını hareket
noktalarından biri olarak kabul eder ve bunu Anadolu Selçuklu devleti ile başlatır.
O, “Türk kültürü ve İslam tasavvufunun belli bir yanı komünalizmi ile Avrupa’nın
solidarist korporatizminin bunlara karşılık düşen öğeleri arasında olası bir
uyumluluk bulmaya çalışmıştır “(Parla 1989: 53).

Ziya Gökalp’e göre, vatanî ahlâktan sonra, meslekî ahlâk gelir. Anadolu
Selçukilerin son zamanlarında (Âhiler) tarikatı, mesleki teşkilatlan zaviyeler halinde
kurmuştu. Osmanlı devrindeki “esnaf loncaları ve kethüdalıkları” bu eski Ahiler
teşkilatının devamından ibaretti.

O’na göre, Türkler Osmanlı İmparatorluğunun müessisi iken ( kurucusu ) bu
câmianın vücuda getirdiği feodalizm içinde (reaya) halini aldılar. Aynı zamanda
hayatlarını câmiaya asker ve jandarma vazifelerini ifa etmekle geçirdiklerinden,
irfanca ve iktisatça yükselmeye vakit bulamadılar. Diğer kavimler Osmanlı
câmiasından irfanlı, medeniyetli ve zengin bir halde ayrılırken, zavallı Türkler
elerinde kırık bir kılıçla, eski bir sapandan başka bir mirasa nail olamadılar (Ziya
Gökalp 1976a: 76).

Ziya Gökalp’in ifadelerine göre; Eski devirde bu nevi esnaf teşkilatı nahiyevi
bir mahiyeti haizdi. Yani her şehrin esnaf loncaları kendisine mahsustu. Nahiyevî
iktisat devrinde bu esnaf loncaları faydalı bir role maliktiler. Fakat, nahiye iktisadı
yerine millet iktisadı geçince bu loncalar zararlı hale gelmeye başladılar. Çünkü,
nahiye iktisadı devrinde nahiyevî loncalar normaldi. Millî iktisat devrinde ise ancak
milli loncalar faydalı olabilirdi. İşte bu sebepten dolayı da O’na göre, eski esnaf
loncalarını idameye çalışmak doğru değildir. Onları yıkarak, yerlerine merkezleri
devlet merkezinde bulunan milli loncalar kurulmalıdır (Ziya Gökalp 1976a: 149¬
151).

Ziya Gökalp’in bahsettiği bu kuruluşlar meslek ahlakının da müeyyidelerini
de oluşturacaktır. Çünkü, bizde henüz meslekî zümrelere mahsus bulunan meslek
ahlakının bir müeyyidesi yoktur. En doğru şekilde meslek zümreleri kendi
meslektaşlarını kontrol edebilirler.

Ziya Gökalp’göre, “meslekî teşkilatların bir faydası da aynı hırfete (zanaat,
iş) mensup olan esnaf arasında “teavün sandıkları” (yardımlaşma sandıkları)
meydana getirmek, loncaya mensup ihtiyarlara, sakatlara, hastalara, yetimlere ve
dullara bu sandıklardan yardım sağlamaktır. Ayrıca, eğitim faaliyetlerinin
düzenlenmesi, yurt dışına öğrenci gönderme, sanayi ülkelerinden makine, teçhizat
ve uzman getirtilmesi, müşterek cihazların temin edilmesi, üretim ve tüketim
kooperatifleri kurmak ve her hırfetin iktisaden yükselmesini sağlayacak
teşebbüslerden olacaktır (Ziya Gökalp 1976a: 150- 151).

Gökalp Türkçülüğün Esasları adlı eserinin “İktisadi Türkçülük” başlıklı
kısmında şu görüşleri dile getiriyordu. -“Türkler hürriyet ve istiklali sevdikleri için
iştirakçi (sosyalist veya komünist) olamazlar. Fakat, müsavatperver olduklarından
dolayı , fertçi de kalamazlar. Türk harsına en uygun olan sistem (solidarizm) yani
tesanütçülüktür. Ferdi mülkiyet, içtimai tesanütte hadim bulunmak şartıyla
meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya teşebbüs etmeleri
doğru değildir. Yalnız, içtimai tesanütte hadim (hizmet eden) olmayan ferdi
mülkiyetler varsa, bunlar meşru sayılamaz. Bundan başka, mülkiyet yalnız ferdi
olmak lazım gelmez. Ferdi mülkiyet gibi, içtimai mülkiyet te olmalıdır. Cemiyetin
bir fedakârlığı veya zahmeti neticesinde husule gelen ve fertlerin hiçbir emeğinden
hasıl olmayan fazla temettüler (kazançlar) cemiyete aittir.

Fertlerin bu temettüleri kendilerine hasretmesi meşru değildir. Fazla
temettülerin (kazançların) (plus value) lerin cemiyet namına toplanmasıyla husule
gelecek büyük meblağlar, cemiyet hesabına açılacak fabrikaların, tesis olunacak
büyük çiftliklerin sermayesi olur...Hülasa, her türlü sefalete nihayet vererek
umumun refahını temin için her ne lazımsa yapılır. Hattâ, bu içtimai servet kâfi
miktara baliğ olunca, halktan vergi almaya da ihtiyaç kalmaz. Hiç olmazsa vergilerin
nevi ve miktarı azaltılabilir. Demek ki, Türklerin içtimai mefkuresi, ferdi mülkiyeti
kaldırmaksızın, içtimai servetleri fertlere gasp ettirmemek, umumun menfaatine sarf
etmek üzere muhafaza ve tenmiyesine (artırmaya) çalışmak olmalıdır (Ziya Gökalp
1976: 174- 175).

Ziya Gökalp’in bu tarz düşüncelerinin Türkiye’nin sanayileşme ve kalkınma
sürecinde “karma ekonomi modeli” şeklinde adlandırılan ve Türkiye’nin iktisadi
siyasetinde uygulama alanı bulan bu modelin öncüsü olarak değerlendirmek yanlış
olmaz.

Ziya Gökalp ve”Millî İktisat”

Gökalp’e göre, iktisadi hayatın başlıca üç türü vardır; aile iktisadı, şehir
iktisadı ve milli iktisat. Bu üç tür, farklı tarihi dönem ve toplumsal gelişmenin farklı
safhalarına tekabül ederler (Ziya Gökalp 1981: 79). (İktisadiyat Mecmuası, Sayı. 7,
28 Mart 1332).

Ziya Gökalp’in ifadelerine göre, “Türklerin, bir iktisadi mefkuresi vardır ki,
memleketi büyük sanayie mazhar etmektir. Bazıları “memleketimiz bir ziraat
yurdudur, biz ziraatçı bir millet kalmalıyız. Büyük sanayi ile uğraşmaya
kalkışmamalıyız” diyorlar ki, asla doğru değildir. Filhakika, çiftçiliği hiçbir zaman
elden bırakacak değiliz, fakat, asri bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük
sanayiye malik olmamız lazımdır. Avrupa inkılaplarının en ehemmiyetlisi iktisadi
inkılaptır. İktisadi inkılap ise, nahiye iktisadı yerine millet iktisadının ve küçük
hırfetler yerine büyük sanayiin ikame edilmesinden ibarettir. Millet iktisadı ve
büyük sanayi ise ancak himaye usulünün tatbikiyle husule gelebilir. Bu hususta bize
rehber olacak (milli iktisat) nazariyeleridir. Amerika’da john Ray ve Almanya’da
Friedrich List, İngiltere’de Manchesterienlerin tesis ettikleri iktisadiyat ilminin,
umumi ve beynelmilel bir ilim olmayıp yalnız İngiltere’ye mahsus bir (milli iktisat)
sisteminden ibaret olduğunu meydana koydular. İngiltere büyük bir sanayi
memleketi olduğu için mamülatını harice göndermeye ve hariçten iptidai maddeler
getirmeye muhtaçtır. Bu sebeple İngiltere için fayda olan yegane usul gümrüklerin
serbest olması kaidesi, yani açık kapı siyasetidir. Bu kaidenin İngiltere gibi büyük
sanayie malik olamamış milletler tarafından kabul edilmesi, ilelebet İngiltere gibi
sınai memleketlere iktisaden esir kalmasına intaç edecektir”(Ziya Gökalp 1976: 175¬
176).

Jön Türkler, iktidarlarının ilk yıllarında, serbest ticaret prensiplerine sadık
kalmışlar, sanayiden çok ziraata önem vermişlerdi. Ulum-i İçtimaiye ve İktisadiye
Mecmuası o günlerde liberal iktisatçıların yayın organıydı. Gökalp bu derginin
etkisini azaltmak için İktisat Derneği’nin kuruluşuna ve İktisadiyat Mecmuası’nın
çıkmasına bilfiil katıldı. İktisadiyat Mecmuası devletin iktisadi hayata müdahalesini
telkin ediyordu.

Ziya Gökalp millî iktisat anlayışını sadece sanayileşme ve kalkınma
politikası değil, aynı zamanda “milletleşme”yi sağlayacak bir araç olarak ta görür.
“Millî iktisat”ın bu boyutunu makalelerinde şu şekilde ele alıyordu; O’na göre,
’’Türkleri bir camia haline getirecek ve Türk harsının teşekkülünü temin edecek
âmillerden biri de “milli iktisattır” (Ziya Gökalp 1981: 76) (İktisadiyat Mecmuası
sayı: 1, 8 Şubat 1331).

Ziya Gökalp “Millet nedir, milli iktisat neden ibarettir?” adlı makalesinde
millet ve iktisat kavramları arasında bir ilişki kurar ve “milli iktisat “ kavramını
kurgular. Bu makalesinde Gökalp millet tanımını o’nun çok Jsilinen tanımından daha
farklı yapar. Bu tanım şu şekildedir: -’’Millet; Din, lisan, aile ma’şeri, fertleri din ve
lisana malik olan birbirleri ile kız alıp verebilen mütecanis bir kitledir” (Ziya Gökalp
1981: 76) (İktisadiyat Mecmuası sayı: 1, 8 Şubat 1331).

Ziya Gökalp’in İktisadiyat Meçmuasında yayınlanan “Türklerde Milli İktisat
Devreleri” adlı makalesinde , Millî: iktisadı, bir cemiyette iktisadi kuruluşların
dayanışma sağlayacak tarzda birbirleri ile merbut (ilişkili) ve uyumlu olmaları
şeklinde tanımlamaktadır (Ziya Gökalp 1981: 94). (İktisadiyat Mecmuası, Sayı. 44¬
48, 8 Mart 1333).

Ziya Gökalp yine aynı makalede Almanya’daki hızlı gelişme ve
sanayileşmeye atıfta bulunur; “Almanya’da milletin mizacına muvafık (uygun) bir
millî iktisat teşkilatı olduğu içindir ki, orada harp zamanında bir çok iktisadi
güçlüklere dahiyane çareler bulunabildi. Türkiye’nin istikbali milli iktisattaki
derece-i muvaffakiyetine tabidir (Ziya Gökalp 1981: 96). (İktisadiyat Mecmuası,
Sayı. 44-48, 8 Mart 1333).

Ziya Gökalp, “millî iktisat”ı kurmak için “Millî İktisat Nezareti”nin
(bakanlığının) kurulması gerektiğinden söz eder. Bu düşünce o gün için çok yeni ve
olağanüstü bir düşüncedir. Osmanlı devletinde aydınlar, devletin sanayileşip,
sanayileşemeyeceğini veya sadece ziraatçı kalarak sanayileşmeye hiç teşebbüs
etmemesinin daha uygun olacağım tartıştıkları zamanların çok uzak olmadığı
düşünülürse bu teklifin çarpıcılığı anlaşılabilir.

“Millî İktisat Nezareti” de kavram olarak “Millî iktisat” kavramı ile ilgilidir.
Bu bakanlık, O’a göre şu konularla uğraşmalıdır; “Milli İktisat Nezareti mevcut
olunca gümrük tarifeleri ile demir yollar tarifelerinin tanzimini ve liman umurunun
idaresini de bu bakanlığa bağlamak gerekir. Ayrıca, devlet bu bakanlık sayesinde
İktisadî faaliyetleri tek elden yürütebilmelidir.

Milli İktisat Nezareti, aynı zamanda milli bankanın da murakıbı (denetçisi)
olmalı ve esnaf korporasyonlarını şehir esasından çıkararak millet esasına göre
teşkile çalışmalıdır. Ayrıca, O’na göre bakanlık bunların haricinde, amelenin
(işçinin) ve bilhassa kadın ve çocuk işçilerin sıhhat, haysiyet ve istikballerini temin
etmelidir (Ziya Gökalp 1981: 96). (İktisadiyat Mecmuası, Sayı. 44- 48, 8 Mart
1333).

Fırkaların İçtimaiyatı: Fırkaların İçtimaî Tasnifi

Ziya Gökalp’e göre, Türkiye’de toplumsal sınıflar dörde ayrılır. Bunlar, 1-
Feodal reisler 2- Küçük burjuvalar 3- Teşkilatsız ameleler 4- Fellahlar (serfler) (Ziya
Gökalp 1977b: 25).

Gökalp’in Diyarbakır’da yaptığı şahsi gözlemleri sonucunda bu bölgede
tespit ettiğini ifade ettiği toplumsal tabaka tiplerini şu şekilde belirtir; 1- Göçebe ve
aşiretler 2- Yarım göçebeler 3- Mukim aşiretler 4- Ağa köyleri 5- Ahali köyleri 6-
Şehirler (Ziya Gökalp 1977b: 26).

Diğer sınıflara gelince, Ziya Gökalp’e göre; Bugün bizde ne şuurlu bir
burjuva sınıfı, ne de şuurlu bir amele (işçi) sınıfı mevcuttur. Binaenaleyh,
Türkiye’de amele sınıfının burjuva sınıfı aleyhine kıyam (ayaklanma) etmesi
zamanı henüz gelmemiştir. Burjuva sınıfının tarihi iki rolü vardır ki, bunlar henüz
memleketimizde icra olunmamıştır. Bunlardan birincisi feodalizme nihayet vermek,
İkincisi de milli bir sanayi yaratmaktır. Burjuva sınıfı muzır bir unsur olmadan evvel
faydalı bir âmil olarak ortaya çıkar. Bunun ilk işi, köylerdeki feodalizmi yıkmaktır.
Binaenaleyh, bizim için burjuvanın zararlarından evvel, feodalizmin daha vahametli
olan zararlarına nihayet vermek lâzımdır. Bütün Avrupa milletlerinde senyörlere
karşı kıyam ederek, feodalizmi kökünden yıkan burjuvalardır. Bizde de taVsif
ettiğim feodalizme nihayet verecek olan sınıf ancak burjuvalar olabilir... mamafih,
teessüfe (üzülme, acınma) şayan olan bir cihet vardır ki, o da memleketimizde bu
sınıfın henüz çok zayıf bulunmasıdır. Bundan dolayı da feodalizme karşı yapmakla
mükellef olduğu inkılabı hâlâ yapamamıştır. Milli bir sanayi ve iktisat teşkilatı
yapmak hususundaki vazifesine gelince, bunu da henüz ifa edememiştir (Ziya
Gökalp 1977b: 27)

Ziya Gökalp’e göre Özel Teşebbüs ve Müteşebbisler

Ziya Gökalp’in “Küçük Mecmua” da yayınlanan “Teşkilatçılar” başlıklı
makalesine “İktisadî başarının sırrı ne olabilir?” şeklindeki soruyla başlar. O’na
göre, -“Klasik iktisat kitapları, istihsal için yalnız üç âmil gösterir: Tabiat, say
(çalışma, emek), sermaye... Fakat , istihsal için bu üç âmil yeterli değildir. Bizde
tabiat çok zengin. Sermayeyi ve mütehassıslarla ameleleri de gerek hariçten ve gerek
dahilden tedarik edebiliriz... Âmillerden en ehemmiyetlisi olan dördüncü unsur
“teşkilatçılardır”. İktisat sahasında bunlara “müteşebbisler” adı verilir.

Bizim memleketimizde tabiat zengin olmakla beraber, sermaye ve sa’y da
yok değildir. Fakat müteşebbislerimiz çok azdır. Ve onlar da küçük çaptadırlar. Biz,
ekseriya, memleketimizde sermaye yok, mütehassıs yok!., diye şikayet ederiz.
Halbuki her şeyden evvel, bizi iktisatta geri bırakan büyük müteşebbislerimizin yok
olmasıdır. Müteşebbisler, alelâde çalışkan bir adam değil, herhangi bir sermaye
sahibi de değil, “yaratıcı bir adam” dır. Bu yaratıcı adamın yalnız bir kuvveti vardır:
O da teşebbüsünde muvaffak olacağına pâyânsız (sonsuz, nihayetsiz) bir iman ve
ümide mâlik olmasıdır. “İman ve ümid”, bu ruhî kuvvetler, yalnız iktisat sahasında
değil, başka sahalarda da büyük teşkilatçılar vücuda getirmiştir (Ziya Gökalp 1980:
111- 112) (Cumhuriyet, 15 Mayıs 1340, Sayı. 9).

O’na göre; “İktisadî teşkilatçılarımız yanî yerli müteşebbis tabaka
yaratılabilirse, bu tabaka; Anonim şirketler, yahut kooperatifler tesis ederler. Madem
ki, bunların iman ve ümitleri istilâi bir feyze mâliktir, bu tesisler üzerinde, umum
halkın - Vaktiyle, millî tehlike zamanında Gazi Paşanın ardından gittikleri gibi,
büyük bir coşkunlukla, bu iktisat gazilerinin de arkalarından koşacaklarına hiç şüphe
yoktur. Ondan sonra teknisyenleri, gerek hariçte, gerekse dahilde kolayca bekle¬
yebilirler” (Ziya Gökalp 1980: 113- 114) (Cumhuriyet, 15 Mayıs 1340, Sayı. 9).

Bu makalede dikkati çeken bir husus, “iktisat gazileri” kavramıdır. Savaştan
yeni çıkmış ve Balkan savaşlarından beri, bu atmosfer içerisinde olan ve büyük
sefalet, acı ve hâyâl kırıklıkları yaşamış olan bir toplumun ve aydının psikolojik
durumu ile ancak yorumlandığında anlaşılabilecek bir hadisedir. Dinî ve diğer bir
boyutu ile de askeri bir terminoloji ekonomik alana aktarılmaktadır. Yine dinî
muhtevalı “iman” kavramı da, “İktisadî iman” şeklinde ele alınmaktadır. Yeni
toplumun iş adamlarının “gaza” ve “iman” şevki ile ticari hayata atılacaklarının
beklenmesi ancak o günün psikolojik atmosferi, Gökalp’in ruh dünyası ve ideolojik
ve kültürel yaklaşımı ile açıklanabilir.

Ziya Gökalp makalesinde şu görüşlere yer vermektedir; “Fakat, neden
memleketimizde bu iktisat gazileri yetişmiyor? “Çünkü, memleketimizde “askerî
iman” ve “siyasi, dini, felsefî intibahlar (uyanma, uyanış) gibi, İktisadî intibah ta,
yeni bir iman henüz yeni başlamaktadır. Bizde, yalnız, ferdî menfaat duygularının
İktisadî intibahı doğurabileceğini zannedenler, hata ediyorlar. Dinî, ahlakî, hukukî,
siyasî, bediî lisanı, felsefî intibahlar gibi, İktisadî intibah da, yeni bir iman
hamlesinin, yeni bir ümit hamlesinin feveranına muhtaçtır”.

...’’Türk milletinin şimdiye kadar iktisadi mefkûreleri yoktu. Bu asırda bir
milletin hürriyet ve istiklalini temin eden, refah ve saadetini hazırlayan, şeref ve
namusunu kurtaran âmilin, başlıca iktisadi muvaffakiyetler olduğunu bilmiyordu.
Bugün Türk milletinin ruhunda iki kuvvetli imanın tenebbüt etmeye başladığını
görmekle müftehiriz (övünen): Bu iki iman, terbiyevî imanla iktisadi imandır”.

“Ben ümit ediyorum ki, yakında bizde de iktisadın gazileri, o büyük yaratıcı
teşkilatçılar, yani İktisadî müteşebbisler yetişecektir... Yalnız Türk gençlerine,
milletimizin hürriyet ve istiklalini tamamlamak için, terbiyevi ve iktisadi mücahitler
namıyla, daha iki büyük mücahit sınıfına muhtaç olduğumuzu ve bunları yetiştirmek
için de kalplerimizi terbiyevi imanla, iktisadi imana mukaddes bir mabet yapma
iktiza ettiğini (gerektiğini) bildirmemiz kâfidir” (Ziya Gökalp 1980: 114- 115)
(Cumhuriyet, 15 Mayıs 1340, Sayı. 9).

Ziya Gökalp’e göre, devlet, ilme, sanata ve üniversiteye burnunu
sokmamalıydı. Bu sahada devletin yegâne vazifesi maddi yardımlarıyla kültürel
faaliyetleri desteklemek olmalıydı. Devlet, basm hürriyetine dokunmamalı, ideal
devletin başta gelen uzuvları olan meslek teşekküllerine müdahale etmemeliydi.
Ziya Gökalp’in temel gayesi halkı terbiye etmek, kendi kendini idareye ve terakkiye
hazırlamak, Türk halkında kökleşen lakaytlık ve kadercilik yerine teşebbüs
zihniyetini ve içtimai şuuru ikame etmekti. Ziya Gökalp’in totaliter devlete karşı
düşmanlığı mazideki acı hatıralardan ve Batının aldığı demokratik ülkülerden ileri
geliyordu (Heyd 1980: 102).

Ziya Gökalp “iktisadi adem-i merkeziyet” adlı makalesinde “taksim-i a’mâl”
(iş bölümü) kavramını ele alır ve bizde iş bölümünün neden olmadığı sorusuna
cevap arar. O’na göre, -“iktisadi tekâmül, mesleki teşkilatla, binaenaleyh, taksim-i
a’mâlin ve ihtisas zümrelerinin teşekkül etmesiyle alakadardır. Memleketimizde
taksim-i a’mâlin derinleşmesi hükümetin elinde değildir. Taksim-i a’mâl, içtimai
kesafetin çoğalması demek, nüfusun artması demektir. Nüfusun artması, doğuş
vasıtasıyla olduğu gibi, muhaceret tarikiyle (yoluyla) de hasıl olur.

Hükümet, muhacir meselesine çok ehemmiyet vermekle iki gaye takip
ediyor. Birincisi milletdaşlarımızı zalimlerin elinden kurtarmak, İkincisi
memleketimizde içtimai kesafeti (yoğunluğu) artırmaktır. Bugün hariçte Balkan
devletlerinin zulmü altında bir milyondan ziyade Türk var. Bunların anavatanda
toplanmaları, milletimizin içtimai hacmini artıracaktır... Taksim-i a’mâlin inkişafı
büyük şehirlerde nüfusun çoğalmasına ve muttasıl (aralıksız, hiç durmadan) hareket
etmesine mütevakkıf. Teessüf olunur ki, taksim-i a’mâl hükümetin elinde değil.
Fakat, muhacir celbiyle, izdivacın teşvikiyle ve doğan çocukların hıfzıssıhhaya
(sağlık bilgisi) istinaden yaşamalarının teminiyle nüfus üzerinde müessir olabilir.
Yollar, şimendiferler, bankalar, borsalar yapmakla da iktisadi hayatın mecralarını
hazırlamış olur... Bu sözlerden, bizde “hükümet İktisadî işlere hiç müdahale etmesin
mânâsını çıkarmamalı... Bir devletin idaresi, iktisatçı memurlar tarafından
yapılabilmiş olsaydı, o devlet de İktisadî işlerinde tamamıyla muvaffak olurdu.
Bütün iktisadi işleri yalnız iktisat mütehassısları tarafından idare olunan bir devlet
vücuda geldiği gün, “devlet iktisat işlerine karışmamalı” kaidesi ortadan kalkar.
Çünkü, devlet, iktisatça salahiyet sahibi olan ellerde bulundukça, İktisadî işlere
karışabilir. Fakat, bugünkü gibi, bütün işler siyasi memurların elinde iken karışamaz
(Ziya Gökalp 1980: 147- 148) (Cumhuriyet, 31 Temmuz 1340, Sayı. 83).

Ziya Gökalp’e Göre Yabancı Sermaye

Osmanlı Devleti döneminde “yabancı sermaye”ye karşı olan Ziya Gökalp
1924 yılında “Cumhuriyet” gazetesinde yayınlanan “Ecnebi Sermayesi” başlıklı
yazısında iki devir arasında değişen siyasî ve hukukî şartlardan dolayı yabancı
sermayenin o an itibarıyla nasıl anlaşılması gerektiğinden söz etmektedir.

Ziya Gökalp’in “Ecnebi Sermayesi” başlıklı yazısında şu görüşler dile
getirilmektedir: -“Sermayenin bir memleketten çıkıp diğer bir memlekete girmesi,
kanın bir uzviyetten alınıp bir başka uzviyete nakledilmesi gibidir. Sermaye bir
ülkenin iktisadi kanı mesabesindedir (değerinde, derecesinde). Sermayesiz bir
memleket kansız bir vücuttan farksızdır. Bir vücuda İktisadî bir nakl-i dem ameliyesi
yapabilmek için, başka memleketlerin iktisadi kanına yani sermayesine müracaat
ihtiyacındayız. Benim itikadımca, Cihan harbinden beri iktisadi za’füddeme
(çöküşe) uğrayan vatanımızın kansız kalan damarlarına ecnebi sermayesi
aşılanmasıyla, bu sevgili vatan, yeni bir hayata nail olacaktır.

Evvelleri, ecnebi sermayesinin bir mahzuru da kapitülasyonlardı. Bugün
kapitülasyonlar yoktur ki, sermayenin muzır bir şekle girmesine bais olabilsin. O
halde ecnebi sermayeden korkmayalım. O, harap memleketimize girerse, feyizli
bulutlar gibi memleketimizi iktisaden İska ve ihya edecektir. Filhakika, ecnebi
sermaye bir tufeyli (asalak) mâhiyetindedir. Uzvi tufeyliler gibi, içtimai ve iktisadi
tufeyliler de vardır. Fakat, onlar karşı biz de tufeyliyiz. Memleketimiz ecnebi
sermayelerle “karşılıklı tufeylilik” rolünü oynamaktadır (Ziya Gökalp 1980: 164¬
165) (Cumhuriyet, 29 Ağustos 1340, Sayı. 83). Vakıa, şirketler bu hizmetleri de sırf
kendi menfaatleri için yapıyorlar. Bize müfit olduktan sonra, varsın kendileri de
müstefit olsunlar (faydalansınlar). Adalet bunu iktiza etmez mi?

Memleketimiz eski zamanlarda da ecnebi sermayeden çok istifade etmiştir.
Memleketimizi şimendiferlerle donatan ecnebi sermayeleri değil midir? Biz bugün
istersek, onları satın bile alabiliriz. Bankalar, borsalar, sigorta müesseseleri, hep
ecnebi sermayesiyle husule gelmiş değil midirler?

Ecnebi sermayeleri, memleketimize hariçten giren bir elektrik cereyanı
gibidir. Bu cereyandan çıkarılacak ziya, hararet ve hareket nasıl memleketi imar
edebilirse, ecnebi sermayeleri de öylece imar edebilir.

“Ecnebi sermayeler geliyor!” derlerse, “hoş geldiler, sefa geldiler” demeliyiz.
Milli sermayelerimiz çoğalıncaya kadar, memleketimize ecnebi sermayeler gelsinler,
milli teknisyenler yetişinceye kadar, ecnebi teknisyenler de gelsinler. Bunlar, ikisi
beraber çalışarak memleketimizi ihya etsinler. Biz şimdilik tek başımıza, ne ferden
ne de hükümetçe bu işi başaramayacağız (Ziya Gökalp 1980: 167) (Cumhuriyet, 29
Ağustos 1340, Sayı. 112) .

Sonuç Olarak

Ziya Gökalp, ülkemizin ilk sosyologu, ve aynı zamanda İttihat ve Terakki
Fırkasının ve Cumhuriyet Türkiye’sinin önemli ideolog ve teorisyenlerindendi.
O’nun iktisat politikası hakkındaki bütün makale ve kitaplarında o günün İktisadî,
toplumsal ve siyasî şartları ile örtüşen bir yaklaşımı vardı. İktisadî fikirleri soyut,
teorik ve ülke gerçeklerinden kopuk değildi.

Osmanlı devleti kapitülasyonlar ve ticarî imtiyazlarından dolayı gümrüklerini
kullanamayan, “müteşebbis bir burjuva tabakası” olmayan, köylü ve kırsal yanı ağır
basan bir ülkeydi. Gökalp, ülkenin bu durumdan kurtulabilmesinin yegâne şartının
gümrüklerini kullanabilmesi ve yerli bir müteşebbis iş adamı tabakasının
oluşturulması gerektiği kanaatindeydi.

Ziya Gökalp’in iktisadi düşünceleri ve çizgisini etkileyen veya aynı hat
üzerinde yer aldığı kendisinden önceki nesle mensup yahut çağdaşı olan düşünürler
arasında Akyiğitoğlu Musa Bey, Mehmet Şerif Efendi, Namık Kemal, Ahmet
Midhat Efendi, Yusuf Akçura ve Tekinalp’i sayabiliriz. Bu isimlerin her biri

Osmanlı devletinin sanayileşebileceği ve mutlaka sanayileşmesi gerektiği tezini
işleyen ve “müteşebbis, yerli iş adamı veya millî burjuvazi “ yaratılması gerektiğini
farklı tonlarda savunan düşünürlerdir.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’na göre; “Avrupai Türk iktisatçılığı tarihinde ilk
defa Ziya Gökalp, “Avrupaî ölçüde bir “İçtimaî siyaset” düşünmüştür. Zaten, bu
tabir de onundur” (Fındıkoğlu 1955: 84).

Ziya Gökalp’in İktisadî politikaya ilişkin sistemli fikirlerinin temelinde
Fransız solidarizmi ve Friedrich List’in “Millî İktisat Sistemi” yer almaktaydı. Bu
iki akım, Ziya Gökalp’te ülkenin gerçekleri ile ilişkilendirilerek yeniden
yorumlanmıştır.

Fransız solidarizmi toplumu fonksiyonel açıdan birbiri ile uyumlu
parçalardan oluşan bir bütün şeklinde algılama eğilimindeki Durkheim sosyolojisi
ile paralellik arz ediyordu. Solidarizm, Avrupa’da yaygınlaşan sınıf mücadelelerine
karşı çıkan bir akım olarak, Osmanlı aydınları arasında “tesanütçülük” kavramıyla
revaç bulmuştu. Bu akımın en önemli temsilcilerinden olan Ziya Gökalp’in
solidarizmden beklediği, işbölümü ve dayanışma ile toplumda muhtemel
parçalanmaların bertaraf edilerek “Milletleşmenin” sağlanabilmesiydi.

Friedrich List’in “Alman Milliyetçi İktisat Sistemi”ni esas alan çalışmaları
gümrüklerin kullanılarak, yerli müteşebbis tabakanın yabancı mallara karşı
korunarak güçlendirilmesini öngörüyordu. Bu iktisat politikası Almanya’nın kısa
zamanda sanayileşmesini sağlamıştı. Ziya Gökalp, Friedrich List’in bu politikasını
“Millî İktisat” şeklinde adlandırmaktaydı. “Millî İktisat” kavramı sadece List’in
politikasının adı değil, O’na göre Osmanlı devletinin tarihî, İktisadî, dinî, kültürel vs.
yapısından doğan bir sistemin adıydı.

Ziya Gökalp, Fransız solidarizminin, Friedrich List’in “Milliyetçi İktisat
Sistemi’ ve Durkheim sosyolojisinin sadece bir telifçisi değil, bu düşünceleri ülke
gerçeklerini dikkate alarak yeniden yoğurduğunu söyleyebiliriz. Bu akımların her
birinin O’nun gözünde bir tek ortak paydası vardı; “Milletleşme”.

Kaynakça

Ahmet Midhat, (1296), Ekonomi Politik, Kırkanbar Matbaası. İstanbul.

Akçuraoğlu, Yusuf, (1990), Türkçülük, Toker Yayınları.

Akçuraoğlu, Yusuf, (1330),”1329 Senesinde Türk Dünyası”, Türk Yurdu, Cilt 6, Sayı. 3.
Akçuraoğlu, Yusuf, (1333), “İktisadî Siyaset Hakkında”,
Türk Yurdu, Cilt 12, Sayı. 12, 2.
179.

Akçuraoğlu, Yusuf, (1340), “Vaziyet ve Vazifelerimizden Birisi”, Siyaset ve İktisad
Hakkında Hatıra ve Mülahazalar,
(16 Eylül 1335- 23 Nisan 1340), İstanbul,
Kütüphane- i Hilmi.

Bilsel, M. Cemil, (1933), Lozan II, İstanbul.

Bolayır, Ali Ekrem, (1930), Namık Kemal, İstanbul.

Cerahhoğlu, A, (1970),Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, May Yayınları.

Develioğlu, Ferit, (1980), Osmanlıca - Türkçe Ansiklopedik Lügat, 4. Basım, Ank
Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri, (1946),
“Türkiye’de İktisat Tarihi Tedrisatı Tarihçesi ve
İktisat Fakültesi Teşkilâtı,
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayını.

Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri, (1955), “Ziya Gökalp ve İktisadî Cephesi”, Ziya Gökalp,
Türkiye Muallimler Birliği Neşriyatı.

Giz, Adnan, (1969), “Osmanlı Devletinde Harp Sanayiii”, İstanbul Sanayi Odası Dergisi -
İSOD,
s. 37.

Göyünç, Nejat, 1983, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul.

Heyd, Uriel, 1980, Ziya Gökalp’in Hayatı ve Eserleri, Sebil Yayınları, (Çeviren. Cemil
Meriç).

Mardin, Yusuf, (1974), Namık Kemal’in Londra Yılları. Milliyet Yayınları.

Mardin, Şerif, (1990), “Türkiye’de İktisadî Düşüncenin Gelişmesi”, Siyasal ve Sosyal
Bilimler- Makaleler II,
İletişim Yayınları.

Namık Kemal, (1285), “Türkistan’ın Esbab-ı Tedennisi”, Hürriyet, 27 Temmuz 1285, Nu. 5.

Landau, Jakob M., (1984), Tekinap- Turkish Patriot 1883- 1961, İstanbul: Nederlands
Historisch - Archeologisch Instituut.

Ohannes, (1297), Mebadi- î İlm- î Servet-î Milel, İstanbul.

Özgüven, Ali, 2001, İktisadi Düşünceler- Doktrinler ve Teoriler, Filiz Kitabevi.

Parla, Taha, 1989, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm, İletişim
Yayınları,

Sağlam, Serdar, 1994, Türkiye’de Özel Teşebbüs Yaratma Düşüncesi ve Özel Teşebbüsün
Gelişmesi 1839- 1960”,
Hacettepe Üniversitesi Sosyal. Bilimler .Enstitüsü,
Basılmamış Doktora Tezi.

Sağlam, Serdar, (1996), “Ziya Gökalp”in İktisadî Düşünceleri”, Türk Yurdu, Cilt 16, Sayı
103, s. 83-91.

Sayar, Ahmed Güner, (1986), Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, DER

Yayınları.

Soule, George, 1978, Büyük İktisatçılardan Ekonominin ABC’si, Muallimoğlu Yayınları,
(Çev. Nejat Muallimoğlu).

Ohannes, 1297, Mebadi-i İlm-î Servet-î Milel, İstanbul.

Tekinalp, (1330), “Millî İktisat”, İslâm Mecmuası, (12 Şubat 1330), 22, s. 560- 562.

Tekinalp,(1332), “Millî İktisada Doğru; Ticaret Muahedeleri- 3- Türkiye Almanya Ticaret
Muahedesi”,
İktisadiyat Mecmuası, (23 Haziran 1332), I, 19: 1- 4.

Tekinalp, (1333), “Kapitalizm Devresi Başlıyor”, İktisadiyat Mecmuası, (8 Teşrinisani
1333,67: 1-2.

Tekinalp, (1918), “Tesanütçülük - Tesanütçülüğün Gayesi”, Yeni Mecmua, (9 Mayıs 1918),
2, 43: 335- 337.

Türkçe Sözlük, (1998), A.K.D ve T.Y Kurumu - Türk Dil Kurumu, Cilt I. II, 9. baskı,
Ankara.

Uraz, Murad, (1938), Namık Kemal, Tefeyyüz Kitaphanesi, İstanbul.

Yalçın, Aydın, (1991), İktisadî Doktrinler ve Sistemler Tarihi,

Ziya Gökalp, (1976), Makaleler I, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: Şevket
Beysanoğlu). Ziya Gökalp, (1976a),
Türkçülüğün Esasları,TC Kültür Bakanlığı
Yayınları, (Hazırlayan: Mehmet Kaplan).

Ziya Gökalp, (1976b), Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Toker Yayınları.

Ziya Gökalp, (1977a), Makaleler III, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: M. Orhan
Durusoy).

Ziya Gökalp, (1977b), Makaleler IV, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: Ferit
Ragıp Tuncor).

Ziya Gökalp, (1981), Makaleler VIII, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: Ferit
Ragıp Tuncor).

Ziya Gökalp, (1980a), Makaleler IX, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan: Şevket

Beysanoğlu).

Ziya Gökalp, (1980b), Malta Konferansları, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, (Hazırlayan:
M. Fahrettin Kırzıoğlu).