ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

TÜRKİYE’DE AİLE İÇİ İLETİŞİM VE İLİŞKİLER ÜZERİNE BİR MODEL DENEMESİ

Doç.Dr. Aylin GÖRGÜN-BARAN

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ
ISSN 1305-5992
Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Güz 2004
Sayı 1

Abstract

Family problems seem to have negative effects on the
functions of family in Turkey. One of such problems is the lack of
communication among family members. Thus, they have difficulties
in having healthy, relationships. It has been known that the rate of
nucleus family in Turkey is high (%67.10, DPT, 1993). However,
traditional relationships play a significant role in families. It is thought
that the breakdown of such relationships can be addressed in terms of
functionalism, interactionalism and exchange theory. This study deals
with the development of a model about the healthy establishment of
communication and relationships in family.

Key Words : family models, in-family communication,
explicit communication, interaction.

Giriş

Günümüzde sıkça sorulan sorulardan biri aile içinde iletişimin neden yetersiz
olduğu ve sağlıklı iletişimin nasıl sağlanacağı sorusudur. Aile içi ilişkilerde uyumun
olduğu kadar çatışmaların da yaşanması sosyolojik gerçekliklerle bağdaşmaktadır.
İnsan ilişkilerinin yoğun ve sık dokulu bir biçimde yaşandığı aile ortamında, uyum
ve çatışma süreçlerinin her ikisinin de bir aradalığı kaçınılmaz gözükmektedir.
Çünkü bu, paradoksal bir durum olmakla birlikte çatışmaların olabildiğince aza
indirilebilmesi için aile üyeleri arasında açık iletişimin kurulmasına özen
gösterilmesi gerekmektedir.

Aile içi ilişkilerde, uyum ve çatışma her halükârda iletişim kurmayı zorunlu
kılar. Diğer bir ifade ile aile içi ilişkilerin düzenlenmesinde iletişim,' hem uyumun
sağlanması hem de çatışmanın çözüme ulaştırılabilmesi için temel bir öge oluşturur.
Giddens’ın (1997:179) belirttiği gibi demokrasinin ailede başladığı, ve giderek
topluma yansıdığı görüşü dikkate alınır ise aile içi iletişimin ne kadar önemli olduğu
kendiliğinden ortaya çıkar. Bununla birlikte aile, çocukların yetiştirilme
sorumluluğunu taşıyan bir akrabalar grubu olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda
aile içi iletişimi önemli kılan öge duyguların, düşüncelerin, davranış ve tutumların
karşılıklı olarak aktarılması sürecinde sembollere atfedilen anlamların ortak
paylaşımının sağlanmasıdır. Bunun gerçekleştirmenin yolu ise aile üyelerinin
birbirleri ile açık iletişim kurmalarından geçmektedir.

Ailenin değeri konusunda literatürde çelişkili açıklamaların yer aldığı
görülmektedir. Bazı kaynaklarda ailenin varlığı yüceltilip kutsallaştırılırken,
bazılarında gereksizliği üzerinde durulmaktadır. Bunun önemli nedenleri arasında
sanayileşme ve kentleşme süreçlerinde ailenin işlevlerinin azalması, aile yapısının
küçülmesi ve boşanma oranlarının artması gelmektedir. Aile adına yaşanan bu
olumsuzluklara karşın, halen evlilik oranlarındaki artış ve ailenin azalsa bile bazı
işlevlerinin geçerlilik taşıması, ailenin bir kurum olarak devamlılık göstermesini
olanaklı kılmaktadır.

Dünya üzerindeki farklı toplumlarda çok çeşitli aile biçimlerinin varolduğu
bilinmektedir. Ancak gelişmemiş ve az gelişmiş toplumlar göz önüne alındığında
geleneksel aile yapısında önemli bir değişmenin olmadığı görülür. Kuşkusuz
sanayileşmiş endüstri toplumları ile gelişmekte olan toplumların aile yapılarında
önemli değişmeler gözlemlenmiştir. Bu değişmelerin kaynağını batı kültürünün
diğer kültürler üzerindeki etkileri oluşturmaktadır. Bütün bu gelişmeler
göstermektedir ki, dünyada çekirdek aile, baskın konumunu sürdürmekle birlikte,
aile içi ilişkilerde genellikle ataerkil anlayış yaygınlık taşımaktadır.

Bu çalışmanın amacı, aile içi iletişimin nasıl olduğunu, bu iletişimin
sağlıklı kurulabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini, sosyalleşme sürecinde
bunların çocuklara nasıl kazandırıldığını, aile yapılarında hangi tür ilişkilerin
egemen olduğunu açıklamak ve Türkiye’de anne-babaların çocukları ile olan
ilişkilerinde açık iletişim kurmanın kaçınılmazlığını vurgulayarak bir model
geliştirmektir.

l.Aile Konusuna İlişkin Kavramsal Çerçeve

Ailenin birincil grup olduğu ve etkileşimin yoğun olarak yaşandığı
bilinmektedir. Grup içinde bireyler karşılıklı ilişki, iletişim ve etkileşim içindedirler.
Bireyler varlıklarını ve yaşamlarını birbirleriyle bağımlı ve birbirleri ile ilişki içinde
sürdürürler. Bu anlamda sosyal ilişki, bireyler ve gruplar arasında cereyan eden
etkileşim bağı olarak tanımlanabilir. Böylece sosyal ilişki, bireyin, gündelik yaşam
içinde gerek birincil gerekse ikincil gruplarda kurduğu tüm ilişkileri kapsar. Birey
bu ilişkilerini statü ve rolleri aracılığı ile yerine getirir.

İletişim ise, hem iletilerin karşılıklı olarak aktarılması hem de anlamların
üretimi, paylaşımı ve değişimi sürecidir (Fiske 1996:16). İletişimin var olabilmesi
için iletişimde bulunan en az iki kişinin birbirlerine yönelik davranmaları aynı
zamanda iletinin anlam içeriklerinin de karşılıklı olarak paylaşılması gerekir ve bu
gerçekleşince iletişim kurulmuş olur. Ancak istenmiş ve amaçlanmış olan anlamların
paylaşılması gerçekleşmemiş ise iletişim engellenmiş ya da başarısızlığa uğramış
demektir.

Aileye işlevselci açıdan yaklaşırsak, ailenin sosyal bir organizasyon
olduğunu ve aile üyelerinin her birinin bir rolü bulunduğunu ve bu rolün hak ve
sorumluluklardan oluşarak birbirini bütünlediğini söyleyebiliriz. Dolayısı ile aile
üyelerinin yapması gereken görevler belirginlik kazanarak bir beklentiyi getirmekte
ve kadından beklenilen görevler, erkekten beklenilen görevler gibi ayrımlaşmış bir
yapı ortaya çıkarmaktadır. Bu ayrımlaşmış yapı aile içi ilişkilerin statü ve roller
bağlamında hiyerarşik bir yapı oluşturmasına ve babanın evin reisi olarak görevleri
düzenlemesine yol açmaktadır (Klein &White 1996:165-170).

Öte yandan aile içi ilişkilere sembolik etkileşim çerçevesinden bakarsak, aile
üyelerinin her birinin “aktif aktör” olduğu görevlerin beklentiler yerine süreç içinde
oluşan kurallar aracılığı ile yerine getirildiği görülür. Örneğin, aile yaşamı bir grup
kuralları esnekleştirir (Ritzer 1985:302-304). Bu noktada vurgulanması gereken bir
durum da aile üyelerinin iletişim sürecinde kendilerini süje (özne) oldukları kadar
obje (nesne) olarak da algılamalarıdır (Görgün-Baran 1997:50-51). Aile üyelerinin
kendilerini hem süje hem de obje olarak algılamaları aile içinde karşılıklı anlaşmayı
ve uzlaşmayı getirir.

Aile içi ilişkilere karşılıklılık (değiş-tokuş) ilkesi açısından yaklaştığımızda
aile içi ilişkileri düzenleyen belli kaynakların olduğu görülür. Diğer bir ifade ile
kadın ve erkek evlilik kurumu ile birlikte aile oluştururken belli kaynaklar getirirler.
Bu kaynaklar (maddi öğeler, statü, sevgi, arkadaşlık, sex, ev hizmetleri vs.)
karşılıklılık ilişkisine girer ve eşlerin birbirlerine sağladıkları doyum temelinde
uyum gerçekleşir. Karşılıklılık, taktir edilme ve bunun sağladığı doyumla doğru
orantılıdır. Genellikle bireyler sosyal ilişkilerinde ödül elde etmek, başarı göstermek
çabası içindedirler. Çünkü ödül ya da taktir edilme bireyin motivasyonunu artırarak
bireyi aktif olma konumuna getirir. Ödül olmayan bir ortamda birey davranışları
yönünde maliyeti azaltmaya çalışır, ödüllendirme arttıkça birey kârını en yüksek
duruma çıkaran davranışları tercih eder. Böylece ödül onaylanan bir davranışın
pekişmesini sağlar. Kaynaklar karşılıklılık ilişkisine girerken, uzlaşmayı sağlayıp
uyumu getirdiği gibi, aile içinde çatışmanın da nedeni olabilir. Bireyler arasındaki
kaynakların eşitsizliği çatışma yaratır ve en fazla kaynağa sahip olan bireyin gücü
elde tutma olasılığı yükselir. Ayrıca en fazla kaynağa kim sahip ise en fazla ödülü
onun aldığı ve görüşmeden güçlü çıktığı görülür (Klein & White 1996:218-219).
Ancak çatışma görüşmeyi diğer bir ifade ile açık iletişim kurmayı zorunlu kılar. Bu
bağlamda eşlerin eşit oranda kaynaklara sahip olarak bunları değiş-tokuş yapmaları
gücün tekelleşmesini göreli anlamda engelleyebilir.

Bu açıklamalar çerçevesinde kuramların biraradalığı söz konusu olduğunda
bir aile modeli geliştirmenin mümkün olabileceği düşünülmektedir. Bu model üçlü
saç ayağı oluşturacak biçimde kuramları bir araya getirerek aile içi ilişkilerin göreli
anlamda sağlıklı kurulmasına yol açabilir. Etkileşimcilik ve karşılıklılık
kuramlarının işlevselcilik kuramından türetildiği bilinmektedir. Ancak bu üç kuram
birbirinden bağımsız olarak ayrı ayrı görüşler ortaya koymuşlardır. Bu çalışmada üç
kuramın biraradalığına ilişkin bir model geliştirmenin mümkünlüğünü ortaya
konulmaya çalışılmıştır. Bu model üç farklı kuram içine oturtulan aile biriminin
iletişim ve ilişkiler çerçevesinde karşılıklı olarak etkileşime girerek dairesel bir alan
oluşturmaktadır. Model aynı zamanda sosyo-kültürel çevre bağlamında etkileşim
halinde konumlanmaktadır.

Watzlawick (Gökçe 1993:28), insanoğlunun her halinin bir mesaj (ileti) ifade
ettiğini, dolayısı ile iletişimsizlik halinin mümkün olmadığını belirtir. Buradan
yola çıkarak iletişim ister sözlü ister sözsüz, ister yazılı isterse jest ve mimikler
aracılığı ile olsun bireyler arasında bir anlam ifade eder. Dolayısı ile iletişim
bireyler arasında anlamların ortak paylaşımı olarak tanımlanır. Aile içi iletişim ile
ilgilenen yazarlar evlilik etkileşiminin bir sistem olduğunu bu sistemde kocanın
karısına yönelik bir sonraki davranışının karısının kocasına gönderdiği önceki
mesaja bağlı olduğunu belirtirler ( Klein and White 1996:171). Aile içinde eşlerin
birbirleri arasındaki ilişkileri, anne-baba olarak çocukları ile olan ilişkileri ve
kardeşlerin birbirleri ile olan ilişkileri böyle bir iletişim süreci içinde gelişir. Aile
içindeki bireylerin tüm varlığı bizzat iletişimin kendisini oluşturmakta ve aile içi
iletişim adını almaktadır. Çünkü sosyal bir organizasyon olan aile kendi içinde bir
yapılanma oluşturmakta ve ilişkiler bu yapılanmaya göre anlam kazanmaktadır.
Eğer kurduğumuz iletişim paylaşımcı, uzlaşmacı ve eşitlikçi bir durum alıyor ise aile
içi ilişkilerin demokratik olduğundan söz edilir. Aksi durumda erkeğin sözünün
geçerli olduğu ve ilişkilerin paylaşımcı olmayan bir biçim aldığı durumlarda ise
ilişkiler hiyerarşiye dayanalı otoriter bir yapı sergiler. Bu durumda ayrışımcı
ataerkil ilişkiler gelişir, iletişimin kurulması beklentilere dayanır ve iletişim dolaylı
ve sözsüz bir biçim alır. Bu iletişim türü ilişkiyi zedeler ve sorunlu hale getirir.
Örnek vermek gerekirse, babanın otoritesinin hakim olduğu ailelerde genellikle
çocuklar babalarına isteklerini iletmek üzere annelerini devreye sokarlar. Bu durum,
babaya saygıdan çok korkuyu ifade eder ve iletişimi dolaylı hale getirir. Çocuk,
babayla iletişim kuramadığı gibi sevgisinden de mahrum kalacağından bu durum
arzu edilir bir iletişim ve ilişki biçimi değildir.

Çekirdek aile anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Eğer bu durum üç-
dört kuşağın bir arada yaşamasını olanaklı kılıyor ise geniş aile olarak iletişimin
yükünü artırmaktadır. Kuşaklar arasında iletişimin kurulması, ailede yaşlı ve genç
kuşağı bir araya getirmesinden dolayı anlam kodlarının değişmesi nedeniyle
zorlaşmakta, hatta bazan iletişim kurulamamaktadır. Çocukluktan gençliğe geçiş ve
sonrası sorunlu bir dönemdir. Gencin anlayışa ve ilgiye ihtiyacının en yoğun olduğu
zamanda yalnızca annesi ya da yalnızca babası ile iletişim kurması sorunlarının
üstünü kapatmasına ve giderek büyümesine neden olur. Bu durum aile içinde
iletişim ve ilişkilerin bozulmasına yol açar. İletişim bozukluğu ile baş etmenin yolu,
ailelerde açık iletişim ya da doğrudan iletişim adı verilen kiminle konuşmak
isteniliyorsa doğrudan o kişi ile iletişim kurmaktan geçer. Ayrıca aile içi ilişkilerde
eşlerin birbirleriyle, anne ve babaların çocuklarıyla diyalog kurmaları ve arkadaş
olmaları kaçınılmaz gözükmektedir.

Aile içi iletişim denilince, eşler arası iletişim, ebeveyn-çocuk iletişimi,
kardeşler arası iletişim, kuşaklar arası (yetişkin-yaşlı) iletişim akla gelmektedir. Tüm
bu iletişim biçimlerinde bireylerin birbirlerini anlam kodları çerçevesinde
anlamaları, hem rasyonel hem de duygusal anlamda karşılıklılık esasına dayanan
ilişkide bulunmaları, aile içi rolleri işlevsel kılacak şekilde paylaşmaları ve bireysel
alanlarının özerkliğinin hak ve sorumluluklar bağlamında özgür bırakılması esas
alınmalıdır. Özellikle bu faktörler eşler arası iletişim için geçerlilik taşımaktadır.

Sağlıklı iletişim biçimi yaşama nasıl geçirilecektir? Bazen eşler “aynı dili
konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz” şeklinde ifadelerde bulunurlar. Dolayısı ile bazen
aynı dili konuşmak anlaşmak için yeterli olmaz. Bu durum o dilin içinde yaşanılan
gruba göre anlam kodlarının faklılığmı ortaya çıkarır. Anlam kodlarının farklılığı,
tümüyle içinde bulunduğumuz grubun sosyalleşme sürecinde sembollere
yüklediğimiz anlamların farklılığına işaret eder. Sembollere yüklenilen anlam, farklı
kültür grupları için geçerlidir. Örneğin bir etnik grup farklılığı, dini grup farklılığı,
sosyal sınıf farklılığı, mekansal farklılık vb. gibi kültürel alanların yaşantılarının
sembollere atfettikleri anlamlar farklıdır, dolayısı ile aynı toplumda yaşanılsa ve
aynı dil konuşulsa bile anlam kodları farklı olduğu için diğer bir ifadeyle bireylerin
(herhangi bir tıbbi rahatsızlıkları söz konusu değilse) kültürleri farklı olduğu için
birbirleriyle anlaşmaları güçleşmektedir. Bu ilişkilerde eşlerin rasyonel olmaları
tavsiye edilir. Yaşam alanlarının farklılığını normal kabul edip karşılıklılık
ilişkisinin geliştirilmesi eşlerin oynadıkları rolleri beklentiler içinde değil etkileşim
süreçleri içinde yorumlayarak, anlamlandırarak açık iletişim kurmaları salık verilir.
Karşılıklılık taktir edilmeyi ve beğenilmeyi gerektirir. Övücü bir söz ya da
beğendiğini ifade etme davranışı onayladığı için iki tarafa da doyum sağlar ve
ilişkilerin uyumlu olmasına yol açar. Bazen eşler arasında tartışmalar olabilir bu
tartışmalar eşlerin birbirleri ile daha çok diyalog kurmalarını, iletişime girmelerini
gerektirir. Evlilikte sağlıklı iletişimin sürdürülebilmesi için bireysel alanların, evlilik
birliğinin gerekleri ve sorumlulukları ölçüsünde serbest bırakılmasının kabul
edilmesi gerekmektedir. Evlilikte eşlerin her şeyi paylaşmaları mümkün değildir. Bir
eşin hoşlandığı bir şeyden diğer eşin de mutlaka hoşlanacağı anlaşılmamalıdır.
Eşlerin bireysel alanlarının evliliğin getirdiği hak ve sorumlulukları çerçevesinde
serbest bırakılması ilişkinin sağlıklı yürütülebilmesi bakımından gereklidir. Bireysel
alanlara müdahale, eşlere değer yargılarına bağlı kalarak “yargıçlık” rolünü
üstlenmelerine neden olur. Bireylerin sahip olduğu değer yargıları, içinde yetiştikleri
sosyo-kültürel alanla bağlantılıdır. Çünkü her sosyo-kültürel alan aynı zamanda bir
anlam yaratma sürecidir de. Yargıçlık rolü eşlerin bireysel alanlarına karışma ya da
müdahale etme davranışını getirir. Bunun her şeyi paylaşmak adına yapılması
bireylerin özgür alanlarını kısıtlamak anlamına gelir. Bir işten hoşlanmayan eşine,
diğer eşin ısrarcı davranması, sorunu büyütür ve ilişkiyi bozar.

Ebeveyn-çocuk ilişkisi için de benzer durumlar söz konusudur. Çocuk sahibi
olmak büyük sorumluluk gerektirir. Anne babalar için, topluma yeni bir insan
kazandırmak, onun bakımını ve yetiştirilmesini üstlenmek, ailesine, toplumuna ve
sonuçta insanlığa yararlı bir birey kazandırmak kolay bir iş değildir. Hepsinden
önemlisi kendi ayakları üzerinde durabilen bir kişiliğe getirmek zordur. Bu zorluğun
bilincinde olan aileler ekonomik durumlarını da dikkate alarak çocuk sahibi olmayı
ya istememekte ya da sınırlı sayıda olmasını tercih etmektedirler. Bebeklik dönemini
atlatıp çocukluk ve gençlik çağına geldiklerinde sorun daha da büyümektedir. İşin
içine ailenin dışındaki etkenler girmeye başladığı zaman, örneğin arkadaş çevresi,
iletişim araçları,sinema, tiyatro,müzik gibi eğlence merkezleri devreye girdikçe
çocuğun ve gencin kontrolü güçleşmektedir. Bu gibi durumlarda anne/babalar
çocuklarıyla arkadaş ilişkisi içinde iletişimde bulunmalıdırlar. Diğer bir ifade ile
açık iletişim kurmalı, bu iletişimi anne ve baba birlikte üstlenmelidir. Çocukların
onay bulan davranışlarının mutlaka taktir edilmesi gerekir ki, bu davranış yeniden
tekrarlanabilsin. Bu durum çocuğun kendisine olan saygısının gelişmesine ve öz
benlik kazanmasına yardımcı olmasına neden olur. Anne ve baba çocuklarına iyi bir
rol modeli sunarsa, gelecekte çocuklarının da benzer roller üstlenmesi sağlanabilir.
Çocuklarıyla arkadaş olma ve açık iletişim kurma ebeveynin görevi olmalıdır.

Yaşlı-yetişkin iletişimi ise en zor olanıdır. İster yaşlı, yetişkin çocukları ile
birlikte yaşasın ister ise ayrı yaşasın, iletişim ve ilişki karşılıklılık temeline
oturtulabilir. Kuşaklar arasında anlam kodlan değişmiş, yaşam tarzı farklılaşmış
olsa bile iki kuşağın da birbirlerine yardımcı olma ve katkı verme yönlerinin
bulunduğunu kabul etmeleri gerekir. Yaşlı birey her zaman için bir deneyim
merkezidir. Yaşamının son dönemimin farkında olan yaşlılar, psikolojik olarak
hassas, alıngan ve belli ölçülerde bencil olabilir. Yaşlıya bu dönemin son dönem
olduğunu unutturacak meşguliyetler verilir ve yaşlı da bu işi yapmaya istekli olur ise
yaşamla bağı kuvvetlenir ve iletişim artar. Geçmişin nostaljisi ve geleceğin ölüm
korkusu içinde bocalamak yerine, şu anı ya da bugünü yaşamak düşüncesi onu
yaşama bağlar ve ile içi diyalogu artırarak yaşamdan doyum sağlar.

Hemen her gün bireyler kendi toplumlarında spontan ilişkiler yaşarlar.
Sorgulamadan, düşünmeden bir çok insanla iletişim kurar, konuşur, kısaca
kalıplaşmış bir çok davranışlarda bulunur . İlginç olan, bu davranışların, başkaları
tarafından yadırganmaması, normal kabul edilmesidir. Bireylerin bu tür
davranışlarının normal kabul edilmesinin dayanağı nedir, ailede ne tür eğitim
verilmektedir, soruları sosyalleşme sürecinde nelerin olduğunu ve bu süreçte
bireylerin neleri yaşandığını anlamayı gerekli kılmaktadır.

3. Sosyalleşme Süreci

İnsanoğlunun doğumu ile başlayan bu süreç her toplumda farklı şekillerde
işler. Çünkü sosyalleşme, sosyo-kültürel yapı ile bağlantılı bir kavramdır. Bu
bağlamda sosyalleşme, yardıma gereksinimi olan bebeğin, yavaş yavaş içinde
doğduğu kültürün geçerli olan becerilerini öğrenerek içselleştirmesi ve bilgili bir
kişi haline gelmesi sürecidir (Giddens 1997:25). Bu süreç, karşılıklı etkileşim içinde
olan bireylerin bir toplumun yapma, duyma ve düşünme biçimlerini öğrenmesi ve
içselleştirmesi yoluyla toplumun kültürünü özümsemesini bireylerin benzer
davranışlar göstermesini ve toplumda göreli bir uyumun sağlanmasını getirmektedir.
Sosyalleşme süreci içinde beceri, disiplinli davranışlar, amaçlar ve uyum
bulunmaktadır. Kişi, yaşadığı topluma katılmak ve uyumu sağlamak adına kendisi
için gerekli olan; konuşmak, okuyup yazmak, sayıları toplayıp çıkartmak, ekip
biçmek, makas kullanmak gibi becerileri, açlık ve cinsellik gibi doyum yollarının
ertelenmesi, değiştirilmesi anlamında disiplinli davranışları, anne-baba olmayı, iyi
bir bilim insanı, zengin bir esnaf, doktor olmak istemeyi olanaklı kılan amaçları
öğrenmeyi gerektirmektedir. Bu öğrenmeler, kişinin sonuçta kendi davranışlarını
başkalarının davranışlarında bütünleştirmesini ve toplumla uyumlu yaşamasını
sağlar (Tan 1985:36).

İnsanın sosyalleşmesi karmaşık bir süreci oluşturur. İnsan, sosyal çevresinde
bulunanların, her gün karşılaştığı sayısız olayların ve bireylerin içinde bulunduğu
sosyo-ekonomik ve gelenek, görenek, ve hukuk kuralları gibi sosyo-kültürel
koşulların, fiziksel çevrenin etkisi altında bulunmaktadır. Bütün bu etkenlerin
karmaşık etkileşimi sonucunda insan, hem bir kişi, hem de bir birey olarak yaşamını
sürdürür. Böylece sosyalleşme, birey ve toplum açısından ele alınabilir.

Birey açısından sosyalleşme kişiliğin gelişimini ve gerçekleşmesini
sağlayarak biyolojik organizmanın insanlaşmasını, benlik ve kişilik kazanması
sonucunu doğurur. Toplum açısından sosyalleşme kültürün kuşaklar arasında
aktarılması ve topluma yeni katılan üyelerin yaşam düzeneğine uyarlanması işlevini
yerine getirir. Böylece sosyalleşme sürecinde, insan yavrusu toplumun bir üyesi
haline gelmekte, ailesinin, akraba ve komşuluk düzeyinin, kent ve köyünün ve
sonuçta ulusunun bir parçası olduğunu öğrenmektedir. (Kağıtçıbaşı 1983: 251). Bu
ifade, bireyin, toplumun norm ve değer yargılarına uyum göstermesi anlamına
gelir. Kısaca sosyalleşme bireyi topluma “uyumlaştırma” sürecidir.

Bu karmaşık süreç; işbirliği, uyarlanma, özümseme, rekabet, karşıtlık ve
çatışma gibi etkileşim ortamlarında yani aile, arkadaş grubu, okul ve kitle iletişim
araçları gibi aracılarla işletilmeye çalışılır. Çocuk, bu etkileşim ortamındaki aracılar
içinde dil ve eğitim yoluyla öykünme ve uyarılarla toplumda nasıl davranması
gerektiğini öğrenir. Böylece hem psikolojik anlamda “kişi”, hem de sosyal anlamda
“birey” haline gelir (Fichter 1990:16-18). Ancak bu süreçte amaç uyumu sağlamak
olmakla birlikte, sapma davranışlar da görülebilir. Sapma davranışlar toplumlarda
genellikle marjinal düzeydedir. Sapma davranışlar, toplumun genel kuralları içinde
tolore edilebilir. Daha sorunlu durumlarda yeniden sosyalleştirme mekanizmaları
adı verilen İslah evleri, hapishaneler vb. gibi kuruluşlar devreye girer. Dolayısı ile
sosyalleşme bireyin yaparak, deneyerek, yanılarak, rasyonelleştirerek, karmaşık
etkileşimler ve duygusal ilişkiler içinde gerçekleştirdiği bir süreç olarak
değerlendirilir (Tan 1985: 37).

3.Ailede Sosyalleşme

Sosyalleşmenin temel aracılarından olan aile, bireylerin sık dokulu ilişkiler
geliştirdiği ve duygusal ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı bir gruptur. Bu bağlamda
ailenin toplumda sahip olduğu temel işlevleri söz konusudur. Ailenin genel olarak,
eşler arasındaki psikolojik doyumun sağlanması, çocuğun sosyalleştirilmesi,
biyolojik anlamda üreme ve ailenin geçimini sağlamak için ekonomik işlevleri
bulunmaktadır (Sayın 1990:26; Gökçe 1996:156).

Ailede bu işlevler bireylerin yaşam ve eylem alanlarının süreklilik
sağlamasına yardımcı olur. Evli bir çift ilk kez çocuk sahibi olduğu zaman, kadın
annelik statüsünün gereklerini, erkek ise babalık statüsünün gereklerini öğrenmeye
başlar. Kendi ebeveynlerinden, yazılı ve görsel kaynaklardan bilgiler toplar. Çocuk
yetiştirmenin nasıl olduğu hakkında gözlemlerde bulunarak öğrenmeye çalışır.
Kısacası eşler de bu konu hakkında bilgiler edinerek sosyalleşir.

Canlılar aleminde yavrularının en uzun süre bakılmasına muhtaç olan canlı,
insan tütünündür. Uzun bebeklik dönemi bakımın en yoğun olduğu dönemdir.
Bebek çevresindekilere ilk gülücükler dağıtmaya başladığı andan itibaren
sosyalleşme süreci başlar. Bu demektir ki artık algı ve öğrenme süreci devreye
girmiştir. Freud’a göre (Kağıtçıbaşı 1983: 349), çocukların zihinlerinin en açık
olduğu dönem 0-6 yaşlar arasındadır. Bu yaş döneminde öğrendiklerinin tümü
insanın ileriki yaşamının temelini oluşturur. Türkçe de bir deyim vardır, “insan
7’sinde ne ise 70’de de odur” cümlesinin anlamı bu açıklamaya uygun düşmektedir.
0-6 yaş kategorisinde çocukları bulunan ailelerin özellikle eşlerin aile içi ilişkilerine
özen göstermeleri, dikkatli ve sorumlu davranmaları önerilmektedir. Çünkü anne ve
baba çocuklarına rol modeli oluşturmaktadır. Kız çocukların anneyi, erkek
çocukların ise babayı model alarak büyüdükleri bilinen bir gerçekliktir. Örneğin,
çocuk anne/babasınm tartıştığı bir sırada aynı yerde, odada oyuncakları ile oynarken,
onların tüm konuşmalarını tıpkı sesin, ses kayıt cihazına kaydedilmesi gibi beynine
kaydeder. Anne/baba bunu fark etmez bile. Fakat çocuk bir konuşma sırasında
annesinden aldığı uyarıya “ama anne, babam da böyle yapıyor” dediğinde durum
açıklığa kavuşur, anne o zaman çocuğunun tartışma sırasında oyun oynadığını
sanırken aslında kendilerini dinlediğini fark eder. Kuşkusuz bu örnekleri çoğaltılmak
mümkündür. Ancak belirtilmesi gereken nokta ebeveynlerin çocuklarına “anlamaz,
etmez” gözü ile bakmamaları gerekmektedir. Hatta aksine bu dönemde çocuğa sevgi
ve ilginin yoğun olarak gösterilmesi, ebeveynlerin görevleri olarak bilinir ise iletişim
ve ilişki bu çerçevede gelişir.

Aile çocuğa neler öğretir? 0-6 yaş döneminde aile tarafından öğretilen
önemli konular arasmda yemek yeme alışkanlığı, tuvalet alışkanlığı ve cinsel
kimliğini öğrenmesi bulunmaktadır. Bu disiplinli davranışları çocuklara
kazandırırken ebeveynlerin ödüllendirme ve taktir etme yaptırımını sık sık
kullanmaları gerekir. Yerine getirilen bir davranış ödüllendirilerek pekiştirilir ise
tekrarı sağlanır. Çocuğa “sen bunu yapamazsın” demek yerine “gel sana yardım
edeyim, birlikte yapalım” ya da “sen bunu yaparsın” diyerek ona öz güveninin
kazandırılması gerekir. Bu davranışlar, hem bir iletişim hem de bir ilişki boyutunu
vurgular. Böylece çocuk, kendine güvenini kazanarak bir kişilik özelliğine sahip
olur. Kendine güven, sosyalleşmenin önemli adımlarından biridir. Bu nedenle anne
ve babanın çocuğu ile arkadaş olması onunla sürekli açık iletişim içinde bulunması
konusu önem taşımaktadır. Aile içi ilişkilerde çocuk, bağımsız davranışlar
geliştirmeyi, paylaşmayı, başkaları ile kendini karşılaştırmayı, kendi görevlerini ve
haklarını öğrenir. Bu öğrenme büyük ölçüde taklit ile gelişir. Ancak kardeşleri ya da
arkadaşları arasındaki ilişkileri bağlamında rekabet ederek öğrenir. Çocuk anne ve
babasını model alırken onları taklit eder ve bu nedenle aile içi ilişkilerde anne ve
babanın davranışları, çocuğa örnek olması bakımından anlam ve önem taşır.

4. Türkiye’de Aile Yapısı ve İlişkiler

Türkiye’de aile yapısını irdeleyen Timur(1970)’un araştırmasının dışında
geniş çaplı araştırmalara rastlamak güçtür. Bununla birlikte Devlet Pla
nlama
Teşkilatı’nın (DPT) (1993), Aile Araştırma Kurumu’nun (AAK) (1995) yapmış
oldukları araştırmalar, Türkiye’deki aile yapısı hakkında bir fikir vermektedir.

Türkiye’de hane halkı büyüklüğü DPT’nin verilerine göre % 4.75, AAK’nın
verilerine göre % 4.35’dir. DPT’nin (1993:57) verilerine göre çekirdek aile oranı
%67.1, geniş aile oranı %32.9’dur. AAK’nın (1995:61) verilerine göre çekirdek aile
oranı %82.8, geniş aile oranı %18.2 olarak saptanmışta. Bu oranlar, Türkiye’de
hane halkı sayısının yaklaşık 4-5 kişiden oluştuğunu ve aile tipinin genel
olarak
çekirdek (nuclear) olduğunu göstermektedir.

DPT(1993:128-129)’nin araştırmasına göre, kadının aile içindeki temel
görevinin %75.81 ile ev işleri yapmak olduğu saptanmıştır. Ancak kadının öğrenim
düzeyi yükseldikçe aile içinde kadmın temel işlevinin ev işleri olduğu oranının
düşmekte olduğu ortaya çıkmıştır. Kadının ailedeki temel görevinin ev işleri
olduğunu belirtenler % 80.83 ile ilkokul mezunları, %58.30 ile lise mezunları,
%42.52 ile üniversite mezunlarıdır. Bu oranlar göstermektedir ki, kadınların
öğrenim durumu yükseldikçe temel görevleri arasında ev işlerini görme oranı
düşmektedir.

Aile içinde erkeğin temel görevinin %94.56 ile aile geçimini sağlamak olarak
görülmüştür. Erkeğin öğrenim düzeyi yükseldikçe erkeğin ailenin geçimini sağlama
oranı düşmektedir. Öğrenim düzeyinin yükselmesi ile görülen en büyük değişiklik,
erkeğe verilen ekonomik görevin oranının düşmesi ve sosyal görevleri üstlenme
oranının yükselmesidir. Yine erkeğin öğrenim düzeyi yükseldikçe, ev işlerine
yardımcı olma oranı (%35.50) artmaktadır (DPT 1993:141).

Erkeklere yöneltilen “ailede kadının en önemli görevi nedir”, sorusuna
%76.29 ile ev işleri yapmaktır, yanıtı verilmiştir. Erkeklerin öğrenim durumu
yükseldikçe kadının temel görevinin değiştiği ifade edilmektedir. Üniversite
mezunu erkeklerde ev işleri üçüncü sıraya düşerken, birinci sırada %53.45 ile eşine
ve çocuklarına manevi destek sağlamak ikinci sırada ise %52.51 ile çocukları
yetiştirmek olduğu belirtilmiştir (DPT 1993:142). Bu oranlar, gerek kadınlar gerekse
erkekler tarafından kadının temel görevinin özel alan ile sınırlı olduğu kamusal
alanlarda görülmesinin çok anlamlı olmadığmı göstermektedir. Bu konunun öğrenim
düzeyi faktörü ile doğrudan bir ilişkisinin kurulmasını güçleştirmektedir. Bu
nedenle sosyalleşme sürecinde, aile içi normlar, çocuk yetiştirme tarzı, anne/babanın
iletişim biçimi, anne/babanın sundukları rol modelleri gibi kültürel faktörlerin
önemli olduğu söylenebilir.

Bir başka araştırmada (Çelebi ve diğerleri 1993:127) aile içi ilişkilerde bir
dönüşüm yaşandığını saptamakla birlikte, ev işleri konusunda ayrılmış evlilik
ilişkilerinin hakim olduğu belirtilmektedir. Bu çalışmada çekirdek aile oranının
yüksek olmasına rağmen (% 62.0), ev içi işlerde geleneksel anlayışın etkili olduğu
görülmektedir (Çelebi ve diğerleri 1993:33).

Bu araştırmalar Türkiye’de aile yapısı ve ilişkilerinin ataerkil düzeyde
olduğunun kanıtlarını göstermekte ve bireylerin sosyalleşme sürecinde geçirdikleri
yaşantıların önemini otaya koymaktadır. Erkek egemen ilişkilerin (otoriter yapının)
hakim olduğu bir aile ortamında açık iletişim kurmak güç olmaktadır. Ailede
babanın otoritesinin hakim olduğu çocuklarla iletişimde annenin katalizör görevini
üstlendiği, kadmın çalışmasının yalnızca aile bütçesine katkı boyutunda
değerlendirildiği bir yapılanmada aile üyeleri arasında iletişimin yetersizliği ortaya
çıkmaktadır. Kadının öğrenim düzeyinin yükselmesi ve çalışma yaşamına atılması
ataerkil ilişkileri esnekleştirmekte, ancak kültürel dokunun değişmesi kısıtlı
kalmaktadır. Dolayısı ile aile tipinin çekirdek olması diğer bir ifade ile aile
üyelerinin sayısının az olması ilişkilerin modem olduğu anlamına gelmemekte,
ilişkiler göreli olarak geleneksel özelliğini korumaktadır. Çocuğun sosyalleşmesi
sürecinde aile içinde verilen eğitim ve terbiye, genel olarak ataerkil anlayışın
desteklenmesine yöneliktir. Aile içi ilişkilerde ataerkil anlayışın hakim olması ise
çocuğun ergenlik ve yetişkinlik çağındaki davranışlarını belirleyen bir öge olmasına
ve erkek hakimiyetine dayalı bir ilişki yumağının pekişmesine yol açmaktadır.

SONUÇ

Aile içi iletişimde bireyin, aktif ve rasyonel olarak davranması, birbirlerinin
farkında olması, taktir edilmesi, konumunu, hak ve sorumluluklarını bilerek
bağımsız davranabilmesi ön planda tutulmaktadır. Bu nedenle aşağıda aile içi
iletişimde dikkate alınması gereken bir kaç noktanın altının çizmesinde yarar olduğu
düşünülmektedir.

1.    Eşlerin birbirleri ile açık iletişim (diyalog) kurmaları ve birbirleriyle
ilişkilerinde paylaşımcı bir yapı sergilemeleri,

2.    Anne ve babanın çocuklarına rol modeli oluşturdukları gerçeğinin dikkate
alınarak çocuklarının yanında davranışlarına dikkat etmeleri,

3.    Aile içi iletişimde gerektiğinde eşlerin birbirlerinin davranışlarını sözel
olarak taktir etmeleri, gerektiğinde ise çocuklarının onaylanmış davranışlarını
ödüllendirilmeleri,

4.    Eşlerin, her şeyi paylaşmak yerine kendi öznel alanlarım, evliliğin verdiği
sorumluluk çerçevesinde serbest bırakan bir anlayışı geliştirmeleri,

5.    Aile içi ilişkilerde eşlerin hak ve sorumluluklarının neler olduğunun
bilincinde olunması, 6.Çocukları yetiştirirken onların bireyci ve özerk yapılarının
geliştirilmesine özen gösterilmeleri, diğer bir ifade ile denetimci/özerk bir birey
yetiştirme anlayışını geliştirmeleri, 7. Eşlerin birbirlerine sevgi ve saygıyı ihmal
etmemeleri, anne babaların çocuklarına sevgilerini vermeleri, çocuklarını sevgi ve
ilgi ortamında yetiştirmeleri,

8.    Aile üyelerinin birbirleriyle uzlaşmacı, eşitlikçi ve paylaşımcı ilişkileri
geliştirmeleri ve bunu çocuklarına aktarmaları.

9.    Anne/babanın çocukları ile arkadaş olmalarına özen göstermeleri,

10.    Aile üyeleri birbirlerini anlamak adına sık sık kendilerini diğer aile
üyeleri ile empati kurarak, neler hissettiklerini ve buna göre davranmaları gerektiğini
öğrenmeleri ve değerlendirmeleri önerilmektedir.

Bu ifadeler aynı zamanda iyi insan olmanın göstergeleri niteliğindedir.
Burada mükemmeliyetçi bir yaklaşım sezinlenebilir. Ancak aile içi uyumun
sağlanmasında kurulan iletişim, sorunların büyük bir kısmının çözümünde ve
birbirini anlamda yardımcı olabilir. Aksine bu öneriler, hastalığı geçirecek bir reçete
değildir. Fakat sorunları azaltma ve hafifletme bakımından önem taşıdığı
düşünülmektedir. Çünkü insanın kendisi değişen bir yapıya sahip olduğundan, bu
önerilerin her aile için geçerli olduğunu söylemek ve böyle bir düşünce geliştirmek
gerçekçi olmadığı gibi sosyolojik gerçekliklerle de bağdaşmamaktadır.

Aile içi iletişimin kurulabilmesi ve ilişkilerde yaşanan çalışmaların
hafifletilebilmesi ya da aza indirilebilmesi için sosyolojik perspektiften işlevselcilik,
etkileşimcilik ve karşılıklılık (değiş-tokuş) kuramlarına ilişkin açıklamaların
biraradalığımn kurulmasının gerektiği düşünülmektedir. Ailenin toplumdaki en
temel işlevlerinden birinin sosyalleşme olduğu dikkate alınırsa bireyin topluma
kazandırılması süreci içinde uyumlu birey
yetiştirmenin gerekliliği ortaya çıkar. Bu
işlevsellik çerçevesinde bireyin “aktif bir aktör” olarak aile içi sorumluluklarım,
kazandırılması süreci içinde uyumlu birey yetiştirmenin gerekliliği ortaya çıkar. Bu
işlevsellik çerçevesinde bireyin “aktif bir aktör” olarak aile içi sorumluluklarını,
beklenti içinde olmadan karı-koca olarak eşlerin yerine getirmeleri, kuralları
ilişkiler sürecinde kendilerinin oluşturmaları söz konusudur. Böylece eşlerin sahip
oldukları kaynakların karşılıklı olarak değiş-tokuşa tabi tutulması ile aile içi açık
iletişimin kurulabilmesinin ve sağlıklı ilişkilerin yaşanabilmesinin mümkün olacağı
düşünülmektedir. Bu bağlamda eşlerin birbirlerinin bireysel (öznel) alanlarını
kısıtlamak yerine “evlilik sorumluluğu” ilkesi çerçevesinde ilişkilerine yön
verebildikleri taktirde daha rasyonel bir davranış olarak gözükmektedir. Bu durum
sağlıklı iletişim ve ilişkilerin kurulabileceği anlamına gelmektedir.

Diğer yandan çocukların yetiştirilmesi konusunda sürekli aileye vurgu
yapılması da sorunun öteki yüzünü görmeyi engelleyebilir. Çocukların sağlıksız
yetiştirildiği konusu yalnızca aile olarak iç dinamiklerin değil, aynı zamanda dış
dinamiklerin de önemli olduğu gerçeğini açığa çıkarmaktadır. Dış dinamikler olarak
toplum ve çevrenin (arkadaş grubu ve medyanın) özellikle günümüzde, sosyalleşme
sürecinde ailenin işlevlerini aksattığı görülmektedir. Bu sorunun araştırılması ayrı
bir çalışma konusudur. Bu çalışmada ayrıca aile üyelerinin fizyolojik ve psikolojik
rahatsızlıkları ile ekonomik sorunlarının aile üzerindeki etkileri dikkate
alınmamıştır. Ancak diğer faktörler veri olarak kabul edildiğinden, aile içi iletişim
boyutu üzerinde odaklanılması amaçlanmıştır.

Kaynaklar

AAK, (1995), Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçlan, Ankara: T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Yayınları
Çelebi, N., A. Görgün Baran, B. Tokuroğlu (1993) Bağımsız İşyeri Sahibi Kadınların Aile ve
İş İlişkileri, Ankara: T.C. Başbakanlık Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Yay.

DPT, (1993), Türk Aile Yapısı Araştırması,Sosyal Planlama Genel Müdürlüğü, Ankara.
Fiske, Jhon (1996), İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev. Süleyman İrvan, Ankara: Ark
Yay.

Fichter, J. (1990), Sosyoloji Nedir?, Çev.:N. Çelebi, Konya:Selçuk Üni. Yayınları
Giddens, Anthony (1997), Sociology, Polity Press, Cambridge UK .

Gökçe, Birsen ( 1996), Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar Ankara: Savaş
Yayınları

Gökçe, Orhan (1997), İletişim Bilimine Giriş, Ankara: Turhan Kitabevi
Görgün-Baran, Aylin (1997) İletişim Sosyolojisi, Ankara: Afşaroğlu Matbaası
Kağıtçıbaşı Çiğdem (1983), İnsan ve İnsanlar, İstanbul: Beta Dağıtım ve yayıncılık.

Klein, David M, J. M. White (1996), Family Theories An Introduction, Sage Publications,
Thousand Oaks, London, New Delhi.

Ritzer, George (1988), Sociological Theory, Pulished By Alfred A. Knopf.Inc.New York.

Sayın, Önal (1990), Aile Sosyolojisi, İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları

Tan, Mine (1985), Toplumbilimine Giriş, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları