ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

KÖKTÜRKLERİN TARİHİNE BİR BAKIŞ1

Dr. A, von GABAİN

Berlin Üniversitesi Türkoloji Doçenti

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
Cilt: 2 Sayı: 5 Sayfa: 685-696 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000479 Yayın Tarihi: 1944 

I. Stepte yaşayan Köktürkler
[682-742]

Türk adının ilk defa zikredildiği 556 yılındanberi, Türk uruğları,
ara sıra, göçebelikten yerleşik tarzı hayata geçme teşebbüslerile, bizi
heyecanlı sahneler karşısında bırakmışlardır.
Askerî bakımdan daima
çok büyük yararlıklar gösteren Türkler, bu merhaleler arasında da
parlak devirler geçirmişlerdir. Misal olarak Selçukluları gösterebiliriz:
bunlar, göçebe halinde Anadolu'ya gelerek, kısa bir zamanda mükem¬
mel şehir kültürü (meselâ Konya gibi) kurmuşlardır. Bugün Kazaklar
da, yaşadıkları stepten günden güne uzaklaşarak, şehirlere doğru yö¬
nelmek suretiyle şehirli Özbeklerle kültür üstünlüğü müsabakasına baş¬
lamışlardır.

Eskiden, şimalî Moğolistan'da yaşıyan Türkler de, bu gibi tarzî
hayata değişmeleri yapmışlar ve nihayet Tarım nehri boyundaki şehir¬
lerde kendilerinden önceki, karışık milletler kültürünü benimsiyerek
onun muhafızı olmuşlardır.

Buna benzer tarzî hayat değiştirmeleri; hiç bir zaman büyük feda¬
karlıklara ye acılara katlanmadan yapılamaz. Onun için de bu tarzî
hayat değişmesinin kendiliğinden serbestle vuku bulamayışı, tarihin
tabiî kanunudur. Bundan, galiba hiç bir millet kendi dileğile kaçı¬
namıyor.

İki arzu arasında olan gerginlik müsbet bir kuvvet doğurur. Acı,
içerden gelen asil istekleri ve hedefi genişletir, insanı daha fazla de¬
rinleştirir. Bu gibi acılar karakteri kuvvetlendirir, bazan fikirleri aklı¬
mızla kavrayamadığımız zaman, onu ancak, kalpten gelen duygu ile te¬
barüz ettirebiliriz. Aynı suretle, acıların insanın ruhî kuvveti üzerine
olan tesiriyle, çalışma ve teşebbüs kuvveti dahi çok defalar artabilir.
Bu tahteşşuur kuvvet, insanı eskisinden daha fazla canlandırır ve onu
daha büyük hedeflere doğru sürükliyerek muvaffakiyete götürür.

Gerçi bir çok insanlar, tarihte olup geçen vakaları ehemmiyetli
saymazlar. Fakat tarihî vakaların ehemmiyet ve kıymeti, onun insanlar
üzerindeki tesirinin derinliği ve sebep olduğu hadiselerin genişliğiyle
ölçülür. Bu hadiselerin kıymeti, bilhassa, sonunda bir milletin mukadde-.

ratı üzerindeki menfi veya müsbet tesiri, yani, onun hayat memat me¬
selesi şeklini alması, böyle hadiselerin bizim hayatımızda da vukuu ih¬
timali bakımından büyük ehemmiyeti haizdir.

Maksadım, Türk okuyucularına bütün ders kitaplarında mevcut olan
eski Türk tarihini anlatmak değildir. Cesaret edip yazmak istediğim
düşünceler, Türklerin göçebe hayatından yerleşik hayata geçmeleri
devrinde yaşanmış olması muhtemel dönüm noktasının ana hatlarını
izah etmek, Türk tarihinin bu meselesini çözmeğe çalışmaktan ibarettir.

Yedinci yüzyılda, şimalî Moğolistan'da yaşıyan bir çok Türk kabi¬
leleri Çin'in şimal hudutlarına gelerek, Çin hükümetine yarı mecburî
olarak hudut bekçiliği hizmetini etmişlerdir.

Çin'in şimal hudutlarına yerleşmiş olan bu Türkler, büsbütün teş¬
kilâtsız değildiler. Başlarında olan başbuğlar, Çinliler tarafından kabul
edilmiş kimselerdi; Türkler de Çinlilere bu hakkı vermeğe mecbur
olmuşlardır.

Meselâ bu başbuğlardan birisi, Çin'in şimdiki Şan-Si vilâyetinin
şimalinde bulunan ve eskiden Türk hakanının ailesine mensup olan
Kutluğ adlı bir
şad'dı

Kutluğ, nihayet tahammül edemiyerek 681'de maiyetindeki,bir kaç
kişi ile beraber Seddiçin'in dışarısında olan Yin-Şan dağlarına kaçtı.

Bu mühim hadise, ayni zamanda Çinlilere itaat etmenin artık bir
sonu olarak telâkki edildiğinden,; Kutluğ'un arkasından onun bu cesur
hareketini beğenen, bir Sürü Türk uruğu da, onun yanına kaçmıştır. Bu
uruğlar Yin-Şan dağlarının vadilerinde, Çinlilerden gayet iyi saklana¬
bilmişler ye günden güne artmışlardır.

Çinlilere'çok büyük sadakatle hizmet etmiş olan Türk kumandanı
tedbirli Bilge Tonyukok da, Kutluğ'ün millî gayeleriyle coşarak büyük
bir millî duygu ve Türk devletini bir kere daha kurmak neşesiyle ona.
iltihak etmiştir.

Tonyukok, Kutluğ şadı yüksek Hakanlık payesini talep etmeğe
teşvik etmiştir.

şimdi kurulmak üzere olan yeni devletin hayat tarzî meselesi or¬
taya çıkıyor.! devletin nizamlarını Çin'den mi alacaklar. şehirler mi ku-
racaklar^Çin dinini mi kabul edecekler yoksa eskisi gibi [göçebe, yarı
yerleşik halde mi kalacaklardı.

Tonyukok tereddütsüz kararını veriyor: ''Türkler eski ataları tar¬
zında yaşamadırlar» Çin dini dahi Türklere uymıyacaktır,, fikrinde
bulunuyor.

İlk hedefleri, tehlikeli Çin hududundan ayrılmaktı; bunun için Yin-
Şan dağından Çuğay dağlarına (bugünkü şimalî Moğolistan'da Hangay
dağı) çekiliyorlar, Orada
Kara'Kum'da. karargâh 'çadırı kuruyorlar.

Önce bunların her tarafını düşman saçmış bulunuyordu. Tonyukok
etrafındaki düşmanlara, onlar toplu bir hale gelmeden önce, hücum et¬
mek taraftan olduğundan çarçabuk işe başlıyor. İlk önce şimalde olan

Oğuzların üzerine yürümek istiyor. Bu mücadele Ötüken dağlarındaki
yaylada çok ağır şartlar içinde geçiyor.

Türkler çabuk karar vermeleri ve birdenbire hücum etmeleri yü¬
zünden sayıca kendilerinden ikiye karşı üç nisbetinde üstün olan düş¬
man Oğuzları mağlup ediyorlar.

Bu zafer haberi duyulur duyulmaz, Türklere her taraftan kayıtsız
şartsız iltihak etmek istiyen bir çok diğer Türk kabileleri de gelmişler¬
dir. Çünkü, Ötüken yaylası, tâ eskiden Türk ananesinin mukaddes
toprağı sayılırdı Devlet buradan idare edilmeliydi. Onun için de Ton-
yukok ilk olarak burasının zaptım istiyordu. Ancak Ötüken dağlarında
yerleşmiş olan Türk devletçiliği ruhudur ki, onu bu zafere götürecek,
devleti koruyarak, onun emniyet ve inkişafını temin edebilecekti.

Atlı ve göçebeler, stepte kendi başlarına hâkim olup oturdukları
müddetçe, ihtiyaçlarına bol bol yeten step, komşuları üzerinde daha
büyük bir hâkimiyete malik olmak istedikleri zaman kâfi gelmiyordu.
Yakınlarında bulunan dağların, hayvanları düşmanın giremiyeceği va¬
dilerde beslemek ve kendilerini korumak gibi, îktisadî bakımdan mühim
ve hayatî meselelere yaraması dolayısiyle, oralarda tam bir hâkimiyeti
ellerinde bulundurmaları lâzımdı.

Cenuptan Hangay dağı, şimalden de Tangnu-Ola "ile sarılmış olan
Ötüken yaylaları, tabiî ve yüksek bir kale vaziyetinde idi.

Yaylanın bu vaziyeti, müdafaasını kolaylaştırdığı gibi, orada hâ¬
kim olan kuvvetin etrafa nüfuz ve tesirini;; de kolaylıkla temin ederdi.
Onun için bu dağ diğer bütün uruğ ve milletler için daima önemli bir
devlet merkezi, yaz için gayet iyi bir yayla ve tehlikeli zamanlarda
da mükemmel bir korunma yeri idi.

Ötüken dağının bu fevkalâde vaziyet buraya eller gözünde tarih
boyunca süren büyük ehemmiyeti kazandırmış ve Türklerde de bu
dağın kutsiyet ocağı ve mukaddes ruhun ikametgâhı olduğu kanaatini
doğurmuştur. Prof. Nikolai Poppe
Ötüken) kelimesinin Moğulcada yer
ilahesi manâsına geldiğini anlatmaktadır.

Bu dağ yaylalarının bir elden diğer ele geçmesi ancak ansızın ya¬
pılan bir baskınla mümkündü; Tonyukok ;bu dağı, Oğuzlardan, ancak
onların kendi kuvveti hakkında doğru i malûmata malik olmadıkları
bir anda ve ansızın basmak suretile alabileceğini anlamış ve baskını
tam zamanında yapmıştı.

Böylece Türkler, şimdi tasvir edilmiş olan Ötüken dağ yaylasında,
yerleşiyorlar. Hükümdarın unvanı
îlig idi, bu kelime il'in, halkın reh¬
beri manaşındadır. Hükümdarın ordusu yani karargâhı ötüken'in mer¬
kezinde yüksek bir yerde kurulurdu, onun için de buna
Örgün adı
verilmişti. Arazi bakımından böyle yüksek bir yer bulunmadığı zaman
ayrıca hazırlanarak yükseltilirdi.

Örgün'ün etrafı bir çit, yâni parmaklıkla çevrilirdi.

örgün'ün önüne, bir belgü, yâni nişin, belki de bir tuğ konurdu.

Hükümetin icra faaliyeti, yani onlarca paketi buradan yapılırdı.

Bu mukaddes merkezde üç kutsiyete taparlardı: 1) Gök Tanrısı, 2)
Yersu, yerin ve suyun Tanrısı, 3) ecdada tapmak.

Mukaddes hayvan olarak börû, yâni kurt'u tanımışlardır. Bu hay-
yanın ismi, ona kutsiyet atfedildiğinden korku ve saygı ile börü yerine
kurt, yani küçük haşerinin adı verilmiştir.

Yoğ, yâni ölülere yapılan merasim, galiba ancak ötüken dağ yay-
lalarındâ yapılmıştır, Ölüyü yerin altında taşlarla muntazam bir şekil¬
de yapılmış bir çukura gömerler ve üstüne oldukça çok toprak yığ¬
mak suretile bir kaç metre, meselâ dört beş metre. yüksekliğinde bir
mezar yaparlardı,

Büyük kahramanların" kabri önüne Balbal adı verilen insan hey-
"keli yapılırdı. Balballar mağlup olmuş ve öldürülmüş düşmanın heykeli -
olurdu. Bunun manası: hayatta mağlûp edilmiş 1)u düşman, öbür dün¬
yada da galip gelene hizmet etmeliydi. Bazı balballar, hattâ ölen dost-'
lara ,da hediye edilirdi; onlar kendileri bu zafer ve galibiyete iştirak
etmedikleri halde, öbür dünyada güya mağlûpların hizmetinden istifade
ederlerdi.

Daha sonraları türbeleri yaparken, Çinlileri taklit ediyorlar, hattâ
onlardan sanatkârlar getiriyorlardı.

Kış karargâhlarında da ili idare etmek için tedbirler alınırdı. Kara
kum
maruf kış karargâhlarından biri idi.

Çok soğuk kışlarda da çadırlarda otururlardı. Yalnız 730-731'de
Maka Kurgan adlı bir kalede kışı geçirmişlerdi. Bu da kalelerde kışı
geçirmeğe alışmış olan Türkler tarafından, âdeta bir yasak hareket
gibi kabul edilerek, galiba felâket getirici ve çadırdan ayrılmalarının
ceza senesi addedilmiştir.

Harpler umumiyetle yazın yapılırdı. Hakikî harp yerine, bazan hi¬
leli yollarla düşmanın kadın ve çocuklarını, çadır ve hayvanlarını ele
geçirmek gibi yağmalara müracaat dahi olmuştur. Burada muvaffak
olunursa, düşman için mağlûbiyet hazırlanmış oluyor ve galibe baş eğ¬
mekten başka çare kalmıyordu." Stepte olan harplerden çok bahsedil¬
mez, çoğu harpler, ans
ızın hücum imkânları olan dağlarda olurdu.

Kadın ve çocukların ev çadırları yani eb, kâragâhın merkezinde
değil, etrafta biraz uzaklarda kurulmuş olsa gerek. Hükümdarların ka¬
dınları, galiba ayrı ve müstakil bir ev idaresine sahip olmuşlar¬
dır, Kadınlar umumiyetle hürmet görürler ve oldukça müstakil hayat
sürerlerdi.

Servetlerinin esas menbaını hayvan sürüleri teşkil ederdi. Buna
harp ganimetleri de ilâve edilirdi. Yabancı şehirleri yağma etmek,
spor veya bir oyun gibi sevilirdi. Altın ve gümüş bugünkü Mancurya'
dan kısmen tazminat, kısmen de yağma yoluyla getirilirdi Çin'den
ipek ve darı alırlardı. Uzak garpten (yani Semerkant havalisinden)

cins atlar getirirlerdi. İyi cins kürkleri de şimalden ve şimali garbiden
getirirlerdi.

Harp kahramanları ile atlar arasında bizim tasavvur edemiyeceği-
miz kadar iyi bir münasebet vardır. Bu devirde şayanı dikkat olmak
üzere han ailelerine mensup kadın isimlerinden ziyade,, at isimlerini
biliyoruz.

Kutluğ Hakan. ikinci büyük Türk devletinin kurucusu, göçebe
kahramanı olarak, İl Teriş isminden de anlaşılacağı üzere, Ötüken dağ
yaylalarından milletini bir araya toplamış ve 692 ye kadar on yıl
hüküm sürmüştür.

Halefi küçük kardeşi, Kapagan'dı. Çok karışık entrikalarla dolu
olan Çin sarayında bu Türk Hakanının kat'î ve tesirli bir rolü vardı.
Bazan o, Çin sarayında bir hami gibi emirler verebilen vaziyet bile
takınırdı. Çin sarayına karşı hüsnüniyet sahibi bir dost gibi görünse
bile, kendi askerlerinin şimalî Çin hudut şehirlerini yağma etmekte de-
vamlanna, kat'iyen mani olmıyordu. Çünkü bunlar, her ne kadar şehir
hayatını sevmezlerse de, şehir mahsul ve mamulâtına ihtiyaçları oldu¬
ğundan yağmalardan vazgeçemezlerdi.

Kapagan'ın siyasetinin esas hedefi şehir değil, stepti. Onun esas
maksadı, Bumin Hakan devrinde olduğu gibi, şimal ve garp Türklerini
bir devlet halinde toplayıp birleştirmekti ki, bu siyasî görüşü, onun
Türk tarihindeki ehemmiyetini fevkalâde yükseltmektedir. Çok isabetli
ve sert tedbirlerile bu büyük plânı tahakkuk ettirmiş olsa bile, bu
muvaffakiyet, ona ancak kısa bir zaman için nasip olmuştur. Bu gaye
üzerinde çalışma esnasında, Kapagan Hakan bir garp Türkünün hiya-,
neti neticesinde 716, da öldürülmüştür.

Kapağan'a, yiğeni, yani Kutluğ'un oğlu Bilge, halef olmuştur. Bil¬
ge, Kapagan'ın sertliğinden her .tarafa dağılmak istiyen Türk uruğlarını,
kendisine bağlamak için, onları her cihetten tatmin etmek mecburiye¬
tinde kalmıştır.

Önce mukaddes Ötüken dağını, Oğuzlara ve Tatarlara karşı ağır
mücadelelerde, muvaffakiyetle müdafaa ediyor.

Çin'e karşı güttükleri siyasetin değişmesi dolayısiyle, yani yağma¬
lar sona erdiği için, bu memleketle dostluk münasebetleri kuruluyor.
Bunun neticesinde Türk hayatına daha fazla
şehir kültürü girmeğe
başlar.

734 yılında Bilge Hakan ölüyor. Bundan sonra kısa bir zaman zar¬
fında bir çok hakanlar iş başına gelmiş olsa bile, durmadan tekrarla¬
nan idare kargaşalıkları, katil ve isyan hareketleri yüzünden, 741 de
hakan ailesi Çin sarayına kaçıyor ve bu suretle step hayatı sona ere¬
rek şehir hayatı başlıyor.

Moğolistan'da yaşıyan Türklerin, üzerlerine aldıkları ve yaptıkları
tarihî vazife şudur: Orta-Asya'ya asırlar boyunca bir çok milletler
hâkim olduktan sonra, altıncı asırda Sumin. Hakan bu geniş sahayı

Türk hâkimiyetine kat'î olarak maletmiştir. Zaten ikinci Türk devleti,
hâkimiyetini stepte kurmayı tercih etmiş olsa dahi babaları tarafından-
dan temin edilmiş olan Orta-Asya yerleşik, hayat mıntakalannın da sa¬
hibi olduklarından, burada devletçilik, „ hâkimiyet ruhları ve millî ben¬
likleri daha fazla artmıştır. Türk olmıyan milletler'de onların bu yer¬
lerin
hakikî sahibi oldukları kanaatinde ve onlara hak vermekte idiler.
Kapagan Hakan Türklere bu büyük Türkçülük ruhunu aşılıyarak he¬
nüz kendi nüfuzları altına girmemiş olan
bütün Türk kabilelerini bir
yere, bir devlet halinde toplamak teşebbüsünde bulunmuştur. O, bu
siyasetinde muvaffak olamamışsa da, onun bu merkezleşme teşebbüs¬
leri, dağılmak üzere bulunan Türk uruğlan üzerinde büsbütün tesirsiz
kalmamıştır.

Onun devrinden itibaren, ayrı ayrı Türk kabilelerinde birlik hissi
ve aynı millete mensup oldukları şuuru uyanmıştır. Bu şuur inkişafının
neticesinde, stepte ve mukaddes Ötüken merkezinde Türk karakter
hususiyetleri oldukça kuvvetlenmişti. Bu karakter özleşmesi sayesinde,
Türkler ilerideki şehirleşme hayatlarında, diğer milletlere karşı zayıf
unsur
değil, kendi özünü bulmuş, kuvvetli bir millet halinde ortaya
çıkmış ve. yabancı milletler içinde kaybolmaktan korunabilmişlerdir.
Hattâ kanşık milletlerle dolu olan şehirlerde mevcut kültürü benimsi-
yerek onu türkleştirmişler ve
Türk kültürü üstünlüğünü yaratabil-
mişlerdir. '

Step ve Ötüken dağlarında hüküm sürmüş olan Türklerin varisleri
Uygurlar, devlet kuruluşunun başlangıcından itibaren step veya şehir
tarzı hayatına büsbütün başka taraftan yanaşmışlar ve onu başka tür¬
lü halletmişlerdir. Onun için onların devleti oldukça başka hususiyet¬
ler arzeder.

II. Uygurların Step ve Şehir Hayatı
(742-840)

Türklerin iç kargaşalıkları esnasında, Uygurlar Karluk ve Basmi-
lerle ittifak ettiler ve ikinci Türk devletini yıktılar. Türk devletine
mensup olan Uygurlar (veya âbidelerde zikredilip Tokuz Oğuzlar)
sayı itibarile çok, müteşebbis, kültürle yakından alâkadar ve çalışkan
insanlardı. Bunlar şarktan yukarı Selenga nehri, garpten. Kobdo şehri
ile tahdit edilmiş plan yerlerde otururlardı. Basmil'ler Biş - Balık civa¬
rında Karluk'lar da Balkaş gölünün şarkında otururlardı. Mukaddes
Ötüken dağı, yani mukaddes devlet merkezi buraya yakın olduğundan,
Uygurlar burasını çabuk zaptedebilmişler ve şimdiye kadar, olan müt¬
tefikleri Basmil ve Karluk'lara nisbeten daha büyük itibar ve nüfuz
temin etmişlerdi.

Müttefikleri pek kolaylıkla bertaraf edilebilmiştir. Basmil'lerin dev-

let reisi Îdikut unvanını taşırdı. Bu Basmil'ler 744 de birleşik Uygur
ve Karluk'lar tarafından yıkılmıştır. Memleketleri yani Biş-Balık hava¬
lisi ancak o asrın sonlarına doğru işgal edilmiştir. Nihayet Karluk'lar
da, mukaddes merkezde vuku bulan şiddetli çarpışmalardan sonra, aynı
akibete maruz kalmışlardır. Onlar garpte başka bir memleket elde ede¬
rek yavaş yavaş hayat ve hâkimiyetlerini tesis etmiş oldular.

Uygurlar 743 den itibaren payitahtlarını ''nehirler ve dağlar, ata¬
sına yani mukaddes Ötüken dağı yaylasının tabiî kalesine nakledi¬
yorlar. Önce onlar, yalnız garpte Altay'lara, şimali şarkîde de Baykal
gölüne dayanan ülkede hâkimiyet icra ediyorlar.Hükümdarları olan
Kül-Bilge artık eski unvanı olan El-Tebir'le ikttifa etmiyor, kendisine
Hakan unvanı veriyor; bu vaziyetini çok geçmeden Çin'e de tanıttırıyor.

Uygur hakanlarının bütün unvanları maziye fevkalâde bir tarihî
bağlılık gösteriyor, F. W. K. Müller 1920 oje Ostas. Z. (S. 314,.) çı¬
kan bir yazısında, Uygur hükümdar unvanlarının yapılışında, eski Hun
Devlet anânesine şuurlu bir bağlılık olduğunu isbat etmiştir.
Şanyü
adlı bir Hun hükümdarı kendisini " gök ve yer tarafından yaradılmış
güneş ve ay tarafından Hakanlık mevkiine getirilmiş „ olarak gösteri¬
yor. Uygur hükümdarlarının
gök Tanrı'sından, Ay Tanrı'sından veya
güneş ve ay Tanrısından
kut bulmuş yani güneş ve ay Tanrısının ina-
yetile Hakanlık payesine ermiş gibi unvanları da, aynen buna benzer.
Buna ilâveten birçok değişik kelimeler kullanılıyor ki, bunlar hüküm¬
darın hakikî ismini tâyinde çok müşkülât çıkarmaktadır. Zaten Uygur-
larda, bir hükümdar tahta çıktıktan sonra hürmeten şahsî ismi ço¬
ğunca söylenmez.

Bu devirde hakan unvanı büyük imparatorluk unvanı olmaktan
çıkmıştı Uygur hakanı, kendisi, diğer bir; Türk uruğu hükümdarına
hakan unvanını tevcih edebiliyordu. Bunun yerine .Uygur hakanı, tabii¬
yetine girmiş olan bir hükümdarın unvanımı takınab
ilirdi. Böylece un¬
vanı alınan hükümdar ve hükümet, Uygur hakanlığının tabiiyetini ka¬
bul ettiği anlaşılırdı.(Meselâ Uygur devletî kurucusunun halefi, ikinci
Uygur hakanı, mağlûp edilen Basmil hükümdarının unvanı Î
dikut'ü. be¬
nimsemişte Yine o, garpten kendi menfaatlerini tehdit: eden Karluk'ları
yendikten sonra, " Karluk Hakanı „ unvanını da almıştır. Bununla be¬
raber o, yukarıda zikredildîği gibi Karluk'lar çoğunluğunun uzak gar¬
be çekilerek orada hatırı sayılır bir devlet kurmalarına mani olama¬
mıştır.

Uygurlar ikinci Türk devletinden, unvanlarile birlikte askerî teş¬
kilât, nazırlıklar ve hattâ şimdilik katî derecede aydınlatılmamış olan
zimamdarları gibi, birçok devlet kuruluş ve mefhumlarını dahi aynen
almışlardır.

Hattâ, Türklerin esâs düşmanlarını da kısmen tevarüs etmişlerdi.
Meselâ merkezde vuku bulan hükümet değîşmesile, ağır hayat şartları
değişmemiş olan Kırgızlara karşı, Uygurlar da şiddetli savaşlar yap-

mak mecburiyetinde idiler.

Buna mukabil Çin'le olan münasebet, İkinci Türk devleti zamanın-
dakinin tam aksine olarak, başlangıçtanberi iyi idi. Zaten bu dost¬
luk, Uygurların ikinci devlete düşmanlıkları sebebile bir anane şeklini
almıştı. Esasen Uygurlar bu dostluğa mütemayildirler. Çünkü bunlarda
cenuptaki komşularının şehir hayatına karşı geçmişteki mülâhazalar
kalmamıştı.

746 da Kül-Bilge'nin yerine oğlu Bilge hakan geçti. Bilge, önce
devletinin takviyesi için savaşlar yapmak mecburiyetinde kaldı ise de,
onun zamanında devlet, oldukça mühim yükselişler kaydetmiştir.

Türklerin, mukadderatı meselesi olan " stepte mi, şehirde mi „ sor¬
gusu, Uygurlar tarafından sarih olarak hem stepte hem şehirde yaşa¬
mak şeklinde cevaplandırılmıştır.

Uygur asilzadelerinin nesillerdenberi devam edegelmekte olan Çinli
kadınlarla evlenmeleri ananesi, şimalin çadır hayatı yaşıyan ahalisini,
şehir hayatına alıştırmış âdeta, moda yapmıştı. Uygurlar eskiden ol¬
duğu gibi şehir hayatının tesirinden korkmıyacak kadar kendi kültür¬
lerini kuvvetli ve emin buluyorlardı. Bilâkis şehir hayatının kültür ve.'.'
vazife meselelerini ciddiyetle takibe koyulmuşlardı. Ticaretleri bile şe¬
hir hayatının benimsenmesini icap ettiriyordu. Yabancı, hattâ Arap
tüccarlarının Uygur hakanı yanında mümessilleri bulunurdu. Muhtelif
kaynaklardan meselâ şimal memleketlerinden, tazminat olarak alınacak
kıymetli kürklerle, Uygurların askerî yardımlarına karşı bir cemile
olarak Çin hükümetinin
hediye ismi altında gönderdiği kıymetli mallar
gibi, birçok değerli ve cins malları, ellerinde toplamış olan zengin Uy-
gurlar da, artık ticareti öğrenmişlerdi.

Uygurlar, beygir yetiştirme işlerini çok genişletmek suretile; Çin¬
lilerle olan ticaretlerini son derece arttırmışlardr. Ecnebi kadınlarla ev¬
lenmek şehir hayatını gerektirdiği gibi, ticaret de şehir kurmayı âdeta
mecburî bir hale koyuyordu. Çünkü büyük ölçüde toplanmış olan kıy¬
metli ticaret eşyasını çadırlarda saklamak imkânsızdı.--

Böylece G. Ramstedt'in neşrettirdiği anıtlardan Çinli ve Soğut'lu mi¬
marların 758 yılında Bilge tarafından
Bay-Balık (zengin şehir) şehri¬
nin kurulmasına memur edildiklerini öğreniyoruz.Bu şehir adının
Çince tercümesi
Fu-Kuei-Çh'eng dir. cheng toprak cinsini anlatan bir
işaretle beraberdir ve balık'da olan
bal kelimesi de balçık sözünün
kökü olduğuna göre, burada çiğ kerpiçten yapılmış evler veya en az
çiğ kerpiç surlarla sarılmış bir şehir bahis mevzuu olsa gerek. Bu ha¬
valiyi çok gezmiş dan iki mongolist: G. Ramstedt ve N. Poppe
Bay-
Balık
şehrinin Selenga nehri kıyısında Orhon nehrinin Selenga'ya dö¬
küldüğü yerin yukarısında, bugünkü Rusya hudutları yakınında bulun¬
duğu fikrindedirler, Çünkü orada şimdi eski bir şehrin harabelerinden
çıkan malzemeden
Bay-Balığın Süme adlı bir manastır yapılmıştır. Bu
manastır eski Bay-Balık şehrinin yerinde olmalıdır.

Acaba, bu şehir Uygurların ve umumiyetle Moğolistan Türklerinin
kurdukları ilk şehir midir? Orhon abidelerinde Toghla nehri (bugün
Tola, Orhon nehrinin sağ kollarından biri) kıyısında
Toghu-Balık adlı
bir şehir zikredilmektedir» Bu şehir kimler tarafından kurulmuştur ve
ahalisi kimler olmuştur? Bu hususta bir şey söyliyemiyorum. Mavera-
ünnehir'deki
"katun ch 'eng „ şehrinden burada bahsedilmiyecektir.
Çünkü garpteki vakıalar burada bizi alâkadar etmiyor.

Şehir kurmanın Uygurlar bakımından ehemmiyeti, onların şehir
kültürünü kabul etmeğe hazır olduklarını göstermesindedir. Bu andan
itibaren, Uygurlar gittikçe artan bir ölçüde şehir kültürünü benimsi¬
yorlar ve şehirlerin, yâni Uygurların tabiiyetine geçmiş olan başka mil¬
letlere mensup Türkistan şehirlilerinin, itimat ve sadakatini kazanıyor¬
lar. Bu, bilhassa bundan sonra gelen hükümdarlar zamanında kendini
göstermiştir.

Çin saraylarında 755-763 sıralarında büyük karışıklıklar vuku bul-
muştur.Sarayından kovulmuş olan Çin hükümdarı kendi memleketinin
cenubu garbi kısımlarında dolaşıyordu. Çin Hakanı, eskiden barbar
saydığı Uygurlardan yardım istemek mecburiyetinde kalmıştı ki, bir
Uygur beyi 20.XI.762 den
Ch'anğ-an'ı fethederek kendisine iade etmiştir.

Uygurlar askerî vazifelerini bitirdikten sonra da, steplere dönmek
için acele etmiyorlardı. Onlar payitahtın önüne karargâhlarını kurarak,
sulh zamanlarında da burada oturan yurttaşlarile münasebet tesis edi¬
yorlar, şehirden mümkün olan bütün istifadeyi temin ediyorlardı. Uy¬
gur tüccarları burada siyasî mümessillerin himayesi altında çalışıyor¬
lardı; Bu karışıklıklar içinde bir çok yabancılar, galiplerin imtiyazından
istifade etmek ümidile, Uygur olduklarını iddia ettiler. Bu hadiseler
neticesinde tabir olarak yan şahsî, yarı idarî ve askeri mahiyette,
düşmanlıklar zuhur etti. Nihayet yardıma gelen bütün Uygur askerî
kuvvetleri, tüccarların mühim bir kısmı büyük ve kıymetli hediye¬
ler mukabilinde iyilikle kapı dışarı edildiler. Uygurlardan görmüş ol¬
duğu silah yardımı için, Çin imparatoru şükran borcu olarak hakana
bir Çin prensesi vermeği ve her yıl yirmi bin top ipekli kumaş gön¬
dermeği taahhüt etti (bir top ipek normal Ölçüde olup, ayni zamanda
para vazifesini görmüştür).

Uygurların Çinle olan beygir ticaretleri, şimdi oldukça mecburî bir
şekil almıştır. Uygurlar, Çinliler sipariş etmedikleri halde onlara her
sene yüz bin beygir göndererek, mukabilinde bir milyon top ipek isti¬
yorlardı. Çok geçmeden beygir fiyatını on toptan kırk topa çıkardılar.
Fiyatların yüksekliği Çinlilerin şikâyetine sebep oldu. Onlar iktisadî
raporlarında, beygirlerin fenalaştığını iddia ettiler.

Arada seferî kuvvet teşkilâtında bulunan Uygurlar Ch'ang-an'da
bir çok kültür tesiri almış ve kültür kıymetleri kazanmışlardı. Bögü
Hakan, orada Mani dinini yakından öğrendi. O, Çin Împaratorundan
Mani dini rahiplerinin gönderilmesini istedi. Bu rahipler 762 yılında
geldiler ve aynı yılda hakan Mani dinini kabul, etmeğe davet edildi.
O zamana kadar Uygurlar Budizm, Nesturi-hıristiyanlığı ve Zerdüştlük
gibi yabancı dinler hakkında, sathî malûmat edinmiş ve iptidaî temayül
göstermişlerdi. Onun için de, Mani dininin resmen kabul edilmesi, bazı
mukavemetlerle karşılaşmıştır. Mani dinine çok heyecanla sarılmış olan
Bögü Hakan, yerleşik tarzı hayatı olan dış memleketlerde de bu dinin
hamisi oldu.
Bögü Hakan sayesinde Çin hükümeti, Yang-tsû nehrinin
ötelerinde olan havaliye varıncıya kadar, her tarafta Mani dini mabet¬
lerinin yapılmasına müsaade etmiştir. Uzak Maveraünnehir'e varmaya
kadar her tarafta, Mani dini mensupları Bögü Hakanın himayesine sığı¬
nıyorlardı. Bu sayede Uygurlar, yavaş yavaş Turfan, Hoço gibi vaha
şehirleri hayatında vaziyetlerini kuvvetlendiriyorlardı.

Bu zamanın Uygurları debdebe ve gösterişi severlerdi. Bögü Hakan
merasim esnasında altın taht üzerinde otururdu. O, çoktanberi Türk
savaşçılarında görülen, çelik tabakalarından yapılmış zırh taşırdı.
Fakat onun' zırhı zinetliydi. Çelik tabakaların birbirine geçtiği sıralar,
altın işlemeli kenarlarla tezyin edilmişti. Kolun önünde de buna benzer
tezyinat taşırdı ki, bu bir korunma aleti olmaktan ziyade süs tesiri
verirdi. Hakanın baş ziyneti bir tactı. Başka zamanlarda, başını miğ¬
ferin altına giyilen örtü ile sardıktan sonra, üzerine altın miğfer giyer¬
di. Oldukça yüksek olan miğferin tepesi bir top gibi yuvarlaktı. Zırhın
üzerinden bir fırfır, yanar döner pelerine benzer bir elbise atılmış ve
iki taraftan sarkan bağla çene altından çok zarif bir şekilde bağlanırdı.

Bu zamandan itibaren Uygurlar, memleketlerinde edebî kültürle de
meşgul olmağa başlamışlar, vadilerindeki yerleşik Türklerle rekabete
girişmişlerdi.

Bu devrede kımız'dan başka darıdan yapılma bir nevi içkide
kullanılmıştır.

790-795 arasında, Kutluğ Bilge zamanında Biş-Balık etrafında Kar¬
tuklarla şiddetli savaşlar yapılmıştır. Aynı zamanda Tibetlilerde şark¬
ta
Kansu vilâyetinde Çin yolunu kesmek suretile Uygurların Hoço'ya
sahip olmalarını kıymetten düşürmek ve onların Çinle olan ticaretlerini
kendi ellerine almak istiyorlardı. Bunun için Tibetlilerle kanlı savaşlar
olmuştur. Şimdi Uygurlar her tarafta, vaha şehirlerinde dağınık
halde oturuyorlardı. Fakat Hoço'da hâlâ hâkim olan bir Uygur kale
beyi vardı.
Çinançkant, bugünkü Komul'da, eskiden han ailesinden olan
Yaglaghar uruğu mensuplarından biri bulunuyordu. 800 yılında Uygur¬
lar dört Tochri'yi, yani
Hoço, Karaşahar, Bişbalık ve başkalarını fethet¬
tiler. Şimdi Uygurlar kendilerini şehir hayatına son derece vermiş ol¬
duklarından, onun hakikî sahibi olmuşlardı. Onlar artık eskisi gibi
şehrin korkulu ve muvakkat istismarcıları değillerdi. Yerleşik hayat
vahalarını hakkıyla nüfuzları altına almışlar ve onun kültüründen isti¬
fade ederek hakikî sahibi olmuşlardı.

Şimalden Kırgızların tecavüzünü önlemek, Uygurlar için gün geç¬
tikçe güçleşiyordu. Merkezi emniyet altına alabilmek için onların dağ¬
lık yurduna hücum etmek mecburiyeti hasıl olmuştu. Fakat Uygur sa¬
rayında, şiddetli bir karışıklık hüküm sürmekte idi. Onu mukaddes
Ötüken dağlrının tehdidi bile yatıştıramamıştı. Zaten yabancı din
kabul edüdiktenberi, ötüken'in kutsiyeti de itibarını kaybetmişti. Eski
Şamanizm görüşleri, artık çoktan değişmiş ve rengini kaybetmiş bulu¬
nuyordu. daha önce ölmek yerinde kullanılan uçmak tabiri de artık
kaybolmuştu. Öz malları olan dağ çayırlarından ziyade, şehirler-alâka-
yı çekiyordu. hakikatte ciddi şekilde tehdit edilmeyen stepelerdeki
hâkimiyetten başka, cenubu garbideki şehirleri ve\onların servetlerine
malik iken, Kırgızlara karşı bir harp açmakla kendi idaresindeki hal¬
kını tehlikeye maruz bırakmak gerekir miydi? Yüksek kalenin müda¬
faası artık hayatî ihtiyaç olmaktan çıkmıştı. Onun için o, pek ehem¬
miyetli sayılmıyordu. 840 yılında yüz bin kişilik Kırgız atlısı
Orda
Balık
önlerine kadar sokuldu. Uygur hakanı şehit düştü. Halefi ümit¬
sizce, açık step meydanında müdafaaya kalkıştı. Bu savaşta mağlûp
olarak, sığındığı Altaylarda o da öldü.

Mağlûp Uygur halkı, muhtelif istikametlere dağıldı. Bu sefer onlar
bir dağ kalesine değil, şehirlere sığındılar. Bunların bir kısmı Çin'e
kadar giderek, orada kısa bir müddet sonra istiklâlim, daha sonra
millî varlığını kaybediyor. Bazıları garpte Karluk'lara iltica ediyorlar,
çoğu Tarım havalisine giderek, ayrıca bir devlet daha kurma teşebbü¬
süne lüzum görmeden, orada diğer Türk uruğlarile birlikte yaşamağa
devam ediyorlar. Onların: gelmesi, esasen evvelce de mevcut olan ve
seyrek oturan Türk unsurunun çoğalmasına Çinli,İranlı ve Hintlilere
nisbeten Türk kültür üstünlüğünü inkişaf ettirmeğe yardım ediyor.

Sanat tarihi âlimleri, Turfan vahasında eski Tohar'lar devrinin sö¬
nerek, yerine Türk üslûbunun yerleşmesinin bu devirde vuku bulduğu¬
nu tahmin ediyorlar. Çünkü bu devirden sonra, artık Tohar sanatı
kalmıyor, onun yerine Türk sanatı, kendi hususiyetlerini göstermeğe
başlıyor. Böylece Uygurlar İslâmiyetle çekişme devrîle, Moğul istilâsına
kadar gelen sulh ve sükûn devrinin sanat üstadları ve kültür koruyu¬
cuları oluyorlar.

Bir şey onlar için ebediyen kaybolmuştu. Dokuzuncu asrın ortala¬
rında Kırgız Devleti, Kin'ler tarafından yıkılıyor. Hoço Uygurlarına
eski yurtlarını ve şimalî stepleri işgal etmek teklif ediliyor. Uygurlar
bu teklifi reddediyorlar. Onlar artık büsbütün yerleşik, şehirli, köylü
ve tüccar olmuşlardı. Kuvvetli step tabiatile karşılaşmağa cesaret
edemiyorlardı, çünkü bu Türkler tamamile şehirleşmişlerdi.

Çeviren:

Dr. Saadet Ş. ÇAĞATAY

Türk Lehçeleri Doçenti

ÜBERBLICK ÜBER DIE GESCHICHTE
DER KÖKTÜRKEN

(Zusammenfassung)

Dr. A. von GABAIN

Als den Kök - Türken im Jahre 682 eine erneute Reichsgründung
glückte, wurde ihnen zunächst die zu envâhlende Lebensform, nämlich
in der Steppe oderin der Stadt, zum Problem,Iim Gegensatz zu den
bisherigen Oberherrn und Feinden, den Chinesen, entscheidet sich
Tonyukuk für das alt-ererbte Leben in der Steppe,. wo nun die Tür¬
ken zunächst ihre, ihnen eigentümliche Art erneut befestigen. Sie wer¬
den zu wahren Herren in der weiten Steppe, weil sie ausser dieser
Hochebene auch noch die seit Alters her heilig verehrte Gebirgsweide
des Ötükän erobern können, die ihnen zum Regierungszentrum und zum
Refugium dient. Ihr Verhältnis zu China bleibt weiterhin gespannt,
doch begehren sie dessen städtische Produkte, die die Türken sich
durch fast jährliche Beutezüge zu verschaffen wissen.

Kein äüsserer Feind, sondern Zwistigkeiten im Inneren, bringen dies
Reich schliesslich zum Ende. Es wird daher eine leichte Beute der
yerbündeten Uiguren, Basmilen und Karluken. Die ersteren erobern
den Ötükän und gewinnen damit die Oberhand über ihre Verbündeten,
deren sie sich bald entledigen, Die Schicksalsfrage nach der Lebens¬
weise' entscheiden die uigurischen Koniğe im Sinn von Steppe,und!
Stadt. Ihre Politik zu den Chinesen und deren sesshafter Kultur wird
positiv. Sie lassen sich eine feste Residenzstadt namens
Bay-balık
bauen und werden nach und nach auch zu wirklichen Herren der
turkestanischen Oasen - Städte, da sie deren kültürelle Aufgaben ver¬
stehen und selbst zu übernehmen imstande sind. Nach der offiziellen
Annahme des Manichäismus, also einer im städtischen Leben beheima¬
teten Religion, schwindet die Stärke ihrer eigenen alten Religion, des
Schamanismus, und damit ihre Wertschätzung für den Kült der Erd¬
göttin, nämlich den ötükän. Sie nehmen dessen Verteidigung nicht mehr
ernst genug und verlieren ihn alsbald; und mitsamt dem Refugium
büssen sie die Herrschaft über die Steppe ein. Der grösste Teil des
Volks flieht nun in die Oasenstädte des Tarim-Gebiets. Durch diesen
Zuzug eines völkisch stark entwickelten Türkentums erlangt die dor¬
tige Kultur eine speziell türkische Eigenart.

1

Bu yazı, memleketimize misafir olarak gelen ve Fakültemizin açılışının ilk yıl¬
larında Sinoloji Enstitümüzün Profesörü olan Dr. A. von Gabain tarafından 22 ve 24
İkinciteşrin 1943 tarihinde iki konferans halinde verilmiştir.