ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

TÜRK DİLİNİN ETİMOLOJİK SÖZLÜĞÜ (Örnekler)

Prof. Dr. Hasan EREN

Son 25-30 yıl içinde Türk dilinin etimolojik sözlüğüne ilişkin birçok yazı yazdım. “Türk Dilinin Étymologique Sözlüğünden Örnekler” (XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler. Ankara 1968, 9-12. s.), "Türk Dilinin Étymologique Sözlüğünden Yapraklar” (XVI. Milletlerarası Altaistik Kongresi (21-26.X.1973 Ankara) Bildirileri. Ankara 1979, 95-101. s.), "Türk Dilinin Étymologique Sözlüğüne Katkılar” (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı 1978-1979, 1-15. s.), "Türk Dilinin Étymologique Sözlüğüne Katkılar” (Türk Kültürü Araştırmaları XXXII, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’a Armağan.1994 [1996], 151-156. s.) gibi.

Özünde Türklük bilimi alanındaki çaba ve çalışmalarımda başlangıçtan beri etimolojik sorunlara büyük ağırlık verdiğimi saklamayacağım. Örneğin “Anadolu’da Toplu Yardımlaşma Gelenekleri: İmece" (Türk Dili XXIX, 1974, 545-549.s.; İngilizcesi: “Traditions of collective mutual aid in Anatolia: İmece, Archivum Ottomanicum VI, 1980, 107-114. s.), “Türklerde Ekinciliğin Gelişmesine Katkılar” (Türkoloji Dergisi VIII, 1979, 1-28. s.) başlıklı yazılarım da etimolojik açıklamalara dayanan bilimsel çalışmalardır. “Etimoloji Araştırmaları” (Türkiyat Mecmuası IX, 1951, 95-96. s.), “Etimoloji Araştırmaları” (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı 1954, 31-32. s.), "Dibek" (Türk Dili XXX, 1974, 761-764. s.), "Anadolu Türkçesinde “cılız” kavramı” (Hungaro-Turcica, Studies in Honour of Julius Németh. Budapest 1976, 225-229. s.) başlıklı yazılarım da bu yolda yayımlanmış küçük katkılardır. Yerli ve yabancı Türkologların Türk dilinin etimolojisine ilişkin yayınlarını değerlendiren yazılarım da yeni gözlemlerle doludur.

Bu yayınlara paralel olarak Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü üzerindeki çalışmalarımı da sürdürdüm. Bu yoldaki çalışmalarımı son yıllarda bir kat daha yoğunlaştırdım. Yazımına üniversite öğrencisi olarak giriştiğim etimolojik sözlüğümü bitirmiş olduğumu söyleyemem. Bu alandaki sorunların beni yaşamımın sonuna değin uğraştıracağını biliyorum. Ancak Türk dil bilimi alanındaki boşluğun derinliğini ve ulusal kültürünü artırmak isteyen Türk okurlarının gereksiniminin büyüklüğünü göz önüne alarak Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü adlı eserimi baskıya verdim.

Batı ülkelerinde ara sıra uzmanların üzerinde çalıştıkları bilimsel konuları toplu olarak açıklayan yazılar çıktığına tanık oluyoruz. Böylelikle bilim alanında ele alınmış olan bir konunun başka bir uzman tarafından işlenmesi önlenmiş olur. Bunun gibi, belli bir alanda yayımlanacak olan yeni eserlerin özetleri de bilimsel dergilerde verilir. Yeni yayınlara ilişkin bilgi vermek üzere birtakım örnekler yayımlanması da bilimsel alanda oluşmuş eski bir gelenektir.

Bu geleneğe uyarak gelecek ay baskıdan çıkacak olan Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü üzerine Türk Dili dergisinin değerli okurlarına açık bir fikir vermek düşüncesiyle eserimden seçtiğim birkaç örnek sunuyorum.

ağırşak ‘yün eğirilen iğin alt ucuna takılan, ortası delik ağaç veya kemik parça’. Türkçede çadırın delik direk başlığına çadır ağırşağı adı verilir. Yerel ağızlarda diz ağırşağı ‘diz kapağı kemiği’ olarak kullanılır. Diyalektlerde ağırşak ‘değirmen taşı’ olarak da geçer.

Eski Türklerden kalma bir iğ ağırşağında ağırçak biçimi saklanmıştır. Orta Türkçede ağırşuk olarak geçer. Eski Kıpçakçada ağırşak, ağurçuk, ağurşak biçimleri kullanılır.

Çağdaş diyalektlerde ağırşak yerine urşuk biçimi geçer: Nog urşık ‘iğ’. - Kzk urşuk. - Özb urçuk. - Blk. urçuk ‘iğ’. - TatK orçok ‘iğ’. - Miş orçok.- Bşk orsok. -Räsänen (V 515 a) bu biçimleri ur- ‘vurmak’ kökünün türevleri arasında saymıştır. Ş. Sami’nin verdiği Türkçe urçuk biçimi düşündürücüdür.

Macarca orsó biçiminin eski bir Türk dilinden geçtiğini biliyoruz (< urçuk). Tacikçe oçuq biçimi Özbekçeden alınmıştır (Doerfer: TLT 513).

Çağdaş diyalektlerde kullanılan urçuk biçiminin eski kaynaklarda geçmediği göze çarpıyor. Yalnız diyalektlerde kalan bu biçimin ur- (> vur-) veya ör- köklerinden geldiği düşünülemez. Buna karşılık bu biçim ile ağırşak sözü arasındaki benzerlik göz ardı edilemez. Türkçe ağırşak biçimi ağır-şak olarak açıklanabilir. Türkçede -şak, -şık, -şuk ekinin görevi -çak, -çık, -çuk ekinin görevine benzer. Bu ekler isim köklerine ve daha çok fiil köklerine getirilir. O bakımdan ağırşak sözünde -şak ekinin ağır gibi bir sıfat köküne getirilmesi büsbütün normal sayılamaz. Buna karşılık, bildiğimize göre, diyalektlerde ‘eğirmek’, ‘örmek’, ‘çevirmek’ gibi anlamlara gelen ağır- fiiline rastlanmaz.

Sırpça àgršak biçimi Türkçeden alınmıştır (Skok: EtRj 1: 11).

Németh: InschrNSzM 22; Räsänen: MTS 110 (ağır-sak!); V 8-9 (ağır-şak, ağır-sak!); 190 a (‘el değirmeni’ olarak kullanılan yarguçak biçimini *yār kökünden getirmiştir); 515 a (urçuk biçimini ur- kökünün türevleri arasında saymıştır); Brockelmann (OGM 116. § a) ağurşak biçiminin formansının -ak ekiyle genişletilmesi sonunda oluştuğunu dile getirmişse de, ‘el değirmeni’ olarak kullanılan yarguçak’ın -çak formansıyla kurulduğunu yazmış, ancak bunun ağırşak biçiminin göçüşmeli (métathétique) yan biçimi olduğunu fark etmemiştir (OGM 117. §); Doerfer: TLT 513 (urçuk biçiminin ur- kökünden geldiğini dile getirmiştir); Ligeti: MNy 66: 412-421; TörK 57; Daher: AA 101-102; Clauson: ED 926; Sevortyan: ÊSTJa 1974, 418-419; Eren: TM 19: 291-293; Halasi-Kun: AEMAe 1: 183; Bazin. SChron 498.

altmış ‘altı kere on, elli dokuzdan sonra gelen sayının adı’

~ Az altmış. - Tkm altmış. - TatK altmış. - Krg. altımış. Kırgızcada altmış biçimi kullanılmaz. Ancak cetimiş biçimi yanında cetmiş biçimi de geçer. - Kzk alpıs. Kazakçada -t- düşmüş, altmış biçimindeki -m- sesi de -p-’ye çevrilmiştir. Kazakça cetpis ‘70’ biçimininde de -m- sesi -p-’ye dönüşmüştür. - Nog alpıs. - Özb åltmiş. - Çuv utmăl. Çuvaşçada altmış’ın sonundaki -ş sesi -l’ye çevrilmiştir. Çuvaşça śitmĕl (< Türkçe yetmiş) örneğinde olduğu gibi.

Eski yazıtlardan başlayarak kullanılır (altmış). Orta Türkçede altmış olarak geçer. Eski Kıpçakçada da altmış biçimi kullanılır.

Sibirya diyalektlerinde ve Sarı Uygurcada altmış yerine altı on adı geçer: Alt altan. - Tel, Şor alton. - Sag alt’on. - Hak alton. - Tuv aldan. - SUyg alton. - Yak alta uon.

Altmış ve yetmiş’in on ‘10’ sayı adıyla yapılmış adları (altı on, yeti on) eski diyalektlerde kullanılmaz. Bunun gibi, çağdaş diyalektlerde de altmış ve yetmiş’in on’lu adlarına ancak dar bir alanda rastlanır. Buna karşılık seksen ve doksan’ın on’la yapılmış biçimleri (sekiz on, tokuz on) eski ve yeni diyalektlerde ortak olarak kullanılır (Türkçe seksen, doksan).

Bu verilere göre, altmış (ve yetmiş) adının -mış (ve -miş) ekiyle yapılmış bir türev olmadığı, altı (ve yeti) ve mış (miş) sözlerinin birleşmesi sonunda oluştuğu anlaşılıyor. Bu birleşik adın ikinci bölümünde geçen mış (miş) sözünün seksen (< sekiz on) ve doksan (< tokuz on) sayı adlarında kullanılan on gibi ‘10’ değerini bildirdiği açıktır. Ancak, altmış (ve yetmiş) adında geçen mış (miş) sözüne eski ve yeni diyalektlerde rastlanmadığına tanık oluyoruz.

Buna karşılık Ural dillerinin bir kolunda ‘10’ olarak kullanılan mıs sözü göz önünde tutulabilir. Bu söz Macarca harminc (< xarm-misz) ‘30’ adında saklanmıştır (Mac harm, három ‘3’ + mis ‘10’ ). Türkçede yalnız altmış ve yetmiş sayı adlarında kalan ve Ural dillerinin ancak bir kolunda kullanılan mış (mıs) ‘10’ sözünün üçüncü bir dilden alındığı anlaşılıyor. Bk. yetmiş.

Karaçay ve Balkar diyalektlerinde altmış yerine üç cıyırma bla on (“üç yirmi ile on”) adı kullanılır. Bk. Räsänen: Şiraliev Arm 16.

Necip Asım: TM 2: 392 (-mış’ı çokluk eki olarak değerlendirmiştir); Ramstedt: JSFOu 24, 1: 16; Hartmann: KSz 1: 155; Räsänen: MTS 76, 80, 137; Brockelmann: ZDMG 70: 214; OGM 129. §; Németh: NyK 47: 82; Csoma Arm 82; Clauson: Studies 150 ("-mış/-miş occurs only in altmış "sixty" and yétmiş "seventy"; apparently a very old suffix for "ten"); ED xlii (-mış/-miş only in altmış, yétmiş ‘sixty, seventy’, a common Conjugational Suff."); 130 (“altmış ‘sixty’; der. f. altı. with the unusual suffix -mış"); Menges: Introduction 98, 99; Egorov: ÊS 279; Ligeti: MNy 74: 266-267; TörK 148; Doerfer: KhalMat 290; Eren: TDAY 1972, 256-257; Sevortyan : ÊSTJa 1974, 141; Bazin: SChron 74.

arifane ‘yiyeceği ortaklaşa sağlanan (toplantı, eğlence)’. Ağızlarda erfane, erfene (> elfene), ferfane, ferfene, herfene gibi yan biçimler almıştır. Osmanlıcada herîfâne olarak geçer.

< Far kkarīfāna ‘in a companionable manner’ (< Ar karīf ‘associate, companion, messmate’ + -āna eki).

Bulgarca erfene Türkçeden alınmıştır. BER’de (1: 508) yanlışlıkla Rumcadan geldiği yazılmıştır. Rumcada da ρεφενές olarak geηer.

Tietze: Pers 144/59; Tzitzilis: Zaemki 118/33.

ark ‘içinden su akıtmak için toprağı kazarak yapılan açık oluk, kanal’. Ağızlarda arık olarak da geçer. Yerel olarak hark biçimi de kullanılır. Bu biçimin başındaki h- sonradan türemiştir.

~ Az arx. - Tkm ārık. - TatK arık. - Nog arık. - Krg arık. - Kzk arık. - KKlp arık. - ÖzbA ariq.- YUyg erik.

Kâşgarlı Mahmud’a göre, Orta Türkçede arık olarak kullanılır. Eski Kıpçakçada ark biçimi geçer.

Kökünü açık olarak bilmiyoruz. Pedersen’in Ermeniceden alındığı yolundaki savı yanlıştır (KZ 39: 458). Dankoff (ALT A3) Pedersen’in açıklaması üzerinde durmuş, her iki dilde ortak bir kaynaktan (örn. Orta Farsçadan) kalma bir alıntı olabileceğini dile getirmiştir. Ligeti (TörK 225) geçerli bir etimolojisinin yapılmadığını bildirmiştir. Barandeev (ST 5, 1987, 80-82) yanlışlıkla Türkçe yarık biçimiyle birleştirmiştir.

‘Sulama kanalı’ olarak kullanılan arık, Orta Asya topraklarında büyük bir yer tutmuştur (Barthold: K istorii orošenija Turkestana). Doerfer, atlı göçebe Türklerin yapay sulama terimlerine gereksinim duymadıklarını vurgulamıştır. Onun bu gözlemine katılan Ligeti, göçebelerin savunma sistemlerinde arklardan yararlandıklarını seslendirmiştir. Macarların da atlı göçebelerin saldırılarına karşı yurt sınırlarında arklar açtıklarını biliyoruz.

Türkçeden Farsça, Kürtçe gibi dillere geçtiği gibi, Balkan ve Kafkasya dillerine de girmiştir. Rusça ve Moğolcada da eski Türkçe bir alıntı olarak kullanılır. Macarcada da eski Türklerden kalma bir alıntı olark saklanmıştır. Ligeti’ye göre, Macarca árok Kumanca veya Peçenekçeden kalma öğeler arasında yer alamaz.

Pedersen: KZ 39: 458; Munkácsi: KSz 5: 355; Ramstedt: KWb 13 a; Doerfer: TMEN 469, Räsänen: V 28 a; Clauson: ED 214 a; Tietze: ZBalk 18: 176/120; Ligeti: TörK 255-256; Dankoff: ALT A3.

as¹ ‘çok değerli postu için avlanan bir hayvan, kakım’. Ağızlarda as, ars, arıs ‘gelincik’ ve ‘sincap’ olarak geçer.

~Tkm ās. - Krg ars (veya ars çıçkan). - TatK as. - Alt, Tel, Soy, Sag as. - Alt, Tel ās < ak as.; saras < sarı as. - Tuv as. - Çuv yus. Başındaki y- ikincil bir sestir.

Eski çağlardan başlayarak kullanıldığını biliyoruz. Kâşgarlı Mahmud’a göre, Orta Türkçede as yanında az biçimi de geçer. Eski Kıpçakçada da as ‘gelincik’ ve ‘kakım’ olarak kullanılır.

Şçerbak: İRLTJa 142; Doerfer: TMEN 477; OLZ 9/10, 1971, 443; Räsänen: V 289 b; Clauson: ED 240 a; Ligeti: AOH 19: 131; MNy 75: 136-138; TörK 41:

Anadolu ağızlarında kullanılan ars, arıs biçimlerideki -r-‘ler sonradan türemiştir. Kırgızca ars’taki -r- de ikincil bir sestir. Sevortyan’ın bu -r-’leri orijinal bir ses sayması yanlıştır (ÊSTJa 1974, 179,191-192). Ahmet’yanov’un, as’ın arıs’tan geldiği yolundaki savı da düzeltilmeye açıktır (ST 5, 1980, 88).

Yakutçda asa verilen üyän adı Moğolcadan alınmıştır (Kałużyński: ME 20).

astik argo ‘pezevenk’

< Erm asti, astik ‘here; this world; youth’. Türkçe dasnik, kodoş, pezevenk gibi sözlerin de Ermeniceden alındığını biliyoruz.

Dankoff: ALT 132.

avanak ‘kolaylıkla aldatılabilen veya kandırılabilen (kimse)’. Yerel ağızlarda ‘sıpa’ olarak da kullanılır.

< Erm yawanak ‘ass’es foal; (dial.) ass’.

Dankoff: ALT 528; Eren: TD 1995 /2: 875.

avgın < avgun yer. ‘duvarda suyun geçmesi için bırakılan delik veya üstü kapalı su yolu’. Ağızlarda yaygın olarak kullanılır. Yerel olarak algın biçimi de geçer. Bu biçimde -v- sesi -l-’ye çevrilmiştir.

< Far avġūn ‘an aqueduct, a canal’.

Tietze-Tekin: Erdem 5: 292/61.

barak ‘bir tür tüylü av köpeği’. Yerel ağızlarda da ‘çok tüylü köpek’ olarak geçer.

~ KKlp barak ‘tüylü (köpek), saçlı (insan)’.- Kzk barak ‘bir tür köpek’. - Krg barak ‘tüylü, kıllı’: barak it ‘uzun tüylü köpek’. - Özb baråk ‘tüylü, kıllı, saçlı’: baråk it. - YUyg barak ‘tüylü, kıllı’.

Orta Türkçeden başlayarak geçer. Kâşgarlı Mahmud’a göre, barak ‘çok tüylü köpek’ olarak kullanılır. Eski Kıpçakçada barak ‘tüylü köpek’ olarak geçer.

Dankoff’a göre (CAJ 15: 102-117), Farsçadan kalma bir alıntıdır: Avesta bar- ‘to ride’; EFar asa-bāra ‘rider; horseman’, Sogd β’r’k ~β’ryh ‘rider’; Saka bârgya ‘rider’, bāraa (< *bāraka) ‘riding-animal’; aśśa-bāraa ‘rider’; Pehl bārak, YFar bāragī ‘horse’. Orta Farsça bārak ‘a fabulous stead’ bir yandan Arapçada Burāq ‘Mount of Mukammed in the Mi"rāj’ olarak yayılmış, bir yandan da Türkçede barak ‘mount of the shaman; the shaman himself; any hairy animal’, ‘hairy people; hairy hunting dog born of an eagle; etc.’ olarak yer almıştır.

Zekiyan (Studi Iranici: 17 Saggi di Iranisti Italiani. Roma 1977. 217-221) Dankoff’un görüşünü değerlendirmiştir. Bk. Dankoff: ALT A4. Golden’a göre (Róna-Tas Arm 50) barak Türkçeye büyük bir olasılıkla İran dillerinden geçmiştir.. (Sogd β’r’k, Saka bârgya ‘rider’, Pehl bârak ‘the horse of Ahriman’). Golden, Dankoff’un yazısına göndermede bulunmakla yetinmiştir.

Türkçeden Moğolcaya da geçmiştir. Ramstedt (KWb 34 a) Türkçe ve Moğolca biçimleri ortak bir kökten getirmeyi denemiştir.

Macar ağızlarında kullanılan barág biçimi Kumancadan kalma bir alıntıdır (Mándoky: NyK 73: 368-370). Türkçeden Balkan dillerine de geçmiştir: Blg barak (BER 1:33); Srp bàrak (Škaljić: Turc 120); Rum barac (Rásonyi: AECO 1: 231; Pelliot: Notes 57-58). Şçerbak: İRLTJa 95, 127; Doerfer: TMEN 728; Ligeti: Rintchen Arm 136. s. 22. not; Dankoff: EÇ-Glossary 16; Räsänen: V 62 b; Clauson: ED 360 a; Eren: TD 1992/2: 167-168; 1993/1: 378-379.

baramina yer. ‘taşçıların kayaları delip parçalamak için kullandıkları 2 m boyunda, sekiz köşeli demir’

< R παραμίνα ‘Instrument zum Durchbohren von Felsen’.

Tzitzilis: GrLw 389.

baran yer. 1. ‘üzüm, yemiş ağaçları dizisi’; 2. ‘sebze veya bağ çubuğu dikmek için açılan çukur’

< Erm paran ‘cord; row of vines; (yer.) furrow’.

Dankoff: ALT 610.

battaniye ‘yorgan yerine kullanılan, yünden dokunmuş kalın örtü’

< Ar (Suriye) bxâniyye ‘couvre-pieds’.

berdi yer. ‘bataklıklarda yetişen bir tür saz, hasır otu, kova’

< Ar bardī ‘Binse’.

Tietze: Ar 264/7; Eren:TD 1990/1: 41,42.

beşe yer. 1. ‘(Anadolu halk takviminde) şubat ayı’; 2. ‘şubat sonu ile martın üç haftası’ . Yerel ağızlarda meşe olarak da geçer.

< beş ‘5’ + -e. Anadolu’nun birçok yerinde kıştan yaza doğru gelinirken birer ay aralıkla dokuza, yediye, beşe, üçe, bire diye gösterilen günler vardır.

Bazin: SChron 513-516.

beşik ‘süt çocuklarını sallayarak uyutmaya yarayan küçük karyola’

~Tkm bīşik. - Özb beşik. - Krg beşik ‘salıncak, beşik’.- TatK bişik. - Blk beşik. - Nog besik ‘salıncak, beşik’. - KKlp besik ‘salıncak, beşik’. - Hak pizik ‘beşik, salıncak’. -Sag, Kaça pezik ‘beşik’. -Şor pejik ‘beşik’. -Tel mejik ‘tabut, mezar, beşik’. - Alt pejik ‘tabut’. - Yak bisik ‘beşik’.

Eski çağlardan beri kullanıldığını biliyoruz. Orta Türkçede beşik biçimi kullanılır. Eski Kıpçakçada da beşik olarak geçer.

< beşi- (~ bişi-) ‘sallamak’ + -k eki.

Türk diyalektlerinde beşiğe sallancak, tebret gibi adlar da verilir. Türkmence sallancak’ın sallanmak’tan geldiği açıktır. Tarançıların kullandığı tebret de tebremek ‘sallanmak’ kökünün -t ekiyle yapılmış bir türevidir. Eski sözlüklerde ‘beşik’ olarak üğrümük adı da geçer. Bu adın da Orta Türkçede kullanılan ügrimek ‘sallamak’ kökünden geldiği anlaşılıyor. Bunlara benzer birtakım örnekler için bk. Doerfer. TMEN 837.

Eski bir Türkçe alıntı olarak Macarcada saklanmıştır (bölcsö ‘beşik’). Macarca bölcsö’nün -l-’si sonradan türemiş ikincil bir sestir.

Macarca gyümölcs (< Türkçe yemiş)’teki -l- gibi. Bk. yemiş.

Bulgarca bešik ve Sırpça bèšika biçimleri Türkçeden alınmıştır (BER 1: 45; Skok: EtRj 1: 142).

Böhtlingk 461. § ; Bang: MSFOu 67: 40; Räsänen : TLT 48; V 72 a (kökeni üzerinde durmamıştır); Clauson: ED 380 b; Ligeti: JA 1938, 189; CAJ 24: 243-244; TörK 17, 121; Németh: KCsA 1. Ergänzungsband 521; Sevortyan: Hungaro-Turcica 151-153; ÊSTJa 1978, 122-123; Egorov: ÊS 154 (Çuvaşçada ‘kundak bezi’ olarak kullanılan pelçe’yi beşik ile birleştirmiştir); Halasi-Kun: AEMAe 1: 162; Şçerbak: Vvedenie 141.

butum yer. ‘yabanî fıstık ağacı’. Ağızlarda buttum, buddum, bıtım, bıttım olarak da geçer.

<Ar buxm ‘Terebinthe’, buxîm ‘noix du pistachier sauvage’.

Tietze: Ar 265/14; Eren. TD 1995/1: 58.

carmakcur argo ‘rakı’

< Erm čermak ‘white’ + jur ‘water’.

Kostov: LB 14, 2: 91. s. 1. not; Wagner: BIFR 10: 31; Drimba: Iordan Arm 266; Theodoridis: Münchener Studien zur Sprachwissenschaft; Beiträge zur Südosteuropa-Forschung 1966, 126; Eren: TD 1992/2: 202; Dankoff: ALT 455.

ceylan ‘çöllerde yaşayan, güzel gözlü, ince bacaklı, keçiden küçük hayvan’. Anadolu ağızlarında ceyran (> ceran > ceren) olarak da geçer.

~ Tkm ceren ‘ceylan’. Türkmenler keyik ve umga adlarını da kullanırlar. - Krg ceren ‘ceylan’. - Alt yeren ‘yaban keçisi’.

Doğrudan doğruya veya Farsça yoluyla Moğolcadan alınmıştır (Moğ cegeren ‘antilop’). Türkçe ceyran biçiminin a(r)slan, kaplan, sırtlan gibi sözlerin analojik baskısı altında ceylan’a çevrildiği anlaşılıyor.

Moğolcadan - Farsça ve Türkçe yoluyla - komşu dillere de geçmiştir.

Türkçe maral da Moğolcadan alınmıştır. Bk. maral. Güney Sibirya diyalektlerinde ‘erkek karaca’ olarak kullanılan kuran da Moğolca bir alıntıdır. Kıpçak diyalektlerinin bir bölümünde geçen cür ‘dağ keçisi’ de Moğolcadan geçmiştir.

Laufer: T’oung Pao 17: 496; Sino-Iranica 575; Ramstedt: KSz 15: 144; KWb 474 b; Lautlehre 165; Pelliot: T’oung Pao 24: 253; Ja 210. 285; Bang: KSz 17: 132-133, 142. s. 2. not; Menges: Poppe Arm (1) 103-104; Şçerbak: İRLTJa 133; Doerfer: TMEN 171; Róna-Tas : ALH 16: 434; Räsänen: V 112 a; 125 a; ÊSTJa 1989, 24-25; Şipova: STRJa 121,124; Bazin: SChron 501.

cicim ‘perde veya örtü olarak kullanılan nakışlı kilim’. Ağızlarda daha çok cecim olarak kullanılır.

< Far cācim (~ cācīm) ‘a fine bedding or carpet’. Kürtçe, Gürcüce gibi komşu dillerde de kullanılır.

Monchi-zadeh: Xurāsān. 307/132. not; Tietze AO 13: 18.

cibin ‘sinek, sivri simek’. Ağızlarda çibin olarak geçer.

~ Tkm çıbın ‘sivri sinek’. - Blk çibin ‘sinek’. - Nog şıbın ‘sinek’. Nogaylar sivri sineğe şirkey adını verirler. - KKlp şıbın ‘sinek’. Kara Kalpaklar sivri sineğe de şıbın (veya süyir şıbın) adını verirler. - Özb çivin ‘sinek’. - Krg çımın ‘sinek’. Kırgızlar sivri sineğe çirkey adını verirler. - Kzk şıbın ‘sinek’. - Tar çibin ‘sinek’. - Alt çımın, çümüŋ ‘sinek’. - Tel çımal. Bu biçim benzeşmezlik (dissimilation) sonunda oluşmuştur. (Eren: KCsA 3: 134-135). - Şor şıbın.

Eski Kıpçakçada çıbın ‘sinek’ olarak geçer.

Eski ve yeni diyalektlerde cibin (< çibin) yanında sinek adı da kullanılır (Ligeti: TörK 130). Bk. sinek. Sivri sineğe verilen cibin adı Türkçede cibinlik türevinde saklanmıştır. Bk. cibinlik.

Ramstedt (KWb 364 a) Türkçe çıbın’ı ? işaretiyle Moğolca simağul biçimiyle birleştirmiştir.

Zajaczkowski : Sufiksy 78 (< *çip-); Brockelmann: OGM 92. §; Pelliot: BSOS 6: 575; Räsänen: V 110 a.

cibinlik ‘sivri sinekten korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde örtü’

< cibin + -lik. Anadolu ağızlarında cibin ‘sinek, sivri sinek’ olarak geçer. Bk. cibin.

Ağızlarda cibinliğe cibindirik adı da verilir. Bu adın -dirik (-dırık, -duruk, -dürük) ekiyle yapıldığı açıktır. Örn. boyunduruk (<: boyun), çiğindirik (<: çiğin), gömüldürük.

Dilimizde eskiden cibinlik yanında cibindenlik biçimi de kullanılmıştır. Bu biçimdeki -den eki Farsçadan alınmıştır. Türkçe iğnedenlik, yağdanlık örneklerindeki -den ~ -dan gibi.

Farsçaya çipinlik ‘a mosquito-tent’ olarak geçmiştir.

Bang: Túrán 1918, 302; Eren: TD 1993/2: 16.

çaprak ‘eyer örtüsü’. Türkçede şaprak biçimi de kullanılır.

Eski ve yeni diyalektlerde geçmeyen bu sözün yabancı bir dilden alındığı açıktır. Türkçeye Macarcadan geçtiği anlaşılıyor (Mac csáaprág).

Avrupa dillerinde de yaygın olarak geçer: Alm Schabracke; Fr chabraque. Avrupa dillerine Türkçe yoluyla geçtiği anlaşılıyor. Rusça čaprák, čeprák biçimi de Türkçeden alınmıştır.

Çağdaş diyalektlerin bir bölümünde çaprağa tokum adı verilir. Bu adın Moğolcadan alındığını biliyoruz (Ligeti: KSİNA 83: 19).

Miklosich: TE 1: 36; Nachtr 1: 20; 2: 93; Gombocz: MNy 9: 412-414; TESz 1: 408; Zajaczkowski: Studia 8; Crânjală: RumVl 240; Dmitriev: Stroj 550; Vasmer: REW 3: 302; Räsänen: V 99 b, Skok: EtRj 1: 252; Hadrovics: UElSk 160.

çekelez yer. ‘sincap’. Yerel ağızlarda çökelez olarak da geçer.

Kökenini bilmiyoruz.

Türkçede çekelez yerine daha çok sincap adı kullanılır. Bundan başka, sincaba değin adı da verilir. Bk. değin. Bu bakımdan çekelez adı daha çok yerel ağızlarda kalmıştır. Yerel olarak sincaba tirik (> dirik) adı da verilir. Bk. tirik.

çepiç ‘bir yaşında keçi yavrusu’. Anadolu ağızlarında çepiş, çebiç ve çebiş biçimleri de kullanılır.

~ Az çepiş. - Tkm çebiş ‘keçi yavrusu’. - Krg çebiş ‘iki yaşında keçi yavrusu’. - Kzk şıbış ‘bir yaşında keçi yavrusu’. - KKlp şıbış.

Orta Türkçede çepiş ‘altı aylık keçi yavrusu’ olarak geçer. Eski Kıpçakçada da çepiş olarak kullanılır. Bu verilere göre, Türkçede çepiş biçiminin sonundaki -ş ünsüzü -ç’ye çevrilmiştir.

Kökenini bilmiyoruz. Lâtince caper ‘keçi’ adıyla birleştirilmesi güçtür.

Farsça çapiş, çapuş ‘a yearling kid’ biçimi Türk diyalektlerinden geçmiştir.

Hubschmid: Vox Romanica 114: 192; Egorov: ÊS 323; Şçerbak: İRLTJa 120; Doerfer: TMEN N 74=2019; Räsänen: V 105 a; Clauson: ED 399; Monchi-zadeh: Xurāsān 88; Abaev: ŹS 3: 72; Eren: TD 52: 770; 1990/1: 27-28; 1992/2: 176; 1993/2: 22,54,59.

çıkmak ‘içeriden dışarıya varmak, gitmek’

~ Az çıx-. - Tkm çık-. - TatK çık-. - Bşk sık-. - Nog şık-. - Kzk şık-. - KKlp şık-. - Krg çık-. - Özb çiq-. - Alt, Tel, Kuğ çık-. - Sag, Koy sık-. - Şor, Kaça şık-.

Eski Türk yazıtlarında çık- yerine taşık- biçimi geçer. Bilim çevrelerinde büyük bir yaygınlık kazanmış olan bir görüşe göre, eski ve yeni diyalektlerde kullanılan çık- biçimi *tışık- (< taşık-)’tan gelir. Bk. dış. Clauson’un bu görüşü inandırıcılıktan uzak bulduğu göze çarpıyor (ED 562). Ona göre (ED 405-506), çık- ve çıkar- biçimlerinin 11. yüzyıldan önce geçmemesi bir rastlantıdan başka bir şey olamaz.

Ramstedt: Stellung 31; Formenlehre 121; Gabain: AG 91. §; Ligeti: AOH 19: 152; Kononov: GrJaTRP 188. §; Tenişev: İRLTJa 256-260; Räsänen: V 466 a; Doerfer: TLT 379.

dink yer. ‘çeltiği kabuğundan ayırmak veya bulgur dövmek için kullanılan dibek’

< Far. ding ‘a wooden instrument with iron teeth, used in separating rice from the chaaf’. Farsçada bu araca dingī adı da verilir. Kürtçede dink ‘mortier’ olarak kullanılır. Türkçede kabuğu ayrılmamış pirince verilen çeltik adı da Farsçadan alınmıştır. Bk. çeltik. Bunun gibi, pirinç de Farsça bir alıntıdır. Bk. pirinç.

Bulgarca dink Türkçeden alınmıştır (BER 1: 393).

Dankoff: EÇ-Glossary 32; ALT E33. Tietze (Pers) dink üzerinde durmamıştır. Sevortyan’ın dink’in *teg- ~ *tey- kökünden geldiği yolundaki açıklaması yanlıştır (ÊSTJa 1980, 175).

dasnik argo ‘pezevenk’

< Erm tasnfhink ‘pezevenk’. Türkçe astik, kodoş, pezevenk gibi sözlerin de Ermeniceden alındığını biliyoruz.

Dankoff: ALT 698.

dört ‘üçten sonra gelen sayının adı’

~ Tkm durt. - Nog. dört. - Bşk dürt. - KKlp. tört. - Kzk. tört. - Krg. tört. - Tar. tört. - Alt, Tel, Şor, Sag, Kaça tört. - Özb turt. - Yak. tüört. - Çuv tăvattă, tăvată.

Eski çağlardan başlayarak kullanılır. Orta Türkçede tört olarak geçer. Eski Kıpçakçada tört, dört biçimleri göze çarpar.

Bilimsel yayınlarda sık sık Moğolca dörben biçimiyle birleştirilmiştir. Örn. Schmidt’e göre (MSFOu 67 : 366), bu birleştirme kuşkuya yer vermeyecek kadar açıktır. Ramstedt (KWb 100 a; Formenlehre 62; SKE 277), Räsänen (MTS 77; V 495 a), Poppe (UJb 6:100; Lautlehre 110), Ligeti (TörK 312) gibi yazarlar da bu birleştirmeyi dile getirmişlerdir. Bu birleştirmeyi Doerfer (TMEN 203; KhalMat 307) de olası görmüş, Ana Türkçe *dur biçiminin Moğolca dör ile karşılaştırılabileceğini yazmıştır. Ona göre, dör biçimi sonradan Moğolca ġurban ‘üç’ ve harban ‘on’ sayı adlarına benzeşmek yoluyla -ben ekini almıştır. Poppe’nin görüşüne göre, dört Türkçede Moğolcadan kalma bir alıntıdır. Buna karşılık Doerfer (JSFOu 73 ; 91-92; TDAY 1975-1976, 119) Moğolcada *derben biçiminden yola çıkılması gerektiğini öne sürmüştür. Başka bir deyişle, birleştirmenin ortadan kaldırılabileceğini yazmıştır. Aalto’nun dile getirdiği gibi (UAJb 41; 329), Altay dillerinin sayı sistemlerinde birlik yoktur. Türkçe dört (< tört) ile Moğolca dörben arasındaki ilişki üzerinde duran dil uzmanlarının Yakutça tüört ve Çuvaşça tăvattă biçimlerinin tanıklığını değerlendirmedikleri göze çarpıyor.

Ramstedt: JSFOu 24,1: 4,7-8; Schmidt: MSFOu 67:366; Ligeti: JA 1938, 191; Egorov ÊS 234; Collinder: MSFOu 158: 68 ; Räsänen: V 495 a; Poppe: JSFOu 68, 4: 12; Clauson: ED 534; Sinor: BSOAS 26: 138; Sevortyan: ÊSTJa 1980, 284-286.

erkeç ‘erkek keçi’. Yerel ağızlarda irkeç olarak da geçer.

~ Tkm erkeç ‘iki yaşında erkek keçi’. - Krg. erkeç ‘enenmiş erkek keçi’.

Orta Türkçede erkeç ‘erkek keçi’ olarak geçer. Eski Kıpçakçada erkeç (veya irkeç) ‘enenmiş keçi’ (ve ‘enenmiş koç’) olarak kullanılır.

Diyalektlerde koça verilen irk, irik adından geldiği anlaşılıyor: irk + -(e)ç küçültme eki. Koça verilen irk (irik) adı çağdaş diyalektlerde yaygın olarak geçer: Tel irk, irik ‘koç’. - Sag irik ‘koç’. - Tuv irt ‘enenmiş koç’. Tuvacada irk biçimi irt’e çevrilmiştir. Türkçe börk ‘başlık’ biçiminin bört’e çevrilmesi gibi. - Krg irik (~irk) ‘üç yaşında enenmiş koç’.

Orta Türkçede dört yaşına girmek üzere bulunan koyuna irk adı verilir. Bk. Clauson: ED 220-221.

Eski Türkçe irk (~ irik) Macarcaya ürü olarak geçmiştir (Ligeti: TörK 79).

Türk diyalektlerinde erkek keçiye daha çok teke adı verilir. Çuvaşlar taka adını ‘koç’ olarak kullanırlar. Tekeye de kaçaka taki adını verirler. Bk. teke.

Türkçe erkeç biçimiyle çağdaş diyalektlerde geçen serke (> serge) adı arasında bir bağ kurulamaz. Şçerbak bu iki ad arasındaki benzerlik üzerinde özel olarak durmuştur. Ancak serke adı Moğolcadan kalma bir alıntıdır. Macarca zerge biçimine ilişkin bilgi almak için bk. Ligeti: TörK 194, 305.

Németh: KCsA 1. Ergänzungsband 522-523; Csoma Arm 69; Brockelmann: OGM 24. § b (er + -(e)ç eki!); Şçerbak: İRLTJa 118 (< erik- kökünden geldiği yolundaki sav düşündürücüdür); Ligeti: KSİNA 83: 17; TörK 79, 229; Räsänen: V 173 b (Türkçe herek biçimiyle birleştirmesi yanlıştır); Clauson: ED 223 b; Sevortyan: ÊSTJa 1974, 300; Eren: MNy 73: 156-158.

 erkete argo ‘bakma, gözetleme, dikiz’

< R έρχεται ‘er kommt!’.

Tzitzilis: GrLw 125.

 geçim < kecim esk. ‘savaşlarda giyilen zırh, eyer örtüsü, çaprak’

~ Sag kecim ‘eyer örtüsü, çaprak’. - Yak kıçım

< Moğ kicim ‘une chabraque, housse’; kecim ‘Satteldecke, Schabracke’. Moğolca kecim Türkçeden alınmıştır: kedim ( < : ked- ‘giymek’) (Ramstedt: KSz 15: 148; KWb 222 b). Türkçeden Farsça, Rusça gibi komşu dillere de geçmiştir.

Farsça geyim biçimi de Türkçeden alınmıştır (Doerfer: TMEN 1726).

Ramstedt: KSz 15: 148; Bang: MSFOu 67: 39; Ligeti: MNy 31: 289; NyK 49: 268; Kałużyński: ME 26; Doerfer: TMEN 326; Räsänen: V 246 a; Clauson: ED 704 a; Kho: MSFOu 158: 139-140; Beldiceanu-Villaine-Gandossi: Turcica 12: 169-173; Erdal : Word Form 36. Bk. ÊSTJa 1997, 18-19.

hülü ‘bir çeşit şeftali’

< Far hulū ‘a kind of peach’. Kürtçede de hulu ‘prune’ olarak geçer. - Türkçe şeftali (ve zerdali ) de Farsçadan alınmıştır.

Pelliot: JA 1925; Poppe: ZKV; Räsänen. UJb 19: 103; 33: 147 (Moğolca, Tunguzca biçimlerle birleştirmesi yanlıştır); V 513 a (Moğolca hulu ‘kavak’ biçiminden alındığı yolundaki açıklaması da çürüktür); Musaev: LTJa 265.

kaburga ‘eğe kemiği’

~ Tkm gapırga. - Bşk kabırga. - KKLp kabırtka, kawırtka. Kara Kalpakça kabırtka biçiminin -t-’si sonradan türemiştir (Eckmann: TDAY 1955, 14). - Kzk kabırga. - Krg kabırga. - Özb kovurga. - Alt, Tel, Şor, Sag kabırga

< Moğ qabirġa ‘les côtes supérieures, de devant’. Moğolcada qabirġa yanında qabisun biçimi de kullanılır.

Türkçe kaburga’nın kabur-ga diye açıklanması yanlıştır (Brockelmann: OGM 49. §; Garipov: Slovoobrazovanie 87; Räsänen: MTS 124).

Özbekçeden Tacikçeye qaburγa olarak geçmiştir (Doerfer: TLT 403).

Türkçede kaburgaya eğe (< eye < eyegü) adı da verilir. Bk. eğe.

kâkül ‘alnın üzerine düşen kısa kesilmiş saç, perçem’

~ Blk kekel. - Kzk kekil. - Krg kökül. - Özb kåkil ‘Zopf’. - KKlp kekil. - Nog kekel. - Tar kokul

< Far kākul. Farsçaya Moğolcadan geçtiği anlaşılıyor: Moğ kökül ‘Haarschopf’. Kalmıkçada kökµ ‘Haarflechte, Stirnhaar, Haarbüschel’, Monguorcada ‘la partie de la crinière qui, chez le cheval, passe entre les deux oreilles et tombe sur le front, toupet; une ou deux petites tresses de cheveux qui de chaque côté descendent le long de la joue et se croisent sur le menton (signe distinctif des jeunes filles fiancées, chez les Ordos du Sud)’olarak geçer. Halha diyalektinde de xöxül olarak kullanılır.

Tacikçede kåkul, kåkül ‘Zopf (der Fraunen)’ biçimi kullanılır. Farsçadan Urducaya da geçmiştir (kākul ‘a curl, lock, ringlet’). Peştuca - da da kākul ‘a curl, lock, ringlet’ olarak kullanılır. Kürtçede de Farsça bir alıntı olarak geçer.

Doerfer’in Bulgarca, Rumence ve Rumca gibi Balkan dillerine geçtiği yolunda verdiği bilgiler yanlıştır. Bulgarca kačul, Rumence căciulă, Rumca κατσоũλα biηimlerine ilişkin bilgi almak için bk. BER 2: 294-295; Andriotis: EL 156.

Ramstedt: KWb 237 b, SKE 115; Joki: LwSS 181; Doerfer: TMEN 320; TLT 178; CAJ 12: 306; Ligeti: AOH 14: 48-49; Räsänen: V 247, 276 b.

kalas ‘kalın biçilmiş uzun tahta’

< Galaţi, Romanya’da bir şehir. - Türkçe kalas adının Galaţi kerestesi adından çıktığı anlaşılıyor. Buna göre, kalas eliptik bir addır. Türkçe tire ‘pamuk iplik’ (< Tire ipliği) adı gibi.

Şăineanu: InflOr; Matei: RÉSEE 4: 225, 230, 232; Tietze: RO 38: 280.

keçe ‘yapağı veya keçi kılını hasır üzerine yaydıktan sonra ayakla basa basa veya döverek yapılan kaba kumaş’

~ Az keçf. - Tkm keçe. - Hal käçä ‘felt’. - Çuv kěśśe

~ OT (Oğuzca) keçe. Eski Kıpçakçada da keçe olarak geçer.

Kökenini bilmiyoruz. - Macarcaya kecse olarak geçmiştir. Sırpça keče biçimi de Türkçeden alınmıştır.

Türk diyalektlerine keçe yerine daha çok kiyiz adı kullanılır: Krg kiyiz. - Blk kiyiz. - Tar kigiz. - Alt kiyis. - Alt, Tel, Şor kīs. -TatK, Ksk kīz. -Tuv kidis.

Orta Türkçede de kidiz olarak geçer. Bk. Räsänen: LTS 135; V 270 a; Doerfer: TMEN 1696; Clauson: ED 707 a; Muhamedova: MSFOu 158: 192; Ligeti: TörK 128. Bk. ÊSTJa 1997, 66-67.

Farsça kīz ‘felt-cloth’ Türkçeden alınmıştır.

Laufer: Felt: how it was made and used in ancient times and a brief description of modern methods of manufacture and uses. Chicago 1927; Egorov: ÊS 110; Škaljić: Turc 404-405; Räsänen: V 245-246; Clauson: ED 694 b; Muhamedova: MSFOu 158; 192; Gulácsi: Keletkutatás 1991, ösz, 77-86; Doerfer: KhalMat 297; Levitskaya: ChuvSt 103. Dankoff (ALT A 10) Ermenice kač ‘felt’ biçimini vermiş, Türkçe ve Ermeniceye ortak bir kaynaktan (örn. Orta Farsçadan) geçmiş olabileceğini dile getirmiştir. Bk. ÊSTJa 1997, 59-60.

kevel yer. ‘kuzu veya koyun postundan yapılmış kürk’

< Far kabal ‘a skin with short hair or wool; a garment made of sheep-skin’.

Eren: Korkmaz Arm 152. Tietze (Pers) kevel’i vermemiştir.

köprü ‘iki yakayı birbirine bağlamak için yapılan yapı’. Yerel ağızlarda körpü olarak geçer.

~ Tkm köpri. - Nog köpir. - KKlp köpir. - Blk köpür. - Krg köpürö. Kırgızlar köpüru ve köpürük biçimlerini de kullanırlar. - Kzk köpir. - Özb koprik.- Alt, Tub kömrü. Altay Türkleri köprüye kür adın da verirler. Bu adın Moğolcadan geldiği anlaşılıyor (Räsänen: V 310 a). - Tel kömür. Teleütler kör adını da kullanırlar. Altayca kür biçimi gibi, bu ad da Moğolcadan alınmıştır. - Sag köbür. - Mad köbürtke. - Sag kübürtke. Madırca ve Sagayca köbürtke (> kübürtke) biçimlerindeki -t- sonradan türemiştir. - TatK kübir. - Tuv kövürüg. - Yak kürbe, {rbe. Yakutça kürbe’nin göçüşme (métathèse) sonunda ortaya çıktığı açıktır (kübre > kürbe). Başındaki k-’nin düşmesi üzerine {rbe biçimini aldığı anlaşılıyor (Eren: TDAY 1953, 165-166). - Çuv kĕper.

En eski kaynaklardan başlayarak kullanıldığını görüyoruz (köprüg). Orta Türkçede de köprüg olarak geçer. Eski Kıpçakçada köprü, köpri biçimleri kullanılır.

Grekçede köprüye verilen γέφũρα adından alındığı yolundaki eski görüşün son yıllarda da ara sıra dile getirildiğine tanık oluyoruz. Ancak Grekçe γέφũρα’nın *δέφυρα’dan geldiği anlaşılıyor (Windekens: Dictionnaire étymologique 54). O açıdan Grekçe *δέφυρα’nın Türkçe köprüg biçimiyle birleştirilmesi kolay kolay düşünülemez. Kaldı ki Grekçe γέφũρα Eski Tόrkηe köprüg biçiminin sonundaki -g’yi de karşılayamaz.

Türkçe köprü’nün köpür- kökünden gelen bir türev olduğu anlaşılıyor. Bu görüş Clauson’dan başlayarak ağırlık kazanmıştır. Ancak, Clauson’un belirttiği gibi, köpür- köküyle köprü arasındaki anlam bağı açıklanmaya muhtaçtır.

Arapça kûbri ‘pont’ Türkçeden alınmıştır. Türkçeden Balkan dillerine de geçmiştir: Srp ćůprija; Blg kjuprija vb. (BER 3: 253; Skok: EtRj 1: 365).

Eski çağlardan kalma bir alıntı olarak Moğolcada da kullanılır.

Meyer: TürkSt 43; Vlndimirtsov: SrGr 213; Räsänen: StO 14, 1: 1-11 (Gr γέφũρα); LTS 62, 227; V 292 a; Brockelmann: Zeitschrift fόr Phonetik 4: 263; Nιmeth: Berzeviczy Arm 165; Ramstedt: Thomsen Arm 185; SKE 131; Joki: LwSS 199-200; Deny: Principes 177 (< Gr gefüra); Egorov: ÊS 106; Zajaczkowski: Sufiksy 104; RO 22: 107; Poppe: UJb 7: 156; Doerfer: TMEN 1623; TLT 184; Ligeti: AOH 17: 30; Clauson: ED 690 b; Škaljić: Turc 200; Adamović: AFF 10: 68; Skok: EtRj 1: 365; Menges: CAJ 15: 35; Hegaard: AO 3: 257; Şirvaşidze: ST 1, 1989, 79; ÊSTJa 1997, 113-114.

olta ‘balık tutmak için kullanılan, ucuna çengelli iğne takılı, at kuyruğu kılından yapılmış iplik’< volta. Yerel ağızlarda holta (~ folta) olarak da geçer.

~ Çuv vălta

< R βόλτα ‘fishing tool consisting of a long line carrying a single hook’. - Rumca βόλτα’nın İtalyanca volta’dan geldiği açıktır. Georgacas’a göre, Türkçe volta, olta, holta biçimlerinin Rumcadan geldiğine ilişkin açıklama kuşkuludur.

Türkiye Türkçesinden Çuvaşçaya geçtiği anlaşılan vălta biçimi düşündürücüdür. Çuvaşçada buna benzer örneklere rastlanmaz.

Levitskaya (ChuvSt 97-103) olta üzerinde durmamıştır. Ancak olta’nın Oğuzca bir öğe olmadığı açıktır.

Egorov: ÊS 48; Kahane-Tietze: LFL 749; Benzing: PhTF 1: 707; Eren: TD 53: 256 (< R βόλτα); Rδsänen: V 361 a; Sevortyan: ÊSTJa 1974, 448-449; Doerfer: UAJb N. F. 2: 142; Georgacas: FT 138/192.

rafadan < rafıdan ‘kaynar suda kabuğu ile az pişirilen (yumurta)’

< R ροφητςν “weiches Ei’.

Bulgarca (rovit, rofit) ve Sırpça (ròfito) gibi Balkan dillerine de geçmiştir.

Meyer: TürkSt 57; Tzitzilis: GrLw 449.

reşme ‘yular, başlık’. Yerel ağızlarda reşme yanında ireşme yan biçimi de kullanılır.

~ Tkm irişme ‘yular; dizgin’

< Ar raşma ‘Halfter, Nasenriemen am Zaumzeug’. Farsçada da raşma olarak kullanılır.

Sırpça rèšma biçimi Türkçeden alınmıştır.

Tietze: Ar 279/73; Škaljić: Turc 534; Räsänen: V 389 a; Skok: EtRj 3: 132; Muhamedova: MSFOu 158: 190.

sağır ‘işitmeyen (kimse)’. Yerel ağızlarda saηır olarak da geçer.

~ TatS sağır. - KKlp savur. Kara Kalpaklar saηırav biçimini de kullanırlar. - Kûr sağır. - Türkî sargū ‘sağır’. Göçüşme (métathèse) sonunda oluştuğu anlaşılıyor. Türkî alanında saηrağu biçimi de geçer.

Eski diyalektlerde geçen biçimleri Clauson (ED 840-841) saymıştır (sıηar ‘a side’). Eski Kıpçakçada sağır, saηır (ve saηrav) olarak kullanılır.

Eski ve yeni diyalektlerde ‘tek’ olarak kullanılan saηar ~ sıηar’dan çıktığı anlaşılıyor: Tel, Alt saηar ‘eins von einem Paare’. - Tel, Krg, TatK sıηar ‘eins von einem Paare, unpaarig’. - Kumd sār, saηgar ‘çiftin bir teki’. - Yak aηar 1. ‘iki yandan biri, bir şeyin iki bölümünden biri, bir şeyin yarısı’; 2. ‘çiftin bir teki’. Yakutçada saηar’ın başındaki s- düşmüştür.

Clauson Teleütçe, Kırgızca, Kazakça, Kara Kalpakça, Tatarca (Kazan), Nogayca gibi çağdaş diyalektlerde yaşayan biçimlerin ‘one of two sides’, ‘one of two (anything)’ anlamına geldiğini vurgulamıştır. Brockelmann (OGM 140 § w) sıηar yüz ‘eine Gesichtseite’ örneğini vermiştir.

Bu verilere göre, sağır (< saηır < saηar)’ın ‘tek kulaklı’, yani ‘sağır’ anlamına gelen saηır kulaklı (< saηar kulaklı < saηar kulaklığ) adından çıktığı anlaşılıyor. Bu ad doğal bir elips (ellipse) sonunda Türkçede sağır (< saηır) biçimini almıştır.

Çağdaş diyalektlerin bir bölümünde sağır (< saηır) yerine saηrav biçiminin geçtiği göze çarpar: Blk saηrau. - Bşk haηrau. Başkurtçada baştaki s-’nin h-’ye çevrilmesi kuraldır. - TatK saηrau. - Kzk saηrau. - Türkî saηrağu. - YUyg sağriğu. Bu biçimlerin saηır’dan geldiği açıktır.

Türk diyalektlerinde buna benzer adlar yaygın olarak kullanılır: Tel, Alt saηar kulak ‘ein Ohr’; saηar kφs ‘ein Auge’. - TatK sıηar küzli ‘ein Einäugiger’; sıηar kullı ‘ein Einnarmiger’. - Koy sıgar ‘blind’. Bu biçimin sıηar közli ‘tek gözlü’, yani ‘kör’ adından geldiği açıktır. - Yak aηar ataxtā ‘topal, aksak’; aηar xaraxtā ‘bir gözü kör’.

Çağdaş diyalektlerin bir bölümünde yabancı kökenli birtakım karşılıklar kullanılır: 1. Tkm ker ‘sağır’ < Far kar (Räsänen: V 254 b); 2. Krg dülöy. - Soy, Tel tüley < Mog dülei (Vladimirtsov: SrGr 287; Kałużyński: ME 44; Räsänen: V 504 b; Rassadin: Zaimstvovanija 19, 22, 24, 28; Sevortyan: ESTJa 1980, 324-325).

Orta Türkçede üz (veya öz) ‘sağır’ olarak geçer. Kırgızcada ez olarak saklanmıştır (Clauson: ED 279 a).

Kaça, Koybal ve Altay (Oyrot) diyalektlerinde üsker ‘sağır’ olarak kullanılır (Räsänen: V 523 a). Samoyedceye de üsker olarak geçmiştir (Joki: Lw SS 375-376).

Eren: TDAY 1954, 32; Deny: Principes 81; Bang: KOsm 2:23 (etimolojik yönden açık olmadığını bildirmekle yetinmiştir); Clauson: ED 814 b (sağır ‘deaf’ biçimiyle hanların yaptığı sürgün avına verilen sağır adı arasında bağ kurulamayacağını dile getirdiği gibi, ‘deaf’ olarak kullanılan sağır’ın kökeninin bilinmediğini de seslendirmiştir).

Räsänen (V 114 B) Tatarca çukrak ‘taub, Taubheit’ biçimini sağır, saηrau biçimleriyle karşılaştırmıştır. Ancak sağır’da (V 393 b) çukrak biçimini vermemiştir. Bk. Tenişev: Şiraliev Arm 167.

şişek ‘iki yaşında koyun’. Yerel ağızlarda da şişek olarak kullanılır. Dar bir alanda işek (ve fişek) biçimleri de geçer. Eğirdir Gölünde yaşayan bir balığa da şişek adı verilir. Ağızlarda şişek yanında dişli adı da kullanılır.

Azerî ağızlarında şişek olarak geçer. Özbek ağızlarında da şişek biçimi göze çarpar. Kırgızcada şişek yanında güney ağızlarında işek biçimi de kullanılır. Kara Kalpakçada da işek ‘enenmiş erkek koyun’ olarak geçer. Sartçada şişak olarak geçer. Radloff’un verdiği Çağatayca şişal biçiminin yanlış olduğu açıktır (Eren: DTCFD 8: !52-153). Şçerbak bu veriyi sessizce şişek diye düzeltmiştir. Räsänen de Sartça şişak yanında Çağatayca şişak biçimini vermiştir.

Çağdaş diyalektlerde şişek yanında kullanılan işek biçimi dil uzmanlarının gözünden kaçmıştır.

Orta Türkçede tişek ‘iki yaşında koyun’ olarak geçer. Eski Kıpçakçada ise tişek yerine şişek biçiminin kullanıldığı göze çarpıyor.

Çağdaş diyalektlerde yaşayan şişek biçiminin Kâşgarlı Mahmud’a borçlu olduğumuz tişek’ten çıktığı açıktır. Eski tişek biçimi benzeşme (assimilation) sonunda diyalektlerde şişek’e çevrilmiştir.

Orta Türkçe tişek biçimine gelince: Bu biçimin tişe- ‘diş çıkarmak, diş çıkarmaya başlamak, süt dişleri dökülüp diş çıkarmak’ kökünden geldiği açıktır. Bu duruma göre, Şçerbak, Räsänen gibi Türk dili uzmanlarının şişek biçiminin şiş- (< siş-) kökünden geldiği yolundaki açıklamaları ortada kalıyor. Şçerbak’ın, Kâşgarlı Mahmud’un verdiği tişek biçimini gözden kaçırdığı anlaşılıyor. Buna karşılık Räsänen’in sözlüğünde şişek yanında tişek biçimini de saydığı göze çarpıyor. Ancak, Räsänen’in, eski tişek biçiminin tanıklığını değerlendirmemesi düşündürücüdür.

Clauson, tişek (> şişek) biçiminin Moğolcada eski bir alıntı olarak şilegü biçiminde saklandığını yazmıştır. Eski tişek yanında diyalektlerde yaşayan şişek’in ikincil bir biçim olduğunu biliyoruz. O açıdan şişek’in Moğolca şilegü (Moğ silüge ‘a three-year-old sheep’) sözüyle birleştirilmesi düşünülemez. Moğolca sidüleng ‘three-year-old (horse, ox); two-year-old (sheep)’ biçimi Türkçe tişek (< tiş-e-k) türevine benzer bir örnektir. Türkçe tişek gibi, Moğolca sidüleng de ‘diş’ olarak kullanılan sidü(n) kökünden gelen sidüle- ‘diş çıkarmak’ fiilinin türevidir.

Clauson, tişek (> şişek) sözünün Yakutça tisege karşılığını vermekle yetinmiş, Räsänen ise Yakutça karşılığını saymamıştır.

Kałużyński’ye göre (RO 31: 109), Yakutça tıhağas biçimi *tişek-äç veya ? tiş-keç’ten gelir. Piekarski diş’ olarak kullanılan tīs’ten geldiğini yazmışsa da, Kałużyński tihä- ‘süt dişleri düşmek’ kökünden geldiğini dile getirmiştir. Kâşgarlı Mahmud’un verdiği tişek de tişe- fiilinin bir türevidir. Çünkü tiş kökünden gelseydi, tişek’in ‘küçük diş’ anlamında kullanılması gerekirdi.

Eski Türkçe tişek (> şişek)’in Çuvaşça karşılığı da ilginçtir: Çuv şăla, şăla pulă ‘Lucioperca’. Katona (MNy 23: 190-193; KCsA 2: 379-381) şăla’nın Çuvaşçada dişe verilen şăl adından geldiğini açıklamıştı. Ayrıca, Macarca süllö ‘Lucioperca’ adının da eski Çuvaşçadan alındığını ortaya koymuştu. Katona, süllö balığına verilen Macarca fogas adını da tanık olarak göstermişti: fogas (Mac fog ‘diş’+ -as ‘-lı, -li’ eki = ‘dişli (balık)’. Bk. Bereczki: MSFOu 185: 60. Macarca fogas adının tanıklığını göz önüne alan Katona, Çuvaşça şăla biçimini şăl ‘diş’ kökünün -la (< Türkçe -lığ) ekiyle yapılmış bir türevi olarak değerlendirmişti. Egorov’un Çuvaşça sözlüğünde bu açıklama benimsenmemiştir (332. s. 1. not). Bununla birlikte, bu etimoloji üzerinde durulabilir. Katona, yazılarında ikinci bir olasılık olarak Çuvaşça şăla’yı Türkçe tışak (> tişek)’in karşılığı saymıştı. Buna göre, Çuvaşça şăla’nın şăl ‘diş’ kökünün türevi olduğu açıklık kazanmış oluyor. Bu balığa verilen Başkurtça hıla, Kara Kalpakça sıla gibi adların Tatarcadan alındığı anlaşılıyor. Tatarca sıla’nın da Çuvaşçadan kalma bir alıntı olduğu açıktır (Ligeti: TörK 17). Bk. diş. Eğirdir Gölünde yaşayan bir balığa da şişek adının verildiğini biliyoruz. Bk. Eren: TD 1996/2: 127.

Farsça şīşāk ‘a yearling lamb’, şīşak ‘a sheep a year old’ biçimleri Türkçeden alınmıştır. Boev’in, Bulgarcada ‘keçi yavrusu’ olarak kullanılan šile sözünün Türkçe şişek’ten geldiği yolundaki savı tartışmaya açıktır (BEz 15: 12). Türkçeden Ermeniceye de šišak olarak geçmiştir (Dankoff: ALT 216/829).

Şçerbak: İRLTJa 115-116; Doerfer: TMEN 1332 (< sış-, şiş- ‘anschwellen’); Oriens 25-26: 292; Räsänen: V 424 a (< siş- ‘anschwellen’); Clauson: TDAY 1966, 11; ED 563 b; ResAltL 45; Doerfer: Oriens 25-26: 292; Monchi-zadeh: Xurāsān 502; Menges: Jarring Arm 110-111; Tekin: ResAltL 282; Ligeti: CAJ 24: 249.s. 42. not; TörK 16, 46-47.

un ‘öğütülerek toz durumuna getirilmiş tahıl’

~ Tkm uvın. - Blk un. - Nog un. - KKlp un. - Krg un. - TatK on. - Bşk on. - Hal hūn. - Alt, Tel, Şor, Sag un. - Çuv śănăx < *yunuk <: *yun < un. Başındaki ś- ikincil bir sestir (Ramstedt: KSz 16:71). Çuvaşça śăvar (~ Türkçe ağız) örneğindeki ś- gibi. Çuvaşça śănăx’ın sonundaki -x bir küçültme ekidir. Çuvaşça uyăx (< Türkçe ay), xĕlĕx (< kıl), kămrăk (< kömür) örneklerindeki -x (ve -k) gibi.

Orta Türkçeden başlayarak kullanılır (ūn). Eski Kıpçakçada da ūn olarak geçer.

Ligeti (JA 1938, 192) ve Räsänen (LTS 189) Korece (Ligeti: "sino-coréen") pun ‘un’ sözüyle birleştirmişlerdir. Ramstedt’e göre (AASzF B 27:246), Korece pun Çinceden alınmıştır (Çince ffn ‘un’). Joki (LwSS 366) Korece pun’un Çinceden geldiğini kabul etmişse de, Türkçe un’un Çince ffn biçimiyle birleştirilmesine katılmamıştır. Ona göre, un (ūn) sözü Türkçe uv-, ov- kökünden de gelebilir. Esasen Bang (KSz 18:14-15) da un sözünü uv- köküyle birleştirmeye çalışmıştı. Pelliot’ya göre (T’oung Pao 31:177), Türkçe un büyük bir olasılıkla Çinceden alınmıştır. (Çince ffn >Korece pun > *hun > Türkçe un). Ancak Çince ve Korece verilerin Türkçe un’la ilişkili olmadığı anlaşılıyor:

Bilimsel yayınlarda un’un Türkçe bir türev olduğu ve oğ-, ov-, uv- kökünden geldiği sık sık dile getirilmiştir. Örn. Räsänen (V514 a) un’un - kökünden geldiğini yazmıştır. Son olarak Vásáry (MNy 69:91; Hungaro-Turcica 246-247) de un’u oğ-, ov-, uğ-, uv- kökünden -n ekiyle yapılmış bir türev olarak açıklamıştır. Türkmence uvın biçimi bu açıklamayı doğrulayan sağlam bir tanıktır.

Teleütçe kulur ‘un’ Moğolcadan alınmıştır (Ligeti: KSİNA 83: 13; Eren: TM 19: 304). Sarı Uygurca mén biçimi Çinceden alınmıştır (Clauson: ED 766 b).

Ramstedt: KSz 16: 71; Brockelmann: OGM 18. §; Clauson: ED 166 b; Eren: TDAY 1972, 254; TM 19: 304; Räsänen: LTS 87; MTS 100; Menges: Jarring Arm 110, 111, 113, 114; Doerfer: UAJb N.F. 1:96; Sevortyan: ÊSTJa 1974, 597.

yayık ‘tere yağı çıkarmak için sütün içinde dövüldüğü veya çalkalandığı kap’

~ Tkm yayık. Türkmencede daha çok yanlık olarak geçer.

Türkçede yay- ‘(yayıkta) dövmek’ kökünden geldiği açıktır: yay + -(ı)k. - Türkçe yay- ‘dövmek’ kökü Türkmencede yāy- olarak kalmıştır. Ancak, bu kök diyalektlerde yaz- olarak da geçer: TatU yåz- ‘(yayıkta) dövmek’. - TatK yaz- ‘(yayıkta) dövmek’. - Bşk yåδ-, yåz-‘(yayıkta) dövmek’.

Yerel ağızlarda yayığa gübü adı da verilir. Bk. gübü. Sartlar adını kullanırlar.

Eren: Aksoy Arm 87-88; Korkmaz Arm 153; Ligeti: MNy 56: 299. s. 1. not.

züğürt ‘parasız, yoksul, meteliksiz olan (kimse)’.

Słuszkiewicz’e göre (RO 14: 152-154), Ermeniceden alınmıştır. Räsänen (V 533 a) kökenini vermemiştir. Dankoff (ALT) züğürt üzerinde durmamıştır.

Bulgarca zjurt ‘yoksul’ Türkçeden alınmıştır (BER 1: 671). Türkçeden Arapçaya da zugurt olarak geçmiştir (Gordlevskiy: İzbr. soč. 2: 150).

e-kaynak: http://www.tdk.gov.tr/Etimoloji.html