ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

 

“ORHUN ANITLARI”NDA 1997 YILINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR: İLK RAPOR

 

Dr. Kenan BİLİCİ*

Hayli karışık ve uzun olan Asya tarihi içinde, çeşitli devletler kuran Hsiungnular, Hunlar, Çin'de sonradan Wei sülâlesi haline dönüşen Tabgaç Türkleri ( Topalar) ve hakimiyetlerini Hindistan'a kadar uzatan Akhunlar ( Ef­talitler)' dan sonra, bozkırda, yazılı tarihin ilk Türk toplumu olarak Göktürkler, bütün bir Türk tarihinin ve Anadolu'da nihayetlenen büyük göçün başlangıcı için kesin bir yazılı referans oluşturmaktadır. 

Bilindiği üzere, Göktürk Devleti, Türklüğünü güçlü bir şekilde vurgulayan ilk (veya şimdilik bilinen en eski) politik örgütlenmedir. Ve Türk adı, tarihte ilk kez, şimdi Moğolistan coğrafyasına dağılmış yazılı belgelerde karşımıza çıkmaktadır. 

Bu yazılı belgeler arasında, 8. yüzyıldan kalma ve “Orhun Anıtları” olarak literatüre geçen üç anıt, Türk tarihi için olduğu kadar, bütün bir insanlık tarihi için de son derece büyük bir öneme sahiptir.

Bu anıtlardan biri, başkent Ulaan- Baatar'ın 65 km kadar güney-doğusunda Nalayh'ta, Bain- Tsokto mevkiindeki Tonyukuk'a, diğer ikisi ise, başkentin 450 km kadar güney-batısında, bugün Harhorin denilen tarihî Karakurum kentinin yakınlarında Khöşö- Tsaydam mevkündeki Bilge Kağan ve kardeşi Költigin'e aittir.

Her üç anıt da, bugüne kadar daha çok Türkoloji bilimi çerçevesinde ele alınmış; metin ve okunuşları ile bu bilim alanında tartışılagelmiştir. Şüphesiz bu yönüyle Orhun Anıtları ya da daha özel bir deyişle Khöşö- Tsaydam, Türkologların Kâbesi durumundadır; ne var ki, bu durum, anıt mezarların arkeoloji, sanat ve mimarlık tarihi bakımından izahının önüne geçmiş; geçen zaman hayli önemli bilgiler sağlayacak ayrıntıların üzerini örtmüş ve konu bugüne kadar bilinmezliğini korumuştur. Gerçi Köl- Tigin anıt-mezarında 1958 yılında L. Jisl tarafından o zamanın şartlarına göre son derece modern ve ileri sayılabilecek teknolojiyle bir arkeolojik kazıya başlanmış ve önemli sonuçlara ulaşılmışsa da, devamı yapılamadığı için bütün çalışmalar yarım kalmıştır. Buna, 1912 yılında yine Khöşö- Tsaydam'daki bir üçüncü mezarda Kotwicz'in ve 1950'li yılların sonunda Tonyukuk anıt-mezarında Moğol arkeoloğu Ser- Odjav'ın yaptığı sondajlar da eklenebilir. Ne var ki, bütün bu çalışmalar şu gerçeği değiştirmeye yetmiyor; biz hâlâ, bir Göktürk anıtmezarının, daha kesin bir ifadeyle Orhun Anıtları'nın mimarî düzenini, plân ve konstrüksiyonları ile strüktürel elemanlarını ve daha pek çok sorunu somut olarak ortaya koyamıyoruz. Denilebilir ki, bozkırın mimarlık ve sanat gelenekleri, kısacası maddî kültür mirası bütün yönleriyle henüz aydınlatılmamıştır; hâl böyle olunca toprak üzerindeki verilere bakarak bu devri bütün yönleriyle ortaya koymak da mümkün değildir. Bu bakımdan Türkiye, kendi kültürünün derin kökleri ve kimliğinin başlangıcı hakkında doğru bilgi edinmek, bu kimliğin bilincine varmak için bunu artık başkalarının aydınlatmasını bekleyemez.

İşte bu millî haysiyet mirasına sahip çıkma bilinci ve Orhun Anıtları'nın restorasyon çalışmaları ile ihya edilmelerini sağlamak amacıyla, Dışişleri Ba­kanlığımıza bağlı Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA), ilk kez resmî olarak 1994 yılında Moğol Hükûmeti ile bir protokol ve memorandum imzalamış; 1995 yılında da yapılacak çalışmaların belirlenmesi, anıtların hâli hazır du­rumlarının tesbit edilmesi ve bir rapor tanzim olunması amacıyla Prof. Dr. M. Oluş Arık ile beni görevlendirmişti. İki aya yakın bir süre Moğolistan'da yaptığımız inceleme ve gözlemler, muhtelif raporlar halinde büyük bir proje dosyası haline getirilmiş; bu arada sözkonusu anıt-mezarlardaki restorasyon ve konservasyon işlemlerinin, basit bir yapıştırma işinden ibaret olmadığı, aksine ancak büyük bir arkeolojik kazı programı ile birlikte düşünülüp gerçekleştirilebileceği tesbit edilmiştir.

2 yıla yakın bir süre plân ve programı yapılan, sonuçta 5 yıllık bir proje olarak tasarlanan ve 1997 yılı Nisan ayında Ulaan- Baatar'da belirlediğimiz çalışma programı ile hayata geçirilen “Moğolistan'daki Türk Anıtları Projesi” 1997 yazında yapılan bir ön-çalışma ile fiilen başlamış bulunmaktadır.

Bu yılki ilk kampanya Proje Başkanı Prof. Dr. Oluş Arık başkanlığındaki çeşitli alanlarda ihtisaslaşmış bir Türk ve Moğol bilim heyeti ile gerçekleştirilmiştir. Bu vesileyle, Moğolistan'da çok zor şartlar altında sürdürülen çalışmalar sırasında unutulmaz yardımlarını gördüğümüz Genel Müdür Sayın Hüseyin Karakuş ve onun şahsında Moğol-Türk Okulları Genel Müdürlüğü'nün genç ve yetenekli elemanlarına teşekkürü bir borç bildiğimizi ifade etmek istiyorum.

Proje kapsamında, her üç anıt-mezarın fotogrametrik belgelenmesi yoluna gidilmiş; ayrıca Nalayh'ta 400 hektarlık bir alan için 23, Khöşö- Tsaydam'da ise 1600 hektarlık bir alan için 68 adet beton nirengi ve poligon noktası tesis edilerek sözkonusu bölgelerin 1/1000 ölçekli haritalarının çıkartılması işleri de tamamlanmıştır. Çalışmalar sırasında, anıt-mezarlar ile Khöşö- Tsaydam'da ilk kez tesbit edilen iki mezarın rölöveleri de alınmıştır.

Diğer taraftan, anıt-mezarların restorasyon ve konservasyonu için hâl-i hazır durumlarının tesbiti de yapılmıştır. Çalışma süresince toprak üstünde bulunan eserlerin üzerinde herhangi bir koruyucu müdahalede bulunulmamış; 1998 sezonunda başlanması plânlanan restorasyon- konservasyon çalışmalarında uygulanacak yöntemlerin belirlenmesi için inceleme ve belgeleme çalışmalarına ağırlık verilmiş, malzeme ve bozulma türlerinin bilimsel yöntemlerle tesbitine yönelik olarak mineralojik, kimyasal ve biyolojik analizler için numuneler alınmıştır.

Anıt-mezarlarda mevcut her eser (yazıt, heykel ve mimarî elemanlar) numaralandırılmış; eserlerin tek tek ölçüleri alınmış, ayrıca mezar içindeki konumlarını gösteren detay çizimleri de yapılmıştır. 

Eserlerin malzeme türleri, bunların kaynaklan ve çevreyle ilişkisi, işçilik teknikleri ve özellikleri gözleme dayalı olarak tesbit edilmiştir.

 Eserlerin konservasyon durumlarıyla ilgili bozulma faktörleri ve bozulma şekilleri, fiziksel-kimyasal ve biyolojik tahribatlar bütün ayrıntılarıyla ve boyutlarıyla her eser üzerinde tek tek belirlenmiştir. Bütün bu bozulma oluşumlarının ayrıntıları, her eser için hazırlanan envanter fişlerine işlenmiş ve aynı zamanda fotoğraflarla da belgelenmiştir.

Çalışmalarımız sırasında her üç anıtta da Radloff Atlası esas alınarak mukayeseli metin tesbitleri de yapılmıştır. 

Bütün bu çalışmaların çeşitli aşamaları video kamera ile filme alınarak kaydedilmiş; ayrıca 60 makaraya yakın diapozitif ve negatif film çekilerek bir arşiv meydana getirilmiştir.

Bir kitap halinde yayınlanacak olan bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar kısaca şudur:

  A. TONYUKUK ANIT-MEZARI ( Nalayh, 24-28 Haziran 1997)

 Anıt-mezar, demir parmaklıklı basit bir çitle çevrili, ancak bakımsız ve korumasızdır. Bu alan içinde iki yazıt, oturan ve ayakta duran beş insan heykeli, iki balbal , bark binasına ait kısmen kırık durumda altı büyük taş levha ve taştan dört adet “L” profilli kaide parçası yer almaktadır. Anıt-mezarın doğusundaki girişinden doğu istikametine doğru, bir kısmı yatık bir kısmı da ayakta olmak üzere belirli aralıklarla uzanan toplam 271 balbal tesbit edilebilmiştir. Bunlardan son 11 tanesi, bir yay çizerek kuzey-doğu istikametine doğru yönelmektedir.

 Yazıtlar ve diğer eserlerde, malzeme olarak renk ve kristal yapılan farklı dört ayrı granit türü kullanılmıştır.

Nisbeten daha sağlam kalabilmiş güneydeki birinci yazıt 2.43 m yüksekliğinde, geniş kenarı 0.42 m, dar kenarı 0.34 m genişliğinde dikdörtgen prizma şeklindedir. Yazıtın üst taraflarında ( 0.65 m 'ye kadar olan bölümü) birçok kelime ve harf yokolmuş; bir bölümünün okunması da güçleşmiştir. Bu bağlamda, yazıtın batı cephesindeki 3. satırın 1- 31 cm ve güney cephesindeki 15. satırın 4- 25,5 cm 'si tamamen yokolmuştur. Bununla beraber, metnin incelenebildiği kısımlarında, daha önceki okunuşların bazı yanlışları olduğu da tesbit edilmiştir.

Doğrudan toprak zemine dikilmiş kuzeydeki ikinci yazıt, 2.40 m yüksekliğinde olup, geniş kenarı 0.45 m, dar kenarı da 0.38 m genişliğindedir. Birinci yazıta oranla daha fazla tahrip olmuştur. Bu durum, çevresel faktörlerin yanında, malzemesinin diğerinden farklı olarak daha iri kristal yapıda olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yazıtta aşınma daha fazla olduğundan, yazı karakterleri de net seçilememektedir. Yazıttaki mevcut harflerin hemen hepsi aynı oranda aşınmış ve bozulmuştur. Bu itibarla, okun­maları hayli zordur. Bazı harflerin varlığı, ancak suyla ıslatıldıktan ve parmakla yoklandıktan sonra anlaşılabilmiştir.

Bunun yanı sıra, her iki yazıtta da ısı değişimleri, yağmur ve don gibi doğa olaylarından kaynaklanan derin ve kılcal çatlaklar, yüzeysel dökülmeler ve kabuk atma şeklinde yapraklaşmalar görülmektedir. Ayrıca kısmî kırılmalar ve parça kayıpları da olmuştur. Kuş pisliklerinin salgıladıkları asitli bileşiklerin de, yüzeyde erimelere neden olduğu tesbit edilmiştir. Yazıtların alt kısımlarındaki kenar yüzeylerinde, hayvan sürtünmesinden kaynaklanan yağlı leke şeklinde koyulaşmalar oluşmuştur. Nitekim bu husus ikinci yazıtın güney cephesindeki 45. satırın ve kuzey cephesindeki 60-62. satırların okunması şansını tümüyle ortadan kaldırmıştır.

Diğer taraftan, özellikle birinci yazıtın batı cephesindeki metnin 5-8, 11 ve 13-14. satırları ile doğu cephesindeki metnin 18-22 ve 24-25. satırlarında, çeşitli araştırmacıların, yazıları daha kolay okuyabilmeleri için değişik za­manlarda uyguladıkları boya kalıntıları da görülmektedir.

Anıt-mezar alanının içindeki diğer eserlerin çoğu kısmen veya büyük ölçüde kırıktır. Çatlaklar, yüzeysel dökülme, yapraklaşma ve hayvanların sürtünerek oluşturduğu yağlı koyu lekeler, özellikle heykel ve balballarda hayli yoğundur. Taş levhalarda ise, bu bozulmaların yanı sıra, yüzeylerde biyolojik patina oluşumları (yosun ve likenler) görülmektedir. Lahit taşlarının işlenmiş yüzeylerindeki yüzeysel oyma bitkisel motifler, büyük ölçüde dökülmüş ve aşınmış olup, kompozisyon da seçilemez hale gelmiştir.

 B. KHÖŞÖ-TSAYDAM'DA YAPILAN ÇALIŞMALAR

(30 Haziran-18 Temmuz 1997)

I. BİLGE KAĞAN ANIT-MEZARI

Anıt-mezar basit bir çitle çevrilidir. Çit alanı içinde dört kırık parça halinde yazıt, yazıtın kaidesini teşkil eden ve büyük kısmı toprak altında olan kaplumbağa heykel, oturur vaziyette tasvir edilmiş üç insan ve bir yırtıcı hayvan ( arslan, kaplan?) heykeli bulunmaktadır. Çitin dışında, batı tarafta ise, ayakta tasvir edilmiş ve fakat bugün yerde yatık vaziyette duran bir insan heykeli ile daha geride bir sunak taşı yer almaktadır. Anıt-mezarın doğusunda, doğu istikametine doğru bugün bir çoğu toprağa gömülü vaziyette bir balbal dizisinin uzandığı tesbit edilebilmektedir.

Bugün dört kırık parça halindeki yazıtta, ince kristal yapılı gri mermer, heykellerde gri damarlı beyaz mermer ve sunakta ise iri taneli granit kullanılmıştır.

Yazıta ait dört parçadan ikisi ejderli akroter kısmını meydana getirmektedir.

Yazıtın, doğu yüzü yukarıya bakar şekilde yerde yatık duran büyük parçası 2.38 m uzunluğunda olup, geniş yüzü 1.27 m, dar yüzü de 0.50 m genişliğindedir. Yazıta ait ikinci parçanın uzunluğu 1 .22 m 'dir.

Yazıtta kısmen kırılmış parça kayıpları, derin ve uzun çatlaklar, yazılı yüzeylerde lokal dökülmeler, dökülmeye maruz şişme ve yapraklaşmalar görülmektedir. Harf karakterleri, özellikle dar kenarlarda büyük ölçüde aşınmış ve okunması güçleşmiştir. Nitekim, yazıtın ana kütlesini oluşturan gövdenin toprak üstündeki doğu cephesinde yer alan yazılar büyük ölçüde dökülmüş ve 33. satırdan sonrası yok olmuştur. Güney cephesi de aynı du­rumdadır; bu yüzde de sadece birkaç satır kalabilmiş, özellikle 3. satırdan sonraki metin yok olmuştur. Kuzey cephedeki metnin de artık okunamayacak bir hale geldiği tesbit edilmiştir. Bununla beraber, kalabilen kısımlar harf harf karşılaştırma yapılarak incelenmiş; daha önceki okunuşların doğru ve yanlışlar da tesbit edilmiştir.

Yazıt yüzeyinde, geçmiş yıllarda kalıp almak için kullanılan ve sonrasında iyi temizlenmemiş olan silikon kalıntıların tesbit edilmiştir.Bu kalıntıların, zamanla, alttaki harf karakterlerini daha fazla tahrip ettiği anlaşılmaktadır.

Ayrıca, gerek yazıtta ve gerekse bazı heykel yüzeylerinde, muhtemelen çobanlar tarafından dökülmüş olan lokal zift kalıntıları da görülmüştür.

Kısmi kırılmaların dışında, sunak ve heykeller, yazıta oranla daha iyi durumdadırlar. Ancak bu eserler üzerinde de çatlama ve yüzeysel dökülmeler, yer yer de liken ve yosunlar oluşmuştur.

II. KÖL-TİGİN ANIT-MEZARI

Anıt-mezar, korumasız basit bir çitle çevrilidir. Çitle çevrili alan içinde yazıt ve yazıta ait iki küçük parça, beş parça halinde kaplumbağa heykeli, iki koç ve sekiz insan heykeli ve büyük ölçüde kırılmış iki heykel parçası, ikisi kabaca insan şekli verilmiş üç balbal, bark binasına ait oniki kaide taşı ile nereye ait oldukları tesbit edilemeyen değişik boyutlarda yirmiyedi adet amorf taş bulunmaktadır. Çitin dışında ve yakın çevresinde de ayrıca beş adet amorf taş parçası, sunak ve sunağa ait bir taş parçası yer almaktadır.

Anıtın doğu girişinin önünde, doğu istikametine doğru uzanan çok sayıda balbal bulunmaktadır.

Köl- Tigin yazıtında ince kristal yapılı gri mermer, heykellerde beyaz damarlı gri mermer, bark binasının kaide taşlarında beyaz mermer, sunakta ise iri taneli granit kullanılmıştır.

Yazıt, ejderli tepelik ile birlikte 3.35 m yüksekliğinde olup, geniş yüzü 1 .32 m, dar yüzü ise 0.46 m genişliğindedir.

Bugün orijinal yerinde olmayan yazıt, muhtemelen bu yüzyılın başlarında yapılan bir müdahale sonucunda, sunaktan kesilerek elde edilen bir taş kaide üzerine oturtulmuştur. Yazıtın, orijinalinde kaplumbağa kaide üzerindeki yuvaya oturan pabuç kısmı, büyük bir ihtimalle bu müdahale sırasında ayağa kaldırılırken kesilmiştir.

Ejderli tepeliğin güney yüzü kırılmıştır; şimdi iki parça halinde yazıtın yanındadır. Yazıtın güney-batı köşesinde, üstte her iki yüze doğru genişleyen ve zemine doğru daralarak uzanan büyük bir parçası kopmuştur. Yazıtın güney-doğu köşesinde de daha küçük boyutlu kırılmalar tesbit edilmektedir.

Kırılmaların dışında, yazıtın bütün cephelerinde derin ve kılcal çatlaklar, lokal dökülmeler ve yüzeysel aşınma, yer yer de kuş pisliklerinin neden olduğu erimeler gözlenmiştir. Aşınma ve erimenin yoğun olduğu kısımlarda, yazı karakterleri seçilememektedir. Nitekim, esasen 40 satırdan oluşan doğu cephesindeki metinden geriye pek az harf kalabilmiştir. 1-15. satırları ihtiva eden parça kopmuştur; 10. satırdan sonraki satırların hemen hepsinde dökülmeler mevcuttur. Çalışmalar sırasında, bu cephedeki hanedanlık arması Kotaz'ın burun kısmında tesbit edilen, yukarıdan aşağıya doğru sıralanmış Çince tek satırlık metin de belgelenmiştir.

Yazıtın orijinalinde kuzey cephesini teşkil eden ve fakat bugün batı yönüne bakan cephesi de hayli kötü durumdadır. Cephe yüzeyindeki yazılar, dökülme ve çatlaklar nedeniyle okunamaz bir hale gelmiştir.

Buna karşılık şimdiki halde doğuya bakan dar cephedeki yazılar daha iyi durumdadır. Fakat yine de metnin bazı kısımlarında dökülme ve yıpranma tesbit edilmiştir. Özellikle ilk sekiz satırın son kısımlarında ciddi yıpranmalar vardır. Diğer taraftan, sözkonusu cephenin batı yöndeki dar kenar ile bitiştiği pahlı kısımda 35- 40 cm 'lik bir parçanın koptuğu da dikkati çekmektedir.

Şimdiki halde güney yönüne bakan geniş cephe üzerinde yer alan Çince ana metin dışında, yüzeye sonradan kazınarak ilave edilmiş iki ayrı metin bulunduğu gibi, cephenin sağ alt köşesinde ayrıca iki satır halinde Göktürk harfli küçük bir metnin daha yazılı olduğu da tesbit edilmiştir.

Çince yazılı geniş yüzün güney kenarındaki bordür süslemelerinin hangi nedenle kazınıp tahrip edildiği anlaşılamamıştır.

 Diğer taraftan, Moğolistan ile Japonya arasında daha önceden yapılan anlaşmalar çerçevesinde, Köl- Tigin yazıtı ve bu yazıta ait iki kırık parça üzerinde, bir Japon ekibi, 22-29 Haziran 1997 tarihleri arasında koruma amaçlı bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalarda yüzeysel bir temizlik yapılmış; derin ve kılcal çatlaklara sertleştirici enjekte ve yüzeye koruyucu ap­like edilmiştir. Müdahale sonrasında yazıt ve iki parça polietilen (naylon) poşet içine alınmıştır. Eserin bozulma sürecini yavaşlatma amacına yönelik bu uygulama, teorik olarak doğru olmakla birlikte, çevre şartlarına açık ortam için kalıcı bir çözüm olmaktan uzaktır.

Yazıtın orijinal kaidesini oluşturan kaplumbağa heykeli kırılmış ve beş parçaya ayrılmıştır. Parçalardan birinin yüzeyinde bulunan yazıların büyük kısmı aşınmış ve dökülmüştür.

Anıt-mezar içindeki heykellerin hepsinde başlar kırıktır. Bunun dışında bazılarında kısmî, bazılarında da büyük kırılmalar olmuştur. Kırık parçalar kayıptır. Çoğunda derin çatlaklar, aşınma ve ince tabakalar halinde dökülmeler tespit edilmektedir. Ayrıca bazı heykeller ve taşlar üzerinde liken ve yosunlardan oluşan lokal biyolojik patinalar görülmektedir.

Sunak taşının bir kenarı, üzerindeki izlerden de anlaşılacağı gibi, keski yardımıyla kesilmiş ve yazıta kaide olarak kullanılmıştır. Artan parçanın, yazıtın yakınına atıldığı anlaşılmaktadır.

 III. I. ANONİM MEZAR:

Sözkonusu mezar, Köl- Tigin anıt-mezarının yaklaşık 1 km kadar kuzeybatısında yer almaktadır. Bark kısmında, 1912 yılında Kotwicz tarafından kısmî bir kazı yapıldığı bilinmektedir. Mezarda, bark binasına ait kısmen toprağa gömülü ve kırık durumda beş büyük taş levha, bir koç ve bir bağdaş kurmuş insan heykeli ile üç balbal bulunmaktadır. Balballardan ikisinin ön yüzlerine primitif tarzda ve kabartma olarak insan şekli verilmiştir. Birinin üzerinde, kazıma olarak Göktürk hanedan arması Kotaz işlenmiştir. Aynı arma, daha basit olan üçüncü balbalda da vardır.

Barkın aşağı yukarı 300 m kadar doğu istikametine doğru uzanan ve çoğu toprağa gömülü vaziyette 40 balbal tesbit edilmiştir.

Heykellerde beyaz damarlı gri mermer, lahit parçalarında ve balballarda granit türü taşlar kullanılmıştır.

Koç heykeli, Köl- Tigin anıt-mezarındaki koç heykelleriyle aynı üslûpta ve özelliktedir. Başı kırık olan koçun bir boynuzu kısmen kalabilmiştir. Gövdesi kırılmış ve üç parçaya ayrılmıştır. Sırtında derin bir çatlak vardır.

Bağdaş kurmuş insan heykelinin kolları ve göğsünden itibaren üst kısmı tamamen kırıktır. Gövdede çatlaklar, lokal yüzeysel dökülmeler görülmektedir.

Balballarda bozulma daha yoğundur. Büyük tabakalar halinde parça kayıpları, derin çatlaklar vardır. Ayrıca heykel ve balballarda, hayvan sürülerinin sürtünmesinden kaynaklanan koyu yağ lekeleri oluşmuştur.

Bark binasının taş levhaları büyük ölçüde kırık ve kısmen toprak altındadır. İki taşın görünen ön yüzlerinde, yüzeysel oyma bitkisel motiflerin varlığı tesbit edilebilmektedir. Ancak yüzeyleri büyük ölçüde dökülerek tahrip olmuştur ve kompozisyonun tanımı güçleşmiştir.

 IV. II. ANONİM MEZAR:

I. Anonim mezarın 500 m kadar kuzeyinde yer almaktadır. Bark binasının kalıntıları çalışma grubumuz tarafından ilk kez keşfedilmiştir. Diğerlerine göre daha küçük olan barkta, kısmen kırık taş levha, 20 m kadar doğusunda kabaca insan şekli verilmiş bir balbal bulunmaktadır. Doğu istikametinde yaklaşık 1 km kadar balbal dizisi uzanmaktadır. Çoğu yatık ve toprağa gömülü olup, yüzeyde 39 balbal tesbit edilebilmektedir.

Bark binasını teşkil eden levha parçalarında, I. Anonim mezardaki ile aynı granit türü kullanılmıştır.

Levha taşlarının ikisi büyük ölçüde toprağa gömülü, diğeri yüzeyde ve kısmen kırıktır. Yüzeydeki taşın batı yüzünde oyma bitkisel motifler görülmektedir. Malzeme, teknik ve üslûp, I. Anonim mezardaki taşlarla aynıdır. Kenarlarda derin çatlaklar, yüzeyde dökülme ve aşınma oluşmuştur. Diğer taş levhaların yüzeyde kalan kısımları liken ve yosunlarla kaplıdır.

Kabaca insan şekli verilmiş balbalın sol kenarı ve göğsünün üst bölümü kırılmıştır. Belinde şerit halinde basit bir kemer ve sağ omuzu seçilebilmektedir.

Bunun dışında, ekibimiz, arazi çalışmaları sırasında, her iki anonim mezarın bulunduğu alanda bir III. Anonim mezarın varlığını da ortaya çıkartmıştır. Sözkonusu mezar, şimdilik bark binasına ait bir tek taş levhadan ibaret olup, geri kalan bölümleri tamamen toprak altındadır. Yapılacak bir arkeolojik kazı ile bütünüyle günışığına çıkartılabilecektir.

Yukarıda kısaca belirtildiği gibi, anıtlar her türlü tahribata açıktır. İklim, insan ve hayvan faktörleri birleşerek, tahribatın boyutlarını arttırmaktadır. Eserlerin bozulma süreci her geçen gün hızlanmaktadır. Bu husus, Bilge Kağan yazıtı için özellikle geçerlidir. Eserlerdeki bozulmaların durdurulması ve hiç olmazsa mevcut durumlarının iyileştirilerek korunması için, vakit kaybetmeden çok acil bilimsel ve kapsamlı bir müdahaleye ihtiyaç vardır. Söz konusu eserlerin, hayli çetin olan kış şartlarında ve diğer faktörlerle birlikte, önümüzdeki yıla, bugünkü halleriyle bile ulaşamayacakları açıktır. Mümkün olan en kısa sürede, eserlerin bozulma sürecini hızlandıran çevresel faktörlerden izole edilmeleri, korumanın sağlıklı ve kalıcı olması için uygun ortamların sağlanması gerekmektedir. Bu da ancak, kapalı ve korunaklı bir mekân içinde gerçekleştirilebilir. Şimdiki halleriyle, eserlerin yerinde korunması, geçici bir çözümden öteye gitmez.

C. ANIT-MEZARLARIN YAKIN ÇEVRESİNDE YAPILAN DİĞER TESBİTLER:

Yakın çevrede yapılan survey ve incelemeler sonucunda Nalayh'ta, Tonyukuk anıt-mezarının bulunduğu Bain- Tsokto bölgesinde üç mezar keşfedilmiş; ayrıca Khöşö- Tsaydam'da da, platoyu kuzeyden sınırlandıran tepelerin gerisinde, geçmişi, - ihtimal- bronz çağına kadar inen bazı erken devir mezarlarının bulunduğu tesbit edilmiştir. Bütün bu mezarlar hakkında gözlem raporları hazırlanmış, ayrıca ayrıntılı fotoğrafları da çekilmiştir.

* Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sanat Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, An kara-TÜRKİYE.

Orhun '97 çalışmaları ayrı bir kitap halinde yayımlanacağından burada uzun açıklamalardan kaçınılmış; mükerrer bilgi olmaması için gerekli dipnotlar ile harita, rölöve ve fotoğraflar verilmemiştir.

e-kaynak: http://www.akmb.gov.tr/turkce/books/turkkong4-1/tk4-1-14-bilici.htm