ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri


VAMIK ile AZRA

Prof. Dr. Gönül AYAN


Türk Edebiyatı'nda Vâmık ile Azrâ denince, yaptığı tercümelerden ve çok yazmasından dolayı, zamanında Anadolu'nun Câmî'si diye adlandırılarak, İran şairi Abdurrahmân Câmî (ö. 1492) ile eş tutulan XVI. yüzyılın velûd şairi Bursalı Lâmi'i ÇELEBİ (1) hatıra gelir.

Lâmi'î, 5981 beyitlik Vâmık u Azrâ mesnevisini, Kanunî Sultan Süleyman'ın emriyle yazmaya başlamış ve altı ayda bitirmiştir. Lâmi'î'nin bu eserinden, Latîfî dışında, bütün kaynaklar söz etmişler ve Türk Edebiyatı'nın meşhur Vâmık u Azrâ mesnevisi olduğunda birleşmişlerdir.

Edebiyatımızda, bu konuyu; Behiştî Ahmet Sinan Çelebi (ö. 1507), Kalkandereli Mu'îdî (Lâmi'î'nin çağdaşı), Manisalı Çâmi'î, Havâyî Mustafa (ö. 1608), Kubûrî-zâde Abdurrahmân Rahmî (ö. 1715) ve Hamzavî gibi şairlerin yazdıklarına dair bilgilere rastlamaktayız.

Lâmi'î Çelebi, aslı Yunan olan hikâyeye, İran şairi Unsurî (d. 961 - ö. 1040) nin aynı adlı eserine dayanarak, İslâmî unsurlar katmış, tasavvufa olan meylini, zaman zaman olaylara ve kahramanlara yansıtmıştır.

Vâmık u Azrâ mesnevisindeki kahramanlara, şair; onaltıncı yüzyıl Osmanlı hükümdarlarının haşmet ve tantanasını vermeye çalışmış, gene aynı yüzyılın yaşayışını, adetlerini, geleneklerini, olayların akışı içinde zaman zaman düzenlenen ziyafetli ve şatafatlı düğünler vesilesiyle ortaya koymuştur.

Görüleceği üzere, Vâmık u Azrâ'daki olaylar, birbirinin peşinden gelir. Bir kahramanın macerası bitmeden diğerininki başlar. Olaylar iç içe ve bitip tükenmek bilmeden sürüp giderler. Lâmi'î Çelebi, hikâyeyi uzatmış, araya cinler, periler, devler, peri padişahları, Kafdağı, yedibaşlı ejderhalar gibi bazı masal unsurları da katmıştır. Böylece eser, hikâye, masal arası bir görünüm almış; masal kahramanları öteki nesnel kişilerle aynı olaylara karıştırılmıştır. Bu yüzden eserdeki şahısların sayısı artmıştır.

İki kahramanlı aşk hikâyelerinden sayılan Vâmık ile Azrâ'nm Lâmi'î Çelebi'nin eserindeki şekliyle serüvenlerini şöylece özetleyebiliriz:

Çin'de gece gündüz yemesi ve içmesiyle ün yapmış çok zengin Taymus adında bir hükümdar vardır. Adaletinden herkes memnundur. Fakat mutluluğunu gölgeleyen bir derdi vardır. Birkaç kere evlendiği halde bir çocuğu olmamıştır. Nihayet derdini "dâniş erbâbı"na açıklar. Onlar da yeniden evlenmesini salık vererek evleneceği kızın tarifini yaparlar.
(
Bu ülkenin Beşîr adlı çok meşhur bir ressamı vardır. Horasan, İran ve Turan illerini dolaşıp "peri yüzlülerin' resmini yaparak bu rdsimleri zaman zaman seyredip üzüntüsünü giderilmiş.

Bir gün Taymus Han'ın üzüntüsünü gidermek için de kendisine bunları sunar. Taymus Han, "dâniş erbâbı"nm öne sürdükleri şartları, Turan Ham'nın kızının resminde görür. Çeşitli hediyeler hazırlayarak, bir mektupla Turan hanından kızını ister.

Turan hanının kızı, büyük bir çeyizle gelir. Çin hakanı Taymus Han'la muhteşem bir düğünden sonra, Zühal ile güneş "kıran" halinde iken evlenirler. Bu evlenmeden Taymus Han'ın, güzelliği dillere destan olan oğlu Vâmık dünyaya gelir.

Vâmık, cihanın sırrına vâkıf, iş bilen, nükte sahibi bir feylesoftan ilim öğrenir. Ok atmayı, ata binmeyi tâlim ederek Vâmık'ı "safları yaran hızlı bir süv4ari" yapar. Vâmık, bilgi ve kültürce de üstündür; yazdığı şiirler elden ele dolaşır.

Gazneyn ülkesinde, adaletiyle yeryüzünü bayındır hale getirmiş, fikriyle cihanı süslemiş, cömertlikte eşi bulunmayan bir şah ve bu şahın güneş gibi parlak, yıldız kadar vefalı, gözleri ceylân, saçları misk, parlaklığı gül, ve boyu servi gibi olan Azrâ adında bir kızı vardır.

Azrâ birgün kendisi gibi güzel olan arkadaşlarıyla köşkünde sohbet ederken Vârmk'ın güzelliğinin ününü işitir. Ona âşık olur. Rengi sararır, ağlamaktan gözünden yaş yerine kan gelir. Dâyesi bu halinin sebebini sorunca Azrâ ona utanarak sırrını açar ve yardım ister. Ona bu yardımı vadeden Dâye, Azrâ'ya sabretmesini, her derdin bir çaresinin bulunduğunu söyler ve ülkedeki ressamların en meşhurunu bularak Azrâ'nm "ipekler" üzerine resmini çizdirir. Bu resim kervanlar vasıtasıyla dünyanın dört bir yanma gönderilir. Azrâ'nın resmini görenler hayran olurlar.

Bir gün Vâmık, güzel yüzünün aksini su yüzünde görüp, gurura kapılır. Bu kendini -beğenmişlik içinde, ava çıkıp derya kenarında bir tüccar grubuna rastlar. Onlarla sohbet eder. İpek parçası üzerindeki Azrâ'nın resmini göjüp kendinden geçer. Aşkının tesirini azaltmak için avlanır. Av dönüşü, Kişmir'e, Huten'e, oradan da Yemen'e gideceklerini ssöyleyen gemicilerle karşılaşır. Vâmık çadır kurdurup onlara ziyafetler verir Büyük ihsanlarda bulunarak uğurlar ve sarayına döner. Azrâ'nın resminin bulunduğu ipek parçalarını açar, resmi görür görmez kendinden geçer. Yemeyi, içmeyi unutur. Gamı, kederi, üzüntüyü dost edinip gece gündüz şiirler söyleyerek "mihnet-nâmeler yazar.

Çin hakanı Tayrnus, sevgili oğlunun aşka kapıldığını görünce ona öğütlerde bulunur. Vâmık babasının öğütlerini dinler ama bunlara uyamayacağını, sevgilisini bulmak için yola çıkmasına izin verilmezse ya kılıcıyla bağrını parçalayacağını veya zehir içip kendini öldüreceğini söyler. Bunun üzerine Çin hakanı, beylerini toplar, danışır. Nihayet Vâmık'm yolculuğa çıkmasına karar verilir. Taymus ordusundan bin askeri, altına ve gümüşe garkederek oğlunun yanına katar. Ayrıca Taymus'un vezirin oğlu ve Vâmık'la aynı zamanda doğan, Vâmık'm yakın arkadaşı Behmeri de bile gönderilir. Çin denizi sahiline doğru yola çıkan kafile, geceyi bir dağ eteğinde geçirip sabahleyin cehennem gibi bir vadiden geçerek çöle çıkar. Çölde bir damla su bulamazlar. Hepsi ölmek üzereyken Vâmık'm Allah'a yalvarışı kabul olunur. Uzaktan bir ağaç görünür. Yanma varınca, suyu bal gibi olan bir çeşmeyle karşılaşırlar. Şükredip toprağa yüzlerini sürerek dinlenmeye çekilirler. Lâkin Vâmık, derdi ile başbaşa kalır.

Bu çeşme başı, Lâhicân adlı bir peri şahmın "makamı"dır. Peri şahı, makamının insanlarla dolduğunu görünce hayret eder. Biraz ilerleyince, bitkin bir halde gazel okuyan Vâmık'ı görür. Okuduğu gazelden aşk elinde esir olduğu anlaşılan Vâmık'm derdiyle derdlenir. İnsan görünümüne girip Vâmık'm önünde eğilir. Ona ihsanlarda bulunup hizmetinde olduğunu söyleyerek sarayına davet eder.

Lâhicân, sarayında Vâmık'm şerefine ziyafetler verir. Fakat ikisi de çok üzgündürler. Ziyafet anında kendilerini kaybedip akılları başlarına gelince biribirlerine kendilerini tanıtırlar. Lâhicân da çeşme başında su içinde gördüğü Kaf Dağı'nın padişahının kızı Ferî'ye âşıktır. Onun için bu çeşme başından ayrılamamaktadır. Birkaç defa savaştığı halde, sevgilisinin babası Kaf sultanını razı edememiştir. Vâmık da başından geçenleri anlatırken Kaf Dağı sultanının kızı Feri, emrindeki perilerle ziyafet meclisini basar. Lâhicân, Vâmık'a bunun peri olduğunu bildirerek Elburz'a asker toplamaya gider. Fakat Vâmık askerleriyle Ferî'yi bozguna uğratır. Ferî bozguna uğrayan askerlerini toplayıp Kafa dönerken, yenilmiş olarak dönmenin ayıp olacağını düşünüp tekrar saldırır. Vâmık'm ordusu gaflette iken Vâmık'ı kaçırmak ister. Vâmık, aşk ızdırabıru dile getiren gazel söylemektedir. Bu inleyişi duyan Ferî, düşmanlığını unutup sevgi ve şefkatle insan şekline girip barış ister. Elburz'dan dönen Lâhicân, Vâmık'm yanında sevgilisi Ferî'yi görünce şaşırır ve Vâmık iki sevgiliyi barıştırır. Yeniden ziyafetler düzenlenir. Vâmık gene üzgündür. Lâhicân'dan Vâmık'm hikâyesini öğrenen Ferî, ona .yardım etmek için kanat açıp sevgilisiyle birlikte Azrâ'yı aramağa çıkarlar.

Vâmık ile arkadaşı Behmen, yolculuklarına devam ederler. Güçlükler içinde süren bu yolculuk esnasında avı bol olan bir ovaya ulaşırlar. Vâmık burada avlanmak i^ter. Fakat avlağın sahibi, kan dökücü bir zalim olan Erdeşîr'dir. Erdeşîr Vâmık'm avlanmasına kızıp üzerine saldırır. Müthiş bir savaş olur. Vâmık'm askerlerinden bir çoğu şehit düşer. Sonunda Vâmık, Erdeşîr'i yakalayıp bağlar. Erdeşîr, kurtulmak için bir hile düşünerek Vâmık'a yalvarır; affını diler, onu kasrına davet eder. Vâmık, yaralıdır. Erdeşîr, Pîr adlı tabibe, Vâmık'm yaralarını iyileştirmek için merhem süreceği yer de zehir koydurur. Zehir etkisini gösterir, Vâmık kendinden geçer. Behmen, hileyi anlayıp, Erdeşîr'i yakalayarak bağlar. Erdeşir'in kızı Dilpezir, babasını Behmen'in elinden kurtarmak için çeşitli hediyelerle gelir ve babasının bağışlanmasını diler. Pîr'i buldurur. Pîr'in Vâmık'ı iyileştirmek için istediği ilâcı bulmağa Dilpezir'le Behmen, Dilkuşâ Kalesi'ne giderler. Kaleyi fethedip istenilen ilacı pîr'e ulaştırınca o da Vâmık'm yarasını temizleyip sağlığına kavuşmasını sağlar.

Bu arada Belh sultanı Tür, Erdeşîr'in yardımına gelir. Dilpezir'den Vâmık ile Behmen'i ister. Dilpezîr bu isteğe karşı koyunca kale halkı ve Behmen, Tûr'la savaşırlar. Behmen esir düşer. Bunun üzerine Dilpezir, Vâmık'ı Pîr'in yardımıyla Nahvan kalesinden kaçırarak Dilküşâ kalesine götürür. Vâmık'ı, yorgun düşen pire teslim edip Tura karşı savaş hazırlığına başlar.

Azrâ'yı aramağa çıkan Lâhicân ile perî, Dilkûşâ Kalesi'nde Vâmık'ı hasta görünce onu alıp Kaf Dağı'na götürürler. Pîr, uyandığında Vâmık'ı bulamaz. Dilpezîr, bunun bir peri işi olduğunu, daha önce Behmen'in anlattıklarından hatırlar ve Pîr ile Vâmık'ı birlikte aramağa çıkarlar.

Diğer taraftan Azrâ; Vâmık'm aşkıyla sararıp solmaktadır. Devamlı Dâyesini sıkıştırıp yardımını istemektedir. Dâye, Azrâ'yı hamama götürmek bahanesiyle Gazne sultanından izin alır.

Hamamdan çıkınca hava almak üzere gözlerden uzaklaşırlar. On gün süren yorucu bir yolculuktan sonra bir şehre ulaşırlar. Azrâ gördüğü bir yaşlı kadından yardım ister. Pîrezen onlara konukseverlik gösterir. Geceyi orada geçiren Azrâ, derdinin baskısıyla sabaha kadar Allah'a yalvarır. Vâmık'ı aramağa çıkan Dilpezîr ile Pîr de Pîrezen'in evine gelirler. Başlarından geçenleri birbirlerine anlatırlar. Dilpezîr, Vâmık'm aşkından, Ferî ve Lâhicân'dan, Tür ile Erdeşîr'in hücumundan da haberler verir. Hep beraber Elburz'a gitmeyi kararlaştırırlar...

Azrâ, Dilpezîr, Dâye ve Pîr, Umman deryasına ulaşınca harekete hazır bir gemi görürler. Kendilerinin tüccar olduğunu fakat' Çin eşkıyalarının, mallarını çaldığını söyleyip gemicilerin kendilerine yardımlarını sağlarlar. Gemi ile denize açılan Azrâ, Dilpezîr bitkin bir durumdadırlar. Dây^ ile Pîr ise onlara yardım edememenin çaresizliği içindedirler. Gemidekiler onların bu halini, eşkiyalarm mallarını alıp götürmelerine bağlarlar.

Lâhicân'la Ferî tarafından Kaf dağı'na götürülen Vâmık. özenli bir bakımdan sonra iyileşir. Fakat Azrâ'nın aşkını hatırladıkça "yıldız gibi gözyaşları saçmakta, Dilpezîr'le Belmen'i hatırladıkça gönlü, canı ateşte yanmaktadır".

" Lâhicân Vâmık'a yardım için, onun sevgilisini ve dostlarını. aramağa devam eder. Bu aramaların birinde kanat açıp giden bir gemiye rastlar. Geminin içerisinde Azrâ ve Dilpezîr baygın bir halde yatmaktadırlar. Lâhicân, gemiyi çeşit çeşit kuşların ve meyvelerin bulunduğu gül bahçesi gibi olan bir adaya çeker. Gemidekiler, böyle bir yerde konaklamaktan çok memnundurlar. Lâhicân onlarla sohbet ederek Azrâ ile Dilpezîr'in üzüntülerinin sebebini sorduğunda onlar da bildikleri kadarıyla, üzüntü sebebinin kaybettikleri mallar olduğunu söylerler.

Lâhicân gerçeği Azrâ ile Dilpezîr'den öğrenir. Onlara Vâmık'm iyi haberini anlatınca Azrâ bu defa sevincinden kendini kaybeder. Lâhicân onları sarayına götürür., çeşit çeşit yemekler hazırlatıp ziyafetler verir: çalgılar çalınır, şiirler söylenerek aşktan duyulan ıztırap dile getirilir. Bilâhare Lâhicân, Azrâ, Dilpezîr, Dâye ve Pîr'i Vâmık'm bulunduğu Kaf dağı'na uçurur, Vâmık Azrâ'yi gökte karşılar. Azrâ'yı özel bir surette döşenmiş bir saraya kondururlar. Ferî gelip Azrâ'yı kucaklar. Her taraf sevinçle dolar. Ancak Dilpezîr çok üzgündür. Pîr bu üzüntüyü iki şarkı ile dile getirir. Bunun üzerine Vâmık ile Azrâ, Behmensiz eğlenmenin mümkün olmayacağını söyleyerek Lâhicân'dan kendilerini Tûr'un yanma götürmesini isterler.

Lâhicân onları " Nerrelere" bindirerek Tûr'un bulunduğu Belh şehrine getirir. Şiddetli bir savaştan sonra Tûr yenilir. Ve kaçarak Firenk Anton'a sığınır. Vâmık Behmen'i zindandan çıkarıp ziyafetler düzenler. Bu esnada Tûr ile Anton'un saldırısına uğrarlar. Tekrar yenilen Anton ile Tûr hileye başvurup meydanda kuyular kazdırarak üzerlerini kapatırlar. Ertesi gün Vâmık, hücum esnasında bu kuyulardan birisine düşer. Behmen, Azrâ, Pîr, Diîpezîr ve Dâye de bu savaşta bitkin düşmüşlerdir.

Azrâ'nın resimlerinden biri de Tus ülkesinin şehriyarı Mîzbân'm eline geçer. Mîzbân da,resminden.Azrâ'ya aşık olur. Onu her yerde aratır. Fakat kaybolduğuna dair aldığı haberler üzerine ordusuyla birlikte aramağa çıkar. İşte bu sırada Azrâ , Diîpezîr, Behmen Dâye ve Pîr grubu da Vâmık'ın esir düşmesiyle pfrişan bir halde cenabı Hakka yalvarmaktadırlar. Duaları kabul olmuş ve Mîzbân yardıma gelmiştir. Mîzbân'm ordusu karşısında Tür ile Anton yenilerek çareyi Vâmık'ı yanlarına alıp Anton'un adalarından birine kaçmakta bulurlar.

Mîzbân savaştan sonra Azrâ'yi görüp, kendini kaybeder. Azrâ'ya olan sevgisini dile getirir. Azrâ da perişandır; çünkü Vâmık'a âşıktır. Bunu Mîzbân'a anlatınca Mîzbân, Azrâ'yı kardeşi kabul ettiğini ve Vâmık'ı 'kurtarmak için elinden geleni yapacağına dair söz verir. Vedâiaşıp ayrılırlar.

Tûr ile Anton ise, yanlarında Vâmık olduğu halde, adaya gitmek için bir gemiye binerler. Gemi fırtınaya tutularak yön değiştirir. Hind gemileriyle karşılaşınca aralarında savaş olur. Tûr ile Anton yenilerek boyunlarına zincir takılır. Vâmık'ı da Hindular onlardan sanıp ateşe atarlar. Fakat ateş, Hz. İbrahim gibi onu yakmaz; gül bahçesi olur. Bunun üzerine Hindular, mâbûdlarmm Vâmık'ı bağışladığına ve Siyâvuş derecesine erdirdiğine inanarak ona bağlanırlar. Anton ile Tûr ise', cezalarını bulmuşlardır.

Vâmık, Hind ülkesinde kalmaz. Dağlar, çöller aşarak Azrâ'yı aramağa devam eder. Diğer taraftan Azrâ da Belh şehrinde birkaç gün dinlendikten sonra, arkadaşlarıyla Vâmık'ı aramağa çıkarlar. Hutan tüccarlarının kervanına katılıp Hint sınırına varınca' Hint zengîlerinin hücumuna uğrayarak esir düşerler. Zincire vurulurlar. Zengi şahı Helhelân, esirlerin boynunun vurulmasını emreder. Soyduklarının ikisinin kadın olduklarını görür ve cezayı bir iki gün erteler. Helhelân Azrâ'ya sahip olmak ister. Azrâ reddedince Helhelân zorla isteğine kavuşmaya çalışır. Azrâ bir yumrukla devler padişahının ağzından kanlar akıtır. Bunun üzerine Azrâ ve Diîpezîr kollarından astırılır. Azrâ, gece boyunca seyyarelere derdini döküp yardım isteyerek Allah'a yalvarır. Duası kabul edilir. Helhelân'm kaçırdığı Kişmir sultanının kızından Hümâ adlı bir kızı vardır. Hümâ
Azrâ'yı darda asılmış görünce yardıma gelip iplerini çözer ve maceralarını öğrenir. Onlara yardım edeceğini söylerse de Azrâ, gördüğü bir rüyayı anlatarak burada Vâmık'ı beklemenin doğru olacağını... onun kendilerini aramaya geleceğini söyleyerek kabul etmez. Vâmık'ın geleceği ümidiyle, gündüzleri asılı, geceleri ise Hümâ ile birlikte yedi gün yedi gece beklerler.

Vâmık Azrâ'yı aramağa devam eder. Mecnun gibi vahşi hayvanlarla sohbet ederken, çölde Nahşivarı'a gitmekte olan bir kervana rastlar. Bu kervanla birlikte yoluna koyulur. Kervan halkı Vâmık'a önem vermezler. Fakat ansızın yollarına çıkan iki aslanın hücumuna Vâmık karşı koyarak bir vuruşta ikisini de yere serer. Artık "kervan halkı Vâmık'a değer vererek onun başından geçenleri dinleyerek içlerinden bir^ tanesi Behrnen'i tanıdığım ve Behmen'in yanındaki beş kişiyle birlikte yolculuk ettiklerini ve onların Vâmık adlı şehriyarı ararken zengilere esir düştüklerini... kendilerinin zor belâ kurtulduklarını söyler. Kervan halkı da Vâmık'la beraber oraya gitmeye karar verirler. Uzun ve tehlikeli bu yolculuk sırasında Vâmık, yolları vahşi hayvanlardan temizler. Helhelân'm ülkesine vararak onun-kavmini perişan eder, Helhelân, kalesine sığınırsa da Vâmık'tan. kurtuluş olmadığını anlayınca, Azrâ ile Dilpezîr'i da'rağacmdan indirip bir çula sararak atın üzerine bağlar ve kalenin gizli kapısından kaçar. Mîzbân'a sığınarak onun yardımını diler. Dilpezîr ile Azrş'yı da peşkeş verir. Fakat Mîzbân karşısında Azrâ'yı görünce çılgına döner. Helhelân'ın onlara yaptıklarını öğrenince de onu zindana atar.

Diğer taraftan Mîzbân, Vâmık ve Behmen'e haber gönderir bu arada Vâmık, Azrâ'dan haber soruşturmaktadır. Hümâ Vâmık'ı teselli ederken Mîzbân'dan haber gelir. Çok sevinirler. Yanlarına Hümâ'yı da alarak Vâmık ve Behmen Tûs'a varırlar. Mîzbân onları büyük bir törenle karşılar. Vâmık Hümâ'yı Mîzbân'la tanıştırır. Hümâ'mn güzelliği karşısında Mîzbâ'nm aklı başından gider. Mîzbân konuklarına ziyafetler düzenler. Aşıkların aşklarının derecesini anlamak için onları imtihana çeker. Neticede aşklarının "pâk" olduğunu görüp düğün hazırlıklarına "başlamak ister. Behrnen'le Vâmık'da aralarında anlaşırlar. Vâmık Behmen'i Mîzbân'a göndererek memleketine dönmek için izin diler. Mîzbân ise yolculuğun zorluğundan mevsimin kış olması dolayısıyla yolların kapalı oluşunu ileri sürer. Düğün haberini vermek üzere, Gazne sultanına Dâye'yi, Erdeşîr'e ise Pîr'i göndermeyi ve düğünün Tûs'ta olmasını Behmen vasıtasıyla Vâmık'a teklif eder. Bunu uygun bulunca, karar ziyafetlerle kutlanır. Behmen'i Çin hakanına, Dâye'yi Gazne sultanına, Pîr'i de Erdeşîr'e gönderirler. Vâmık bu rahatlık içinde ava çıkar. Ansızın perilerle karşılaşıp Lâhicân'm geldiğim zannederek sevinir. Fakat periler matem içindedirler. Karalar giymişlerdir. VârnıR'ın önünde eğilip: Lâhicân ile Ferî'nin Gur adlı şeytan eline esir düştüklerini ve Kaf sultanının bu durumdan çok üzüntülü olduğunu ve kendisinden yardım beklediğini...." söylerler. Vâmık bu durumu Mîzbân'a ve Azrâ'ya anlatarak bir "nerre"ye binip Kaf dağına uçar. Kaf sultanı onu görünce çok sevinir ve birlikte Gur'u» bulunduğu yöne giderler. Kaf sultanı Vâmık'm vücuduna bir yağ sürüp ağzına da bir cevher vererek ateş ve buz deryasından zarar .görmeden geçmesini sağlar. Nerrelerle karşılaşıp kıyasıya savaşırlarsa da Vâmık ok ve kılıçla devi yenemeyeceğini görünce yumruğuyla saldırır. Bunun da kâfi gelmemesi üzerine duâ eder ve Allah adının tesiriyle dev elma gibi parçalanır. Periler salavat getirerek her taraf tekbir ile dolar. Bu arada Lâhicân ile Ferî'nin sağlık haberi gelir. Vâmık onları ararken, İskender devrinden kalma bir mezarla karşılaşır. Mezar yedi başlı canavar tarafından yedi defa sarılmıştır. Vâmık onu öldürmek isterse de Kaf sultanı: "bunun bir sihir olduğunu ancak ism-i a'zamla yok edilebileceğini..." söyleyerek onu uyarır. Vâmık ism-i a'zamı okuyunca canavar yokolur ve "dahme" fethedilir. Dahme'de gümüş bir taht üzerinde bir altın taht vardır. Vâmık, tabutun, üzerindeki yazılardan Tahmûres şaha ait olduğunu anlayıp ona rahmet diler. İnleyiş gelen kapıya yönelerek zincirlere vurulmuş Lâhicân ile Ferî'yi kurtarır. Devin hazinesine el koyup Tûs şahma verilmek üzere birkaç hediyelik alarak gerisini askerinin yağmasına bırakır...

Bir iki gün dinlendikten sonra hep birlikte Kaf sultanı'nm nâdir hediyeîeriyle Tûs'a hareket ederler. Mîzbân, onları büyük bir törenle karşılar ve Kaf sultanının özel bahçesine kondurur. Erdeşîr'le Pîr de Tûs yakınlarında görününce Vâmık onları karşılar. Dilpezîr babasının elini öper. Daha sonra Gazne şahı, Vâmık, Erdeşîr ve Mîzbân tarafından karşılanarak konuk edilir. Azrâ, babasının ayağına öpücükler kondurup başından geçenleri anlatırken sözlerinin başında Vâmık'ın övgüsünü yapmaktan çekinmez. Nihayet Çin hakanı beklenir. Karşılanması için büyük hazırlıklar yapılır. Çin hakanı da ağır hediyelerle gelir ve oğlunun etrafında periler görünce onun, "hakkın lutfuyla Süleyman peygamber derecesine yükseldiğini" anlar.

Düğün hazırlıkları devam eder. Tûs ülkesi "işret-âbâd" olur. Herkes zevk ve neşe içindeyken Hümâ üzgündür. Onun bu durumunu gören Azrâ, Dâye ve Dilpezîr bir gece toplanarak kendi zevklerine daldıkları için Mîzbân'm aşkını, Hümâ'nm derdini unuttuklarını söyleyip Dâye'yi Vâmık'a gönderirler. Durumu öğrenen Vâmık, Dâye'nin Mîzbân'a gitmesini uygun bulur. Dâye, Mîzbân'dan, kimsenin bulunmadığı bir anda, Helhelân'm affını isteyip Hümâ'nm güzelliğini dile getirerek, Helhelân'm bağışlanmasını sağlar. Zaten Mîzbân1 Hümâ'yı için için sevmektedir. Onun hatırı için de babasına izzet ve ikramda bulunur.

Düğün şenlikleri başlarken her taraf Çînî kâselerle dolup altın ve abanos tahtlar kurulur. Altın tahta oturtulan Çin hakanının sağ yanına oğlu Vâmık, Lâhicân ve Behmen, sol tarafına da Kaf şahı, Gazne sultanı ve Erdeşîr yerleşir. Karşıda ise Helhelân ile Pîr yeralır. Düğün şenlikleri arasında "canbazlar, ipte oynarlar, pehlevanlar güreşirler, Kâse oyuncuları hünerlerini gösterirken mevzunbaslarm oyunları ve pehlevanların güç gösterisi" devam eder. Yeme içme faslı başlayarak, akşam ve gece şenlikleri birbirini kovalar. "Mey ziyafetf'ne geçilir. Mûsikî faslı içinde "ateşbazlar" hünerlerini gösterirler. Ziyafet sona erdikten sonra Mîzbân, bilginleri biraraya toplayarak nikâh için "uğurlu saati" buldurur. Nikâh akdinin hutbesini okuyup ilkin Vâmık ve Azrâ için "din ve âyin üzre" nikâhın değeri tesbit edilir. Altınlar, inci ve cevherler saçılıp sırasıyle Feri ile Lâhicân'm, Dilpezîr ile Behmen'in, Mîzbân ile Hümâ'rfın, Dâye ile Pîr'in aynı minval üzere nikâhları kıyılır. Öbür taraftan gelin süslenmesine geçilir. Altın aynalar karşısında kaşlara ve gözlere sürmeler çekilir. Ellere kınalar yakılır. Saçlar taranır. Allık ve pudralar sürülür. Küpeler, inci ve cevher gerdanlıklar takılarak, yüzükler parmaklara geçirilir. Başlara taçlar konur. Nûrânî ve kırmızı elbiseler, altın kuşaklar, kırmızı çizmeler ve kırmızı duvaklar içinde hazırlanan gelin bütün gözlerden kendisini saklayan bir parlak atlasla da çarşaflanarak Çin kurnası üzerinde yürür.

Vâmık, Behmen, Lâhican için "gerdek evi" hazırlanır. Azrâ'yı ve düğün alayını Çin hakanı Taymus, yollarına cevherler saçarak karşılar. Azrâ cevher ve inciye garkolur. Hıta ülkesi kendisine yüz görümlülüğü olarak verilir. Aynı tören Ferî, Dilpezîr ve Hümâ'ya da yapılır. Kendileri için hazırlanan saraylara yerleşirler.

Mihr ile Müşteri'nin bir burcda birleşmeleri gibi Vâmık ile Azrâ'nın ve diğer çiftlerin zifafları gerçekleşir. Bundan sonra Mîzbân'dan izin alınarak şahlar ülkelerine dönerler.


1. Gönül AYAN, Lâmi'îhm Vâmık u Azrâ Mesnevisi, Înceleme-Metin, (Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi , Erzurum, 1983 2 c. 190+487s.
 


Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Sayı 5, 1991