ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

ALİ CEMALEDDİN’İN “ARÛZ-I TÜRKΔ İSİMLİ ESERİNE DÂİR

Araş. Gör. Erdem Can ÖZTÜRK

Nâmık Kemâl Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi,

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

CBÜ, SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ    Yıl: 2011 Cilt :9 Savı :2

ÖZET

Özellikle aruz ve kısmen de belâgat ilimlerine türlü konularda katkı sağlayabilecek eserlerden bir tanesi Arûz-ı Türkî’dir. Ali Cemaleddin tarafından 1291/1874-5 tarihinde yazılan eserin önemli bir bölümü aruz bahsi üzerinde durmaktadır. Bu çalışma ile söz konusu eserin muhtevası ve konuları ele alış biçimi tanıtılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Arûz-ı Türkî, Ali Cemaleddin, aruz, belâgat, kafiye, bedî

ABOUT ALI CEMALEDDIN’S “ARÛZ-I TÜRKΔ CALLED BOOK

ABSTRACT

One of the books related wiht especiallay prosody and partly rhetoric is Arûz-ı Türkî. It can contribute these sciences. The book was ritten by Ali Cemaleddin in 1291/1874-5. Majority of book is about prosody. Our purpose with this study introduce content and genre of the book.

Keywords: Arûz-ı Türkî, Ali Cemaleddin, prosody, rhetoric, rhyme, aesthetic

Ali Cemaleddin tarafından yazılan ve 1291/1874-5 tarihinde İstanbul’da Mekteb-i Sanayi Matbaası’nda basılan eser kaynaklarda genellikle, müellifinin de tâbiriyle, “Arûz-ı Türkî” olarak geçmektedir. Eserin 1291 tarihinde basılmış bir nüshasını, ön ve arka kapağı eksik olmak üzere, sahafta bularak satın almış ve bu eser üzerinde bir yüksek lisans tezi hazırlamış bulunuyoruz (Öztürk, 2010). Söz konusu eserle ilgili bir tanıtma yazısı kaleme almanın tezi tamamlayıcı bir çalışma olacağı düşünülmüş ve tezimizin inceleme kısmındaki esere dâir bilgilerden de geniş ölçüde istifade edilerek bu yazı hazırlanmıştır.

Eser zikredildiği üzere kaynaklarda genellikle “Arûz-ı Türkî” olarak geçmektedir. Bununla birlikte “Arûz-ı Türkî”, “İlm-i Kavâfî” ve “Sanâyi-i Şi’riyye ve İlm-i Bedî” olmak üzere üç ana bölüm ile sonda bulunan yedi fasikül halindeki aruz cetvellerinden oluşmaktadır. Fasiküller hariç toplamda 168 sayfa olan eserin 2-105. sayfaları arası tamamen aruz bahsine ayrılmış bulunmaktadır.

Eserin baş tarafında yazarın isminin yer aldığı mühürlü bir sayfa bulunmaktadır. Mührün altına da, bu mührün bulunmadığı eserler sahte olup, bundan kitabı elinde bulunduran kişi sorumludur, notu düşülmüştür.

Hata-savab cetveli ile başlayan eserin ilk bölümü Arûz-ı Türkî başlığını taşımakta ve giriş mahiyetindeki kısım da bu bölüm dâhilinde bulunmaktadır.

Klâsik eser tertibine uygun olarak “Besmele” ile başlayan eser, “Leâlî-yi hamd-i bıhad ve derâri-yi sipâs-ı lâtacad...” (Ali Cemaleddin, 1291: 2) şeklinde “Hamdele” bölümüyle devam etmektedir. Ardından “Salvele” bölümüne geçilir. Bu kısımda Hazret-i Peygamber ile ashabına dua, salât ve selâm edilir: “ Ve ferâ’id-i şalât-ı bîintihâ olmaflac-ı kaşîde-yi enbiyâ caleyhi’t-teslım ve’t-tahâyâ efendimiz hazr^lerinin... ”(Ali Cemaleddin, 1291: 2) “Ve sehâb-ı rahmet-meâb-ı tarziyyât bi’l-cümle âl ü evlâd ve kâffe-yi ezvâc u aşhâb rızvânallâhu tecâla ‘aleyhim ecmacın...” (Ali Cemaleddin, 1291: 3).

“Sebeb-i Telif” bölümünde eserin ismi Arûz-ı Türkî olarak zikredilmiş ve eserin hazırlanması sırasında kullanılan kaynaklar ile eserin telif sebebi şu şekilde ifade olunmuştur:

cilm-i carüzun uşül ü fürücuna istihşâl-i meleke itmek ve âşâr-ı nâçîzânemi cilel-i carüz pençesine düşürmemek ümniyyesiyle ‘Arûz-ı Endülüs.s ve cArüz-ı Cimi nâm kitâb-ı belagat -nişâblarını ehl ü erbabından ahz u talîm ile bi’d-defecâtmüzâkere vemir’ât-ı hayâlimde Türkçe bir carüzun telfü tertibi şüretini müşahede yacm vicdân-ı perişânımda ced-be-ced Türk olup da eşcâr-ı ‘Arabi ve Fârisi nazm u kırâ’at eylemek hevesinde bulunanları dahi carüz-ı ‘Arabi ve Fârisi tahsili tekellüfünden kurtarmağı mülâhaza eylediğimden zikr olunan kitâbların müellifleri rühâniyyetine mütevessilen havâşş u cavâma fâ’ide-bafrş olacak yolda Mâyiş- elfazdan beri ve luğât-ı garibe-i ğayr-ı menüse istimalinden cury ğâyet açık ve vâzıh bir carüz tanzim ve (Arüz-ı Türkî) nâmıyla tevsîm iderek...” (Ali Cemaleddin, 1291: 3-4).

Aruza, şiirin özellik ve inceliklerine bununla birlikte edebî sanatlara tam vâkıf olmanın şiirle uğraşan tüm edipler için zarurî olduğunu ifâde eden Ali Cemaleddin, “... inşâd-ı eşcârın heves-kân ve gülşen-i nazm-ı renginin candelıb-i zân oldığı cihetle cilm-i carüzun uşül ü fürüuna istihşâl-i meleke itmek ve âşâr-ı nâçızânemi cilel-i carüz pençesine düşürmemek ümniyyesiyle cArüz-ı Endülüsî ve cAnZ-ı Camî-nâm kitâb-ı belâğat -nişâblarını ehl ü erbâbından ahz u ta'lım ile bi’d-defecâtmüzâkere ve mirât-ıhayâlimde Türkçe bir carüzun telfü tertibi şüretini müşâhede...” (Ali Cemaleddin, 1291: 3) sözleriyle Arûz-ı Endülüsî, Arûz-ı Câmî gibi eserleri daha önce erbabından okuduğunu, hem bu eski bilgilerinden, hem de söz konusu eserlerden hareketle, aruz kusurlarına özellikle dikkat ederek eserini oluşturmaya çalışacağını bildirmektedir. Ali Cemaleddin yine aynı yerde Türkçe bir aruz kitabı yazma gereğini ve hevesini de açıklamaktadır ki bu Arûz-ı Türkînin yazar tarafından bir aruz kitabı olarak düşünüldüğünün açık kanıtıdır.

Ali Cemaleddin’in, aslen Türk olup Arap - Fars aruzu ve şiiriyle karşılaşabilecek olanlara da hitap eden bir eser yazmak amacında olduğu şu cümlelerinden anlaşılıyor: “... Türk olup da eşcâr-ı ‘Arabi ve Fârisinazm u kırâ’at eylemek hevesinde bulunanları dafr1 ^rüz-ı ‘Arabi ve Färisi tahsili tekellüiünden kurtarmağı mülahaza eylediğimden zikr olunan kitablanñ mtfelliñeri rühäniyyetine mütevessilen havâşş u caväma fâ’ide-bahş olacak yolda âlayiş-i elfazdan beri ve luğât-ı ğarıbe-yi ğayr-ı me’nüse isticmälinden ‘uryğayet açık ve vâiïh bir carüz tanzim ve (cAruz-ı Türkî) nämiyla tevsım iderek...” (Ali Cemaleddin, 1291: 3-4). Yine aynı cümlelerden anlaşıldığı üzere Ali Cemaleddin, eserini yazarken kullanımdan düşmüş, anlamı herkesçe malûm olmayan kelimelere yer vermemeye ve mümkün mertebede anlaşılır bir dil kullanmaya çalışacaktır. Yazarın bu dikkatini eser boyunca görmek mümkündür. İleride sırası geldiğinde daha ayrıntılı ve örnekleriyle açıklanacağı üzere yazar, terimlerin kelime anlamlarını vermiş, söz konusu kelimelerin neden terimleştiğini de izah etmiştir.

Ali Cemaleddin, klâsik eser tertibine uygun olarak hazırladığı eserinde “Sebeb-i Telif” bölümünün ardından padişahın adını zikretmeyi de unutmamaktadır: “... pâdşâh-ı cadâlet-nişâb ve şehenşâh-ı mucazzez-elkâb es-sultan ibnü’s-suMni’s-sultan (Abdü’l-azız Han) ibnü’s-sultâni’l-ğâzi Mahmüd-ı ‘AdliHan edämallähu tecâla...” (Ali Cemaleddin, 1291: 4).

Yazar, yukarıda zikredilen bölümlerin ardından eserin asıl ve en teferruatlı bölümüne “‘Arüz” konusuyla giriş yapmaktadır: “Maclûm ola ki kelâm-ı mensüruñ mızânı cilm-i mantık oldığı gibi kelâm -ı mevzünuñ mizäni ilm-i carüzdur bu ime carüz ismi verilmesiniñ vech-i tesmiyyesi mütecaddid olup...” (Ali Cemaleddin, 1291: 4). Yazar, önce söz konusu ilme “aruz”isminin verilmesine dâir farklı görüşlerin bulunduğunu söyleyip daha sonra kendi katıldığı görüşü açıklamaktadır: “çünki luğatda carü¿ (nâhiye) maCmsmda ve cilm-i mezkür culüm-ı sâ’ireye nisbetle bir nahiye hükminde bulunmasına binären bu ‘ilme (İlm-i ‘Arüz) dinmişdir (Ali Cemaleddin, 1291: 4). Hemen devamında “İstitrâd” başlığı altında aruz ilminin doğuşuna dâir İmam Halîl ile ilgili küçük bir anekdota yer verilmektedir (Ali Cemaleddin, 1291: 4).

Eserde birkaç yerde İstitrâd (Ali Cemaleddin, 1291: 4), Lafziyye (Ali Cemaleddin, 1291: 121), Latife (Ali Cemaleddin, 1291: 150) gibi başlıklar altında küçük hikâyelere de yer verildiği görülür. Ancak bu küçük anekdotlar eser içinde çok fazla olmayıp yukarda zikredilen “İstitrâd”a benzer birkaç örnekle sınırlı kalmaktadır.

Eserin girişi olarak değerlendirilebilecek ilk 22 sayfalık bölümde, özellikle aruz konusu açıklanırken kullanılacak olan terimlerden ayrıntılı olarak bahsedilmektedir. Burada bahsi geçen terimler şunlardır: (cArüz), (Mısra) (Beyt), (Şicr), (Evzân), (Şadr) (Arüz), (tbtidä), (Darb), (Haşv), (Zihaf), (Veteé), (Sebeb) (Fâşıla) (İlel).

Şiirden ve şiirle ilgili terimlerden bahsedilen bu kısımda “Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. O’nun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır.:” (Yâsin: 69) meâlindeki ayete de yer veren Ali Cemaleddin, burada kast edilen mânânın şiirin yasaklanması olmadığını, aksine Hz. Peygamber’i şâirlikle ve Kur’ân’ı şiir olmakla itham eden batıl inancın reddi olduğunu söylemektedir. Yazar, Hazret-i Hasan hakkında anlatılan bir rivâyetle ve “Şuearâ,ü’l-İslâm tahte livâfke fı’l-cenne" sözüyle düşüncelerini desteklemektedir.

Ali Cemaleddin’in, aruz vezinlerinin oluşumunu açıklamak için kullanacağı pek çok terimle ilgili geniş bilgiler verdiğinden bahsedilmişti. Meselâ yazar sebeb, veted, fasıla gibi ilerde çok sık kullanacağı terimlerden sebeb ’ şöyle tanımlamaktadır: “... kavâfd ü şürüt-ı evzân-ı şicri te’sıszımnında (sebeb), (veted), (fasıla), şicrin mebna-yı fleyhidir dimişler ki işbu eczâ-yı şelasenm biri olan (sebeb) iki kısma münkasım olup biri (sebeb-i hafif) ve kısmı dıgeri (sebeb-i sakildir) meselâ (ben ve sen) lafızlarında oldığ1 gibi ki harfi evveli müteharrik ve harf-i sânısi sakin olan iki harf den mürekkeb lafza (sebeb-i hafif) ve (leke ve teke) kelimelerinde bulundığı veçhile iki harf-i müteharrikden terekküb iden lafza (sebeb-i sakil) dinü! (Ali Cemaleddin, 1291: 8).

Bu açıklamalardan sonra sebeb, veted, fasıla gibi terimlerle ilgili olan ve cüzlere bir takım eksiklikler getirerek veya ziyâdelik vererek farklı tefilelerin ortaya çıkmasına sebep olan iki terimden, “zihaf’ (Ali Cemaleddin, 1291: 10) ve “cilel” (Ali Cemaleddin, 1291: 10)’den bahsedilmektedir.

Ali Cemaleddin, farklı cüzlerin ortaya çıkmasına vesile olan bu eksiklik, fazlalık ve değişikliklere genel olarak cilel adının verildiğini söyledikten sonra, bunları Arap’ta olanlar, Acem’de olanlar, müşterek olanlar şeklinde tasnif eder. Ardından bunların toplam sayısının otuz yedi olduğunu söyleyip bunları tek tek açıklamaya başlar. Bu bölümde söz konusu edilen terimler şunlardır: (Habn), (Tayy), (Habl), (Kabz), (Kaşr), (Kat), (Keff), (Kesf), (Vaki), (Haz), (Şalm), (Teşis), (Hazf), (Beter), (Terfii), (İzâlet), (Tesbığ), (izmâr), (Aşb), (Katf), (Cüz3), (Şatr), (Nehk), (Harm), (Harb), (Şeter), (Hatm), (Cebb), (Zelel), (Şekl), (Cehf), (Ced), (Ref), (Şelm), (Seım), (Nahr), (Rubc).

Bunlardan “mefa'ilün” cüzünün oluşumuna vesile olan “Kabz”ı örnek olması açısından aşağıya alıyoruz: “Kabz kâfin fethiyle mertebe-yi hâmse-yi cüz’de bulunan harf-i skini hazf u ıskat itmege yafıi '(mefâflün) cüzfndekiyâ harfini hazfla (mefâflün) eylemeğe dinür luğatda (bir nesneyi almak ve dürüp bükmek) macnâsındadır ki (mefâflün) cüzfnde yâ harfi alınup kışadılmış yacni cüz-i mezkûr bacde’l-hazf (mefâilün) kalmış oldığından menkûlün ileyhi (makbüz) olu.r (Ali Cemaleddin, 1291: 11). Bir diğer örnek olarak da “fe'ilâtün” cüzünün teşekkülünü anlatan “Katc” terimini alalım: “Katc veted cüzünün sakinini hazf ve müteharrikini iskân itmege ve luğatda kâfin fethiyle (kesmege) dinürki (mütefâflün) cüzfnde olan (flün) vetedindekinûn sakini ba de ’l-hazf lam müteharrikini iskân ile (mütefâfl) kaldıkda bunuh yirine yine o vezinde olan (feflatün) getürülmege menkûlün ileyhi (makfûc) olu.r (Ali Cemaleddin, 1291: 11).

Bu şekilde otuz yedi adet terim hem lugat hem de terim anlamlarıyla birlikte açıklanmakta ve aruz cüzlerinin teşekkülünden bahsedilmektedir.

Ali Cemaleddin daha sonra taktinin öneminden bahsederek takti ile ilgili örnekler vermektedir. Y azar taktinin hem şiir hem de aruz için önemini şu örnek ve ifadelerle duyurmaktadır:

“... Görüp nev-res/te-yi serv-i/bülendi kad/di mevzünı

Meíacilün/Meíacilün/Meíacilün/Meíacilün

Temewüc ey/leyüp taşdı/dü-çeşmim eş/k-ipür-hünı

Meiâilün/Meiâilün/Meiâilün/Mefâilün

Açıldı lâ/le-veşgül-zâ/r-ı dilde ni/ce biñyara

Meiâcılün/Meiâcılün/Meiâcılün/Mefâcılün

Tabıbâ bü/se-yi la cliñ/dürür tımâ/r u ma Ccütıı

Meiâcılün/Meiâcılün/Meiâcılün/Mefâcılün

Şeklindedir ancak uşül-i takt? bir takım şerâ’iti mutazammın olup bunlanñ biri eliâz-ı beytiñ cayn-ı kitabetine bakılmayup hemân şüret ü hey3et-i telaffiızına yacnı kelámiñ okunuşuna itibar olunmalıdır ve yazılışda mevcüd olup da okunuşta zahir olmayan harfler kâcide-yi taktie tevfk içün başluca harf cadd olunmalıdır mesela beyt-i mâre ’z-zikrde (görüp) lafzının vâ[vjları ve (taşdı)nm elifi ve (dü) lafzının vâvı şüret-i kitâbetde mevcüd iken hın-i taktide sakıt olmuşlar yacni (vâv) zammeyi ve (elif) fethayı ve (yâ) kesreyi imâ itmesi zarüri olmağıla taktiden düşmüşlerdir zira itibar (fetha ve kesre ve zamme) dinilen nefs-i harekeye münhasır olmağıla eşnâ-yı taktide mütehamkimütehamke ve sakini sakine tekabül itdirmek lazım olup fakat fetha kesreye, kesre fethaya, fetha zammeye mukabil olur ve kitâbetde harf-i vâhid ile yazılan hurüf-ı (müşeddede) taktıi hâlde biri müteharrik dıgeri sakin olmak üzere iki harf itibar olunabilür misalimiz olan beytiñ (kadd-i mevzünı) lafzındaki dáliñ takfiinde iki h^rf yazılması gibi ve bacz-ı hurüf kitâbetde mevcüd olmasa bile taktide zahir olur (nev-reste) kelimesiniñ (nev-reste-yi) yazıldığı gibi uşül-i taktiiñ mutazammın oldığı şera’itm biri de harf-i (ha) olup egerçi beytiñ vasatında vaki olur ise sakıt ve ahır-ı beytde bulundığı takdirde bir harf-i sakin makamına kâ3im olur (lâle) ve (nice) ve (yara) lafzları gibi ki (lâle) ile (nice) vasafda ve (yara) nihâyetde vâkıc olmuşdur biri dahi (vâv) veyâhud (elif) veyâhud (yâ)dan soñra gelen nündür ki mâ-kablindekiharekesi kendi cinsinden ise yacni elif ise fetha vâv ise zamme ve yâ ise kesre olup fakat mâ-kablindeki hareke câmz olmaz ise taktiden düşer... ” (Ali Cemaleddin, 1291: 17-18).

Yazarın taktiye verdiği önem kitabın sonuna kadar açıkça görülebilmektedir. Y azar, kitaptaki hemen tüm şiir örneklerinde, şiiri verdikten sonra alt tarafta şiirin taktili, tef’ilelere ayrılmış hâlini de vermeyi ihmal etmemektedir. Ali Cemaleddin burada hem beyitleri tef’ilelere ayırmakta hem de beyitlerin altına şiirlerin vezinlerini yazmaktadır:

“(Beyt)

Cemaliñ nurını ey mah-ru bir kez gören insan

‘Aceb kim olmamak mümkin midir hayran saña ey cän (Taktii)

Cemaliñ nü/rını ey mä/h-rü bir kez/gören insän

Mefä'ilün/Mefäilün/Mefä'ilün/Mefäilün

‘Aceb kim ol/mamak mümkin/midir hayra/saña ey cän

MefäcIlün/MefäcIlün/MefäcIlün/MefäcIlün”(Ali Cemaleddin, 1291: İS).

İleride aruz bahirlerinden bahsedilirken takti örneklerine yine yer verilecek ve eserden fotoğraf alıntılarıyla yazarın taktiyi eserinde nasıl belirttiği gösterilecektir.

Kitabın devamında izleyeceği yol için Ali Cemaleddin şu ifâdeleri kullanmaktadır: “Ma'lüm ola ki bu mahalle degin uşül-i evzän-ı şicr tacnfü beyän ve bunlara änzolan cilel-i mütenevvica cale’l-infirädşerh u ityän kılınmış oldığından bacdezın ‘ulemä-yi carü¿uñ tertıb eyledikleri buhün dahi bildirmek lâzım gelmişdif (Ali Cemaleddin, 1291: 21). Hemen devamında yazar, yukarıda açıkladığı asıl kurallara bağlı olarak ortaya çıkan aruz bahirlerini ayrıntılı olarak incelemeye başlamaktadır. “Şöyle ki müşarün ileyhim beyäni sebkat iden uşülden birtakım bahrler tertıb idildiler ki bunlardan bacıları eczayı tefäiliyyeden biriniñ tekerrüründen husülegelüf’ (Ali Cemaleddin, 1291: 21).

“...müştereken ‘Acem ile ‘Arab’a mağşuş oldığı vazıhadan ve bunlarrn her birine birer misal getürülmek ve eiäil-i buhün bu şüretle dahi tasvir eylemek veclheden olmağıla ber-vech-i äti beyänina şürü‘ olunur (Ali Cemaleddin, 1291: 21-22).

Eserin en hacimli bölümü “(ibtidä-yi Buhür ve EbyätJ’ başlığı altında yirmi ikinci sayfadan itibaren başlamaktadır. Bu bölümde aruz bahirlerinin, aruz vezinlerinin sözlük ve terim anlamlarından ayrı ayrı bahsedilmekte; konuyla ilgili belâgat âlimleri arasındaki ihtilaflı görüşlere yer verilmektedir. Ali Cemaleddin, belâgat âlimleri arasındaki ihtilaflı görüşlerden bahsettikten sonra zaman zaman kendi fikrini ya da katıldığı âlimin görüşünü de bildirmektedir. Vezinlerdeki tefilelerin çıkış noktalarına da değinen yazar her bir veznin, her bir tef’ilenin nereden geldiğini, nasıl oluştuğunu ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Vezinlerin oluşumunu bildiren terimlerden mürekkep söz konusu olan “veznin tam ismi” başlık olarak verildikten sonra o vezinle ilgili en az bir şiir örneği verilmektedir. Örnek olarak verilen şiir, hemen alt tarafta “Taktı'” başlığı altında tefilelerine ayrılarak şiirin vezni üzerinde gösterilmektedir.

Eserin “cArüz-ı Türkı” bölümünde yer alan ana başlıklar şunlardır: (Bahr-ı TavIl), (Bahr-ı Medid), (Bahr-ı Basit), (Bahr-ı Väfir), (Bahr-ı Kamil), (Rubäiyyät), (Bahr-ı Recez), (Bahr-ı Remel), (Bahr-ı Münserih), (Bahr-ı Muzäri) (Bahr-ı Muktezab), (Bahr-ı Mücteşş), (Bahr-ı Seri), (Bahr-ı Cedıd), (Bahr-ı Karıb), (Bahr-ı Hafif), (Bahr-ı Müşâkil), (Bahr-ı Mütekärib), (Bahr-ı Mütedärik). Bu ana başlıklar altındaki pek çok alt başlıkla tüm aruz kalıpları ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

Arûz-ı Türkî, tüm bu özellikleri dolayısıyla aruz konusunda doyurucu bilgiler içermektedir. 168 sayfadan ve sondaki aruz cetvellerinden oluşan eserin 105. sayfasına kadar hemen hemen sadece aruz bahsi üzerinde durulmaktadır. Zaten eserin, Ali Cemaleddin tarafından bir Türkçe aruz kitabı olarak düşünüldüğünü de yazımızın başında, yazarın kendi cümlelerine dayanarak ifade etmiştik. Yazarın aruz bahirleri ve vezinleriyle ilgili açıklamalarından “Basit” bahri ile ilgili olanı örnek olması açısından aşağıya alınmıştır:

“(Basit) baniñ fethiyle geniş ve yayğın macnasına ve ıştılâhda eczası iki kerre (Müstefilün Failün Müstefilün Fâcilün)den ‘ibaret bir bahnñ ismine dirler vech-i tesmiyyesi kavl-i Halil’e göre bahr-ı tavıl ile medidiñ medlerinden münbasıt olup vasatı ile âhırı ekseriya mahbün olarakya'ni (Müstefilün Feflün Müstefilün Feilün) isticmâl olundığından ve Züccâc’a göre eczalanmñ evvelleri sebebler ile münbasıt olduklarından basit dinildi ve baZları cindlerinde carüz ve darbında harekât-ı münbasıt oldığından basit ve memdidiñ bunuñ üzerine takaddümi ise vetedi şadra karıb oldığı cihetiledir didiler (Eczâ-yı Babr-ı Basit)

(Müstefilün Fâcilün Müstefilün Fâcilün) (2) defa (Mi§âl)

(Beyt)

Cana bugün bir Caceb biakl u dıvaneyüm La clüñ meyüñ nüş idüp medhüş u mestaneyüm

İşbu beyt dahi salimül-ecza olup takfiişu veçhiledir (Takfii)

Cana bugün/bir caceb/bıcakl u dl/vaneyüm Müstefilün/Fâcilün/Müstefilün/Fâcilün Laclüñmeyüü/nüş idüp/medhüş u mes/tâneyüm Müstefilün/Fâ‘:ilün/Müstefilün/Fâ‘:ilÜIİ, (Ali Cemaleddin, 1291: 23).

Özellikle aruz konusunda ayrıntılı ve doyurucu bilgiler verdiğinden bahsedilen Arûz-ı Türkî’nin en önemli özelliklerinden birisi de, yukarıda zikredildiği üzere, şiir örnekleri üzerinde “taktf” başlığı altında vezinleri ve tefileleri göstermesidir. Yukarıda takti ile ilgili söylenenlere ek olarak şunlar da ilave edilmelidir ki Ali Cemaleddin takti sayesinde, imlâda olmayan ama takti ile okuma esnasında ortaya çıkan seslere ya da imlâda bulunup da takti ile okuma sırasında düşen seslere dikkat çekmekte ve bunları imlâda göstermek yolunu seçmektedir. Meselâ:

Girye-i dil hicr ile şol-kadar ki ey peri Cüy-bara döndi çeşm-i sirişkim her biri

(Ali Cemaleddin, 1291: 22).

Girye-i dil/hicr ile/şol-kadar ki/ey peri Fâcilâtün/Fâcilün/Fâcilâtüıı/Fâcilün Cüy-bâra/döndi çeş/m-i sirişkim/her biri

ûUfc

¿ut

•fj- J*

c >L. *>■

¿Ut

Yukarıdaki beyitte görüldüğü üzere beytin normal

şekilde girye kelimesinde terkip “hemze” ile gösterilmiştir:

olarak verildiği ilk


Taktinin gösterildiği hemen alttaki kullanımda ise girye kelimesinin

erek bir “y/i/<_s” harfiyle terkip yapılması

hemen sonuna “y/i/<_s” harfi ilâve edi gerektiği açıkça bildirilmiştir:

Böylece imlâda olmayan ancak takti ile okuma sırasında seslendirilmesi gereken “y/i/<^ ” harfi açıkça gösterilmiş olmaktadır.

Benzer bir örneğe “çeşm-i sirişkim” kullanımında rastlanmaktadır. Şiir

metninin imlâsında bulunmayan “y/i/<_s ” harfinin takti yapılara

k imlâya alındığı


(takti)

Yine “hicr ile kelimesinin imlâsına dikkat edildiğinde bu kelimenin “hicr ile” şeklinde ayrı değil de “hicriie şeklinde vasl yapılarak okunması gerektiği takti yapılarak açıkça ortaya koyulmuştur.

Yine bu örneklerde kelimelerin takti esnasında ilgili hecelerden bölünerek, okuyuşa uygun olarak verildiği görülmektedir. Doğru okuyuşu sağlayabilmek için kelimeler yazar tarafından gerekli yerlerden bölünmüş veya gerektiğinde bir sonraki kelimeyle birleştirilerek yazılmıştır.

Yeniden aruz bahirleri ve cüzleri faslına dönüldüğü zaman “dâ’ire-yi muhtelife” (Ali Cemaleddin, 1291: 25), “dâ’ire-yimutelife (Ali Cemaleddin, 1291: 27), “dâ’ire-yi muctelibe” (Ali Cemaleddin, 1291: 64), “dâ’ire-yi müştebihe (Ali Cemaleddin, 1291: 82), “dâ’ire-yi mütenewica” (Ali Cemaleddin, 1291: 95), “dâ’ire-yi müttefakâ’ (Ali Cemaleddin, 1291: 103) isimlerinde bahirleri ve vezinleri gösteren şekillerin bulunduğu görülmektedir. Bu şekillerin içerisine birer mısra yerleştirilmiş durumdadır. Bu mısraların özelliği ise mısradaki farklı her bir kelimeden okunmaya başlandığında farklı bir veznin elde ediliyor olmasıdır: “Zikr olunan bahirlerin baZ-ı eczaları humasi ve bacz-ı eczaları sübâioldığmdan üçini (muhtelife) nâmında bir dâie dâhiline alup ismine (dâ’ire-yi muhtelife) tesmiyye eylemişler ki şekl-i dâ’ire işbu (Seni özledi cânım ki sensiz karâr itmez) mışracı üzerine tertıb olunarak aşhâb-ı mütâlacâya carz olundı

Mışrac-ı mezkûrun bahr-ı tavıle tatbıkan kırâ^ati murâd buyunlur ise (seni) lafzından ibtidâ olunmalıdır ki taktifşu veçhiledir Seni öz/ledi cânım/ki sensiz/karâr itmez Fe Cûlün/Mefâllün/Fe cûlün/Mefâcılün

Olup bahr-ı medıde tevfık olundukda (özledi) lafzından başlanılmak lâzım geleceginden takfif

Özledi câ/nım ki sen/siz karâr it/mez seni Fâfilâtün/Fâfilün/Fâfilâtün/Fâfilün

şûretindedir eger bajhr-ı basit vezninde okunmak istenilür ise (cânım) lafzından kırâ^at idilmelidir ki bu hâlde taktif Cânım ki sen/siz karâ/r itmez seni/özledi Müsteffilün/Fâfilün/Müsteffilün/Fâfilün

Şu şûretde olmağıla mışraf-ı mezkûr işbu buhûr-ı selâsenin behrinde filel ü ezâhıfden sâlim vâkıcolmuşdur

Ve eger betekrâr tavıle nakl murâd olunur ise (ki sensiz) lafzından bidâ’ oluna” (Ali Cemaleddin, 1291: 24).

Söz konusu daireleri günümüz harflerine aktarmak dairelerin orijinalliğini bozduğu için şekillerden bir tanesi örnek olması açısından aşağıya aynen alınmıştır.

“Bahr-ı Tavîl-i Salim

j

sçy

* I i»,1


---IV

m


--' . \ î.ı

\    ı : ■ a ¿ji ı

*    ^ /p h ■    * "S * i * • t ' /f( ' / f.    -V > 1 ./

Bahr-ıMedîd-iSalim/Bahr-ı Basİ-iSaim (Ali Cemaleddin, 1291: 25).

Arûz-ı Türkî’de ayrıntılı açıklamalarla 105 sayfa boyunca aruz bahsi ele alınmaktadır. 106. Sayfadan itibaren ise “cİlm-i Kavafı” başlığı altında kâfiye bahsine geçilmektedir.

Y azar, kâfiye bahsine “kâfiye” kelimesinin sözlük ve terim anlamlarını vererek başlamaktadır: “(Kafiye) luğatda bir nesnenin bir nesne arkasından gelmesine dinür ıştılâh-ı şucarada ise kelâm-ı mevzun arkasına yacnı şicrin âhırında bulunan harfe dinür ki eczâ-yı beyt anınla rabt olunur tacyın-i kâfiyede rivâyât-ı mütekâsire olup ancak beyne’l-fuzalâ kâfiye bir harfdir ki culemâ-yı cArab ol harfe harf-i (revı) dirler

(Revî) revâdan me’hüzdur revâ luğat-ı cArab ’da devenin yükini bağladklan ipe dinilüp ol ip ile devenin yüki bağlandığı gibi şirin kâffe -yi eczâsı harf-i (revı) ile bağlanur” (Ali Cemaleddin, 1291: 106). Görüldüğü üzere Ali Cemaleddin, terimlerin lugat anlamlarının yanı sıra, kelimenin anlamına isnat edilen hangi benzerlik dolayısıyla bu kelimenin terimleştirildiği konusuna da temas etmeyi unutmamaktadır.

Ali Cemaleddin kâfiye, revî gibi terimleri aruz bahsinde olduğu gibi örneklerle açıklamaktadır. Bunların ayrıntıları, istisnaları, türleri örneklerle ele alınmakta ve izah edilmektedir: “... (revî) dahi mukayyede ve mutallaka olmak üzereikinevcdir..." (Ali Cemaleddin, 1291: 107), “İşbuharf-i(revı)nin tebdil ve tağyıriğayr-ı câ’izise de vakt-i zarüretde kurb-ı mehâric-ihurüfa riâyetle baZan tahvili mesbük olup fakat beyne’ş-şucarâ mucayyebâtdan macdüd olunmağıla tahvıl-i hurüß mutaZammın olan (revı)ye (ikfâ) nâmı virilmişdir meselâ (iftitâh) ve (iştibâh) lafzlannda oldığı gibi ki biri (hâ) ve dıgeri (hâ)dır ” (Ali Cemaleddin, 1291: 107).

cİlm-i Kavafı” başlığı altında söz konusu edilen, örneklerle açıklanan ve hakkında geniş açıklamalar yapılan terimler şunlardır: kâfiye, revı, tevcih, rev-yi mukayede, rev-yi mutallaka, ikfâ, kâfıye-yi müreddefe, kâfıye-yi müessese, kâfıye-yi mücerrede, kâfıye-yi mevşüle, ridf-i aşlı, ridf-i zâ’id, müreddef-imürekkeb, res, dahil, işbâc sinüd, kafiye -yihurüc, nefâz, kâfıye-yi mezıd, kâfıye-yi şâygân.

Ali Cemaleddin eserinin 116. sayfasından itibaren “Şanâyic-i Şi'riyye ve cİlm-i Bedıc” başlığı altında edebî sanatları ve bedî ilminin alanına giren konuları ele almaya başlıyor.

Yazar Şanâyi-iŞiriyye ve cİlm-iBedıcbahsine iyi bir şâir olmak için gerekli hususiyetlerden bahsederek ve eski şiirimizdeki mazmunlara, teşbihlere göndermeler yaparak başlamaktadır.

Hangi lisanda olursa olsun iyi bir şâir olmak için; o dilin inceliklerine vâkıf olmak gerektiği, o dilin terimlerini ve kelimelerinin telaffuzunu hakkıyla bilmenin lüzûmu, o dilin belâgatta “garîb” olarak adlandırılan, âşinâ olunmayan, kelimelerinin kullanımından kaçınmak gerektiği öncelikli olarak vurgulanmaktadır: “Bir şâir kanğı lisân ile olursa olsun şir söyleyeceği vakt o lisânın dakâyık u müfredât ve telaffuzât u muştalahâtını kemâliyle istihsâle

ğayret veşicrde birtakım kelimât - ğanbeden ictinab...” (Ali Cemaleddin, 1291: 116). Yine o dile ait âşinâ olunan terimlerin ve tabirlerin kullanılması, bunu sağlayabilmek için meşhur şâirlerin örnek alınması, belâgat yönünden başarılı eserlerin okunarak örnek alınması, hatta bunların ezberlenmesi, başarılı bir şâir olabilmenin şartları arasında sıralanmaktadır. Bütün bunların çok büyük çabalarla sağlanabileceğini söyleyen Ali Cemaleddin, bu özelliklerin şâir olmak isteyen bir kişi için birer meleke hâline gelmiş olmasının öneminden de bahsetmektedir: “... ıştılahât-ı me’nüse ve şâyia istimal itmege mezıd itinâ ve dikkat itmelidir ve icâbı takdirinde tabırât ve teşbıhât kullanmak içün ibtidâ halinde meşâhır-i şucarâ ve ekâmıl-ihükemämñ eşcâr-ı feşahat-dişânnı hâvi olan divân-ı belâğat-bünyânlarını mütâlacaya haşren rikkâtla elcişerim hıfza alarak tabiat-ı şiriyye dinilen seciyye-i celıleyi istihsale ğayret ve o hâli tabicat-ı sâniyye yacnî meleke idinmege şarf-ı mesâi ve himmet iderek üdebâ-yı eslaf eserine sâlik olmalıdır..." (Ali Cemaleddin, 1291: 116). Yazar, “...erbâb-ı sühan inşâd-ı nazm u nesrde münâsebet ve müşabehet arayup o yolda şarf-ı mezâmın eylediler yacnî her nerde gül zikr eylediler ise cakabinde bülbül getürdilei (Ali Cemaleddin, 1291: 116) ifadeleriyle eski şâirlerin kullanımları sebebiyle yerleşmiş bazı benzetmelerin, birbiriyle kullanımı hoş görülen kelimelerin yeni şâirler tarafından bilinmesi için de eski eserlerin okunmasının lüzumlu olduğunu söylemektedir.

Yazar, bu sözlerinin devamında çeşitli beyitlerle, söz ettiği benzetmelerden örnekler vermekte ve bunları kısaca açıklamaktadır. Ancak bunu yaparken kullandığı beyitlerin kimlere ait olduğu konusunda bilgi vermemektedir.

Ali Cemaleddin, şiiri güzel gösterenin manevî ve lafzî sanatlar olduğunu ve bunun da ilm-i bedî ile ilgili olduğunu ifade eder: “. zırâ şanâyi-i macneviyye ve lafziyye beyt-i şirm nakş u ârâyişi makâmındadır bu şüret ise istihâm-ı ilm-i bediile olur...” (Ali Cemaleddin, 1291: 120)

Yazar, kitabın kalan kısmında edebî sanatlardan bahsedip bazı nazım şekilleri ve türleriyle ilgili verdiği bilgilerin ardından, 7 fasikül halindeki aruz cetvelleriyle eserine son vermektedir.

Eserin ‘Arüz-ı Türkîbaşlıklı aruz bahsi diğer bölümlere oranla çok daha geniş tutulmuş ve bu konudaki açıklamalar diğer bölümlere nispetle daha teferruatlı bir şekilde verilerek örneklerle desteklenmiştir. Kafiye, sanatlar ve bedî bahisleri ise aruz bahsine göre nispeten daha yüzeysel açıklanmıştır.

Şiirde sözün çeşitli benzetmelerle ve süslü bir şekilde kullanılmasının öneminden bahseden Ali Cemaleddin, kitabının şanâyi-i şiriyye ve ilm-i bedi bölümünde ilk olarak tarşi sanatını ele alıp bu sanatın tanımını şu şekilde vermektedir: “ Tarşi luğatda bir nesneyi mücevherât ile tezyin eylemege ve îstilahda kelâm-ı menşür veyâ manzümda olan eliazı birbirine muvâfık ve vezn ühurüfda mutâbık bir şüretle terkıb itmege dinür” (Ali Cemaleddin, 1291: 120).

Yazar, aruz ve kâfiye bahislerinde olduğu gibi şanâyi-i şiriyye ve ilm-i bedi bahsinde de önce söz konusu terimlerin sözlük anlamlarını verip

ardından bu kelimelerin terim anlamlarına ve açıklamalarına geçmektedir. Bu bölümdeki açıklamalar aruz bahsindeki kadar teferruatlı olmamakla birlikte diğer bahislerde olduğu gibi örnek beyitler ve zaman zaman da şiirlerle desteklenmektedir.

Çeşitli edebî sanatlar açıklanırken söz konusu sanatın ayrıntılarına girilerek, o sanatın küçük farklardan kaynaklanan alt başlıklarına da değinilmektedir:

“(Tecnls)

Şicrde iki kelimeyi kırâ’at ve kitâbetde birbirine beñzetmege dinüp bu dahi yedi nevcdir

(Nevc-i Evvel Tecnîs-i Tam)

(Tecnls-i Tam) şicrde iki veya ziyade elfaziñ birbirine telaffuzda ve kitâbetde ve harekât ve sükunâtda ve caded-i hurüfda müttefik ve fakat macnâca muhtelif olmasına dinür ki reng macnâsında olan (al) ve (ahz) it müfâdndaki (al) misâlleri gibi (Beyt)

Düşmenin Behram- veş kör olup olsa yiri gur

Nola çün sen Husrevekâritmegeyüz tıtdıkâr..." (Ali Cemaleddin, 1291: 121).

Eserde “şanâyic-i şiriyye ve cilm-i bedú başlığı altında ele alınan sanatlar şunlardır: Taşı, Tecnls, Şancat-ı Tıbâk u Tezâd, SeciC Teşblhât, İhâm, İstiâre, Mürâcâtü’n-Nazlr, Muhtemelü’z-Zıddeyn, Te’kîdü’l-Medh Bimâ Yüşbihü’z-Zemm, El-Medhü’l-Müvecceh, İltifât, Mütezelzil, İstidrâk, Leff ü Neşr, Tacaccüb, Serika, İtirâz-ıKelâmKable’t-Tamâm, Mütelevvin, Câmiü’l-Kilem, İrsâl-iMesel, Zü’l-Kâfıyeteyn, Zü’l-Kâfıyeteyn-iMahcüb, Tecâhülü’l-cÂrif, Suâl, Cevâb, Tenslku’ş-Şıfât, Siyâkatü’l-Acdâd, Şancat-ı CemC Cem-Tenhâ, İğrâk, Tefsir-i Celi, Tefsir-i Hafi, cAks, Maklüb, Maklüb-ı Bacz, Maklüb-ı Mücennah, Maklüb-ı Küll, Reddü’l-cAcz cAle’ş-Şadr, Reddü’ş-Şadr cAle’l-Acz, Hüsnü’t-Taclîl, Hüsnü’l-Matlac, Hüsnü’t-Taleb, MukattaC MülemmaC Muvaşşal, Hazf, Menküt, Mushaf, Raktâ, Hayfâ, Müveşşah.

Burada örnekleriyle birlikte açıklanan sanatların lafzî ve mânevî sanatlar gibi bir tasnife tabi tutulmaksızın yazarın tercihleri doğrultusunda sırayla esere alındıkları görülmektedir.

Ali Cemaleddin, Müveşşah bahsinden hemen sonra “(Tarşl)den buraya kadar yacm (Müveşşah)a kadar olunan tacrlferde misâl olarak yazılmış olan ebyât Sürün meihümuñ kasidesi olup bu şanâyici câmi bulundığından aniñ zikri münâsib görülmüşdü! (Ali Cemaleddin, 1291: 144) ifâdeleriyle kitabın son bölümündeki şiir örneklerinin Sürûrî’ye ait olduğunu bildirmektedir.

Yazar, “Aşhâb-ı mütâlacaya ğayr-ı mestür oldığ1 vechile fuşehüy belâğat-efzâ-yı pişin kelâm-ı manzüm ve makâl-i mevzünı aksâm-ı mütecaddideye bacde’t-takslm zlrde muharrer birtakım isimler ile tevslm ve tacyln eylerle! (Ali Cemaleddin, 1291: 144) sözlerinin ardından Münâcât, Na% Medhiyye, Hicviyye, Fahriyye, Firâkiyye, óazel, Beytü’l-Gazel, Şâh Beyt,

Tahalluş, Kaside, Mesnevi, Musammat, _ Teşbıb, Nesıb, Muşarrac, Şerûd, Mümâlata, Münakkah, Nazire, Mükerrer, İrticai, Mütenafır, Sehl.j Mümteni, Nakışa, Tazmin , Murabbac, Muhammes, Müseddes, Müsebbac, Müşemmen, MütessaC Mucaşşer, Tercıc-i Bend, Şarkı, Müstezâd, Kıta, Rubâ% Matlac, Müfred, Mucammâ, Luğaz gibi nazım türleri ve şekilleri hakkında örneklerle bilgiler vermektedir:

“(Nú)

(Nact) medh-iResul ‘aleyhi’s-selamhakkında nazm olunan kasidedir (Licenabi Vâsıf)

Derünumda firakınla elem var yâ resUlallah Goñülde iştiyak-ı dembedem var ya resUlallah

Temevvücgâh-ı Caşkında kemıne-kafreyim amma Nihan hün-abe-i giryemde yemm var ya resUlallah

DerUnum yaralandı hançer-i caşk-ı mecaziyle Dilimde bir oñulmaz zahm-ı ğam var ya resUlallah

Ne yüzle eyleyem da^a-yı Caşkın her nefes dilde

Hezarnn arzU-yı mültezem var ya resUlallah...” (Ali Cemaleddin, 1291: 145). “(Gazel)

(Gazel) vezn ü kafiyede müttehid bulunan ebyata dinür ki beş beytden dün olmayup on beyti de tecavüz itmez ve mecali mahbUb u mahbUbeniñ hatt u haliyle şekl ü şemaHm vaşfdan ibaretdir

(Licenabi Fıtnat)

Neşve-i cam-ı mahabbetle goñül cUş eyler Çekilen derd üğarm cümle fernmUş eyler

Bir nigehle komadı derdimi takrire mahal Çeşm-i mestiñ nice gUyaları hamUş eyler

Kıl hazer alma şakın ‘aşık- zanñ ahiñ Seni bir şüh-ı sitem-kara felek düş eyler

Hale-i mah gibi sineye çekmiş mihri Bezm-i vuşlatda o kim yari derağUş eyler

Sen heman gülşen-i hüsnünde fiğan it çü hezar

Fıtnata derd-i diliñ belki o gülgUş eyler” (Ali Cemaleddin, 1291: 147-148).

Ali Cemaleddin eserinin sonunda Luğaz hakkında bilgi ve bir lugaz örneği verdikten sonra “Temmetü’l-Kitäb Bicavnillähi’l-Meliki’l-Vehhäb" (Ali Cemaleddin, 1291: 168) ibaresinin ardından “ Târıh-iKitâB' (Ali Cemaleddin, 1291: 168) başlıklı bir manzumeyle kitabının son bölümünü de bitirmektedir. Eserin sonunda ise 7 fasiküllük bir aruz cetveli mevcuttur.

Târıh-i Kitâb kısmında kitabını bitirmesi kendisine nasip olduğu için Allah’a hamd eden yazar, özellikle Türkçe imlâ ile bir aruz kitabı yazdığını eserin başında olduğu gibi vurgulamaktadır. Ali Cemaleddin, eğer beyitler mânâ yönünden zevksiz gelirse unutulmasın ki ben hüner göstermek için değil bahirleri ima için bu beyitleri yazdım, asıl olan bahirler ve vezinlerdir, hatırlatmasını yapmaktadır. Buradan hareketle kitapta müellifi belli olmayan beyitlerin Ali Cemaleddin’e ait olduğunu söylemek mümkündür. Hataları için özellikle eserini örnek aldığı Molla Câmî’den af dileyen yazar, maksadının okuyanların hayır duasını almak olduğunu ve bu fâni dünyada, en nihayet, talep edilecek şeyin bu olduğunu söylemektedir.

Ali Cemaleddin tarafından Türkçe bir aruz kitabı oluşturmak gayesiyle yazılan ve muhtevası tanıtılmaya çalışılan Arûz-ı Türkî ile ilgili sonuç olarak şunlar söylenebilir:

Söz konusu eser, bir belâgat kitabı olmaktan çok yazarının da ifade ettiği gibi bir edebî bilgiler ve daha çok da bir aruz kitabı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ali Cemaleddin, meânî, beyân gibi belâgatın temel kollarından ya da yine belâgatla doğrudan alâkalı olan fesâhat, garâbet, tenâfür gibi unsurlardan hiç söz etmemektedir. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi şiiri güzel gösterecek olanın edebî sanatlar olduğu kanaatinde olan yazar, edebî sanatlarla ilgisi dolayısıyla kitabının son bölümüne Şanâyi-iŞicriyye ve Îlm-iBedıcadını vermiştir. Yazar bu bölümde sanatları lafzî, mânevî gibi ayrımlara tâbi tutmaksızın örnekleriyle açıklama yoluna gitmiştir. Hatta ayrı bir başlık vermeden “nazım şekilleri ve türleri” bahsine de geçmiştir. “Nazım şekilleri ve türler” de yazar tarafından tıpkı edebî sanatlar gibi örneklerle açıklanmıştır.

Aruz ağırlıklı olduğunu söylediğimiz eseri bu yönden değerlendirdiğimizde eserin, aruz konusunda gerçekten geniş bilgiler verdiği görülmektedir. 168 Sayfa olan eserin ilk 105 sayfasının ve sondaki 7 fasikülün aruz konusuna ayrılmış olması da bunun bir göstergesidir. Günümüzdeki aruzla ilgili ilmî eserlerde çok fazla karşılaşmadığımız pek çok terim Arûz-ı Türkî’de karşımıza çıkmakta ve ayrıntılarıyla izâh edilmektedir. Aruzla ilgili terimler, tüm tef’ileler, bahirler ve vezinler ayrıntılı olarak açıklandıktan sonra mutlak suretle örneklendirilmektedir. Bir beyitle ya da beytin yanı sıra bir de bütün bir şiir örneğiyle konunun anlatımı zenginleştirilmiştir. Yazar, Arap ve Acem aruzlarındaki farklı ya da müşterek kullanımlara da göndermeler yapmıştır. Verilen örnekler mutlak suretle takti ile gösterilerek hem tefilelerin nasıl ayrılması gerektiği hem de telaffuzun nasıl olması gerektiği konusunda okuyucu yönlendirilmiştir. Kitabın en sonunda yer alan 7 ayrı fasikülde ise kitapta bahsedilen tüm aruz vezinleri bir “aruz cetveli” üzerinde gösterilmiştir.

Eser, başta aruz olmak üzere kâfiye, edebî sanatlar, nazım şekilleri ve türlerinden oluşmaktadır. Özellikle “aruz” konusunda çalışanlar için önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkan eser, kâfiye ve edebî sanatların yanı sıra nazım şekilleri ve türleriyle ilgili de örneklerle zenginleştirilmiş bilgiler içermektedir. Muhtevasında yer alan ve ayrıntılı olarak izah edilen pek çok terim dolayısıyla eserin, terim sözlükleri için de önemli bir kaynak olacağını söylemek mümkündür.

KAYNAKLAR

Ali Cemaleddin (1291), Arüz-ı Türki, İlm-i Kavafı, Şanâyi-i Şiriyye ve İlm-i Bedi, İstanbul.

COŞKUN, Menderes (2003), “Edebî Terimler ve Aruzla İlgili Bir Eser: Alî b. Hüseyin Hüsâmeddîn Amâsî’nin Risâletün Mine’l- Arûz ve Istılâhı’ş-Şi’r’i”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 8, s. 97-130.

ÇETİN, Nihad M. (1991), “Arûz”, TDVİA, C. 3, s.424-437.

DİLÇİN, Cem (1999), Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yay., Ankara.

DOĞAN, Ahmet (2005), Açıklamalı ve Ömekli Aruz Bilgisi, Akçağ Yay., Ankara.

İPEKTEN, Haluk (2001), Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, Dergâh Yay., İstanbul.

ÖZTÜRK, Erdem Can (2010), Alı Cemâleddın Arüz-ı Türki, İlm-i Kavâf, Şanâyi-i Şiriyye ve İlm-i Bedi (İnceleme - Metin - Sözlük -Tıpkıbasım), Yozgat. (Bozok Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.)

SARAÇ, M. A. Yekta (2007), Klâsik Edebiyat Bilgisi: Belâgat, 3F Yay., İstanbul.

----- (2007), Klâsik Edebiyat Bilgisi: Biçim-Ölçü-Kafıye, 3F Yay.,

İstanbul.

TOLASA, Harun (1981), “18. Yüzyılda Yazılmış Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüğü Müstakimzâde’nin Istılâhâtü’ş-şi’riyye’si”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, S. 1, s. 221-229.

----- “18. Yüzyılda Yazılmış Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüğü

Müstakimzâde’nin Istılâhâtü’ş-şi’riyye’si II”, İÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. XXIV-XXV, s. 363-380.

YETİŞ, Kâzım (1996), Tâlim-i Edebiyat’ın Retorik ve Edebiyat Nazariyâtı Sâhasına Getirdiği Yenilikler, A.K.M. Yay., Ankara.

-----(2006), Belâgattan Retoriğe, Kitabevi Yay., İstanbul.

1

“Islâm şâirleri Cennet’te senin sancağın altında olacaklardır.”