ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

MECAZ KAPSAMINDAKİ ANLAMLAR
VE BU ANLAMLAR ARASINDAKİ İNCE AYRINTILAR

THE MEANINGS IN THE AREA OF FIGURATIVE SENSES AND
DIFFERENCES BETWEEN THESE MEANINGS

Faruk GÜRBÜZ1

Erzincan Üniversitesi Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi, 2008,10(2):197-212

ÖZET

Farklı adlar altında sınıflandınldığı için ayn anlamlarmış gibi gözüken yan
anlam, mecaz anlam, deyimsel anlam; terim, kinaye, istiare, mecaz-ı mürsel ve argo
gibi anlamlar aslında mecaz anlamlı kelimelerdir. Çünkü bu kelimeler mecazın tanı¬
mıyla bire bir örtüşmektedirler. Ancak bu terimlerin farklı isimler altında sınıflandı¬
rılmalarının sebebi, yan anlamın, kinayenin, mecaz-ı mürselin, istiarenin, argonun,
terim ve deyimsel ifadelerin mecazdan farklı bir anlam oluşlarında değil, bazılarının
mecazlaşarak kelimelere ad oluşunda, bazılarının benzetme ilgisiyle mecazlaşmasın-
da, bazılarının farklı alan ve çevreler için kullanılmasında ve bazılarının da biçim
açısından farklılıklar arz etmesindedir.

Dolayısıyla biz bu makalemizde farklı anlammış gibi algılanan bu anlamla¬
rın önce mecaz anlamlı olduklarını daha sonra da başka ayırt edici özelliklerinden
dolayı onların başka adlarla anıldığını ortaya koymuş olduk.

Anahtar kelimeler: Yan anlam, mecaz, deyimsel anlam, terim, argo.
ABSTRACT

Secondary meaning, figurative sense, idiomatic sense, terms, allusions,
metaphores, argots, all of them are figurative senses. Beceuse they are same as the
definition of the figuratif sense. But, because they are called whith difference names,
they seems differnce meanings. But why these words are calling by deference
names? The question is that these words are carring difference special features.
These features are these. Some of them are name of the other words an some of them
are difference form and some of them are the words of the difference area of the life.

That’s why in this article we worked to prove that these meanings are
figurative sense even though these senses are called differens names.

Key words: Secondary meaning, figurative sense, idiomatic sense, term,

argots.

1. GİRİŞ

Tabiata baktığımızda birçok cismin birbirlerine benzediğine şahit
oluruz. Mesela: İlk bakışta, rengine bakarak, suyu alkolden ayırt edemeyiz.
Fakat görünüşte birbirine benzeyen bu iki maddenin kokusuna, tadına, yam¬
alığına, kaynama ve donma noktası gibi farklı özelliklerine baktıktan sonra
renklerinin aynı olmasına rağmen bu iki maddenin birbirlerinden bütünüyle
ayrı olduğunu anlarız.

Ne var ki, bazı maddelerin bu gibi ayırt edici özellikleri pek belirgin
olmayabilir ve bu ince farkı görüp bu maddeleri birbirlerinden ayırmak ve
onları sınıflandırmak da oldukça zor olabilir. Bu zorluk ise, bilimde birçok
karışıklıklara sebep olur. İşte bu karışıklıkları gidermek ve birbirine benze¬
yen ve esasta veya teferruatta bazı farklı özellikler gösteren bu varlıkları
birbirinden ayırt edip sonra da doğru sınıflandırmak için ince bir dikkat,
hassas bir gözlem gerekir. Şayet bu hassasiyet gösterilmezse birçok şey ay¬
nıymış gibi algılanır ve bilimsel hatalara düşülmüş olur. Doğru sonuçlara
ulaşılmaz; gerek sınıflandırmada, gerek farklı varlık ve kavramları isimlen¬
dirmede ciddi hatalar yapılmış olur.

İşte dil biliminin bir dalı olan anlam biliminde de ara sıra bu kabil
hatalara düşülmekte, benzer kavramlar bütünüyle aynıymış gibi algılanmak¬
ta ve algılandığı gibi de gösterilmektedir.

Anlam bilimi hakkında yazılmış birçok kaynağa, ders kitaplarına vs.
bakıldığında özellikle yan anlamlılık, çok anlamlılık, anlam genişlemesi gibi
konular arasındaki ince ayrıntıların gösterilemediği anlaşılmaktadır. Çok
yerde yan anlam mecaz anlamdan bütünüyle farklıymış, bazı yerlerde ise
temel anlam ile gerçek anlam birbirinden apayrıymış gibi değerlendirilir.

Mesela: Bir ÖSS hazırlık kitabında, “Sözcüğün Anlamı ve Yorumu”
adlı bir ünite başlığı altında, “Sözcüklerde Anlam Özellikleri” adlı bir alt
başlıkta: “1. Gerçek Anlam. a. Temel anlam b. Yan anlam.” (Oğuz ve Yıl¬
maz ts. s. 2) diye bir sınıflandırma yapılmakta, sonra da temel anlam, gerçek
anlamdan farklı bir anlam olarak anlatılmaktadır. Gerçek anlam için: “Söz¬
cüğün herkesçe bilinen ilk ve ortak anlamlarına gerçek anlam denir. Sözcük
tek başınayken gerçek anlamını düşündürür. Bu nedenle gerçek anlam söz¬
cüğün akla getirdiği ilk anlamdır. Her sözcük bağımsız olarak söylendiğinde
ya da yazıldığında gerçek anlamı taşır. Söz gelimi ‘dikmek’ sözcüğünün
herkesçe bilinen anlamı bir cismi dik olarak durdurmaktır. ‘Yerdeki sopayı
karşıya dik olarak bırakalım.’ cümlesinde ‘dikmek’ sözcüğü gerçek anlamıy¬
la kullanılmıştır.

Yukarıda değindiğimiz gibi “Türkçede bir sözcüğün birden çok an¬
lamı olabilir. Sözcüğün hem temel anlamı hem de yan anlamları gerçek an¬
lam kapsamına girer” (Oğuz ve Yılmaz ts., s.2) şeklinde açıklamalar yapıl¬
maktadır.

Oysa yan anlam, kelimenin gerçek anlamdan kayarak kazandığı bir
anlam olması açısından mecaza daha yakındır ve bu yüzden de mecaz olarak
mütalaa edilmelidir. Yine bu eser temel anlam ile gerçek anlam arasındaki
farkı da gösteremez. Çünkü temel anlam ile gerçek anlam arasında bir fark
yoktur. Yani temel anlam, gerçek anlam, ilk anlam, konuluş anlamı, hakikî
anlam gibi ifadeler eş anlamlıdırlar.

İşte kelimeye atfedilen temel anlam, gerçek anlam, yan anlam, me¬
caz anlam gibi isimlendirmeleri yaparken bu anlamların aynı veya farklı ol¬
duğunu göstermek mecburiyetindeyiz. Eğer bu anlamlar eş anlamlı ise mese¬
le yok... Ancak bu anlamlar farklı ise ve bu farklar bu kelimeleri böyle sı¬
nıflandırmamıza sebep olmuşsa, bu farkları göstermek gerekmektedir. Bu
farklardan ötürü de onları farklı adlar altında anmalıyız. Yani yan anlamı,
terimsel anlamı, deyimsel ve argo gibi anlamları, eğer mecaz değilseler, me¬
caz anlamdan ayıran ince çizgileri ortaya koymak zorundayız. Bu sebeple de
önce mecazı doğru ve tam bir biçimde tanımak ve tanıtmak zorundayız.

1.1. Mecazın Tanımı:

Mecaz, İngilizcede “figurative expression (Moran, 1971, s.751) di¬
ye tanıtılır. Yani mecaza “figurative sense or meaning” (Moran, 1971, s.751)
denir. “Figurative sense or meaning” ise sanılan, zannedilen anlam demektir.
“To figure as. : Kendine .süsünü ver-, to figure stg, to oneself: Tasavvur
et-“ (Alderson ve İz, 1980, s. 505) yani, “bir kelimeyi başka anlamda tasav¬
vur et-, bir kelimeye başka anlam süsünü ver-, başka anlamdaymış gibi san-”
anlamındadır. Dolayısıyla İngilizcede “figurative sense”, kelimenin sanılan,
zannedilen anlamı demek olur ki, sanmak, bir şeyi bir şeye benzetmek sonu¬
cunda olan zihinsel bir faaliyetin adıdır. Mesela: “Seni Hasan sandım.”
“Zannettim ki sen Hasan’sın.” şeklindeki cümlelerde “san-” ve “zannet-”
“benzet-” anlamındadır. Dolayısıyla nehirlere doğru akıp onlara katılan kü¬
çük dereleri de insan koluymuş gibi sanırız da bu benzetme ilgisiyle “kol”
kelimesini mecazlaştırırız. İşte bu açıdan bakarak mecazı, “Bir ilgi veya
benzetme sonucu kelimeyi gerçek anlamından başka bir anlamda kullanma.”
(Parlatır ve ark., 1988, s.1521) olarak da tanımlayabiliriz.

“Mecaz Arapça bir kelimedir. Cevazdan türemiştir. Kök anlamı ge¬
çilen yer, yol, geçek; anlam genişlemesiyle yalnız düşüncede var olan yaşa¬
nan gerçekle bağdaşmadığı düşünülen caiz kelimesiyle eş kökenlidir.”
(Moran, 1971, s. 751) “Arapçada caiz olmaktan, geçmekten alınma bir keli¬
medir. İfadeye kuvvet ve güzellik vermek için benzerlik veya daha değişik
bir ilgiye dayalı olarak gerçek anlamı dışında kullanılan söz” (Ayverdi,

2005, s.1968) anlamına da gelir. Bu kelime, Arapçada “el-cevaz mastarından
türemiştir. ‘Caveze’n-nehre’, yani, ‘Nehri geçti’ cümlesinde bu anlamdadır.”
(Ebi’l-Kasimi’l-Hüseyn bin Muhammedi’r-Rağibi’l-İsfenanî 1988, s.110)
Yine bu kelime, “Yol, geçecek yer, hakikatin, gerçeğin zıddı, edebiyatta
kendi öz manasıyla kullanılmayıp, benzerlikle, benzetme yolu ile başka bir
manada kullanılan söz” (Devellioğlu 1997, s. 593) anlamındadır.

Hengirmen’in, (1999; s.411) “Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Söz¬
lüğü” adlı kitabında mecaz anlam ifadesine baktığımızda, “Bakınız yan an¬
lam” (Hengirmen, 1999, s. 275) kaydını koyduğunu görüyoruz. Bundan da
Hengirmen’in (1999; s.411) mecaz anlamı yan anlam olarak mütalaa ettiğini
anlıyoruz. Hengirmen (1999) yan anlam maddesini ise, “İng. connotation;
Alm. konnotation, Fr. connotation, bir sözcüğe, temel anlamı dışında, çeşitli
benzerliklere, çağrışımlara dayanılarak yüklenen ikincil anlam. Örneğin
ayak sözcüğünün temel anlamı, bedenin bir bölümünü bir organı gösterir;
ama etap karşılığı bir yan anlam da kazanmıştır.” (Hengirmen, 1999, s. 411)
şeklinde izah etmiştir.

Nitekim mecazın, “Lügatte geçilip gidilen yer demek olan mecaz,
beyan tabirlerindendir. Hakikat, mecaz, kinaye diye üçe ayrılan kelime nevi-
lerinin ikincisidir. Kelime vaz olunduğu manada kullanılırsa hakikat olur.
Bir münasebetle asıl manasından başka bir manaya nakil edilirse ve kendi
manasında kullanılmasına bir karine-i mania bulunursa mecaz olur” (Tahir-
ül Mevlevî, 1973, s. 96) gibi, daha çok bir söz sanatını alakadar eden tanımı
da vardır.

Gencan (2001; s. 555) mecazı: “Değişmece anlamı: Sözcüğün kendi
sözlük anlamından büsbütün kayarak başka bir sözcüğün yerinde kullanıl¬
masıdır.” (Gencan, 2001, s. 544) diye tanımlarken, çok anlamlılığı “Bir söz¬
cüğün birden çok anlamda kullanılması...” diye tanımlar. Bu iki tanımı kar¬
şılaştırdığımızda görürüz ki çok anlam kazanmış kelimeler de mecazdır;
çünkü bu kelimeler sözlük anlamlarını yitirip yeni yeni anlamlara girince
çoğalır ve çok anlamlı olurlar.

Banguoğlu’nun (1974) “Öbür kelimeler gibi adlar da bir konmuş an¬
lam (sens fondamental) taşırlar. Buna adın asıl anlamı, (sens propre) deriz.
Birçok adlar anlamca yayılıp, (par extension) çevresinde ve dışında yan an¬
lamlar (sens accessoire ) yüklenmiş bulunurlar. Mesela, ‘ayak’ insanda ve
hayvanda basma, yürüme organıdır. Fakat iskemlenin masanın, gölün, ırma¬
ğın, vb. da ‘ayağı’ olur. Halk şiirinde ise bu kelime, kafiye anlamına gelir.
Bu sonrakiler hepsi, kelimenin üreme anlamları (sens dérivé) sayılır. Anlam
genişlemesi yoluyla çoğu zaman yoğun anlamlı bir ad, bir de yalın anlam
kazanmış bulunur. Bazen de aksine yalın anlamlı bir ad, bir de yoğun anlam
kazanır. ‘Yürek’, bir organken ‘cesaret’; ‘destek’, bir direkken ‘yardım’;
‘yol’, geçilen yer anlamındayken ‘usul’ gibi anlamlar kazanır.

Adlar asıl ve yan anlamlarının dışında ilişki ve benzerlik yoluyla
başka bir kavramı karşılamak üzere de eğreti olarak kullanılırlar. Bu kullanı¬
şa mecaz (figure de mot) deriz. Yuva= ev, ekmek= geçim, koltuk= makam”
(Banguoğlu, 1974, s.320) şeklindeki açıklamalarından da çok anlamlı keli¬
melerin neticede mecazlaşarak birçok anlam kazanmış olduklarını anlıyoruz.
Bu konuda daha geniş yorum ve mütalaalar için bkz. (Gürbüz, 2004a, s. 218¬
250)

Kısaca, bu açıklamalardan sonra mecazın en temel tanımının yan an¬
lamlı kelimeleri kapsadığını söyleyebiliriz.

1.2. Mecaz Kapsamındaki Anlamlar ve Bu Anlamlar Arasındaki İnce
Ayrıntılar

İşte biz mecazın bu birbirine çok yakın birçok tanımına bakarak
“yan anlamı”, “terim anlamını”, “deyim” ve “argo” anlamlarını ve hatta “ki¬
naye” ve “istiareyi” bile mecaz anlam alanı içinde mütalaa etmek istiyoruz.
Fakat aslında hepsi mecaz olan bu anlamlara “çok anlamlılık”, “yan anlamlı¬
lık”, “geniş anlamlılık”, “deyimsel anlam”, “argo”, “istiare” gibi farklı isim¬
ler vermenin de başka bir farklılıktan kaynaklandığını düşünüyoruz. İşte bu
farkları göstermek için evvela mecazın yukarıda yapılan tanımlarından en
belirgin tanımı olan şu temel tanıma dikkatleri çekmek istiyoruz.

Mecaz, bir kullanım neticesinde ortaya çıkmıştır. Yani bir duyuya
ait bir kavram başka bir duyu için kullanıldığında o kelime mutlaka mecaz-
laşır. Başka bir ifadeyle, asıl anlamını kaybeder diyebiliriz. Tabiata ait bir
kavram, insanla alakalı olarak kullanılırsa yine kelime asıl anlamını kaybe¬
der ve mecazlaşır. İlk icat edildiğinde belli bir kavramı gösteren bir kelime,
başka bir kavramı göstermek için kullanılırsa yine mecaz meydana gelir. Bu,
değişmez bir anlam bilim kanunudur. Mesela: “Soğuk” kelimesi, “Hasan
çok soğuk bir insandır.” cümlesinde, farklı kullanımdan ötürü mecazlaşmış
ve asıl anlamını kaybetmiştir. Yine soyutlaştırma bir kullanımdır ve kelime¬
leri asıl anlam hudutlarını aşmaya zorlar ve aştırır. Mesela: “Sıcak” kelime¬
si konuluş anlamı itibariyle somut bir kelimedir. Dokunma duyumuz ile an¬
laşılan bir kavramdır. “Arkadaşımız bizi çok sıcak karşıladı.” ifadesinde ise
bu somut kavram
“sevgi” kelimesini karşıladığı için anlamı değişmiştir.

Mesela: “tatlı” tatma duyumuzla alakalı bir kavramdır. Bu kavram görme
duyusuyla alakalı kullanıldığında asıl anlamını yitirir ve mecazlaşır. Mesela:
“Selma’nın çok tatlı bakışları vardı” cümlesindeki kullanımı bu kelimeyi
mecazlaştırmıştır.

Dolayısıyla, kelimelerin çeşitli bağlamlarındaki farklı kullanımlarına
bakarak anlamaktayız ki mecaz, bir anlam değişmesi neticesinde ortaya çı¬
kar. Mecazda kelimenin asıl anlamdan çıkışı başka bir anlam için kullanılışı
söz konusudur. Nitekim kelimeler kavramların kabıdır. Yani anlaşılan şeyle¬
rin kılıfıdır. Nasıl ki bir kova, su gibi bir sıvıyı taşımak, onu bir yerden diğer
bir yere nakletmek için kullanılan bir kapsa, kelimeler de öyledir. Ne var ki
kovaya her zaman su konmaz, onunla süt de taşıyabilirsiniz. Hatta kum gibi
katı maddeleri bile kovanın içine koyabilirsiniz. İşte esasta sıvı maddeleri
taşımak için icat edilmiş olan kova, nasıl zaruret hâlinde başka katı maddele¬
ri de taşımak için kullanılıyorsa, önce belli bir anlamı karşılamak ve karşı
zihinlere taşımak için icat edilmiş seslerden oluşmuş anlam kapları diyebile¬
ceğimiz kelimeler de farklı anlamları taşımak için kullanılabilir. İşte bu fark¬
lı kullanım mecazı oluşturur.

Mesela: İlk icat edildiğinde insanın bir organını karşılamak üzere
konulmuş “göz” kelimesi, daha sonra bir benzerlik ilgisiyle masanın veya
çekmecenin malum bölümlerini karşılamak için de kullanılmış. Bu misaller¬
den de anlıyoruz ki mecaz, kelimenin kullanım alanının değişmesiyle oluşu¬
yor. O hâlde mecazın bu en temel tanımından hareketle, “terim”, “yan”,
“deyim”, “kinaye”, “istiare”, “argo”, “mecaz-ı mürsel” gibi anlamların hep¬
sini önce, genel olarak, mecaz diye adlandırabiliriz. Çünkü bu kelimelerin en
belirgin ortak yönü asıl anlamlarından çıkmış olmalarıdır. Bu yönden, bu ad
altında anılan anlamların hepsi mecazdır.

Mesela: İlk anlamı, iki nesnenin birbirine hızlıca vurulması demek
olan “çarpma”, matematikte sayıların kendi kendileriyle veya başkalarıyla
çoğaltılması anlamında kullanıldığı için bir anlam değişmesine uğramış ve
asıl anlamından çıkmıştır. Bir benzerlik ilgisiyle bu kelime matematiksel bir
işlemin adı olmuştur. Bu istikametten baktığımızda, “Arabalar çarpıştı.”
cümlesinde “çarpmanın” ilk anlamında olduğunu söyleyebiliriz. Ancak,
“Beşle beşi çarptım sonuç yirmi beş oldu.” cümlesinde bu kelime asıl anla¬
mını kaybettiği ve başka bir anlamı karşılamak için kullanıldığı için mecaz
olmuştur. Hatta ikinci bir anlam/secondary meaning kazandığı için de keli¬
menin bu bağlamdaki anlamına yan anlam da diyebiliriz. Ancak anlam bili¬
mi literatüründe bu kelimeye terimsel anlam denmektedir.

Terimsel anlamın da, bu istikametten bakıldığında, mecazdan başka
bir anlam olmadığı anlaşılır. Fakat bu farklı isimlendiriliş onu mecazdan
farklıymış gibi gösteriyor. Bizce bu farklı adlandırılış onun mecazlaşma bi¬
çimindeki farktadır. Yoksa bu kelime, anlam değişmeleri açısından bakıldı¬
ğında mecazdan farklı değildir. O halde, kelimelerin terimsel anlamı için
mecaz anlamlı demekte ve onu mecaz kapsamında mütalaa etmekte bir ya¬
nılgı yoktur kanaatine gelebiliriz. Fakat fark onun mecaz oluş biçimindedir
diyebiliriz. Mesela: “Acı” kelimesi, “Çok acı bir çığlık attı.” cümlesinde
farklı bir duyu organıyla alakalı olarak kullanıldığı için mecazlaşmışken,
“çarpma” da farklı bir bilimsel alanda kullanıldığı için mecazlaşmıştır. Bu
alan farklılığına bakarak da “çarpma” kelimesine terim denmiştir; yoksa bu
kelime, mecaz olmadığı için ayrı bir ad altında sınıflandırılmış değildir.

Yine birçok dil bilimcisinin “mecazdan” ve “temel anlamdan” ayrı
olarak mütalaa ettiği “yan anlam”a da, mecazın en belirgin tanımıyla karşı¬
laştırarak mecaz anlam demek zorunda kaldığımızı vurgulamak isteriz.

Mesela: Aksan (1999; s.?) yan anlam hakkında: “Hangi dilde olursa
olsun bir sözlüğü karıştıracak olursak onun içinde yer alan sözcüklerin pek
çoğuna birden fazla anlam verildiğini, bu anlamların numaralanarak açık¬
landığını görürüz. Çok anlamlılık (polysemi) dediğimiz bu durum kimi bil¬
ginlere göre evrensel boyutludur; dilin temel niteliklerinden birini sergiler.
Bu nitelik insanoğlunun kavramları kimi zaman daha etkili, daha somut, da¬
ha kolay biçimde dile getirebilmek için, aralarında biçim, işlev, amaç ilişkisi
ve yakınlığı bulunan başka kavramlara dayanarak açıklamak istemesinden
kaynaklanır; zaman zaman benzetmeli, nükteli anlatım eğilimini de içerir.
Başta organ adları, vücut bölümleri çok kullanılan eylemler olmak üzere
doğadaki nesnelere, doğadaki nesnelerin de insanlara aktarılması göstergele¬
ri çok anlamlı duruma getirir.

Türkçedeki dil (en eski biçimi tıl, til) bugün ağzımızdaki organı an¬
latan bir temel anlam öğesine, dolayısıyla bir temel anlama sahiptir. Biçim
ilişkisine, yakınlığına dayanılarak bu ad doğadaki, çevremizdeki nesnelere
aktarılmış, ‘nefesli çalgılardaki ince metal yaprak’, ‘terazi, kilit gibi aygıt¬
larda yassı devinimli bölüm’, ‘doğada denize uzanan dar ve alçak kara par¬
çası’, ‘makara içindeki oluklu, küçük tekerlek’ gibi somut nesneleri de anla¬
tır duruma gelmiştir. Aynı sözcük pek çok dilde olduğu gibi, ‘iletişim sağla¬
yan dizge’ konuşma yeteneği gibi soyut kavramları da anlatır duruma gel¬
miştir. Hayvanlarda gövdenin alt bölümündeki uzantıyı anlatan kuyruk, ko-
yunlarda yağı taşıyan bölüme de ad olmuş. Kuşlarda gövde arkasındaki tüy
demetini göstermekteyken uçurtma, uçak gibi şeylere de aktarılarak ‘kuyru¬
ğa benzer uzantı’ anlamını da vermeye başlamıştır. Asıl ilginç olan ‘halkın
sıra beklerken oluşturduğu dizi’ anlamını da biçim ilişkisi nedeniyle taşıma¬
ya başlaması ve nükteli bir anlatım eğilimleriyle birinin arkasından ayrılma¬
yan ‘kimselere de kuyruk’ .. ..nin kuyruğu denmesidir.

Somut bir kavram olan çaylak göstergesi ‘toy, deneyimsiz, acemi’
gibi bir yan anlam kazanmış, torpil ‘savaş gemilerindeki büyük su altı bom¬
bası’ yine soyut bir kavramı da karşılayarak ‘kayırma, kayırıcı, arka,’ kav¬
ramlarını anlatır duruma gelmiştir.”

Eğer çok kullanılan eylemlere göz atacak olursak bunların da bir sıra
yan anlam ve kullanıma sahip olduğunu görürüz. Almak 40 kadar, gelmek
30’dan fazla, çekmek 30’dan fazla, vermek 20 kadar değişik anlam ve kulla¬
nımla sözlüklerde yer alır. Bu durum sözlüklerin kullanım sıklıklarının art¬
ması, kullanım yerlerinin çokluğuyla orantılıdır; kimi bilginler sözcüklerin
bu niteliğinin, onların dil içinde ‘sağlıklı durumda’ olduğunu gösterdiğini
ileri sürerler. Türkçede sık kullanılan eylemlerden örneğin geçmek eylemini
ele alacak olursak ‘belli bir yerden ilerleyerek onu arkada bırakmak’ biçi¬
mindeki temel anlamının yanında ‘hastalığın bulaşması‘, ‘okulda sınıfını
başarıyla bitirmek’, ‘bir şeye gücü yetmemesi’, (benden geçti gibi kullanım¬
lar), bir olay için ‘vuku bulmak’, ‘geride bırakma’, ‘müzik parçasını icra
etmek. gibi yeni anlamlar kazanmış olduğunu görürüz. Temel anlamı bir
şeye değmek olan dokunmak da bir şeyi karıştırmak’, bir şeyin, yiyeceğin
sağlığı bozması’, bir olayın bir davranışın, bir sanat eserinin insanı etkileyip
duygulandırması’ gibi yan anlamlara sahiptir.

Yukarıda ancak birkaç örneğini verdiğimiz sözcükler incelenecek
olursa bunların hepsinde, temel anlam dışındaki yeni anlam ve kullanımların
söz konusu olduğu görülür. Her dilde her göstergenin başlangıçta bir kavra¬
mın simgesi olduğu düşünülürse öteki kavramların sonradan eklendiği, söz¬
cüklerin kullanıla kullanıla çok anlamlı duruma geldiği kabul edilir.

Yukarıdaki örneklerden çaylak, torpil, kuyruk, sözcüklerinde görü¬
len yan anlamlar genel dilde çoğunlukla mecaz anlamı, mecazî anlam (Fr.
sens figure, İng. Fugurative meaning) adıyla anılmaktadır. Ancak bunların
da tıpkı dil, geçmek, dokunmak sözcüklerinde olduğu gibi temel anlamı dı¬
şındaki, yeni anlamları gösterdiği göz önünde tutulunca bütün bu örneklerin
temel anlam dışındaki anlamlarını yan anlam (secondary meaning) olarak
geniş bir çerçeve içinde bir araya getirmek yanlış olmayacaktır” (Aksan,
1999, s. 58) şeklinde mütalaalarda bulunmaktadır.

Biz burada Aksan’ın yukarıda verdiği örnekler ve özellikle son cüm¬
lesi üzerinde durmak istiyoruz.

O, “Dil, geçmek, dokunmak gibi kelimelerin temel anlamları dışında
kullanılarak yeni anlamları göstermeleri göz önünde tutulursa bütün bu ör¬
neklerin temel anlam dışındaki anlamlarını yan anlam (secondary meaning)
olarak geniş bir çerçeve içinde bir araya getirmek yanlış olmayacaktır.” (Ak¬
san, 1999, s. 58) diyor.

Görüldüğü gibi Aksan (1999) burada yan anlam ile mecaz anlamı
ayıran çizgiyi çok açık bir biçimde belirtemiyor. Biz de aynı durumu göz
önünde bulundurarak bu yan anlamlara mecaz demek istiyoruz. Çünkü yuka¬
rıdaki örnek kelimeler, yeni bir anlamı ifade için asıl anlamlarından çıkmış¬
lar. Yeni anlam kazanmışlar. Bu yeni anlamlar da mecazdan başka bir anla¬
mı ifade etmezler. Çünkü yukarıda sayılan bu yeni anlamlar mecazın temel
tanımıyla bütünüyle bağdaşmaktadırlar. Mesela: “çaylak” örneğine bakılırsa
bizim iddiamızın doğruluğu hemen anlaşılır. İlk anlamıyla bir kuşu ifade
eden
çaylak, bir öğrencinin okula yeni gelmiş bir öğrenciyi küçümseyerek
ona : “Ne haber çaylak?” diye hitap ettiği cümlede “çaylak” kelimesinin
mecaz olduğu hemen anlaşılır.

Demek ki yan anlam, ilk anlamından çıkmış, çok anlam kazanmış
veya anlamı genişlemiş kelimelerin yeni anlamlarına deniyor. Bu durum
mecazın kendisidir. O hâlde yan anlamlı kelimelere mecazın en temel tanı¬
mından hareketle mecazdır, diyebiliriz. Ancak bu kelimeleri yan anlamlı
olarak ayrı bir isim altında sınıflandırmak, ayrı bir anlammış gibi onlara ayrı
bir isim vermek için bir fark bulmak gerekmektedir. Bizce bu fark bu anla¬
mın farklı oluşundan değil, yan anlamı mecazdan ayıran tek fark sanatlı söy¬
leyiş açısından olabilir. Yan anlamı mecazdan biraz daha farklı gösteren yön
bizce Banguoğlu’nun: “Mecaz doğrudan doğruya nesnenin adı olmaz. Kav¬
ramı güçlendirmek ve renklendirmek için adın yerini tutar. Bununla beraber
alışılmış mecazlara kelimenin mecazlı anlamı denir. Biz buna kavramın me¬
cazlı adı demeyi daha doğru buluyoruz. Birçok yan anlamlar ve terimler de
mecaz yoluyla gelişmişlerdir” (Banguoğlu, 1974, s. 320) şeklindeki tanımıy¬
la belirginleşmiş oluyor.

Bu tanıma göre “yan anlam” ile “mecaz anlam” arasındaki fark,
“yan anlamın” fonksiyonundadır. Yoksa anlam değişmesi açısından bu an¬
lamlar arasında bir fark yoktur. Çünkü mecaz anlam da yan anlam da ilk an¬
lamdan uzak olan anlamdır ve her ikisi de mecazdır. Her ikisi de benzerlik
ilgisiyle asıl anlamlarından çıkmışlar. Ancak iki mecazdan biri yan anlam
adı altında sınıflandırılacak olunursa, o zaman bir fark bulmak gerekir. Biz¬
ce yan anlamların mecazdan farklı olarak yan anlam adı altında anılmaları
onların “yeni kavramlara ad oluşlarındadır”. Mesela: “Kolum ağrıyor.” cüm¬
lesinde “kol” kelimesi ilk anlamındayken, “Neyleyim kolum kanadım kırık.”
cümlesinde “çaresizim” ifadesini daha güçlü bir biçimde ifade etmek için
mecazlaşmıştır. İşte “kol” kelimesinin bu ikinci cümledeki anlamına “kol”
kelimesinin mecaz anlamı denebilir. Fakat “Kapının kolu kırıldı.” cümlesin¬
de “kulp”, “elcek” anlamındadır ve bir kavrama ad olmak için mecazlaşmış-
tır. İşte “yan anlamı” “mecazdan” ayırmak için bu ince farkı kıstas olarak
kullanabiliriz. Fakat bu yan anlamın mecaz olmadığı anlamına gelmez. Yani
bir kelimeye bir benzerlik ilgisiyle ad olmak için mecazlaşan kelimeye yan
anlamlı kelime; bir kavramı yine bir benzerlik ilgisiyle daha etkili bir biçim¬
de anlatmak için mecazlaşan kelimeye de “mecaz” diyebiliriz. Ne var ki ikisi
de esasta mecazdır.

Yine bizce deyimler de mecaz anlamlı kelime ve kelime gruplarıdır.
Mecaz grubu içinde değerlendirilmelidirler. Fakat deyim anlamlı kelimeler
de, yine birtakım kaynaklarda, mecaz değilmiş gibi gösterilmektedir.

Mesela: Liseler için hazırlanmış bir ders kitabında: “Sözün gerçek
anlamından tümüyle sıyrılıp, bir başka anlamda kullanılan haline mecaz an¬
lam denir. Mecaz anlamı deyim anlamı ile karıştırmamak gerekir. Deyim, iki
ya da daha fazla kelimenin, gerçek anlamından uzaklaşarak bir kavramı kar¬
şılamak üzere kalıplaşmasıyla oluşan kelime grubudur. (ipe un sermek, ağız¬
da bakla ıslanmamak, bindiği dalı kesmek, pabuç pahalı vb.” (Acar ve ark.,

2006, s. 82) şeklinde bir izaha rastlamaktayız.

Halbuki bu deyimlerdeki anlam mecazdır. Hatta cümle seviyesinde
bir mecazlaşma söz konusudur. Mesela: “Saman altından su yürütmek” de¬
yimi, “Adam saman altından su yürütüyor.” şeklinde bir cümleye dönüştürü¬
lürse, bu cümlede bütün cümlenin ilk anlamını yitirdiği gözlenir. Bu da me¬
caz olmuş olur. Yani mecazın tanımına uyar. Çünkü kelimeler nasıl mecaz-
laşırsa gruplar ve cümleler de aynı usulle mecazlaşır. Yani farklı kullanımla¬
ra girip farklı anlamları karşılayarak mecazlaşırlar.

Bu cümlenin temel, yani konuluş anlamı, saman denen öğütülmüş
ekin saplarının altından suyun akıtıldığıdır. Fakat bu cümle söylenildiği an¬
da ortada saman, su ve bir de saman altından su yürüten adam yoksa o za¬
man tevil gerekir ve cümle yorumlanır. Bu durumda cümlenin mecaza yo¬
rumlanması zaruri olur. Kısaca böyle bir cümleden, bir adamın gizli işler
çevirdiğini anlarız. Çünkü saman altından su yürütülmesi ile gizli işler çe¬
virmenin benzer tarafı vardır. Saman altından akan su fark edilemez. Çünkü
suyun üzerinde birbirine kenetlenmiş saman tabakaları durur ve tabaka al¬
tından su sessizce akıp gider. Bu deyim böyle bir hadiseyi telmih ettirdiğin¬
den ötürü, benzerlik ilgisiyle “bir cümle”, gerçek anlamından kaymış olur.
Yani temelde bir başka manayı anlatan cümle, başka bir kullanımla, yani
farklı bir tasarrufla daha başka anlamı taşır ve anlatır olmuştur. Bu ise me-
cazlaşmaktan başka bir şey değildir. Kelime seviyesinde mecaz bir kelime¬
nin ilk anlamından uzaklaşması iken, cümle veya deyim seviyesindeki me¬
caz ise bir cümlenin veya bir kelime grubunun gerçek anlamının dışına çık¬
masından ibarettir.

Mesela: “Gülü seven dikenine katlanır.” cümlesi mecazdır. Çünkü
cümle kullanıldığı bağlamda mecazlaşmıştır. Fakat bu kabil cümlelere kina¬
yeli cümleler denmesinin sebebi, anlamdaki nüanslardan değil, kullanım ve
biçimdeki nüanslardandır.

Mesela: Gülü severken bir kimsenin eline diken battığı bir anda bu
cümle söylense, anlaşılır ki cümlenin ilk anlamı yani hakiki anlamı kast edi¬
liyor. Ancak biri sevdiği bir kimsenin verdiği meşakkatlere katlandığı anda
söylendiğinde, anlaşılır ki bu cümle asıl anlamı dışında kullanılmıştır.

İşte bu açıdan yukarıdaki tanımı biz pek ilmî bulmuyoruz. Yani
“mecaz anlamla deyim anlamını karıştırmamak gerekir” ifadesi çok sathi bir
mütalaa neticesinde söylenmiştir. Çünkü deyimlerin anlamları mecazlıdır ve
mecaz anlamın tanımına bütünüyle uyar. Fakat farklılık deyimlerin anlam
veçhesinde değil, biçim cihetindedir. Yani “Kolum kanadım kırık.” cümle¬
sinde kol kelimesi nasıl ilk yani temel anlamından uzaklaştığı için ve farklı
bir alanda kullanıldığından dolayı mecaz olmuşsa, “Ayaklarıma kara su in¬
di.” deyimindeki bütün kelimeler de farklı bir kullanıma sokularak asıl an¬
lamı dışına çıkarılmış ve mecaz olmuştur. O hâlde deyimlerin anlamı da, tek
kelimelik mecazlı kelimelerin anlamı da mecaz olmak bakımından aynıdır.
Peki fark nerededir ve niçin bunlar deyim adı altında kategorize edilmişler¬
dir sualine ise, deyimler tek kelimelik mecazlardan yalnızca birçok kelime¬
den meydana gelişleri açısından farklılık gösterirler şeklinde cevap verilir.
Yani nüans biçimdedir, anlamda değil.

Özetle, konuyu şöyle toparlayabiliriz:

Çeşitli kaynaklarda farklı anlamlarmış gibi gösterilen temel, gerçek,
hakiki, ilk ve konuluş anlamları gibi anlamların hepsi aynı şeyi anlatmakta¬
dır. Yani gerçek ve hakiki anlam aynıdır. Bu anlamlar farklı anlamlar değil¬
dirler ve aralarında bu istikametten bir nüans gösterilemez. Bu iddiamızı
ispat için tek bir soru yöneltmenin kâfi olacağı kanaatindeyiz. Mesela: “Yu¬
va kelimesini bir temel anlama gelecek bir biçimde cümlede kullanınız bir
de gerçek anlama gelecek bir biçimde...” şeklindeki bir soruya cevap alına¬
mayacağı görülecektir.

Yine anlamı genişlemiş, birden çok anlam kazanmış, “yan anlamlı”,
“terim”, “deyim”, “argo” gibi anlamların hepsi, anlam değişmeleri kıstas
alındığında, mecazdır kanaatimizi tekrarlayalım.

Şu örneklere bakalım:

“Sokak ortasında adamı bir güzel kalayladı.” cümlesindeki kullanı¬
mıyla “kalaylamak”, gerçek anlamı dışına çıktığı için mecazdır. Argo adı
altında bu anlamın sınıflandırılması anlamdaki farkta değildir. Farklı bir kül¬
tür sahasına ait bir kelime oluşuna bakarak ona argo denmiştir. Demek ki
yukarıdaki cümlede geçen “kalaylamak” kelimesi anlam değişmeleri, yani
anlam özelliği, bakımından mecaz grubunda, alan bakımından argo grubun¬
dadır.

Ne var ki argo sözlükteki bütün argo kelimeler mecaz olmayabilir.
Çünkü argonun: “Toplumda belirli bir kesimce genellikle de bir meslek gru¬
bunca kullanılan, ortak dilden hem başka sözcükler kullanma hem de ortak
dilin sözcüklerine kendine özgü anlamlar yükleme açılarından farklılaşan,
böylece herkesçe anlaşılmayan nükteli anlatımların bolluğu ile dikkat çeken
dil...” (Hengirmen, 1999, s. 36) şeklinde bir tanımı vardır. Mesela: “Zıbar¬
mak” kelimesi bir anlam değişimine uğramış mıdır? Bu konuda bir fikrimiz
yok. Çünkü kökü belli değildir (Ayverdi 2005, s. 3498) Ancak argoyu kulla¬
nan muhit “öldü” ifadesini karşılamak için, nefret ve biraz da kin dolu bir
ruh halini aksettirerek, sevilmeyen bir kişinin öldüğünü haber vermek için
kullanılmıştır. Ancak sefil ve ayyaş muhitlerde rakıya “imam suyu” denme¬
sini farklı yorumlamak zorundayız. Bu ifade anlam değişmesine uğradığı
için mecazdır. Kanunları ihlal edip, polislerden kaçanların, yaralı vicdanla¬
rın, sevgisiz kalmış bir topluluğun kullandığı bir dil olması açısından da bu
dile argo diyoruz.

Yine, mecaz-ı mürselde de kelimeler gerçek anlamları dışına çıktık¬
ları için yine mecazdırlar. Fakat mecaz-ı mürsel olarak farklı bir ad ile anıl¬
masının sebebi onların mecazlaşma biçimlerindedir. Mecazda daima bir
benzerlik ilgisi varken, mecaz-ı mürselde yakınlık ilgisi vardır. Parça bütün
alakası kurulmuştur. “Ayaklarını çıkar” ifadesinde “ayak” gerçek anlamını
kaybettiği ve “ayakkabı” yerine kullanıldığı için mecaz; ancak ayakkabıya
ayağa benzediğinden ötürü değil de ayakla ilgisi oluğu, bütün söylenip parça
kast edildiği için, ayakkabı ayağa yakın olduğu için bu ifadeye mecaz-ı
mürsel şeklinde bir ad verilmiştir. Artık bütün “mecaz-ı mürselleri” böylece
mütalaa edebiliriz.

Nitekim Talîm-i Edebiyat’ında Recaizâde (1847-1914) “Tasnif-i
Envâ-ı Mecâz” başlığı altında eski belagatın konu ve maddelerini çok farklı
bir tasnif ve kadro içinde ele almaktadır. O da istiare, teşbih, mübalağa, me-
caz-ı mürsel, teşhis ve intakı mecaz olarak mütalaa etmiş ve hatta devrin
edebî otoriteleri tarafından da tenkit görmüştür (Yetiş 1996, s. 238-241)

2. SONUÇ

Hülasa, “yan anlam”, “mecaz anlam”, “istiare”, “argo”, “deyimsel
anlam” ve “mecaz-ı mürsel” gibi adlar altında anılan anlamlar, bu farklı anı-
lışlardan ötürü anlam değişmeleri itibariyle birbirlerinden farklı anlamday¬
mış gibi algılanmaktadır. Oysa bu anlamların hepsi mecazın en temel anlamı
olan “Karşıdan karşıya geçiş, pasaj, geçit” (Mutçalı, 1995, s. 140) şeklindeki
tanımla bütünüyle örtüştükleri için mecazdırlar. Bu yüzden bu anlamlara,
anlam değişmelerini kıstas alarak, evvela mecaz demek istiyoruz. Daha son¬
ra da “anlam değişmeleri” itibariyle değil de “biçim”, “fonksiyon”, “alan”,
yani bu kelimelerin konuşulduğu “muhit”, “sosyal çevre” gibi farklılıklar
göz önüne alınarak bu kıstaslar doğrultusunda onlara farklı isimler vermeli¬
yiz fikrini taşıdığımızı vurgulamak isteriz. Bu isimlendirme onları mecaz
olmaktan çıkarmaz. Bu anlamları öğretirken de bu farklılıkları mutlaka göz
önünde bulundurmalıyız.

Kelimeler asıl anlamlarını karşı zihinlere anlatmak ve aktarmak için
farklı anlamlara kap ve kılıf olabilirler. Bu hadiseye kullanım demekteyiz.
Kelimeleri mecazlaştıran, diğer bir ifadeyle onları çok anlamlı kılan ve an¬
lamlarını değiştirip çoğaltan biricik amil onların farklı kullanımlarıdır. Bu
istikametten bakıldığında bu kelimelerin mecaz olduğunu anlamakta zorluk
çekmeyiz.

Yine şunu da ehemmiyetle belirtmeliyiz ki “temel anlam”, “ilk an¬
lam”, “konuluş anlamları” farklı anlamlar değildir ve bu anlamlar “eş anlam¬
lıdır.” Yani “Kuşlar yuvaya dönerdi.” cümlesindeki “yuva” için “gerçek an¬
lam”, “konuluş anlamı”, “temel anlam” veya “ilk anlam” demekte hiçbir
yanlışlık olamaz. Çünkü eğer bir kelimenin temel anlamı gerçek anlamdan
farklı bir anlamdır şeklinde bir tez müdafaa ediliyorsa o zaman bilimsel bir
açıklama istenir. Mesela: “şeker” kelimesinin temel ve mecaz anlamlarını
göstermek kabilken, aynı kelimenin temel ve gerçek anlamlarını göstermek
imkânsızdır. Çünkü temel anlam ile gerçek anlam aynı anlamdadırlar. Başka
bir ifadeyle “şeker” kelimesinin temel anlamını göstermekle onun gerçek,
yani konuluş anlamını göstermiş oluruz.

İşte bu bilgiler ışığında şunu söyleyebiliriz ki, dil alanında tasnif ve
isimlendirme çalışmalarında bu tasnife ve isimlendirmelere medar olan nü¬
anslar çok iyi gösterilmeli ve öğretilmelidir. Aksi takdirde bilimsel bir kar¬
gaşa, bir kavram anarşisiyle karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacaktır.

Sonuçta, “temel anlam”, “gerçek anlam”, “ilk anlam” ve “konuluş
anlamı” gibi anlamlar farklı anlamlar değildir, hükmüne varırken, “yan an¬
lamın”, “istiarenin”, “mecaz-ı mürselin”, “argonun”, “deyimsel ifadelerin”,
“kinayelerin” hepsinin esasta mecaz olduklarını da vurgulamak isteriz. Bu
mecazların farklı isimler altında kategorize edilmesi ise şöyle açıklanabilir:

Yan anlamlı kelimeler asıl anlamlarından benzerlik ilgisi ile çıktık¬
ları için mecazdırlar. Ancak yeni kavramlara ad oluşlarıyla, sanatlı ifadeler
olarak kalan ve kavramlara isim olamayan mecazlardan ayrılırlar. Mesela:
“kurbağacık”, ayarlanabilir somun anahtarı, ağız tabanında çıkan bir çeşit
küçük ur, pencere çerçevesi gibi yukarıya sürülen şeylerin alt kenarlarına
yerleştirilen tutacak (Parlatır ve ark., 1988, s.1409) anlamında kullanıldığın¬
da, bu kelime gerçek anlamından çıktığı için mecazlaşmıştır. Ancak mecaz¬
dan bir farkı vardır ki o da, bu kelime bu kullanımlarda bir yaranın ve aletin
adı olmuştur. Ancak her mecaz varlıklara ad olamaz. Mecazlaşarak varlıkla¬
ra ad olan kelimelere yan anlam diyebiliriz. Mesela: “Arkadaşımın çok acı
bakışları vardı.” ifadesindeki “acı” da gerçek anlamını kaybedip karşı bir
anlama geçtiği için mecazdır. Ancak bu kelimenin, sözlüklere bakıldığında,
hiçbir varlığa ad olduğunu tespit edemeyiz. Yine mecaz benzerlik ilgisi ku¬
rularak her an üretilebilir ve bu üretilen anlamlar kalıcı olmazlar. Mesela,
“Bülbül ağlar bu hâle rüzgârdan nale gelir.” (Gürbüz, 2004b, s. 112) mısra¬
sında bülbül ve rüzgâr teşhis edildiği için bu varlıklarla alakalı ağlamak ve
nale mecazdır. Ancak sözlüklerde “ağlamak” kelimesinin “ötmek”, “nale”
kelimesinin de uğuldamak gibi anlamlarını bulamazsınız. Yani bu gibi keli¬
melerin bu kabil kullanımlardaki anlamlarını bulmanız imkânsızdır. Fakat
yan anlamlar mecazlaşarak artık farklı varlıkların adları olmuşlardır. Yani
mecazlaşarak ad olmuşlardır. Yan anlamın bir mecaz türü olmasına rağmen
mecazdan farkı işte bu nüanslardadır.

Deyimsel anlamlar da yine bir benzerlik ilgisi ile asıl anlamlarından
çıktıkları için mecazdırlar ve mecazın esas tanımıyla bütünüyle mutabakat
hâlindedirler. Bu mecaza başka bir isim verilmesinin, yani deyim denmesi¬
nin sebebi ise kelimelerin gruplar halinde mecazlaşmasından ötürüdür.

Kinaye de yine mecazdır. Bu tür mecaza başka bir isim verilmesi,
yani kinaye denmesinin sebebi ise bu mecazların hakikî anlama da yorum¬
lanma ihtimalinin oluşudur.

İstiare de yine esasta mecazdır. Çünkü “aslanım” ifadesi istiaredir.
Dikkatle bakıldığında görülür ki “aslan” kelimesi gerçek anlamından çıkmış¬
tır. Gerçek anlamdan çıkan her kelime mecazdır. Ancak bu tür mecaza istia¬
re denmesinin sebebi ise benzetme yönü diğer mecazlardan daha ağırdır ve
bu tür mecazlar başka bir varlığa ad olarak verilmez, yalnızca anlamı güç¬
lendirmek için mecazlaşırlar.

Yine çoğu argo kelimeler de bir tür mecazdır. Çünkü bu kelimeler
de gerçek anlamlarının dışında kullanılmışlardır. Bu mecazın argo adı altın¬
da anılmasının sebebi ise farklı bir kültüre mensup bir muhitin dili olması¬
dır.

Terim de yine mecazdır. Çünkü terim anlamlı kelimelerin çoğu da
gerçek anlamlarından çıkmışlardır. Mesela: “köprü” ilk anlamında bir dere¬
nin veya nehrin iki yakasını bağlayan yapma bir geçit iken, güreş terminolo¬
jisinde pehlivanın sırtını yere dokundurmamak için düştüğü durumu ifade
eder. Bu mecazın terim adı altında anılmasının sebebi ise farklı bir alanda
kullanıldığı içindir.

Mecaz-ı mürsel de yine mecazdır. Bu mecaz türünün de farklı bir ad
ile anılmasının sebebi diğer mecazlar gibi benzerlik ilgisi ile asıl anlamından
çıkmamış, yakınlık ilgisi ile gerçek anlamının dışına çıkmasıdır.

Özetle, hepsi de mecaz olan bu anlamların bu farklı adlar altında
isimlendirilişi anlam değişmesi farklılığından değildir. Yani bu isimlendir¬
meler anlam değişmeleri kıstas alınarak yapılmamıştır. O hâlde, bu mevzula¬
rı öğrencilere öğretirken aslında mecaz olan bu kelimeleri hangi farklılıklar¬
dan ötürü farklı isimlerle andığımızı öğretmeli ve bu nüansları göstermeli¬
yiz.

3. KAYNAKLAR

Acar, M., Alptekin, A. H., Bilgen, M., Doğan, O., Özmen, H., Arkın, M., Başkaya,
N., Ergül, L., Mat, M., Öksüz, Y., Tergib, A. (2006).
Dil ve Anlatım 9. sınıf.
Devlet Kitapları, Ankara.

Aksan, D. (1999). Anlambilim. Engin Yayınevi, Ankara.

Alderson, A. D., İz, F. (1980). The Concise Oxford Turkish Dictionary. Tansaş, An¬
kara.

Ayverdi, İ. (2005). Misalli Büyük Türkçe Sözlük. Kubbealtı Neşriyat, İstanbul.

Banguoğlu, T. (1974). Türkçenin Grameri. Baha Matbaası, İstanbul.

Devellioğlu, F. (1997). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat. Aydın Kitabevi, An¬
kara.

Ebi’l Kasimi’l-Huseyni’l Muhammed Er-Rağıbi’l İsfehanî. (1998). El-Müfredât.
Beyrut: Daru’l_Ma’rife.

Gürbüz, F. (2004a). Tercüme Problemleri ve Mealler. İnsan Yayınları, İstanbul.
Gürbüz, F. (2004b).
Kimsesizler. Aktif Yayınevi, İstanbul.

Gencan, T. N. (2001). Dilbilgisi. Ayraç Yayınevi, Ankara.

Hengirmen, M. (1999). Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü. Engin Yayınevi,
Ankara.

Moran, A. V. (1971). Türkçe-İngilizce Sözlük. Millî Eğitim Basımevi, İstanbul.

Oğuz, O., Yılmaz, D. (ts.) ÖSS Türkçe-Edebiyat. fdd Yayınları, Ankara.

Parlatır, İ., Gözaydın, N., Zülfikar, H. (1988). Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Ya¬
yınları, Ankara.

Tahir-ül Mevlevî. (1973). Edebiyat Lügatı. Enderun Kitabevi, İstanbul.

Yetiş, K. (1996). Talîm-i Edebiyat’ın Retorik ve edebiyat Nazariyâtı Sâhasında Ge¬
tirdiği Yenilikler.
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara.

* * * *

Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt-Sayı: 10-2 Yıl: 2008

1

Yard. Doç. Dr., Erzincan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Öğretimi Bölüm Bşk.,
e-mail: faruk_gurbuz@hotmail.com