ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 
DİLLE GERÇEK YA DA ANLATIM YOLU SORUNU

Prof. Dr. Doğan Aksan


Kimi araştırıcıların dil ve gerçek, kimi dilcilerin de dil-içi dünya görüşü adı altında inceledikleri bu sorunu biz anlatım yolu terimiyle açıklamanın daha yerinde olduğunu sanıyoruz.

Günümüz dilbiliminin de konularından biri olan sorun, Wilhelm von HUMBOLDT'un (1767-1835) dilbilime bir katkısı olarak görülebilir; tarihi de ona kadar götürülebilir.

HUMBOLDT, her dilin kendine özgü bir anlama ve düşünme yolu olduğunu savunmuş, dilin bu yönünü dilin iç biçimi, iç bünyesi (innere Sprachform, innere Form der Sprache terimiyle anlatmıştır. Bilgine göre "ayrı ayrı dillerin sözcükleri aynı kavramı gösterseler bile, hiç bir zaman gerçek eşanlamlı değildirler"84. "Her dilde özel bir dünya görüşü vardır"(85).

Konuyu daha somut bir biçimde açıklayabilmek için, önce günlük yaşamımızla ilgili birkaç kavram, birkaç olay üzerinde duralım: Hiç kuşkusuz, bizim baş dönmesi biçiminde adlandırdığımız, başı dönmek eylemiyle anlattığımız durum, dünyada herkesin başına gelebilir. Acaba bu olay her dilde aynı anlamdaki sözcüklerle, aynı kavramlardan yararlanılarak mı dile getiriliyor ? Bunun cevaplandırabilmek için birkaç dile göz atmak yeterlidir, örneğin Fransızcada baş dönmesi, sahip olunan bir nesne gibi düşünülür; Latince kökenli vertige sözcüğüyle anlatılır: "j'ai le vertige" ("baş dönmem var", başım dönüyor). Buna karşılık Almanlar, kökeni 'güçsüz, bilinçsiz kalmak' anlamında olan (86) schvvindeln eyleminden yararlanırlar (Es schtcindelt mir, mir ist schtvindelig, der Kopf schtcindelt mir gibi kullanımlar 'başım dönüyor, gözlerim kararıyor' anlamınadır). Hemen her gün birkaç kez, hatırımızı soranlara söylediğimiz "iyiyim!" sözü acaba her dilde aynı biçimde, aynı yoldan mı dile getiriliyor? Türkler bu kavramı anlatırken bir sıfata baş vurarak bunu kişiyle birleştirmekte (ben iyiyim, Ahmet iyi gibi), buna karşılık kimi diller daha değişik yollar seçmektedirler. Örneğin bir Fransız Je vais bien derken (sözcük sözcük çevrilirse: ben gidiyorum +iyi) "gitmek" kavramından yararlanır. Bir alman da es geht mir gut (gidiyor bana -j-iyi) biçiminde bir anlatıma baş vurur. Türkçe, üşümek, acıkmak, susamak gibi şeyleri özel birer eylemle anlatırken kimi diller bunları, sahip olunan birer varlık gibi düşünürler (krş. 'üşümek' için Fransızca avoir froid, İtalyanca aver freddo). Resim çekmek, sigara içmek gibi eylemlerin çeşitli dillerdeki karşılıkları, yine aynı farklılıkları gösterir. Bu dillerden kimisi, sigara içmek işini ayrı bir eylemle anlatır (Alm. rauchen, İng. to smoke gibi), kimisi, Türkçede olduğu gibi "içmek" kavramından yararlanır; kimisi de "çekmek" kavramına baş vurur.

"Sormak" kavramı her dilde vardır. Ama, acaba her dilde aynı anlatım yolundan gidilerek mi kullanılır? Türkçede bir kimseden bir şeyi öğrenmek üzere ona soru yöneltmeyi birine bir şey sormak ya da birinden bir şey sormak biçiminde anlatırız. Burada dikkat edilirse, eylem, yönelme ya da çıkma durumlarından birindeki bir tümleç almıştır. Halbuki aynı şey ingilİEcede söylenmek istenirse, yalın durumdaki bir adıl kullanmak gerekecektir (to ask someone something). Almancada ise bana sorarsanız demek için, belirtme durumundaki bir adıl1 gerekli olacak, Türkçeye "beni sorarsanız" biçiminde çevrilebilecek olan "tvenn Sie mich fragen" sözü söylenecektir. Bu dilde sormak (fragen) eyleminin başka kullanımlarının da Türkçeden farklı olduğu görülecektir.

Giymek sözcüğümüzün anlattığı iş, Fransızcada se vetir, mettre 'koymak', porter 'taşımak' eylemleriyle de anlatılır, tngilizcede 'yuva', 'ev', 'yurt', 'aile ocağı', 'sığınak' anlamlarına kullanılan home sözcüğünü kaışılayacak, onun yerini tutacak bir Fransızca sözcük yoktur. Almancada Gemüt adından türemiş olup çok geniş bir kullanım alanı bulunan gemütlich sıfatının başka dillerde tam karşılığı yoktur.

Renkler, dünyanın her yerinde aynıdır. Ancak aynı renk, başka başka dillerde değişik biçimde, farklı kavramlara dayanılarak anlatılır. Bizim kahverengi adını verdiğimiz, kahvemden yararlanarak anlattığımız renk, kimi dilde dilde esmer'le bir tutulur. Dilimizde renklerin limon-küfü, ördekbaşı; kavuniçi, camgöbeği gibi ince tonlarını, nüanslarım belirten sözcükler pek boldur; bunlar doğadaki varlıklardan yararlanılarak anlatılmıştır.

Hint-Avrupa dil ailesinden dillerde yeşil, mavi, gri, sarı gibi renk adları çoğunlukla tek bir kökten türemiş görünümündedir, hepsi de parlamak', 'ışık vermek' anlamındaki* ğhel- ortak köküne bağlanmakta, birbirleriyle ilgili görülmektedir". Buna karşılık, Türkçede bu renkler başka kavramlarla ilişkilidir, örneğin en eski yazık ürünlerimizde geçen yeşil, yaş'tan gelmekle, 'mavi' anlamındaki kök (bugünkü gök), "gök (sema)" kavramına dayalı bir adlandırmayı göstermektedir.

Her dilde kimi kavramlar benzetmelerden ve deyim aktarmalarından yararlanılarak anlatılırlar. Batı dillerinin genellikle 'Venüs saçı' anlamına gelen tamlamalarla anlattıkları bitkiye, Türkler bir benzetmeyle baldırıkara, lanicera caprifolium bitkisine de hanımeli adını vermişlerdir.

İşte, HUMBOLDT'un dilbilime getirdiği dilin iç yapısı kavramı, diller arasındaki bu türden başkalıklara ilgiyi çekiyordu.
HUMBOLDT'un görüşünü geliştirerek ona katkılarda bulunan Alman bilgini Leo WEISGERBER, dilde içeriği temel alan bir inceleme yöntemi getirmiştir (ihanltbezogene Betrachtungstceise). Bilgin, dili "dünyayı söze dönüştürme olayı" olarak düşünmekte, insanların bir dil ara dünyası'nda yaşadıklarını kabul etmektedir. Dilin anlattığı gerçek de ancak, insanların zihninin süzgecinden geçmiş gerçektir. Bilginin öğrenci ve arkadaşlarıyla oluşturduğu, Weisgerber okulu adını verebileceğimiz okul, dilin, zihnin dış dünyadan kavrayıp aldığı, birbiriyle sınu-lanmış öğelerden oluştuğu görüşünü benimsemekte, dış dünyadan kavranıp alınan bu öğelere dil kavramaları (Sprachzugriffe) adını vermektedir(88).

Dilbilimde SAPIR-WHORF varsayımı adıyla anılan varsayım da dile gerçeğin ilişkisi, anlatım yolu sorununa eğilmiştir. Amerikan yerli dillerini inceleyen E. SAPIR, her insanın zihninde, kendi dilinin yapısının yerleşik olduğunu, insanoğlunun, herhangi bir şeyi, bütün dil gereçlerinin oluşturduğu bu temel şemaya göre anladığını ve anlattığım kabul eder.

B.L. WHORF, bazı Amerikan yerli dilleri ve Eskimo dilinden yararlanarak dille o dili konuşan toplumun dünya görüşü arasındaki bağlantı, dolayısıyla dille gerçek ilişkisi konusu üzerinde durmuştur. WHORF'a göre her toplum, kendi düzeninin koşullarına göre gerekli sözcükleri yapar ve kullanır. Çocuk anadilini öğrenirken dünyayı, ancak belli açılardan görmeye başlar.

Hopi dilinde (Kuzey Amerikada, Arizona devleti içinde bir dil) böcek, uçak ve pilot aynı sözcükle anlatılır: masa'ytaka. Azteklerde soğuk, buz ve kar kavramları, aynı köke getirilen çeşitli soneklerle türemiş sözcüklerle dile getirilir. Bunlardan 'buz' demek olan sözcük, ad görevini taşır; "soğuk", sıfat biçimidir; 'kar' anlamındaki ise 'buz sisi' demek olan bir sözcüktür(89).

1930'larda Amerikada, KORZYBSKI ile başlayan genel anlambilim akımının görüşüne göre de dillerin yapısı, insanoğlunun bilgi dünyasını etkilemektedir, insan, gerçeği ancak dil aracıyla tanır.

Böylece, gerek SAPIR-WHORF varsayımı, gerek WEISGERBER okulu, gerekse genel anlambilim akımının, dilin gerçeği yansıtmadığı konusunda birleştikleri göze çarpmaktadır. Günümüz dilbilimcileri de genellikle diller arasındaki anlatım ayrımlarına ilgiyi çekmektedirler. Örneğin A. MARTINET "Dil, gerçeğin bir kopyası değildir" başlığı altında ele aldığı konuyu incelerken batı ulusları arasında kültür ortaklığının sağladığı anlatım yakınlıklarına değinmekte, bu yakınlıkların yanı sıra, dilden dile beliren ayrılıklara işaret etmektedir. MARTINET' ye göre yalnızca Fransızca, "nehir" kavramının anlatımında ayrı bir tutuma sahiptir; denize dökülen nehir'le (fleuve) başka bir akarsuya dökülen nehir (riviere) arasında ayrım yapar (Elements, s. 11).

Sonuç olarak özetlemek istersek, gerek varlıkların adlandırılışında beliren ayrımlar, gerek sözcüklerin dilden, dile değişen kullanımları, gerekse kültür ve yaşam koşullarındaki başkalıklar, insanoğlunun, çevreyi ve gerçeği dile getirirken nesnel davranmadığını göstermektedir. Birçok bilginin ve değişik akımların benimsediği gibi diller, gerçeği ve dünyayı değil, onların insanoğlunun zihin süzgecinden geçmiş biçimlerini yansıtmaktadırlar, işte biz, her dilin anlatım sırasında öteki dillerden farklı kavramlara baş vurma, kendine özgü anlatma eylemine anlatım yolu adını veriyoruz (90).
 


84 Gesammelte Sehriften, VII/I, s. 190.
85 A.y., s. 60.
86 Bkz. Kluge, Etymologiaches Worterbuch, 19. basım.
87 A. Walde, Vergleichendes WSrterbuch der indogermanisehen Sprachen, Berlin-Leipzig, 1930-31; I, 1624; ayrıca C.D. Buck, A Dictionary of Sdected Synonyms in the Principal Indo-European Languoges, Chicago-Illinois; 1949 15. 67., 15.68., 15.69. bölümler.
88 Bu konuda geni; bilgi ve kaynaklar için bkz. D. Aksan, s.g.y., s. 29, 30, 33.
89 Whorf, a. 15. Aynca, bilginin Science and Linguislics adlı yazısı: Readings on Applied English Linguistics, New York, 1958, s. 58-69. Bilginin çalışmaları konusunda bkz. özcan Başkan, Lengüistik Metodu, s. 149 ve ötesi.
90 Bu konuda bizim Anlambilimi ve Türk Anlambilimi adlı yapıtımıza (9. 40-43) bkz. Türkçenin bu açıdan Özellikleri için aynı yapıtın "Türkçede Anlatım Yollan" bölümüne (s. 95-101) ve H. W. Brands'ın Studien zum Wortbettand der Türksprachen (Leiden, 1973) adlı kitabına da baş vurulabilir (s. 87-96).

Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK Yay.:439, Ankara, 1995