ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

DİLBİLİM NEDİR?
          
           Prof. Dr. Zeynel Kıran

En genel tanımıyla dilbilim, dil yetisinin ve doğal dillerin bilimsel incelenmesidir. Burada Öncelikle iki terimi açıklamak gerekir. Çok gerekli olmasına karşın, “dil yetisi” ile “dil” arasındaki ayrım hep unutulmuştur.

İnsan topluluklarında bireyler konuşurlar, dinlerler, konuşma aygıtıyla üretilen ses dizileri aracılığıyla duygu ve düşüncelerini birbirlerine aktarırlar. Duruma göre, her birey hem konuşucu hem de dinleyici/alıcı olabilir. Kendisine gönderilen ses dizimlerini algılar, yani onları deşifre eder, yorumlar ve yeniden üretir. Dilsel davranışlar diye adlandırdığımız bu etkinlikler (resim, jest, yazı ve diğer kodlar vb.) simgesel araçlar ya da davranışlar, genellikle dil yetisi denilen, insana özgü ve insanın bir parçası olan bir yetinin gerçekleşmesi ya da anlatımı olarak kabul edilebilir. Aslında, “dil yetisi” kavramı tümüyle kuramsaldır, insanın konuşan bir varlık olduğunu açıklamak amacıyla baş vurulan bir kavramdır. Konuşucular tarafından üretilen ses dizileri bir dilden öbürüne değişiklikler gösterir.İnsan toplulukları, dil yetisinin farklılaşmasından ortaya çıkan Türkçe, Fransızca, İngilizce, Çince gibi özel ve doğal diller geliştirmişlerdir. Kısacası dil yetisi bir iletişim aracı yardımıyla, insanlar arasındaki iletişimi sağlayan insana özgü bir yetidir. Buradaki iletişim aracı dildir: Dil, aynı dilsel topluluk üyelerinde ortak olan bir sesli göstergeler dizgesidir. Dil yetisi insanın değişmeyen ve evrensel bir özelliğidir, oysa diller her zaman özeldir ve değişirler.

Dilbilim, 1950'den sonra bir pilot-bilim rolü üstlenerek, insan bilimleri arasında ayrıcalıklı bir yer kazanmıştır. Bugün, budunbilim, toplumbilim, ruhbilim, ruh çözümlemesi dilbilimin yöntem ve terimcesinden büyük ölçüde yararlanmaktadır. Çağdaş dilbilimin bir bilim dalı olduğunu söylemek, beraberinde bir takım içermeleri de getirmektedir .Dilbilimin temel görevi, dilin

betimlemesini yapmaktır. Bu betimleme, her türlü kuralcılıktan uzak, olguların salt gözlemine dayanır. Bu anlamda, dilbilim kesin(matematiksel) bir bilimdir: Bir nesnesi, bir alanı ve bir yöntemi vardır. A. Martinet'nin deyimiyle ''bir incelemeye, olguların gözlemine dayanıp bir takım estetik ve ahlak ilkeleri adına, bu olgular arasından bir seçme yapılmasını önermekten kaçındığı zaman bilimsel denir. Bu durumda, “bilimsellik” “kuralcılığın” karşıtıdır (A. Martinet, s. 6).

Bugün artık dilbilimciler, tarih ve felsefe niteliği taşıyan araştırmalardan uzaklaşarak belli bir durum içindeki oluşumunu incelemeye yönelmişlerdir. Kısacası, dilbilim, dilin belli bir durumdaki oluşumunu inceler. Çağdaş dilbilimin getirdiği en büyük yenilik, inceleme konusunun ve alanının belirlenmesidir. Böylece, dilbilimci bütün ilgisini doğal dillerin betimlenme yollan, bu dillerin işleyişi ve yapısı konusundaki incelemelere vermiştir . 

DİLBİLİM/FİLOLOJİ AYRIMI

Genellikle, dilbilim ve filolojiden eşdeğer iki terim gibi söz edildiğine tanık oluyoruz. Oysa bunlar eşanlamlı sözcükler değildir, üstelik bu iki bilim dalı aynı bilim dallarıyla ilişkiye de girmezler. Bu ayrımın zorunlu olduğu kanısındayız, çünkü dilbilim on dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru gelişmesine karşın, filoloji çok daha eski, yani Rönesansla beraber gelişen ilk insan bilimlerinden biridir. Ancak on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru filoloji bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkar. 1777 yılından başlayarak, F. A. Wollf eski metinlerin karşılaştırmalı eleştirisini yapan bir bilim dalı oluşturmuştur. Bu eleştirinin ilk amacı, eski metinlerin yorumunu yapmak ve onları yeniden oluşturmaktı. Filoloji, geçmiş uygarlıklara dönük romantik akımın etkisiyle gelişmiştir. Tüm amacı eski yazınsal yapıtları açıklamak ve aydınlatmak, aynı zamanda da bu yapıtlarda söz konusu edilen uygarlıkların, gelenek ve göreneklerin bazı özelliklerini yeniden canlandırmaktır. Bu durumda, metinleri değil de, dili ''kendisi için'' amaçlayan dilbilimi filolojinin yaptığı çalışmalarla özdeşleştiremeyiz. Yazarların dilinin incelenmesi, onların yazına ilişkin sırlarını keşfetmek amacını taşıyordu. Filologların ilgisini sadece yazılı dil çekmiş, sözlü dil hiçbir biçimde onların uğraş alanına girmemiştir.

Bugün filoloji deyince, akla yazılı belgelerin geçerliğini, gerçek olup olmadıklarını araştıran tarihsel bir bilim gelir. Kısacası, filoloji üretildiği dönemlere ait eski metinleri yeniden oluşturmaya çalışır. Bu nedenle, filolog metinlerin üretildiği dönemlerin etkilerini, kaynaklarını araştırır, özgün metinleri çözmeye ve onları yeniden oluşturmaya, bu arada taklitlerini saptamaya ve değerlerini ölçmeye çalışır. Buna karşılık, dilbilimcinin uğraşı filoloğunkinden tamamen farklıdır. Dilbilim dili anlamaya, onu tıpkı somut bir nesne gibi incelemeye çaba gösterir. Böylece, dilbilim dile ilişkin dilbilgisi, filoloji, sesbilgisi gibi tüm bilimleri kapsar. 

DİLBİLİMİN ve DİLBİLİMCİNİN GÖREVİ NEDİR?

Dilbilimin ve dilbilimcilerin görevi, bir dilsel topluluğa ait bireylerin zihinlerindeki ortak özelliği etraflı bir biçimde tanıtmaya çalışmaktır. Yakından incelendiğinde bu ortak özelliğin son derece karmaşık olduğu görülür. Örneğin, insan aşağı yukarı 200 farklı sesi telaffuz edebilir ve onları algılayabilir; ama her dilsel topluluk sahip olduğu binlerce sözcük için aşağı yukarı 40 temel ses kullanır. Her birey, bütün bu temel seslere, yani sesbirimlere

ve kendi anadilinin binlerce sözcüğüne sahiptir. Bunun dışındaki sözcükler, dilsel toplulukta bireylerin mesleğine, zevklerine, toplumsal ve kültürel farklılıklarına göre dağılır. Bireyler kendi anadillerinin bütün sözcük dağarcığına sahip olabilirler, çünkü sadece seslerin kendisine değil, aynı zamanda sesbilgisel kurallara ilişkin dizgeye de sahiptirler. Sözcüklerin oluşumunu sağlayan bu sesbilgisel kuralların yanında, anlam ve dizimlerin oluşmasını sağlayan biçimbilimsel kurallarda vardır. Buna bağlı olarak, anlambilim kurallarının da unutulmaması gerekir. Tek başına sözcüklerin bir anlamı yoktur. iletişimin temel birimi olan tümceyi oluşturan sözdizimsel kurallar daha çok sözcüklerin tümce içindeki yerleri ve işlevleriyle ilgilenir. Ancak, sıraladığımız bütün bu kuralları bilmek dil olgusunu açıklamaya yetmez. Her konuşan özne, kendini kişisel ve bireysel bir biçimde ifade eder; söylemek istediği şeye ya da onu söyleme biçimine göre, göreceli bir özgürlükten yararlanır. İnsanlar arasındaki ayrım işte burada başlar. Bütün bunlar, F. de Saussure'ün dil/söz karşıtlığındaki söz düzleminde gerçekleşir, çünkü dil toplumsal, söz ise bireyseldir. N. Chomsky'e göre, dilin bu yaratıcılığı, yapısalcılar için, kullanım rahatlığıdır. Bütün bunlara karşın, söylemleri üretme biçimi konusunda özel kura1lar vardır ve bunlar deyişbilim ya da söylem kurallarıdır.

İkinci önemli nokta ise, insanın kısa zamanda kendi anadilinin işleyişini öğrenmesidir. Aslında burada önemli olan, dil için gerekli kural ve bilgileri içeren, aynı zamanda bütün bu verileri büyük bir rahatlık, açıklık ve hızla işleyen insan zekasının gücüdür. 

DİL

İnsanın kullandığı kültürel araçlar arasında dil çok önemli bir yer tutar. İnsan, fizik ya da matematiği sonradan öğrenebilir, ancak çok önemli yapısal bir hastalığı ya da eksikliği yoksa konuşma ve dil öğrenme yetisiyle dünyaya gelir, zaten bu özel1igiyle de fiziği ve/ya da matematiği öğrenebilir.

Dil, insanın en temel gereksinimi olan iletişimi sağlar. Bu gereksinim yemek yemek, nefes almak, yürümek, Uyumak vb... gereksinimlerden farklı olarak “doğal” bir biçimde gerçekleşmez. “Dil”in “söz” olarak gerçekleşebilmesi için, bir toplu1uğun “doğal dil”i biçiminde öğrenilmesi gerekir. Dile yatkınlık genetik bir özellik olmasına karşın, gerçekleşmesi kültürel bir süreci, bir öğrenme sürecini gerektirir. Dilbilim, insana özgü dil yetisiyle, bu yetinin farklılaşmasından kaynaklanan Türkçe, Fransızca, İngilizce, Çince, Rusça vb... doğal dilleri ve bu dillerin zaman içinde uğradıkları değişimleri, onların işleyiş biçimlerini inceler. Kısacası dilbilim basit gibi görünen, ''dil nedir?'' sorusuna yanıt bulmaya çalışır. Dilbilimcinin amacı, bir bilim adamı olarak, bu soruyu yanıtlayabilecek bir kuram oluşturmaktır. Böyle bir kuramın oluşturulması pek çok ek sorunun sorulmasını ve yanıtlanmasını gerektirir.

-Sesler nasıl çıkarılır? ve bunlar nasıl algılanır?

-Bir tümceyi oluşturan öğeler nelerdir?

-Bir tümce nasıl olup da belli bir anlamı üstlenebilmektedir?

-Dil ile düşünce arasındaki ilişki nedir?

-Dil insanların anlaşmalarını nasıl sağlar?

-Dil nasıl ve neden değişir?

-Diller arasında benzerlik1er var mıdır?

-Diller arasında ne gibi farklılıklar vardır?

Bunları ve benzeri soruları yanıtlayabilmek için de teker teker dillerin incelenmesi ve o dillerin temelinde var olan kuralların saptanabilmesi gerekmektedir. Dilbilim de bunu başarabilmek için çaba göstermektedir.

Biz, sıradan bir yurttaş olarak, dili iletişim amacıyla kullanırken, onun nasıl bir dizgeye, nasıl bir işleyiş biçimine sahip olduğunu düşünmeyiz. Örneğin, dilin iletişim işlevi ve diğer tüm işlevlerini kullanmaz, ama bu etkinliğimizin farkında bile olmayız. Tıpkı Moliere'in Kibarlık Budalası adlı oyunundaki M. Jourdain gibi... 

M. Jourdain kibar bir hanıma aşıktır, ona kısa bir mektup yazmaya niyetlenir , felsefe hocasından yardım ister

Felsefe hocası: -Bu hanıma nazımla mı yazmak istiyorsunuz?

M. Jourdain: -Hayır hayır nazım istemez.

Felsefe hocası: -Nesir mi olsun istiyorsunuz?

M. Jourdain: -Hayır ne nazım isterim ne de nesir .

Felsefe hocası: -İyi ama, ya nesir olacak, ya da nazım.

M. Jourdain: -Neden?

Felsefe hocası: -Çünkü efendim, meramını anlatmanın nesirle nazımdan başka   

şekli yoktur .

M. Jourdain: -Nazımla nesirden başka bir şekil yok mudur?

Felsefe hocası: -Nesir olmayan söz nazımdır; nazım olmayan söz de nesirdir.

M. Jourdain: -Ya konuşulan şey nedir?

Felsefe hocası: -Nesir.

M. Jourdain: -Ne? Şimdi ben ''Nicole, terliklerimi getir, gecelik takkemi de ver''

diyecek olsam bu nesir midir?

Felsefe hocası: -Evet efendim.

M.. Jourdain: -Demek kırk yıldan fazladır bilmeden, farkında olmadan nesir

söylüyorum, bana bunu öğrettiğiniz için size çok minnettarım.

Moliere, Kibarlık Budalası, Perde II, sahne VI.

 

Burada, ''kimse size sormayınca bildiğimiz, ama birine açıklamaya kalkınca da bilmediğimiz'' dilden ve onu tüm durumları içinde incelemeye çalışan dilbilimden söz ettik. Dil üzerine konuşmak hem kolay hem de zordur. Herkes kendi anadilini ya da bir ikinci dili konuşabilir ve herkesin konuştuğu dil üzerine söyleyecek bir sözü vardır. Bir Amerikalı uzmanın dediği gibi ''Herkes zaten doğuştan dilbilimcidir. Bu doktorların da başına gelir. Bazen bir doktor da tıp konusunda bütün doktorlardan daha fazla şey bildiğine inanan sıradan biriyle karşılaşabilir. Dilbilimci ise, bu tür insanlara her gün rastlar. Hem de sadece ''sokaktaki adam''dan değil, ''sokağı temizleyen adam''dan bile, dil konusunda ders dinlemek zorunda kalabilir''. Ancak, dili dil ile anlatmak bir soyutlama yapmayı gerektirir. Nasıl matematikten söz ederken, sinüs, kosinüs, sigma, diskriminant, pi sayısı gibi birçok matematik dilinin terimlerine gereksinim varsa, dil için de gösterge, gösteren, gösterilen, dil yetisi, biçim, töz, nedensizlik, değer, eşzamanlılık, artzamanlılık, dizimsel ilişkiler gibi dilin diline gereksinim vardır: Dilin diline üstdil denir. Bu üstdil tüm bilimler için geçerlidir. Bir iktisatçı, bir elektronik uzmanı ya da fizikçi kendi konusunu üstdille anlatır. Bu tür kullanımda dil, bir iletişim ve düşünce aktarma aracıdır. Ancak dili anlatırken de dili kullanmak zorundayız. Bu durumda dil hem amaç hem de araç konumundadır. Gündelik yaşamımızda dili kullanmadan yapamayız, ama bu kullanımlarda dil, yalnızca bir iletişim aracıdır. Bir dili yalnız iletişim aracı olarak kullanan kişinin, dilin üst-dil işlevini bilmesi gereksizdir. Anadili Türkçeyi iletişimde kullanmak, yani yaşamsal gereksinimlerini dile getirmek, ya da derdini anlatmak isteyen kişinin gönderge kavramının ya da dil yetisinin ne olduğunu bilmesine gerek yoktur. Kısacası, her an kullandığımız bir sözcüğün sıfat mı yoksa belirteç mi olduğu, tümce içindeki işlevi ya da o sözcüğün zaman içinde geçirdiği evrim konuşma anında bizi ilgilendirmez. Her İstanbullu ''tahtakale'' sözcüğünü kullanır, ama bu sözcüğü konuşmasında kullanmak için onun Arapça ''taht el kal'a'' (kalealtı) biçiminden geldiğini bilmesinin iletişime olumlu ya da olumsuz bir katkısı olmayacaktır . Kısacası, dilbilimcilerin dil konusunda çalışmalarının amacı sağlam bir iletişim aracı oluşturmak, dilsel, kültürel ve toplumsal değerleri sonraki kuşaklara aktarma kaygısıdır. Kullanılan dilin kuralları sağlam bir dilbilgisi dizgesine dayanmazsa iletişim zorlaşacaktır. Bir gün Konfüçyüs'e sormuşlar. ''Bir ulusun tüm yönetimi sana bırakılsaydı ne yapardın? Önce dilini düzeltirdim'' demiş. ''Dil düzgün olmayınca, söylenen söylenmek istenen değildir; söylenen söylenmek istenen olmayınca, yapılması gereken yapılmadan kalınca, töreler, sanatlar geriler; töreler, sanatlar gerileyince de adalet yoldan çıkar; adalet yoldan çıkınca halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan, söylenmesi gereken başı boş bırakılamaz. Bu her şeyden önemlidir'' (N.Uygur, s.24). Bu sözlere eklenecek bir şey olduğunu sanmıyoruz. İki binli yıllar Türkiye'sinde bir vatandaş olmak yeter. Benzer düşünceleri İsa Peygamber de dile getirmiştir: ''Kişiyi kirleten ağzından girenler değil, ağzından çıkanlardır.'

Kaynak:
Kıran, Z. 2001. Dilbilime Giriş. Ankara:Seçkin.

e-kaynak: http://www.audbt.cjb.net/