ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

Ne Derlerdi Ne Diyoruz

PROF. DR. HAMZA ZÜLFİKAR

Haziran 2011, C: C, S: 714, s. 519-527

Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi

Dili tanımlarken çeşitli değerlendirmeler yapılır. "Dil canlı bir varlık¬
tır, değişir, gelişir" biçimindeki değerlendirme en çok bilinenidir.
Bunların çoğu, yorumu dinleyene, okuyana bırakılmış gerekli açık¬
lamalara başvurulmadan söylenmiş sözlerdir. "Dilin canlı olması, gelişip de¬
ğişmesi" ne demektir? Bu değişmeyle dilin söz varlığı, dolayısıyla anlatımı
zenginleşir mi? Değişim sırasında dilin yoksullaştığı da söz konusu olur mu?
Bu sorular özellikle bir reform geçirmiş olan Türkçe için üzerinde düşünül¬
mesi, araştırılması gereken konulardır. Bu tür konuları araştırmak için çeşitli
yollar seçilebilir. Örnek olarak konuşmaları ya da metinleri elimizde bulunan
eski siyasilerin nutuklarıyla günümüz siyasilerinin nutukları ya da eski şarkı
sözleriyle yeni şarkı sözleri karşılaştırılabilir. Farklı zamanlarda öğretimde kul¬
lanılan ve aynı konuda yazılmış ders kitapları da örnek alınabilir. Ne gibi ka¬
zançlar olmuş ya da anlatımda ne gibi zayıflıklar ortaya çıkmış olduğu
hakkında fikir edinilebilir; böyle bir değerlendirmede eskimiş kelimeler, te¬
rimler ve deyimlerle karşılıkları eşleştirilerek bir sonuca varılabilir. Gerekirse
üslupla ilgili sonuçlar da tespit edilebilir. Dönemler arasında siyasilerin kul¬
landıkları üslup, özellikle incelemeye değer bir konudur.

Burada "Ne derlerdi ne diyoruz" konusunu araştırırken dilin söz varlı¬
ğıyla ilgili somut örnekler üzerinde durdum.
Tabiri caizse biçiminde bir söz gü¬
nümüzde
deyim yerindeyse biçiminde karşılanıyor. Eskiden Farsça kurallara
göre kurulmuş
taht-ı tesirinde sözü şimdi etkisi altında; eski adları tahtelbahir,
sevkıtabiî
idi yeni adları Türkçe kelimelerden oluşan denizaltı, içgüdü oldu.
Daire-i fasit örneği önce Türkçe tamlama kurallarına göre fasit daire (her iki ke¬
limenin de ilk heceleri uzun) sonra da
kısır döngü oldu. Bu tür örneklere bakıp
Türkçeleştirme çalışmaları sırasında dilde herhangi bir kayıp olmamış dene¬
bilir. Öte yandan Türkçeleri aranırken
halet-i ruhiye, hakk-ı huzur, örneklerinde
yalnızca tamlamanın kuruluşu
ruh hâli, huzur hakkı biçiminde Türkçe kural¬
lara göre değiştirilmiştir. Bu durumda da içerdiği kelimeler köken olarak ya¬
bancı olmasına karşı Türkçede bir kayıp olmamıştır. Ayrıca
takdir-i ilahi, redd-i
hâkim, redd-i ilhak
gibi çeşitli bilgi alanlarına ait terim niteliğindeki yapılarda
Farsça kurallara göre kurulmuş tamlamalar değişmeden korunmuştur.

Konunun çok çeşitli boyutları vardır. Örnek olarak şirazesinden çıkmak de¬
yimi bugün eskimiş ve dilin bu hanesinde bir boşluk oluşmuştur. Ciltçilikte
kitabın sırt bölümünde sayfaları tutan iplikten örülü şeridin dağılması, sayfa¬
ların birbirinden ayrılması
şirazeden çıkmak deyimiyle anlatılır. Kişi için "den¬
gesi bozulmak, çılgınca davranmak, abuk sabuk konuşmak" gibi mecaz
anlamlarda da bu deyim kullanılır. Bunun gibi dilde bir de Farsça kökenli
zı¬
vana
kelimesinden oluşmuş zıvanadan çıkmak deyimi vardır. Zıvana (<zubane),
kapıyı üsten, alttan tutan ve bir eksen üzerinde kapının dönmesini sağlayan
düzenek anlamındadır. Bu örneklerde görüldüğü gibi
şiraze, zıvana kelimele¬
rinin anlamı yeterince bilinmemesi, bu deyimlerin kullanımdan düşmesine
yol açmıştır. Kullanımdan düşen kelime ve deyimlerin durumu, ait oldukları
iş kollarının giderek dönemlerini tamamlamasıyla ilgilidir. Türkçede mecaz
anlamlar kazanmış, yıllarca iletişimde aracı olmuş ve deyimleşmiş bu tür ör¬
nekler artık kullanılmıyor. Eskiyen teknikle, sanatla ilgili bu tür yabancı keli¬
melerin
şiraze, zıvana örneklerinde olduğu gibi yerini yenileri alamadığından
bu tür örneklere bakıp bir yoksullaşmadan söz edilebilir.

Bunların dışında yalnızca içerdikleri yabancı kökenli kelimeden dolayı
artık duyulmaz olan örnekler az değildir. Bunlara
İltifat ediyorsunuz, Çok lü-
tufkârsınız, Sizi tenzih ederim. Sözüm meclisten dışarı. Tebdili mekânda ferahlık var¬
dır.
gibi örnekleri verebiliriz. Bunlara Rumcadan Türkçeye geçen ve istif
kelimesini içeren İstifini bozmadı. sözünü de ekleyelim.

İnsanın üstün niteliklerini anlatan irfan, ismet, ırz, iffet sahibi sözlerine ne
oldu? Bunlar insanın yaradılışında olan birer
haslet idi. Haslet’e de ne oldu?
Bunların yerine Türkçeleri konamadığı için bir bir unutuldu, yabancı damga¬
sını yiyip terk edildi. İnsanı niteleyen
mert ya da namert dilde varlığını sürdü¬
rürken
fazilet, Eski Türkçe erdem kelimesiyle karşılandı.

Bir taraftan bazı kelime ve deyimler dilde kullanımdan düşerken bir ta¬
raftan da yeni biçimler doğuyor. "Dil canlıdır." derken bunu kastediyoruz.

Bazı kelime ve deyimlerin dilde yaşama süreleri tamamlanırken yeni yeni
kelime ve deyimler ortaya çıkıyor. Bir durum karşısında konuşmamayı, yorum
yapmamayı seçen bir kimsenin yapılan baskılar dayanamayıp konuşması,
ses¬
sizliğini bozdu
bazen de suskunluğunu bozdu diye anlatılıyor. Sık sık duyulan
bu her iki deyim de artık
Türkçe Sözlük1e girmeye hak kazanmıştır. Bunları dilin
kazanç hanesine yazabiliriz. Örneklerde geçen
bozmak Türkçenin işlek fiille-
rindendir. Bir düzeni altüst etmek dışında
birini fena bozmak, bağ-bostan boz¬
mak, para bozmak, midesini bozmak, nişanı bozmak, ağzını bozmak, oyun bozmak,
ordu bozmak
gibi birçok deyimde bozmak değişik anlamlarda kullanılır. Bu arada
altını çizmek örneğinde olduğu gibi yeni örneklerin bir bölümünün Batı dille¬
rinden çeviri yoluyla türetildiğini biliyoruz. Son günlerde siyasi haberler içinde
geçen
dijital saldırı ya da izleyicilerin görmesini ve etkilenmesini engellemek
amacıyla görüntü üzerinde yapılan perdelemeyi anlatan
buzlama veya moza-
yikleme,
duymaya başladığımız ve henüz sözlüklere girmemiş yeni kelimeler¬
dir. Bunlara son günlerde sık duymaya başladığımız
borazanlığını yapmak
deyimini de ekleyelim.

Adı "sarf ve nahiv" olan eski dil bilgisi kitapları dilde giderek eskimiş ve
kullanımdan düşmüş kelimeler için
müstehâse ya da müstehâs terimini kullanır.
Eski sözlükler, bunu "Toprak altında maden kesilmiş mevvad-ı hayvaniye ve
nabatiye." (Toprak altında maden kesilmiş hayvan maddeleri ve bitkileri) diye
tanımlarlardı. Cumhuriyet Döneminde bu adlandırma,
fosil (Fr. fosilse) keli¬
mesiyle karşılandı.
Müstehâse dilde dönemini tamamlarken bu kez yabancı
olan
fosil kullanıma girdi. Fransızca kökenli fosil sözü öteki bilim dallarında
da geçer. Türkçede
fosilleşmek biçiminde fiili de yapılmıştır. Ayrıca fosilleşmek
"düşüncede gerileşmek" diye mecaz anlam da kazanmıştır.

Fosil, Türkçede giderek yaygınlaşırken Türkçeleştirme çalışmaları içinde
buna
taşıl karşılığı bulundu. Fransızcadan gelen paleontoloji sözüne de taşıl bi¬
limi
dendi. Bir deniz hayvanın kara parçası içinde yüzyıllar boyunca kalıp taş¬
laşmasını, fosilleşmesini anlatan
taşıl, görebildiğim kadarıyla gereken ilgiyi
görmedi.

Osmanlı Türkçesinden kalan, eskimiş bir kelimenin, terimin yerini Türk-
çesi değil de Batı kökenli biçiminin aldığı örnekler yalnızca
fosil, trafik (seyrü¬
sefer
), ekvator (hattıistiva, hattıarz) değildir. Bunların sayısı yüzlerle ifade
edilebilir.

Eskiden inhisarına almak deyimi kullanılırdı. Bugün de inhisar zaman
zaman duyulmaktadır. Buna bulunan
tek ve el kelimelerinden oluşmuş tekel,
söz konusu kavramı yeterince karşılamış, buradan
tekeline almak deyimi ortaya
çıkmıştır.

Muhasara altına almak deyiminin kuşatmak fiiliyle karşılanması dil bilgisi
kurallarına uygun düşmüştür. Üç kelimenin bir kelimeyle karşılanması isa¬
betli olmuştur. Bunun gibi
muvaffak olmak tek bir fiille, başarmak ile karşılan-

mıştır. Yazımı ve telaffuz zor şayia için önerilen söylenti çok uygun bir karşılık
oldu.

Edebî metinlerde uğruna ne şiirler, ne hikâyeler, ne şarkılar yazılmış buse
almak
sözü geçer. Buse Farsçadan dilimize geçmişti. Öpmek ya da bir öpücük
almak
sözleri, buse almak deyiminin yerine geçti. Çağımızda kolaylaşan bu iş
eski özelliğini kaybetti ve şiirde de, şarkıda da kullanılmaz oldu. Eski şarkı¬
larda, şiirlerde hasret duyulan sevgiliye "Haberler gönder seher yeliyle." ör¬
neğinde olduğu gibi imkânsızlıklar içinde
haber, seher yeli ile gönderilmiştir.
Şimdiki imkânlara bakınız. Dile giren yeni terimleri, kısaltmaları hatırlayınız!

Farz-ı muhal, faraza için birçok söz önerildi. Hemen hepsi de kullanıma
girdi.
Tut ki, var sayalım, söz gelişi, diyelim ki gibi örnekler varken ne yazık ki bu
kez
atıyorum kullanımı en sık kelimeler arasında yer aldı. Arapça kökenli fara¬
ziye
ise varsayım diye karşılandı.

Öte yandan müşavere ve müracaat kelimelerinin her ikisinin de danışma ile
karşılanması doğru olmadı.
Danışma kurulu, danışma masası ya da bürosu.

Bunun gibi uyarmak hem tembih etmek hem de ikaz etmek birleşik fiillerine
karşılık oldu. İlkemiz her yabancı kelimeye ayrı bir Türkçe karşılık göstermek
522 olmalıdır.

Bir zamanlar göz'e ayn, çeşm; güneş’e şems, hurşit; ak'a beyaz, sefit; ağaç'a
şecer, direht; ekmek'e hubüs, nan; kara’ya esvet, siyah
demenin doğru olmadığı
işlenirdi. Bu dönem başarıyla kapandı ve Türkçeleri öne çıktı. Şimdiki bek¬
lentimiz ise kavramları ayrı ayrı adlandırmaktır. Bu işi yaparken kelimeleri
Batı'dan olduğu gibi ithal etmeyip, Türkçenin kurallarına uygun Türkçe kök¬
ler ve eklerle türetmeler yaparak söz konusu kelimeleri Türkçe olarak ifade
etmektir. Bu husus, üzerinde durulması gereken en önemli konulardan biri¬
dir. Umarım dilci meslektaşlar bu konuyla yakından ilgilenir ve yeni öneri¬
lerde bulunurlar. İşe türetilenleri de yeniden gözden geçirerek başlamalıyız.

Türkçeleştirme çalışmalarının başladığı ilk yıllarda konuyla doğrudan ya
da dolaylı pek çok kimse görüş belirtmiş ve yazılar yazmıştır. Hamit Zübeyr
Koşay, İbrahim Necmi Dilmen, Süheyl Ünver, Âkil Muhtar Özden, Ahmet
Caferoğlu, Abdullah Battal, Mehmet İzzet, Fuat Raif, Necdet Otaman, M. Şekip
Tunç sadece birkaçıdır. Bunların arasında yabancılar da vardır. O dönemde de¬
ğerlendirmelerine güvenilen ve sözü dinlenen yazarlardan biri Ziya Gökalp'tır.

Ziya Gökalp, "Yazı Dili ve Konuşma Dili" adlı yazısında "... İstanbul'da iki
Türkçe var: Biri konuşulup da yazılmayan İstanbul lehçesi, diğeri yazılıp da konu¬
şulmayan Osmanlı lisanıdır."
demiş.

Gökalp yazısına şunları da eklemiş: "... Demek ki lisanî ikiliği kaldırmak için
yeniden hiçbir şey yapmağa lüzum yoktu. Osmanlı lisanını hiç yokmuş gibi bir tarafa
bırakarak halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini aynıyle millî lisan ad¬
detmek kâfiydi...

Onun döneminde halk edebiyatının verilerinden yararlanılmaya ve Ana¬
dolu ağızlarından derlemeler yapılmaya başlanmıştır. Bunda Ziya Gökalp'ın
fikri etkili olmuş denebilir. 1933, 1934 yılları içinde köylere varıncaya kadar
bir derleme seferberliği başlatılmış, elde edilen örnekler Türk Dil Kurumunca
çıkarılan
Türk Dili dergisinde ve sonradan adı Türk Dili Belleten olan dergide
yayımlanmıştır (3. sayı 1933). Dergide yayımlanan bu örneklere baktığımızda
pek çoğu bölge ağızları içinde yapısı değişmiş, kimisi de eki kökü belirsiz şe¬
killeridir. Kelime ile anlamı arasında bir ilgi kurmanın zor olduğu
alan (ufuk),
aran (irtifa) gibi kelimeler yanında tarihî metinlerde derlenmiş kaçut (takibat),
nitik (malzeme), ötük (haber), ulunç (helezon) gibi örnekler de vardır. Bunlar
çağdaş kavramları karşılamaya yetmemiştir.
Anahtar karşılığı açar, dağ üze¬
rinden geçen geçit anlamında
aşıt gibi kelimeleri bile topluma kabul ettirmek
mümkün olmamıştır.

Derleme çalışmaları sırasında tespit edilenlerin bir bölümü Rumca,
Arapça, Farsça ve Ermenice çıkmıştır. Batılılar bu derlemeleri makaleler hâ¬
line getirip yayımlamış ya kitaplaştırmışlardır. Rumca, Sırpça, Arapça keli¬
meleri A. Tietze yayımlamıştır:

523


Griechische Lehnwörter im anatoloischen Türkisch, Oriens VIII 1955;

Slavische Lahnwörter in der türkischen Volkspdachen, Oriens X 1957;

Direkte arabische Entlehnungen im anatolischen Türkisch, J. Deny Arma¬
ğanı,
TDK, Ankara 1988.

Ermenice kelimeleri ise R. Dankoff ele almıştır:

Armenian Loanwords in Türkish, Harrassowitz Verlag., Wiesbaden 1995

Türkçeleştirme çalışmaları yalnızca halk ağzından veya halk bilgisi ürün¬
lerinden karşılıklar seçerek yürütülmemiştir. Anadolu'da yazılmış eski kay¬
naklardan da yararlanma yoluna gidilmiş. Hatta
Divanü lugati't-Türk'e
başvurulmuştur. Bugün benimsenmiş olan yangı, im, yanıt gibi kelimeler ora¬
dan Türkiye Türkçesine katılmıştır.

Diyebiliriz ki derleme, tarama adı altında bu alanda yapılan çalışmalar
yeterince verimli olmamıştır. Bunu eserlerin seçimine, bakış ve değerlendiriş¬
teki yetersizliğe, tanıtmadaki eksikliğe, toplumdaki bilinçsizliğe ve karşı çı¬
kışlara bağlayabiliriz.

Konuya toplu olarak baktığımızda Türkçeleştirme, üçüncü bir yol olarak
nitelediğimiz Türkçe köklerden Türkçe eklerle yapılan türetmelerde yoğun¬
laşmıştır. Bu işlemi adlandırırken y
apma terimindense türetme teriminin daha
uygun düşeceğini burada belirtmek isterim.

Yukarıda sözünü ettiğimiz Ziya Gökalp'ın "Osmanlı lisanını hiç yokmuş gibi
bir tarafa bırakın."
biçimindeki açıklaması o yıllarda bir heyecan yaratmış ol¬
masına karşı Türkçeleştirme çalışmaları sürerken bu düşüncenin isabetle söy¬
lenmiş bir söz olmadığı anlaşılmıştır. Türkçeleştirme çalışmaları içinde üçüncü
bir yol diye nitelediğimiz Türkçe köklerden Türkçe eklerle yapılan türetme¬
lerde örnek ya da dayanak alınan Osmanlıca kelimelerdir. Bu dönemde Os¬
manlı lisanı bir tarafa konmamış, yok sayılmamış, Osmanlıcanın kelimeleri ya
korunmuş ya da örnek alınıp, Türkçe kökler ve eklerle bunların Türkçeye ak¬
tarılması sağlanmıştır. Örnekleri kendi içinde sınıflandıracak olursak şöyle bir
tablo ortaya çıkarabiliriz:

Osmanlıca isimlere, sıfatlara, zarflara bulunan karşılıklar:

İsimlere: anıt (abide), kuşatma (abluka), özen (ihtimam), kas (adale), uyum
(ahenk), sözleşme (akit), yankı (akis), işlem (ameliye), konu (mevzu), işçi (amele),
524 dilekçe (arzuhal), bunalım (buhran), yürürlükte (cari), sonuç (netice) görev (va¬
zife),
oran (kıyas), ibra (aklama), sürgün (ishal) vb.

Osmanlıca terimlere bulunan karşılıklar: salgı (ifrazat), bölü (taksim), otu¬
rum
(celse), bildirim (tebligat), bitki (nebat), taşınır (menkul), tamlayan (muzaf),
tamlanan (muzafunileyh), denetçi (murakıp), birleşik eylem (mürekkep fiil) vb.

Sıfatlara: ivedi (acil), bayağı (adi), uygulamalı (ameli) soylu (asil), kötümser
(bedbin), iyimser (hodbin) vb.

Zarflara: açıkça (alenen), özellikle (bilhassa), çoğunlukla (ekseriya), doğaç¬
lama
(irticalen), gerçekten (hakikaten), ek olarak (ilaveten), genellikle (umumen,
umumiyetle) vb.

Osmanlıca tamlamalara bulunan karşılıklar: tepki (aksü'l-amel), sıradağlar,
(silsile-i cibal) denizaltı (tahtelbahir), sağduyu (akl-ı selim), atasözü (darb-ı mesel),
kaynama noktası (nokta-i galeyan), yolluk (harc-ı rah), sıkıyönetim (idare-i örfiye)
vb.

Bu üç kelime grubuna birlikte bakılmadığından birine karşılık bulunmuş
ötekiler atlanmıştır.
itibar (saygınlık) itibari (?), itibaren (?)

Bu tür örnekler arasında tepki (infial), tepki (aksü'l-amel) iki ayrı kavramın
Türkçe bir kelimeyle karşılanması doğru olmamıştır.

Osmanlıca birleşik fiillere bulunan karşılıklar: kuşatmak (abluka etmek),
solumak (teneffüs etmek), yansıtmak (aksetmek), yayımlamak (neşretmek), akla¬
mak
(ibra etmek), yararlanmak (istifade etmek) vb.

Örneklerde görüldüğü gibi iki kelimenin bir fiille ifadesi isabetli olmuştur.
Ancak
idare, yönetim sözüyle karşılanırken birini idare etmek sözünde yönetim'i
kullanmak mümkün olmamıştır. Farsça kurallara göre kurulmuş idare-i masla¬
hat
ya da idare-i maslahat etmek örneklerinde de idare, yönetim olmamıştır. Bu¬
lunan karşılığın birleşik fiillere, deyimlere uymamasıyla ilgili örnekler az
değildir.

Kökü yabancı, ekleri Türkçe olan fiillere de el atılmış, bulunan karşılık¬
lardan bazıları şunlardır:
oranlama (kıyaslamak), sonuçlandırmak (neticelendir¬
mek)
görevlendirmek (vazifelendirmek) vb.

Deyimler yapılarındaki yabancı kelimeleri genellikle korumuştur. Hüküm
kelimesinin Türkçe karşılığı yargı'dır. Dilde hüküm sürmek, yargı sürmek olma¬
mıştır.
Misafir sözü konuk diye karşılanırken misafirliğe gitmek deyiminde misa¬
fir
yaşıyor. Konukluğa gitmek denmiyor. Nazar, bakış ile karşılanmış nazar değmek
deyiminde nazar korunmuştur. Hayat kelimesinin Türkçe karşılığı yaşam 'dır.
Dilde
hayata atılmak deyiminde hayat yaşıyor. Boş yere (beyhude yere) örne¬
ğinde ise deyim bir adım Türkçeleştirilebiliştir. Bu tür örnekler gösteriyor ki
mecaz anlamlar taşıyan kelime ve deyimlerde eski kelimenin yerine yeni kar¬
şılığını koymak her zaman mümkün olmuyor. Deyimdeki bu kalıplaşma bir
engel olarak ortaya çıkıyor.

525


Birtakım hazır kalıplar sözler de bu arada ele alınabilir. Söz sana düşer, on¬
lara vazife, itaat,
(Halide Nusret, Sisli Geceler, 1938, 13. s.) örnekte olduğu gibi
romanların hikâyelerin sayfaları arasına kalmış nice anlamlı hazır sözler unu¬
tulmaya yüz tutmuştur.

Bütün bu tür örneklere bakıldığında Türkçeleştirme çalışmaları sırasında
belirli bir yöntemin kullanılmadığı görülür.
Kanun (yasa), kanuni (yasal), ka¬
nunen
(?) örneklerde olduğu gibi isim, sıfat, zarf üçlüsü birlikte değerlendiril¬
memiştir. Zarflara gelince bulunan karşılıklar eksik kalmıştır.

Cürm-i meşhut yerini suçüstü, cari yerini yürürlükte sözlerine bırakırken va¬
reste tutulmak
bugün bile hukukta kullanımdadır ve buna Türkçe bir karşılık
önerilmemiştir. Bunun gibi özellikle hukuk dilinde karşılık bulunmamış veya
bulunduğu hâlde kullanılmamış daha başka terimler var.

Karşılığı bulunduğu hâlde benimsenmeyen, tutunmayan yüzlerce örnek
sıralayabiliriz.
Adres sözüne önerilen bulunak karşılığı tutmadı. Akıl için us,
rehin
için tutu yerleşmedi. Nebatat, hayvanat ya da Batı kökenli fauna ve flora
yerine direy ve bitey kelimelerinin geçememesi bir kayıptır.

Aksiseda, derpiş etmek, irşat etmek gibi bazı sözlere ise karşılık bulunmadığı
için kullanımdan düştü. Bunların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
Feyz
almak
fiilinin karşılığı yok. Feyz almak kullanımdan düşerken kişi adları Feyza,
Feyzi, Feyyaz
yaşıyor.

Alaka'ya bir yerde ilişki, bir yerde ilgi diye karşılık gösterildi. Bu tür ör¬
nekler yeniden üzerinde durulması, masaya yatırılması, yeniden yapılandırıl¬
ması gereken başlıca sorunlardır.

Müsaadenizle...!'deki "sitem" anlamı izninizle sözüne yansımadı. Bu ba¬
kımdan Türkçeleştirme sırasında bazı eski sözlerdeki mecazlar kayboldu. Ya¬
zarlar da bu inceliği göremedi. Unutmamak gerekir ki dili zenginleştirmek,
anlatım imkânlarını geliştirmek onu ana dili olarak kullananların elindedir.
Bu da bilgi ve bilinç ister.

Daha önce birkaç kez ifade ettiğim gibi, toplum olarak Türkçe konuşuyor
ve yazıyoruz ama Türkçenin inceliklerini bilmiyoruz.

Ziya Gökalp'ın görüşleri doğrultusunda halk diline dönülmesinin gün¬
demde olduğu o yıllarda Batı basınında birkaç yazı çıkmıştır. Bu yazılardan
bazıları Türk Dil Kurumunun 1933 yılında yayımladığı
Türk Dili dergisinde
Türkçeye çevrilerek yayımlanmıştır ("Neşriyat Aleminde"
Türk Dili, Temmuz
1933). Yazılardan biri İngilizceden çeviridir. Yazıda Osmanlıcanın artık klasik
bir dil olduğu, Latince gibi paketlenip rafa konacağı savunuluyor.

526


Yukarıda verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi Osmanlıca rafa kaldırıl¬
mamış, Ziya Gökalp'ın değerlendirmesinde olduğu gibi bir tarafa da bırakıl¬
mamıştır. O dönemden kalma birçok kelime hâla kullanımda yer alırken
bazıları da
faide fayda, acaib acayip, anbar ambar, müdir müdür, divar duvar, çün ki
çünkü
biçiminde Türkçenin ses düzenine uydurulmuştur. Öte yandan Os¬
manlıca kelime ve terimler temel alınarak Türkçe köklerden Türkçe eklerle tü¬
retmeler yapılmıştır. Bu durum, Osmanlıca kelimelerin örnek alındığı, Osmanlı
Türkçesindeki kelime ve terimlerin Türkçeye aktarıldığı biçiminde yorumlan-
malıdır. Onların Osmanlı Türkçesi hakkındaki açıklamalarını aslında şu şe¬
kilde anlamak gerekir:

Rafa kaldırılanlar, bir tarafa konanlar, Osmanlı Türkçesindeki yabancı ku¬
rallar; Türkçesi varken Arapça ve Farsça karşılıkları kullanılan kelimeler;
Arapça ve Farsça kelime köklerinden Arapça ve Farsça kelimelerle yapılan tü¬
retmelerdir.

Türkiye üniversitelerinin Türk dili ve edebiyatı bölümlerinde görev yapan
beş yüzün üzerindeki öğretim üyesini ve yardımcılarını yukarıda birkaç ör¬
nekle anlatmaya çalıştığım sorunlara eğilmelerini bekliyor; yetmiş yılda belli
bir ölçüde saflaşan dilin giderek Batı dillerinin egemenliğine girmesini engel¬
lemelerini,
maksimim, minimum, misyon, motivasyon, vizyon, parametre, ambulans,
alternatif, dejenerasyon, entegrasyon
gibi yüzlerce kelimenin dile doluşmasına
çare aramalarını diliyorum.

Bu arada güncel bir adlandırma olan Kanal İstanbul örneğinin Türkçenin
tamlama kurallarına aykırı olduğunu, kurallı biçimin
İstanbul Kanalı olduğunu
belirtmek ve bunun üzerinde durmak gerekir. Böyle büyük bir girişimin, ulus¬
lararası bir su yolunun adı kurallı ve ilgi çekici olmalıdır. Kara yollarımızdaki
şu isimler bize bir fikir verebilir:

Dikliğini, sarp oluşunu, çıkıştaki zorluklarını anlatan Sakaltutan Geçidi, Kus-
kunkıran Geçidi, Palandöken;
eğimleri, dönemeçleriyle ünlü Kızılcahamam ya¬
kınlarındaki
Kargasekmez, biraz ileride özelliğine uygun Azap Deresi gibi
adlandırmalar ne de güzel seçilmiştir. Mamak civarında, Bolu'da, Siverek'te köy
adı,
keçikıran bölgenin doğasına uygun adlandırmadır. Bingöl'de ve Ağrı dağı¬
nın eteğinde köy adı
Suveren bir başka addır. Örnekleri artırabiliriz. Bu eşsiz gü¬
zellikteki Türk yurduna yapıları kurallı, anlamları çekici Türkçe adlar yakışır.

527