ç.ü. türkolojiÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

HAYVANLARLA İLGİLİ ANLATILAR
Doç.Dr. Ali ÇELİK
 KTÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

 

Bizim bir kedimiz vardı. Maviş derdik Uzun sarı tüyleri olan bir Van kedisiydi. Bize göre O, kedi türünün sıradan bir örneği değildi. Hırsızlık yapmaz, kendisine ayrılan yerin dışında hiçbir yeni tuvalet olarak kullanmaz, ağır başlı, uslu, onurlu bir kedi idi

Bir gün rahmetli anam nasılsa Maviş' i azarlamış. Akşam eve geldiğimizde Maviş' in daha l O-15 günlük beş yavrusunu da alarak evi terk ettiğini öğrendik Günlerce aradıktan sonra onu, evimize yakın bir zahire ambarında bulduk. Bin naz ile onu eve getirdik. Bakışları dahil, her halinden bize kırgın olduğu anlaşılıyordu. Tıpkı onuruna düşkün bir insan gibi kendisine yapılan haksızlığı kabul edememiş, henüz yürümeyen yavrularını da taşıyarak evi terk etmişti.

Bu hikayeyi dinledikten sonra buradaki hemen herkesin aklına, kedisiyle, köpeğiyle, atı veya ineği ile ilgili bir hikayenin geleceğinden ve hayvanlarla az çok ilişkisi bulunan herkesin bir şeyler anlatacağından eminiz. Çünkü bu çalışmaya başlarken bunu bizzat denedik. Her toplantıda bizim Maviş'in macerasını anlattık ve bu sayede değişik hayvanlara ait yaklaşık üç yüz anlatı derledik.

Sohbeti bu alana kaydırdığımızda en az fıkralar, hikâyeler, efsaneler, kadar bu konuların da halkın ilgisini çektiğini ve saatlerce bu minval üzere konuşulduğunu, masal ve hikayelerin neredeyse artık anlatılmadığı, ancak fıkraların revaç bulduğu sohbetlerde bu anlatıların, fıkradan sonra en çok zevk alınan ikinci tür olduğunu gördük.

Halk Edebiyatı denildiği zaman aklımıza, öncelikle masal, hikaye, efsane, fıkra, destan, türkü, bilmece, atasözü gibi manzum, mensur veya manzum-mensur karışık; şekli aşağı yukarı tayin edilmiş, ölçü ve sınırları  belirlenmiş, kalıbı kesinleşmiş ve tarifi yapılmış türler gelir. Halbuki halkın anlattıkları sadece bunlardan ibaret değildir. Onun bunların dışında kalan, bilinen türlerle benzerlikleri olsa bile, tam olarak bu türlerden birine dahil edilemeyen, bugüne kadar müstakil bir tür olarak ele alıp incelenemeyen Maviş türünden başka anlatıları da vardır. Tebliğimizin konusu olan bu tür anlatıları şimdilik kaydıyla "Hayvanlarla ilgili anlatılar" olarak adlandırmayı uygun bulduk.

Tabiattaki varlıkları canlı ve cansız diye ikiye ayıran müspet bilim, canlıları da bitki, hayvan ve insan sekilinde üç grupta toplamıştır. ;

Halbuki, insanoğlunun en ilkelinden, en mükemmeline kadar hemen bütün inanç sistemlerinde cansızın da kendine has bir canı olduğu kabul edilmiş, yere, suya, havaya, ateşe, taşa kısacası cansız olarak nitelenen bütün bu varlıklara çeşitli güçler ve özellikler isnat edilmiştir. Aslında müspet bilimin canlı-cansız ayırımında kullandığı kıstas; hareket edebilme, büyüyebilme, üreyebilme gibi özelliklerden oluşmuş, bu ve benzeri özelliklere sahip olmayan varlıklar cansız olarak nitelendirilmiştir.

Aslında, yaşaması için gerekli olan canlı ya da cansız her şey, insan oğlunun ilgi alanına girer. Onlara duyduğu ihtiyaç oranında bu ilgi artar veya eksilir. Bazı hayvanlara daha fazla ilgi göstermesinin, daha çok değer vermesinin temelinde ise menfaatten daha çok onlarla bir nevi dostluk kurma isteği yatmaktadır ve bu istek sadece hayvanlarla da sınırlı değildir. İnsan, bitkilere de iletişim kurma çabası içindedir. Bazı hanımların evlerinde yetiştirdikleri çiçeklerle konuştuklarını, onlara müzik dinlettiklerini biliyoruz. Onlara ne kadar çok ilgi gösterilir, onlarla ne kadar çok konuşulursa bitkilerin de o kadar gelişeceği, çiçek açacağı; kısa bir süre işin olsun ihmâl edilmeleri halinde ise, yapraklarının buruşacağı, çiçeklerinin solacağı şeklindeki kanaat oldukça yaygındır. Bu kanaat bilim adamlarının da ilgisini çekmiş ve başta ABD olmak üzere birçok ülkede bitkilerle insanlar arasındaki iletişimi konu alan ilmi araştırmalar yapılmaya başlanmıştır.
İnsanoğlunun hayvanlarla ilişki kurma, onlarla dost olma arzusu yeni bir şey değildir Bütün mitolojilerde hayvanların apayrı bir yeri vardır. Masallardaki hayvanlar insanların vazgeçilmez dostu ve yardımcılarıdır. Destanlar ve halk hikayeleri bunlarla doludur. Köroğlu' nün Kıratı nasıl vazgeçilmesi mümkün olmayan bir dostluğun, kader arkadaşlığının simgesi ise, Kerem ile Aslı Hikayesindeki Kerem1 in derdini anlattığı, sitem ettiği fare de insan-hayvan yakınlaşmasının başka bir boyutunun hikayeye yansımış şeklidir.

İnsan, canlı ya da cansız bütün bu varlıklar içinde en mükemmel olanıdır. Bu yargı tartışılmayacak kadar kesindir. Ama insanların, özellikle hayvanlarla ilgili anlattıklarında, bu üstünlüklerini kimi hayvanlarla bir ölçüde de olsa paylaşmak istedikleri ve bunun için de kendilerine ait özelliklerin bazılarım onlara da yükledikleri görülmektedir.

Başka bir deyişle, bu anlatıların kahramanı olan hayvanları önemli kılan şey, insanın sadece kendine has olduğunu kabul ettiği değer ve davranıştan belli bir oranda da olsa göstermeleri, kısacası bazı yönleriyle bir nevi insanlaşmış olmalarıdır.

Herhangi bir sohbette kedinizden, köpeğinizden veya kuşunuzdan bahsetmeye başlayın. Onun hünerlerini anlatın ya da yaptığı bir muziplikten söz edin. Biraz sonra orada bulunan hemen herkesin ya bizzat sahip olduğu veya başkalarına ait hayvanlarla ilgili bir şeyler anlattığını görürsünüz.

Bunların çoğu bir olay üzerine kurulmuş hikayeler değildir. Masallardaki hayvan tiplemeleri de bu anlatımlarda yer almaz. Ne kurbağa prens, ne de çizmeli kediden söz edilir. Bunlarda fabllarda olduğu gibi hayvanların konuşmasına, insani düşünceleri ve tipleri temsil etmesine de rastlayamazsınız. Kısacası bunlar doğrudan doğruya ne hikaye, ne masal, ne destan, ne fıkra ne de fabl grubuna girerler.

Ama tıpkı masal, hikaye, efsane, fıkra vs. gibi bunlar da halkın sohbetlerini süsler, anlatılmasından ve dinlenilmesinden büyük bir haz duyulur.

Bu anlatılar birçok bakımdan önemlidir. Bu önemi idrak edebilmek için içinde yaşadığımız dönemin kısa bir tahlilini yapmanın gerekli olduğu kanaatindeyiz.

Sanayileşme sonunda, her biri teknolojinin harikası araç ve gereçlere kavuşan insanın rahatı konusundaki duyumsuzluğunun ekolojik sistemi tahrip ettiği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Tabiatta, insan-hayvan, insan-bitki, arasındaki düzen önemli ölçüde yara almış, birçok hayvan ve bitki türü yaşadığımız asnn son yarısında yok olmuştur. Günümüz insanı her gün biraz daha modern teknolojinin kendisine sunduğu imkanlarla çok şeyi sanal olarak yaşama yoluna itilmektedir.

Bunun tabii bir sonucu olarak evler ve iş yerleri plastik çiçeklerle donatılmakta, kokuları olmasa da renkleri ve parlaklıklarıyla aynı görünüme ve güzelliğe sahip oldukları, su ve bakım istemedikleri için onlar canlılarına tercih edilmekte, böylece gözler doyurulmakta ama burunlar ihmal edilmekledir. Gözün tatmini yeterli sayıldığı için, onları ekmenin, yetiştirmenin, bir çocuk gibi bakıp büyütmenin doyumsuz hazzı, sun'i olanların sağladığı rahatlığa feda edilmekledir.

Hayvanlarla olan ilişkilerde de durum pek farklı değildir. Günümüzde onlar da tıpkı bir aksesuar, bir süs olarak algılanmaya başlandı. Yüzyıllar öncesinin köleci zihniyetini bir hayvan sahibi olmakla yeniden diriltiyor gibiyiz. Onlardan, oldukları gibi değil, bizim istediğimiz şekilde olmalarını, hoşlandığımız hareketleri yapmalarını, verdiğimiz komutlara harfi harfine uymalarını, kısaca bize kul olmalarını bekliyor, bunun için de onları avuç dolusu para vererek özel eğitimciler vasıtasıyla yeniden, ama kendi arzularımıza göre tıpkı bir makine gibi programlıyoruz.

Çağımızda, özellikle kent hayatında gittikçe artan ev hayvanı besleme bir hayvanla dostluk kurma arzusunun yaygınlaşmasının temelinde, nüfusu milyonlara varan şehirlerde yaşamasına, her türlü konfora sahip olmasına rağmen hemcinsleriyle gerektiği ölçüde ilişki kuramayan günümüz insanın yalnızlık duygusunun yattığını iddia etmek her halde yanlış olmaz.

Bugün Batılı ülkelerde evlerde beslenen hayvan sayısında, özellikle kedi ve köpek sayısında önemli bir artışın olduğu bilinmektedir. Pet Food Manufacturers' Association (PFMA) ( Evcil Hayvanlar İçin Besin Üreticileri Birliği)nin yayınladığı raporda, İngiltere de, 1992-1993 yıllarında 5.8 milyon insanın 7,3 milyon köpeğe sahip olduğu; 4,7 milyon evde de 7 milyon kedinin barındığı belirtilmekte ve hane başına birden fazla hayvanın düştüğüne dikkat çekilmektedir.1

Evlerde hayvan besleme arzusunun yaygınlaşması, hayvanların doğal olmayan ortamlarda ve insanlarla birlikte yaşamak zorunda bırakılmaları beraberinde birçok fiziksel ve ruhsal problemi de gündeme getirmiştir. Fiziksel problemlerini çözmek, onları rahat ettirmek, hayatlarını bir düzene sokmak için, ihtiyaç duydukları tırmalama tahtalarından oyuncaklara kadar birçok araç ve gereç yapılmış, sağlıklı beslenmeleri için özel yiyecek ve içecekler üretilmiş, hatta, bulundukları ortama uyum sağlayabilmeleri için eğitim merkezleri, kedi ve köpek okulları açılmıştır. Aynı şekilde, bu tür hayvanların ruhsal problemlerinin çözümü için de onların davranışlarını inceleyen araştırma merkezleri kurulmuştur. Bunlara bir örnek olarak İngiltere'deki köpek davranışları konusunda bir danışma merkezi olan "Association of Pet Behaviour Counsellors (APBC)yi verebiliriz.2

Hızla sunileşen ve sanallaşan böyle bir dünyada, insan-hayvan ilişkisi doğal hâlini koruduğu dönemlerde ortaya çıkmış ama bugün yok olma noktasına gelmiş olan bu tür anlatıların daha fazla önem kazandığı kesindir. İçinde bulunduğumuz dönemi, insan-hayvan ilişkileri açısından tabiilikten suniliğe geçişte bir ara dönem olarak değerlendiriyor, insanlarla hayvanlar arasında geçen maceralar diyebileceğimizi düşündüğümüz bu anlatıların tespit edilmesinin ve değerlendirilmesinin sadece halkbilimi açısından değil, günümüz insanının sosyolojik ve psikolojik durumu ile insanlarla hayvanlar arasındaki iletişimin tabii halini gelecek kuşaklara aktarmak açısından da son derece gerekli olduğunu düşünüyoruz Ayrıca bu derlemelerin yukarıda sözü edilen bilimsel araştırmalara önemli ölçüde katkıda bulunacağı da inanıyoruz.

Her geçen gün biraz daha yalnızlığa itilen ve çareyi başka varlıkların dostluğuna sığınmakta bulan insanoğlu, bir zamandan ben bu tür ilişkileri romanlarda, hikayelerde, film ve dizi filmlerde yoğun bir şekilde işlemektedir. Tıpkı masal ve efsaneler gibi bunlar da çocuk eğitiminde önemli rol oynamakta, her millet, çocuklarına aktarmak istediği milli ve manevi değerlerini bu tür anlatılar vasıtasıyla onlara kazandırmaya çalışmaktadır.

"At sahibine göre kişner" sözü hayvanların karakterinin de ilişkide bulundukları insanlara göre şekillendiğini belirtmektedir.

Bizim insanımızın hayvanlarla ilgili anlatılarında görmek istediği kendi değerleridir. Değer yargılarımızın çocuklara aktarılmasında, onların bu değerlere uygun bir şekilde yetiştirilmesinde tıpkı masallar ve efsaneler gibi bu tür anlatılar da çok iyi bir araç olacaktır.

"Folklor yazılmamış bir tarihtir. Yüksek harsın halktan uzaklaştırdığı şeyleri tekrar ona iade eder. Bu suretle bir milletin âdetleri, ananeleri arasında milli bir vasıta olur. Folklorun diğer ilmi bir vazifesi de, halkın inkişaf devirlerini tespit etmesi ve halkın ananesinde sağlam ve yaşayabilmesi lâzım gelen şeylerin muhafazasına çalışmasıdır. "Bu nedenlerle, hayvanlarla ilgili anlatılan basit birer hatıra olarak düşünmek son derece yanlış olur. Daha önce de belirttiğimiz gibi başta dil bilimi olmak üzere, sosyoloji, psikoloji, eğitim, tarih vs. gibi bilim dallan; edebiyat, tiyatro ve sinema gibi sanat dallarının faydalanacağı bu anlatıların zaman kaybedilmeden tespit ve tasnifinin gerektiği kanaatindeyiz.

Bize ayrılan süreyi aşmamak için, derlediğimiz üç yüz kadar anlatıdan sadece on tanesini bu tebliğe aldık. Ayrıca elimizdeki anlatıların tamamını dikkate alarak bir tasnif denemesi yaptık ve bu anlatıları beş grupta topladık:

Elimizdeki malzemeyi dikkate alarak bir tasnif denemesi yaptık ve anlatıları beş grupta topladık.
l -Hayvanlara duyulan sevgi ve hayranlığın ön plana çıktığı anlatılar.
Bu tür anlatılardaki hayvanların olağandışı hiçbir özellikleri yoktur. Bunlarda hayvanların dış görünüşleri, şekilleri, renkleri, seslerinin güzelliği, hareketlerinin kıvraklığı vs. anlatılır. Evlerde beslenen ötücü kuşlarla, balıklar, kaplumbağalar vb. hayvanlarla ilgili anlatılan bu gruba örnek verebiliriz. (13 nolu anlatı)

2-Hayvanlarm olağandışı davranışlar sergilediği anlatılar.

Bu tür anlatılarda sözü edilen hayvanı kendi türünden diğer hayvanlardan ayıran olağanüstü özellikler ön planda tutulur. Anlatıcı, böyle bir hayvana sahip olmanın gururuyla hayvanına karşı duyduğu hayranlığı ve sevgiyi dile getirir. Bu tür anlatılarda hayvanlarla insanlar arasında çok güçlü olmayan, sıradan bir iletişim söz konusudur. (1,2,3 nolu anlatılar)

3-Hayvanların insanlarla i l işki l erini konu alan anlatılar.

Bu tür anlatıların, çoğunlukla bir hayvan ve bir insandan oluşan iki kişilik bir şahıs kadrosu vardır. Hayvanlara insanı özelliklerin verildiği bu anlatılarda karşılıklı bir ilişki söz konusudur. Bu ilişkinin temelinde, son derece güçlü bir karşılıklı güven duygusu yatmaktadır. Bu ilişkiyi ayakta tutan diğer faktörleri, tutkuya varan bir sevgi, ancak ölümle son bulacak bir bağlılık, her ortamda geçerli bir fedakârlık, çıkar duygusundan uzak bir dostluk şeklinde sıralayabiliriz. (5,11,12 nolu anlatılar)

4- Hayvanlar arasındaki dostluklarını konu alan anlatılar.
Aynı cinsten veya aralarında kadim bir düşmanlık olduğu herkesçe bilinen kedi-köpek, kedi-fare, kedi-kuş, kurt-köpek, vb. hayvanlar arasındaki yakınlığı konu alan anlatıları bu gruba dahil ettik.(6 nolu anlatı)

5-Vahşi hayvan-insan ilişkilerini konu alan anlatılar
Yılanla ilgili anlatıda olduğu gibi, belki de doğrudan efsane grubuna dahil edebileceğimiz anlatılarla, kurt, ayı, tilki gibi vahşi hayvanların birbirlerine ve insanlara karşı davranışlarını konu alan anlatıları bu gruba aldık. (4,7,8,9,10 nolu anlatılar)
 

METİNLER

"Telefon diye bir ineğim vardı. İnekleri güderken ineklerimiz içinde bu ineğe özel bir ilgi gösterirdim. Öğleyin inekler yatarken yanına gider, onu tımar eder, yüzünü boynunu boğazını kasırdım. Azığımda artan ekmek ufaklarını ve el ayak değmedik yerlerden kopardığım taze otları ona verirdim. Telefon' u bir ziyana giderken görsem, "Telefon gel gizim, meh meh" diye seslendiğimde sesimi duyduktan sonra döner yavaş yavaş gelirdi."4

"Keçilerimize ve koyunlarımıza genellikle annem bakar. Bu yüzden keçiler ve koyunlar annemin sesini yok iyi tanırlar. Bunlardan kaybolan olduğunda aramaya gidecek ilk kişi ve bulma şansı en yüksek kişi de annemdir. Çünkü davarlar onun sesini duyduklarında meleşirler. Böylece kayıp malları daha kolay buluruz. "5

"Yaylada, eğer özel bir eğlence yoksa insanlar erkenden yatar, sabahleyin de günün ilk ışıklarıyla birlikte işe koyulurlardı. Çocukken bizim işimiz çobanlık yapmaktı. Sabah erkenden malımızı alır otlatmaya götürürdük herkes en iyi otlağı bulup malını iyice doyurmak ve bol süt elde etmekten başka bir şey düşünmezdi. Akşama kadar ineklerin peşinden koşar, akşam yorgun argın eve dönerdik. Annem hemen bizi yedirir ve iyice dinlenelim diye erkenden yatırırdı. Kardeşlerim günün yorgunluğu ile hemen uyurlardı. Bense biraz daha büyük olduğumdan bu kadar erken yatmayı kendime yediremezdim. Ahır, yattığımız odanın tam karşısındaydı. Kardeşlerim tam uyuyacakken ahır kapısına doğru döner ve ineğimin adını fısıldardım, çocuklar duymasa bile O sesimi duyar ve her zaman yaptığı gibi hemen m ö ö... diye bağırırdı. Onun gür sesi uyumakta olan kardeşlerimi uyandırırdı. Yahu anne abime bir şey de bizi uyutmuyor diye anneme şikayet ederlerdi. Bu oyundan çok büyük bir zevk alırdım. "

"Kavurucu sıcakların hakim olduğu ve herkesin işe gittiği bir gün evde yalnız kalan dedem çardağın altında oturmuş çevreyi seyrediyormuş. Evin duvarındaki bir delikten iki yavru yılanın çıkıp otlar arasında oynaşarak kaybolduklarım görmüş. Aradan beş on dakika geçtikten sonra büyükçe bir yılan aynı deliğe girmiş ve girmesiyle çıkması bir olmuş. Her hâlinden yavrularını aradığı belli oluyormuş. Dedem kendisini göstermemeğe gayret ederek onu izlemeye başlamış. Yılan bir süre hızla sağa sola gidip durmuş. Arada bir başını kaldırıp etrafına bakmıyor, yavrularını görmeye çalışıyormuş. Sonunda eve doğru yönelmiş. Sessizce evin merdivenlerinden çıkmış. Evi baştan başa kolaçan etmiş. Kimsenin olmadığını anlayınca, sofanın ortasında bulunan yoğurt tenceresine yaklaşmış.

Kuyruğunu tencerenin kapağına dolayarak onu biraz aralamış ve başını sokarak içine zehrini akıttıktan sonra kapağını tekrar kapatarak oradan uzaklaşmış. Dedem gördüklerinden dehşete düşmüş bir halde yılanı izlemeye devam etmiş. Yuvasına dönen yılan yavrularını orada oynaşır görünce hızla geri dönüp tekrar eve girmiş. Bu kez kuyruğunu tencereye dolayarak onu devirmiş ve bütün yoğurdu yere dökmüş, sonra da aynı hızla yuvasına dönmüş. Dedem, yavrularını yuvada bulamayan yılanın, onların altında yaşadığı evin sahipleri tarafından öldürüldüğünü sandığını ve intikam almak için yoğurdu zehirlediğini, ama, yavrularının öldürülmediğini anlayınca da yaptığı işten pişman olarak geri dönüp tencereyi devirdiğini böylece ev halkını zehirlenmekten kurtardığını söyledi. "6

"Dedem atına gözü gibi bakardı. Aralarındaki bağ kolay kolay iki insan arasında bulunması mümkün olmayacak türdendi. Dedem atının her zaman temiz ve görkemli olmasına büyük özen gösterir, hatta sağrısındaki beyaz bir lekeyi kapatmak için her gün orayı sürmelerdi. Nereye gitse atı da beraberinde götürür, onunla bir insanmış gibi konuşurdu. Bir gün obamız şehre yerleşmeye karar verdi. Bu işin en kötü yanı hayvanlarımızdan ayrılmak zorunda oluşumuzdu. Şehirde onlarla birlikte yaşamamız imkânsız olduğundan, önce büyük ve küçükbaş hayvanları sattık. Geriye eşeklerle dedemin atı kalmıştı. Onları da bir kamyona bindirip kesime gönderdik. Âmâ at daha şehre varmadan, köyden birkaç kilometre uzakta öldü. Atın bu anı ölümü başta dedem olmak üzere hepimizi çok üzdü. Herkes atların sezgi gücünün bizim tahminimizin çok üstünde olduğunu, bu sevgi dolu hayvanın da gözden çıkarıldığını anladığını, kendisine yapılan fena muameleye ve vefasızlığa dayanamayarak öldüğünü söyledi.

"Toni ve Coni birbirlerine çok benzerlerdi. İkisi de beyaz tüylü, siyah benekli çok güzel hayvanlardı. Toninin kuyruğu yoktu ve biz onları birbirinden ancak bu şekilde ayırabiliyorduk. Anneleri onlar çok küçükken ölmüş, ikisini de biz büyütmüştük. Birbirlerine son derece bağlı adeta yapışık ikiz gibiydiler. Birinin yemeğini vermeden diğeri yemeğine başlamaz, birlikte gezer, birlikte uyurlardı. Bize karşı aşırı bir düşkünlükleri vardı. Sesimizi duydukları an yanı başımızda biterlerdi. Bir özellikleri de çok haylaz, tıpkı bir çocuk gibi şımarık olmaları idi. Eve, ister hayvan ister insan olsun yabancı hiçbir varlığı yaklaştırmazlardı.

Aradan yıllar geçti. Ailenin bu iki ferdi de yaşlandılar. Bir gün ansızın Toni ortadan kayboldu. Günlerce aradık bulamadık. Bizim gibi Coni de bir süre sonra aramaktan vazgeçti. Artık ne doğru dürüst yemek yiyor ne de bizimle ilgileniyordu. Onu neşelendirmek, biraz olsun canlandırmak için harcadığımız bütün çabalar boşa gitti. Bu acı onu hızla ihtiyarlattı. Her hâlinden ölümü beklediği belli oluyordu.8

"Bir gece tarlayı suladıktan sonra sırtıma bir bağ ot alıp eve doğru yola koyuldum. Biraz gittikten sonra hem dinlenmek hem de bir sigara içmek için mola verdim. Yükümü çıkarmadan bir tarlanın tumbuna9 koyarak oturdum. Sigaramı içtikten sonra bir rehavet bastı, olduğum yerde uyuya kalmışım. Uyandığımda ay batmıştı. Kalkıp eve gitmek istedim ama yük öyle bir ağırlaşmıştı ki kımıldatamadım bile. Arkamdan hafif bir horultu sesi duyunca sessizce omzumdaki gemleri gevşetip yükün altından usulca sıyrıldım. Bir de ne göreyim kocaman bir ayı bağın üzerine oturmuş horul horul uyuyor. Ses çıkarmamaya gayret ederek oradan uzaklaştım. Sonra bir bomba ( dinamit) patlattım. O bayırdan aşağıya yuvarlandı, sonra da kayıp gitti. Ben de ot bağını tekrar sırtıma alıp eve geldim "Seferberlik zamanı bir asker kaçağı Kân 'a12 gelmiş. Hem kimseye görünmemek hem de o zamanlar çok olan ayılardan korunmak için çok büyük bir ceviz ağacına çıkmış. Ağacın çatal dallarından birine oturmuş arkasını da dala yaslamış. Tam uyumaya hazırlanıyormuş ki bir ayının ağaca tırmandığını görmüş. Korkudan sesi soluğu kesilen adam beklemeye başlamış. Adamı fark etmeyen ayı da aynı çatalın diğer dalına yani adamın tam karşısına geçip oturmuş. Adamın sırtı, ayının ise yüzü ay ışığına doğru olduğundan adam gölgede kalıyormuş. Ayı bir ceviz koparıp kırmış ve ayıklamak için ışığa doğru pençesini uzatmış. Adam, ayının kendisine ceviz ikram ettiğini sanarak "sagol, yemirem" demiş. Sesten ürken ayı dengesini kaybedip ağaçtan aşağı düşmüş.13

"Dut bahçesine sabah kahvaltısı için gelen ayı birdenbire bahçe sahibiyle karşılaşır. Adamın kaçmaya çalışması ve bağırması canını sıkar bir hamlede onu yakalar ve dövmeğe başlar. Adam bağırdıkça o da bazen vurur, bazen sıkar, yoğurur, üstüne oturur kısacası etmedik eziyet bırakmaz. Bu işkenceye dayanamayan adam bayılır. Kurbanının sesi kesilince ayı da dayaktan vazgeçer ve bir ağacın arkasına gidip beklemeğe başlar. Biraz sonra adamcağız kendisine gelir. Usulca başım kaldırıp çevreyi kolaçan eder. Ayıyı göremeyince, gittiğini sanıp yerinden kalkar. Daha birkaç adını atmadan ayı onu tekrar yakalar ve pataklamaya, yoğurmaya başlar. Adam bu defa ölü numarası yapıp kurtulmayı dener. Sesi çıkmayınca ayı onu yine bırakır ve biraz uzaktaki bir çukura uzanıp beklemeğe başlar. Adam altında yattığı ağaca tırmanırsa ayıdan kurtulabileceğini düşünür. Bütün gücünü toplayarak yerinden fırlar ve en yakın dala doğru sıçrayıp dalı yakalar. Tam kendim çekmeğe çalışırken ayı gelir. Bu defa ne döver, ne de ezer. Adamın çıplak ayaklarım yalamaya, ayak parmaklarını emmeğe başlar. Uzun süre bu ıstıraba dayanamayan adam yere düşünce de onu iyice pataklar. Bu kez adam gerçekten bayılır. Sabah bahçeye gelenler adamcağızı alıp eve götürürler. Köteği14 alsın diye hemen bir koyun kesip derisini adama sararlar. Adamcağız aylarca yatakta kalır. "

"Sabah gün doğmak üzere iken yaylaya gitmek için yola koyuldum. Tam köyün başına varmıştım ki ağaçların arasından bir ayı karşıma çıktı. Arkasında iki de kopelisi16 vardı. Ön ayaklarını havaya kaldırıp bağırmaya, tükürmeğe başladı. Önce çok korktum. Sonra anamın ayılarla ilgili anlattıkları aklıma geldi. Başımdan peştamalımı ve yazmamı çıkarıp attım ve bir taraftan ellerimle saçlarımı kabartırken bir yandan da var gücümle bağırarak "Sabah oldu sen burada hâlâ ne arıyorsun, çabuk defol! "diye bağırdım. Ayı birdenbire durdu. Tıpkı anamın anlattığı gibi dağınık saçlarım ve bağırıp çağırmam onu korkutmuştu. On ayaklarını indirip yavrularını önüne katarak mısır tarlasına girip gözden kayboldu. Ayıyı korkutup kaçırmıştım ama artık yaylaya gidecek cesaretim de kalmamıştı. Heyecan ve korkudan titreyerek eve döndüm."

"Kardeşim bir gün eve elinde yarı ölü bir kuşla geldi. Ölmek üzere olan bir kuşun iyileşmeyeceğini söyleyerek ona kuşu dışarıya bırakmasını söyledim. O kuşu sakince sobanın yanına, ısınabileceği bir yere yerleştirdikten sonra bana dönerek "O iyileşecek" dedi.

Bizim oralarda kışlar çok sert geçtiği için bu tip olaylarla sık sık karşılaşılır. Kışları bir çok hayvan soğuktan donarak ölür. Daha önce de bu tür vakalarla karşılaştığım ve kaçınılmaz sonu bildiğim hâlde, kardeşimin onu iyileştirme çabasına ben de katıldım.

Isındıkça kıpırdanmaya ve gözlerini kırpıştırmaya başladı. Çok sevimliydi. Kuşun canlandığı anda kardeşimin gözlerinde beliren gururu ve sevinci hiç unutamayacağım. Mutluluk dedikleri herhalde bu olsa gerek, diye düşündüm.

Kısa bir süre sonra o güzel kuş evimizin maskotu haline geldi. Durmadan evin içinde kısa mesafeli uçuşlar yapıyor ve sürekli ötüyordu. Günden güne daha da iyileşti. Bu arada farkında olmadan ona iyice alıştık o varlığı ile hayatımıza yeni bir renk katmıştı. Ona bir de isim bulduk: Umut Bir gün bu mutluluğun sona ereceğini biliyorduk Çünkü tamamen iyileştiğinde artık bizimle kalmak istemeyecekti. Sonunda beklenen gün geldi ve Umut geldiği gibi ansızın uçup gitti.

Yokluğunda Umut' u hiç unutmadık Mutsuzluğumuz iki hafta sonra balkon demirinde görmemizle sevince dönüştü. Küçük vücuduyla onu kocaman bir umudu nasıl da işlemişti içimize. O hayattı. "

enim bir muhabbet kuşum var. Adı Suratsız. Geçen yıl arkadaşımla balkonda oturup muhabbet ederken Suratsız gelip benim başıma kondu. Ben de onu başımdan alıp evde boş bulunan kafese koydum. O günden sonra suratsız bizimle yaşamaya başladı.

Artık evimize neşe ve gürültü geldi. En ufak bir ses duydu mu başlıyor kendi başına ötmeye. Bana konuşma fırsatı vermiyor. Ben konuşmak için ağzımı açınca o bütün gücüyle ötüyor. Ayrıca benim suratsız kuşum konuşuyor da, geçen gün bana uyansana diye seslendi.

İlk zamanlar bana çok düşkündü. Kafesinden çıkarır çıkarmaz omzuma konar ve ötmeye başlardı. Sonra yalnızlık çekmesin diye ona bir kız arkadaş aldım. Bir anda beni unuttu. Artık bütün cilvelerini arkadaşına saklıyordu. Ben de bu vefasızlığa kızıp ona suratsız dedim. Kimse sebebini bilmese de artık herkes ona suratsız diyor. "19

"Bundan üç yıl önce bir gün küçük kırmızı bir Japon balığı aldık. Onu kendisi gibi küçük bir cam fanusun içine koyduk ilk zamanlar çok ürkek davranıyordu. Gün geçtikçe bize alışmaya başladı. Biz de onu çok seviyorduk neredeyse aileden biri olmuştu. Ona yem vereceğimiz zaman çabucak suyun yüzüne çıkıyor, ara sıra ona dokunmamıza bile izin veriyordu. Akşamları aile fertleri bir araya geldiği zaman, sanki gidecek başka yeri yokmuş gibi o da fanusun bizim oturduğumuz tarafında dolaşıyor, bazen dakikalarca bize bakıp duruyordu. Yalnız kaldığı zaman canını sıkılır, bize küsmüş gibi bir süre hiç yerinden çıkmazdı. Yem saatini bilmesine rağmen küs tutmaya devam eder, verilen yemlere tenezzül etmezdi. Biz de bu huyunu bilir onu yalnız bırakmamaya çalışırdık.

Bir gün Mercimek' i daha geniş bir yere taşımaya karar verdik ve bir akvaryum satın aldık. Yeni evinden hoşlanacağını düşünmüştük ama öyle olmadı. Mercimek arkalarda bir yere girip saklandı. Günlerce kendisini göstermedi. Sonra bir gün onun suyun üstünde yüzen cansız vücudunu gördük neden oldu hala anlayabilmiş değilim. Bildiğim bir şey varsa bir daha balık beslemeyeceğimdir. Aynı şeyi bir daha yaşamak istemiyorum. "

DEĞERLENDİRME ve SONUÇ
Anlatıların bir bölümü aile fertlerimizden ve yakın akrabalarımızdan, önemli bir bölümü ise Karadeniz Teknik Üniversitesi'ndeki üç yüz kadar öğrenci ile alanları farklı öğretim görevlisi, okutman, araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesörlerden derlendi.

Anlatıcıyı ve malzemeyi dikkate alarak yaptığımız değerlendirmede şunları tespit ettik. Alanları ve şu andaki sosyal statüleri ne olursa olsun, bu insanların hayatlarının herhangi bir evresinde bir hayvanla dost olacak kadar yakın yaşadıkları kanaatine vardık. Hemen hepsi, özellikle de çocukluk devresindekinden çok farklı, daha iyi bir konuma yükselmiş olanlar, geçmişte çektikleri sıkıntıları, sosyal ve ekonomik açıdan bulundukları eski pozisyonu anlatmaktan hoşlanmadıkları, hatta bazılarında, mazi ile ilgili her şeyi inkâra kadar giden bir tavır görüldüğü halde, hayvanlarla ilgili anılar, anlatılar söz konusu olduğunda muhataplarımızdan hiç birinin şu anda bulunduğu mevkii dikkate almadığını ve mazideki konumuyla ilgili hiçbir şeyi gizlemeden, çok rahat, hatta övünür bir tarzda anlattığını tespit ettik.

Anlatıcının dramatize etme gücünün dinleyiciler üzerinde büyük etkisi vardır. Bu etkili dramatizede, anlatanın olayı hayalinde tekrar yaşaması, eski günlere duyduğu hasret, anlattığı objeye bağlılığı ve yakınlığı gibi faktörler de çok önemli rol oynamaktadır. Hepsi amatör olan anlatıcılar, bazen birbiriyle çelişen, bazen de birbiriyle örtüşen şeyler anlattılar. Her anlatıcının, tıpkı bir masal, hikaye, fıkra vs. anlatıcısı gibi, kendine has bir üslupla ve bütün hünerini ortaya koyarak, tek kişilik bir temsili sahneye koyarcasına anlattığı, dinleyici üzerinde güçlü bir tasvir etkisi bıraktığını gördük.

Bazı anlatılarda, hayvanların fiziki yapılan değil, iç dünyaları, sezgileri ve buna bağlı olarak, davranıştan tepkileri, mensup oldukları türden çok farklı davranışları göz önüne seriliyor. Bu anlatıların bir kısmında bunu net bir şekilde görmek mümkündür. Ama, bazılarında hayvanlarda varmış gibi anlatılan ve olağan dışı kabul edilen davranışların, biraz dikkatli bakıldığında hayvanın doğal yapısında var olan davranışlar olduğu kolayca anlaşılır. Gülsen Akdeniz1 in Japon Balığı ile ilgili anlattıkları dikkate alındığında kendi hayvanına mal ettiği bu tür davranışların balıkların olağan davranışları olduğu, anlatıcının bunları kendi arzuları doğrultusunda farklı bir şekilde algıladığı rahatlıkla söylenebilir.

Anlatıların bir kısmında hayvanlar, olağanüstü sezgileri ve başarılarıyla, bir nevi hayvan destanlarının, hayvan kahramanları diyebileceğimiz bir görünüm sergilemektedirler.

Epopelerde insan kahramanlar hem davranış hem de fizik olarak normal boyutların üstüne çıkarılır, olağanüstü varlıklara benzetilir, onlara olağanüstü özellikler verilir. Bu tür anlatılardaki hayvan kahramanlar da kendi türleri içinde sivriltilir ve kendilerinin üstü olan türe, yani insana yaklaştırılır ve bu şekilde olağanüstü hâle getirilir.

Dinleyicilere göre değerlendirdiğimizde ise, dinleyicilerin bu tür anlatılara her zaman ilgi duyduklarını, anlatılan ne kadar abartılı olursa olsun hiç itiraz etmeden dinlediklerini ve anlatılanların büyük bir bölümüne inandıklarını gördük. Bu tür tavırların mutlaka bir psikolojik izahı vardır ve bu tarz ilişkiler mutlaka sosyologlar tarafından da inceleniyordur. Zaten bu tebliği kaleme alırken bir amacımız da başta tarih, dil, sosyoloji, tıp vs. olmak üzere birçok bilime kaynaklık eden ve hemen hemen sosyal bilimlerin hepsiyle komşu olan halkbiliminin malzemesi olan bu tur anlatıları da sözü edilen bu bilim dallarında çalışanların dikkatine sunmaktı.

Hiç kimse bir kedi yavrusuyla oynaşırken, bir muhabbet kuşuyla birlikte aynı üzüm tanesini yerken, veya kuşunun belli belirsiz söylediği birkaç sözcüğü telaffuz etmeğe çalışırken duyduğu doyumsuz hazzı inkar edemez.

Televizyonda seyrettiğimiz Lessy ve Flipper dizilerini hiç kimse unutamaz. Nedir bunlardaki sır? Hepsinde ortak olan şey, yani ortak paydabazı insani duygulara sahip olmaları, insan gibi davranmalan, çoğu belki de insanlığın büyük bir kısmı tarafından unutulmuş ahde vefa, fedakarlık, sadakat, doğruluk, karşılıksız sevgi, hoşgörü, affetme, gönülden sevme gibi birçok yüce meziyeti doğal yapılan itibarıyla bekleme hakkımız dahi olmayan bu hayvanlarda görmüş olmak değil midir.

Birçoğu dar bir çevrede bilinen ve bu güne kadar çok azı yazıya geçirilmiş olan bu anlatılan önce, anlatıldıkları gibi hem de hiçbir değişiklik yapmadan aynen derlemek, sonra da bunlan hem çocuk hem de ergenin eğitiminde kullanılır hale getirmek gerekir. Toplumun sanayi toplumuna doğru hızla kaydığı, teknolojinin insanı esir edip her gün biraz daha yalnızlaştırdığı günümüzde bu tür anlatılar da folklorun sözlü gelenek yoluyla taşman diğer ürünleri gibi yok olmaya mahkûmdur ve bir an önce tespit edilmelidirler.
 

 

Peter Neville, Doğ Behaviour Explained -A Şelf Help Guide-, Parragon Press, 1991JSBN 185813 1790
2 a.g.e. 5. 295 İstanbul, 1983, s.38
4 Prof. Dr. Celal BAKI, KTÜ. Tıp Fak. Dekanı
5 Cengiz GÖKŞEN, KTÜ. Giresun Eğitim Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Böl.Arş. Gör.
6 Burcu ASLAN, KTÜ. Fatih Eğitim Fak.( öğrenci)
7 Prof. Dr. Ersen BOCUTOĞLU, KTÜ. Rektör Yardımcısı
10 Meryem OĞUZ, KTÜ. Fatih Eğitim Fak. (öğrenci)70504 Tarlanın kenarındaki yüksekçe kısım
Ottan yaplan urgan-kalın ip
11 Nahit KUMBASAR, Sırakonaklar Köyü-İspir-Erzurum
12 Eskiden İspir'in köyü idi, şimdi mahallesi
13 Rahmetli babam Rızvan ÇELİK'ten dilemiştim.
14 Darp sonunda vücutta meydana gelen çürük ve şişlikler.
15 Rahmetli Babam Rızvan ÇELİK' ten dinlemiştim.
16 Ayı yavrusu
17 Rahmetli Annem Meryem ÇELİK anlatmıştı.
18 Neşe TOPKAR, KTÜ, Fatih Eğitim Fak. (Söğrenci) '
19 Nagihan HATİPOĞLU, KTÜ. Fatih Eğitim Fak. Güzel Sanatlar Böl. Resim l Sınıf öğrencisi
20 Gülsen AKDENİZ, KTÜ. Fatih Eğitim Fak. Güzel Sanatlar Böl Resim, l .Sınıf öğrencisi