Konuşmama bir Erzurum deyimi ile başlamak istiyorum: “adını koymak”, tereddütlü her durum karşısında Erzurum ağzı, özel bir anlatım aracına baş vurur ve “ne ise adını koyalım da rahat çağıralım” der. Şimdi biz de rahat konuşmak için önce adını koyalım, nedir âşık edebiyatı, Türk edebiyatı bütünü içinde yeri nedir; özellikleri içinde geleneksellik var mıdır, şu halde gelenek nedir, bütün bu ve benzeri sorulara cevap vermemiz gerekmektedir. Sondan başlayalım:
Alanımıza çok değerli eserler kazandırmış bulunan Sedat Veyis Örnek bu eserlerinden birinde geleneği şöyle tanımlamaktadır: “Bir toplulukta kuşaktan kuşağa geçen kültür mirasları, alışkanlıklar, bilgiler, töreler ve davranışlar.”
Acaba âşık edebiyatında geleneksellik var mıdır?
Çok erken uyanan bir deha, Prof. Fuat Köprülü, daha 1915’lerde bu konuları gündeme getirirken, üslubunun en belirgin özelliği olarak, her zaman yaptığı gibi, önce ve ısrarla terminoloji üzerinde durmaktadır:
Âşık tarzı nedir? Âşık tarzı, ona göre, Halk edebiyatıyla, klasik edebiyat arasında yer almaktadır. “Bizde, Halk Bilgisi denilen bilgi şubesine giren sözlü halk edebiyatıyla, edebiyat tarihinin başlıca tetkik mevzuunu teşkil eden klasik münevver sınıf arasında üçüncü bir zümre edebiyatına tesadüf ediyoruz ki Âşık edebiyatı manalı ismi altında büyük bir kitle teşkil ediyor”
Âşık tarzında bir geleneğin, onun deyimiyle ananenin, varlığı da ilk defa Fuat Köprülü tarafından tespit edilmiş, onun bu kanaati daha sonraki yıllarda sahanın değerli elemanları Prof. Pertev Naili Boratav, Prof. İlhan Başgöz ve onların öğrencileri tarafından da benimsenmiş ve kullanılmıştır: “Türk memleketlerine ve daha eski asırlara kadar genişletecek olursak, Müslümanlığın zuhurundan evvel, Asya’da kurulmuş eski Türk imparatorluklarında bu şair çalgıcılara tesadüf ederiz. İkincisi ise (O’na göre XVI, hatta XVII-XX asırları arasında )Anadolu’da yetişen ve oldukça mebzul eserleri ve ( ilk defa tespit ve teklif ediyor) ananeleri zamanımıza kadar devam edip gelen sazşairlerine mahsus şiir tarzıdır.”
Hemen her eserinde olduğu gibi büyük alim Fuat Köprülü, yukarıdaki tespitleri yaptıktan sonra, okuyucusunun kafasında hiçbir soruya yer bırakmadan; sazşairi ve onun eserini, bir başka klasik sanatımızla mukayese ederek, bu tarzın geleneksel unsurlarını saymaktadır: “Âşık tarzı, Divan şiirinde olduğu gibi, belli kurallara, kalıplara ve belli ölçülere uygunluğu nedeniyle, âşık tarzı bir tür halk klasizmini oluşturur. Bu klasik özellikler:
1. vezinde,
2. kafiyede,
3. nazım biçiminde,
4. dilde
ilk örneklerinden bu yana kendini gösterir.”
Fuat Köprülü’den, aşağı yukarı 30 sene sonra Halil Vedat Fıratlı ile beraber İzahlı Halk Şiiri Antolojisini (Ankara 1943) yazmış bulunan Pertev Naili Boratav da ona yakın bir tasnif yapmakta, halk şairlerinin, sazşairlerinin geleneksel yönünü belirlemektedir.
Fuat Köprülü’nün kaynakları genellikle kütüphane çalışması sonucu elde edilen yazılı kaynaklardır. Biz buna bir yerde mahalli çalışma da diyebiliriz. İşte bu nedenle Pertev Naili Boratav’ın Fuat Köprülü’den ayrıldığı bir yönü vardır, o da sahaya çıkarak yaptığı araştırma, inceleme, bir diğer ifade ile derleme sonucu elde edilen bilgileri kapsamaktadır. Bu nedenle üstadımız Fuat Köprülü’den farklı düşünmekte, farklı yazmaktadır, işin derleme boyutu onunla başlamıştır. Bu nedenle âşık tarzı şiirin geleneksel özelliklerini tartışırken şöyle demektedir ki bu da geleneğin ihtiva ettiği diğer önemli özelikleri içermektedir. Bu gelenek içinde, tıpkı divan, tıpkı Tanzimat sonrası edebiyatımızın kesin kuralları gibi, kalıplaşmış, esasları belirlenmiş birçok değerli özellik vardır. “Halk şairleri ekseriyet itibariyle, saz çalan ve şiirlerini sazla söyleyen şairlerdir. Bunların eserleri, başka birisi tarafından naklolunurken dahi sazla okunmak sanki töre olmuştur yani gelenek onu bile belirlemiştir. Her âşık kendi şiirlerini okuduğu, çalıp çağırdığı gibi, başka geçmiş veya yaşayan halk şairlerinin eserlerini de sazıyla okur.” Edebiyatımızın hiçbir vadisinde görülmeyen, çok orijinal ve geleneksel bir özellikle daha karşılaşıyoruz ki bu da Pertev Naili Boratav’ın dikkati sonucu elde edinilen bir husustur. Ayrıca şunları da belirtelim ki sazşairi, sadece kendi şiirlerini bilmek zorunda değil, sadece başka, yani geçmiş şairlerin şiirlerini bilmek zorunda değil, eğer atışma yapılmışsa çağdaşlarının şiirlerini de bilmek zorundadır. Yani geleneksellik sadece vezinde, kafiyede, nazım biçiminde ortak paydada birleşmekle bitmiyor, eğer bir sanatçı geleneklere uygun olarak yetişmişse sadece kendi şiirlerini ezbere bilmek yetmiyor, kendisinden önce gelmiş olanların da şiirlerini ezbere bilecek, onların tarzında çalıp çağıracak, kendi şiirlerini besteleyecek, değişmez tarzda okuyacak, çağdaşlarının şiirlerini de ezbere bilecek ve onların tarzında çalıp çağıracak, en uzun karşılama metni olduğu için arz ediyorum, Sümmani ise Şenliğin, Şenlik ise Sümmani’nin atışmasını aynen verecek, onların torunları, yoldan çırağı ise her ikisinin atışmaların da ezbere bilecektir.
İşte böyle olduğu içindir ki, Şenlik-Sümmani atışması uzun yıllar çırakları ve onların çırakları arasında canlı olarak yaşamış, bize kadar gelmiş ve değerli öğrencim, meslektaşım Prof Dr. Ensar Aslan tarafından 100 haneye yakın olarak derlenmiş ve yayınlanmıştır.
Halk şiirimizin geleneksel özellikleri için Pertev Naili Boratav’ın dediklerini sıra ile şöylece özetleyebiliriz. Şiirlerini saz çalarak söylemeleri, hece veznini hakim vezin olması, dilerinin sade olması, mevzuda, mazmunda, düşünüş sisteminde ortaklık bulunması, her birinin ayrıca bağlı bulunduğu bir “zümre” varsa zümre geleneğinden özellikler taşıması.
Öğrencisi, değerli hocam Prof.Dr. İlhan Başgöz, Pertev Naili Boratav’a sadık kalmakla beraber, konuya yeni açılımlar getirmekte, yeni tespitlerde bulunmaktadır. İlhan Başgöz’e göre “Yapılan gruplamalara bakarak halk şairlerinin benzer tarafları olmadığı veya bunların kesin hatlarla birbirinden ayrıldığını sanmak yanlış olur. Saz şairlerini birbirlerine benzeten unsurlar (yani geleneksel unsurlar diyor) çok kuvvetlidir. Hepsi saz çalar ve şiirlerini sazla türkü halinde söylerler. Müzik ve şiir bunların dilinde ve telinde bir bütündür. İkisi ayrılınca mesela söz eksik kalır”
Prof Dr. İlhan Başgöz’ün fikirlerini de özetleyecek olursak şöyle bir sıra elde ediyoruz ki âşık tarzı geleneği içinde yeni bilgiler bulunmaktadır:
1. Saz şairi, şiirinin yalnız yazıcısı değil aynı zamanda besteleyicisidir. Ona bir ezgi, bir melodi bulmak da şairin vazifesidir. Bunun için daha evvelden kurulan bestelerden büyük ölçüde(yani geleneksel formlardan) faydalanılır,
3. Dil ve vezin de halk şairleri için ortak bir ölçü olarak düşünülebilir, halk şairlerinin çoğu vezin olarak heceyi seçmişlerdir.
4. Gelenek halk şairlerinin kullandıklar nazım şekillerini katı kaidelere bağlamıştır. Hiçbir âşık bu kaidelerin dışına çıkıp eserine serbest şekiller giydirememiştir, geleneğin çizdiği şekillerde sayılıdır,
5. Halk şiirini konuları bakımından gruplara bölmek mümkündür: Güzellemeler, Koçaklamalar, Taşlamalar, Ağıtlar Muammalar, Destanlar, Nasihatlar.
Bütün bunlar ve özellikle kullanılan terimler çok yenidir, edebiyatımıza Fuat Köprülü, öğrencisi Pertev Naili Boratav ve onun öğrencisi İlhan Başgöz tarafından kazandırılmış, derleme kaynağına dayalı bilgilerdir.
Böylece 1331/1935’te ilk defa Âşık Edebiyatını bilimsel olarak ele alan ve konuyu çok sağlam temeller üzerinde inşa eden Prof.Dr.Fuat Köprülü “Âşıklar ve onların edebiyatı, eski Türk bedii hayatının belki en dikkate değer olmasına rağmen en meçhul ve tedkıki hemen hemen güç bir şubesi sayılabilir” diyerek dikkatleri konuya çekmektedir. İşte bu güçlük bu gün bile, yurdun hemen hemen her yöresinde ya kendilerini âşık olarak isimlendiren, ya da başkaları tarafından ozan/âşık,halk şairi/sazşairi olarak tanıtılan, kendi eserlerini “sazının küpüne” yazmasa ezberleyemeyen, pek çok ismin birden bire ortaya çıkması ile içinden çıkılamaz hale gelmiş veya getirilmiştir. Yukarı da gördüğümüz gibi geleneksel hemen her tür sanatta olduğu gibi âşık edebiyatında da kesin esaslar vazedilmiş, işin yolu, yöntemi belirlenmiş olduğu halde yurdun dört bir köşesinde yapılan her türlü âşık toplantısında, en basit kurallara bile uyulmamakta; tam fasıl: taksim, pişrev, divan, semai, kalenderi, müstezat, methiye, satranç, koşma, semai, mani, destan esasına göre icra edilmek zorunda iken, bu konu ne âşıklar tarafından bilinmekte, ne de toplantıları idare eden na-ehil jüri üyeleri tarafından bilinmektedir. Bu konuda özel olarak hazırlanmış iki akademik çalışma son yıllarda peş peşe yayınlanmış bulunmaktadır, yıl sırasına göre Dr. Doğan Kaya ile Dr. Erman Artun’un imzasını taşımakta konuya çok yeni katkılarda bulunmaktadır.
Cumhuriyet nimetlerinden biri olarak taşrada da üniversite açma fikri gündeme gelince, Ulu Önder Atatürk’ün ,1937 Meclisi açış nutkunda söylediği hatırlanmış, Doğu’da bir Üniversite, Erzurum Atatürk Üniversitesi kurulmuştur. İşte bu üniversite ile, onu kurmaya gelen Prof.Dr. Mehmet Kaplanıla kültürümüzde yepyeni bir sayfa açılmış,bilim adamı artık halkın ayağına giderek çalışmış,derleme yapmış, bunları yayınlamıştır. Bir önceki kaynağımız, Dr.Doğan Kaya nasıl taşrada açılan yeni bir üniversitenin fedakâr mensubu olarak çalışmış, ortaya değerli bir eser koymuşsa; bu kez taşrada bir başka üniversitenin Adana Çukurova Üniversitesi’nin, bir başka bilim adamının, eseri ile karşılaşıyoruz: Prof. Dr. Erman Artun, Günümüzde Adana Âşıklık Geleneği (1966-1996) ve Âşık Feymani, Adana, 1996. Bu esrinde değerli meslektaşım Dr.Artun, belki bir yere kadar plan ve program olarak Dr. Doğan Kaya’yı izlemiş, ama daha sonra gerek konu gerek işleyiş, gerekse yaklaşım tarzı itibariyle daha farklı noktalara uzanarak, konunun hacmini genişletmiştir. Dr. Doğan Kaya’daki %10’luk oranı aşarak eserinde Âşıklık geleneğine %17,5 gibi bir yer ayırmıştır. Bunları ana başlıklar altında şöyle verebiliriz: Genel Çizgileriyle Yaşayan Adana Âşıklık Geleneği, Adana Âşıklık Geleneğinde Âşıklığa Başlama, Adana Âşıklık Geleneğinde Mahlas Alma, Adana Âşıklık Geleneğinde Saz, Adanalı Âşıkların Eğitim Durumları ve Geçim Kaynakları, Adanalı Aşıların Seslendikleri Kitle, Adanalı Âşıklar Âşıklık Geleneğini Nasıl Değerlendiriyorlar, Adana Âşık Toplantıları-Âşık Fasılları, Adana Âşıklık Geleneğinin Genel Değerlendirilmesi, Adana Âşıklık Geleneğinin Bilgi Kaynakları. Yazarımız bu bölümde eserini hazırlarken kullandığı sözlü-yazılı 82 kaynağı vermektedir.
Konu olarak ilk defa 1915 gibi yıllar önce gündeme getirilen Âşıklık geleneğinin hangi aşamalardan geçerek bu güne geldiğini üniversitelerin hangi elemanları tarafından nasıl incelendiğini ana hatlarıyla sizlere tanıtmaya çalıştık. Öyle ümit ve temenni ediyorum ki bu geleneğin şöyle-böyle devam ettiği diğer yörelerimizdeki Üniversitelerin de; Konya/Selçuk gibi, Erzurum Atatürk Üniversitesi gibi, Kars Kafkas gibi, Ankara gibi benzer çalışmalarıyla Türkiye Âşıklık Geleneğinin yazılması, sonra da bunun diğer Türk ülkeleriyle mukayesesi imkânı doğmuş olacaktır. İşte bu ümit ve temenniyle teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.