ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

MAKALELER

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

ADANA VE YÖRESİ HALK KÜLTÜRÜNDE MAHALLİ FIKRA TÜRÜ VE TESBİT EDEBİLDİĞİMİZ BAZI MAHALLİ TİPLERE BAĞLI FIKRA ÖRNEKLERİ

                                                Yrd. Doç. Dr. İbrahim ALTUNEL *

 

            Giriş:  

            Adana Valiliği Çukurova Üniversitesi işbirliği ile Cumhuriyetimizin 75. Yılı münasebetiyle düzenlenen III. Uluslararası Çukurova ve Halk Kültürü Bilgi Şölenin (Sempozyumu)’ de Adana ve yöresi kültürü ile alakalı çeşitli dallarda tebliğler sunulacak, yöre kültürü ile alakalı orijinal mesajlar verilecektir. Bu faaliyetler sebebiyle önce yöre kültürü, bilahare milli kültürümüz zenginleşecektir. 

            Kültür değerlerimizin acımasızca tahrip edildiği, kültüre fazla değer verilmediği günümüzde böyle bir şölenin tertibi, bununda Cumhuriyetimizin 75. Yılına armağan edilmesi bu şöleni daha da anlamlı kılmakta, Türk kültürüne gönül verenlerin, kültürü devletin temeli sayanları mutlu kılacak ve onlar için bir zevk kaynağı olacaktır.           

Adana, coğrafi konumu ve çok eski çağlardan beri bir yerleşme  merkezi olması itibariyle , birçok ilimiz gibi Türk tarihi ve Türk kültürüne beşiklik yapmış yeraltı ve yerüstü kültür değerlerimiz açısından zengin bir ilimizdir. 

Yapılan bu tür kültür faaliyetleri ile Adana ve yöresi halkiyatının müphem kalmış yönleri açığa çıkarılacağı gibi halk kültürünü teşkil eden nazım-nevi anlatıma dayalı masal, efsane,menkıbe, hikaye, bilmece, atasözü, fıkra, türkü, ağıt, destan vs. gibi türlerde derlenip tespit edilerek unutulmaktan yabancı unsurlara karışarak kaybolmaktan kurtulacaktır. 

Bizde yukarıdaki düşünceler doğrultusunda, Adana ve yöresi kültürüne, Adana halkiyatına, dolayısıyla milli kültürümüze hizmette bulunmak düşüncesiyle “Adana ve yöresi halk kültüründe mahalli fıkra türü ve tespit edebildiğimiz bazı mahalli tiplere bağlı fıkra örnekleri” konulu tebliğimizle şölene katılmayı düşündük,           

Kültür ve fıkra:           

Mahalli fıkra türünün kültürümüz içindeki yerini ve önemini tespit edebilmek için önce fıkra ve kültür kavramlarını tanımamız, hangi unsurların kültürümüze kaynaklı ettiğini ve hangi değerlerle beslendiğini ve zenginlik kazandığını bilmemiz gerekmektedir. 

            A-Kültür           

Kültür kavramı, kültür tarihçileri ve sosyologlar tarafından ele alınmış, çeşitli açılardan tanımlanmaya çalışılmıştır.           

“Bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, hukuku, örf ve adeti ve insanın cemiyetin bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün maharet ve itiyatlarını ihtiva eden mürekkep bir unsur”(E.B. Taylor)”Bir topluluğun yaşama tarzı”(C.Wiesler) ”Atalardan gelen maddi-manevi değerler yekunu”(S.Spir) “Umumi olarak inançlar , değer hükümleri, örf ve adetler , zevkler , kısaca insan tarafından yapılmış ve yaratılmış her şey”(A.K.Kohen) “Bir millet fertlerinin iştiraki halinde bulunduğu manevi hayat”(F.A.Wolf) [1] 

Görüldüğü üzere , bu tariflerde dikkati çeken ortak noktalardan biri “kültür”ün daha ziyade her topluluğun kendine mahsus yaşayış ve davranış tarzı olmasıdır. 

            Kültürün bu manası, Z.Gökalp tarafından yapılan şu tarifte: “Kültür(hars), bir milletin dini,ahlakı hukuki muakalevi (entelektüel), bedii (estetik) lisanı, iktisadi, fenni (teknik), hayatlarının ahenkli mecmuasıdır.”[2] daha da açık olarak ifadesini bulmaktadır. 

            Demek ki, belirli bir topluluğa ait sosyal ve teknik davranışlar “kültür”ü meydana getirmektedir.             

            Bir kültürün varlığı,milletin mevcudiyetini veya bir toplumun varlığı bir kültürün mevcudiyetini gösterir,kültürün doğuşunda coğrafi saha ve insan unsuru başlıca rol oynar. Topluluklar ancak yaşadıkları bölge şartlarının etkisi altında kendi kültürlerini meydana getirmişlerdir. 

            Toplulukları millet haline getiren aralarındaki müşterek değerlerdir. Konu ile alakalı olarak sosyologlar ve kültür tarihçileri ortak değer ve müesseselerinin hepsine kültür adını vermişlerdir. 

            Kültür değerlerimizden birisi de edebiyatımızdır. Bu kültür bahçesinde açan nadide çiçeklerden birisidir. Edebiyat bütün kültür unsurlarını içine alan zengin bir yapıya sahiptir. 

            Anadolu,değişik kültürleri sinesinde barındıran dünyada eşine az rastlanan bir güzel yurttur. Bugün Anadolu adını verdiğimiz yurt parçasının her köşesi, ortak duygularımızın ve yaşayışımızın ürünleri olan masal, efsane,hikaye, bilmece, fıkra, türkü, mani, ağıt gibi benzeri türlerle doludur. Bunlar atalarımızın bize bıraktığı en manalı kültür ürünleridir. Milletimiz bunlarla ortak duygularını paylaşır. 

            Özet olarak diyebiliriz ki ;Türk Edebiyatı,Türk Halk Edebiyatı ve Türk halkiyatı,inanç ve değer hükümlerimizin birer hazinesidir. Bu varlıklar en eski çağlardan günümüze kadar Türk Milletinin hayatını, zevkini dünya görüşünü yansıtan bir duygu ve düşünce aynasıdır. Kültürümüzü ne kadar iyi tanımaya çalışır, ne kadar iyi anlarsak, kendimizi de o kadar iyi anlarız. 

            Mesela; Çukurova’da pamuk tarlasında çalışan insanın (ırgatın) dünya görüşünü, dünya ve ahiret telakkisini, devlete bağlılığını, işverene sadakatini onun akşam olup da  işten çıkarken okuduğu şu duada görmekteyiz. 

            “Akşama hürmet, sabaha niyet, kolumuza kuvvet, ağamıza devlet, hükümetimize nusret, kesemize bereket, peygamberimize salavat.”

            Güzel Çukurova’nın halk sanatçıları; şairleri, aşıkları, ağıtçıları, masalcıları, nüktedanları sizler, Çukurova halk kültürünün temel taşlarısınız, her biriniz kendi sahasının sözcüsüdür. 

            Biz kültürümüzün bir bölümünün sözcülerinden saydığımız fıkra tipleri nüktedanlar, latife söyleyiciler ve onların fıkraları üzerinde duracağız.

            Onlar toplumsal ve kişisel çarpıklıkları Anadolu insanının dünya görüşünü ifade eden kişilerdir. 

            Türk Halkı ürettiği destanlarla, türkülerle, masallarla, fıkralarla, şiirlerle asırlar boyunca kendi kültürünü yaşamış, devletin bekası için gerekli pek çok unsuru kendi edebiyatı içinde yoğurmuştur. 

            B-Fıkra 

            Fıkra umumiyetle gerçek hayat hadiselerinden hareketle, ”hisse” kapmayı hedef tutan, karakterinde az-çok nükte, mizah, tenkit  ve hiciv bulunan güldürücü ve düşündürücü, daha çok zeka ve incelik taşıyan,  sözlü kısa mensur hikayelerdir.[3] 

            Fıkralar, özelliklerinden doğan görevlerini yerine getirirken dalgınlık, abartma, tekrar vs. gibi unsurlardan bol bol faydalanır. 

            Fıkraların çoğu mahalli, tarihi, bölge, zümre ve anonim gibi tiplere bağlı olarak anlatılır. Fıkraların içlerinde ciddi olan olduğu gibi , mizahi ve müstehcen olanları da vardır. 

            Fıkra Türk Edebiyatında mevcut edebi türler içinde ürünlerinin çokluğu konularının çeşitliliği bakımından en zengini ve renklisidir. Fıkra türü sözlü mizahının en yaygın örneğidir. “Fıkralar küçük anlatmalar olmalarına rağmen, üzerlerinde uzun uzun durulması ve çeşitli açılardan incelenmesi gereken mahsullerdir. 

            Fıkralar genelde tek motife yer veren kısa, bir fikir etrafında kurulu ve bir hükümle sona eren güldürücü, düşündürücü küçük hikayelerdir. 

            Türk Milletinin, milli karakterlerinden biri de latife anlayışıdır. Fıkra ve mizah edebiyatımız dünyayı güldürecek kadar eşsiz ve zengindir. Asırlarca çeşitli meşakkatlere maruz kalmış milletimiz, acılarını  bir nebze olsun unutmak için en kötü günlerinde dahi tevazu ile gülmeye çalışmıştır. 

            Fıkra türünün edebi hayatımızdaki ilk örneklerine , Türk Kültür tarihinin en eski ve en değerli yazılı kaynaklarından biri olarak kabul edilen Kaşgarlı Mahmut’un DLT.’ de rastlanmaktadır. 

            Fıkraların merkezinde daima insan ve insana bağlı olaylar yer alır. Konuları hayatidir, yaşanmış hayat sahneleridir. Olayların merkezinde bulunan kişilere ise “fıkra kahramanı” veya “fıkra tipi” adı verilir. 

            Bu tebliğimizle sunmaya çalışacağımız husus, Çukurova bölgesinde yaşamış olup, unutulmaya yüz tutmuş olan veya unutulmuş olan mahalli fıkra tiplerimizi tespit ederek halk kültürüne kazandırmaktır. 

            İnsanoğlu doğumdan ölüme kadar, folklor malzemeleri ile iç içe yaşamaktadır. Önce doğar, ninnilerle uyur, masallarla eğlenir. Halk oyunlarıyla coşar, sonra acılarla karşılaşır, ağıtlarla derdini dile getirir. 

            Bilmecelerle hem eğlenir, hem de birbirlerini imtihan ederler. Yeri geldiği zaman fıkra anlatarak “taşı gediğine kor,” meseleye açıklık getirmiş olur. Görüldüğü üzere folklor insanın peşini bırakmamaktadır. 

Halen   Adana ve yöresinde tespit edebildiğimiz bazı fıkra tipleri ile onlara bağlı fıkralardan örnekler vermeye, böylece hem Adana kültürüne, hem de milli kültürümüze zenginlik kazandırmış olacağız. 

Halk bilimi ve halk edebiyatı ürünleri yönünden bir çok ilimiz gibi Adana ve çevresinin de zengin olduğunu yaptığımız bir çalışma esnasında tespit etmiştik. [4]

Biz yaptığımız bu çalışma esnasında Adana yöresinde de bazı fıkra tipleri ile bunlara bağlı fıkralar tespit etmiştik.  

Bu tebliğimizde, söz konusu tiplere ve onlara bağlı fıkralara yer vermek suretiyle, bunları Adana halkiyatına kazandırmış ve bundan sonra bu yörede fıkra araştırması yapacaklara bir ışık tutmuş olacağız. 

Adı geçen çalışmalarımızda zamanımızın sınırlı, coğrafi mekanın geniş olması gibi sebeplerle, burada sunacağımız fıkra tipleri hakkında fazla bilgiye sahip olamadık. Bu tipler hakkında daha geniş bilgiye sahip olabilmek ancak mahallinde yapılacak çalışmalarla mümkün olacaktır.  

C. Mahalli fıkra tipleri ve fıkralarından örnekler 

          a. Tipler; Türk Edebiyatında ister sözlü, ister yazılı gelenekte olsun bütün fıkralar şu veya bu şekilde halkın yarattığı her hangi bir fıkra tipine bağlı olarak anlatılır.          

          Türk cemiyetinde mevcut fıkra tipleri çeşitli zihniyet ve davranışların temsilcisi olarak karşımıza çıkar. Türk halkı bu fıkra tipine belli meseleleri dile getirmek, ifade etme hakkı tanımıştır. [5]  

          Türk dünyası zengin bir fıkra hazinesine sahiptir. Bu hazinede yer alan fıkra tipleri değişik açılardan sınıflandırılmıştır. [6] Bu sınıflandırmaya göre birisi de  “Mahalli Tipler”dir. Bunlar çok dar bir bölgede: Konya da, Adana da, Elazığ da, bilinen halkın arasında yaşamış halk tipleridir.  

          Biz bu tebliğimizde, önce tespit edebildiğimiz fıkra tiplerini ve onlara bağlı fıkralardan örnekler vermeye çalışacağız.

 

İl Adı       :      Fıkra Tipi                               :           Fıkra Sayısı: 

 

01 Adana         I.    Emin Ağa (Kör Emin)                               6

01 Adana         II.   CıCık Emmi (Ceyhan)                               2

01 Adana         III. Köse Celil (Ceyhan)                                  1

01 Adana         IV.  Ali Dayı (Kara İsalı)                                 1

01 Adana         V.   Ahmet Ağa (Karaisalı)                              1

01 Adana         VI. İt Hüseyin (Kadirli)                                    1

 b.       Fıkralardan Örnekler;                    

I.    EMİN AĞA (KÖR EMİN)                          

1. Cebrail’i Azrail’e Teslim Eyledik                           

            Daha çok ağa oğlu diye tanınmıştır. Kör lakabıyla anılmasının sebebi, sol gözünün sağ gözüne nazaran biraz daha küçük olmasıydı.  

Ağaoğlu genç yaşta politikaya atılmış, önce demokrat partide sonra da adalet partisinde delege, yönetim kurulu üyesi vb. görevler yapmıştır. Çevresi çok geniş olan Ağaoğlu’nun yaklaşık olarak elli kadar delege arkadaşı vardır. 1969 genel seçimlerinde Cebrail Aydoğan adındaki bir kişi milletvekilliğine adaylığını koymuş ve kendisini desteklemesi için Ağaoğlu’na yüklü bir miktarda para vermiştir.  

Ne var ki daha sonra ortaya çıkan bir başka aday adayı Ağaoğlu’na daha fazla para verince Ağaoğlu ve arkadaşları bu adayı desteklemişlerdir En fazla oyu alan bu aday liste başı olarak ön seçimden çıkar ve milletvekili seçilmeyi garantiler. Cebrail Aydoğan ise listeye bile girememiştir.  

            Ön seçim sonuçlarının ilanından sonra Ağaoğlu’ndan Cebrail Aydoğan’ın durumunu soranlara Ağaoğlu çok rahat bir şekilde şöyle der: 

            -Vallahi Cebrail’i Azrail’e teslim eyledik, hesabını artık o görecek.                      

2. Nenen Seferberlikten Önce mi Sonra mı Öldüydü ?                    

Ağaoğlu, Saraç Bahri’yi kızdırmak için bir gece yarısı bir kaç arkadaşıyla birlikte kapıya dayanır.  Kapıyı yumruklayarak:                                    -  Saraç Bahri! Saraç Bahri! Bağırırlar.

            - Yataktan fırlayan Saraç Bahri kötü bir şey olduğunu zannederek kapıya çıkar. Ağaoğlu il arkadaşlarını görünce merakla sorar:

            - Hayrola, bir ölen mi var, nedir bu saatte?

Ağaoğlu gayet sakin bir şekilde:

            - Yahu Saraç Bahri, arkadaşlarla konuşuyorduk iddiaya girdik, senin nenen seferberlikten önce mi öldüydü, sonra mı öldüydü?

            Saraç Bahri Ağaoğlu’na söverken Ağaoğlu yine Saraç Bahri’yi kızdırmış olmanın sevinci ile uzaklaşır.                                  

3. Neyse Bir Yanlışlıktır Olmuş                    

            Yaz aylarında sıcaktan bunalan Adanalılar Tekir, Bürücek, Namrun, Zorkun gibi yaylalara göçerler. Bu arada Niğde’ye giden Adanalılar da olur. 

            Ağaoğlu’da 1950’den sonra ailesi ile birlikte Niğde’ye yaylaya gitmektedir. Niğde Valisi, Ağaoğlu adında birinin Niğde’ye yaylaya çıktığını öğrenir. Ağaoğlu’nun Demokrat partinin önde gelen kişilerinden olan Samet Ağaoğlu ile akraba olduğunu zanneden vali, bir akşam Ağaoğlu’nu evine yemeğe çağırır.   

            Bu davete pek bir anlam veremeyen Ağaoğlu, işin içinde bir iş olduğunu düşünerek davete icabet eder.

            Yemekler yenir, kahveler içilir. Sonunda vali baklayı ağzından çıkarır.

           -Efendim, ben dört yıldır burada valilik yapmaktayım. Hanım İzmirli. Tavassut etseniz de İzmir’e nakledilsem, der.

            Ağaoğlu hiç istifini bozmadan cebinden kalemini çıkarır ve sigara paketinin üzerine not alır:

            - Hiç merak etme vali bey, Bugünden tezi yok valizini toplamaya başlayabilirsin, İzmir’e nakledildin say kendini , der. 

            Büyük bir tesadüf sonucu iki hafta sonra valinin tayini çıkar ama, İzmir’e değil de İzmit’e....

            Vali hemen Ağaoğlu’’nun yanına gider:

            - Aman efendim, bir yanlışlık olmuş ben size İzmir demiştim, tayinim İzmit’e çıkmış.

            Hiç bir şeyden haberi olmayan Ağaoğlu yine gayet rahat bir şekilde sigara paketini çıkarıp üzerine not alırken:

            - Hay Allah! Telefonda yanlış anlamışlar olsa gerek. Halbuki İzmir’e naklolunacak diye tembih etmiştim. Neyse bir yanlışlıktır olmuş. Sen şimdi İzmit’e git, ben Ankara’ya dönünce senin naklini İzmir’e yaptırırım, der. Vali uzaklaştıktan sonra da sigara paketini de çöpe atar.   

4. Hani Bu Tarlada Köstü?             

            Ağaoğlu ve arkadaşları bir gün otomobille Ankara’dan Adana’ya dönmektedir. Yanlarında yiyecek olarak peynir ve ekmek vardır. Otomobil bir soğan tarlasının yanından geçerken, peynir ekmekle soğanın güzel gideceğini düşünür ve otomobili durdurur.     

            Tarlaya girip soğan çekmeye başlayan Ağaoğlu, birden tarla sahibinin elinde çiftesiyle kendine doğru koştuğunu görür. Adamın niyetinin kötü olduğunu anlayan Ağaoğlu, birden bire adama bağırmaya başlar. 

            -Gelsene be adam buraya! Hani bu tarlada köstü?

            Ağaoğlu’nun bu çıkışı üzerine şaşıran tarla sahibi, çiftesini indirir ve:

            - Ne köstüsü bey? der.

            - Sen vekalete yazı gönderipte tarlamda köstü var, soğanlarımı yiyor, zirai mücadele yapılsın demedin mi? Biz ta Ankara’dan kalkıp buraya tarlanı soğanlarını incelemeğe geldik, sen bizi vurmaya kalkıyorsun.

            İyice şaşıran adam:

            “Yok ben böyle bir şey yapmadım ..” diyecek olur. Ağaoğlu adamı bir iyi azarlar ve:

            - Çabuk tarlanın muhtelif yerlerinden soğan numunesi çek getir, diye bağırır.

            Ne olduğunu anlamayan adam, kucak kucak soğan çekip getirir, otomobilin bagajını soğanla doldurur. Sonra da Ağaoğlu’nun elini öperek Ağaoğlu’ndan özür diler.   

5. Saraç Bahri Ölmüştür           

            Ağaoğlu’nun çok uyuyan bir arkadaşı vardır. Saraç Bahri adındaki bu arkadaşına bir oyun oynamaya karar verir.  

            Saraç Bahri, ailesini köye göndermiş evinde öğleye kadar uyumaktadır. Ağaoğlu Saraç Bahri evinde uyurken bir sela verdirir ve Saraç Bahri’nin öldüğünü, cenazenin öğle namazını müteakip evinden kaldırılacağını ilan ettirir. 

            Adana’da ölü evine erkekler genellikle girmezler  ve evin dışında sandalyelere oturarak cenazenin kaldırılmasını beklerler. Bunu bilen Ağaoğlu bir kamyon sandalye kiralayıp Saraç Bahri’nin evinin önüne dizdirir. Ölüm haberini duyan Saraç Bahri’nin evinin önüne gelir, sandalyeye oturarak beklemeye başlar. Ağlayanlar, hatıralarını anlatanlar, ölümünün sebebini soranlar arttıkça gürültü de artmaktadır. Sonunda bu gürültüye Saraç Bahri uyanır ve gürültünün sebebini anlamak üzere geceliğiyle birlikte dışarı çıkar. 

            Cenazenin kaldırılmasını bekleyenler kapıda Saraç Bahri’yi görünce bir kıyamettir kopar. Kimisi sandalyeleri devirerek kaçmağa başlar,  kimisi de bayılır ya da olduğu yerde yığılır kalır.  

            Bu arada Ağaoğlu meydanda kahkahalarla gülmektedir.  

II .CICIK EMMİ (CEYHAN)           

1.   Ne yüzle Gireceksin Cennete? 

            Cıcık Emmi bir gün Ceyhan’a pamuk götürmüş. Pamuğu satmış. Tüccar parayı vermemiş argo ifade ile Cıcık Emmi’yi ekmiş. Cıcık Emmi bir beklemiş, iki beklemiş adam parayı vermemiş. Varmış adamın yakasına yapışmış:

- Sen beni tanıyormusun? Diye sormuş.

            Adam:

-         Yok ben seni nerden tanıyacağım? Demiş.   

            Cıcık Emmi:

            - Be adam bana adıyla,  sanıyla Cıcık derler. “Beni tanımıyon da ne yüzle gireceksin cennete. ” demiş.

                    Adam parayı vermiş tabii. 

III. KÖSE CELİL (CEYHAN)                    

1.   Hep İyiler Ölüyor 

           Adana’nın Ceyhan İlçesinin Gümürdili Köyünde  peş peşe cenazeler çıkmaya başlayınca, aynı köyden Köse Celil demiş ki:

            - Hep iyiler ölüyor. Ben de kendimden korkuyorum.

                                    IV. ALİ DAYI (KARAİSALI) 

            1. Şunu Baştan Söyleseydin  

            Karaisalı Ali Dayı, güler yüzlü, uzun boylu ruhen ve bedenen sağlıklı, hoş sohbet, nüktedan birisidir.

            Oğlu askerde olan ve okur-yazar olmayan Ayşe Nine, Ali Dayı’ya bir yazılı kağıt uzatarak:

            - Oğlum şunu bir okuyuver der. Ali Dayı hiç bozuntuya vermeden başlar kağıdı okumaya. 

            - Sevgili anacığım, önce selam eder, hasretle ellerinden öperim. Nasılsın, iyimisin? Hamd olsun ben çok iyiyim. Bizim ala dana  büyüdü mü?   

            Eli kulağında Ali Dayı’yı dinleyen Ayşe Nine yüzünü buruşturarak:

            - Oğlum okuduğun mektup değil, bir tapu olacaktı. Deyince, Ali Dayı sinirlenerek kadına bağırır:

            - Be cahil karı, şunu baştan söyleseydin de tapu gibi okusaydık olmaz mıydı? 

V. AHMET AĞA (KARAİSALI)           

            1. Vicdanına Hakim Bey,           

            Karaisalı’nın, Çevlik köyünden Ahmet Ağa adında bir vatandaş, bir dava yüzünden mahkemeye düşer. İlk defa mahkemeye çıktığı için heyecanlıdır. Dışarıda sırasını beklerken bir sigara yakar; tellemeye başlar. Tam bu sırada mübaşir:   

            - Ahmet Ağa. Der.

            Acele eder ve heyecanın etkisiyle sigarayı cebine koyar ve hakimin huzuruna çıkar. Sigara Ahmet Ağa’nın cebini yakmaya başlamıştır. Bu durumu gören hakim: 

            -Oğlum Ahmet, yanıyorsun

            Ahmet Ağa:

            -Vicdanına hakim beyim

            -Oğlum Ahmet, gerçekten yanıyorsun.

            Ahmet Ağa:

            -Vicdanınıza hakim bey

            Bunun üzerine hakim, Ahmet Ağa’nın cebinden çıkan dumanı görünce dayanamaz:

            - Oğlum Ahmet, cebin yanıyor. 

VI. İT HÜSEYİN (KADİRLİ) 

            1. İt Oğlu İt Öyle Güzel Anlattı ki

             Kadirli eşrafında Sefa Bey, İt Hüseyin lakablı bir kişi hakkında gazeteye yazı yazar. Bu yazıda da adamın ismini değil, lakabını kullanınca,  adama “it” dediği için İt Hüseyin tarafından mahkemeye verilir.

            Sefa Bey’in avukatı savunması sırasında uzun uzun köpeği öven bir konuşma yaparak köpeğin saygın bir hayvan olduğunu ve bunun gibi bir çok özellikleri olduğunu anlatarak “it” demenin hakaret olmadığını savunmuş.

            Hakim İt Hüseyin’e sormuş:

            -Ne diyorsun? Demiş.

            İt Hüseyin:

            Ne diyeyim hakim bey, İtoğlu it, öyle güzel anlattın ki. Demiş ve davasından vazgeçmiş.   

Sabırla dinlediğiniz için teşekkür eder,  saygılar sunarım.


 

* S.Ü. Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Böl.Türk Halk Ed.Bilim Dalı Öğr.Üyesi Konya

[1] İ.Kafesoğlu ,Türk Milli Kültürü , S.1-2

[2] Ziya Gökalp , Türkçülüğün Esasları , S.30.

[3] Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş; S. 623

[4] İbrahim Altunel, Anadolu Mahalli Fıkra Tipleri Üzerinde Bir Araştırma, (Basılmamış Doktora Tezi)

[5] Dursun Yıldırım, Türk Edebiyatında Bektaşi Tipine Bağlı Fıkralar, S.57

[6] Saim Sakaoğlu,